ordan burdan 1000 sayfa (tarih-el beceresi)

Standart

japonya

Japonya

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara
Bu maddedeki bazı bilgilerin kaynağı belirtilmemiştir. Ayrıntılar için maddenin tartışma sayfasına bakabilirsiniz. Maddeye uygun biçimde kaynaklar ekleyerek Vikipedi’ye katkıda bulunabilirsiniz.
Japonya İmparatorluğu
日本国
Nippon-koku veya Nihon-koku
Bayrak Arma
Bayrak Arma
Seal of the Office of the Prime Minister and the Government of Japan
Paulownia (五七桐 Go-Shichi no Kiri?)
Hükümet Mühürü
Ulusal Marş: Kimigayo (君が代?)
Konum
Başkent Tokyo (de facto)
35°41′K 139°46′D
Resmî dil(ler) Japonca
Bölgesel dil(ler) Aynu itak, Doğu Japonca, Batı Japonca, Ryukyuan, ve pekçok diğer Japonca diyalektiği
Etnik gruplar 98.5% Japonlar, 0.5% Koreliler, 0.4% Çinliler, 0.6% diğer
Milliyet Japon
Yönetim biçimi Anayasal monarşi ile Parlamenter demokrasi
 – İmparator Akihito
 – Başbakan Shinzō Abe
Kuruluş
 – Ulusal Kurtuluş Günü 11 Şubat 660
 – Meiji Anayasası 29 Kasım 1890
 – Japonya Anayasası 3 Mayıs 1947
 – San Francisco Antlaşması 28 Nisan 1952
Yüzölçümü
 – Toplam 377.944 km²  (62.)
145,925 mil²
 – Su (%) 0.8
Nüfus
 – 2009 tahmini 127,530,000 (10.)
 – 2004 sayımı 127,333,002
GSYİH (SAGP) 2010
 – Toplam $4.308 trilyon (3.)
 – Kişi başına $34,115 (24.)
GSYİH (düşük) 2010
 – Toplam $4.700 trilyon (3.)
 – Kişi başına $38,457 (23.)
Gini 38.1 (2002)
İGE artış 0.960 (çok yüksek)  (2007)
Para birimi Uluslararası Sembolü ¥ Okunuşu (Yen)
Japonca Sembolü Okunuşu (En) (JPY)
Zaman dilimi JST (UTC+9)
 – Yaz gözlemlenemedi
Takvim yyyy-mm-dd
yyyy年m月d日
Era yy年m月d日 (CE−1988)
Trafik akışı sol
Internet TLD .jp
Telefon kodu 81

Japonya (Japonca: 日本, Nihon ya da Nippon, resmî adı 日本国, Nihon-koku ya da Bu ses hakkında Nippon-koku (yardım·bilgi)) Doğu Asya‘da bir ada ülkesidir. Büyük Okyanus‘ta bulunan Japonya Çin, Kore ve Rusya‘nın doğusunda, kuzeyde Ohotsk Denizi‘nden güneyde Doğu Çin Denizi‘ne kadar uzanır. Japonca adını oluşturan kanji karakterler “güneş” ve “köken” anlamına gelir. Bu nedenle Japonya “Doğan Güneşin Ülkesi” diye de bilinir.

Japonya üç binden fazla adadan oluşur.[1] Bu adaların en büyükleri olan Honşu, Hokkaido, Kyuşu ve Şikoku adaları ülkenin %97′sini oluşturur. Adaların çoğu dağlıktır ve bazıları yanardağlardan oluşur. Japonyanın en yüksek dağı olan Fuji Dağı bir yanardağdır. Japonya 128 milyonluk nüfusuyla dünyanın nüfus açısından onuncu büyük ülkesidir. Başkent Tokyo‘nun bulunduğu alan çevresinde bulunan şehirlerle birlikte 30 milyonunun üzerindeki nüfusuyla dünyanın en büyük metropoliten alanını oluşturur.

Arkeolojik araştırmalar Paleolitik çağın son döneminden beri insanların Japon adalarında yaşadığını gösterir. Yazılı tarihte Japonya’nın adı ilk olarak 1. yüzyıldan kalma Çin metinlerinde geçer. Japonya’nın tarihi dış dünyadan etkilendikten sonra çok uzun yıllar boyunca tecrit edilmesiyle şekillenmiştir. Günümüzdeki Japon kültürü dış etkiler ile iç gelişmelerin bir karışımından oluşmaktadır. 1947 yılında anayasanın kabulünden beri Japonya parlamenter monarşi ile yönetilmektedir. Devletin başı Japon imparatoru, hükümetin başı ise başbakandır. Seçimle işbaşına gelen bir parlamentosu vardır.

Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya göre Japonya Amerika Birleşik Devletleri‘nden sonra dünyada ikinci sıradadır.[2] Birleşmiş Milletler, G8 ve APEC üyesidir. Savunma bütçesi dünya beşincisidir. Dünyanın en büyük dördüncü ihracatçısı ve en büyük altıncı ithalatçısıdır.

Tarihi

Taşdevrinden 4. yüzyıla kadar

1600′lere ait bir Japonya haritası

2. Dünya Savaşı sonrası Japonyanın işgal güçleri tarafından yönetim planı

Japon takımadalarına, ilk olarak adaların hala Asya kıtasının bir parçası olduğu dönemde, yaklaşık 100 bin yıl önce yerleşilmişti. Arkeolojik araştırmalar yontma taş devrinde takımadalarda yaşayan insanların temelde avcılık ve toplayıcılıkla geçindiklerini ortaya çıkarmıştır. Cilalı taş devrinde zarif taş aletler yapılmış, ok ve yay kullanılarak ileri avlanma teknikleri geliştirilmiş ve yemek pişirmek ve saklamak için toprak kaplar üretilmiştir. Jomon stili (sicim desenli) kaplar nedeniyle, MÖ 8 bin ile MÖ 300 zxxyılları arasındaki dönem Jomon dönemi olarak adlandırılır.

MÖ.300 yıllarında Asya kıtasından tarım, basit pirinç ekimi ve metal işçiliği teknikleri gelmiştir. Japonya’da yaşayanlar tarımsal üretimi artırmak için günlük yaşamlarında tarım aletleri ve demir silahlar, ayrıca dini ayinler için bronz kılıçlar ve aynalar kullanmışlardır. Bu dönemde işbölümü, yöneten ve yönetilenler arasındaki ayrılığı derinleştirmiş ve ülkede pek çok küçük devlet kurulmuştur. MÖ. 300 ile MS 300 yılları arasına rastlayan ve çömlekçi çarkında seramiklerin üretildiği döneme Yayoi dönemi denmiştir.

Yeniçağ Öncesi Japon Tarihi

Tarih Öncesi ve Ön Tarih

Japon adalarına ilk yerleşenler, M.Ö VIII. bin yıl öncesinden başlayarak, Kuzey Asya’dan geldikleri sanılan ve Üst Yontmataş (veya en azından Ortataş) devrinde yaşayan topluluklardı. Japonya’nın tarih öncesi birkaç evreye ayrılır: Öncomon veya Seramik Öncesi, Comon( yaklaşık olarak M.Ö. 7500- 300) ve Yayoi (M.Ö. 300-M.S 300). Bu son dönemde adaların kuzeyine Aynular gelip yerleşti ve son Comon halklarıyla karıştı. M.S 3.yy ortalarına doğru Kore’den geçen, Altay kökenli, atlı savaşçı grupları Güney Japonya’ya gelerek bölgeyi hâkimiyetleri altına aldı. Bu insanlar ölülerini kofun denilen çok büyük Tümülüslere gömüyorlardı; Tümülüslerin çevresine kilden silindirler(haniva) sıralanıyordu. Bu savaşçılar aynı zamanda klanlara dayalı bir toplumsal örgütlenme şeması da getirdi.[3]

1.Seramik Öncesi

Buzul çağları boyunca (M.Ö. 2–3 milyon ile M.Ö. 10 bin yılları), deniz suyunun büyük bir bölümü kutup çevresinden donduğundan deniz düzeyi çok alçalmıştı, kıta sahanlığındaki Japon adaları kuzeyden, batıdan ve güneyden Asya kıtasına bağlı olmalıydı. Bu çağlara ait yer katmanlarında mamut ve fil taşılları bulunmuştur. Japonların ilk atalarının da böylece Asya’dan ve karadan gelmiş oldukları düşünülmektedir.

2. Comon (M.Ö. 4000–300)

Comon, toprak kapları bezeme tekniğinde kullanılan ipin adıdır. Mezopotamya ve Mezoamerika gibi uygarlık odaklarında, çanak-çömlek buluntuları tarım devriminden sonra görülüyordu. Japonya’da ise tam tersi olmuştur.

3. Yayoi (Çeltik) (M.Ö. 300- M.S. 300)

Comon’u izleyen çanak- çömlek evresi Yayoi olarak biliniyor. Döner testici tezgâhında yapılmış Yayoi seramiği, kesin olarak bir sulu çeltik kültürünün ürünü sayılmaktadır. Japonlar çeltikleri depolamak için boy boy, çeşit çeşit kaplar yapmışladır. Bugünkü halkın, Japonca konuşan bir kültürden geldiği varsayılırsa, o kültürün Yayoi döneminde oluştuğu da söylenebilir. 538 yılına doğru Budizm’in Kore’den adalara gelişi genelde Japonya’nın tarih döneminin başlangıcı olarak kabul edilir. Asuka dönemi boyunca koyu bir Budist olan Prens Şotoku’ nun 622 yılında ölümünden sonra, 628 ve 701 tarihleri arasında birçok yasa çıkarıldı. Bu yasalarla, Tang Hanedanının saltanat sürdüğü Çin’i örnek alan bir yönetim sistemi benimsendi. Nara dönemi (710- 794) boyunca altı Budist mezhep, sonunda Nara’ya yerleşen Japon sarayına kendi görüşlerini benimsetmeye çalıştı . Nara devri, Japonya için yüksek bir kültür devridir. Japon kültürünün birçok temelleri o zaman atılmıştır.[4] İmparator Kammu, Nara’daki keşişlerin etkisinden kurtulmak için Nagaoka’da yeni bir başkent, on yıl sonrada, bu defa Heian-kyo’da bir başkent kurdu. Heian dönemi (794- 1185/1192), Heian şehri başkent olduktan kısa bir zaman sonra Japonya’nın en büyük şehri haline gelmiştir. Ülke bu dönemde genişlemiş, yeni Budist öğretiler ortaya çıkmıştır, büyük manastırlar kurulmuş ve Japonca’ya özgü yeni çekim eklerini yazmaya elverişli, hecelere dayalı yeni bir yazı yaratılmıştır. Ainularla muharebeler yaşanmış, Ainuların birçok grupları ülkenin daha kuzeyinde bulunan Hokkaido adasına geçmişlerdi. Böylece, Heian devrinin birinci kısmında Hondo adasının tamamen işgali vuku bulmuş ve nispeten küçük Japon devleti genişlemiştir. 858’den sonra Fujivara ailesi iktidarı ele geçirdi ve XII. yy’ın ortalarına kadar elinde tuttu. Bu aile ileride Japonya’nın “klasik dönemi” sayılacak bir barış ve kültürel gelişme dönemi başlattı. İki kısma ayrılan Heian devrinin ilk kısmı, Fujivara ailesinin elinde bulunan bir feodal grubun diktatörlüğüdür denilebilir. X. yy’da iki rakip klan, Tairalarla Minamotolar, Fujiaların yerini almaya çalışmıştır. Onları karşı karşıya getiren uzun mücadele, 1185’te Şimonoseki yakınında Dan- no Ura’da Taira donanmasının yok edilmesiyle sona erdi.

Heian devrinin en tipik vasfı askeri faaliyetlerin her şeyden üstün olmasıdır. Kılıç bu devrin sembolü sayılabilir. Heian döneminin ortalarına doğru “kana” adı verilen iki fonetik alfabe geliştirilmiş ve Çince üslubunun yerini alarak gelişen saf Japon stili edebiyata ışık tutmuş ve oldukça geniş bir biçimde kullanıma girmiştir. Ayrıca bu dönemde sanat alanında da büyük gelişmeler kat edilmiştir. Şogunlar dönemi(1192), Minamoto klanının önderi Yorimoto ve kardeşi Yoşitsune, Taira klanın bertaraf etmiş, sonrada Fujivalara karşı saldırıya geçmişlerdi. Minamoto no Yorimoto imparatorunkinin yanında ikinci bir hükümet kurmuştur. Yorimoto artık hiçbir yetkisi kalmayan imparatorun 1192’de kendisini başbuğ(şogun: askeri diktatör) olarak atamasını sağladı. Yorimoto uzak eyaletlere valiler gönderip vergi toplama işlerini düzenleyerek pratik ve etkili bir yönetim kurdu. Yorimoto’nun ölümünden sonra yönetim dul karısının ailesine yani Hoco’lara geçti. Bu yeni güç, yeni bir kültür ve ruh oluşturdu. Savaşçılar (Samurai) eski Buddhacı tarikatların geleneklerini reddederek daha sade din biçimlerine döndüler. Kamakura tepelerine Zen tapınakları inşa ettiler ve böylece yeni bir Buddhacılık ve aşılanmaya ve dinsel yazılar Japonca’ya çevrilmeye başlandı. 1221’de bu dinamik hükümet, otoritesine karşı gelen bir ayaklanmayı bozguna uğrattı. Beş yıl sonrada Asya’dan gelen daha büyük bir tehlikeyi bertaraf etti. 1274’te ve 1281’de Kubilay Hanın büyük Moğol ordusu Japonya’yı istila etti, ancak etkin bir savunma ve kamikazeler(tanrıların rüzgarı; 1274’te ve 1281’de çıkıp Moğol donanmasını yok eden iki fırtınaya Japonlar tarafından bu ad verilir) sayesinde Moğol ordusu püskürtüldü.

Zamanla kıskançlık ve Hocolara duyulan nefret arttı ve 1333 yılında Aşikaga Takauci imparator II. Daigo ile birleşerek bu iktidara son verdi. İmparator bundan sonra otoritesini yeniden kurmaya çabaladı. Ancak Aşikaga 1336’da imparator II. Daigo’yu Kyoto’dan sürerek, yerine bir kukla imparator geçirdi. İki yıl sonrada kendini şogun ilan etti. 1333’ten 1338’e kadar süren imparatorluk yönetiminin kısa ömürlü restorasyonun ardından Kyoto, Muromachi’de Ashikaga ailesi tarafından yeni bir askeri hükümet kuruldu. Muromachi Dönemi 1338’den 1573’e kadar, iki yüzyıldan uzun sürdü. Bu dönem zarfında Bushido’nun sert disiplini estetik ve dini faaliyetlerde ifadesini bulmuştur. Aşikaga tahta oturttuğu imparatorun 1338’de kendisini şogun olarak tanımasını sağladı. Meşru imparator Yamato Dağlarına sığındı ve böylece iki saray dönemi başladı.[4]

Kültür

Kimono da Japon kültürünün en önemli unsurudur. Kimono giyen Japonlar adeta sihirli çubukla büyülenmişcesine seremonik ve kibar davranışlar sergilerler. Kimononun da farklılıkları vardır. Evli bayanların kimonolarının kolları kısadır. Bekarların ise uzundur. 20 yaşına basan genç kızlar aile içinde seremoniyle kimono giyer ve 20 yaşını kutlar.

Japonlar seremonilerinde hep dingin bir ruha sahip olup doğayla bir yaşamaya çalışırlar. Kadō (Halk diliyle İkebana da denir) da dünyaca ünlü Japon çiçek süsleme sanatıdır.

Geleneksel Japon kültüründe kadın-erkek ayrımı yoğun olarak vardır. En basitinden Japonca’da ‘erkek dili’ ve ‘kadın dili’ vardır. Erkekler oldukça erkeksi bir dille konuşurken kadınların bu dile ait kelimeleri ünlemleri kullanması pek doğru bulunmaz. Ancak günümüzde Japon kültüründe egemen olan yabancılaşma her alana olduğu gibi dile de etki etmiştir.

Dinler

Nara'da bir olansa çoğunlukla halkın her iki dinin de törenlerine katılmasıdır.

Örneğin düğün törenleri genelde şinto dininin kurallarına göre de yapılır. Cenazelerde ise genelde Budist törenler uygulanır. Şinto ülkenin yerli dinidir. Ormanlarda, dağlarda, denizlerde, kısacası doğada “kami” denilen ruhların yaşadığına inanılırdı. Doğa ile uyum içinde yaşayan eski topluluklar bu ruhları sayarlardı. Bu inanç Şinto dininin temelini oluşturur. Sonraları bu ruhlara atalar ve kahramanlar da eklendi. Bazı evlerde bu ruhlara yiyeceklerin sunulduğu “tanrı rafı” bulunur. Budizm ise Şinto’dan farklı olarak 6. yüzyılda, Çin ve Kore yoluyla Hindistan‘dan gelmiştir. İlk kez 16. yüzyılda Portekizli denizciler aracılığıyla gelen Hıristiyanlık ise nüfusun küçük bir kısmınca benimsenmiştir.

Çay Töreni

Sadō’nun kurucularından Sen no Rikyu (1522-1591)

“Sadō” (Çay Yolu) veya “Çanoyu” (Çayın sıcak suyu) adı verilen çay töreni 15. yüzyıla kadar geriye gider. Törenin esası, ev sahibinin konuklarına çay hazırlaması gibi gündelik bir ihtiyaca dayanır. Çay ikramı zaman içinde törensel bir nitelik kazanmıştır. Ev sahibi ve konuklar bu törenin ayrıntılı kurallarına büyük bir ciddiyetle uyarlar. Bu kurallar töreni olabildiğince sadeleştirir. Çay töreni başlı başına kurallar bütününden ibaret değildir. Bunun için bahçe düzenlemesinden çay odasının döşenmesine kadar birçok ön hazırlığın özenle önceden yapılmış olması gerekir. Çay törenine hazırlanmak, mimariden seramiğe, bahçecilikten tarihe, dinden güzel yazma sanatına kadar birçok alanda asgari bilgileri öğrenmek anlamına gelmektedir. Bu hazırlıklar çay töreninin mükemmelliği için şarttır. Bahçenin güzellikleri arasından çay odasına geçen konuklar, gördükleri güzellikler ve yaşadıkları sükunetle çay törenine hazırlanmaktadırlar. Çay töreninde ağırlıklı olarak Zen Budizmi’nin etkisi görülür. Tören ilk bakışta can sıkıcı bir oyun, gereksiz kurallar bütünü gibi gelebilir. Ancak amaç çay yapıp içmekten çok, doğaya karışmak, onun içinde kaybolmak, bu yolla ruhu aydınlatmaktır. Doğallığın yanı sıra sükunet, sadelik estetik ve zarafetle örülü bir arınma sürecidir çay töreni. Hareketler son derece yavaştır, bu nedenle çay yapımı için gerekli eylemlerde olabildiğince tasarruflu olup, yapılması gereken hareketleri çok incelikle hesaplayıp, bunu zarafetle gerçekleştirmek gerekmektedir. Sonuçta ortaya çıkan uyum, ölçülülük ve güzellik izleyenlerin ruhunda ve zihinlerde kalıcı izler bırakacaktır.

Japon Bayramları, Festivalleri ve Ulusal Günleri

Matsuri olarak adlandırılan ve yıl içerisinde çeşitli zamanlarda kutlanan bayram ve festivallerin çoğu kraliyet döneminden günümüze kadar gelmektedir. Bu kutlamaların çoğu Çin ve Budist kökenlidir fakat Japonlar bu kutlamaları dini tören havasında yapmamaktadırlar. Ocak ayında kutlanan “Yetişkinler Günü” gibi bazı özel günler hafta sonları ile birleştirilmesi amacıyla daima pazartesi günleri kutlanır.

Bunların dışında Mart ile Nisan ayları arasında “Çiçek Seyretme”(Hanami), Mayıs ayında “Altın Hafta”(Golden Week), Temmuz 13 ile 15 arası bazen Ağustos ayında “Bon Festivali” (Obon) ve Eylül ayı ortalarında “Ay seyretme” (Tsukimi)dir.

Resmî Bayramlar

1 Ocak: Yılbaşı 元旦(Gan Tan)
Ocağın 2. Pazartesi: Yetişkinler Günü 成人の日(Seijin no hi)
11 Şubat: Kuruluşu’nun Günü 建国記念の日(Kenkoku Kinen no Hi) Japonya’nın ilk ve efsanevî İmparatoru Jinmu’nun tahta çıktığı gün (eski 紀元節 Kigen-Setsu)
Mart 20 veya 21: İlkbahar Gündönümü = Nevruz 春分の日(Şumbun no Hi)
29 Nisan: Şoowa Devri Anma Günü = Eski İmparator Hirohito’nun Doğum Günü 昭和の日(Şoowa no Hi)
3 Mayıs: Anayasa Bayramı 憲法記念日(Kenpoo Kinen Bi) Anayasa’nın yürürlüğe konulduğu gün
4 Mayıs: Yeşil Günü みどりの日(Midori no Hi)
5 Mayıs: Çocuk Günü こどもの日(Kodomo no Hi) (Tang no Sekku)
Temmuz’un 3.Pazartesi: Deniz Bayramı 海の日(Umi no Hi)
Eylül’ün 3.Pazartesi: Yaşlılara Saygı Günü 敬老の日(Kei-Rou no Hi)
Eylül 23 veya 24: Sonbahar Gündönümü 秋分の日(Şuubun no Hi)
Ekim’in 2. Pazartesi: Spor Günü 体育の日(Taiiku no Hi)
3 Kasım: Kültür Günü 文化の日(Bunka no Hi) Anayasa’nın ilan edildiği gün
23 Kasım: Çalışmalara Teşekkür Günü 勤労感謝の日(Kinrou Kanşa no Hi)
23 Aralık: İmparator Akihito’nun Doğum günü 天皇誕生日(Tennou Tanjoubi)

Kültürel Bayramlar

3 Şubat: Fasulye atma Seremonisi 節分(Setsubun)
3 Mart: Kızlar Festivali 雛祭(Hina Matsuri) ‘Şeftali Bayramı’ 桃の節句(Momo no Sekku)
7 Temmuz: Yıldız Festivali 七夕(Tanabata)
Eylül ortası: Ay seyretme 月見(Tsukimi)
15 Kasım: 3, 5 ve 7 yaş çocuklar için festival günü 七五三(Şiçi Goo San: 7-5-3)
31 Aralık: Yeni yıl arifesi 大晦日(Oo-Misoka)

Budistlere özgü Bayram

8 Nisan: Çiçek Bayramı 花祭り (Hana Matsuri): Buda‘nın doğum günü<br^

Askerî Bayram

11 Kasım: Öz Savunma Kuvvetleri Günü 自衛隊記念日(Jiei Tai Kinen Bi)

Eski Askerî Bayramlar

10 Mart: Kara Kuvvetleri Günü 陸軍記念日(Rikugun Kinen Bi)

27 Mayıs: Deniz Kuvvetleri Günü 海軍記念日(Kaigun Kinen Bi)

Yas Günleri

10 Mart: Tokyo Büyük Hava Hücum Günü 東京大空襲の日 (Tokyo Dai-Kuşuu no Hi)

  • Tokyo‘da Hava bombardmanıyla 100.000′den fazla Japon sivil kaybının yaşandığı gün (1945)

23 Haziran: Okinawa’da Ölenlerin Ruhlarını Teselli Günü 沖縄「慰霊の日」(Okinawa ‘İrei no Hi’)

  • 94.000 Japon’un Okinawa Adası Seferi’nin bitiş günü bombardımanla kaybedildiği (1945)

6 Ağustos: Hiroşima Atom Bombası Günü 広島原爆の日(Hiroşima Genbaku no Hi)

15 Ağustos: Mütareke Günü 終戦記念日(Şuusen Kinen Bi)

  • Japonya’nın teslim olmasıyla II. Dünya Savaşı‘nın bittiği gün (1945)
  • Japonya’da meydana gelen 9,0 büyüklüğünde deprem(11 Mart 2011)

Kıyafet

Uzun bir dışa kapalılık döneminin ardından 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan Batılılaşma çabaları, halkın kıyafetine de yansıdı. Bugünkü Batılı giyim tarzı, bu sürecin sonucudur. Ancak Japonlar Batılılaşma ile birlikte gelenekleri yaşatma, hatta geliştirme çabasını bir an olsun bırakmamışlardır. Bu çerçevede insanlar özel günlerde geleneksel kıyafet olan kimono giymeyi ihmal etmezler. Kimono vücudu saran ve belde geniş bir kuşakla (obi) bağlanan geleneksel ve dünyaca ünlü bir giysidir.Yeni yıl kutlamalarında, evlilik gibi özel günlerde, bayramlarda ya da mezuniyet günlerinde genç, yaşlı, kadın, erkek Japonlar çoğunlukla kimono giyer. Evlilik ve benzeri resmi törenlerde, damatla gelin siyah kimonolar giyerek sorguçlarını takarlar. Erkekler kimonolarının üzerine çok geniş paçalı pantolonlar (hakama) ve bol ceketler (haori) giyerler. İyi bir kimono çok pahalıdır. Japonlar kimonolarına gözleri gibi bakarlar. Kimonolar anneden kıza, babadan oğula aktarılarak giyilir. Kimonoyu ve obi’yi düzgün olarak takmak kolay değildir. Bunun için kadınlar özel ders alırlar. Kimono giyildiğinde normal ayakkabı ve çoraplar giyilmez. Ayakkabı yerine yüksek tahta nalınlar (geta) olabileceği gibi pamuklu ya da deriden yapılmış (zori) sandaletler giyilir. Kimono ile özel pamuklu çoraplar olan (tabi) giyilir. Bu çorapların en ayırt edici özelliği başparmak yerinin de örülmüş olmasıdır. Çorapta baş parmak ile diğer parmaklar arasında, sandalet bağının geçmesi için oyuk bulunur. Kimonoya benzeyen diğer bir giyecek ise Yukata’dır. Yukata, pamuklu, basit, yazları festivallerde ya da evde bornoz gibi giyilen giyeceklerdir.

  • Japonya aynı zamanda animede ve bilgisayar oyunlarında dünyada birinci sırayı yer alır.
  • Japonlar,süs bitkileri ve bahçeleri ile tanınırlar.
  • M.S. 700′den önce bile Japonlar keyif için güzel bahçeler yapmışlardır.

Mitoloji

Amaterasu …Amaterasu-oo-mikami Japon Şinto dininin güneş tanrıçasıdır. Japon imparatorluk ailesinin mitsel atasıdır. 天照大神 kelimesi Cennetlerde Parıldayan Tanrıça anlamına gelir. Kojiki’ye göre, onun kural tanımaz erkek kardeşi Susanoo her şeyi yerle bir edip, Amaterasu’nun pirinç tarlalarını, tapınakları tarümar edince, tanrıça (ki dişi olduğu konusunda tartışmalıdır) buna çok içerlenir ve Ama-no-Iwato isimli mağaraya gizlenir. Güneşini kaybeden dünya karanlıktır artık.

Diğer tanrılar onu saklandığı yerden çıkarmak için bir oyun kurarlar. Tanrıça Ama-no-Uzume mağaranın önüne bir ayna koyar ve baştan çıkarıcı bir dans etmeye başlar. Bu bir kutlamadır, ve gelen seslerden meraka kapılan Amaterasu mağaradan dışarı uzandığında kendi yansısından ürker. Bu diğer tanrıların onu çekip çıkarması için iyi bir fırsattır.

Torunu Ninigi-no-Mikoto’yu Japonya’da barışı sağlaması için yeryüzüne gönderir. Onun oğlu ise Japonya’nın efsanevi ilk tennoosu (imparatoru) olur üç kutsal silahı ile Kılıç, Mücevher ve Ayna. Bu Japonya’nın İmparatoru mitsel temellere bağlama eğilimini yansıtır. Bu yapı ikinci dünya savaşından sonra büyük ölçüde çökse de Tenno halen dinsel niteliklerini muhafaza ediyor.

Altyapı

2005 itibarıyla Japonya’da kullanılan enerjinin yarısı petrol, beşte biri kömür ve %14′ü doğal gazdan oluşur.[5] Japonya’da harcanan elektriğin bir çeyreği nükleer enerjiden oluşur.[6]

Japonya’da yollar için çok para harcanmıştır.[7] 1,2 milyon kilometrelik kaplanmış yol ana ulaşım aracıdır.[8] Japonya’da trafik soldan akar. Yüksek hızlı, bölünmüş, sınırlı erişimli paralı yollardan oluşan bir tek ağ, büyük şehirleri birbirine bağlar ve paralı yol girişimleri tarafından işlenir. Hem yeni hem de kullanılmış arabalar ucuzdur. Enerji verimliliği teşvik etmek amacıyla araba sahipliği ücretleri ve benzin vergileri uygulanır. Japonya’da araba kullanımı G8 ülkeleri arasındaki en düşüğüdür.[9]

Demografi

Japonya, dünyanın en yaşlı nüfusuna sahiptir. Medyan yaş 44,7 yıl olup dünyanın en yüksek medyan yaş, ve Japonya nüfusunun %30,1′i 60 yaşından daha yaşlı olup 60+ yaş grubuna girenlerin dünyanın en yüksek yüzde oranına sahiptir.[10]

Ayrıca bakınız

Commons-logo.svg
Wikimedia Commons’ta

Japonya ile ilgili çoklu ortam belgeleri bulunmaktadır.

Japonya’nın yönetim bölgeleri

Kaynakça

  1. ^ Nihon Rettō. Daijirin / Yahoo Japan dictionary. Erişim tarihi: 2007-05-07.
  2. ^ Haass, Richard (20-04-2007). “Asia’s overlooked Great Power”. Project Syndicate. Erişim tarihi: 2007-06-12.
  3. ^ Milliyet, Dıctıonnaıre Larousse(Japonya), III, s. 1221.
  4. ^ Prof. Dr. W. Eberhard, Uzak Doğu Tarihi, TTK Basımevi, Ankara 1992, s. 53.
  5. ^ “Statistical Handbook of Japan – Chapter 7 Energy” (İngilizce). Japonya İstatistik Bürosu. Erişim tarihi: 19 Eylül 2010.
  6. ^ “Japan taps into ocean winds for power” (İngilizce). ABC News. 21 Ocak 2008. Erişim tarihi: 19 Eylül 2010.
  7. ^ Pollack, Andrew (1 Mart 1997). “Japan’s Road to Deep Deficit Is Paved With Public Works” (İngilizce). The New York Times. Erişim tarihi: 19 Eylül 2010.
  8. ^ “Statistical Handbook of Japan – Chapter 9 Transport” (İngilizce). Japonya İstatistik Bürosu. Erişim tarihi: 19 Eylül 2010.
  9. ^ “Transport in Japan” (İngilizce). International Transport Statistics Database. Erişim tarihi: 17 Şubat 2009. (abone olmak gerekir)
  10. ^ (İngilizce) The Economist Pocket World in Figures 2011 Edition. Profile Books. 2010. ISBN 978-1-84668-372-5.

Dış bağlantılar

[göster]

Asya ülkeleri

[göster]

Japonya’nın en üst düzey idari birimleri

[göster]

G8 ülkeleri

[göster]

G20

[göster]

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)

[göster]

Doğu Asya Zirvesi (EAS)

 

Dolaşım menüsü

Diğer diller

tarafından

ispanya

İspanya

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara
İspanya Krallığı
Reino de España
Bayrak Arma
Bayrak Arma
Slogan: Plus Ultra(Latince)
“Daha İleriye”
Ulusal Marş: Marcha Real“  (İspanyolca)
“Kraliyet Marşı”
Konum

İspanya’nın (Koyu Yeşil) Dünya ve diğer Avrupa Birliği üyeleri (açık yeşil) üzerindeki konumu.

Başkentve en büyük şehir Madrid
40°26′K 3°42′B
Resmî dil(ler) İspanyolca
Bölgesel dil(ler) Aranca, Baskça, Katalanca ve Galiçyaca
Etnik gruplar 88% İspanyol, 12% Rumen, Faslı, Ekvadorlu ve diğerleri (2009)
Milliyet İspanyol
Yönetim biçimi
 – Kral I. Juan Carlos
 – Başbakan Mariano Rajoy
Kuruluş
 – de facto
 – de jure 1716
Yüzölçümü
 – Toplam 504,030 km²  (51.)
195.364 mil²
 – Su (%) 1.04
Nüfus
 – 2011 sayımı 47.190.493[1][2]
 – Yoğunluk 93/km²  (106.)
231/mil²
GSYİH (SAGP)
 – Toplam $1.364 trilyon
GSYİH (düşük)
 – Toplam $1.602 trilyon
Gini (2005) 32
İGE artış 0.955
Para birimi Euro ()
Zaman dilimi CET (UTC+1)
Takvim dd.mm.yyyy (Spanish; CE)
Trafik akışı sağ
Internet TLD .es .cat
Telefon kodu 34

İspanya (İspanyolca: Bu ses hakkında España (yardım·bilgi), /esˈpaɲa/) ya da resmî adıyla İspanya Krallığı (İspanyolca: Reino de España) Avrupa‘nın güneybatısında, İber Yarımadası‘nda yer alan bir Akdeniz ülkesidir. Güneyde ve doğuda Akdeniz‘e, kuzeyde ise Atlantik Okyanusu‘na kıyısı vardır. Batıda Portekiz, kuzeyde Fransa, Andorra ve güneyde Birleşik Krallık‘a bağlı Cebelitarık ile komşudur. İspanya toprakları ayrıca Akdeniz‘de Balear Adaları, Atlantik Okyanusu‘nda Kanarya Adaları‘nı ve Kuzey Afrika‘da Ceuta ve Melilla adlı iki özerk şehri kapsar. 504.712 km2‘lik[3] alanıyla İspanya, Fransa‘dan sonra Batı Avrupa‘daki ikinci büyük ülkedir. 650 metrelik ortalama yüksekliği ile de İsviçre‘den sonra Avrupa‘daki ikinci yüksek ülkedir.[kaynak belirtilmeli]

İspanya parlamenter demokrasi şeklinde örgütlenmiş bir anayasal monarşi rejimi ile yönetilir. 1986′dan beri Avrupa Birliği‘nin 1982′den beri NATO‘nun bir üyesidir.

Konu başlıkları

Tarihçe

Ana madde: İspanya tarihi

MÖ 1100 yıllarında Fenikeliler, İspanya topraklarında ilk yerleşim merkezlerini kurmaya başladılar. Onları Keltler ve Yunanlar takip etti. İspanya daha sonra Kartacalıların egemenliğine girdi. MÖ 202 yılında Romalılar Kartacalıları İberik Yarımadası‘ndan attılar. Roma İmparatorluğu bu tarihten itibaren İspanya’da birliği sağladı ve zamanla Hıristiyanlığı burada kabul ettirdi.

Milattan Sonra 5. yüzyılda İspanya, Germen kabilelerinin saldırılarına hedef oldu. Sırayla Alanlar, Suevler ve Vandalların ardından Vizigotlar İspanya’ya hâkim oldu. Vizigotların hâkimiyeti uzun sürdü ve Hıristiyanlığı kabul eden Vizigotlar, İspanya’da Hıristiyanlığın yayılmasını sağladı.

Endülüs dönemi

711′de Afrika‘dan gelen Müslümanlar, 8. asırdan 10. asra kadar kuzeydeki birkaç bölge dışında İspanya’ya hâkim oldular ve burada Endülüs medeniyetini kurdular.

On birinci yüzyılda bu ülkenin iç karışıklıklarından faydalanan Hıristiyanlar kuzeyden başlayarak yarımadayı tekrar ele geçirmeye başladı. 1276 yılında Müslümanların elinde yalnızca güneydeki Granada kalmıştı. 1469′da Aragon ve Kastilya Krallıkları tek bir krallık altında birleşerek güçlü bir devlet kurdular.

Aydınlanma Çağı dönemi

1492′de Müslümanların son kalesi Granada Krallığı yıkıldı. Aynı yıl Kristof Kolomb İspanyol hükümdarının maddi desteğiyle Amerika‘yı keşfettiği ünlü gezisine çıktı. Bu yolculuk, İspanya’nın dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurmasına yol açtı.İspanyol askerler, onları hediyelerle karşılayan yerlilere köleleştirme, işkence, soykırım yaşattılar. Kristof Kolomb‘un yakın bir arkadaşının çocuğu olan ve yerlilere yapılan zulümlere tanık olan Bartolome de Las Casas, 1542 tarihli Kızılderililer Nasıl Yok edildi? isimli kitabında şunları yazmaktadır : “Amerika yerlilerinin Hristiyanlara karşı giriştikleri savaşta haklı olduklarına yüzde yüz eminim.Öte yandan Hıristiyanlar onlarla tek bir haklı savaş yapmadı.Tam tersine savaşları dünyadaki hiçbir zorbanın olamadığı kadar şeytansı ve haksızdı.”

1588 yılında İspanyol Armada’nın İngiliz donanmasına yenilmesini takip eden taht ve din kavgaları sonunda İspanya zayıflayarak çökmeye başladı. 1640′ta Portekiz‘i, 1714′te ise Avrupa‘daki bazı topraklarını ve Cebelitarık‘ı kaybetti. On dokuzuncu yüzyılın başlarında İspanyolların Amerika‘daki bütün sömürgeleri bağımsızlıklarını kazandı.

I. Dünya Savaşı ve Cumhuriyet Dönemi

I. Dünya Savaşı‘nda İspanya bütün davetlere rağmen tarafsız olarak kaldı, fakat savaştan büyük ölçüde etkilendi. Fransa, İspanya’nın bazı topraklarına saldırıp işgal etti. General Primoderivera, çıkan ayaklanmaları bastırarak ülkede diktatörlük kurdu. 1930 yılında iktidardan düştü. Bir yıl sonra yapılan seçimleri cumhuriyetçilerin kazanması sonucu Kral VIII. Alfonso ülkeyi terk etti. 1936′da yapılan seçimlerde solcuların başarılı olması üzerine ülkede iç savaş baş gösterdi.

1939′da iç savaşın sona ermesiyle Franco devlet Başkanı oldu. II. Dünya Savaşı‘na da katılmayan İspanya’da ordunun desteğiyle Franco savaştan sonra da yerini korudu. 1975 yılında Franco’nun ölmesiyle yerine I. Juan Carlos geçti. 1976′da Başbakan Navarro’nun istifası ile Carlos kral oldu ve Alfonso Sourez’i başbakanlığa atadı.

15 Haziran 1977′de, 41 yıl sonra İspanya’da ilk defa genel seçimler yapıldı. Sourez’in başkanı olduğu Demokratik Merkez Birliği çoğunluğu elde etti. 1981′de sağcı Albay Tejero Cortes’in meclisi basarak yaptığı darbe girişimi sonuçsuz kaldı. 1982 seçimlerinde ise Sosyalist Parti seçimi büyük çoğunluğu elde ederek kazandı ve 46 yıl sonra İspanya’da yeniden bir sol iktidarın doğmasını sağladı.

Politika

İspanya kralı I. Juan Carlos

Anayasa

İspanya anayasası 1978′de kabul edilen anayasadır.

İspanya’nın anayasası 1812′de kabul edilen anayasaya dayanır. 1975′te Francisco Franco‘nun ölümünden sonra 1977′de yapılan seçimlerle Constituent Cortes adında anayasal bir kurum olarak görev yapan meclis, anayasayı değiştirmek üzere toplandı ve 1978 anayasasını çıkarttı. Sonucunda da İspanya 17 özerk devlet ve 2 özerk şehre ayrıldı.

Dış ilişkiler

1975′te Francisco Franco‘nun ölümünden sonra, Franco rejiminin dış ilişkileri engellediği İspanya, dış ilişkilerini geliştirmeye karar verdi. 1982′de NATO, 1986′da ise Avrupa Birliği üyesi oldu. 2001′de Kuzey Kore ile ilişkilerin normalleştirilmesi ile de İspanya tüm dünya ile ilişkilerini düzeltmiş oldu.

Sorunlar

İspanya yönetim birimleri

İspanya 17 özerk bölgeye (comunidades autónomas) ve 2 özerk şehre (ciudades autónomas) ayrılmıştır. Ayrıca İspanya’da elli il bulunmaktadır. Yedi özerk bölgenin her biri (Asturias, Balearic Adaları, Cantabria, La Rioja, Madrid, Murcia, ve Navarre) aynı zamanda bir ildir.

Tarihi sebeplerden ötürü, bazı iller ayrıca comarcas denilen ilçelere ayrılmıştır. İspanya’daki en küçük yönetim birimi belediyelerdir (municipio).

İspanya özerk yönetim birimleri.

İspanya illeri

Coğrafya

İspanya (Batıdaki) Portekiz ve Birleşik Krallık‘a ait olan (Güneydeki) Cebelitarık ile birlikte İber Yarımadası‘nda, 36° ve 43,5° kuzey enlemleri ve (Balear Adaları, Kanarya Adaları, Septe ve Melilla‘yı saymazsak) 9° batı ve 3° doğu boylamları arasında bulunur. İspanya İber Yarımadası‘nın yedide altısını kaplar. Kuzeydoğusunda Pireneler boyunca Fransa ve Andorra ile İspanya arasındaki sınır uzanır. Bununla birlikte Akdeniz‘de bulunan Balear Adaları, Atlantik Okyanusu‘ndaki Kanarya Adaları ve Kuzey Afrika kıyılarında bulunan Septe ve Melilla eyaletleri de İspanya sınırları dahilindedir. Fransa sınırlarındaki Llívia şehri de İspanya’ya aittir. Bununla birlikte Fas kıyılarında bulunan Chafarinas Adaları, Peñón de Vélez de la Gomera, Alhucemas, Alborán ve Columbretes Adaları ile Perejil Adası da İspanya’ya aittir.

Toplam sınır uzunluğu 1917.8 km’dir. Andorra ile 63.7 km, Fransa ile 623 km, Cebelitarık ile 1.2 km, Portekiz ile 1,214 km, Fas ile (Ceuta şehri) 15.9 km uzunluğunda sınırı vardır.[3] 4964 km uzunluğunda kıyı şeridi vardır.[3]

Septe ve Melilla şehirleri Kuzey Afrika‘da bulunur ve Fas gibi Akdeniz kıyısındadırlar. İspanya’nın yüzölçümü 505.988 km karedir. İspanya, dağlık bir ülke olup ortalama yüksekliği 600 m olan dağlarıyla yükseklik açısından Avrupa’da İsviçre‘den sonra ikinci sırada yer alır.

Plato ve yüksek ovaları çevreleyen dağların batı kesimleri hariç yarımadanın beşte ikisinden fazlasını sıradağlar kuşatır. Yarımadanın belli başlı nehirleri doğudan batıya doğru bir yol izleyerek Atlantik Okyanusu‘na akar. Ebro nehri, Akdeniz‘e dökülür. Denizciliğe elverişli tek nehir olan Guadalquivir ise Sevilla şehrinden geçer.

İspanya’nın en kuzeydeki noktası Esteca de Vares, en batıda Toriñana Burnu‘dur, bunların ikisi de Galisya Bölgesi’ndedir. En güneydeki noktası Tarifa’daki Punta Marroquí, en doğudaki noktası ise Creus Burnu‘dur. Kuzeyden güneye doğru uzanan en geniş alan 856 km, doğudan batıya uzanan en geniş alan ise 1.020 km’dir.

İspanya’nın en büyük ve tek gölü 368 hektarlık bir alana yayılan ve 55 metre derinliğinde olan Lago de Sanabria‘dır.

Mallorka yat limani

Yüzey şekilleri

İspanya’daki en yüksek dağ Kanarya Adaları‘na ait olan Tenerife Adası’ndaki Pico del Teide (3718 m)’dir. Anakaradaki en yüksek dağ Granada Eyaleti’ndeki Sierra Nevada‘da bulunan Mulhacén (3482 m) dağıdır.

İspanya’nın kuzey kıyısı sadece Gijón ve Avilés ve Ribadeo ve La Coruña’nın arasında önemli çıkıntılar gösterirken, diğer yerlerde neredeyse düz bir hat şeklinde ilerler. Ülkenin diğer kıyılarına nazaran bu kıyı şeritleri dik ve aşılması zor kıyılar olarak tanımlanabilirler. Bunun nedeni burada bulunan dağların hemen hemen her yerde denizin içine kadar girmesidir. Bu kıyı şeridine ancak nehirlerin ağzından ve denizin kıyının iç taraflarına kadar girdiği, özellikle Galisya bölgesinde sıkça bulunan kollardan (Ríalardan) mümkündür. İspanya’nın batısı da tamamen bu kıyı özelliklerini gösterir, ama buradaki dağlar sadece burunlarda denizin içine kadar girdiklerinden ve Ría’ların arka kısımlarında genellikle düzlük alanlar bulunduğundan kuzey kadar aşılması güç bir kıyı şeridi değildir.

Güney ve doğu kıyılarının karakteristik özelliği ise düz haliçler ve bu haliçlerin aralarında bulunan ve tepelik alanlarla sona eren çıkıntılardır. Bu şeritler kuzey ve batı kıyılarına oranla çok daha kolay aşılabilen kıyılardır. Güney kıyısındaki en önemli körfezler batıdan doğuya doğru Cádiz, Málaga, Almería ve Cartagena Körfezleri; doğu kıyısındakiler ise Bahía Alicante ve Valencia Körfezi’dir. İspanya’nın en uzun nehirleri Duero, Tajo ve Ebro‘dur.

İspanya iklimi

  • Akdeniz İklimi: Katalonya‘da, Balear Adaları‘nda, Valencia‘da, Murcia‘da ve Endülüs‘te görülür. Çoğunlukla ilkbahar ve sonbahar aylarında yağış görülür. Yağışlar kuzeyden güneye doğru gidildikçe azalan bir seyirdedir (Barselona 640 mm, Tortosa 524 mm, Valencia 454 mm, Alicante 336 mm, Almería 196 mm). Kış aylarındaki hava sıcaklıkları çok düşük olmamakla birlikte yazın sıcak bir hava hâkimdir.
  • Subtropikal İklim: Kanarya Adaları‘nda görülür. Neredeyse bütün yıl boyunca ılıman bir iklim hâkimdir (18 ile 24 °C arası). Kış mevsimi yok denecek kadar hafif geçer. Santa Cruz de Tenerife‘deki ortalama hava sıcaklıkları ocak ayında 17,9 °C, ağustos ayında ise 25,1 °C’dir. Kanarya Adaları‘nın yağış oranı bölgeden bölgeye büyük farklılıklar göstermektedir.
  • Dağ İklimi: Pireneler‘in yüksek kesimlerinde ve Kastilya dağlarının yüksek yerlerinde görülen bir iklimdir. Kışlar uzun geçer, yazlar ise kısa ve ılımandır. özellikle kış ayları bölgede yogun don olayları görülür bu sebeple yaz aylarının gelmesi uzar yazlar kısa ve ılıman geçer temmuz ayının ortalarına doğru bölgede şiddetli yağmurlar başlar ve su baskınkarı meydana gelir.

Ordu

Ana madde: İspanyol Ordusu

İspanya ordusunu (İspanyolca:Fuerzas Armadas Españolas) kral yönetir. Ordu dörde ayrılır.

  • Kara Kuvvetleri (Ejército de Tierra)
  • Deniz Kuvvetleri (Armada)
  • Hava Kuvvetleri (Ejército del Aire)
  • Askeri Polis Kuvvetleri (Guardia Civil)

Ekonomi

Dünya Bankası verilerine göre İspanya dünyanın en büyük sekizinci ekonomisine sahiptir. CIA verilerine göre İspanya’nın Gayri Safi Milli Hasılası 1.362 trilyon dolardır.[3] Kişi başına düşen GSMH ise yaklaşık 33.700 dolardır.[3] İspanya ekonomisi 2007 yılında tüm G7 ülkelerini geride bırakarak %3.8 büyümüştür.[3]

İspanya 1999 yılında kendi para birimi peseta‘yı bırakarak, diğer Avrupa Birliği üyeleriyle birlikte Avro para birimine geçmiştir.[4]

İspanya’da 22,19 milyon çalışan bulunurken, bunların %3,5′i tarımda %29,8′i sanayide, kalan %66,6′lık kesim de hizmet sektöründe çalışmaktadır.[3] Ancak bununla birlikte %22,3′lük[3] işsizlik oranıyla Avrupa ortalamasının üstündedir.[5]

Nüfus

Nüfus yoğunluğu haritası

Temmuz 2008 itibariyle İspanya’nın nüfusu 40.491.051 kişidir.[3] Nüfus yılda %0,096 oranında artmaktadır[6]. Kilometrekare başına 89.6 kişi düşmektedir. En yoğun il ise Madrid’dir.

Ülke genelinde tahmini ömür 79.92 yılken, erkeklerde bu rakam 76.6 yıl bayanlarda ise 83.45 yıldır.[3]

Ülke nüfusu yüksek sanayileşme ve göçlerden dolayı 20. yüzyılda iki katına çıktı. Bunun ardından, 1980′lerden sonra doğum oranı azaldı ve elli ilden on birinde ciddi nüfus düşüşleri meydana geldi. Bundan sonra Latin Amerika, Doğu Avrupa, Afrika gibi yerlerden göç edenlerin sayısı arttı.

İspanya’da hemcins çiftler evlenme hakkına sahiptirler.

Diller

İspanya’da nüfus artışı

İspanya’da konuşulan diller ağırlıklı olarak şunlardır:

Dil Yüzde dilimi Resmi olduğu yerler
İspanyolca  %99 Tüm ülke
Katalanca  %10 Katalonya
Balearic Adaları
Valencia
Galiçyaca  %6 Galiçya
Baskça  %1.6 Bask
Navarra‘nın bazı bölgeleri
Aranese  ? Val d’Aran

İspanyolca İspanya’nın tek resmi dili olarak kabul edilir, diğer diller ise sadece özerk bölgelerde günlük hayatta kullanılan ana dildir.

Bununla birlikte Valencia Bölgesi’nde Katalanca‘nın bir bask lehçesi olan Valensiyaca konuşulurken, Balear Adaları‘nda da Katalanca‘nın bir başka lehçesi olan Mayorka Lehçesi konuşulur. Bunların dışında küçük gruplar tarafından konuşulan azınlık dilleri de bulunur. Bunlardn birkaç tanesi Asturyasca, Aragonca ve Aranese‘dir. Bununla birlikte Melilla‘da yaşayan Masiriler Tamazight dili konuşurken, Olivenza‘da (Ekstremadura) hâlâ Portekizce konuşan gruplar bulunmaktadır.

Tatil sezonu başladığında Almanya‘dan, Polonya‘dan ve birçok Güney Amerika ülkesinden özellikle tatil yörelerine çalışmaya gelen birçok kişi bulunur. Costa Blanca ya da Costa del Sol gibi bazı turistik bögelere yerleşmiş olan birçok Alman ve İngiliz de mevcuttur.

Yabancı dil olarak İngilizce ve Fransızca konuşulur. Genç İspanyollar yabancı dil olarak daha çok İngilizceyi öğrenirken, yaşı büyük olan İspanyollar daha ziyade Fransızca bilmektedirler.

Dinler ve Dünya görüşleri

İspanyol anayasası ikinci maddesinde devletin bir dininin olmadığını belirtir. Ancak halkın %96′si resmi olarak Katolik‘tir. Bunun yanında 2002 yılında Centro de Investigaciones Sociológicas kurumunun yaptığı bir anket sonucunda ankete katılanların sadece %80′i Katolik olduğunu söylemiştir. %12′lik kesimin ise herhangi bir dine mensup olmadığı ortaya çıkmıştır. Katoliklerin de %54′ünün çok az kiliseye gittiği veya hiç gitmediği bulunmuştur. Diğer katoliklerin de %15′i ara sıra, 10%’u ayda birkaç kez, 19%’u ise her pazar kiliseye gittğini belirtmiştir. Tüm İspanyol halkının %22′si ise en az ayda bir dini görevlerini yerine getirdiğini belirtmiştir.

Katolik Kilisesi Papalıkla yapılan bir anlaşmadan dolayı İspanya hükûmeti tarafından desteklenen bir kilisedir. İspanya’da Katolik Kilisesi inananlardan toplanan yardımlar sonucu ayakta kalmadığından, resmi olarak yardım toplamasına da gerek yoktur. Hıristiyanların en çok ziyaret ettiği kutsal yerlerden biri olan Santiago de Compostela da İspanya’da bulunmaktadır.

Nüfusun %2.5′ini İslam, %1′den daha az kısmını ise Yahudi dinine mensup kişiler oluşturmaktadır.

Nüfuslarına göre İspanya’nın en büyük şehirleri
Sıra Şehir Topluluk Nüfus Sıra Şehir Topluluk Nüfus

Madrid
Madrid
Barselona
Barselona

1 Madrid Madrid 3.213.271 11 Alicante Valensiya 333.1546
2 Barselona Katalonya 1.615.908 12 Kurtuba Endülüs 325.453
3 Valensiya Valensiya 807.200 13 Valladolid Kastilya ve Leon 318.461
4 Sevilla Endülüs 699.759 14 Vigo Galiçya 295.703
5 Zaragoza Aragona 666.129 15 Gijón Asturias 275.699
6 Malaga Endülüs 566.477 16 Hospitalet de Llobregat Katalunya 253.782
7 Murcia Murcia 430.571 17 A Coruña Galiçya 245.164
8 Palma de Mallorca Balear Adaları 396.570 18 Granada Endülüs 236.988
9 Las Palmas de Gran Canaria Kanarya Adaları 381.123 19 Vitoria-Gasteiz Bask Bölgesi 232.477
10 Bilbao Bask Bölgesi 353.340 20 Elche Valensiya 228.348
Kaynak: INE[7]

Kaynakça

Şablonlara göre düzenle Bu maddede belirtilmiş kaynaklar, kaynak gösterme şablonları ile düzenlenmelidir. Gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra bu şablon kaldırılmalıdır.
  1. ^ [1]
  2. ^ [2]
  3. ^ a b c d e f g h i j “Central İntelligence Agency”. The World Factbook. 19 Ağustos 2010. Erişim tarihi: 02 Eylül 2010.
  4. ^ “Nice yıllara Euro”. aksam.com.tr. Erişim tarihi: 02 Eylül 2010.
  5. ^ eurostat.ec.europa.eu “Unemployment rate – total”. Erişim tarihi: 02 Eylül 2010.
  6. ^ “world.bymap.org”. Erişim tarihi: 02 Eylül 2010.
  7. ^ Instituto Nacional de Estadística de España‘dan 1 Ocak 2008 tarihli nüfus sayıları. 6 Ocak 2009 tarihinde erişildi.

Notlar

 

Dış bağlantılar

Konuyla ilgili diğer Wikimedia sayfaları :

Commons‘ta İspanya ile ilgili çoklu ortam dosyaları bulunmaktadır.

Vikisöz‘de İspanya ile ilgili özlü sözler bulunmaktadır.

tarafından

hollanda

Hollanda

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara
Başlığın diğer anlamları için Hollanda (anlam ayrımı) sayfasına bakınız.
Koninkrijk der Nederlanden
Nederland
Bayrak Arma
Bayrak Arma
Slogan: “Je maintiendrai”  (Fransızca)
“Ik zal handhaven”  (Hollandaca)
“I will endure”[1]
Ulusal Marş: Het Wilhelmus
Konum
Konum
Başkent Amsterdam[2]
52°19′K 05°33′D
Resmî dil(ler) Hollandaca
Bölgesel dil(ler) Frizce (Frizye‘de), Papiamento (Bonaire‘de), İngilizce (Sint Eustatius ve Saba‘da)
Etnik gruplar 80.7% Hollandalı,
5% AB vatandaşı,
2.4% Endonezyalı,
2.2% Türkler,
2% Surinamlı,
2% Faslı,
0.8% Hollanda Karayiplisi,
4.8% diğer[1]
Milliyet Hollandalı
Yönetim biçimi Parlamenter sistem,
Anayasal Monarşi
 – Kral Willem-Alexander
 – Başbakan Mark Rutte (VVD)
Kuruluş
 – İlan 26 Temmuz 1581
 – Tanınma 30 Ocak 1648[3]
Yüzölçümü
 – Toplam 41.528 km²  (135.)
16 mil²
 – Su (%) 18.41
Nüfus
 – 2011 tahmini 16.684.328 [2] (58.)
GSYİH (SAGP) 2009
 – Toplam $658.228 milyar[3]
 – Kişi başına $39,938[3]
GSYİH (düşük) 2009
 – Toplam $794.777 milyar[3]
 – Kişi başına $48,223[3]
İGE artış 0.964[4] (çok yüksek)  (2007)
Para birimi Euro ()[4] (EUR)
Zaman dilimi CET (UTC+1)
 – Yaz CEST (UTC+2)
Internet TLD .nl[5]
Telefon kodu 31

Hollanda (Hollandaca: Bu ses hakkında Nederland (yardım·bilgi)) ya da Hollanda Krallığı (Hollandaca: Koninkrijk der Nederlanden), çoğunluğu kuzeybatı Avrupa‘da bulunan, bunun yanı sıra Karayipler‘de toprakları olan bir ülkedir. Hollanda anakarası, Aruba ve BES Adalarından oluşur.

Hollanda, kuzey ve batıda Kuzey Denizi, güneyde Belçika, doğuda ise Almanya ile komşudur. Ülke topraklarının çoğunluğu deniz seviyesinin altındadır. Hollanda, Belçika ve Lüksemburg ile birlikte Benelüks ülkelerinden bir tanesini oluşturur. Hollanda’nın Rotterdam kenti, Avrupa‘nın en büyük limanlarından biridir.

Hollanda meşruti monarşi ile yönetilen bir Avrupa ülkesidir. Hollanda nüfus yoğunluğu fazla olan bir ülkedir. Ülke özellikle peynirleri, yel değirmenleri, bisikletleri, laleleri, Holştayn adı verilen inekleri ve sosyal hakları ile tanınır. Ülkenin eşcinsellik (bkz: Hollanda’da eşcinsel evlilik), esrar kullanımı ve fahişelik gibi konulara karşı çok hoşgörülü[kaynak belirtilmeli] politikaları vardır.

Hollanda Avrupa Birliği, NATO, OECD üyesidir. Ayrıca Kyoto Sözleşmesi‘ni imzalamıştır. Ülke Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi‘ne, Uluslararası Adalet Divanı‘na Uluslararası Ceza Mahkemesi‘ne ve Europol‘e ev sahipliği yapmaktadır.

Konu başlıkları

Ülke adı

Asıl Hollanda

Hollanda ismi aslında sadece ülkenin kuzeybatı kısmından Birleşik Hollanda Krallığı‘nın en önemli eyaleti olan Hollanda Eyaleti’nden gelmektedir. Kısaca Hollanda olarak adlandırılmaktadır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu eyalet iki ayrı eyalete bölünmüştür: Kuzey Hollanda (Başkent: Haarlem) ve Güney Hollanda (Başkent Lahey: Den Haag). Hollandaca’da “Hollanda” ifadesi sadece bu iki eyalet için kullanılır.

Hollanda’nın dışındaki ülkelerde Hollandalılar genellikle “Hollandalı” olarak adlandırılırlar ve Hollanda turizm endüstrisi ve diğer endüstriler de ülkelerini “Hollanda” olarak pazarlamaktadırlar (hem İngilizce’de, hem de Almanca’da). Hollanda eyaletinden gelmeyen Hollandalılar, ismi veren bölge olan Hollanda’nın ülkenin geri kalan bölümlerinde herkes tarafından sevilmediği için, “Nederland” için “Hollanda” adına ve “Nederlander” için “Hollandalı” adına belli bir antipati beslemektedirler.

İngilizce “Dutch” adı, “duutsc” gibi Orta Hollanda biçimlerinden ortaya çıkmıştır. “duutcs” ve “dietsc” gibi Orta Hollanda biçimleri halk arasında konuşulan lehçelerin adlarıdır ve bu lehçelerin, yönetimin, bilimin ve kilisenin dili olan Latince’dan ayırd edilmesine yaramışlardır. “Dutch” ve “duutsc” biçimleri Almanca bir kelime olan “deutsch” ile bağlantılıdır, aynı kökenden gelir. Fransızlar ise bu bölgeyi Pays-Bas yani düzlük ( ova ) ülke olarak tanımlarlar.

Tarihi

Ana madde: Hollanda tarihi

Utrecht Birliği‘ne bağlı Kuzey Hollanda eyaletleri (Güney Hollanda, Zeeland, Utrecht, Gelderland, Overijssel, Groningen ve Friesland) 26 Temmuz 1581‘de İspanya kralı II. Felipe‘den bağımsızlıklarını ilan ettiler. 1648‘de imzalanan Vestfalya Antlaşması‘nda Hollanda vilayetlerinin bağımsızlığı tanındı. Bu yaklaşık olarak, daha sonra kurulacak olan Hollanda’nın bulunduğu bölgeydi. Buna karşın, bu bölgenin güneyinde kalan bölgeler, Flanderler dahil olmak üzere, krallıkta kaldı; daha sonra bu bölgede Belçika bağımsızlık kazanmıştır. Bu tarihten sonra Kuzey Hollandalılar ve Güney Hollandalılar üzere iki toplumdan bahsedilmeye başlandı.

Viyana Kongresi kuzey ve güneyi bağımsız bir ülke olan Hollanda Krallığı olarak kısa bir süre için birleştirdi. Lakin güney Hollandalılar (Felemenkliler) 1830‘da bağımsızlıklarını Belçika adı altında ilan etmişlerdi bile. (“Belgica” eski bir Roma eyaletinin ismidir, ve Rönesans döneminde bu ifade, kuzey de dahil, Hollanda’nın Latince ismi olarak kullanıldı.)

Hollanda I. Dünya Savaşı boyunca tarafsız kaldı. Ancak II. Dünya Savaşı‘nda Nazi işgaline uğradı. 10 Mayıs 1940 tarihinde Nazi Almanyası Belçika ve Hollanda’yı işgal etti. Ayrıca 1942 tarihinde Japonya Hollanda’nın bir sömürgesi olan Endonezya’yı işgal etti. Savaş bittikten sonra Endonezya bağımsızlığını ilan etti.

Coğrafya

Hollanda’nın uydu görüntüsü (Mart 2000)

Ülke üç büyük nehir tarafından iki ana bölgeye bölünür. Bu nehirler Ren ve onun ana kolları olan Waal ile Meuse nehirleridir. Bu nehirler tarihte derebeylikler arasındaki sınırı oluşturduğundan bir takım kültürel farklılıklara yol açmıştır.

Hollanda’nın güneybatısı bir nehir deltasıdır ve Scheldt Nehri‘nin iki kolu buradan denize dökülür. Ren nehrinin sadece bir kolu kuzeydoğuya doğru akar, bu da IJssel Nehri‘dir ve IJsselmeer‘e dökülür. Bu nehir de dil açısından bir bölünme yaratır, nehrin doğusunda yaşayanlar Hollanda Aşağı Saksoncası ağzını konuşurlar.[5]

Ülkenin toprakları Kuvaterner döneminde oluşmuştur. Toprakları genelde alüvyon, buzultaş, çökeller ve kilden oluşur.[6]

Hollanda’nın büyük bölümü deniz seviyesinin altında yer alır. Ülkenin Avrupa’daki topraklarındaki en yüksek nokta 322 metre yüksekliğiyle Vaalserberg tepesidir. 1287 yılında meydana gelen St. Lucia Seli ülkede 50 bin kişinin hayatını kaybetmesine sebep oldu ve bu özelliğiyle tarihteki en ölümcül sellerden biridir.[7] Hollanda’daki son büyük sel 1953 yılında meydana geldi, selde Hollanda’nın tarım yapılan topraklarının %9′u sular altında kaldı, ülkede 1835 kişi hayatını kaybetti.[8]

Ülkede denizden kazanılan çok miktarda toprak mevcuttur. 1930′larda yapılan Zuiderzeewerken çalışmasında, denizden yaklaşık 2500 kilometrekare toprak kazanıldı.[9][10] Denizden toprak kazanma amaçlı çalışmalarda elde edilen arazilere polder adı verilmektedir.[6]

Ekonomi

Hollanda çok güçlü bir ekonomiye sahiptir ve yüzyıllardır Avrupa ekonomisinde özel bir rol oynamıştır. 16. yüzyıldan beridir gemicilik, balıkçılık, ticaret ve bankacılık Hollanda ekonomisinin en önemli sektörleri olmuştur. Hollanda, dünyanın en fazla ihracat yapan ilk on ülkesinden biridir.

Hollanda dünyadaki 16. en büyük ekonomiye sahiptir ve kişi başına düşen nominal gayri safi yurtiçi hasıla sıralamasında 7. sıradadır. 1997-2000 yılları arasında yıllık büyüme Avrupa ortalamasının oldukça üstünde olan %4 civarında seyretti. 2001-2005 yılları arasında büyüme tüm dünyayla birlikte yavaşlasa da, 2007′nin üçüncü çeyreğinde yeniden %4.1′e çıktı. Eurostat‘a göre Hollanda’da işsizlik oranı Ekim 2011 itibarı ile %4.8′dir ve bu AB ülkeleri arasındaki en düşük orandır.[11]

Galeri

  • Hollanda siyasi haritası, kırmızı noktalar bölge başkentlerini, siyah noktalar önemli kentleri gösteriyor

  • RotterdamGüney Hollanda‘da Küp Evler (Kubuswoning)

  • Hollanda’da (Amsterdam) Raylı sistem

  • Amsterdam’da raylı sistem üretimi

  • Amsterdam’da ünlü su kanallarından biri

  • Amsterdam, genel görüntü

tarafından

ingiltere

İngiltere

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara
İngiltere
England
Bayrak Arma
Bayrak Arma
Slogan: God and my right  (İngilizce)
“Tanrı ve benim hakkım”
Ulusal Marş: İngiltere’nin resmî olarak özel marşı yoktur.
Birleşik Krallık‘ın ulusal marşı God Save the Queen‘dir.
Konum

İngiltere toprakları koyu turuncu
Birleşik Krallık toprakları (İngiltere hariç) krem rengi
Avrupa toprakları beyaz

Başkentve en büyük Londra
46°57′K 7°27′D
Resmî dil(ler) İngilizce 1
Yönetim biçimi Monarşi
 – Kraliçe II.Elizabeth
 – Başbakan David Cameron
Nüfus
 – 2007 tahmini 51,092,0003
 – 2001 sayımı 49,138,831
GSYİH (SAGP) 2010
 – Toplam $2.181 trilyon [1] (8.)
 – Kişi başına US$38,000[2] (10.)
GSYİH (düşük) 2006
 – Toplam $2.2 trilyon[3] (18.)
 – Kişi başına $44,000[3]
İGE artış 0.940 (yüksek)  (2006)
Para birimi Pound sterling (GBP)
Zaman dilimi CET (UTC0)
 – Yaz CET (UTC0)
Trafik akışı soldan
Internet TLD .uk4
Telefon kodu 44

Londra

İngiltere (İngilizce: England), Birleşik Krallığı meydana getiren dört ülkeden en büyük ve merkezî olanı. Avrupa‘nın batısında, Büyük Britanya adasında bulunur. İngiltere halkına İngilizler denir.

England adı, 5, yüzyılda Saksonlarla birlikte adayı istila eden Cermen halkı Angluslardan (İngilizce: Angle) kaynaklanır. Angleland (Anglus diyarı) olarak kullanılan isim, zamanla günümüzdeki şekline dönüşmüştür. Ülkeyi tanımlamak için Türkçede kullanılan İngiltere sözcüğü ise İtalyancadaki İnglaterra ve Fransızcadaki Angleterre adlandırmalarına dayanmaktadır. Terra; toprak, arazi anlamlarına gelmektedir.[4]

İngiltere adı günümüzde yaygın olarak uluslararası medyada ve zaman zaman da resmî düzeyde Birleşik Krallık veya Büyük Britanya anlamında kullanılır.[5] İngiltere kavramının siyasi, ekonomik ve kültürel efsanesi yaşamakla birlikte; kendi yerel hükümetleri olan İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda‘nın aksine günümüzde İngiltere isimli bir siyasî oluşum veya hükümet yoktur.[6]

Coğrafya

İngiltere, Büyük Britanya adasının merkezi ve güney üçte ikisini kaplar. Kuzeyde İskoçya, Batıda Galler ile komşudur. Britanya takımadalarında Avrupa Kıtası‘na en yakın olan ülkedir: Fransa‘dan en dar kısmı 52 km genişliğinde olan Manş Denizi ile ayrılır. Manş Tüneli, ülkeyi Avrupa Kıtası’na bağlar. Fransa-İngiltere sınırı, kanalın tam ortasından geçer.

İngiltere’nin iklimi değişken bir yapıya sahiptir ve kışlar yumuşak yazlar serin geçer. “Golf stream” sıcak su akıntısı iklim üzerinde etkilidir.

İngiltere’nin büyük kısmı alçak tepelerle kaplıdır. Ancak kuzeye doğru biraz daha dağlık bir görünüm alır, Pennine Dağları ülkeyi kuzeyden güneye doğru ikiye ayırır. Buna karşın dağlar fazla yükselmez. En yüksek nokta, 978 m. irtifadaki Scafell Pike zirvesidir.[7] Tepelik bölgeyle dağlık bölge arasındaki sınırı Tees-Exe hattının oluşturduğu kabul edilir. Doğuda düz bir bataklık bölge olan the Fens yer alır. Bataklığın büyük kısmı tarım amacıyla kurutulmuştur.

İngiltere’nin en büyük kentlerinin hangileri olduğu tartışmalı bir konudur. Sıralama “kent” kelimesinin farklı tanımlanmasıyla değişmektedir, oturdukları şehrin önemini yüksek göstermek isteyenler kendilerine uygun tanımı seçmektedir. Ancak hangi tanım esas alınırsa alınsın, Londra İngiltere’nin en büyük kenti olduğu gibi dünyanın da önemli kentleri arasındadır. Özellikle merkezi ve kuzey İngiltere’deki bazı kentler nüfus ve faaliyetler açısından önem taşır: Manchester, Birmingham, Leeds, Liverpool, Newcastle, Sheffield, Bristol, Coventry, Leicester, Nottingham ve Hull gibi.

İngiltere’nin en büyük doğal limanı merkezi güney kıyıda yer alan Poole‘dür. Bu limanın, Avusturalya’daki Sydney‘den sonra, dünyanın en büyük ikinci doğal limanı olduğu iddia edilir.[8]

Tarihçe

Bu bölümde İngiltere tarihi konu edilmiştir. Birleşik Krallığın tümünün genel tarihi için bkz. Birleşik Krallık tarihi

Ana madde: Britanya’da Roma hakimiyetinin sonu

İngiltere’nin bilinen ilk yerlileri Keltlerdir. Romalılar, Batı Avrupayı istila ederken İngiltere’yi de fethedip (MS 1. yy) adaya “Britania” adını verdiler. Roma egemenliğinin dört yüzyıl sürmesine karşın ülke bu durumdan fazla etkilenmedi. 5. yy’dan itibaren Anglus ve Sakson halklarının karışımından oluşmuş Anglosakson akınları, Keltleri kuzeydeki (İskoçya) ve batıdaki (Galler) dağlık yörelere göç etmek zorunda bıraktı. Bu göçler sonrasında İngiltere büyük ölçüde Anglosakson kültürü etkisine girdi.

Anglosaksonlar 6 ve 7. yüzyıllarda birbirine rakip küçük krallıklar kurdular. 8. yüzyılda Roma İmparatorluğu ve İrlanda’nın etkisiyle Hıristiyanlığı kabul ettiler. 795’te başlayan İskandinav istilası 11. yüzyılın başına kadar birkaç defa tekrarlandı. Danimarkalı Büyük Knud, Büyük Britanya adasını tamamen fethetti. Anglosakson hanedanından Edward (1042-1066) Ingıltere’nin bağımsızlığını sağladı.

Ana madde: İngiltere’nin Normanlar tarafından fethi

Onun ölümü üzerine tahta geçen Harold’u tanımayan Normandiya Dükü I. William (Fatih William diye de bilinir), taht üzerinde hak iddia etti ve ülkeye beş yıl süren savaşlar sonucunda egemen oldu. Normandiya kralları ve özellikle ilk Anjou’lu hükümdarlar Fransa’da geniş ve zengin topraklara sahiptiler. İngiltere Krallığı bir süre Avrupa’da Somme Vadisinden Pirene Dağları‘na kadar uzanan büyük bir mülkün uzantısı gibi yaşadı. Norman işgalinin önemli bir sonucu, Anglosakson kültürüyle Fransa’dan gelen Norman kültürünün birbirine karışması oldu. İngiliz dili de bu kültür karışımından önemli ölçüde etkilendi.

Avrupa ile ilişkiler İngiltere Krallığı ile Fransa Krallığını uzun savaşlara sürükledi. Bunların başlıcası 1337-1453 seneleri arasında süren Yüzyıl Savaşlarıdır.

Üçüncü Henry, Galler ülkesinde uç beyliklerinin gelişmesini destekledi ve 1170 yılında İrlanda’da “Pale” sömürgeleri kuruldu. Birinci Edward, Galler ülkesini fethetti. Etkisini İskoçya’ya kabul ettirmeyi denedi. 1215′de İngiltere Kralı John‘a karşı ayaklanan asiller bu kralla zorla Magna Carta adlı bir belge imzalatıp ilk defa o zamana kadar ancak tanrıya karşı yetkileri olduğu kabul edilen kralın halka karşı yetkileri de olduğunu kabul ettirmişlerdir. Bu belgenin insan haklarıyla ilgili ilk yazılı antlaşma olduğu kabul edilir.

Daha sonra 14 ve 15. yüzyıllarda İngiltere Krallığı birtakım sosyal, dini, siyasi karışıklıklara sahne oldu. 1349′da İngiltere’ye gelen “Kara Ölüm” adı verilen Büyük Veba Salgını İngiltere nüfusunun çok büyük bir oranının ölmesine, şehirsel ve kırsal nüfusunun önemli kısımlarının kaybolup ülkenin sosyal ve ekonomik hayatının yeniden değişik kurumlarla yenileşmesine neden olmuştur. 1455-1487 döneminde York Hanedanı taraftarları ile Lancaster Hanedanı taraftarları arasında çıkan iki tarafın amblemi Yorkluların “beyaz gülü” ve Lancasterlıların “kırmızı gülü” dolayısıyla Güller Savaşı adını alan iç savaş İngiltere’yi çok etkilemiştir. Bu savaş sonunda Lancasterlıların galibiyeti ile bitip Tudor Hanedanı İngiltere Krallığı’nı eline geçirmiştir.

Tudor Hanedanı Döneminde İngiltere Krallığı güçlenerek İskoçya’yı geride bıraktı. Tudor Hanedanı’ndan VII. Henry ve VIII. Henry (1458-1541), parlamentoyu kullanarak ülkede düzen ve birliği sağlamlaştırdılar, krallık otoritesinin halkın kabullenmesini sağladılar. VIII. Henry kilisede de reform yaptı ve İngiliz deniz gücünü kurdu.

I. Elizabeth (1558-1603) Anglikanizmi İngiltere’nin resmi dini olarak kabul edip Katolik direnişini kırdı. I. Elizabeth 1588 yılında Avrupa’nın en güçlü donanması olan İspanyol Armada‘sını yenilmez İspanyol armadası’nı bozguna uğratarak Britanya İmparatorluğunun temellerini attı. İrlanda‘yı İngiltere topraklarına kattı. Saltanatı döneminde edebiyat ve sanatta önemli gelişmeler yaşandı. İ. Elizabeth’in uzun ve başarılı saltanatında İskoçya’da İngiliz etkisinde farklılık görülmeye başlandı. İngiltere’deki “Tudor hanedanı”yla, İskoçya’daki “Stuart hanedanı” arasındaki evlenmeler, iki geleneksel düşmanı birbirine yaklaştırdı.

17. yüzyılda giderek güçlenen İngiltere Krallığı 1607de kurulan Jamestown kolonisi ile başlayarak Kuzey Amerika‘da koloniler kurdu. Birçok İngiliz ya yeni bir hayat yaşamak üzere ya da “Resmi Senetli Hizmetkar” olarak Kuzey Amerika’ya yerleştiler.

1603′de İskoçya Kralı Vİ. James, İ. James adı ile İngiltere kralı oldu ve İngiltere Krallığı için “Stuart Hanedanı”‘nı başlattı. 1603′den 1707′ye kadar hem İskoçya Kralı ve hem de İngiltere Kralı olan aynı kişi, uluslararası hukuka göre iki ayrı devleti idareye başladı.

İ. James’in oğlu olan I. Charles döneminde krallığın mali masraflarını karşılama yüzünden 1642-1651′de parlamento ile krallık taraftarları arasında İngiliz İç Savaşı adı verilen bir savaş ortaya çıktı. Parlemento güçleri bir seri savaştan sonra Krallık taraftarlarına hakim geldi. Önce parlamento idaresinde (1649–1653) bir devlet kuruldu. Ocak 1649′da eski kral I. Charles Londra’da idam edildi ve İngiltere bir cumhuriyet haline geçti. Sonra da Oliver Cromwell iktidarında (1653–1659) kısa süren “Commonwealth” adı verilen bir cumhuriyet kuruldu.

Cromwell’in ölümünün ardından parlamento iç karışıklıkları önlemek için 1658′de sürgündeki kral II. Charles‘i krallığı yeniden kurmak üzere İngiltere’ye davet etti. 1658′den 1685e kadar Sturat Hanedanı hükümet dönemine “Restorasyon Dönemi” denilmektedir.

Stuart hanedanından II. Charles’in kardeşi olan ve onun yerine 1685′de İngiltere Kralı olan II. James‘in katoliklere karşı yakın tutumu dolayısıyla kızı II. Mary ve onun kocası Hollanda Cumhuriyeti Hükümdarı olan III. William “Muhteşem Devrim” adı verilen bir devrimle İngiltere Krallığı’nı ellerine geçirdiler.

İİİ. William’ın krallık dönemiden sonra 1702′de kızı Anne (Büyük Britanya) hem İngiltere Kraliçesi hem de İskoçya Kraliçe olarak tahta geçti. Ayrıca İrlanda Kraliçesi unvanın da taşımaktaydı. 1707 yılında İngiltere Krallığı ve İskoçya Krallığı parlamentoları “1707 Birlik Kanunları” adlı kanunlar kabul edip iki krallığı birleştirdiler. Bu yıla kadar ayrı ayrı İngiltere Kraricesi ve İskoçaya kraliçesi olan Kraliçe Anne yeni kurulan Büyük Britanya devleti kraliçesi oldu. Hukuken Kraliçe Anne ayrı olarak “İrlanda Kraliçesi” unvanını taşımaktaydı. 1800′de çıkarılan “1800 Birlik Kanunu” ile “Büyük Britanya Krallığı” ile “İrlanda Krallığı” birleştirilip “Büyük Britanya ve İralanda Birleşik Krallığı” yani tek bir Birleşik Krallık kurulması bu devlet hukuken ortaya çıkmış oldu.

Ama birçok tarihçi için Birleşik Krallık tarihi 1707′de kurulan “Büyük Britanya” ile başlar.

1707den sonra Birleşik Krallığın tümünün genel tarihi için bkz. Birleşik Krallık tarihi

Nüfus

İngiltere, Birleşik Krallığı oluşturan 4 ülkeden en geniş ve en kalabalık olandır. 60 milyondan fazla olan Birleşik Krallık nüfusunun %85′i (yaklaşık 50 milyon kişi) İngiltere’de yaşamaktadır. Nüfus ve Sosyal Hayat İngiltere’nin nüfûsu 57.411.000’dir. Nüfûsun % 80’i şehirlerde yaşar. Kilometre kareye 235 kişi ile dünyanın en büyük nüfus yoğunluğuna sahip ülkelerinden biridir. Nüfûsun yaklaşık 3 milyonu Galler’de, 5,5 milyonu İskoçya’da, 2 milyonu Kuzey İrlanda’da yaşamaktadır.

Halk, geleneklerine çok bağlı bir millet olarak tanınır. Atalarından kalan kraliyet, cumhûriyet olsa bile bugün hala devam etmektedir. Halkın kanunlara ve polise gösterdikleri saygıdan dolayı, İngiliz polisi silah taşımaz, yalnızca tahta bir jop bulundurur. Önemli şehirleri arasında Cambridge, Birmingham, Derby, Ipswich, Liverpool, Nottingham, Northampton, Oxford, Cardfiff, Newpord, Tozfaen, Belfast, Down ve Iyrone’dir.

Dini: Halkın büyük bir kısmı üzerinde Anglikan kilisesi hakimdir. İskoçya kilisesinin 1,3 milyon taraftarı vardır. 6 milyon civarında Katolik, Metodist ve Baptist mezhepleri de mevcuttur. Ayrıca Müslüman, Mûsevi ve Budist dinlerine mensup halk da vardır.

Eğitimi: Birleşik Krallıkta 5 ila 16 yaş arasında eğitim mecbûridir. Öğrencilerin % 95’i devlet okullarında ücretsiz eğitim görürler. Ayrıca özel okullar da bulunur. Okulların sayısı 38.000’i bulur. Devlet okullarında ortalama 20 kişiye bir öğretmen düşer. Birleşik Krallıkta 46 Üniversite, ayrıca 700’ü aşkın teknik ve ticari kolej, sanat ve öğretmen okulları gibi çeşitli yüksek eğitim kurumları vardır.

İngiltere’nin en eski üniversitelerinden biri olan Cambridge Üniversitesi çok uzun yıllar önce eğitime açılmıştır. Üniversite kitaplığında iki milyon civarında kitap bulunmaktadır. Diğer eski üniversitesi ise Oxford Üniversitesidir. Ayrıca 1440 yılında kurulan Eton Koleji eski okullardandır.

İngilizlerin eğitime önem vermeleri, ülkede birçok ilim adamının yetişmesine sebep olmuştur. Ünlü fizikçi Newton, Harvey ve Boyle,Halley, Watson, Dalton, Faraday, Boule gibi bilim adamları bu ülkede yetişmişlerdir.

Sağlık: İngiliz sosyal refah sistemi; sağlık hizmetini, personel sosyal hizmetlerini ve sosyal güvenliği ihtiva eder.

Sağlık hizmeti, gelire bakılmaksızın mukim olan herkese verilir. Sosyal güvenlik sistemi, muhtaç durumda olan kimselere ve ailelere yardım sağlar. Hükûmet, sağlık hizmetinden doğrudan doğruya sorumludur. Sağlık hizmetleri ve sosyal güvenlik faaliyetleri mahalli sağlık kurulları ve sağlık yetkilileri tarafından yürütülür.

Personel sosyal hizmetlerinden mahalli idareler sorumlu olmakla beraber, bu husustaki prensip ve talimatların tesbit edilmesi hükûmetin vazifesidir. Personel sosyal hizmetleri, mahalli idareler ve sosyal yardım kuruluşları tarafından yerine getirilir. Bu hizmetler; yaşlılara, güçsüzlere, özürlülere, özürlü çocuklarla bakıma muhtaç çocuklara verilen hizmetlerdir.

Spor: Birleşik Krallık, futbolun vatanı olarak gösterilir. Ülkede 25.520 spor kulübüne üye 70.000 dolayında futbol takımı ve bu takımlarda yer alan yaklaşık 750.000 lisanslı futbolcu vardır. İngilizlere mahsus olan polo, rugby, hokey, kriket, golf, badmington bu ülkede doğmuştur ve bazıları sadece bu adalar devletlerinde oynanır. Ayrıcaİngilizler birçok spor branşlarında başarı göstererek adlarını dünyaya duyurmuşlardır. Birleşik Krallığı meydana getiren her ülkenin birer milli takımı vardır.

Çevre koruması: İngiltere, Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen çevre konferanslarının hepsine katılmıştır. İngiliz hükûmeti bir çevre fonu kurmuştur. Ayrıca İngiltere’de gönüllü çevre grupları mevcuttur. İngiltere’deki gönüllü kuruluşlar şunlardır: 1)Eski Eserleri Koruma Derneği,

2)Eski Anıtları Koruma Derneği,

3)Corciya Grubu,

4) İskoçya Mimari Eserler Derneği,

5)Ulster Mimari Eserler Derneği,

6) Viktorya Derneği,

7) Britanya Arkeoloji Konseyi.

Çevrenin korunması için İngiltere’de kurulan Green Belts’in görevleri şunlardır: a) İnşaat bölgelerini sınırlamak, b) Kır çevresini korumak, c) Şehirlerin birleşmesini önlemek, d) Tarihi şehirlerin özel karakterini korumak, e) Şehirlerin ıslahına yardımcı olmak.

İktisat

Westminster Sarayı

Çalışan nüfusun %40′ını sanayi kollarındakiler oluşturur. İngiltere sanayi devrimini Avrupa‘da ilk gerçekleştiren ülkedir. Sanayi 18. yüzyıl‘ın ikinci yarısında zengin taş kömürü yataklarının işletilmesiyle başlamıştır. Günümüzde taşkömürü üretimi azalmıştır (yılda 122 Mt) ve hepsi iç tüketimde kullanılmaktadır. Enerjinin ancak üçte biri kömürden sağlanmaktadır. Buna karşılık hidrokarbon tüketimi artmıştır. Bunun önemli bir bölümü (53 Mt petrol, 40 milyar doğalgaz) Kuzey Denizi‘nden çıkartılmaktadır. Yine de yılda 20 Mt petrol dışalımı yapılmaktadır. Elektrik üretimi 288 milyar KWh’yi bulur ve bunun 37 KWh’si nükleer santrallardan sağlanır. Çelik üretimi, çoğu dışarıdan satın alınan demir cevherinden olmak üzere yılda 20 Mt kadardır. Gemi yapımı ve motorlu taşıt endüstrileri çok gelişmiştir (2 milyona yakın taşıt, bunun %80′i binek otosu). Uçak sanayi ile birlikte daha birçok sanayi dalını bunlara eklemek gerekir (takım tezgahları, tarım ve demiryolu makineleri, elektrikli makineler vb.)

En eski endüstri kolu tekstildir. Ancak eski önemini yitirmiş durumdadır. Bununla birlikte dışarıdan alınan pamuk ve hem yerli hem ithal yünle yılda 90.000 ton pamuklu, 185.000 ton yünlü üretilmektedir. Sentetik tekstil üretimi ise 400.000 ton dolayındadır. Kimya endüstrisi tekstile göre daha yeni olmasına karşın büyük bir hızla gelişmiştir. Petrokimya sanayinin (plastik madde, sentetik iplik, kauçuk, vb.) önemi de diğer kimya dallarına (gübre, boya, sabun, vb. üretimi) göre daha fazladır.

Endüstrinin yanında tarım ikinci plandadır. Çalışan nüfusun ancak %5′i tarım alanındadır. Gerçekte doğal koşullar da tarıma pek elverişli değildir. Yetiştirilen başlıca ürünler; buğday (5-10 Mt), patates, şeker pancarı, sebze ve meyvedir. Hayvancılık, tarıma göre daha geniş bir yer tutar: 15 milyon baş sığır, 30 milyon baş koyun. Yılda 1 Mt balık tutulmaktadır. Yoğun gübre kullanımına karşın tarım üretimi nüfusu beslemeye yetmemektedir.

İngiltere’nin önemli gelir kaynağı eskiden bu yana ticaretti. Sömürgelerden ve geri kalmış ülkelerden alınan hammaddeler işlenerek yine bu ülkelere satıldığından ekonomik zenginlik büyük boyutlara ulaşmıştı. Sömürgeler bağımsızlıklarını kazandıktan sonra bu durum değişmiştir. Bununla birlikte çok uluslu İngiliz şirketleri (British Petroleum, Imperial Chemical Ins. ve Shell gibi) ve büyük bir ticaret filosu ticaret dengesini ülke lehine destekleyici etmenlerdir. Ancak gene de ülke ekonomisi zaman zaman bunalıma düşmekte, bu da toplumsal sorunlara yol açmaktadır. Dolayısıyla İngiltere giderek eski ekonomik gücünü yitirmektedir.

Spor

İngiltere futbol’un merkezi olarak adlandırılır.

İngiltere, dünya çapında ün yapan futbol ligi FA Premier Lig‘in anavatanıdır. İngiltere’nin Avrupa kupalarında başarılı olmuş bazı takımları, Liverpool FC, Nottingham Forest FC, Manchester United FC, Aston Villa FC, Chelsea FC, Arsenal FC, Tottenham Hotspur FC, Everton FC, Newcastle United FC, Leeds United AFC‘tır.

İngiltere, FIFA Dünya Kupası‘nı kazanan (1966) ülkeler arasındadır.

İngiltere’de her yıl haziran ayında tenis sporunun en eski turnuvası olan Wimbledon Tenis Turnuvası düzenlenmektedir. Ülke ragbi ve kriket sporlarının da beşiği olarak bilinir.

Ayrıca bakınız

Commons-logo.svg
Wikimedia Commons’ta

İngiltere ile ilgili çoklu ortam belgeleri bulunmaktadır.

Kaynakça

  1. ^ Michael Parkin; Melanie Powell, Kent Matthew (2007). Economics. Published by Addison-Wesley. ss. 698. 0132041227, 9780132041225.
  2. ^ Economics page 696 Michael Parkin, Melanie Powell, Kent Matthew; Published by Addison-Wesley, 2007; ISBN 0-13-204122-7, 9780132041225
  3. ^ a b Economics page 697 Michael Parkin, Melanie Powell, Kent Matthew; Published by Addison-Wesley, 2007; ISBN 0-13-204122-7, 9780132041225
  4. ^ “İngiltere”. Taraf. 7 Kasım 2009. Erişim tarihi: 1 Nisan 2012.
  5. ^ İngiltere Büyükelçiliği
  6. ^İngiltere.” Encyclopædia Britannica. Encyclopædia Britannica Online. Encyclopædia Britannica Inc.
  7. ^ http://en.wikipedia.org/wiki/Scafell_Pike İngilizce Vikipedi, Scafell Pike maddesi, 13 Haziran 2007, 22:01 sürümü
  8. ^ http://en.wikipedia.org/wiki/England#Geography İngilizce Vikipedi, İngiltere maddesi, Coğrafya bölümü, 20 Haziran 2007, 09:55 sürümü
Commons-logo.svg Wikimedia Commons‘ta İngiltere ile ilgili çoklu ortam kategorisi bulunur.
[göster]

Flag of England.svg İngiltere Bölgeleri Royal Banner of England.svg

[göster]

Birleşik Krallık’ın en üst düzey idari birimleri

[göster]

Avrupa ülkeleri

tarafından

fransa

Fransa

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara

Koordinatlar: 47°K 2°D (Harita)

Fransa Cumhuriyeti
République française
Bayrak Arma
Bayrak Arma
Slogan: Liberté, Égalité, Fraternité
(Türkçe: “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik”)
Ulusal Marş: La Marseillaise
Konum
Başkentve en büyük şehir Paris
48°52′K 2°19.59′D
Resmî dil(ler) Fransızca (anayasal) – 11 Fransa dili (bölgesel)
Yönetim biçimi Yarı başkanlık sistemi
 – Cumhurbaşkanı François Hollande
 – Başbakan Jean-Marc Ayrault
Kuruluş
 – Fransa’nın Kuruluşu 843 (Verdun Anlaşması)
 – I. Cumhuriyet 1958 (5. Cumhuriyet)
Nüfus
 – 2012 sayımı 65.350.000[1] (20.)
 – Yoğunluk 116/km²
45/mil²
GSYİH (SAGP)
 – Toplam $2.146 trilyon
İGE 0.884
Para birimi Avro (€) 6, CFP Franc 7
Zaman dilimi CET 2 (UTC+1)
Internet TLD .fr 8
Telefon kodu 33
1 Fransa’ya ait tüm karalar.
2 Sadece Kıta Fransası.
3 Fransız Milli Coğrafya Kurumu verisi.
4 Fransız Tapu İdaresi verisi, suları kapsamaz.
5 INSEE kaynağı
6 Büyük Okyanus dışındaki tüm Fransız toprakları.
7 Sadece Büyük Okyanus’taki Fransız toprakları.
8 .fr uzantısına ek olarak, bazı Fransız bölgelerinde farklı Internet TLD’leri de kullanılır: .re, .mq, .gp, .tf, .nc, .pf, .wf, .pm, .gf ve .yt. Fransa ayrıca diğer AB üyeleriyle birlikte .eu uzantısını da kullanır.

Fransa (Fransızca: Bu ses hakkında France (yardım·bilgi), /fʁɑ̃s/) ya da resmî olarak Fransa Cumhuriyeti (République Française, okunuşu: /ʁepyblik fʁɑ̃sɛz/), anakara toprakları Batı Avrupa‘da bulunan ve dünyanın pek çok bölgesinde denizaşırı toprakları olan bir ülkedir.[2]

Kıta Fransası, güneyde Akdeniz‘den kuzeyde Manş Denizi ve Kuzey Denizi‘ne, doğuda Ren Nehri‘nden batıda Atlas Okyanusu‘na kadar yayılan topraklarda yer alır. Fransızlar, ülkelerini topraklarının biçiminden ötürü Altıgen (Fransızca: L’Hexagone, okunuşu: “l’é-gza-gon”) olarak adlandırırlar.

Fransa, yönetimde yarı-başkanlık sisteminin uygulandığı üniter bir devlettir. Ülkenin başlıca ilke ve ülküleri İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi‘nde açıklanmıştır.

Fransa’nın Avrupa kıtasındaki komşuları Belçika, Lüksemburg, Almanya, İsviçre, İtalya, İspanya, Monako ve Andorra‘dır. Akdeniz‘de İtalya‘ya ait Sardinya adası’ndan sadece 12 km uzaktaki Korsika adası da Fransa’ya aittir. Sahip olduğu denizaşırı illerde de, Fransız Guyanası aracılığıyla Brezilya ve Surinam‘a, Saint Martin Adası aracılığıyla da Hollanda Antilleri‘ne sınırı vardır. Fransa, Manş Denizi‘nde deniz yüzeyinin altından geçen Manş Tüneli‘yle Birleşik Krallık‘a bağlanmaktadır.

Fransa, 17. yüzyılın ikinci yarısından bu yana dünya genelinde uluslararası ilişkiler alanında önde gelen ülkelerden olmuştur. 18. ve 19. yüzyıllar arasında, Fransa dönemin en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurmuştur. Bu dönemlerde Fransa’nın sınırları batı Afrika‘dan, güneydoğu Asya‘ya kadar uzanmış, etki ettiği bölgelerdeki toplumların kültür ve siyasetlerinde belirgin izler bırakmıştır.

Dünya sıralamasında 6. sırada bulunan nominal gayrisafi yurtiçi hasılası ve 8. sırada yer alan satın alma gücü paritesi ile ileri bir ekonomiye sahiptir ve gelişmiş ülkeler sınıfında yer almaktadır.

İş gezileri için gelenler dâhil, ülkede yirmi dört saatten az kalanlar hariç tutulmak üzere, yıllık olarak ağırladığı yaklaşık 82 milyon turistle Fransa, dünyada en çok ziyaret edilen ülkedir.[3]

Fransa, Avrupa Birliği adlı siyasi ve ekonomik örgütlenmenin kurucu üyelerinden biridir ve birlik üyesi ülkeler içinde yüzölçümü en büyük olanıdır. Ülke, bunun yanında Birleşmiş Milletler‘in de kurucu üyelerinden, Frankofon‘un, G8 Zirveleri‘nin, Latin Birliği‘nin ve NATO‘nun da katılımcılarındandır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘nin beş daimi üyesinden biridir. 360 etkin savaş başlığı ve 59 nükleer santraliyle önemli bir nükleer güçtür.

Etimoloji

“Fransa” adı, Frankların yurdu anlamına gelen Francia sözcüğüne dayanır. Ancak frank sözcüğünün kökeniyle ilgili pek çok farklı iddia vardır. Bunlardan biri, bu sözcüğün kökeninin ön Germen dillerinde cirit, kargı, mızrak gibi anlamlara gelen frankona dayandığı yönündedir.

Bir başka köken varsayımı da frank teriminin eski Cermen dillerinde özgür anlamına gelen frei sözcüğünden geldiğidir. Frank sözcüğü çağdaş Fransızcada franc biçiminde hâlâ yaşamaktadır ve 2000 yılında Euro Fransa’nın resmî para birimi olana dek Fransa’da kullanılan parayı adlandırmak için de kullanılmıştır. Çağdaş Almancada Fransa bugün bile Frankreich (Türkçe: Frank Imparatorluğu) olarak adlandırılır. Ancak bunu Charlemagne yanî Şarlman‘ın Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu‘ndan ayırt edebilmek için eski olan krallığa Frankenreich (Türkce: Frank’ların Imaparatoru) denir.

Frank sözcüğü Roma İmparatorluğu‘nun çöküşünden Orta Çağa kadar daha az yaygın biçimde kullanılagelmiş ancak Hugh Capet‘in Fransa Kralı olarak taç giymesinin ardından yaygın biçimde, gelecekte Fransa olarak anılacak Fransa Krallığı’nı anlatmak için kullanılmaya başlanmıştır.

Fransa tarihi

Ana madde: Fransa tarihi

Günümüz Fransa’sının sınırları hemen hemen eskiden Kelt Galyalıları (Fransızca: Celte Gaulois, okunuşu: selt golwa) tarafından yurt edinilen Antik Galya’nın (Fransızca: Gaule, okunuşu: gol) sınırlarıyla aynıdır. Galya, İ.Ö. 1. yüzyılda Roma İmparatoru Julius Caesar tarafından ele geçirilince Galya halkları yavaş yavaş Roma kültürünü ve Roma dilini benimsediler. Daha sonra zamanla bu dil kendi içinde değişerek çağdaş Fransızcanın temellerini oluşurdu. Fransa topraklarında Hıristiyanlık ilk olarak İ.S. 2. ve 3. yüzyıllarda görüldü ve sonraki iki yüzyıl içinde öylesine hızlı yayılma olanağı buldu ki, Aziz Jerome yazılarında Galya’nın “sapkınlıktan kurtulmuş” olan tek bölge olduğunu yazdı.

1477′de Fransa, Kırmızı çizgi: Fransa Krallığı’nın sınırları, Açık mavi alanlar: Doğrudan yönetilen kraliyet toprakları.

MS 4. yüzyılda, Galya’nın Ren Nehri kıyısındaki doğu sınırları Germen boyları tarafından yönetiliyordu. Bu topluluklar içinde en etkili olanı, Fransa’ya antik Francie adını da veren Franklardı. Günümüzde kullanılan Fransa adıysa Paris dolaylarında bulunan Capet krallarının yönettiği derebeyliğin bulunduğu bölgenin adından gelir. Roma İmparatorluğu’nun düşüşünden sonra, Avrupa topraklarında yayılan Germen boyları içinde Franklar, Aryanizm’e değil de, Katolikliğe giren ilk topluluklardı. Bu nedenle Fransa’ya “Kilisenin en büyük kızı” (La fille ainée de l’Église) sıfatı verilmiş, Franklar da buna dayanarak kendilerini “Fransa’nın en iyi Hristiyanları” olarak adlandırmışlardır.

Ayrı bir ülke olarak Fransa tarihinin başlamasıysa 843 tarihli Verdun Antlaşması uyarınca Karolenj İmparatorluğu‘nun Doğu Frank Krallığı, Batı Frank Krallığı ve Orta Frank Krallığı olarak üçe ayrılmasıyla başladı. Batı Frank Krallığı hemen hemen bugünkü Fransa topraklarını kaplıyordu ve nitekim çağdaş Fransa’nın temelleri bu krallık üzerine kuruldu.

Karolenj Hanedanı Fransa’yı 987 yılında Fransa Dükü ve Paris Kontu Hugh Capet‘nin, Fransa kralı olarak taç giymesine kadar yönetti. Onun soyundan gelenler ile Valois ve Bourbon hanedanları da aşamalı bir dizi savaşla ülkede birliği sağladılar. Krallık yönetimi 17. yüzyılda ve kral XIV. Louis‘nin döneminde doruğa ulaştı. Bu süreçte Fransa, Avrupa kıtasının en kalabalık ülkesi hâline geldi ve Avrupa kültürü, politikaları ve ekonomisi üzerinde en etkili güçlerden biri oldu. Fransızca dönemin diplomasi dili oldu ve uzun süre bu niteliği koruyarak kaldı. Aydınlanma çağı da büyük ölçüde Fransız entelektüel çevrelerinde gerçekleşti. Fransız bilim insanları 18. yüzyılda büyük bilimsel buluşların altına imzalarını attılar. Ayrıca Fransa bu dönemlerde Afrika, Amerika ve Asya kıtaların da birçok denizaşırı toprak edindi.

Krallıktan cumhuriyete

Fransa’da krallık sistemi 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi‘ne dek hüküm sürdü. Fransız Devrimi sırasında dönemin Fransa kralı XVI. Louis ve eşi Marie Antoinette ile onlara yakınlığı olduğu düşünülen yüzlerce Fransız vatandaşı öldürüldü. Kısa süreli bir dizi yönetim denemesinden sonra Napolyon Bonapart 1799‘da cumhuriyetin kontrolünü ele aldı ve kendini önce Birinci Konsül, daha sonra, günümüzde Birinci İmparatorluk (1804–1814) adıyla anılan devletin imparatoru ilan etti. Napolyon Savaşları olarak bilinen bir dizi savaşın ardından, Bonaparte ailesinin yardımıyla Napolyon kıta Avrupasının büyük bölümünü ele geçirdi. Yeni elde edilen bu topraklara daha sonra Bonaparte ailesinin üyeleri Fransa’ya bağlı kral olarak atandı.

1815 yılında yapılan Waterloo Savaşı‘nda Napolyon’un son yenilgisinden sonra Fransa’da krallık yönetimine geri dönüldü. Ancak bu kez kralın yetkilerine anayasal kısıtlamalar getirildi. 1830 yılında çıkan bir sivil ayaklama olan Temmuz Devrimi‘yle Bourbon Hanedanı tümüyle kaldırılarak anayasal krallığa dayanan Temmuz Monarşisi getirildi. Bu yönetim biçimi 1848 yılına dek sürdü. Bu arada kurulan İkinci Cumhuriyet oldukça kısa süreli oldu ve 1852 yılında III. Napolyon İkinci İmparatorluğu kurunca yıkıldı. 1870 yılında başlayan Fransa-Prusya Savaşı‘nda yenilen III. Napolyon bunun üzerine tahttan indirildi ve bu yönetim rejimi de Üçüncü Cumhuriyet‘in kurulmasıyla fesholdundu.

Fransa 17. yüzyıldan başlayarak 1960′lara dek bir sömürge devleti kimliğiyle var oldu. 19. ve 20. yüzyıllarda dünyanın dört bir yanında edindiği sömürge toprakları Fransa’yı İngiltere‘den sonra ikinci büyük sömürge imparatorluğu haline getirdi. 1919 ve 1939 yılları arasında gücünün doruklarındayken Fransız Sömürge İmparatorluğu‘nun yüz ölçümü 12.347.000 kilometrekareye erişti. Fransa’nın Avrupa’daki toprakları da işin içine katılınca 12.898.000 kilometrekareye ulaşan Fransız egemenlik sahası dünya topraklarının %8.6′sını kaplar durumdaydı.

9 Mayıs 1950 tarihli Schuman Bildirgesi Avrupa Birliği‘nin kuruluş atağı olarak tanımlanmaktadır.

I. Dünya Savaşı‘ndan da, II. Dünya Savaşı‘ndan da galip taraf olarak çıkmasına karşın Fransa büyük bir insan kaybına ve maddi zarara uğramış, Avrupa’daki toprakları her iki savaşta da yer yer ya da tümüyle Alman güçlerince işgal edilmiştir. 1930′lu yıllara Halk Cehpesi Hükümeti’nin yaptığı toplumsal yenilikler Fransa’ya damgasını vurmuştur. II. Dünya Savaşının sonrasında Dördüncü Cumhuriyet kurulmuş ve Fransa’nın dünya siyasi ve ekonomik politikalarında etkili bir güç olarak kalabilmesi için ülkenin mevcut durumunun korunmasına çalışılmıştır. Fransa o zamana dek elinde bulundurduğu sömürge topraklarını korumaya çalışmışsa da daha sonra bu konuda sorunlar yaşamıştır. 1946′da Çinhindi‘nin yönetimini yeniden ele geçirmek için yapılan harekât Birinci Çinhindi Savaşı‘nın çıkmasına neden olmuş ve 1954 yılında Dien Bien Phu Çarpışması‘nda Fransız güçleri bölgesel güçlere karşı yenilerek bölgeden çekilmişlerdir. Bundan yalnızca birkaç ay sonra, Fransa Cezayir halkının başlattığı bağımsızlık savaşında yine, hatta daha sert bir direnişle karşı karşıya kalmıştır.

O dönemde Pied-noir adı verilen milyonlarca Avrupa kökenli sakini olan Cezayir’in kontrolünü bırakıp bırakmamak konusunda Fransa’da büyük tartışmalar yaşanmış ve ülke bir iç savaşın eşiğine gelmiştir. 1958 yılında istikrarsız ve zayıf durumda bulunan cumhuriyetin yerine, yeni bir anayasa oluşturulması öngörülerek cumhurbaşkanının yetkilerini artıran ve günümüzde de hâlâ süren Beşinci Cumhuriyet’in kurulması kararına varılmıştır. Kurulan bu son cumhuriyetin başkanlığına Charles de Gaulle gelmiş ve Gaulle Cezayir’deki savaşı bitirecek önlemleri alırken ülkeyi de birlik içinde tutmayı başarmıştır. Cezayir Bağımsızlık Savaşı, Cezayir‘in başkenti Cezayir‘de yapılan barış görüşmeleriyle 1962′de çözümlenmiş ve bu olay Cezayir’in bağımsız bir ülke olmasıyla son bulmuştur.

Son yarım yüzyıl içinde Fransa’nın Almanya’ya karşı yürüttüğü barışçıl tutum ve iş birliği ilişkileri Avrupa Birliği’nin ekonomik bütünleşmesinde esas teşkil etmiştir. Bu olumlu havanın en önemli sonucu ocak 1999′da avronun birlik üyesi ülkeler arasında ortak para birimi olarak kabul edilmesi olmuştur. Avrupa Birliği’nin önde gelen güçlerinden olan Fransa’da seçmenler Avrupa Birliği Anayasası oluşturmak için hazırlanan antlaşmayı halkoylamasında reddetmişse de, bu anayasa taslağının kapsadığı hükümleri bir antlaşma içinde uygulmaya sokmayı öngören Lizbon Antlaşması, Şubat 2008′de Fransız Parlamentosu’nda kabul edilmiştir.

Coğrafya

Fransa’nın uzaydan görünümü

Ana madde: Fransa coğrafyası

Metropolitan Fransa olarak adlandırılan, ülkenin Avrupa sınırları içinde bulunan bölümü, kıtanın batı bölümünde yer almaktadır. Ancak Fransa; Kuzey Amerika, Karayipler, Güney Amerika, Hint Okyanusu, Büyük Okyanus ve Antarktika‘ya yayılan geniş bir coğrafyada çok sayıda il ve özel bölgeye de sahiptir. Bunlardan doğrudan Fransa’ya ait olanlar denizaşırı iller; kendi içlerinde bağımsız, savunma konusunda Fransa ile anlaşmalı olan ortak ülkeler ise collectivités d’outre-mer kısaca COM (Türkçe: Denizaşırı Topluluklar) olarak adlandırılır.

Fransa’nın Avrupa kıtasındaki toprakları 547.030 kilometrekarelik[4] bir alan kaplar. Bu alanla Fransa, Avrupa Birliği içinde İspanya‘dan biraz farkla toprak bakımından en büyük ülke sıfatını taşır. Fransa toprakları, batıda ve kuzeyde kıyı ovalarından, güneydoğuda Alp dağ zincirine, iç Fransa’da Massif Central olarak anılan yüksek bölgelere ve güneybatıda Pirenelere kadar uzanan değişik bölgelerde, farklı yer şekillerine sahiptir. Alplerde yer alan ve Batı Avrupa’yla Avrupa Birliği’nin en yüksek noktası olan 4807 metre yüksekliğindeki Mont Blanc, Fransa ile İtalya sınırında yer almaktadır.[5] Kıta Fransası ayrıca Loire Nehri, Garonne Nehri, Seine Nehri ve Rhône Nehri gibi büyük ve karmaşık bir akarsu ağıyla örülmüştür. En alçak noktası deniz yüzeyinin iki metre altında bulunan Camargue deltası içinde yer almaktadır.[5] Yüzölçümü 8.680 kilometrekare olan Korsika adası ise Akdeniz kıyısındaki Nice kentine 128 deniz mili uzaklıktadır.

Fransız münhasır ekonomik bölgesi tüm dünya sularında 1 milyon km2ye ulaşır.[6]

Denizaşırı iller ve ortak topraklar da işin içine katıldığında Fransa’nın toplam yüzölçümü 674.843 kilometrekaredir. (Antarktika, Adélie Bölgesi hariç) Bu hâliyle Fransa yeryüzünün %0.45′ini kaplar. 11 milyon kilometrekareyle Fransa, Amerika Birleşik Devletleri‘nin ardından dünyanın en büyük ikinci münhasır ekonomik bölgesine de sahiptir.

Kıta Fransası, Avrupa anakarasının batısında, 41 ile 51 kuzey paralelleri arasında yer alır. Kuzey ve kuzeybatı kesimlerinde ılıman iklim egemendir ve denizelliğin etkisi iç bölgelerin de iklimlerini biçimlendirmektedir. Güneydoğuda ise Akdeniz iklimi egemendir. Batı kesimler okyanusal iklim etkisi altındadır ve yüksek miktarda yağış alır. Bu bölgelerde kışlar ılık ve yazlar serin geçer. İç kesimlerde sıcak, fırtınalı yazlar ve soğuk ama kurak kışlar görülür. Alplerde ve ülkenin diğer yüksek kesimlerinde Alp iklimi yaşanır. Bu soğuk bölgelerde yılıın belirli dönemlerinde sıcaklıklar sıfırın altında seyreder ve yağan kar altı ay yerde kalır.

Yönetim

Fransa Cumhuriyeti’nin simgesi; Marianne figürlü bayrak

Fransa Cumhuriyeti, yarı başkanlık sistemiyle yönetilen, köklü bir demokrasi geçmişine sahip üniter bir devlettir. Beşinci Fransa Cumhuriyeti olan günümüz Fransasının anayasası 28 Eylül 1958 yılında yürütülen bir halkoylaması sonucu onaylanmıştır. Bu anayasa parlamentoya oranla devletbaşkanının yetkilerini arttıran yasalar içerir. Fransa’da devlet yönetiminin iki kanadı vardır: Fransa Cumhurbaşkanı ve Hükûmet. Ülkenin cumhurbaşkanı ülke çapında 18 yaşını doldurmuş ve oy kullanma hakkı olan tüm seçmenler tarafından beş yıllık dönem için (eskiden yedi yıl) seçilir. Hükûmet ise cumhurbaşkanı tarafından atanan bir başbakan tarafından yönetilir.

Fransız Parlamentosu iki meclisli bir yasama organıdır: Fransa Ulusal Meclisi (Assemblée Nationale) ve Senato (Sénat). Ulusal meclisteki milletvekilleri geldikleri yerel seçim bölgesini temsil ederler ulusal seçimlerde 5 yıllık süre için seçilirler. Seçilen 577 milletvekili Bourbon Sarayı’nda toplanır. Ulusal meclisin bakanlar kurulunu düşürme yetkisi vardır. Bu nedenle partilerarası koltuk dağılımı hükûmetin kararına doğrudan etki eder. 343 senatör ise tüm Fransa çapında halk tarafından seçilmiş olan belediye meclisi üyelerinden, il (département) yerel meclis üyelerinden, Bölge (Région) yerel meclis üyelerinden oluşan seçmenler tarafından dokuz yıllık bir süre için seçilir. Senato seçimleri her 3 yılda bir yapılır ve her seçimde senatonun üçte biri yenilenir.[7] 2010′dan itibaren senatörler 6 yıllık bir süre için seçilecektir ve yine her üç yılda bir yapılan seçimlerde yarısı yenilenecektir. Senato Lüksemburg Sarayı‘nda (Palais du Luxembourg) toplanır. Senato’nun yasama gücü sınırlıdır: Senato ile ulusal meclis arasında anlaşmazlık olması durumunda son söz Ulusal Meclis’e aittir. Meclisin gündemini belirlemede hükûmetin büyük etkisi vardır. Ulusal meclis ve senato birlikte, Versailles şatosunda toplanıp Fransa Parlamentosu’nu oluştururlar. Yalnızca anayasa değişikliğiyle ilgili olarak ve uluslararası bazı anlaşmaları onaylamak amacıyla toplanırlar.

Fransa politikaları iki ana politik görüş çevresinde şekillenir: sol görüşlü politikacılar Fransa Sosyalist Partisi etrafında, sağ görüşlü politikacılar Halk Hareketi Birliği partisi etrafında örgütlenmişlrdir. Meclisin yürütme kanadında Halk Hareketi’ne mensup vekiller çoğunluktadır.

Hukuk

Fransa’nın uyduğu temel ilkeler 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi‘nde yer almaktadır.

Fransa, çoğunluğu yazılı hükümlerden oluşan bir yazılı (mevzu) hukuk sistemi kullanır. Hukukun üstünlüğü olgusunun temel ilkeleri, I. Napoléon tarafından oluşturulan 1804 tarihli Fransız Medenî Kanunu‘nda bulunur. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi hükümlerince yasalar yalnızca topluma dokuncası bulunan eylemleri yasaklayabilir. Fransız hukukuna göre yasaklara yalnızca gereksinim duyulması hâlinde başvurulur.

Fransız hukuku; özel hukuk ve kamu hukuku olmak üzere iki temel doktrinsel ayrımda incelenir. Özel hukuk, özellikle medenî hukuk ve ticaret hukukunu kapsar. Kamu hukuku ise idare hukuku,ceza hukuku ve anayasa hukuku konularıyla ilgilenir.

Fransa, dinî hukuk kurallarının devlet yönetiminde referans alınmamasını gerektiren laik bir devlet yapılanmasına sahiptir. Bu bağlamda Fransız yasaları hazırlanırken herhangi bir dinî inanç ya da değere göre hareket edilmez. Fransa’da tanrıya ya da dinlere sövmenin ve 1791′de de cinsel eylemleri kısıtlayan yasaların kaldırılmasıyla Fransa hukukunda dinle ilintili herhangi bir yasa kalmamıştır. Ancak genel ahlâk kurallarına aykırı eylemler (contraires aux bonnes mœurs) ve kamu düzenini bozacak eylemler zaman zaman yaptırımlara tâbi tutulmaktadır.

Fransa’da makabline şamil yasalar yasaktır ve hazırlanan yasaların yürürlüğe girmesi için Fransa Resmî Gazetesi‘nde (Fransızca: Journal Officiel de la République Française) yayınlanmış olması gerekmektedir.

Dış ilişkiler

Frankofoni’yi simgeleyen bayrak

Fransa, Birleşmiş Milletler‘in kurucu üyelerindendir ve elinde bulundurduğu koşulsuz veto hakkıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘nin de daimi üyelerinden biri konumundadır. Dünya Ticaret Örgütü, Pasifik Topluluğu ve Hint Okyanusu Komisyonu‘nun da üyesidir. Karayip Ülkeleri Birliği‘nin işbirlikçi üyesi ve tümüyle ya da kısmen Fransızca konuşan ülkelerin oluşturduğu Uluslararası Frankofoni Örgütü‘nün başta gelen katılımcılarındandır.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü‘nün (OECD), UNESCO‘nun, Interpol‘ün, Uluslararası Ağırlıklar ve Ölçüler Bürosu‘nun genel merkezlerine ev sahipliği yapar. Fransa 1953 yılında Birleşmiş Milletler‘den ülkeyi uluslararası düzeyde simgeleyecek bir arma seçmesi için bir talep almış bunun üzerine günümüzde de Fransız pasaportlarının üstünde kullanılmakta olan simge kabul edilmiştir.

Fransa’nın dış ilişkileri büyük ölçüde kurucu üyesi olduğu Avrupa Birliği politikalarınca şekillenmektedir. Avrupa’da her zaman etkili bir güç olan Fransa, 1960′larda Birleşik Krallık‘ın Avrupa Birliği’ne girmemesi için politika gütmüş, 1990′larda ise yeniden birleşen Almanya‘yla yakın ilişkiler geliştirme yoluna gitmiştir. NATO üyesi de olan Fransa, cumhurbaşkanı Charles de Gaulle döneminde alınan kararla NATO’nun askerî kanadından çıkmıştır. NATO’nun askeri kanadına Nicolas Sarkozy döneminde yeniden katılmıştır. Yine 1990′larda Fransız Polinezyası‘nda yaptığı yeraltı nükleer denemelerden ötürü uluslararası alanda büyük eleştirilere maruz kalmıştır. Ülke, 2003 yılında Irak‘ın Amerika Birleşik Devletleri‘nce işgâl edilmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Geçmiş dönemde Afrika‘da bulunan sömürgeleri üzerinde günümüzde de çok büyük etkisi bulunmaktadır ve Fildişi Sahilleri ile Çad‘a barışgücü askerleri de göndermiştir.

Askeriye

Fransa, askeri alanda halen dünyanın ve Avrupa’nın en güçlü ülkelerindendir. Yüzyıllara uzanan bir dönem boyunca yerkürenin dört bir yayındaki askeri mevcudiyetiyle dünyanın en güçlü ülkelerinden biri gözüyle bakılan Fransa’nın II. Dünya Savaşı‘nda Alman ordusu karşısında yalnızca altı haftalık bir direnişten sonra teslim olması, sadece bu gücün sürekliliğini sekteye uğratmakla kalmamış aynı zamanda Fransa’nın müttefiklerini de korkutmuş ve Fransa’yı işgalden kurtarma seferberliği başlatmalarına ön ayak olmuştur. Günümüzde Fransa; ABD, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti‘nden sonra dünyanın en büyük dördüncü nükleer gücünü elinde bulundurmaktadır. Fransa, 350 bin kişilik askeri personele sahiptir.

31 Temmuz 2007′de Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy, Devlet Konseyi üyelerinden Jean-Claude Mallet’e Fransa’nın savunmasına yönelik geniş kapsamlı bir gözden geçirme planı üzerinde çalışacak 35 üyeli bir komisyon kurulması direktifini vermiştir. Komisyon ilk çalışma taslağını 2008 başlarında yayınlamıştır. Komisyonun tavsiyeleri doğrultusunda Cumhurbaşkanı Sarkozy, 2008′in yaz aylarından itibaren Fransız savunma siyaseti ve yapılanmasında kökten değişiklikleri başlatmıştır. Avrupa siyasetinde ve güç dengelerinde Soğuk Savaş sonrası meydana gelen değişimlere ayak uydurmak amacıyla, Fransız ordusunun geleneksel odağındaki bölgesel toprakların savunulması doktrini küresel tehdit ortamındaki sorunların üstesinden gelme gayretlerine yöneltilmiştir. Yeniden yapılanma kapsamında, gerek Fransa’nın kent merkezlerinde gerekse Afrika’nın Fransızca konuşulan bölgelerinde tedhiş ağlarının tanımlanması ve imhası Fransız ordusunun birincil görevi haline getirilmiştir. Aynı kapsamda, Fransız güçlerinin yeniden yapılanması ve küresel müdahale kabiliyetine sahip olması için gerekli mali kaynakların sağlanması amacıyla ihtiyaç fazlası üslerin kapatılması ve yeni silah sistemlerine ilişkin projelerin askıya alınması da gündeme gelmiştir. Ayrıca, Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle’ün Mart 1966 tarihinde ülkeyi NATO’nun komuta yapısından çıkarması ve ABD askerlerinin Fransa topraklarından çekilmesini istemesinden 43 yıl sonra, yürürlüğe konan bu tarihi değişim planı çerçevesinde, Sarkozy Mart 2009′da Fransa’nın ittifakın askeri kanadına tam üye sıfatıyla dönme niyetini de açıklamıştır.

Ulaşım

TGV Sud-Est, Fransa Güneydoğu Hızlı Treni

31.840 kilometrelik uzunluğuyla Fransa demiryolu ağı, Batı Avrupa’nın en gelişmişidir. Fransa’da demiryolları Fransa Ulusal Demiryolları Kurumu (Fransızca: Société Nationale des Chemins de fer français, SNCF) tarafından işletilir. Fransız yüksek hızlı trenleri Thalys, Eurostar ve 320 kilometre hıza çıkabilen TGV‘dir. Eurotunnel Shuttle ile birlikte Eurostar, Manş Tüneli‘nde işleyerek Fransa ile Birleşik Krallık‘ı birbirine bağlar. Bunun yanı sıra Fransa, Andorra dışındaki tüm komşularına demiryolu ağıyla bağlıdır. Şehiriçi ve şehirlerarası ulaşımda da yeraltı demiryolu sistemleri ve otobüs hatlarını tamamlayan tramvay hatları oldukça gelişmiştir. Demiryollarının bu denli gelişmiş olmasının başlıca nedeni şehirlerarası yolcu taşımacılığının SNCF’in tekelinde olması, yani özel otobüs firmalarının olmamasıdır.

Fransa’da ayrıca uzunluğu toplamda 893.300 kilometreyi bulan bir karayolu ağı da bulunmaktadır. Başkent Paris ve çevresi en yoğun yol ve otoyol ağıyla örülmüş durumdadır ve ülkenin hemen her köşesiyle doğrudan bağlantısı bulunmaktadır. Fransa’daki yollarda ayrıca komşu ülkeler Belçika, İspanya, Andorra, Monako, İsviçre, Almanya ve İtalya‘daki kentlerden gelen yoğun bir de uluslararası trafik vardır. Araçlar için yıllık ruhsat kayıt ücreti ya da yol vergisi alınmamaktadır ancak otoyollara girişlerde gişeler aracılığıyla ücret toplanmaktadır. Yeni araba pazarı büyük ölçüde yerli markaların egemenliğindedir: Renault %23 (Fransa’da 2003 yılında satılan arabalara oranı), Peugeot (%20.1) ve Citroën (%13.5).[8] Fransa dünyanın en uzun köprüsü olan Millau Viyadüğü‘ne ev sahipliği yapmaktadır ve ülkede Normandiya Köprüsü gibi pek çok önemli köprü daha bulunur.

Fransa’da yaklaşık olarak 478 adet havaalanı bulunmaktadır. Paris dolaylarındaki Charles de Gaulle Uluslararası Havalimanı ülkedeki en işlek ve en önemli hava ulaşım merkezidir. Bu havalimanı ülkenin emtia ve yolcu ulaşımında en yoğun trafiği üstlenen merkezidir ve Paris’i dünyanın hemen hemen tüm büyük kentlerine bağlar. Air France, ülkenin ulusal ve resmî havayolu kurumu olmasına karşın ülkede pek çok sayıda yerli ve yabancı ulaşım firması da faaliyet gösterir. 10 adet büyük ölçekli limana sahip olan Fransa’nın en büyük limanı Marsilya‘da bulunur ve bu liman aynı zamanda Akdeniz‘deki en büyük liman olma özelliğini taşır. 14.932 kilometre uzunluğundaki suyolu ağı Fransa’da ulaşımın bir başka türüdür. Midi Kanalı aracılığıyla Akdeniz ve Atlas Okyanusu, Garonne Nehri’nden birbirine bağlanır.

Yönetimsel birimler

Fransa’nın 22 bölgesi ve 96 departmanı. Korsika dâhil ve Paris ayrıntılandırılmış.

Fransa, toplamda 26 yönetimsel bölgeye ayrılmıştır. Bunlardan 22′si metropolitan Fransa olarak anılan, Fransa’nın Avrupa’da kalan toprakları içinde yer alır. 22 bölgeden anakara dışında kalan tek bölge Korsika Adası‘dır. Geri kalan 4 bölge Fransa’nın denizaşırı topraklarındadır. Fransa’da yer alan tüm bu bölgeler ayrıca illere ayrılmıştır. Bu iller genelde alfabetik sıraya göre numaralandırılmıştır. Bu numaralar posta kodlarında ve araç plakalarında kullanılır. Fransa’da département adı verilen 100 il vardır ve bu illerde toplam sayıları 342′yi bulan ilçelere (arrondissement), bunlar da sayıları 4.032 olan kantonlara ayrılmıştır. Fransa’nın en küçük ölçekteki yönetimsel birimi seçilmiş birer başkanca yönetilen ve köy olarak adlandırılabilecek olan komünlerdir. Komünler hiyerarşide kantonların ardından gelirler. Fransa’da yer alan komünlerin sayısı 36.680′dir.

Bu bölgeler, iller ve komünler birer yerel meclise sahiplerdir ve bir yönetici tarafından yönetilirler. Arrondissement adı verilen ilçeler ve kantonlar ise yalnızca belediye çapında yönetilmektedir. Ancak durum geçmişte böyle değildi. 1940‘a dek ilçelerin de bir meclisi oluyordu ancak bu uygulama Vichy rejiminde askıya alındı ve Dördüncü Cumhuriyet‘in kurulmasıyla 1946 yılında tümüyle ortadan kaldırıldı.

Bölgeler ve iller

Bölge İller
Alsace Bas-Rhin, Haut-Rhin
Akitanya Dordogne, Gironde, Landes, Lot-et-Garonne, Pyrénées-Atlantiques
Auvergne Allier, Cantal, Haute-Loire, Puy-de-Dôme
Aşağı Normandiya Calvados, Manche, Orne
Burgonya Côte-d’Or, Nièvre, Saône-et-Loire, Yonne
Bretanya Côtes-d’Armor, Finistère, Ille-et-Vilaine, Morbihan
Merkez Cher, Eure-et-Loir, Indre, Indre-et-Loire, Loiret, Loir-et-Cher
Champagne-Ardenne Ardennes, Aube, Haute-Marne, Marne
Korsika Corse-du-Sud, Haute-Corse
Franche-Comté Doubs, Haute-Saône, Jura, Territoire de Belfort
Yukarı Normandiya Eure, Seine-Maritime
Île-de-France Essonne, Hauts-de-Seine, Paris, Seine-et-Marne, Seine-Saint-Denis, Val-de-Marne, Val-d’Oise, Yvelines
Languedoc-Roussillon Aude, Gard, Hérault, Lozère, Pyrénées-Orientales
Limousin Corrèze, Creuse, Haute-Vienne
Lorraine Meurthe-et-Moselle, Meuse, Moselle, Vosges
Midi-Pyrénées Ariège, Aveyron, Gers, Haute-Garonne, Hautes-Pyrénées, Lot, Tarn, Tarn-et-Garonne
Nord-Pas-de-Calais Nord, Pas-de-Calais
Pays de la Loire Loire-Atlantique, Maine-et-Loire, Mayenne, Sarthe, Vendée
Picardie Aisne, Oise, Somme
Poitou-Charentes Charente, Charente-Maritime, Deux-Sèvres, Vienne
Provence-Alpes-Côte d’Azur Alpes-de-Haute-Provence, Alpes-Maritimes, Bouches-du-Rhône, Hautes-Alpes, Var, Vaucluse
Rhône-Alpes Ain, Ardèche, Drôme, Haute-Savoie, Isère, Loire, Rhône, Savoie

Denizaşırı topraklar

France-Constituent-Lands.png
Outre-mer en sans Terre Adelie.png

Fransa’nın 100 ili arasından 4′ü; Fransız Guyanası, Guadeloupe, Martinique ve Réunion denizaşırı topraklardır ve hepsi birlikte Fransa Cumhuriyeti’nin ve aynı zamanda Avrupa Birliği’nin birer parçasıdır. Kıta Fransasında yer alan iller ile eşit durumdadırlar.

26 bölge ve 100 ilin yanı sıra, Fransa Cumhuriyeti’nin 6 adet daha denizaşırı aidiyeti vardır. Bunlar, Fransız Polinezyası, Mayotte, Saint Barthélemy, Saint Martin, Saint Pierre ve Miquelon ile Wallis ve Futuna‘dır. Bağımsız bir ülke ile Fransa toprağı arası bir durumda bulunan ve dünyada örneği bulunmayan (sui generis) Yeni Kaledonya, Fransa Güney ve Antarktika Toprakları ve Büyük Okyanus’taki Clipperton Adası da büyük Fransa’yı oluşturan topraklardır. Bu yerler Fransa’nın toprakları olmasına karşın, Fransa’nın üyesi olduğu Avrupa Birliği‘nin dışında yer alırlar. Fransa’nın Büyük Okyanus‘taki topraklarında para birimi olarak frank kullanımı sürmektedir ve değeri avronunkine göre ayarlanmaktadır. Ancak Avrupa Birliği içine dâhil olan 4 denizaşırı il, frank yerine avro kullanmaya geçmiştir.

Ekonomi

Fransa, büyük ölçüde nükleer enerjiye bağımlıdır

Fransa, Avrupa’nın iktisadi açıdan güçlü ülkelerinden olmakla birlikte, yakın dönemde uygulanmaya başlanan iktisadi dünya pazarına uygulama siyasetinde güçlüklerle karşılaştığını 1971-1976 dönemi arasında ticaret bilançosunun 1986 yılı dışında sürekli açık vermiş olması da kanıtlamaktadır. Bu olumsuz nokta bir yana bırakılırsa Fransa, tarım ürünleri bolluğu ve çeşitliliği ile Avrupa Ekonomik Topluluğu içinde birinci sırada, süt ürünleri açısından da dünyada dördüncü sırada (nitekim Fransa tarım- besin sanayi ürünleri dışsatımında dünya ikincisidir) yer almasının yanı sıra, sanayisi de çok güçlü bir ülkedir.

Endüstri, ülke gelirinin çeyreğini ve ticaret kazancının %80`inden fazlasını karşılar. Devlet 1990ların başından beri Fransa Telecom, Fransız Havayolları ve bankalar gibi diğer endüstrilerdeki hisselerini elden çıkarmaya başlamıştır. Yüksek orandaki işsizlik hala Fransa için sorun işgal etmektedir. Fransa, geniş refah imkânlarını ve muazzam devlet bürokrasisini kesmekten kaçınmış ve bütçe açığını kapatmak için savunma harcamalarını kesmeyi ve vergileri yükseltmeyi tercih etmiştir. Fransa, 1 Ocak 1999`daki Euro sistemi referandumuna diğer on Avrupa ülkesi ile birlikte katılmıştır.

Ülkedeki satın alma gücü paritesi 1.871- trilyon $ olup, reel büyüme oranı %3.1′dir. Ülkenin %3.3′ü tarım, %26.1′i sanayi, %70.6′sı hizmet sektöründe çalışmaktadır. Enflasyon oranının tüketici fiyatlarında %2.3 olduğu ülkede iş gücü 27.88 milyon civarındadır. Ülkedeki işsizlik oranı %9.1′dir. Bununla beraber sanayi, makine, kimyasal ürünler, otomobil, metalürji, uçak, elektronik, tekstil, gıda ürünleri, turizm üzerine dayalıdır. Sanayinin büyüme oranı yaklaşık %1.5′tir. Ülkedeki tarım ürünleri buğday, tahıl, şeker pancarı, patates, üzüm, sığır, süt ürünleri, balık gibi alt bölümlere ayrılmaktadır.

Ülkede ihracat miktarı 490 milyar $ olup, ülke; makine ve taşımacılık araçları, uçak, plastik ürünler, kimyasallar, eczacılık ürünleri, demir-çelik ve meşrubat gibi ürünler satmaktadır. Ülkenin en çok ihracat yaptığı ortakları, Almanya %14.7, İspanya %9.7, İtalya %8.7, Birleşik Krallık %8.3, Belçika %7.1, ABD %7.1 şeklindedir. Aynı şekilde ülkedeki ithalat miktarı 529.1 milyar $ olup, ülke; makine ve parçaları, araçlar, ham petrol, uçak, plastik ürünler, kimyasal ürünler almaktadır. Ülkenin ithalat ortakları Almanya %18.9, Belçika %10.7, İtalya %8.3, İspanya %7, Hollanda %6.6, Birleşik Krallık %5.9, ABD %5.1 şeklindedir. Ülkenin dış borç tutarı 3.461 trilyon $ kadardır. Para birimi Avro olan ülkenin mali yılı takvim yılına göre hesaplanmaktadır.

Turizm

Versay Sarayı, Fransa’daki önemli turistik mekânlardandır.

2007 yılında kaydedilen 81.9 milyon[3] turistle Fransa, dünyada en çok ziyaret edilen ülke durumundadır. Fransa’dan sonra gelen ülkeler 58.5 milyon ile İspanya ve 51.1 milyonla Amerika Birleşik Devletleri‘dir. Fransa’ya giriş yapan 81.9 milyon kişi hesaplanırken ülkede yirmi dört saatten az kalan ya da Kuzey Avrupa’dan İtalya, İspanya gibi ülkelere gitmek isteyenlerin otoyollar aracılığıyla yaptıkları kısa süreli yolculuklar sayılmaz. Fransa, tarihî yapıtlarla dolu şehirlere, kumsallara, tatil merkezlerine, kayak alanlarına ve kırsal bölgelere ev sahipliği yapar. Bunların yanı sıra Fransa ayrıca inanç turizmi ile de ön plana çıkar. Hautes-Pyrénées ilinde yer alan Lourdes kenti her yıl milyonlarca turist ağırlar. 2003 yılı verilerine göre Fransa’da en çok turist çeken yapı ve yerler:[9] Eyfel Kulesi (6.2 milyon), Louvre Müzesi (5.7 milyon), Versay Sarayı (2.8 milyon), Musée d’Orsay (2.1 milyon), Arc de Triomphe (1.2 million), Pompidou Merkezi (1.2 milyon), Mont-Saint-Michel (1 milyon), Chambord Şatosu (711,000), Sainte-Chapelle (683,000), Haut-Kœnigsbourg Şatosu (549,000), Puy de Dôme (500,000), Musée Picasso (441,000), Carcassonne (362,000)’dur.

Nüfus bilgileri

1999 nüfus sayımına göre ülkede nüfus yoğunluğu.

Nüfusu 100 binden fazla Fransız şehirleri

Tahminî 65.1 milyonluk nüfusuyla Fransa, dünyada en yüksek nüfusa sahip on dokuzuncu ülke ve Avrupa Birliği içinde Almanya’dan sonra ikinci kalabalık ülkedir. Ülkenin en büyük kentleri, Paris, Marsilya, Lyon, Lille, Toulouse, Nice ve Nantes‘dır.

2004 yılında Fransa’nın yıllık nüfus artış hızı %0.68 olarak belirlenmiş ve doğum ve kadın başına düşen çocuk sayısı oranları 2005 yılında da artmayı sürdürmüştür. 2006 yılında, toplam ölümlere karşın 300 bin yeni doğum olmuştur. 2002 yılında kadın başına düşen çocuk sayısı 1.88 iken, 2008 yılında bu sayı 2.02′ye yükselmiştir.[10]

Fransızcanın konuşulduğu yerler ██ Ana dil ██ Resmî dil ██ İkinci dil ya da gayrıresmî dil ██ Frankofon azınlıklar

2004 yılında, toplamda 140.033 kişi dış ülkelerden Fransa’ya göç etmiştir. Bunlardan 90.250′si Afrika ülkelerinden, 13.710′u ise Avrupa ülkelerinden gelmiştir.[11] Daha sonraki yıl, 2005′te, dışarıdan alınan göç 135.890′a gerileyerek ufak bir azalma göstermiştir.[12]

Fransa, etnik açıdan geniş çeşitlilik gösteren bir ülkedir. Ülkede yaklaşık 6 milyon Mağripli ve tahminî 2.5 milyon kadar da siyahî yaşamaktadır.[13][14] Günümüzde, Fransa nüfusunun yaklaşık olarak %40′ının tarihin çeşitli dönemlerinde yaşanan göç dalgalarıyla ülkeye gelenlerden oluştuğu düşünülmektedir.[15] Fransa Ulusal Ekonomik Çalışmalar ve İstatistik Enstitüsü (kısaca) INSEE‘nin yaptığı anketlere göre Fransa’da 4.9 milyon yabancı ülkelerde doğmuş göçmen vardır ve bunların 2 milyonu Fransız vatandaşlığı hakkı almışlardır.[16] Fransa ayrıca Batı Avrupa’da en çok sığınma hakkı veren ülkedir. 2005 yılında Fransa’ya yaklaşık 50 bin sığınma isteminde bulunulmuştur.[17] Fransa’nın üyesi olduğu Avrupa Birliği’nin serbest dolaşım özgürlüğü, diğer üye ülkeler arasında olduğu gibi Fransa’yı da kapsamaktadır ancak Fransa birlik üyesi Doğu Avrupa ülkelerden gelecek göçü frenlemek için birtakım girişimlerde bulunmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Yurtdışı İşçi Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün resmî verilere göre 31 Aralık 2006 tarihi itibarıyla çifte uyruklu vatandaş sayısı dahil olmak üzere 423.471[1], Fransa’nın 2006 sayımlarına göre ülkede 400.000[2] civarında Türk vatandaşı yaşamaktadır.

Fransa’da uzun yıllardan beri tartışılagelen bir konu da ülke içinde kırsal bölgelerden büyük kentlere yönelik göçtür. 1960-1999 yılları arasındaki süreçte kırsal kesim illerinden on beşi nüfus kaybı yaşamıştır. Bunun en çarpıcı örneği nüfusunun %24′ünü iç göçle yitiren Creuse ili olmuştur.

1992 yılında alınan kararla, Fransa Cumhuriyeti anayasasının 2. maddesi uyarınca, Fransızca Fransa’nın tek resmî dilidir. Bu durumda Fransa Batı Avrupa’da yalnızca bir resmî dili olan tek ülkedir. (Mikrodevletler hariç) Ancak toplam sayıları 77′yi bulan pek çok yöresel dil, lehçe ve azınlık dili Kıta Fransası’nda ve denizaşırı illerde konuşulmaktadır. Yakın zamana dek Fransız hükûmeti ve ulusal eğitim sistemi bu dillerin öğrenimine olanak vermemekteydi ancak günümüzde bu diller kimi okullarda çeşitli düzeylerde öğretilmektedir.[18] Portekizce, İtalyanca, Mağrip Arapçası ve Berber dilleri en çok konuşulan azınlık dillerindendir.

İnançlar

Notre Dame Katedrali, Fransa’da Hristityanlığın en önemli simgelerinden

Fransa’da giderek artan Müslüman nüfusun yaptırdığı bir cami

Fransa, inanç özgürlüğünün anayasal olarak güvence altına alındığı laik bir ülkedir. Ocak 2007′de yürütülen bir anket çalışmasının sonuçlarına göre Fransızların %51′i kendilerini Hıristiyanlığın Katolik mezhebi ile ilişkilendirmiş, %31′i agnostik ya da ateist olduğunu belirtmiş, %10 başka dinlere inandığını dile getirmiş, %4′ü İslam inancına mensup olduğunu, %3′ü Protestan mezhebinden geldiğini, %1′i Yahudi, %1′i de Budist olduğunu söylemiştir.[19][20]

Avrupa ülkelerinde istatistiksel araştırmalar Avrobarometre adlı kuruluşun yürüttüğü daha günel bir çalışmaya göre, Fransız halkının %34′ü bir tanrının varlığına inandığını,%27′si bir tür yaşam gücü ya da kutsal varlığa inandığını, %33′ü ise herhangi bir tanrının varlığına inanmadığını ortaya koymuştur.[21]

Fransa’da yaşayan Müslümanların sayısı konusundaki varsayımlar oldukça değişkendir. 1999 yılında yapılan nüfus sayımı verilerine göre Fransa’da yaşayan ve Müslüman olması olası kişilerin sayısı 3.7 milyon olarak hesaplanmıştır. (O dönemki nüfusun %6.3′ü) Ancak 2003 yılında Fransa İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı ülkedeki tahminî Müslüman sayısı 5-6 milyon olarak açıklanmıştır. Müslüman nufusu çoğunlukla Arap, Magrib, Siyahî kökenliler ve Türkler oluşturmaktadır. (Nüfusun %8 ilâ 10′u)[22][23] Fransa’da yaşayan Yahudilerin toplam sayısı ise 600 bindir ve Avrupa’daki en büyük Yahudi diasporasıdır.

Fransa’daki laiklik olgusu 1905 yılından bu yana Fransız hükûmetinin herhangi bir dini tanımasına engel olmaktadır. Bunun yerine Fransız hükûmeti yalnızca dinî kurum, dernek ve örgütlenmeleri tanır ve mevcut yasalar uyarınca bu oluşumların politikaya müdahale etmesine engel olur.

Scientology, Tanrı’nın Çocuğu, Moon tarikatı ve Güneş Tapınağı gibi dinî akımlar Fransa’da tarikat olarak görülür ve diğer dinler ile aynı eşit statüye sahip değillerdir.[24] Tarikatlar ise Fransa’da hoş karşılanmayan oluşumlardır.[25]

Dil

Eski bir Fransızca metin örneği

Fransa’nın tek resmî dili Fransızcadır ancak ülkede pek çok yerel dil, lehçe ve azınlık dili de yaygın olarak konuşulur. Bu dilleri konuşanlar çoğunlukla Fransızcayı da akıcı biçimde konuşan iki-dilli kimselerdir. Fransızca Avrupa Birliği‘nin, Afrika Birliği‘nin ve Birleşmiş Milletler‘in de resmî dillerinden biridir.

Fransızca Hint-Avrupa dil ailesinin Roman dilleri koluna bağlıdır. Latin harfleriyle yazılır ancak özel işaret almış pek çok ekleme harf barındırır. Zengin bir sözcük dağarcığına sahiptir. Académie française adıyla anılan Fransız Akademisi tarafından düzenlenir.

Fransa’da Fransızca dışında yetmişin üzerinde dil ve lehçe konuşulur. Bunlardan pek çoğu Franszıca ile yakın akrabadır. Ancak Baskça ve azınlık dilleri tümüyle Fransızcadan farklı olup geniş ölçüde ülkede konuşulmaktadır. Fransa’da konuşulan dillerin dil ailelerine göre dağılımı:

INSEE tarafından yürütülen ve 45.762 kişiyle görüşülerek hazırlanmış anket sonuçları

Sıra Dil Ana dili
(bu kadar sayıda kişinin)
Yetişkin nüfusun yüzdesi
1 Fransızca 39,360 86%
(18 yaş altı kişiler araştırmaya dâhil edilmemiştir)
2 Cermen dilleri
(Alsasça, Lorraine Frankçası, etc.)
970
(Alsasça: 660;
standart Almanca: 210;
Lorraine Frankçası: 100)
2.12%
(Alsasça: 1.44%;
standart Almanca: 0.46%;
Lorraine Frankçası: 0.22%)
3 Arapça
(özellikle Mağrip Arapçası)
940 2.05%
4 Oksitanca
(Langedokça, Gaskonca, vb)
610 1.33%
5 Portekizce 580 1.27%
6 Oïl dilleri
(Picard dili, Gallo, Poitevin-Saintongeais, vb.)
570 1.25%
7 İtalyanca (ve lehçeleri) 540 1.19%
8 İspanyolca 485 1.06%
9 Bretonca 280 0.61%
10 Diğer diller
(Lehçe, Berber dilleri, Uzakdoğu dilleri, Katalanca, Franko-Provensal, Korsikaca, Baskça, etc.)
2,350 5.12%
Toplam 45,762
(iki ana dilli kişiler yine sayılırsa 46,680)
102%
(2%’si hem Fransızca hem başka dili ana dilleri olarak söyledikleri için iki kez sayılmışlardır.)

Kamu sağlığı

Fransa verilen sağlık hizmetleri, 1997 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından birinci sırada gösterilmiştir.[26] Sağlık hizmetleri, AIDS, kanser ve kistik fibrozis gibi kronik hastalıkları olan yurttaşlar için genelde ücretsizdir. Fransa’da ortalama beklenen yaşam süresi 79.73′tür.

2007 yılı itibarıyla Fransa’da yaşayan kişilerin 140 bininde HIV/AİDS virüsü bulunmaktadır. Bu da toplum nüfusun %O.4′üne denk gelmektedir.[27]

Tüm diğer Avrupa Birliği üyesi ülkeler gibi Fransa da Avrupa Birliği’nin çevre konusunda hazırladığı yönergeler uyarınca hassas bölgelere yapılan kanalizasyon salınımı belli bir düzeye kadar azaltmak durumundadır. Ancak 2006 yılında Fransa ulaşması gereken noktanın yalnızca %40′ını gerçekleştirebilmiş ve Avrupa Birliği içinde bu kriterlere en az uyan ülkelerden biri olmuştur.[28]

Fransa’da ötanazi yasaktır, ancak kanser hastası Chantal Sébire’in 21 Mart 2008 tarihinde ölümünün ardından otopsi bulgularındaki kuşkular, ülkede ötanazi tartışmalarını yeniden alevlendirmiştir.

Kültür

Fransa Türkleri‘nin takımlarına destekleri

Fransa kültürü, ülkenin bulunduğu coğrafi konum, komşu uluslarla geliştirilen yoğun ilişkiler ve tarihin çeşitli dönemlerinde yaşanan göç dalgalarıyla şekillenmiştir. Özellikle başkent Paris, ülkenin kültür ve sanat merkezi olma görevini üstlenmiş ve gerek Avrupa’nın gerekse dünyanın en önde gelen kültür merkezlerinden biri olmuştur. Fransız sanatçılar, edebiyatçılar, modacılar günümüzde pek çok alanda önemli yapıtlar vermektedirler. Fransa’nın dışarıdan aldığı yoğun göç ve göçmenlerin ülkelerinden taşıdığı kültür ile Fransa’da günlük yaşamda önemli değişiklikler göze çarpmaktadır. Mutfak ve edebiyat alanlarında öne çıkan bu değişikliklerle Fransa her geçen gün daha çeşitli gelenekler doğmaktadır.

Mimari

Teknik olarak Fransız mimarisi olarak adlandırılabilecek özgün bir mimari türü bulunmasa da tam olarak doğru değildir. Gotik mimari ilk ortaya çıktığında bu şekilde adlandırılmış ancak Gotik teriminin ortaya atılmasıyla bu kullanım daha yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Genel olarak Fransa’da mimari eserler Roma döneminden başlar ve Romanesk (10. yüzyıl), Gotik (Orta Çağ), Barok (18. yüzyıl), Neoklasik (19. yüzyıl) ve çağdaş mimari olarak farklı kategorilerde incelenir.

Eyfel Kulesi, Louvre Müzesi, Notre Dame Katedrali, Chartres Katedrali, Sacré-Cœur Bazilikası, Zafer Takı, Panthéon gibi binalar Fransa’nın en tanınmış mimari yapıtlarıdır.

Paris’in panoramik görüntüsü, şehrin önemli mimari yapıtları

Edebiyat

Fransız edebiyatı, dünyanın en zengin ve en etkileyici edebiyatlarından biridir. Fransız yazarlar başta epik şiir, lirik şiir, drama ve kurgu olmak üzere yazın türlerinin tümüne katkıda bulunmuşlardır.

Fransız edebiyatı birçok ülkedeki yazarların çalışmalarını derinden etkilemiştir. 1600´larda, Klasisizm denilen Fransız kültürel hareketi tüm Avrupa edebiyatından önemli etki bırakmıştır. 1700´lerin Fransız yazarları Avrupa edebiyatını kontrol altına almışlardı. 1800´ler boyunca, Gerçekçilik (Realizm) ve Sembolizm, birçok dilde yazan yazarların çalışmalarını şekillendirmesine yardımcı olmuştur. 1900´lerde ise, Gerçeküstücülük (Sürrealizm) ve Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) Fransa sınırlarının dışına çıkarak diğer yazarlar, sanatçılar ve düsünürlerin çalışmalarını geniş ölçüde etkilemiştir.

Fransız yazarların birçoğu, biçim, dil, tarz ve geleneğe önem vermiştir ve diğer dillerin yazarlarından daha fazla kurallar ve modellere bağlı kalmıştır. Genelde, Akılcılık (rasyonalizm) Fransız yazınını elinde tutmuştur. Akılcılık, insan eylemlerinde nedenselliği temel alır. Akılcılık; temiz, kendi kendini kontrol edebilen ve sanatsal ustalığa ulaşmış bir yazın yaratmıştır.

Her ne kadar akılcılık Fransız edebiyatında hayatî bir rol oynadıysa da güclü bir deneysel nitelik zamanla Fransız yazınında öne çıkmıştır. Örneğin 1800´lerin başındaki Romantizm hareketi gibi dönemlerde, bu deneysellik duygu dolu ve bazen de tutkulu bir sanat yaratabilmiştir.

Eğitim

Fransız eğitim sistemi üç ana okul çağına ayrılmıştır: ilköğretim (enseignement primaire), ortaöğretim (enseignement secondaire) ve yükseköğrenim (enseignement supérieur). İlk ve orta derecede öğrenim büyük ölçüde parasızdır ancak ülkede özel okullar da bulunmaktadır. Özellikle ülkenin dört bir yanına yayılmış durumda olan Katolik okulları bu özel okulların başını çekmektedir.

Cumhuriyetçi geleneğin etkisi sonucu eğitim sistemi Fransız Devrimi ile ilan edilen dört temel ilke üzerine kuruludur:

  • Özgürlük, bazı koşullarda (sözleşmeler) özel kuruluşlara faaliyet olanağı tanır.
  • Kamu kuruluşlarında eğitim ücretsizdir.
  • Laik eğitim sistemi kamu eğitiminin yansızlığını güvence altına alır.
  • 6-16 yaş arası kız ve erkek çocuklarının eğitimi zorunludur.

Eğitim örgütü, hiyerarşik ve merkezi bir yapıdadır. Eğitim kurumlarının örgütlenişi, ders saatleri, sistem ve programları Fransa Millî Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenir. Fransa’da okuryazarlık oranı %99′dur. Kıta Fransası’nda bu oran %100′e yakın seyretmektedir. 6.7 milyonu ilköğretimde ve 4.8 milyonu ortaöğretimde olmak üzere Fransa’da toplam 15 milyon öğrenci bulunmaktadır. Fransa’da her yıl eğitime genel bütçeden 64.6 milyon avro ayrılmaktadır.

Spor

Fransa Bisiklet Turu (Tour de France)

Fransa’da spor ilgi odağındadır. Özellikle futbol, ülkede en çok tercih edilen spor dalıdır. FIFA yüzyılın oyuncuları listesinde, Fransa, ülke olarak Brezilya‘nın hemen ardında, ikinci sırada yer almaktadır.

Ülke bu sporun dışında hemen hemen her türlü sporda gelişmiştir. Örneğin ragbi, özellikle Paris ve Fransa’nın güneyinde futbolunkine yakın bir popülerliğe sahiptir. Millî ragbi takımı her Ragbi Dünya Kupası‘na katılmış ve Altı Ulus Şampiyonası‘na katılmaktadır. Fransa millî takımı on altı kez Altı Ulus Şampiyonası’nı kazanmış ve Ragbi Dünya Kupası’nda bir kez finale ulaşmıştır. Ekim 2007‘de 2007 Ragbi Dünya Kupası Paris’te sunulmuştur.

Fransa’da düzenlenen ve dünyanın en önemli bisiklet yarışlarından biri olan Tour de France (Fransa Bisiklet Turu) da ülkenin en çok izlenen spor olaylarından biridir.

Mutfak

Çeşitli fransız peynirleri ve şarap

Fransız mutfağının kökeni Orta Çağlara uzanır. Fransa mutfağı Fransız Devrimi sonrasında Kolonileşme döneminde dünya sahnesindeki kazandığı gücüyle orantılı olarak gelişmiştir. Napolyon Bonapart döneminde ün kazanmış Marie-Antoine Carême (17841833) gibi aşçılar haute cuisine (yüksek aşçılık sanatı) denilen özenli bir yemek tarzını geliştirerek Fransız mutfağına büyük katkılarda bulunmuşlardır. Fransız mutfağı Fransa’nın bölgelerine göre büyük farklılıklar gösterir. Kırmızı etten, deniz ürünlerine ve süt ürünlerine kadar çok değişik türlerde besin Fransız mutfağını biçimlendirir. Fransız mutfağının öne çıkan ögeleri şarap ve peynirdir. Fransa her yıl dünyaca ünlü şaraplarını ihraç ederek ekonomisine katkıda bulunduğu gibi tescillenmiş 1000′i aşkın peynir türüyle de dünyanın en önde gelen peynir üreticilerindendir. Fransa’da bağcılık ve şaraplarıyla ön plana çıkan bölgeler Alsace, Bordeaux, Burgonya, Champagne, Korsika, Jura, Languedoc-Roussillon, Loire, Provence, Rhône ve Savoy‘dur. Fransa’nın en ünlü peynirleriyse Brie, Camembert ve Rokfor‘dur. Fransız mutfağının dünyaya mâlolmuş ya da dünyaca tanınan diğer yemekleri arasında kruvasan, salyangoz yemeği, baget ekmeği, kaz ciğeri ve crème brûlée (krem brule) sayılabilir.

Kaynaklar

  1. ^ [1]
  2. ^ Konuya ilişkin daha çok bilgi için Kategori:Denizaşırı iller (Fransa) sayfasına bakabilirsiniz.
  3. ^ a b Government of France, Directorate of Tourism. [/fr/z2/stat/tis/att00018288/TIS_EVE2007_2008-5.pdf “Le tourisme international en France en 2007”]. Erişim tarihi: 2008-06-05. (Fransızca)
  4. ^ CIA (2007). [/library/publications/the-world-factbook/geos/fr.html “The World Factbook”]. Erişim tarihi: 2007-12-06.
  5. ^ a b CIA (2006). [/library/publications/the-world-factbook/fields/2020.html “The World Factbook: Field Listing – Elevation extremes”]. Erişim tarihi: 2006-12-14.
  6. ^ (Fransızca) Fransa Dışişleri Bakanlığı. [/fr/france_829/decouvrir-france_4177/france-bref_2271/index.html “La France en bref”]. Erişim tarihi: 2008-03-20.
  7. ^ [/role/index.html “Rôle et fonctionnement du Sénat”]. French Senate. 2006. Erişim tarihi: 2006-04-20.
  8. ^ L’automobile magazine, hors-série 2003/2004 page 294
  9. ^ [/deps/mini_chiff_03/fr/musee.htm “Musées et Monuments historiques”].
  10. ^ INSEE, Government of France. [/fr/ppp/bases-de-donnees/irweb/sd2006/dd/excel/sd2006_t44_fe.xls “Tableau 44 – Taux de fécondité générale par âge de la mère”]. Erişim tarihi: 2009-01-13. (Fransızca)
  11. ^ [/datahub/countrydata/data.cfm “Inflow of third-country nationals by country of nationality”]. 2004.
  12. ^ [/pubs/France_Elections050307.pdf “Immigration and the 2007 French Presidential Elections”] (PDF).
  13. ^ Europe’s Minority Politicians in Short Supply. The Washington Post. April 24, 2005.
  14. ^ In officially colorblind France, blacks have a dream – and now a lobby. Csmonitor.com. January 12, 2007.
  15. ^ Paris Riots in Perspective. ABC News. November 4, 2005.
  16. ^ INSEE (2005-01-25). [/fr/ffc/ipweb/ip1098/ip1098.html#encadre1 “Enquêtes annuelles de recensement 2004 et 2005”]. Erişim tarihi: 2006-12-14. (Fransızca)
  17. ^ UNHCR (2006). [/publ/PUBL/4492677f0.pdf “UNHCR Global Report 2005: Western Europe”] (PDF). Erişim tarihi: 2006-12-14.
  18. ^ [/NEC/Archive/Jeanjean_paper.pdf “Jeanjean, Henri. “Language Diversity in Europe: Can the EU Prevent the Genocide of French Linguistic Minorities?””] (PDF).
  19. ^ Catholic World News (2003). [/news/features/index.cfm?recnum=48547 “France is no longer Catholic, survey shows”]. Erişim tarihi: 2007-01-11.
  20. ^ (Rumence) Franţa nu mai e o ţară catolică, Cotidianul 2007-01-11
  21. ^ [/public_opinion/archives/ebs/ebs_225_report_en.pdf “Eurobarometer on Social Values, Science and technology 2005 – page 11”] (PDF). Erişim tarihi: 2007-05-05.
  22. ^ France to train imams in ‘French Islam’, The Guardian
  23. ^ [/g/drl/rls/irf/2005/51552.htm “France – International Religious Freedom Report 2005”].
  24. ^ [/rap-enq/r2468.asp “Commission d’enquête sur les sectes”].
  25. ^ [/France/Society2.html “Society2 ; religion in France ; beliefs ; secularism (laicité)”]. Understandfrance.org. Erişim tarihi: 2009-09-20.
  26. ^ [/rankings/healthranks.html “the ranking, see spreadsheet details for a whole analysis”].
  27. ^ [/library/publications/the-world-factbook/geos/fr.html “CIA – The World Factbook – France”]. CIA.
  28. ^ [/page.php?pid=502 “epaedia – Welcome”]. Epaedia.eea.europa.eu. Erişim tarihi: 2008-10-22.
tarafından

almanya

Almanya

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara
Almanya Federal Cumhuriyeti
Bundesrepublik Deutschland
Bayrak Arma
Bayrak Arma
Ulusal Marş: 

Menü
0:00

Das Lied der Deutschen‘ın üçüncü kıtası

Konum

Almanya’nın Konumu

Başkent Berlin
52°31′K 13°23′D
Resmî dil(ler) Almanca
Etnik gruplar  %87,5 Alman
%6,5 Türk
%2 Avrupalı
%2 Afrikalı
%1 Asyalı
%1 Diğer
Milliyet Alman
Yönetim biçimi Federal Parlamenter Cumhuriyet
 – Cumhurbaşkanı Joachim Gauck
 – Şansölye Angela Merkel
 – Bundestag Başkanı Norbert Lammert
 – Bundesrat Başkanı Horst Seehofer
Kuruluş
 – Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu 2 Şubat 962
 – Almanya’nın birleşmesi 18 Ocak 1871
 – Federal Cumhuriyet 23 Mayıs 1949
 – Almanya’nın yeniden birleşmesi 3 Ekim 1990
Yüzölçümü
 – Toplam 357,021 km²  (63.)
137.847 mil²
 – Su (%) 2.416
Nüfus
 –  tahmini 81,799,600 (16.)
 – Yoğunluk 229/km²  (55.)
593/mil²
GSYİH (SAGP) 2011
 – Toplam 3.099 trilyon $ (5.)
 – Kişi başına 37,896 $ (18.)
GSYİH (düşük) 2011
 – Toplam 3.577 trilyon $ (4.)
 – Kişi başına 43,741 $
Gini (2006) 27 (yüksek)
İGE (2011) artış 0.905 (9.)
Para birimi Euro ()[1]
Zaman dilimi CET (UTC+1)
Trafik akışı sağ
Internet TLD .de [2]
Telefon kodu +49
1   2002 öncesi: Alman Markı.
2   Ayrıca .eu.

Almanya (Almanca: Deutschland, /ˈdɔʏtʃlant/) ya da resmî adıyla Almanya Federal Cumhuriyeti (Almanca: Bu ses hakkında Bundesrepublik Deutschland (yardım·bilgi); /ˈbʊndəsʁepuˌbliːk ˈdɔʏtʃlant/), Orta Avrupa‘da bir ülkedir. Kuzeyinde Kuzey Denizi, Danimarka, ve Baltık Denizi; doğusunda Polonya ve Çek Cumhuriyeti; güneyinde Avusturya ve İsviçre; ve batısında Fransa, Lüksemburg, Belçika, ve Hollanda bulunur. Almanya 357.021 km²’lik bir alanı kaplar ve ılıman iklim kuşağının içinde yer alır. 81,5 milyonun üzerindeki nüfusu ile Avrupa Birliği‘nin en büyük nüfusa sahip ülkesi konumundadır.[1] Ayrıca en çok göçmen barındıran üçüncü ülke konumundadır.[2]

100 yılından önce Cermen halkları Cermanya olarak isimlendirilen bölgede yaşamışlardır.[3] 10. yüzyıldan 1806 yılına kadar Cermen bölgeleri Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu‘nun bir parçası oldu. 16. yüzyıl boyunca kuzey Almanya bölgeleri, Protestan Reformu‘nun merkezi oldu. Cermen halkı ilk olarak 1871′de Fransa-Prusya Savaşı sırasında ulus-devlet haline geldi. II. Dünya Savaşı sonrasında, 1949′da, Almanya savaşı kazanan devletler tarafından iki devlete bölündü. Bu iki devlet 1990 yılında birleşti. Batı Almanya daha sonra adı Avrupa Birliği olan Avrupa Topluluğu’nun 1957′deki kurucu üyelerindendir. Birleşmeyle Doğu Almanya da 1993′te bu birliğe üye olmuştur. Almanya Schengen bölgesi‘nin bir parçası ve Avrupa ortak para birimi Avro‘yu 2002′de kabul etmiş durumdadır.

Almanya bir federal parlementer cumhuriyettir. On altı eyaletten oluşmaktadır (Bundesländer). Başkenti ve en büyük şehri Berlin‘dir. Almanya Birleşmiş Milletler‘e, NATO‘ya, G8‘e üyedir ve Kyoto Protokolünü imzalamıştır. Almanya 2007 yılına göre, GSYİH‘ye göre dünyanın 3. büyük ekonomisi ve en çok ihracat gerçekleştiren ülkesidir. Ülke dünyada gelişme için en çok bağışta bulunan ikinci ülke konumundadır.[4] Buna karşın ülke, askeri harcama bütçesi olarak 6. sıradadır.[5] Ülke, sosyal güvenlik sistemiyle yüksek yaşam seviyesine sahiptir. Almanya, Avrupa meselelerinde yüksek ülke nüfusu ve ekonomik gelişmişliğiyle dünya seviyesinde kilit rol oynamaktadır.[6] Almanya birçok bilim ve teknoloji alanında lider durumda olarak kabul edilmiştir.[7]

Tarih

Ana madde: Almanya tarihi

Cermen Kabileleri

Ana maddeler: Cermenler ve Cermanya

Cermen kabilelerin yayılması MÖ 750 – MS 1

Cermen Kabileleri‘nin, Tunç Çağı‘nda veya Demir Çağı‘nın hemen öncesinde ortaya çıktığı sanılmaktadır. MÖ 1. yüzyılda, Güney İskandinavya ve Kuzey Almanya’dan gelen kabileler, güneye, doğuya ve batıya yayılarak Keltlerle, Galyalılarla, Slavlarla, Baltık kabileleriyle ve İran halkları ile ilişkiye girdiler. Erken Cermen tarihi hakkında bilinenler, Roma İmparatorluğu zamanındaki verilerle sınırlıdır.[8]

Augustus yönetimindeki Roma İmparatorluğu zamanında, Romalı General Cermanya‘ya saldırılara başladı.Cermen kabileleri bu sırada savaş taktiklerini öğrendiler. Bu esnada kimliklerini muhafaza etmeyi başardılar. 9 yılında, tarafından yönetilen Roma lejyonu, Çeruskerlerin lideri tarafından Varus Savaşında yenildi. Böylece , Tuna ve Ren nehirleri arasında sınırlarına kadar genişledi. 100 civarında talebe, Tacitus‘un Cermenler üzerinde yazdığı esere göre, Cermen kabileleri bugünün modern yurtlar Tuna ve Ren nehri arasındaki bölgeye yerleştiler. 3. yüzyıl civarında birkaç büyük Cermen kabilesi ortaya çıktı. Alamanlar, Franklar, Saksonlar, Frizler, Chattiler, Sicambriler bunlardan bazılardır. 260 civarında, Cermen halkları, Tuna‘yı geçip Roma kontrolündeki alanlara girmeye başladılar.[9]

Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu (962–1806)

Orta Çağ‘ın bölünmüş devletçiklerini Şarlman bir araya getirdi.[10] 25 Aralık 800′de Vatikan‘da krallık tacını giyerek Karolenj İmparatorluğu‘nu kurdu.[11] 843 yılına gelindiğinde bu devlet üç parçaya ayrıldı ve değişikliklere uğrayarak varlığını 1806 yılına kadar sürdürdü. Devlet, Eider Nehri‘nden Akdeniz‘e kadar yayıldı. Devlet, Kutsal Roma İmparatorluğu olarak bilinse de, 1448′den itibaren resmi olarak Alman Halkının Kutsal Roma İmparatorluğu (Sacrum Romanum Imperium Nationis Germanicæ) olarak anılmıştır.[12]

Otto hanedanı (919–1024) döneminde, 962 yılında; Lorraine, Saksonya, Franconia, Suabiya, Thüringen ve Bavyera Düklükleri birleştirildi ve Alman kralına Kutsal Roma Cermen İmparatoru olarak taç giydirildi.[13]Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, Salian sülalesinin (1024–1125) yönetimindeyken Kuzey İtalya‘yı ve Burgonya‘yı ele geçirdi. Buna karşı imparatorlar, başa geçme konusunda çekişmelere girince güçlerini kaybettiler.[14] Hohenstaufen Hanedanı‘nın (1138–1254) yönetimi altında, Alman prensleri, güney ve doğudaki Slav topraklarındaki etkilerini arttırdılar. Buraya yerleşen Alman göçmenler Hansa Birliği‘ni kurarak ticarette geliştiler ve o günün Avrupa‘sına göre, oldukça zengin duruma geldiler.[15]

İmparatorlukta prens seçimi kurulu (1341 Parşomeni)

1356′da ilan edilen fermanla hükümdarlık seçimi ile ilgili bir takım değişiklikler yapıldı. Buna göre kralı, başpiskoposluklardan ve etkili eyaletlerdeki prenslerin katılımıyla oluşan yedi kişilik bir heyet seçecekti.[16] 15. yüzyıldan itibaren, kral sadece Habsburg Hanedanı‘na üye kişilerden olmuştur.

1517′de Martin Luther görevini kötüye kullanan Roma Katolik Kilisesi‘ne karşı 95 maddelik bir bildiri hazırlayarak Protestan Reformunu başlattı. 1530′dan sonra, Luthercilik Katolik Kilisesi‘nden ayrıldı ve birçok Alman Eyaletinde resmi din kabul edildi. Bunun üzerine, Alman ülkesini harap eden Otuz Yıl Savaşları (1618–1648) başladı.[17] Alman eyaletlerindeki nüfus yaklaşık %30 oranında azaldı.[18] 1648′de imzalanan Vestfalya Antlaşması bu din savaşını bitirdi. Savaşın sonunda krallık, birçok bağımsız eyalete ayrıldı. 1740′dan sonra, Avusturya‘da hüküm süren Habsburg Hanedanı ve Prusya Devleti, Alman eyaletlerini kendi yanlarına çekip ülkeye tamamen hükmetmeye çalıştılar. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu 1806 yılında Napolyon Savaşları sırasında tamamen yıkıldı.[19]

Restorasyon ve İhtilal (1814–1871)

Frankfurt Meclisi ,1848

Napolyon Bonapart‘ın tahttan düşmesinden sonra 1814 yılında toplanan Viyana Kongresi‘nde alınan kararlarla Alman Konfederasyonu adı altında 39 tane bağımsız Alman eyaleti kuruldu. Bu konfederasyonun liderliğine Avusturya-Macaristan İmparatorluğu seçildi. Viyana Kongresi‘ne tepki olarak Avrupa‘nın çeşitli ülkelerinde ayaklanmalar çıktı. Özellikle Almanya’da bilim ve felsefede görülen gelişme ve liberalizm akımı halkların haklarını aramasında temel etken oldu. Bu süreçte Alman halkının çoğunluğu Fransız Devrimi‘den ve milliyetçilik akımından etkilendiler. Halk, ulusal birliğin sağlanmasını istiyordu. Seçilen Kurucu Meclis, 13 Mayıs 1848′de Frankfurt‘ta bir anayasa hazırlamak için toplandı. 28 Mart 1849′da anayasa kabul edildi. Bu hareketi temsil eden siyah, kırmızı ve altın sarısı renkler daha sonra Almanya Bayrağı‘na renk vermiştir.[20]

1848 Devrimleri sonucunda Fransa‘da cumhuriyet ilan edildi. Bu hareketin başarıya ulaşması üzerine Alman entelektüeller ve halk da ihtilal başlattılar.[21] Başlangıçta hükümdarlar talep edilen liberal hakları onayladı. Prusya kralı IV. Friedrich Wilhelm‘e bir takım hakları alınmış şekilde krallık önerildi. Fakat o, bunu reddetti. Çünkü kabul etseydi, tacı Tanrının inayetinde değil, meclisin huzurunda giyecek ve meclise bağlı olacaktı.[22] Ölümünden sonra yerine I.Wilhelm geçti. 1862 yılında, başbakanlığa Otto von Bismarck‘ı atadı. Bismark Danimarka’yla 1864 yılında yapılan savaşta bir kısım yerleri ele geçirdi. Ertesi yıl yapılan savaşlarda Avusturya ordusunu mağlup ederek Kuzey Almanya Konfederasyonu‘nu kurdu. Avusturya bu konfederasyonun dışında bırakıldı.

Alman İmparatorluğu (1871–1918)

Versailles’da Alman İmparatorluğu’nun kurulması, 1871. Bismarck ortadaki beyaz üniformalı

Bilinen ulusal temellere dayalı modern Almanya yapılan düzenlemelerle 1871′de kuruldu. Ülkenin kurucusu Prusya Krallığı‘ydı. Fransa-Prusya Savaşı‘ndan sonra, 18 Ocak 1871′de Versailles‘da alınan kararlarda imparatorluk ilan edildi.[23] İmparatorluğa Hohenzollern Hanedanı hükmetti. Başkent Berlin yapıldı. İmparatorluk tüm dağınık Alman devletçiklerini içine alarak kuruldu fakat Avusturya bu birliğin dışında bırakıldı. Ülke 1884′den itibaren Avrupa dışında sömürgeler kurmaya başladı[24].

İmparatorluğun inşaası sırasında tahtta olan I. William dış siyasette Almanya’yı diğer büyük devletler gibi güçlü ve güvenli bir duruma getirmek için uğraşmıştır. Fransa‘dan diplomatik olarak uzak durulmaya çalışılmış, savaştan kaçınılmıştır. II. Wilhelm döneminde, Almanya, diğer Avrupa güçleri gibi emperyal bir politika izlemiş ve zaman zaman sömürgeleri konusunda komşu devletlerle sürtüşmeye girmiştir. Bu, bir takım dostlukları zedelemiş ve Almanya’ya karşı Fransa, Birleşik Krallık ve Rusya İmparatorluğu bir anlaşma imzalayarak kutup oluşturmuştur. Almanya ise sadece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile ittifak kurabilmiştir.[25]

Almanya’nın emperyal politikası ülke dışına taşmış ve devlet diğer Avrupa güçleri gibi Afrika‘nın paylaşımına katılmıştır. Berlin Konferansı‘nda bu kıta Avrupa güçlerine pay edilmiştir. Almanya’nın payına Alman Doğu Afrikası, Alman Kuzey-Batı Afrikası, Togo ve Kamerun düştü. Büyük güçler arası Afrika’da olan bu mücadele I. Dünya Savaşı‘nın nedenlerinden biri olacaktı[26].

28 Haziran 1914′te, Saraybosna‘da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu prensi Arşidük Franz Ferdinand‘a suikast düzenlenmesi I. Dünya Savaşı‘nı başlattı. Almanya’nın aralarında bulunduğu İttifak Devletleri, İtilaf Devletleri‘ne karşı 4 yıl süren savaşlar sonucunda başarısız oldu. Almanya’da kasım 1918′de ihtilal yaşandı ve imparator II. Wilhelm, tahttan feragat etmek zorunda kaldı. 11 Kasım’da ateşkes ilan edildi. 28 Haziran 1919′da Versailles Barış Antlaşması imzalandı. Fakat anlaşma şartları Almanya’yı küçük düşürücü bulundu, bu durum ülkede milliyetçiliği arttırdı ve halk yavaş yavaş nasyonal sosyalizm akımı etrafında birleşmeye başladı.[27]

Weimar Cumhuriyeti (1919–1933)

Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg

Başarılı geçen Kasım 1918 ihtilalinin ardından cumhuriyet ilan edildi. Sosyal demokrat Devlet Başkanı Friedrich Ebert tarafından 11 Ağustos 1919′da kuruluşu ilan edilen devlet, adını millî meclisin yeni anayasayı oluşturmak için toplandığı Weimar kentinden alır. Daha önce Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht 1918 yılında Almanya Komünist Partisi‘ni kurmuşlardı. Bunun dışında Alman İşçi Partisi ise 5 Ocak 1919′da kuruldu. Parti daha sonra, 24 Şubat 1920′de Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi‘ne dönüştürecekti. Bu önemli partilerin dışında kurulmuş olan yüzlerce parti daha vardı.

Büyük Bunalım‘dan, Versailles Antlaşması tarafından dikte edilen ağır barış koşullarından ve uzun bir dizi istikrarsız hükûmetlerden zarar gören Almanya’daki siyasi kitleler, siyasi sistemleri olan parlamenter sistem‘le kendilerini daha az özdeşleştirmeye başlamışlardı. Yaygın bir sağcı (monarşist, völkisch, ve nasyonal sosyalist) Dolchstoßlegende yani Almanya’nın I. Dünya Savaşı‘nı askeri yenilgi sebebiyle değil de Alman Devrimi sebebiyle kaybettiğini iddia eden bir siyasi mit bu durumu daha da kötüleştirmişti. Diğer taraftan, radikal solcu komünistler, örneğin Spartaküs Birliği, “kapitalist yönetimi” olarak gördükleri sistemi bir “Räterepublik” kurmak amacıyla yıkmak istiyorlardı[28].

Birçok parti tarafından yarı askerî (paramiliter) güçler kurulmuştu ve siyasi sebeplerle binlerce cinayet işlenmişti. Paramiliter güçler seçmenlerin gözünü korkutmakta ve zaten yüksek işsizlik oranları ve yoksulluktan muzdarip olan halkta şiddet ve nefret tohumları ekmekteydiler. Bir dizi başarısız kabineden sonra, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, hem pek fazla alternatif görememesinden hem de sağcı danışmalarının baskısı sebebiyle, 30 Ocak 1933′te Adolf Hitler‘i Almanya Şansölyesi olarak atamıştır.[28]

Üçüncü İmparatorluk (1933-1945)

Adolf Hitler, Üçüncü İmparatorluğun şansölyesi (1933).

Bir okul binasına bayraklarla beraber asılmış “Ja dem Führer!” (Führer için Evet!) afişi (1934)

27 Şubat 1933′te, Alman Parlementosu kundaklandı. Ertesi gün bazı temel demokratik haklar kaldırıldı. Hitler, tüm yasama ve yürütme yetkilerini kendinde topladı. Bununla ilgili karar mecliste alınırken Almanya Sosyal Demokrat Partisi tasarının karşısında durdu; fakat komünistlerin meclisteki 81 sandalyesi, bu kararın çıkmasına engel olamadı.[29] Yine anayasada yapılan bir takım değişiklikler ülkede tek parti rejiminin ortaya çıkmasını sağladı. Endüstri alanına kotalar konuldu. Böylece sanayi sadece yeteri kadar temel ihtiyaç maddesi üretecek, bunun dışında tüm üretim gücünü silah sanayine kaydıracaktı.[30] 1936′da Alman birlikleri Versailles Antlaşması‘na göre silahsız bölge olan Ren-Ruhr Bölgesi‘ne girdiler. Birleşik Krallık Başbakanı Neville Chamberlain‘in olayı Yatıştırma politikasının yetersiz olduğu görüldü. Bundan cesaret alan Hitler 1938′den itibaren yayılma politikasını uygulamaya başladı. İki cephede birden savaşmaktan çekinen Hitler, Sovyetler Birliği ile, daha sonra kendisinin bozacağı, Molotov-Ribbentrop Saldırmazlık Paktı imzaladı.

1939′da, milliyetçiliğin aşırıya kaçması sonucu Almanya, Polonya’yı ,Yıldırım savaşı taktiğiyle işgal etti. Bunu takip eden iki günde Britanya ve Fransa savaş deklarasyonları yayınlayarak Almanya’ya savaş ilan ettiler. Bu, II. Dünya Savaşı‘nın başlaması anlamına geliyordu. Almanya çok seri bir biçimde Avrupa‘nın önemli bir kısmını direk ya da dolaylı yoldan kontrol etmeyi başardı.

II. Dünya Savaşı sonrası Berlin, Potsdamer Platz 1945.

22 Temmuz 1941′de, Hitler, Sovyetler Birliği ile yapılan paktı tek taraflı feshetti, Doğu Cephesi‘ni açtı ve Barbarossa Harekatı‘nı başlattı. Kısa bir süre sonra Japon İmparatorluğu, Birleşik Devletler’in Pearl Harbor üssüne saldırı düzenledi. Almanya, Birleşik Devletler‘e savaş ilan etti. Alman ordusunun, Sovyetler Birliği’ne karşı savaş başlangıcında hızla geliştirdiği saldırılar Stalingrad Savaşı‘yla son buldu. Moskova yolunu açmak için yapılan bu savaşta Alman orduları yenildi. Ardından, Alman orduları doğu cephesinden geri çekilmek zorunda kaldı. Normandiya Çıkarması, savaşın batı cephesindeki dönüm noktası oldu. Müttefik kuvvetleri, Normandiya sahillerine çıkarma yaparak hızlı bir şekilde Alman hakimiyetindeki bölgelerde ilerlediler. Bu, Almanya için savaşın sonu oldu. 8 Mayıs 1945′te Kızıl Ordu, Berlin‘i kontrolü altına aldı.

Nasyonal sosyalist hükûmet, daha sonraları Holokost olarak tanımlanacak soykırımla, Yahudileri, komünistleri, Romanları, eşcinselleri, Yehova’nın Şahitleri‘ni, politik rakiplerini, papazları, zihinsel özürlüleri ortadan kaldırma politikası izledi. Nazi Almanyası döneminde yaklaşık on bir milyon kişi Holokost’ta soykırıma uğradı. Bunların altı milyonu Yahudi, üç milyonu Polonyalıydı. II. Dünya Savaşı ve Almanya’nın işlediği soykırımlar, Avrupa‘da yaklaşık 35 milyon insanın canına mal oldu.[31]

Bölünme ve Birleşme (1945–1990)

Ana maddeler: Batı Almanya ve Doğu Almanya

1949′dan sonra iki Alman Devleti’ne ve bölünmüş şehir Berlin‘e II. Dünya Savaşı’nı kazanan güçler tarafından şekil verildi. Batı Almanya Amerikan, İngiliz ve Fransız yönetimi altında, Doğu Almanya ise Sovyetler yönetimi altında düzenlendi.

Savaş yaklaşık on milyon asker ve sivil Alman‘ın ölümüyle sonuçlanmıştı. Oder nehrinin doğusundaki geniş topraklar kaybedilmiş; yeni sınırlar dışında kalan başka ülkelerdeki on beş milyon Alman, bu ülkeler tarafından sınırdışı edilmiş; birçok büyük şehir tahribe uğramıştı. Geriye kalan ulusal bölge ve Berlin, Müttefikler tarafından dört askeri bölgeye ayrılmıştı.

Batı bölgeleri kontrol eden Fransa, Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler bölgelerini birleştirip, 23 Mayıs 1949′da Almanya Federal Cumhuriyeti‘ni (Bundesrepublik Deutschland, veya BRD) kurdular; 7 Ekim 1949′da, Sovyet bölgesi, Alman Demokratik Cumhuriyetine (Deutsche Demokratische Republik, veya DDR) dönüştürüldü. Bunlar; “Batı Almanya” ve “Doğu Almanya”, ve Berlin’in iki parçası “Batı Berlin” ve “Doğu Berlin” olarak anıldı. Doğu Almanya, Doğu Berlin’i başkent ilan etti, buna karşılık Batı Almanya başkentini Bonn yaptı.

Batı Almanya, Federal Parlamenter Cumhuriyeti ilan etti ve Birleşik Devletler, Fransa ve Birleşik Krallık ile işbirliğine giderek pazar ekonomisine ağırlık verdi. Ülke, 1950′lerin başından itibaren hızla ekonomik gelişme içine girdi. Batı Almanya, aynı zamanda 1955′te NATO‘ya katıldı; 1958′de Avrupa Topluluğu‘nun altı kurucu ülkesi arasında yer aldı[32]

Doğu Almanya, Varşova Paktı‘nı imzalayarak Sovyetler Birliği‘nin askeri ve politik kontrolü altındaki Doğu Bloğu ülkelerinden biri haline geldi. Demokrasi haklarına karşın, politik güç yalnızca önde gelen üyeler (Politburo) tarafından düzenlendi. Güçleri Ministerium für Staatssicherheit tarafından sağlanıyordu, geniş bir alana yayılmış gizli servis ve hükûmetteki Sosyalist Birlik Partisi’nin birçok kenar mahalle organizasyonu toplumdaki her türlü görüşü takip ediyordu. Halkın temel ihtiyaçları çok ucuz fiyatlara devlet tarafından karşılanıyordu. Sovyetler benzeri planlı ekonomi kuruldu; Sonra, Doğu Almanya Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi‘nin bir üyesi oldu. Ülkenin sosyal programını anlatan ve bunun faydalarından bahseden komünist propagandaya rağmen birçok vatandaş, Batı’daki politik özgürlük ve ekonomik refaha hayranlık duyuyordu.[33] Berlin Duvarı,1961 yılında Doğu Almanya’dan, Batı Almanya’ya kaçışları önlemek üzere inşa edildi ve Soğuk Savaş‘ın simgesi oldu.

Berlin Duvarı, Brandenburg Kapısı‘nın önünde. 1989′dan sonra kapı açılmıştır.

Doğu ve Batı Almanya arasındaki tansiyon, başbakan Willy Brandt‘ın Ostpolitik politikası ile azaldı. Doğu Almanya’dan, Batı Almanya’ya yapılan göçlerin artışına karşı Doğu Almanya hükûmeti, sınırlardaki geçiş engellerini hafifletti ve vatandaşlarının Batı Almanya’ya gezilerine izin verdi. Artan halk baskıları karşısında Doğu Almanya, sınırlarını açtı.En nihayetinde, Alman yeniden birleşmesi, 3 Ekim 1990′da sağlandı. Yapılan anlaşmalarla, bu devletleri kuran dört büyük güç haklarından vazgeçti ve Almanya tam bağımsızlığına kavuştu. Berlin ülkenin resmi başkenti ilan edildi, Bonn ise bazı bakanlıkların merkezi oldu.[34]

Birleşmeden beri Almanya, NATO ve Avrupa Birliği içinde aktif rol almaktadır. Almanya Balkanlar‘a barış gücü göndermiştir.Ayrıca Alman Ordusu, Afganistan Savaşı‘nda Taliban‘ın devrilmesinden sonra, güvenliğin sağlanması için Afganistan‘a giden NATO ordusu içinde rol üstlenmiştir.[35] Bu askeri harekatlar çok tartışıldı, çünkü II. Dünya Savaşı‘ndan sonra ülkenin sadece savunma adına asker bulundurması kabul edilmiş, ülke dışına asker göndermesi, yasalarca engellenmişti. Buna karşın meclis, barış gücü için bunun gerçekleştirilebileceğini kabul etti.

Coğrafya

Topografik harita.

Almanya sınırları 357,021 km²‘lik bir alanı kaplar. Bunun 349,223 km²’si karadan, 7,798 km²’si su kaynaklarından oluşur. Almanya, yüzölçümü bakımından Avrupa‘nın yedinci, Dünya‘nın altmış üçüncü büyük ülkesi konumundadır. Yükselti; güneydeki Alp Dağları‘ndan , kuzeydeki Kuzey Denizi‘ne (Nordsee) ve kuzeybatıdaki Baltık Denizi‘ne (Ostsee) doğru azalmaktadır. Ülkenin en yüksek noktası, Alpler üzerinde bulunan 2.962 m yükseklikteki Zugspitze noktasıdır. Orta Almanya’daki ağaçlanmış konumdaki yaylalar ile kuzeydeki alçak seviyedeki ovalara ulaşım; Rhine, Tuna ve Elbe[36] gibi, Avrupa’nın bazı önemli büyük nehirleri ile sağlanır.

Almanya sınırlarının hepsini Avrupa Birliği üyesi ülkelerle paylaşır. Ülkenin komşuları kuzeyde Danimarka, doğuda Polonya ve Çek Cumhuriyeti, güneyde Avusturya ve İsviçre, batıda Fransa ve Lüksemburg, kuzeybatıda Belçika ve Hollanda‘dır.

ALMANYA’dan yönler
Flag of the Netherlands.svg Hollanda ve NASA NorthSea1.jpg Kuzey Denizi Kuzey Denizi,
Flag of Denmark.svg Danimarka
ve Baltık Denizi
Baltık Denizi
Flag of the Netherlands.svg Hollanda,
Flag of Belgium.svg Belçika,
Flag of Luxembourg.svg Lüksemburg,
ve Flag of France.svg Fransa
Compasspoint-nw.png K Compasspoint-ne.png
B RoseVents.svg D
Compasspoint-sw.png G Compasspoint-se.png
Flag of Poland.svg Polonya
ve Flag of the Czech Republic.svg Çek Cumhuriyeti
Flag of France.svg Fransa ve Flag of Switzerland.svg İsviçre Flag of Switzerland.svg İsviçre
veFlag of Austria.svg Avusturya
Flag of the Czech Republic.svg Çek Cumhuriyeti
ve Flag of Austria.svg Avusturya

Eyaletler

Almanya; her biri alt bölgelere ayrılmış toplam 13 eyalet (Bundesländer) ve 3 serbest şehir içerir.

Eyalet Başkent Alan (km²) Nüfus
Baden-Württemberg Stuttgart 35.752 10.744.921
Bavyera Münih 70.552 12.538.696
Berlin 892 3.460.725
Brandenburg Potsdam 29.479 2.503.273
Bremen Bremen 419 660.706
Hamburg 755 1.772.100
Hessen Wiesbaden 21.115 6.067.021
Mecklenburg-Vorpommern Schwerin 23.180 1.642.327
Aşağı Saksonya Hanover 47.624 7.918.293
Kuzey Ren-Vestfalya Düsseldorf 34.085 17.845.154
Rheinland-Pfalz Mainz 19.853 4.012.675
Saarland Saarbrücken 2.569 1.017.567
Saksonya Dresden 18.416 4.149.477
Sachsen-Anhalt Magdeburg 20.446 2.356.219
Schleswig-Holstein Kiel 15.799 2.830.417
Thüringen Erfurt 16.172 2.235.025
Toplam (Sayım: 31 Aralık 2009 357.123 81.802.257

Almanya’nın en büyük şehirleri

Almanya büyük şehir ve merkezleri
Almanya’da istatistik ofislerinin listesi 24 Aralık 2010 [3]

Sıra Şehir ismi Eyalet Nüf. Sıra Şehir ismi Eyalet Nüf.
Berlin
Berlin
Hamburg
Hamburg
1 Berlin Berlin 3,471,756 11 Dresden Saksonya 523,058 Münih
Münih
Köln
Köln
2 Hamburg Hamburg 1,786,448 12 Leipzig Saksonya 522,883
3 Münih Bavyera 1,353,186 13 Hannover Aşağı Saksonya 522,686
4 Köln Kuzey Ren-Vestfalya 1,007,119 14 Nuremberg Bavyera 505,664
5 Frankfurt Hessen 688,664 15 Duisburg Kuzey Ren-Vestfalya 489,599
6 Stuttgart Baden-Württemberg 606,588 16 Bochum Kuzey Ren-Vestfalya 374,737
7 Düsseldorf Kuzey Ren-Vestfalya 598,786 17 Wuppertal Kuzey Ren-Vestfalya 349,721
8 Dortmund Kuzey Ren-Vestfalya 580,444 18 Bonn Kuzey Ren-Vestfalya 324,899
9 Essen Kuzey Ren-Vestfalya 574,635 19 Bielefeld Kuzey Ren-Vestfalya 323,270
10 Bremen Bremen 547,340 20 Mannheim Baden-Württemberg 313,174

 

İklim

Bavyera‘dan Alplere bir bakış

Almanya’nın geneli, nemli batı rüzgarlarının üstünlük kurduğu ılımlı bir iklime sahiptir. İklim; Gulf Stream‘in etkisi altındaki Kuzey Atlantik Akıntıları tarafından etkilenmektedir. Bu ısıtıcı sular, Kuzey Denizi sınırlarındaki Jutland Yarımadası ve Ren Bölgesi dahil olmak üzere birçok bölgeyi etkilemektedir. Sonuç olarak kuzeybatı ve kuzey bölgelerinde iklim okyanusal iklimdir; yağış yaz boyunca maksimuma çıkmak üzere her dönem sürer[37].

Kışları ılımlı ve yazları serindir, buna karşın sıcaklık çoğu zaman 30°C‘yi (86°F) aşabilmektedir. Doğuda ise iklim daha karasaldır; kışlar çok soğuk, yazlar çok sıcak ve kuru olabilmektedir. Orta ve güney Almanya ise farklı olarak karasal ve okyanusal iklim arasında bir geçiş bölgesidir. Yine, en yüksek sıcaklık yazın 30°C‘yi (86°F) aşabilmektedir.[38][39]

Biyolojik çeşitlilik

Geyik çeşitleri, geniş bir yabani ortama yayılmıştır

Almanya; Avrupa’nın Orta ve Atlantik bölgelerinde bulunmasıyla birçok hayvan ve bitki çeşidini barındırmaktadır. Ülke, dört ana Ekobölgeye ayrılır: Atlantik ormanları, Baltık ormanları, Orta Avrupa ormanları ve Batı Avrupa ormanları.[40] Almanya’nın geneli, işlenebilir toprak (%33) ve Silvikültürler, ormanlar (%31) ile kaplanmıştır. Sadece %15′lik bir kısım kalıcı çayırlarla kaplıdır.

Ülkenin üçte birinden fazlası ormanlarla kaplanmıştır

Bitki ve hayvan çeşidi genellikle Orta Avrupa ile aynıdır. Kayınlar, meşeler ve diğer yaprak döken ağaçlar, ormanların üçte birini teşkil etmektedir; ağaçlandırma ile kozalaklı ağaçlar artış göstermektedir. Ladin ve köknar ağaçları dağların üst kısımlarını domine etmiş durumdadırlar, buna karşı çam ve karaçam, kumlu arazilerde bulunur. Ülkede birçok eğreltiotu, çiçek, mantar ve karayosun çeşidi bulunur. Balık, Kuzey Denizi‘nde ve nehirlerde bulunur. Yabani hayvan çeşitleri genel olarak geyik, yaban domuzu, yabani koyun, tilki, porsuk, yabani tavşan ve kunduzdan oluşur. İlkbahar ve sonbaharda birçok çeşit göçmen kuş, Almanya’dan geçer.

Almanya’daki Milli Parklar şunlardır: Schleswig-Holstein Wadden Denizi Ulusal Parkı, Hamburg Wadden Denizi Ulusal Parkı, Aşağı Saksonya Wadden Denizi Ulusal Parkı, Jasmund Ulusal Parkı, Vorpommern Lagün Bölgesi Ulusal Parkı, Müritz Ulusal Parkı, Aşağı Oder Vadisi Ulusal Parkı, Harz Ulusal Parkı, Sakson İsviçre Ulusal Parkı ve Bavyera Ormanı Ulusal Parkı.

Almanya hayvanat bahçeleri, yabani yaşam parkları , sualtı parkları, ve kuş parkları ile ünlüdür.[41] 400′den fazla kayıtlı hayvanat bahçesi ve doğa parkıyla ülke, dünyada bu alanda bir numaradır.[42] Berlin Zoolojik Bahçesi, Almanya’nın en eski ve günümüzde Dünya‘nın en çok hayvan çeşidine sahip hayvanat bahçesidir.[43]

Çevre

Almanya, Rüzgâr enerjisini ve Güneş enerjisini Dünya’da en çok kullanan ülkedir

Almanya, çevre bilinci yerinde bir ülke olarak bilinir.[44] Çoğu Alman, insanın yaptıklarının, Küresel Isınma‘nın en önemli nedeni olduğunu bilir.[45] Ülke, Kyoto Protokolü‘nü ve birçok diğer çevre güvenliği anlaşmasını imzalayarak, az emisyon stardardına uymaya, geri dönüşümü arttırmaya ve yenilenebilir enerji kaynakları kullanımının yaygınlaştırılmasına söz vermiştir.[46]

Kaya kartalı, avlanılmasına karşı koruma altına alınmıştır

Alman hükûmeti, çevreye zararlı maddelerin azaltılması yolundaki geniş aktiviteleriyle, bu amaca öncülük etmiştir ve günümüzde de bu aktivitelerin bir sonucu olarak ülkedeki zararlı kimyasal madde oranı azaltılmaktadır.[47] Almanya, kişi başına düşen karbondioksit oranında Avrupa Birliği içinde birinci sırada yer almasına karşı; Avustralya, Kanada, Suudi Arabistan ve Amerika Birleşik Devletleri‘ne göre oldukça düşük bir orana sahiptir.

Kömür yakımı ve endüstri atıklarından gelen emisyon, hava kirliliğine sebep olmaktadır. Sülfürik asit tarafından oluşturulan Asit yağmurları, ormanların zarar görmesine neden olmaktadır. Baltık Denizi’ne Doğu Almanya tarafından, kanalizasyon atığı ve endüstri artığı ile oluşturulan kirlilik azaltıldı. Gerhard Schröder yönetimindeki hükûmet zamanında elektrik üretimi adına nükleer enerji kullanımının bitirilmesinin planlandığı açıklandı.

Almanya; Avrupa Birliği ile, AB’nin fauna, flora ve habitat’ının korunması amacıyla çalışmaktadır. Almanya’nın son buzul bölgesinin bulunduğu Alp bölgesindeki buzullar, erimeye maruz kalmaktadır.

Yönetim

Berlin’de, parlâmentonun toplandığı Reichstag

Almanya; federal, parlamenter, temsili demokrasili bir cumhuriyettir. Alman politik sistemi 1949′da ilan edilen anayasayla, bilinen adıyla Grundgesetz ile, temellendirilmiştir. Grundgesetz adıyla anılan doküman, Verfassung sözüne (anayasa) karşı tercih edilmiştir; çünkü ülke o zaman iki ayrı devletti ve Grundgesetz’i yazanlar, Almanya birleştiğinde bunun asıl anayasayla değiştirilebileceğini vurgulamak istemişlerdir. Grundgesetz üzerinde değişikliklerin önerilmesi için parlamentonun üçte ikilik çoğunluğu gerekmektedir; temel hakları koruyan maddeleri, güçlerin ayrılığını, federal yapılanmayı ve anayasayı kaldırmaya yönelik teşebbüşlere direnişi, daima yasal ve değiştirilemez kılar.[48] Grundgesetz, 1990′daki Alman yeniden birleşmesinden sonra küçük değişikliklerle günümüzde varlığını sürdürmektedir.

Federal Başkan, Joachim Gauck

Bundeskanzler (Federal Şansölye) —şu an Angela Merkel‘dir – hükûmetin başıdır ve yürütmeyi gerçekleştiren kişidir, görevleri itibariyle Parlamenter demokrasilerdeki başbakan ile benzerdir . Ana yasama organı Bundestag ve on altı eyaleti temsil eden, yasaların yapılmasına katılan anayasal organ Bundesrat, federal yasama organlarıdır. Bu iki yapı yasa yapar. Bundestag’ta 614 milletvekili bulunur. Bu milletvekilleri dört yılda bir seçilir ve Alman halkını temsil eder. Seçim sistemi çoğunluk sistemi ve nispi temsil sisteminin bir karışımıdır. Bundesrat üyeleri on altı eyaletten seçilmiş kişilerden oluşur ve bunlar eyalet kabinelerinde de bulunur. Her eyalet hükûmeti, kendi delegesini herhangi bir zamanda değiştirme hakkına sahiptir.

Bundespräsident (Federal Başkan) —şu an Joachim GauckDevlet başkanı, sembolik görevleri ve güçleriyle öncelikli yetkilidir. Görevini beş yıllık bir dönem için icra eder. Bir diğer dönem için yeniden seçilebilir. Kısmen Federal Meclis üyeleri, kısmen ise on altı eyaletin parlamentolarınca seçilen ve Federal Meclis üyelerine eşit sayıda üyelerden oluşan bir kurul tarafından seçilir. Bundestag başkanı, protokol bakımından resmi olarak ikinci sırada yer alır. Protokolde üçüncü sırada ise Şansölye gelir. Bundestag tarafında seçilen şansölye, Cumhurbaşkanı tarafından atanır.

1949′dan beri seçimler ve bakanlıklar Hıristiyan Demokrat Birliği ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi tarafından kazanılmıştır. Buna karşı, az bir kesim tarafından desteklenen, liberal parti olan Liberal Demokrat Parti (1949′dan bu yana hep mecliste yer almıştır) ve Birlik 90/Yeşiller (1983′ten bu yana meclistedir) Bundestag‘ta önemli rol üstlenmektedir[49]. Bu partiler koalisyon hükûmetlerde küçük roller almaktadır.

Dış ilişkiler

Almanya, kuruluşundan beri Avrupa Birliği içinde lider rol oynamaktadır. II. Dünya Savaşı‘ndan beri ülke, Fransa ile yakın ilişki içindedir. Bu dostluk özellikle 1980′ler sonunda ve 1990′ların başında, Hristiyan Demokrat Helmut Kohl ve Sosyalist François Mitterrand önderliğinde oldukça güçlendi. Almanya, Avrupalı devletlere yeni teknolojilerin bulunmasında, birleşik ve duyarlı Avrupa politikası oluşturulmasında, defans ve güvenlik cihazları yapımında öncülük etmektedir.[50]

23 Mayıs 1949′dan, Batı Almanya’nın kuruluşundan beri ülke, gerek yakın geçmişi gerekse işgal altına girmesi nedeniyle varolan dış ilişkisindeki zayıflığının farkına vardı.[51] Soğuk Savaş süresince, Almanya’nın Doğu Bloğu tarafındaki parçası, Avrupa’da siyasi anlamdaki Doğu-Batı geriliminin sembolü oldu. Buna karşı 1970′lerde, Willy Brandt‘ın Ostpolitiki détentenin ana faktörü oldu .[52] 1999′da, Şansölye Gerhard Schröder‘in hükûmeti temel Alman temel dış politikasında farklı bir karar alarak NATO’nun Yugoslavya’ya yaptığı operasyona asker gönderdi. Böylece Alman askerleri, II. Dünya Savaşı‘nda beri ilk kez yurtdışına çıkmış oldu.[53]

Angela Merkel, G8‘e ev sahipliği yaparken

Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri yakın dosttur.[54] 1948′tee Marshall Planı ile, ABD hükûmeti, Almanya’nın savaş sonrasında tekrar endüstrisinin kurulmasına yardım etmiştir. Ayrıca ABD yine savaş sonrası Almanya’daki yiyecek krizi konusunda yardımlarda bulunmuştur. Irak Savaşı sırasında Almanya, Amerikan hükûmetine soğuk davranarak AB ile ABD’nin ortak hareket etmesine dayanan Atlantisizm tezini bozmuşlardır. Buna karşı iki ülke arasında yakın bir sosyo-kültürel ilişki bulunmaktadır.[55] İki ülke ayrıca ekonomik olarak birbirine oldukça bağımlıdır: Almanya’nın ithalatının %8.8, ihracatının ise %6.6′sı Amerika Birleşik Devletleri‘ne aittir.[56] Yine Amerika Birleşik Devletleri %8.8′lik ithalâtını, %9.8′lik ihracatını Almanya ile yapar.[56] Bir diğer yakınlık, Amerika’daki etnik gruplarla ilgilidir. Ülkedeki en büyük azınlığı Alman vatandaşları oluşturur.[57]. Ayrıca Kaiserslautern‘in yakınlarındaki Ramstein Havaalanı Amerikan Ordusu’nun kendi toprakları dışındaki en büyük üssüdür.[58]

Gelişim yardımları

Federal Almanya Cumhuriyeti’nin gelişim yardımları, resmi ülke politikasından bağımsızdır. Bu yardımlar, Ekonomik Dayanışma ve Gelişme Bakanlığı (BMZ) tarafından düzene konur ve uygulanır. Alman hükûmeti bu yardımları uluslararası bir sorumluluk olarak görür.[59]

Almanya, 2007 yılında gelişim yardımları ve insani yardımlar adına 8.96 milyar avro kullanmıştır. Bu bir önceki yıl olan 2006′ya göre %5.9 artış demektir. Böylece ülke, Amerika Birleşik Devletleri‘nden sonra en çok bağışta bulunan ülke konumuna gelmiştir.[60] Almanya, her yıl ülke bütçesinin %0,37′sini bu yardımlara harcamaktadır ve hükûmetin 2010 hedefi bunu %0,51′e çıkarmaktır.

Askeriye

Ana madde: Bundeswehr

Mecklenburg-Vorpommern savaş gemisi, Lübnan‘daki geçici güç çerçevesinde Lübnan sahillerinde.

Alman Ordusu ya da diğer adıyla Bundeswehr, Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri ve Merkezi Tıp Servisi‘nden oluşur. Askeri hizmet 18 yaşını geçmiş her erkek vatandaş için zorunludur ve dokuz aydır. İsteyen kişiler, askerlik görevi yerine gönüllü olarak Zivildienst (bir tür sosyal görev) ya da altı yıl boyunca gönüllü olarak; Kızıl Haç, itfaiye gibi bir acil vaka ekibinde görev alabilir. 2003 yılı verilerine göre ülke GSYİH‘nin %1.5′i askeriyeye harcanmaktadır.[36] Barış zamanı; Bundeswehr, savunma bakanı tarafından kontrol edilir. Eğer Almanya bir savaşa katılırsa, bu durumda Alman Şansölyesi Bundeswehrin yönetimini ele alır.[61]

Bir Eurofighter gösteri uçuşunda

Şu anda Bundeswehr’de görevli 230.000 profesyonel asker, 55.000 18-25 yaş arası zorunlu askeri hizmetini yerine getiren asker ve 2.500 aktif yedek güç bulunur.[62] Aşağı yukarı 300,000 yedek asker ordu gücü için hazırdır.[63] Bunlar savunma talimlerine katılmaktadırlar ve bir kısmı da yurtdışına yayılmıştır. 2001′den bu yana kadınlar da yasal herhangi bir sınırlama olmaksızın askere alınmaktadır; fakat görev almak zorunlu değildir, isteğe bağlıdır. Yaklaşık 14,500 kadın şu anda aktif görevdedir.[64] Bu sayının içinde barış misyonu amacıyla çeşitli ülkelerde bulunan kadın askerler de vardır. Ülkede şu an iki kadın tıp görevlisi general rütbesinde bulunmaktadır.

Ekim 2006′ya göre; Alman Ordusu; yaklaşık 9,000[64] kişilik askeri güçle yurtdışındaki birçok barış gücünün ortağıdır. Bunlardan 1,180 asker Bosna Hersek‘te; 2,844 asker Kosova‘da; 750 asker EUFOR bünyesinde Demokratik Kongo Cumhuriyeti‘nde; ve 2,800 asker NATO tarafından oluşturulan ISAF bünyesinde Afganistan‘dadır. Şubat 2007′ye göre; Almanya, Afganistan‘daki yaklaşık 3,000 ISAF gücüyle Amerika Birleşik Devletleri (14,000) ve Büyük Britanya‘nın (5,200) ardından en çok askeri güç gönderen 3. ülke konumunda yer almaktadır.[65] Almanya’da, Amerika Birleşik Devletleri tarafından Büchel‘e konuşlandırılmış nükleer silahlar bulunmaktadır.[66]

Demografi

Ana madde: Almanlar

Hamburg, AB içinde başkent olmayan şehirler arasında en kalabalık şehirlerindendir.

82 milyonun üzerindeki vatandaşı ile Almanya; Avrupa Birliği içinde en çok nüfusa sahip ülke konumundadır. Buna karşı ülkede doğurganlık oranı, anne başına 1.39 çocuk ile Dünya ortalaması’nın oldukça altındadır.[36] Federal İstatistik Ofisi tahminlerine göre nüfus 2050 yılında 69-74 milyon arasında olacaktır (69 milyon yıllık +100,000 göçle; 74 milyon yıllık +200,000 göçle).[67] Almanya birçok büyük şehre sahiptir. Bunlardan en büyükleri Berlin, Hamburg, Münih, Köln, Frankfurt ve Stuttgart‘tır. Bununla beraber Almanya’daki birçok kent, birbiriyla kaynaşmış ve geniş yerleşim yerleri meydana getirmiştir. Bunlardan biri de Ren-Ruhr Bölgesidir. Bu bölge; Düsseldorf (KRV‘nin başkenti), Köln, Essen, Dortmund, Duisburg ve Bochum şehirlerini kapsar.

Berlin 3.4 milyon nüfusu ile Almanya’nın en kalabalık şehridir.

Aralık 2004 itibariyle, Almanya’da yaklaşık 7 milyon yabancı, Alman vatandaşlığına geçmiştir. Ülkede ikamet edenlerinden %19′u yabancı veya yabancı kökenlidir. Genç olanlar yaşlı olanlara göre daha yabancı kökenlidir. 15 yaşını aşmış Almanların %30′unun yurtdışında doğmuş en az bir ebeveyni bulunmaktadır. Büyük şehirlerde 5 yaş ve küçük çocukların %60′ının yurtdışında doğmuş en az bir ebeveyni bulunmaktadır.[68]

Ülkedeki en büyük azınlık grubunu (2.7 milyon), Türkiye‘den gelmiş insanlar oluşturur. Diğer azınlıklar ise İtalya‘dan, Sırbistan‘dan, Yunanistan‘dan, Polonya‘dan ve Hırvatistan‘dan gelmiştir.[69][70] Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu listesine göre Almanya, Dünya’da göçmen nüfusu en fazla olan üçüncü ülkesi konumundadır. Bu; Dünya üzerindeki göçmenlerin %5′i yani 191 milyon göçmenin 10 milyonu ya da başka bir tabirle Almanya nüfusunun %12′si demektir.[71] Almanya’nın geçmişte olan fazla zorluk çıkarmayan göç yasaları sayesinde birçok yabancı Alman vatandaşı olmuş ve Alman etniğini tercih etmiştir (Daha çok eski Sovyetler Birliği ülkelerinden). Fakat 2000 yılından itibaren yasalar sertleştirilmiş ve vatandaşlığa geçmek zorlaştırılmştır.[72]

Din

Ana madde: Almanya’da din

Hıristiyanlık, Almanya’da 53 milyon (%64) taraftarla en yaygın olan dini inanıştır.[73] İkinci yaygın inanış ise 3.3 milyon kişi ile İslam dini (4%), daha sonra ise her ikisine inanan toplam 200,000 kişi (0.25) ile Budizm ve Yahudilik gelmektedir. Hinduizm 90,000 inanana sahiptir (0.1%). Almanya’daki diğer tüm dini topluluklar 50,000′den az sayıda (veya %0,05′ten) taraftara sahiptir. Yaklaşık 24.4 milyon Alman ise (29.6%) herhangi bir dine inanmamaktadır[74].

Papa; XVI. Benedictus, Almanya’nın Bavyera eyaletinde doğmuştur.

Protestanlık kuzey ve doğuda; Roman Katolikliği ise güney ve batıda yoğunlaşmaktadır. Tüm inanışlar nüfusun yaklaşık %31′ini kapsamaktadır. Şu anki Papa Benedict XVI Bavyera‘da doğmuştur. Ateistler ve agnostikler de dahil herhangi bir inanca dahil olmayan insanlar nüfusun yaklaşık %29.6′sını oluşturmaktadır ve özellikle eski Doğu Almanya bölgelerinde ve büyük metropol bölgelerinde yaşamaktadırlar.[75]

Çoğu Türkiye‘den gelen Sünniler ve Alevilerden oluşan yaklaşık 3.3 milyon Müslüman nüfusu ile birlikte az sayıda da Şii vardır.[76] Ülke nüfusunun %1.7′sini oluşturan, Ortodoks Mezhebi‘ne bağlı insanların büyük çoğunluğu Sırplar ve Yunanlılardan oluşur.[77] Almanya, Batı Avrupa’nın üçüncü büyük Yahudi nüfusuna sahip ülkesidir.[78] 2004′te, Almanya’ya, İsrail‘de olduğu gibi Sovyet cumhuriyetlerinden gelen Yahudi nüfusu, Almanya’nın Birleşmesi sırasındaki rakam olan 30,000 ile karşılaştırıldığında 200,000′den fazla bir sayıya ulaşmıştır. Yahudi nüfusunun ağırlıklı olduğu şehirler arasında Berlin, Frankfurt ve Münih bulunmaktadır.[79] Yaklaşık 250,000 Budist Almanya’da yaşamaktadır ve bunların %50′si Asya göçmenidir.[80]

2005 yılındaki Eurobarometre Anketi‘ne göre, Alman halkının %47′si “Bir Yaratıcının var olduğuna inanıyorum” düşüncesini desteklerken, %25′i “Bir çeşit ruh veya hayat kaynağının var olduğuna inanıyorum” ve %25′i de “Herhangi bir ruh, yaratıcı veya hayat kaynağının var olduğuna inanmıyorum” düşüncesini benimsemişlerdir.[81]

Dil

Ana madde: Almanca

Avrupa ülkelerinde Almancanın bilinme oranı.

Almanca, Almanya’da resmî ve ağırlıklı olarak konuşulan dildir. Ayrıca bu dil, Avrupa Birliği‘ndeki 23 resmî dilden biridir ve Avrupa Komisyonu‘nun İngilizce ve Fransızcayla beraber üç çalışma dilinden biridir. Bilinen daha az konuşulan yerel diller ise Danca, Sırpça, Romanca, Romanca, Alçak Almanca ve Frizcedir. Bu diller, resmî olarak Avrupa Bölgesel Diller ve Azınlık Dillerini Koruma Anlaşması tarafından korunmaktadır. Çok kullanılan göçmen dilleri ise Türkçe, Lehçe, Balkan dilleri ve Rusçadır.

Standard Almanca Cermen dilleri grubuna mensuptur ve İngilizce, Felemenkçe ve Frizce ile çok yakın olup aynı sınıflandırmaya sahiptirler. Ayrıca, Standard Almanca az miktarda da Doğu Cermen dilleri (yok olmuşlardır) ve Kuzey Cermen dilleri ile benzerlik göstermektedir. Birçok Almanca kelime Hint-Avrupa dil ailesinin Cermence kolundan türetilmiştir.[82] Önemli azınlık kelimeler ise Latince ve Yunancadan, daha az miktarda da Fransızcadan ve günümüzde de İngilizceden türemektedir. Almanca, Latin alfabesi kullanılarak yazılmaktadır. 26 standart harfe ek olarak, Almanca ä, ö ve ü olmak üzere üç tane umlaut harfe ve Eszett veya scharfes S (keskin S) denilen “ß” harfine sahiptir.

Alman lehçeleri, Standart Almanca‘nın farklılaşmasıyla oluşmuştur. Alman lehçeleri geleneksel yerel türlerdir ve farklı Cermen kabilelerinden günümüze ulaşmıştır. Bu lehçelerin birçokları; sadece Standart Almanca bilen birisi tarafından bile, tam olarak anlaşılamamaktadır; çünkü bilinen Almancadan sözlük, fonoloji ve sözdizimi olarak bazı farklılıkları vardır.

Almanca, dünya çapında yaklaşık olarak 100 milyon kişinin ana dili ve 80 milyon civarında insanın ise ikinci dilidir. Almanca, Avrupa Birliği içinde yaşayan yaklaşık 90 milyon kişinin (%18) ana dilidir. Alman halkının %67′si en az bir yabancı dil ile, %27′si ise kendi dillerinden başka en az iki yabancı dil ile iletişim kurabilmektedirler.[83]

Ekonomi

Almanya 2007 yılında dünyanın önde gelen ihracatçılarındandı.

Almanya Avrupa‘nın en büyük ulusal ekonomisi, dünyada üçüncü en büyük gayri safi yurtiçi hasılaya sahip ülke, satın alma gücü paritesine göre beşinci ülke konumundadır;[84] 2007 yılındaki reel büyüme oranı %2.4′tür. Sanayileşmesinden beri ülke; küresel ekonomide bir lokomotif, yenilikçi ve öncü olarak rol almıştır. “Made in Germany” etiketli ihraç malları ülkenin zenginliğindeki ana unsurdur. Almanya 2006 yılındaki $1.133 trilyon dolarlık ihracatıyla Dünya’nın en fazla ihracat yapan ülkesi olmuştur. Ülke; Avro Alanı ülkeleri dahildir ve 165 milyar avro ticaret fazlasına sahip olmuştur.[85] Toplam gelirinin %70′ini hizmet sektörü, %29.1′ini endüstri alanları ve %0.9′unu da tarım sektörü oluşturmaktadır. Üretilen ürünlerin büyük çoğunluğunu otomobil, makine, metal sanayi ve kimyasal madde kollarındaki mühendislik ürünleri oluşturmaktadır. Almanya dünyadaki rüzgar türbinleri ve güneş enerjisi teknolojisi alanında bir numaralı üreticidir. Her yıl Hannover, Frankfurt ve Berlin gibi birçok Alman şehrinde büyük uluslararası ticaret fuarları ve kongreler düzenlenmektedir.[86]

Frankfurt önemli bir finans merkezidir ve Avrupa Merkez Bankası‘na ev sahipliği yapar

Dünyanın gelirlerine göre sıralanmış en büyük 500 şirketini gösteren Fortune Global 500 sıralamasında Almanya’dan 37 şirket bulunmaktadır. Bunların en büyük on tanesi Daimler, Volkswagen, Allianz SE (en fazla kar yapan şirket), Siemens, Deutsche Bank (2. en fazla kar yapan), E.ON, Deutsche Post, Deutsche Telekom, Metro ve BASF‘tır.[87] En fazla çalışana sahip şirketler ise Deutsche Post, Robert Bosch GmbH ve Edeka‘dır.[88] Dünya çapında bilinen markaları; Mercedes-Benz, SAP, BMW, Adidas, Audi, Porsche, Volkswagen ve Nivea‘dır.[89]

Almanya; kapalı Avrupa ekonomisi ve politik birleşmenin savunucusudur. Ticari kararlarında ise Avrupa Birliği üyelerinin ve AB tek pazar yasalarının kararları doğrultusunda hareket etmektedir. Almanya, Avrupa’nın genel para birimi olan avroyu kullanmaktadır ve Almanya’nın para politikası ile ilgili kararları, diğer Avrozonda olan ülkeler gibi Frankfurt’taki Avrupa Merkez Bankası tarafından verilmektedir. 1990 yılındaki yeniden birleşmeden sonra, yaşam standardı ve yıllık gelirler eski Batı Almanya eyaletlerinde yüksekti ve bütün Almanya’da bu standartların korunması sağlanılmaya çalışıldı.[90] Eski Doğu Almanya ekonomisinin modernizasyonu ve batı eyaletlerin standartlarına entegre olması 2019 yılına kadar uzun dönemli olacak şekilde programlanmıştır ve yıllık batıdan doğuya doğru yaklaşık 80 milyar dolar transfer olmaktadır. 2005′den beri işsizlik oranı düşüşe geçmiştir ve 2008 Haziran ayında son 15 yılın en düşük seviyesine gerileyerek %7.5′a ulaşmıştır.[91] Yüzde oranlar Batı Almanya’dan Doğuya doğru %6.2 ile %12.7 arasında değişmektedir. Şu anki hükûmet sınırlayıcı bir mali politika izleyip kamu sektöründeki işlerde kesintiye gitmişken, Şansölye Angela Merkel hükûmeti işçi pazarı ve refah düzeyi adına bir dizi reform gerçekleştirmiştir.

Banknotlar

2004 yılının ilk altı ayında Almanya’da en çok sahtesi yapılan banknot 50 Avro (%43,6), ardından 20 Avro (%28,2) ve 100 Avro (%21,3) banknotları idi. 500 Avro banknotların sahteleri ise çok nadir görülüyordu. 2004 yılında Avrupa bölgesinde toplamda yaklaşık 594.000 sahte para ortaya çıkarıldı. 2005 yılında bu sayı 579.000 ve 2006 yılında da 565.000’e geriledi. Almanya’da kayıt altına alınan sahtecilik sayısı da son yıllarda (2004) 80.583’den 40.204 (2007)’e geriledi. Avro’nun piyasaya çıkarılma aşamasında çoğu kez sahte 300 ve 1000 Avro (bu banknotların gerçekleri yoktu) banknotların da piyasaya çıkarılması girişiminde bulunuldu ve bazı durumlarda bu girişim başarıyla sonuçlandı. 2006 yılında 20 Avro banknotlar %36’lık oranla en fazla sahtesi yapılan banknottu.

2003 yılında İsviçre banknotlarından 4 Milyon İsviçre frangı değerindeki 8.277 adedinin sahte olduğu saptandı. Nominal değere göre (Tedavüldeki toplam banknot 34 Milyar Frank) hesaplandığında sahte para payı %0,022’dir. 4 Milyon sahte Frank’tan 2,3 Milyon Frank Faksimile-Banknot denen sahte banknotlardır. Bu banknotlar organize kara para aklamada, para teslimatı yapılırken İsviçre banknotlarını tanımayan alıcıları dolandırmada kullanılır. Faksimile-Banknotlar genellikle gerçek banknotların arasına yerleştirilmiş demetler halinde elden çıkarılır.

İsviçre’deki Avro sahteciliği en çok sorun yaşanan konulardan biridir. 2004 yılında 2 Milyon Avro değerinde sahte Avro banknot ve sikkelere el koyuldu. Bunun yanında 1 Milyon Dolar değerinde Dolar sahteciliği de yapılmıştır.

Değer bakımından 100 Frank Banknotlar 2003 yılında %53’lük kullanım oranıyla en geçerli birimdi. Bu birimi %16’lık oranla 50 Frank Banknotlar ve %14’lük oranla 20 Frank banknotlar takip etmektedir. En az sahtesi üretilen banknotlar %2,9 oranıyla 1000 Frank banknotlardır. Ayrıca resmi olarak piyasada bulunmayan 2000 Frank banknotlar da saptanmıştır.

Bazı sahtecilikler öyle belirgindir ki Federal Bankanın deneyimli görevlileri ve Polise bağlı Sahte Para birimlerindeki görevliler ve para sayma makineleri bu paraları tanıyabilirler.

Altyapı

Hamburg Limanı Avrupa‘nın ikinci büyük limanıdır

Avrupa‘da merkezi bir konumda bulunması, Almanya’yı önemli bir ulaşım bağlantı noktası haline getirmiştir. Bu durum ülkenin yoğun ve modern ulaşım ağı sayesinde gerçekleşmiştir. Bu ağın en meşhurları, dünyada toplam uzunlukta üçüncü en büyük olan geniş motorlu araç yolu (Otoyol)’dur. Otoyollarda bazı güzergahlar arasında hız sınırlamasının olmaması da önemli bir özelliktir.[92]

Almanya çok merkezli bir hızlı tren ağı kurmuştur. InterCityExpress diğer adıyla ICE genelde komşu ülkelerdeki büyük şehirlere ve mesafelere ulaşım sağlamaktadır. Trenlerin hızları 160 km/sa ile 300 km/sa arasında değişmektedir ve en üst ileri hizmeti Deutsche Bahn vermektedir. Ulaşımlar 30 dakikalık, saatlik veya iki saatte birlik periyotlar şeklinde gerçekleşmedir.[93]

Almanya’daki bir hızlı tren

Almanya dünyanın beşinci büyük enerji tüketicisi konumundadır ve 2002 yılında birincil enerji ihtiyacının üçte ikisi ithalâtla karşılanmıştır.[94] Aynı yıl Almanya, Avrupa‘nın en büyük elektrik tüketicisi olmuştur: toplam olarak elektrik tüketimi 512.9 terawatt-saat olarak gerçekleşmiştir.[95] Hükümet politikası; güneş, rüzgar enerjisi, biyodizel, hidroelektrik ve jeotermal enerji gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesini vurgulamaktadır.[96] Enerji tasarrufu ölçümünün sonuçlarına göre, enerji verimliliği 1970′lerin başlarından beri gelişmektedir. Hükümet, 2050 yılında ülkenin enerji ihtiyacının yarısını yenilenebilir kaynaklardan karşılama adına bir hedef koymuştur[97].

2000 yılında hükûmet ve Almanya nükleer güç endüstrisi; 2021′e kadar nükleer santralleri kademeli olarak azaltma konusunda anlaşmıştırlar.[98] Fakat yenilenebilir enerji, enerji tüketiminde oldukça düşük paya sahiptir. 2006 yılı enerji tüketiminin kaynaklara göre dağılımı şu şekilde gerçekleşmiştir: akaryakıt (%35.7); kömür (%23.9); doğal gaz (%22.8); nükleer enerji (%12.6); su ve rüzgar gücü (%1.3); diğerleri (%3.7).

Bilim

Ana madde: Almanya’da bilim ve teknoloji

Albert Einstein – 1921

Almanya geçmişten beri çeşitli bilimsel alanlarda en göze çarpan araştırmaların bazılarına ev sahipliği yapmaktadır.[99] Nobel Ödülü bugüne kadar 101 Alman tarafından alınmıştır.[100] Albert Einstein ve Max Planck‘ın çalışmaları modern fiziğin temelleri adına çok önemlidir ve daha sonraları bu çalışmalar Werner Heisenberg ve Max Born tarafından geliştirilmiştir.[101] Bu isimler, daha önceleri yetişmiş Hermann von Helmholtz, Joseph von Fraunhofer ve Daniel Gabriel Fahrenheit gibi isimlerdend etkilenmiştir. Wilhelm Conrad Röntgen X-ışınını keşfetmiştir ve bu hem Almanca’da hem de diğer dillerde Röntgenstrahlen (Röntgen ışınları) ismiyle anılmıştır. Bu başarı onu, 1901 yılında ilk Nobel Fizik Ödülü kazanan kişisi yapmıştır.[102]

Uzay mühendisi Wernher von Braun, ilk uzay roketini geliştirdi ve daha sonra NASA‘nın önde gelen üyelerinden oldu, ABD’nin Apollo programının başarısına öncülük eden Saturn V ay roketini geliştirdi. Heinrich Rudolf Hertz‘in elektromanyetik ışın alanındaki çalışmaları, modern telekomünikasyonun gelişiminin temelini oluşturmuştur.[103] 1879 yılında Leipzig Üniversitesi‘nde ilk laboratuvarını inşa eden Wilhelm Wundt, Deneysel psikolojinin babası olarak kabul edilmiştir.[104] Alexander von Humboldt‘un doğa bilimci ve kaşif olarak yaptığı çalışmalar, biyocoğrafyanın temelini oluşturmuştur.[105]

Stuttgart‘ta Mikroelektronik Üretim için kapsamlı tozsuz oda birimi

Carl Friedrich Gauss, David Hilbert, Bernhard Riemann, Gottfried Leibniz, Karl Weierstrass ve Hermann Weyl gibi önemli matematikçiler de Almanya’da doğmuştur. Almanya, Avrupa’da matbaa‘yı ilk kuran Johannes Gutenberg, Geiger sayacının yaratıcısı Hans Geiger ve ilk tam otomatik dijital bilgisayarı yapan Konrad Zuse gibi birçok ünlü kâşif ve mühendisin vatanıdır.[106] Ferdinand von Zeppelin, Otto Lilienthal, Gottlieb Daimler, Rudolf Diesel, Hugo Junkers ve Karl Benz gibi Alman mucit, mühendis ve sanayici modern otomotiv ve hava ulaşım teknolojisinin şekillenmesine yardım etmişlerdir.[107][108]

Almanya’daki önemli araştırma birimleri Max Planck Topluluğu, Helmholtz-Gemeinschaft ve Fraunhofer-Gesellschaft‘dir. Bu kurumlar bağımsız veya harici olarak üniversite sistemine bağlıdır ve bilimsel üretimlere önemli katkılar sağlamaktadırlar. Prestijli Gottfried Wilhelm Leibniz Ödülü her yıl on bilim adamı veya akademisyene verilmektedir. Her bir ödülün değeri en fazla 2.5 milyon avro‘ye kadar çıkabilmektedir ve bu ödül, dünyada verilen en yüksek ödül değerine sahip araştırma ödüllerinden biridir.[109]

Eğitim

Hessen‘de bir anaokulu

Almanya’da eğitimin idaresinin sorumluluğu, öncelik olarak federal eyaletlerindir. Federal hükûmet eğitim konusunda oldukça küçük bir role sahiptir. İsteğe bağlı olmak üzere anaokulu eğitimi üç ve altı yaş arasındaki tüm çocuklara sağlanmaktadır, sonrasında da en az dokuz yıl sürecek zorunlu eğitim vardır. İlköğretim genelde dört yıl sürmektedir ve devlet okulları bu ilköğretim sürecinde katmanlara ayrılmamıştır. [kaynak belirtilmeli] Buna zıt olarak, orta öğretimde öğretmenlerin öğrencilerin yeteneklerine ve öğretmenlerin tavsiyesilerine göre öğrencilerin gidebilecekleri dört çeşit okul bulunmaktadır: Gymnasiuma en yetenekli öğrenciler kayıt olur ve Gymnasium onları üniversite eğitimine hazırlar; eğitim, eyaletlerin sistemine bağlı olarak sekiz veya dokuz yıl sürmektedir; Realschule daha yaygın olarak orta düzey öğrencilere hitap eder ve altı yıl sürer; Hauptschule okulları, öğrencileri mesleki eğitime hazırlar ve Gesamtschule de önceki üç türü kapsayan bir eğitim sistemini benimsemektedir.[kaynak belirtilmeli]

Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi 1472 yılında kurulmuştur.

OECD bünyesinden sağlanan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı, OECD ülkeleri ve birkaç partner ülkeden 15 yaşındaki öğrencilerin yeteneklerini değerlendirmesi için tasarlanmıştır. 2006 yılında Alman okul çocukları önceki yıllara göre seviyelerini geliştirdiler ve yapılan istatistik araştırmalara göre bilimsel yeteneklerde ortalamanın oldukça üzerinde 13.sırada olup, matematikte 20.sırada ve okuma yeteneklerinde ise 18.sırada bulunarak ortalamanın ne çok üzerinde, ne de aşağısında kalmışlardır.[110] Almanya’da sosyo-ekonomik durumlar oldukça yüksektir, öğrencilerin performansları da sosyo-ekonomik faktörlerden diğer ülkelere göre daha çok etkilenir.[110]

Üniversiteye girmek için, lise öğrencilerinin Abitur sınavına girmeleri gerekmektedir; ayrıca meslek lisesi diplomasına sahip olan öğrenciler de başvurabilmektedir. Özel bir çıraklık sistemi olan Duale Ausbildung, öğrencilere mesleki eğitimlerini bir şirket bünyesinde sürdürebilmelerine izin vermektedir. Birçok Alman üniversitesi devlete aittir ve öğrencilerden istenen bir dönemlik harç ücreti 50–500 Avro arasında değişmektedir.[111]

Almanya’daki üniversiteler, ülkedeki yüksek eğitim standartlarıyla uluslararası bir saygınlığa sahiptir. THES – QS Dünya Üniversiteler Sıralaması kriterlerine göre 2007 yılında 3 Alman üniversitesi dünyada ilk 100′de yer alırken, ilk 200′de bulunan üniversite sayısı 11 olmuştur.[112]

Kültür

Ana madde: Alman kültürü

Ludwig van Beethoven (1770–1827), besteci.
0:00

Almanya, tarihte Das Land der Dichter und Denker (şairlerin ve düşünürlerin ülkesi) diye anılır.[113] 2006 yılından bu yana Almanya kendisini Fikirlerin Ülkesi olarak adlandırmaktadır.[114] Alman kültürü, Almanya’nın ulus devlet olarak doğmasından çok önceleri ortaya çıkmıştır ve Almanca konuşulan tüm coğrafyayı etkisi altına almıştır. Köklerinin etkisiyle Almanya’da kültür, Avrupa’daki din ve laiklik gibi zihinsel ve popüler eğilimlerin etkisiyle şekillenmiştir. Bu yüzden Avrupa kültüründen ayrı olarak özel bir Alman geleneği tanımlamak zor olacaktır.[115] Bu yargı bağlamında diğer bir çıkarım da tarihi şahsiyetlerde olacaktır; Wolfgang Amadeus Mozart, Franz Kafka ve Paul Celan modern düşüncede birer Alman yerlisi olmamalarına rağmen, tarihsel durumları, çalışma ve sosyal ilişkilerinin anlaşılmaları açısından Alman kültürel çevresinin içinde değerlendirilmektedirler.

Franz Marc‘ın (1880–1916) 1911 yılındaki yapıtı, Blaues Pferd I.

Almanya’da kültürel kurumlardan Federal Eyaletler sorumludur. Mali destek sağlanan 240 tiyatro, yüzlerce senfonik orkestra, binlerce müze ve 25.000′in üzerinde kütüphane, 16 eyalete dağılmış durumdadır. Bu kültürel olanaklar milyonlarca insan tarafından değerlendirilmektedir: Almanya’da her yıl 91 milyon kişi müzeleri ziyaret etmekte, 20 milyon kişi tiyatro ve operaya gitmekte ve 3,6 milyon kişi senfonik orkestraları dinlemektedir.[116]

Almanya, Ludwig van Beethoven, Johann Sebastian Bach, Johannes Brahms ve Richard Wagner gibi dünyaca ünlü klasik müzik bestecilerine sahip çıkmaktadır. 2006′dan itibaren Almanya, dünyadaki beşinci büyük müzik pazarı haline gelmiş ve Kraftwerk, Scorpions ve Rammstein gibi müzik gruplarıyla pop ve rock müzik üzerinde etkili olmuştur.[117]

Birçok Alman ressam farklı artistik tarzdaki çalışmalarıyla uluslararası bir prestij kazanmıştır. Hans Holbein, Matthias Grünewald, ve Albrecht Dürer Rönesans döneminin, Caspar David Friedrich Romantik Dönemin, Max Ernst‘de gerçeküstücülüğün önemli sanatçılarındandır. Almanya’nın Karolenj mimarisi ve Otto mimarisi ile bu alana yaptığı katkılar, Romanesk mimarinin önemli habercileri olmuşlardır. Bölge daha sonraları Gotik, Rönesans ve Barok gibi tarzların önemli çalışmalarının yapıldığı bir mekân haline gelmiştir. Almanya yakın modern akımda özellikle Walter Gropius‘un başlattığı Bauhaus akımıyla oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir. Aynı zamanda yine Almanyalı olan Ludwig Mies van der Rohe, 20. yüzyılın ikinci yarısında dünyanın en ünlü mimarlarından biri haline gelmiştir. Cam cepheli gökdelenler onun fikridir.[118]

Felsefe

Immanuel Kant (1724–1804), filozof.

Almanya’nın felsefeye etkisi tarihsel olarak büyük önem arz eder ve birçok unutulmaz Alman filozofu, Orta Çağ‘dan beri Batı felsefesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Gottfried Leibniz‘in rasyonalizme katkıları; Klasik Alman idealizminin Immanuel Kant, Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Friedrich Wilhelm Joseph Schelling ve Johann Gottlieb Fichte tarafından kurulması; Karl Marx ve Friedrich Engels‘in Komünist teoriyi formüle etmeleri; Arthur Schopenhauer‘un metafiziksel pesimizm derlemesi; Friedrich Nietzsche‘in Perspektivizmi geliştirmesi; Martin Heidegger‘in varoluşçuluk üzerine çalışmaları; Jürgen Habermas‘ın sosyal teorileri; felsefenin gelişmesi adına oldukça etkileyiciydiler.

Alman edebiyatı, Walther von der Vogelweide ve Wolfram von Eschenbach gibi yazarların çalışmalarıyla Orta Çağ’a kadar uzanabilmektedir. Johann Wolfgang von Goethe ve Friedrich Schiller gibi birçok Alman yazar ve şair büyük bir üne sahip olmuşlardır. Grimm Kardeşler tarafından basılan halk masalları, Alman Halk Edebiyatını uluslararası seviyede ün sahibi yapmıştır. 20. yüzyılın etkili yazarları Thomas Mann, Bertolt Brecht, Hermann Hesse, Heinrich Böll, ve Günter Grass‘tır.[119]

Medya

Alman kitap pazarı, her yıl dünya çapında basılan tüm kitapların yaklaşık %18′ini üretmiştir.(2008 yılında Frankfurt Kitap Fuarı)

Alman televizyon pazarı, 34 milyon TV sahibi ile Avrupa’nın en büyüğüdür. Birçok bölgesel ve ulusal yayın istasyonu federal politik yapısı içinde kablo bağlantıları ile organize edilir. Alman hanehalklarının yaklaşık %90′ı kablolu veya uydu yayınına sahiptir ve izleyicilerin kamu kanallarından özel kanallarına kadar izlemek için birçok seçim olanağı vardır. Ücretli TV hizmetleri, genel TV yayımcıları ZDF ve ARD‘nin yaygın dijital kanal imkânı sunmasından dolayı rağbet görmemektedir.[120]

Almanya, Bertelsmann ve Axel Springer AG gibi dünyanın en büyük medya kuruluşlarına ev sahipliği yapmaktadır. Almanya’nın bir takım ücretsiz TV reklamcılığı ağlarının sahipliğini ProSiebenSat1 üstlenmektedir.

Alman kitap pazarında her yıl yaklaşık 60.000 yeni basım yapılmaktadır. Bu rakam tüm dünyada basılan kitapların %18′ine tekabül etmektedir ve böylece Almanya dünyanın 3. büyük kitap üreticisi konumunda bulunmaktadır[kaynak belirtilmeli]. Frankfurt Kitap Fuarı, uluslararası pazar ve ticarette dünyanın en önemli kitap fuarı olarak anılmaktadır ve 500 yılın üzerinde bir zamandır düzenlenmesiyle artık bir gelenek hâline gelmiştir.

Ülke haberleri, İngilizce olarak haber dergisi Der Spiegel, yayımcı Deutsche Welle ve haber sitesi The Local‘da yayımlanmaktadır.

Alman internet kullanıcıları tarafından Kasım 2008′de en fazla ziyaret edilen internet siteleri Google, YouTube, eBay, Vikipedi, Yahoo!‘dur.[121]

Sinema

Ana madde: Alman sineması

Alman sineması, Max Skladanowsky‘nin çalışmalarıyla oldukça erken zamanlara dayanmaktadır. Sinema, Weimar Cumhuriyeti yılları boyunca Alman dışavurumcuları Robert Wiene ve Friedrich Wilhelm Murnau ile etkili olmuştur. Avusturya kökenli olup 1926 yılında Alman vatandaşlığına geçen ve savaş öncesi Alman film endüstrisinde kariyeri parlamış olan yönetmen Fritz Lang‘ın Hollywood sineması üzerinde büyük bir etkisi olduğu söylenebilir. Sessiz filmi Metropolis (1927) modern anlamda bilim kurgu filmlerinin babası olarak kabul edilir.

1930 yılında Avusturyalı-Amerikan Josef von Sternberg, ilk önemli Alman sesli filmi olan Mavi Meleki yönetti ve bu film aktris Marlene Dietrich‘e dünya çapında bir ün kazandırdı.[122] Walter Ruttmann‘ın yönettiği izlenimci belgesel Berlin: Büyük Bir Şehrin Senfonisi, şehir senfonisi türünün ilk önemli örneklerinden biridir. Leni Riefenstahl çalışmalarında yeni estetik öğelere yer vermiş olsa da Nazi dönemi filmleri genel olarak propaganda ağırlıklı olmuştur.[123]

Şubat’ta Berlin Film Festivali sırasında Berlinale Palast.

1970 ve 80′li yıllar boyunca, Volker Schlöndorff, Werner Herzog, Wim Wenders ve Rainer Werner Fassbinder gibi Yeni Alman Sineması yönetmenleri, çoğunlukla yaptıkları kışkırtıcı filmlerle uluslararası arenada Batı Almanya sinemasının ilerlemesine engel olmuşlardır.[124]

Daha yakın dönemdeki filmler olan Good Bye Lenin! (2003), Duvara Karşı (2004) ve Der Untergang (Çöküş) (2004) uluslararası camiada önemli başarılar kazanmışlardır. En İyi Yabancı Dilde Film Akademi Ödülü, Alman yapımları olan, 1979 yılında Die Blechtrommel (Teneke Trampet)‘a, 2002 yılında Irgendwo in Afrika (Afrika’nın Hiçbir Yerinde)‘ye ve 2007 yılında Das Leben der Anderen (Başkalarının Hayatı)‘a gitmiştir.[125] En tanınan Alman aktörleri Marlene Dietrich, Klaus Kinski, Hanna Schygulla, Armin Mueller-Stahl, Jürgen Prochnow ve Thomas Kretschmann.

1951′den bu yana her yıl düzenlenen Berlin Film Festivali, dünyanın önde gelen film festivalleri arasındadır. Dünyanın her yerinden gelen filmleri değerlendirmek üzere uluslararası bir jüri yer alır ve kazananlar Altın ve Gümüş Ayı ile ödüllendirilirler.[126] Her yıl düzenlenen Avrupa Film Ödülleri töreni, her iki yılda bir Avrupa Film Akademisi‘nin (EFA) bulunduğu şehir olan Berlin’de düzenlenmektedir. Potsdam’daki Babelsberg Stüdyoları, dünyadaki geniş ölçekli film stüdyolarının en eskisidir ve uluslararası film yapımları için bir merkez halindedir.

Spor

Michael Schumacher yedi defa Formula 1 şampiyonluğu kazanmıştır.

Spor, Alman yaşamında önemli bir yer tutmaktadır. Yirmi yedi milyon Alman bir spor kulübüne üyedir ve bunun yanında on iki milyon kişi bireysel olarak bir aktiviteyi takip etmektedir.[127] Futbol, en popüler spor dalıdır. 6,3 milyon resmi üyesiyle Alman Futbol Federasyonu (Deutscher Fußball-Bund), dünyada kendi türünde en geniş organizasyon kurumdur.[127] Bundesliga dünyadaki tüm profesyonel spor ligleri arasında en fazla seyirci ortalamasına sahip ligdir. Almanya Milli Futbol Takımı 1954, 1974 ve 1990 yıllarında Fifa Dünya Kupası‘nı ve 1972, 1980 ve 1996 yıllarında da Avrupa Futbol Şampiyonası‘nı kazanmıştır. Almanya, FIFA Dünya Kupası’na 1974 ve 2006 yıllarında ve UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası‘na da 1988 yılında ev sahipliği yapmıştır. En başarılı ve ünlü futbolcuları Franz Beckenbauer, Gerd Müller, Jürgen Klinsmann, Lothar Matthäus ve Oliver Kahn‘dır. Seyirciler arasında popüler olan diğer spor dalları da hentbol, voleybol, basketbol, buz hokeyi ve tenistir.[127]

Allianz Arena, Bayern Münih‘in iç saha maçlarına ev sahipliği yapar ve 2006 Dünya Kupası‘nda kullanılmış stadlardandır.

Almanya dünyada motorsporlarında öncü ülkelerden biridir. Yarış kazanan arabalar, takımlar ve sürücüler Almanya’dan çıkmaktadır. Tarihteki en başarılı Formula 1 pilotu olan Michael Schumacher, kariyeri boyunca birçok önemli motorsporları rekorlarına imza atmıştır ve 1946 yılından bu yana düzenlenen Formula 1′de en fazla yarış ve şampiyonluk kazanan pilot durumundadır. Tarihteki en fazla kazanan sporculardan biri olup, milyar dolarlık bir servete sahiptir.[128] BMW ve Mercedes üreticileri motorsporlarında öncü takımlardandır. Fransa’da her yıl düzenlenen saygın yarış bir organizasyonu olan Le Mans 24 Saati Porsche 16 kere kazanmıştır.[129]

Alman sporcuları tüm zamanlar Olimpiyat Oyunları madalya sıralamasında Doğu ve Batı Almanya beraber değerlendirildiğinide üçüncü sırada olarak Olimpiyat Oyunlarında en başarılı ülkeleri arasında bulunmaktadır. 2008 Yaz Olimpiyatları‘nda Almanya madalya sıralamasında beşinci sırada bulunurken[130] 2006 Kış Olimpiyatlarında ilk sırada yer almıştır.[131] Almanya 1936 yılında Berlin ve 1972 yılında da Münih olmak üzere Yaz Olimpiyat Oyunlarına iki kez ev sahipliği yapmıştır. Kış Olimpiyat Oyunları da 1936 yılında Bavyera‘nın ikiz şehirleri olan Garmisch ve Partenkirchen‘de gerçekleştirilmiştir.

Alman mutfağı

Ana madde: Alman mutfağı

Bir Schwarzwälder Kirschtorte (Kremalı pasta çeşidi).

Alman mutfağı, bölgeden bölgeye farklılık göstermektedir. Bavyera ve Suabiya’nın güney bölgeleri buna örnektir. Bu bölgelerin mutfak kültürü; Avusturya ve İsviçre’ninkine benzerdir. Domuz eti, sığır eti ve kümes hayvanları eti ile yapılan yemek çeşitleri Almanya’da tüketilen yemeklerin önde gelenleridir. Özellikle domuz eti‘nin Alman mutfağı’ndaki yeri özeldir.[132] Hemen hemen bütün bölgelerde, yemekler sosisle yenir. Almanya’da 1500′den fazla sosis çeşidi üretilmektedir. En popüler sebzeler patates, lahana, havuç, şalgam, ıspanak ve fasülyedir.[133] Organik gıda satışı bir pazar haline gelmiştir ve satılan ürünlerin %3.0′ünü bu grup besinler oluşturur.Bu bir trend halinde yükselmektedir.[134]

Ünlü bir Alman değişi şöyle demektedir: “Kahvaltı bir imparator, öğle yemeği bir kral ve akşam yemeği bir fakir gibidir.” kahvaltı genelde tahıllı yiyeceklerle ve bal ya da reçelli ekmekle yapılır. Almanların bir kısmı kahvaltıda soğuk yemekleri ya da peynirli ekmeği tercih etmektedir.[135] Ülkede 300′den fazla ekmek çeşidi fırınlarda satılmaktadır.[136]

Tipik bir peynir ve soğuk yemek servisi

Başka ülkelerden gelen göçmenler sayesinde, Alman mutfağı ve günlük yemek alışkanlıkları birçok mutfaktan etkilenmiştir. Pizza ve makarna gibi İtalyan yemekleri, Döner gibi Türk ve Arap yemekleri özellikle büyük şehirlerde oldukça yaygın olarak satılmaktadır. Uluslararası burger zincirleri ve Çin restorantları ülkenin birçok yerine yayılmıştır. Hint, Japon ve diğer Asya mutfaklarının popüleritesi artmaktadır. Yüksek profilli dokuz Alman restorantı, restorantları uluslararası derecelendiren Michelin Rehberi tarafından üç yıldızlı olarak ilan edilmiştir. Yine 15 restorant iki yıldız almıştır.[137]

Şarabın ülkenin birçok kesiminde yaygın olmasına rağmen Almanya’nın millî içkisi bira olarak bilinmektedir. Almanya’da kişi başına bira tüketimi yıllara göre düşmesine rağmen, kişi başına yıllık 116 litre ile üst sıralardaki yerini korumaktadır.[138] 18 batı ülkesi üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda Almanya; kişi başına alkolsüz içecek tüketimi konusunda 14., kişi başına meyve suyu tüketiminde ise 3. olmuştur.[139] Bunların dışında, mineralli su ve Schorle (meyve suyuyla karıştırılmış) Almanya’da oldukça popülerdir.

Toplum

Almanya’nın dünya çapında olumlu tanınmışlığı vardır. (Claudia Schiffer, model)

Tokio Hotel de en önemli Alman pop-rock gruplarından biridir .

2006 Dünya Kupası’ndan beri, ülkenin imajı iç ve dış dünyada değişmiştir.[140] Bu turnuvadan sonra, yıllık yapılan Ulusal Marka Göstergesi araştırmasına Almanya üst sıralara tırmanmış ve 2008 yılında liderliğe ulaşmıştır. 20 farklı ülkeden insanlara ülkenin tanınmışlığı; kültür, politika, ihracat, ülkenin insanları, ülkeye turizm, göçmenlerin ilgisini çekme ve yatırımlar açısından sorulmuştur.[141] Bir başka küresel düşünce araştırması BBC tarafından yapılmış ve sonuçta Almanya’nın, 22 önde gelen yatırımcı ülkesi arasında en pozitif etkiye sahip ülke olduğu ortaya çıkmıştır. %56′lık büyük bir grup ülke hakkında pozitif bakış açısına sahipken, %18lik bir kısım ülkeye olumsuz bakmaktadır.[142][143]

Almanya yasal ve toplumsal olarak eşcinsellere karşı toleranslıdır. Medeni birlikteliğe 2001′den beri izin verilmektedir.[144] Geyler ve lezbiyenler yasal olarak eşlerinin biyolojik çocuklarını evlat edinebilir (Üvey çocuk olarak). İki büyük Almanya şehrinin belediye başkanı, gey oldujklarını deklare etmiştir.[145]

Ayrıca bakınız: Almanya’da eşcinsellik

Alman toplumu tatillere oldukça para ayırmaktadır.(Neuschwanstein Şatosu)

20.yüzyılın son on yılı boyunca Almanya, göçmenlere karşı tutumunu değiştirmiştir. 90′ların ortasına değin genel düşünce Almanya’nın bir göç ülkesi olmadığı yönündeydi. Buna karşı nüfusun %10′u Alman olmayan kişilerden oluşmaktaydı. Gastarbeiterların (mavi yakalı, misafir işçi) ülkeye girişinin bitmesinden sonra, bu sığınmacılar tolare edildiler. Günümüzde hükûmetin ve Alman toplumunun düşüncesi kontrol altında kalifiye göçmenlerin ülkeye gelişinin kabul edilebilir olduğudur.[146] 1984′de 4,4 milyon olan Almanya’da yaşayan yabancı nüfusu, 2008′de 7,3 milyona çıkmıştır.[147]

2005 yılındaki 58 milyar avro tatil harcamasıyla Almanya, bu konuda birinci olmuştur. En popüler gezi yerleri Avusturya, İspanya, İtalya ve Fransa’dır.[148]

Ayrıca bakınız

[göster]

Almanya Almanya konuları

Bibliyografi

Şablonlara göre düzenle Bu maddede belirtilmiş kaynaklar, kaynak gösterme şablonları ile düzenlenmelidir. Gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra bu şablon kaldırılmalıdır.
  1. ^ Avrupa Birliği ülkeleri nüfusları en.wikipedia.org
  2. ^ Ülkelerine göre Almanya’daki yabancılar, 1994-2003
  3. ^ M.S. Cermanya hakkında http://www.unrv.com
  4. ^ Almanya, ABD’den sonra en çok bağış yapan ülke TopNews, India, Retrieved 2008, 04-10.
  5. ^ “En çok askeri harcama yapan on beş ülke”. Askeri harcamalar araştırması. Stockholm International Peace Research Institute. 2006. Erişim tarihi: 23-08-2007.
  6. ^ Avrupa’nın lideri? International Herald Tribune. Nisan 4, 2008.04-04.
  7. ^ Güvenli geleceğe güvenli tekonojiyle http://www.innovations-report.de. Mayıs 7, 2008. 04-04.
  8. ^ Jill N. Claster: Medieval Experience: 300–1400. NYU Press 1982, p. 35. ISBN 0-8147-1381-5.
  9. ^ The Cambridge Ancient History, vol. 12, p. 442. ISBN 0-521-30199-8.
  10. ^ Şarlman Şarlman’ın biyografisi
  11. ^ Joanna Story, Charlemagne: Empire and Society, Manchester Üniversitesi Yayınları, 2005 ISBN 978-0-7190-7089-1
  12. ^ Sacrum Romanum Imperium Nationis Germanicæ http://www.nationstates.net
  13. ^ Rosamond McKitterick, Charlemagne: The Formation of a European Identity, Cambridge Üniversitesi Yayınları, 2008 ISBN 978-0-521-88672-7
  14. ^ Hükümdarlık mücadelesi http://www.britannica.com
  15. ^ Almanya maddesi en.wikipedia.com
  16. ^ Kutsal Roma Cermen İmparatoru IV.Charles’ın fermanı Yale Üniversitesi Web Sitesi
  17. ^ 30 Yıl Savaşları, Gerhard Rempel, Western New England Koleji.
  18. ^ 30 Yıl Savaşları (1618–48), Alan McFarlane, The Savage Wars of Peace: England, Japan and the Malthusian Trap (2003)
  19. ^ Fulbrook, Mary: A Concise History of Germany, Cambridge Üniversitesi Yayınları 1991, p. 97. ISBN 0-521-54071-2
  20. ^ Martin, Norman. Alman Konfederasyonu 1815–1866 (Almanya) Dünya Bayrakları. 5 Ekim 2000.Erişim: 12-07-2006
  21. ^ Almanya’da 1848 Devrimi mars.acnet.wnec.edu
  22. ^ Almanya’da 1848 İhtilalleri en.wikipedia.com
  23. ^ Alman İmparatorluğu Das Kaiserreich
  24. ^ Alman İmparatorluğu’nun tüm sömürgeleri http://www.worldstatesmen.org
  25. ^ Alman İmparatorluğu dış politikası http://www.britannica.com
  26. ^ Khapoya op. cit. p. 115f
  27. ^ Stephen J. Lee: Europe, 1890–1945. Routledge 2003, p. 131. ISBN 0-415-25455-8.
  28. ^ a b Weimar Cumhuriyeti’nde II.Dünya Savaşı öncesi durum en.wikipedia.org Erişim : 1 Mart 2009
  29. ^ Das Ermächtigungsgesetz 1933
    Erişim = 12-09-2008
    Yazar = Deutsches Historisches Museum
    Yayımcı = Deutsches Historisches Museum
    Dil = Almanca
  30. ^ Industrie und Wirtschaft
    Erişim tarihi = 12-09-2008
    Yazar = Deutsches Historisches Museum
    Yayımcı = Deutsches Historisches Museum
    Dil = Almanca
  31. ^ Holokost ve II. Dünya Savaşı maddelerine bakınız.
  32. ^ Avrupa Topluluğu kurucu devletleri Avrupa Birliği resmi internet sitesi
  33. ^ Colchester, Nico. D-mark day dawns Financial Times. 1 Ocak 2001. Erişim tarihi = 07-12-2006
  34. ^ Eine “faire Arbeitsteilung” Vor 10 Jahren: Bundestag beschließt Bonn-Berlin-Gesetz. 10 March 04.
  35. ^ Dempsey, Judy. Almanya Bosna’dan çekilmeyi planlıyor International Herald Tribune. 31 Ekim 2006. Erişim tarihi = 30-11-2006
  36. ^ a b c Almanya CIA Factbook. 14 Kasım 2006. Erişim = 29-11-2006
  37. ^ Almanya’da iklim http://www.germanculture.com Erişim : 1 Mart 2009
  38. ^ Germany For Dummies 3.baskı
    yayımcı = Wiley Mayıs 2007 ISBN = 978-0-470-08956-9
  39. ^ Almanya’da iklim ve hava World Travels. Erişim = 30-11-2006
  40. ^ Ekobölgeler WWF, Erişim = 28-12-2008
  41. ^ Avrupadaki ünlü hayvanat bahçeleri listesi http://www.eupedia.com, Erişim = 17-10-2008
  42. ^ Bazı ilginç hayvanat bahçesi olayları http://www.americanzoos.info/, Erişim = 2008 17-10-2008
  43. ^ Hayvan İstatistikleri 2007(Almanca), Berlin Hayvanat bahçesi, Giriş = 05-08-2008
  44. ^ Çevre bilinci hedefi Alman Federal Çevre Vakfı, Erişim = 28-12-2007
  45. ^ Bütün ülkeler iklim değişikliği üzerie adımlar atmalı
    Giriş = 11-02-2008
    Yazar = PIPA
    Tarih =2007-09-24
    Çalışma = BBC World service Poll, carried out by Globescan
  46. ^ Almanya’nın çevre koruma endüstrisini takviye Erişim = 25-11-2007
  47. ^ Almanya Dünya’nın en yeşil ülkesi Times of India, Erişim = 25-11-2008
  48. ^ [www.gesetze-im-internet.de/gg/art_79.html Grundgesetznin 79. maddesi] (Almanca) Bundesministerium der Justiz. Erişim = 07-12-2008
  49. ^ Hıristiyan Demokrat Birliği U.S. Library of Congress. Retrieved 2006, 12-07.
  50. ^ Fransız-Alman Savunma ve Güvenlik konseyi deklarasyonu (Fransızca) Elysee.fr 13 Mayıs 3004. Erişim = 03-12-2006
  51. ^ Glaab, Manuela. Almanya dış politikası: Kitap Eleştirisi Internationale Politik. İlkbahar 2003. Retrieved 2007, 01-03.
  52. ^ Harrison, Hope. Berlin Duvarı, Ostpolitik ve DétenteNuvola mimetypes pdf.pngPDF (91.1 KB) GERMAN HISTORICAL INSTITUTE, WASHINGTON, DC, BULLETIN SUPPLEMENT 1, 2004, “AMERICAN DÉTENTE AND GERMAN OSTPOLITIK, 1969–1972″.
  53. ^ Almanya’nın yurtdışında yeni yüzü Deutsche Welle 14 Ekim 2005 Erişim = 03-12-2006
  54. ^ Arkaplan notu: Almanya Birleşik Devletler Durum Departmanı. July 6 Temmuz 2006 Erişim = 03-12-2006
  55. ^ “Ready for a Bush hug?”. The Economist. 6 Temmuz 2006. Erişim tarihi: 31 Aralık 2006.
  56. ^ a b ABD-Almanya Ekonomik İlişkileriNuvola mimetypes pdf.pngPDF (32.8 KB) Berlin Birleşik Devletler Elçiliği. 2006 Mayıs. Erişim = 03-12-2006
  57. ^ Census.gov raporu Birleşik Devletler Sayım Bürosu 30 Haziran 2004. Erişim = 03-12-2006
  58. ^ Kaiserslautern, Almanya genel bakış U.S. Military. Retrieved 2006, 12-03.
  59. ^ Alman gelişim yardımlarının amacı Federal Ekonomik Dayanışma ve Gelişme Bakanlığı 10 Nisan 2008. Erişim = 07-12-2008
  60. ^ Almanya gelişim fonlarında lider http://www.young-germany.de 17 Nisan 2008. Erişim = 07-12-2008
  61. ^ Federal Almanya için Grüngesetz Bundestag.de Erişim = 30-11-2006
  62. ^ Almanya askeri istatistik bilgileri http://www.nationmaster.com Erişim : 1 Mart 2009
  63. ^ Yedek ordu gücü ve birkaç bilgi http://www.nationmaster.com Erişim : 1 Mart 2009
  64. ^ a b Yurtdışındaki askerler Federal Almanya Cumhuriyeti Ordusu resmi web sitesi Erişim : 1 Mart 2009
  65. ^ ISAF
    Giriş = 12-02-2007
  66. ^ Birleşik Devletler, Almanya’daki nükleer silahlarını kaldırıyor
    Erişim tarihi = 26-07-2008
    Yazar = Hans Kristensen
    Tarih = 09-07-2007
    Yayımcı = Amerikan Bilimciler Federasyonu
  67. ^ Im Jahr 2050 doppelt so viele 60-Jährige wie Neugeborene
    Yazar = Almanya Federal İstatistik Ofisi
    Giriş tarihi = 20-06-2000 (Almanca)
  68. ^ Menschen mit Migrationshintergrund – neue Definition, alte Probleme Erişim = 25 Mayıs 2008
  69. ^ Ülkelere göre 31 Aralık tarihli yabancı nüfus sayıları Federal İstatistik Ofisi 24 Ocak 2006. Erişim = 01-01-2007
  70. ^ Ülkelerdeki yabancı insanların mevcut durumu
    Yayımcı = Migration Policy Institute
    Yıl = 2008
  71. ^ 2006 yılında Dünya nufusunun durumu Birleşmiş Milletler Nüfus fonu, 2006. Erişim = 01-01-2007
  72. ^ Erstmals seit 1990 weniger als 600 000 Ausländer zugezogen, Almanya Federal İstatistik Ofisi , 6 Temmuz 2006. Erişim = 01-01-2007(Almanca)
  73. ^ Almanya’da Hristiyanlık 2005(Almanca), EKD, Erişim = 11-25 Kasım 2007
  74. ^ Almanya’da din
  75. ^ Religionen in Deutschland: Mitgliederzahlen Religionswissenschaftlicher Medien- und Informationsdienst. 4 Kasım 2006. Erişim = 30-11-2006(Almanca)
  76. ^ Almanya’da İslam Euro-Islam.info. Erişim = 30-11-200
  77. ^ Almanya’da Evanjelik Kilisesi
    Yayımcı = Ekd.de
    Erişim = 04-11-2008
  78. ^ In Nazi cradle, Germany marks Jewish renaissance 10 Kasım 2006. Erişim = 30-11-2006
  79. ^ Almanya’daki Musevi Toplumu Avrupa Musevi Kongresi. Erişim = 30-11-2006
  80. ^ Die Zeit 07/12, sayfa 13
  81. ^ Eurobarometre Sosyal değerler, Bilim ve Teknoloji, 2005 (Sayfa 11)
    Erişim = 05-05-2007
  82. ^ Birçok dil, tek aile; Avrupa Birliği Dilleri
    yazar = Avrupa Komisyonu
    yıl = 2004
    Erişim = 03-02-2007
  83. ^ Eurobarometre Dilleri
    Başlık = Özel Barometre 243: Avrupa ve Dilleri
    Yazar = Avrupa Komisyonu
    Yıl = 2006
    Erişim =03-02-2007
  84. ^ Satın almagücü paritesine göre sıralama CIA Factbook 2005. Erişim = 31-12-2006
  85. ^ Alman ticareti artarak rekor kırdı BBC, Erişim = 03-01-2007
  86. ^ Rüzgar gücü Ekonomi ve Teknoloji Bakanlığı (Almanya) Erişim = 30-11-2006
  87. ^ Global 500 Almanya, CNN Para, Erişim = 26-11-2007
  88. ^ Global 500 büyük işveren, CNN Para, Erişim 26-11-2007
  89. ^ 100 En Büyük Marka 2006, Businessweek, Erişim = 26-11-2007
  90. ^ name=”FR”> Hatalı birleşmenin bedeli Berg, S., Winter, S., Wassermann, A., Spiegel Online International. Erişim = 28-11-2005
  91. ^ Arbeitslosenzahl unter 3,2 Millionen gesunken(Almanca) Tagesschau, . Erişim 01-07-2008
  92. ^ adac
    Yazar linki = http://www.adac.de/verkehrs-experten br> Başlık = Autobahn-Temporegelung
    Yayıncı = ADAC
    Tarih = 2007 Ekim
    Format = PDF
    Erişim = 15-11-2008 (Almanca)
  93. ^ Geschäftsbericht 2006 Deutschen Bahn AG, Deutsche Bahn, Erişim = 19-10-2007
  94. ^ Almanya’da enerji en.wikipedia.org Erişim : 1 Mart 2009
  95. ^ Almanya’da 2002 enerji tüketimi http://www.bmwi.de
  96. ^ Almanya’da yenilenebilir enerji Federal Almanya Cumhuriyeti Çevre Bakanlığı resmi internet sitesi
  97. ^ 2050 Yenilenebilir enerji hedefleri Federal Almanya Cumhuriyeti Çevre Bakanlığı resmi internet sitesi
  98. ^ Almanya yeşil enerjiden ayrılıyor, BBC, Erişim = 13-04-2007
  99. ^ Geleceğe dönüş: Almanya – Bir araştırma ülkesi Alman akademik servisi 23-02-2005. Erişim = 08-12-2006
  100. ^ Nobel Ödülleri, nobelprize.org, Erişim = 05-07-2008
  101. ^ Roberts, J. M. The New Penguin History of the World, Penguenlerin Tarihi, 2002. Sayfa 1014. ISBN 0-14-100723-0.
  102. ^ Alfred B. Nobel Ödülleri Kazananları, 1901–2003 Tarih kanalı: The World Almanac and Book of Facts 2006. Erişim: 02-01-2007
  103. ^ Telekomünikasyonda tarihi figürler Uluslararası Telekomünikasyon Birliği. 14 Ocak 2004. Erişim = 02-01-2007
  104. ^ Kim, Alan. Wilhelm Maximilian Wundt Stanford Felsefe Ansiklopedisi. 16 Haziran 2006. Erişim = 02-01-2007
  105. ^ Alexander von Humboldt’un doğa tarihi mirası (1769 to 1859), Humboldt Bilim dalı Araştırma Enstitüsü ve Eagle Hill Fonu. Erişim = 02-01-2007
  106. ^ Horst, Zuse. Konrad Zuse’un yaşamı ve çalışmaları Everyday Practical Electronics (EPE) Online. Erişim = 02-01-2007
  107. ^ Otomobil Microsoft Encarta Online Ansiklopedisi 2006. Erişim = 02-01-2007
  108. ^ Zeplin Birleşik Devletler Havacılık Komisyonu’nun yüzüncü kuruluş yıldönümü. Erişim = 02-01-2007
  109. ^ Gottfried Wilhelm Leibniz Ödülleri, DFG, Erişim = 12-03-2007
  110. ^ a b OECD.org Uluslararası ÖğrenciDeğerlendirme Programı
    Başlık = Executive Summary, PISA 2006: Science Competencies for Tomorrow’s World Volume 1: Analysis
    Erişim = 15-12-2007
    Yayımcı = OECD |
    ISBN = 978-92-64-04000-7
  111. ^ Almanya’da eğitim ücretleri Alman Akademik Servisi. Erişim = 30-11-2006
  112. ^ Times Higher Education – QS Dünya Üniversiteler Sıralaması 2007 – En iyi 400 üniversite, Erişim = 11-08-2008
  113. ^ Wasser, Jeremy (4 Haziran 2006). “Germans and Indians: Spätzle Westerns”. Der Spiegel. Erişim tarihi: 6 Aralık 2006.
  114. ^ “”Fikirlerin Ülkesi” kampanyası”. Erişim tarihi: 25 Kasım 2007.
  115. ^ “Almanya Federal Cumhuriyeti: Kültür”. Encarta Online Ansiklopedisi. Erişim tarihi: 2 Ocak 2007.
  116. ^ “Culture: Unbelievable multitude”. Erişim tarihi: 17 Ocak 2008.
  117. ^ “Music market worth US$ 32 billion”. P2pnet.net. 7 Nisan 2004. Erişim tarihi: 7 Kasım 2006.
  118. ^ A Dictionary of Architecture and Landscape Architecture. Oxford Üniversitesi Yayınları. 2006. ss. 880. ISBN 0-19-860678-8.
  119. ^ Espmark, Kjell (3 Aralık 1999). “The Nobel Prize in Literature”. Erişim tarihi: 14 Ağustos 2006.
  120. ^ Ülke profili: Almanya, BBC Haberleri. Erişim = 07-12-2007
  121. ^ En iyi Almanya siteleri Alexa, Erişim = 25-11-2007
  122. ^ Bordwell, David; Thompson, Kristin (1994). Film History: An Introduction (2. baskı bas.). New York: McGraw-Hill. ISBN 978-0-07-115141-2.
  123. ^ Leni Riefenstahl, FILMBUG, Giriş = 13-04-2007
  124. ^ Rainer Werner Fassbinder, Fassbinder Fonu, Giriş = 13-04-2007
  125. ^ Ödüller:Das Leben der Anderen, IMDb, Giriş = 13-04-2007
  126. ^ 2006 FIAPF Festivaller Yönetimi, Uluslararası Film Yapımcıları Federasyonu, Erişim = 11-12-2006.
  127. ^ a b c “Almanya Bilgisi: Kültür & Yaşam: Spor”. Almanya Elçiliği, Washington, D.C.. Erişim tarihi: 28 Aralık 2006.
  128. ^ Orstein, David. “Formula one: What we’ll miss about Michael Schumacher”. The Guardian. Erişim tarihi: 19 Ekim 2007.
  129. ^ Le Mans 24 Saat Galipleri maddesine bakınız.
  130. ^ “Pekin 2008 Madalya Sıralaması”. Pekin 2008 Olimpiyat Oyunları. Erişim tarihi: 8 Eylül 2008.
  131. ^ “Torino 2006 Madalya Sıralaması”. Uluslararası Olimpiyat Komitesi. Erişim tarihi: 28 Aralık 2006.
  132. ^ Almanyiyecek istatistikleri, http://www.nationmaster.com, Erişim = 26-11-2007
  133. ^ Alman mutfağı, http://www.cuisineeurope.com, Erişim = 26-11-2007
  134. ^ Almanya’da organik tarım, Organik-Avrupa, Erişim = 26-11-2007
  135. ^ Alman yemek yaşamı, Kültürel profil projesi, Erişim = 26-11-2007
  136. ^ 300 Ekmek çeşitleri, /www.germany-tourism.de, Erişim = 26-11-2007
  137. ^ Michelin Rehberi, Deutsche Welle, Erişim = 26-11-2007
  138. ^ Avrupa’nın en büyük bira pazarı, royalunibrew.com, Erişim = 26-11-2007
  139. ^ Alkolsüz içecek tüketimi, http://www.nationmaster.com, Erişim = 26-11-2007
  140. ^ Dünya Kupası ve Almanya’nın tanınmışlığı BrandOvation, Erişim = 25-11-2007
  141. ^ 2008 Anholt-GfK Roper Ulusal Marka Göstergesi sıralaması GfK Gelenek araştırma Kuzey Amerika, Erişim = 03-10-2008
  142. ^ Almanya’ya Dünya’nın bakışı BBC Haberleri, Erişim = 02-04-2008
  143. ^ Almanya bütün ülkelerden fazla positif tanınmışlık elde etti Globescan, Erişim = 04-04-2008
  144. ^ Almanya, gay haklarını genişletti News24.com, Erişim = 25-11-2007
  145. ^ He’s Gay, and That’s Okay Yayınlanma = 31-08-2006 Giriş tarihi = 13-11-2008
  146. ^ Farklı etniklerden göç entegrasyonu: Almanya Avrupa Toplumu göç entegrasyonu, Erişim = 25-11-2008
  147. ^ FAZ Frankfurter Allgemeine Zeitung Erişim = 18-03-2008
  148. ^ Almanlar tatilde dünya şampiyonu Goethe Enstitüsü Singapur, Erişim = 25-11-2007

Dış bağlantılar

Konuyla ilgili diğer Wikimedia sayfaları :

Commons‘ta Almanya ile ilgili çoklu ortam dosyaları bulunmaktadır.

Vikisözlük‘te Almanya ile ilgili kelime açıklaması bulunmaktadır.

Vikisöz‘de Almanya ile ilgili özlü sözler bulunmaktadır.

[göster]

Avrupa

tarafından

italya

İtalya

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara
İtalya Cumhuriyeti
Repubblica italiana
Bayrak Arma
Bayrak Arma
Ulusal Marş: Il Canto degli Italiani
İtalyanların Şarkısı

Menü
0:00
Konum
Başkent Roma
41°54′K 12°29′D
Resmî dil(ler) İtalyanca[1]
Milliyet İtalyanlar
Yönetim biçimi Üniter parlamenter anayasal cumhuriyet
 – Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano
 – Başbakan Enrico Letta
Yasama organı Parlamento
 – Üst kamara Cumhuriyet Senatosu
 – Alt kamara Temsilciler Meclisi
Kuruluş
 – Birleşme 17 Mart 1861
 – Cumhuriyet 2 Haziran 1946
AB‘ye katılım 25 Mart 1957 (kurucu üye)
Yüzölçümü
 – Toplam 301.338 km²  (71.)
116,346 mil²
 – Su (%) 2,4
Nüfus
 – 2011 tahmini 60.813.326[2] (23.)
 – 2011 (ön sonuçlar) sayımı 59.570.581[3]
 – Yoğunluk 201,8/km²  (61.)
522.7/mil²
GSYİH (SAGP) 2011
 – Toplam 1,847 trilyon $[4] (10.)
 – Kişi başına 30.464 $[4] (30.)
GSYİH (düşük) 2011
 – Toplam 2.198 trilyon $[4] (8.)
 – Kişi başına 36.267 $[4] (24.)
Gini 32[5]
Internet TLD .it3

İtalya (İtalyanca: Italia, /iˈtaːlja/) ya da resmî olarak İtalya Cumhuriyeti (Repubblica Italiana) Güney Avrupa‘da, büyük ölçüde İtalya Yarımadası üzerinde yer alan bir ülkedir. Akdeniz‘in en büyük iki adası Sicilya ve Sardunya da İtalyan topraklarıdır. Kuzeyde Alpler bölgesinde Fransa, İsviçre, Avusturya ve Slovenya‘yla kara sınırı vardır. Bağımsız iki Avrupa ülkesi olan Vatikan ve San Marino da İtalya’nın yarımadadaki toprakları içine sıkışmış enklav (bir başka ülkeyle tümüyle kuşatılmış) ülkelerdir. Campione d’Italia bölgesiyse İtalya’nın İsviçre içinde kalan bir eksklavıdır (ana topraklardan ayrı mülkiyet).

İtalya, yüzyıllar boyunca çok çeşitli Avrupa uygarlıklarına ev sahipliği yapmıştır. Etrüskler ve Antik Romalıların İtalya topraklarını kendilerine yurt edinmelerinin yanı sıra, Rönesans hareketi de İtalya’nın Toskana bölgesinde doğmuş ve tüm Avrupa’ya buradan yayılmıştır. İtalya’nın başkenti Roma, yüzyıllar boyunca Batı uygarlığının merkezi olmuş, mimaride barok üslûbunun doğuşuna tanıklık etmiş ve eskiden beri Katolik Kilisesi‘nin merkezi olmuştur.

Günümüzde İtalya demokrasiyle yönetilmekte olan bir cumhuriyettir ve ülkelerin kişibaşına nominal gayrisafi yurtiçi hasıla sıralamasında yirminci,[6] insanî gelişme endeksi sıralamasında yirminci, yaşam kalitesi endeksinde sekizinci sırada yer alan gelişmiş bir ülkedir. İtalya, 1957 yılında başkent Roma‘da imzalanan Roma Antlaşması‘yla kurulan Avrupa Birliği adlı siyasi ve ekonomik örgütlenmenin kurucu üyelerindendir. Yedinci en büyük gayri safi yurtiçi hasılasıyla G8 Zirveleri‘nin, NATO‘nun, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü‘nün, Avrupa Konseyi‘nin, Batı Avrupa Birliği‘nin ve Schengen Antlaşması‘nın da katılımcılarındandır. 1 Ocak 2007 tarihinde sürekli üye sıfatı olmaksızın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‘nde iki yıllık sürecek üyelik dönemine başlamıştır.

Etimoloji

İtalya sözcüğünün kökeni (İtalyanca: Italia) Latince Italia sözcüğüne dayanmaktadır.[7] Ancak başlı başına bu sözcüğün ne anlama geldiği belirsizdir. Yaygın biçimde inanılan savlardan biri, İtalya sözcüğünün antik dönemlerde Campania bölgesinin kuzeyinde yaşayan toplumların dili aracılığıyla Antik Yunancadaki Víteliú (anlam olarak genç sığır, Latince: Vitulus – buzağı) sözcüğünden geldiğini öne sürmektedir. Víteliú sözcüğü ise hayvanlar tanrısı Mars adına verilmiştir.[8] Büyük olasılıkla bununla ilgili olarak boğa figürü uzun yıllar güneydeki İtalyan boylarının simgesi olmuş ve çoğunlukla Roma’nın kurt figürünü boynuzlarken betimlenmiştir. Bu betimlemeler bağımsız İtalya’nın simgesi olarak Samnit Savaşları‘nda sık sık kullanılmıştır.

İtalya adı ilk önceleri yalnızca, bugünkü İtalya’nın güneyindeki bir bölgeyi anlatmak için kullanılıyordu. Sirakuzalı Antiochus’a göre bu ad Calabria yarımadasının (o dönemki adıyla Bruttium) güney kesimleri için kullanılıyordu. Zamanla İtalya adı çevre bölgeleri de kapsayacak biçimde geniş bir kullanım alanı edindi. Antik Yunanistanlılar da bu bu adı daha geniş bir bölge için kullandılarsa da bu adın tüm yarımadayı anlatacak biçimde kullanılması ancak Romalıların bölgeyi ele geçirmesiyle oldu.[9]

Tarih

Ana madde: İtalya tarihi

Tarihöncesi Çağlar ve Roma İmparatorluğu

Ana madde: Antik Roma

İtalya Yarımadasındaki insan varlığının izleri bu İtalik kavimlerin yarımadaya ulaşmalarından çok öncelerine, 200 binyıl öncesi Yeni Taş Çağı‘na kadar dayanır.[10] Lombardiya‘daki Val Camonica vadisinde MÖ 8000 yılında kayalara oyulmuş resimler bulunmuştur. MÖ 1500-1100 yılları civarında kuzey İtalya’da izlerine rastlanan Terramare kültürü ise Tunç Çağına ait balta, kılıç ve hançer gibi cisimlerle günümüze kadar ulaşmıştır. Demir Çağının örnekleri ise MÖ 11.-7. yüzyıllar arasında Toskana civarında yerleşmiş Villinova kültürüne aittir.

Roman Italy.gif

Colosseum, Roma döneminden kalma İtalya’daki en bilinen simgerdendir.

MÖ 800 yılından sonra ortaya çıkan Etrüskler İtalya yarımadasında Antik Roma kültüründen önce ortaya çıkmış en önemli kültürdür. Etrüsklerin kökeni hakkında birçok değişik hipotez mevcuttur. Konuştukları dilin bir Hint-Avrupa dili olmadığı bilinmektedir. Roma kentinin kendisi Etrüsk topraklarına dâhildi. MÖ 396 yılında Etrüsklerin en büyük kenti olan Veio kentinin Romalılar tarafından istila edilmesiyle sona eren bu uygarlık Roma kültürüne damgasını vurmuş, Roma kültürü, mimarisi ve sanatına çok büyük bir etki yapmıştır.

İtalya 400

Daha yakın dönemlerde, 8. ve 7. yüzyıllarda İtalya Yarımadası‘nın güney kıyılarında ve Sicilya Adası‘nda Yunan sömürge şehirleri kurulmuş ve bu bölgelere yoğun olarak Yunanlar yerleşmiştir. Daha sonraları bu nedenle Romalılar bu bu bölgeye Magna Graecia (Türkçe: Büyük Yunanistan) adını vermişlerdir.[11][12][13] Antik Roma, başlangıçta MÖ 8. yüzyılda küçük bir tarım köyü olarak kurulmuş ancak yüzyıllar geçtikçe büyüyerek bütün Akdeniz‘i çevreleyen muazzam bir uygarlık hâlini almıştır. Ele geçirdiği bölgelerde hâkim olan Yunan kültürüyle Roma kültürü birleşerek ortak bir uygarlık oluşturmuş; hukuk, devlet yönetimi, sanat ve felsefede bugün çağdaş Avrupa uygarlığının temelini oluşturan bir zemin yaratmıştır. Yaklaşık 12 yüzyıl boyunca varlığını sürdürmüş olan Roma uygarlığı bir monarşiden oligarşi ve cumhuriyetin bileşimi bir demokrasiye ve daha sonra da otokratik bir imparatorluğa dönüşmüştür. Roma İmparatorluğu zaman içinde düşüşe geçmiş ve çökmüştür. Hispanya, Galya ve İtalya’yı içine alan batı imparatorluğu 5. yüzyılda bağımsız krallıklara bölündü. Batı imparatorluğunun 476 yılında sona ermesi Roma’nın yıkılışı ve Orta Çağın başlangıç tarihi kabul edilir.

Orta Çağ

Lombaridya krallarına takılan demir taç

İtalya 550

İtalya Yarımadası‘nın 6. yüzyılda Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından Ostragotlardan kısa süreli geri alınmasından sonra İtalya içlerine yeni bir Germen boyları dalgası başladı. Bu süreçte Lombardlar İtalya’nın kuzeyine gelerek buraya yerleşti. Yüzyıllar boyunca Bizans orduları, Arapların, Kutsal Roma İmparatorluğu‘nun ve Papalık Devleti‘nin birleşik bir İtalyan Krallığı kurmasını engelleyecek güçteydi. Ancak Bizans aynı zamanda Roma İmparatorluğu’nun eski topraklarını yeniden ele geçirecek güçten de yoksundu. Yine de Orta Çağ boyunca İtalya üzerindeki güç dengeleri çeşitli devlet ya da hanedanlar arasında değişkenlik gösterdi.

Orta Çağın sonlarına doğru İtalya 1494

İtalya’nın bölgeleri 19. yüzyıla kadar ya bağımsız yönetimler olarak kaldı ya da komşu devletlerin yönetimleri altında bulundu. Bu otorite boşluğu sırasında İtalyan şehirlerinde anarşik koşullar hüküm sürüyordu ve şehirler derebeylik düzenine göre birbirlerinden ayrılmış biçimde yönetiliyordu. İtalya bu dönemde ticaret cumhuriyetleriyle ünlenmişti. Bu şehir devletleri oligarşiye göre yönetilen tüccarların ayrıcalık sahibi olduğu yönetimlerdi. Venedik, Cenova, Pisa Amalfi ve Ankona bu dönemin deniz ticaret konusunda öne çıkan şehirleridir.

Özellikle Venedik ve Cenova ticarette Avrupa‘nın Doğu’ya açılan kapısıydı. Venedik, yöreye özgü bir tür camın üretilmesi ile ünlüydü. Floransa, ipek, yün, bankacılık ve mücevheratın önde gelen merkezlerindendi. Denizcilikte ileri bu şehir devletleri ayrıca Doğu’ya düzenlenen Haçlı seferlerinde de başı çeken güçlerdi.

Kara ölüm olarak da anılan 1348 tarihli veba salgını, İtalya nüfusun neredeyse üçte birini öldürerek İtalya’nın tarihine damgasını vurmuştur.[14] Bu salgının yaralarının sarılmasının ardından İtalyan şehirleri gerek ticaret gerekse ekonomi alanında büyümüştür. Bu iyileşme durumu daha sonra gerçekleşen hümanizm ve Rönesans hareketine ortam hazırlamıştır.

Orta Çağın sonlarında İtalya daha da küçük şehir devletlerine ve bölgelere bölündü: Napoli Krallığı İtalya’nın güneyinde etkili olan bir güçtü, Floransa Cumhuriyeti ve Papalık Devleti orta İtalya’yı yönetmekteydi, Cenova ve Milan kuzey ile batıda söz sahibi olan güçtü, Venedik ise doğu İtalya’da etkiliydi. 15. yüzyıl İtalyası Avrupa’nın en yoğun nüfuslanmış bölgelerinden biriydi ve sanatta Rönesans hareketinin de doğumyeridir. Dante Alighieri (1265–1321), Francesco Petrarch (1304–1374) ve Giovanni Boccaccio (y. 1313–1375)’nun yazıları ve Giotto di Bondone (1267–1337)’nin resimleriyle özellikle de Floransa bu kültür-sanat hareketinin merkezi olarak görülmektedir. Bu dönemde Niccolò de’ Niccoli ve Poggio Bracciolini gibi düşünürler kütüphanelerde Plato, Aristo, Öklid, Ptolemy, Cicero ve Vitruvius gibi ünlü Antik Yunan filozoflarının yapıtlarını incelemişlerdir.

İtalya 1796

1494 yılında Fransa Kralı VIII. Charles, İspanya’yı ele geçirebilmek amacıyla 16. yüzyıla dek sürecek olan saldırılar dizisinin ilk ayağını başlattı. Bu saldırılar ve rekabet sonunda İspanya Cateau-Cambrésis Antlaşması’yla galip taraf oldu. Böylece İspanya, Milan Düklüğü ve Napoli Krallığı üzerinde egemen güç durumuna geldi. Daha sonra İtalya üzerindeki etkili güç olma durumu, Utrech Antlaşması’yla Avusturya‘ya geçti. Avusturya etkisi altında İtalya’nın kuzeyinde güçlü bir ekonomik dinamizm ve entelektüel canlılık oluştu. Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşları (1796-1815) İtalyanlar arasında eşitlik, demokrasi, hukuk ve ulus olma bilinci gibi düşünceler uyandırdı.

Birleşme

Giuseppe Garibaldi, “İki dünyanın kahramanı”

İtalya 1860

19. yüzyılın ilk yıllarında İtalya I. Napolyon tarafından işgal edilerek Fransız etkisi altına girdi. Viyana Kongresi İtalya’nın Fransız işgalinden önce yöneten hanedanlara geri verilmesini öngörüyordu. Böylece Papalık Devleti, Sardinya-Piemonte Krallığı, Toskana Grandüklüğü, Modena Düklüğü ve Lombardiya-Venedik Krallığı tekrar kuruldu. Ancak Carbonari adı verilen gizli dernekler İtalya’nın birleşmesi için çalışmaya başladılar. Giuseppe Mazzini ve Giuseppe Garibaldi birleşme hareketinin öncüleri arasında yer alıyorlardı. Ayrıca Sardinya kralı II. Victor Emmanuel de bu birleşme hareketini destekleyenler arasındaydı.

1848 yılında Lombardiya Avusturya‘nın elinde bulunuyordu. İtalya’yı birleştirmek konusunda Fransa’nın desteğini almayı başaran İtalya, 1859′da Fransa ile birlikte Avusturya’yı mağlup etti ve 11 Kasım 1859′da Avusturya ile Piyemonte arasında Zürih’te barış antlaşması yapıldı. Buna göre; Avusturya, Lombardiya‘yı Piyemonte‘ye verdi. Venedik dâhil olmak üzere diğer İtalyan Devletleri arasında bir konfederasyon oluşturulması ve konfederasyonun fahri başkanının papa, fiilî başkanının Piyemonte olması kabul edildi. Bir süre sonra Kuzey İtalya’daki küçük devletler de Piyemonte’ye katılma kararı aldılar. Böylece bütün Kuzey ve Orta İtalya Piyemonte’ye katılmış oldu. 1870′te Roma ve 1886′da Venedik, İtalya birliğine dâhil oldular. Bunların da katılımı sonucu İtalyan Millî Birliği tamamlanmış oldu. İtalya Krallığı kuruldu.

20. ve 21. yüzyıllar

1922-1943 arasında İtalya’nın başbakanı Benito Mussolini

İtalya, Roma devrinden sonra ilk kez tek bir ülke hâline gelebilmişti. Yeni İtalyan Krallığı’nda 20. yüzyılda kuzey İtalya hızlı sanayileşerek gelişirken, güney İtalya’da nüfus hızla yükseliyor ve milyonlarca insan daha iyi bir yaşam için yurdışına göç etme yolları arıyordu. 1861 yılında ülkede çıkarılan anayasa insanlara pek çok temel hak ve özgürlüğü sağlıyordu. Ancak seçme ve seçilme hakları bunun dışındaydı ve varlıklı olmayan kişilerle eğitimsiz sınıfın oy kullanma hakkı yoktu. Daha sonra, 1913′te ülkedeki tüm erkeklere oy kullanma hakkı tanındı. Böylece sosyalist parti liberalleri ve muhafazakârları alt ederek ana politik parti hâline geldi. 19. yüzyılın son yirmi yılından başlayarak İtalya da diğer Avrupa ülkeleri gibi sömürgeleşme yoluna gitti. Osmanlı İmparatorluğu‘na karşı yaptığı Trablusgarp Savaşı‘nı kazandı. Batı Türkiye’de Oniki Ada; Afrika’da Libya, Etyopya ve Somali gibi bazı ülkeleri de işgal ederek sömürgeleştirdi.[15] I. Dünya Savaşı başladığında önce tarafsızlığını ilan eden İtalya, sonuç olarak 1915′te Londra Paktı ile İtilaf Devletleri arasına katıldı. İtalya’ya savaşa girmesi koşuluyla Trento, Trieste, Istria, Dalmaçya ve Osmanlı Devleti’nin bazı bölgeleri vadedildi. Savaş süresince 600.000 İtalyan askeri yaşamını yitirdi ve İtalya ekonomisi çöktü. Savaşın sonucunda İtalya’ya verilen sözlerden çoğu tutulmadı. St. Germain Antlaşması ile İtalya galip tarafta olmasına karşın yalnızca Trento, Trieste ve Bolzano’yu alabildi. Bu sonuç İtalyan toplumu arasında büyük hoşnutsuzluklara yol açtı.

Aldo Moro‘nun Kızıl Tugaylarca kaçırılması

I. Dünya Savaşı’nın neden olduğı yıkımdan sonra oluşan karışılık ortamında, 1917 Ekim Devrimi‘nin ateşlediği hareketlilik bir anarşi ve kargaşa ortamı yarattı. Sosyalist bir devrimden kaygı duyan liberal görüşler Benito Mussolini önderliğinde Ulusal Faşist Parti‘yi kurdular. Ekim 1922′de faşistler krala karşı bir darbe girişiminde bulundular. Kral, ordularına darbeci güçlere karşı koymamaları yönünde buyruk verdi ve Mussolini ile iş birliği yapma yoluna gitti. Bunu izleyen birkaç yıl içinde Mussolini tüm siyasi partileri kapattı ve birtakım kişisel özgürlükleri kısıtlayarak kendi diktatörlük rejimini ilân etti. 1935′te İtalya Habeşistan‘ı görece uzun süren bir direniş sürecinin ardından işgâl edince Milletler Cemiyeti olaya müdâhil oldu. Buna karşılık Faşist İtalya, Nazi Almanyası ile anlaşma ve iş birliği yoluna gitti. Nazi Almanyası ile ilk antlaşma 1936 yılında yapıldı. Ardından 1938′de Çelik Paktı geldi. İspanya İç Savaşı‘nda İtalya, Franco‘yu sonuna kadar destekledi. Avusturya‘nın ve Çekoslovakya‘nın Almanya’ya bağlanması girişimlerinde de Hitler‘e destek verdi.

İtalya, 1940′ta savaşa katıldı. Kuzey Afrika’da başarılı oldular ancak Yunanistan’ın işgalinde İtalyan birlikleri Yunan direnişçilere karşı yenilgiler aldı. Amerikan ve İngiliz birlikleri 1943′te Sicilya‘ya çıktı. Aynı yıl İtalya’nın güneyini ele geçirdiler ve Mussolini, başbakanlık görevinden alınarak hapsedildi. Alman paraşütçüler Mussolini’yi kurtardı ve Mussolini İtalya’nın kuzeyinde İtalyan Sosyal Cumhuriyeti‘ni kurdu. 1945′te İtalya’nın kuzeyi de kaybedildi ve bunun üzerine Mussolini İtalya’dan kaçmaya çalıştı ancak komünist partizanlarca yakalanarak kurşuna dizildi.

Coğrafya

İtalya’nın uzaydan görünümü

İtalya, Güney Avrupa‘da anakaradan Akdeniz‘e çıkıntı yapan uzun, çizme biçimindeki İtalya Yarımadası ile bu yarımada ve Alpler arasındaki topraklar üstüne kuruludur. Ülke, en büyükleri Sicilya ve Sardinya olmak üzere Akdeniz’de irili ufaklı pek çok adanın da sahibidir. Toplam yüzölçümü 301.230 kilometrekaredir. Bunun 294.020′sini kara, 7.210′unu ise sular oluşturmaktadır.

Adalar da işin içine katıldığında İtalya Adriyatik, İyon ve Tiren denizleri aracılığıyla toplamda 7.600 kilometre uzunluğunda deniz kıyısına; İsviçre ile 740, Fransa ile 488, Avusturya ile 430, Slovenya ile 232, San Marino ile 39 ve Vatikan ile 3,2 kilometre kara sınırına sahiptir. Mikrodevletler olarak anılan Vatikan ve San Marino tümüyle İtalya içinde yer alır ve tek komşusu İtalya’dır. Benzer olarak İtalya’nın da İsviçre içinde kalan Campione d’Italia adında, yaklaşık 1,5 kilometrekare büyüklüğünde ve 2.500 nüfuslu bir eksklav beldesi vardır.

Apenin Dağları yarımadayı boydan boya aşar ve Alplerin bir koludur. Alpler ise ülkenin kuzey sınırında, İsviçre ile İtalya arasında yer alır. Ülkenin en büyük gölleri, kuzeyde yer alan 143 kilometrekarelik Garda Gölü ve ülkenin orta kesimlerinde bulunan Trasimeno Gölü‘dür. Ülkenin en büyük akarsuyu Po Nehri, Alplerden başlayarak Padan Ovası‘nı geçer ve batı sınırında Adriyatik Denizi’ne sularını boşaltır. İtalya’da ayrıca pek çok aktif volkan bulunur. Bunlardan Etna Avrupa kıtasındaki en büyük yanardağdır. İtalya’nın diğer önemli yanardağları, Vezüv, Stromboli ve Vulcano‘dur.

İklim

İtalya’da iklim özellikleri son derece çeşitlidir ve bölgenin coğrafi özelliğine göre ülkenin büyük bölümünde egemen olan tipik Akdeniz ikliminden büyük farklılıklar gösterebilir. Örneğin Turin, Milano ve Bologna gibi şehirlerin bulunduğu İtalya’nın iç kuzey bölgeleri Köppen iklim sınıflandırmasında Cfa kategorisinde yani karasal iklim bölgesi olarak gösterilir. Ligurya Bölgesi’nin kıyı kesimleri ve Floransa‘nun güneyinde kalan bölgeler genel olarak Akdeniz iklimine uysa da, yarımadanın kıyı kesimleriyle yüksek rakımlı iç bölgeler ve vadiler arasındaki büyük iklim farklılıkları göze çarpar. Özellikle kış ayları boyunca yüksek yerler soğuk, yağışlı ve çoğu zaman da karlı olur. Bunun yanında kıyı kesimlerinde ise ılıman kışlar ile ılık ve yağışız yazlar geçirilir.

Yönetim ve politika

Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano.

İtalya’nın yönetim biçimi çok partili ve parlementer demokrasi ile işleyen cumhuriyettir. İtalya’nın politikaları bu bağlamda oluşturulur. Yürütme erki, bakanlar kurulunun elindedir ve bu kurula ülkenin cumhurbaşkanı başkanlık eder. Yasama organı, ulusal meclis ve bakanlar kurulu tarafından ortaklaşa yürütülür. Yargı, yasama ve yürütme erklerinden bağımsızdır. İtalya 2 Haziran 1946′dan bu yana demokratik cumhuriyet olarak yönetilmektedir. Bunun öncesinde ülkede bulunan kraliyet sistemi halkoylaması sonucu kaldırılmıştır. İtalyan Anayasası ise 1 Ocak 1948 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

İtalya Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı (İtalyanca: Presidente della Repubblica) her yedi yılda bir ulusal meclis ve az sayıda bölgesel temsilci tarafından seçilir. İtalya’da cumhurbaşkanları tarafsız bir biçimde ülkenin birlik ve bütünlüğü simgelemekle yükümlüdürler. Daha önceleri İtalya krallarına verilen hakların büyük bölümünü elinde bulundurur. Cumhurbaşkanı, yasama, yürütme ve yargı erklerinin ortasında tüm bunların işlerliğini sağlamakla görevlidir. Yöneticileri atamak, yargıya başkanlık etmek ve ülke ordusunun başkomutanı olmak gibi görevleri de yürütmektedir. Seçim ile işbaşına gelmiş partiler içinden çıkacak başbakanı da cumhurbaşkanı atar ve başbakana kabineyi kurma görevi verir. Kabinenin onaylanması ulusal mecliste yürütülen güven oylamasına bağlıdır.

İtalya Temsilciler Meclisi

İtalya’da iki meclisli sistem uygulanmaktadır ve bu meclisler halk tarafından oylama yöntimiyle seçilir. Halk meclisinde 630 sandalye varken, sentadodaki sandalye sayısı 315′tir. Senatoda bunun yanı sıra az sayıda ömürboyu katılım hakkına sahip olan temsilci de yer alır. İtalya’da halk meclisine katılacak temsilcileri seçmek için yapılan oylamalara 18 yaşını doldurmuş olan her İtalyan vatandaşı katılabilir. Ancak senato üyelerini seçerken oy kullanma yaşı alt sınırı 25 olarak belirlenmiştir. Her iki meclis de 5 yıllık süreler için seçilir. Ancak cumhurbaşkanının bazı olağanüstü hâllerde meclisi feshetme hakkı vardır. Bu durumun örnekleri 1972, 1976, 1979, 1983, 1994, 1996 ve 2008 yıllarında yaşanmıştır.

İtalyan Parlamentosu’nun kendine özgü (sui generis) özelliklerinden biri de İtalya’nın kalıcı olarak yurtdışında yaşayan İtalyan vatandaşlarına da temsil hakkı vermesidir. Günümüzde çoğunluğu eski sömürge ülkelerinde olan 2,5 milyon yurtdışında yaşayan İtalyan vatandaşı vardır. 630 ulusal meclis temsilcisi içinde 12, 315 senato temsilcisi içindeyse 6 kişi yurtdışındaki İtalyan vatandaşları arasından seçilmiştir. Bu olay ilk kez Nisan 2006′ta yaşanmıştır ve bu milletvekillerine İtalya’dan seçilenler ile eşit haklar verilmektedir. İtalyan hukuk sistemi büyük ölçüde Roma hukuku üstüne kuruludur. İtalya Anayasa Mahkemesi yasaların anayasaya uygunluğunu ve anayasanın korunmasını denetler. İtalya’da anayasa mahkemesi İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan yeniliklerdendir.

Dış ilişkiler

İtalya, günümüzdeki anlamıyla Avrupa Birliği‘ne dönüşmeden önce oluşturulam Avrupa Topluluğu‘nun kurucu üyelerindendir. Ülke, 1955 yılında Birleşmiş Milletler‘e kabul edilmiştir ve NATO’nun da en büyük destekçilerinden ve üyelerindendir. Ayrıca Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması/Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Konseyi gibi örgütler de İtalya’nın üyesi olduğu bazı diğer kuruluşlardır. 1994 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı‘nın, 2001 ve 2003 yıllarında Avrupa Birliği’nin, ve G8 topluluğunun dönüşümlü başkanlık görevlerini de yürütmüştür.

İtalya Birleşmiş Milletler ve uluslararası güvenlik konusundaki politikalarını desteklemektedir. İtalyan ordusu çeşitli zamanlarda Somali, Mozambik ve Doğu Timor’da barış gücü askeri olarak görev yapmış; Bosna, Kosova ve Arnavutluk‘ta NATO ile Birleşmiş Milletler operasyonlarına katılmıştır. Şubat 2003′te Afganistan‘a 2.000 asker yollamıştır. İtalya Irak‘ta istikrar ve güvenliğin sağlanabilmesi amacıyla yürütülen uluslararası çalışmalara da destek vermektedir. Irak’a göndermiş olduğu askerlerden 3.200 kadarını Kasım 2006′da geri çekmişse de günümüzde yalnızca insanî yardım ve sivil güvenlik ekipleri ile hizmet vermeyi sürdürmektedir.

İtalya’nın asker gönderdiği bir başka ülke de 2006 yılında Lübnan olmuş ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla 2.450 İtalyan askeri bölgede konuşlandırılmıştır.[16]

Savunma

Dardo IFV tatbikatta

Uçak gemisi Cavour.

İtalyan jandarma askeri

İtalyan silahlı kuvvetleri, İtalya Cumhuriyeti cumhurbaşkanı tarafından başkanlık edilen Yüksek Savunma Konseyi’nin komutasındadır. 2008 yılında ordu 186.798 kişilik personelden oluşmaktadır. Bunun yanı sıra 114.778 kişilik bir jandarma ekibi de görev yapmaktadır.[17]

İtalya’da askerlik görevi 2003 yılından bu yana zorunlu olmaktan çıkarılmıştır. 18 yaş ve üstü kişiler istedikleri taktirde orduya katılabilirler. İtalya’nın 2007 yılı askerî harcaması 33,661 milyar dolar olmuştur. (ulusal gelirin %1,8′i) [18]

Ordu

İtalyan ordusu (İtalyanca: Esercito Italiano) İtalya Cumhuriyeti’nin savunma birimleri içinde en temel olanıdır. Ülkede, 2003 yılından bu yana katılımın isteğe bağlı olduğu profesyonel ordu görev yapmaktadır. 2008 yılında İtalyan ordusunun asker sayısı 10669.703 olarak bildirilmiştir. İtalya’nın elinde bulundurduğu önemli savunma araçları içinde Dardo piyade savaş aracı, Centuaro tank imha edici, Ariete tanklar; hava savunma araçları içindeyse A-129 taktik taarruz saldırı helikopteri bulunmaktadır. İtalyan ordusu pek çok kez Birleşmiş Milletler kararları uyarınca dünyanın çeşitli yerlerinde görev yapmıştır.

Donanma

İtalyan Donanması (İtalyanca: Marina Militare) 2008 yılı itibarıyla 65 gemi ve uçak gemisi, muhrip, fırkateyn, denizaltı ve daha küçük boyutlu araştırma gemisine sahiptir.[19] Marina Militare olarak anılan donanma son dönemlerde daha yüksek kapasiteli uçak gemileri, muhripler, denizaltılar ve çok amaçlı fırkateynler ile donatmaktadır. (Cavour gibi). İtalyan donanması NATO’nun bir üyesi olan İtalya adına dünyanın çeşitli bölgelerinde görevler yürütmüştür.

Hava kuvvetleri

İtalyan Hava Kuvvetleri (İtalyanca: Aeronautica Militare) İtalyan ordusunun en önemli ve gelişmiş birimlerinden biridir. İtalyan havacılık tarihi 1884 yılına kadar uzanmaktadır ve İtalya, 1911 yılında Osmanlı Devleti ile İtalya arasında yapılan Trablusgarp Savaşı‘nda uçağı dünya üzerinde ilk kez savaş aleti olarak kullanarak tarihe geçmiştir. Çağdaş İtalyan havacılık kuvvetleri ise 28 Mart 1923 tarihinde kurulmuş ve bugün 466 bin personel ve 7.644 hava aracıyla hizmet vermektedir. İtalya 29 adet havaüssüne ve kendi ürettiği çok sayıda patentli hava savaş aracına sahiptir.

Jandarma

Ana madde: Carabinieri

İtalyan jandarma askerlerine Carabinieri adı verilir. Bunlar asker donanımına sahip polis ekipleridir. Ülkede sivil güvenliğin sağlanmasından sorumlulardır. İtalyan jandarmasının geçmişi Savoy dükü I. Victor Emmanuel’e dayanmaktadır. Mussolini iktidarı dönemi faşist İtalya’da jandarma askerleri her türlü karşı eylem ve gösteriyi bastırmak için kullanılmıştır. Jandarma askerlerinin üniformaları lacivert renkli bir takım, yaka ve manşetlerde gümüşî şeritler ile gümüş rengi apoletlerden oluşmaktadır. Bu birimin kullandığı araçlar bölgeye göre değişen gereksinimler doğrultusunda otomobil, motorsiklet, zodyak bot ya da unimoglar olabilir.

Yönetimsel birimler

İtalya, 20 adet bölgeye ayrılmıştır (çoğul: regioni, tekil regione). Bunların beş tanesi, yerel sorunları çözmek için yasalar uygulayabilmelerine izin veren özerk statüye sahiptir; bu bölgeler, aşağıdaki tabloda bir yıldız (*) işareti ile etiketlenmiş. Ek olarak ülke toplam 109 il (province) ve 8.101 kömün’e (comuni) bölünmüştür.

Bölge Merkez Alan (km2) Nüfus
Abruzzo L’Aquila 10.794 1.324.000
Aosta Vadisi* Aosta 3.263 126.000
Puglia veya Apulia Bari 19.362 4.076.000
Basilicata Potenza 9.992 591.000
Calabria Catanzaro 15.080 2.007.000
Campania Napoli 13.595 5.811.000
Emilia-Romagna Bolonya 22.124 4.276.000
Friuli-Venezia Giulia* Trieste 7.855 1.222.000
Lazio Roma 17.207 5.561.000
Ligurya Cenova 5.421 1.610.000
Lombardiya Milano 23.861 9.642.000
Marche Ankona 9.694 1.553.000
Molise Campobasso 4438 320000
Piyemont Torino 25.399 4.401.000
Sardinya* Cagliari 24.090 1.666.000
Sicilya* Palermo 25.708 5.030.000
Toskana Floransa 22.997 3.677.000
Trentino-Alto Adige* Trento 13.607 1.007.000
Umbria Perugia 8.456 884.000
Veneto Venedik 18.391 4.832.000

Nüfus bilgileri

İtalya’nın nüfus artış grafiği

2008 yılının sonunda, İtalya’nın toplam nüfusu 60 milyonu aştı.[20] Bu sayılar ışığında, İtalya günümüzde Avrupa Birliği içinde Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık‘tan sonra dördüncü, dünya genelindeyse yirmi üçüncü en kalabalık ülkedir. İtalya’da kilometrekareye düşen kişi sayısı 199.2′dir ve bu yoğunluk da İtalya’yı Avrupa Birliği içinde en yoğun nüfuslu beşinci ülke yapar. Ülkenin en yoğun nüfuslu bölgesi Kuzey İtalya‘dır ve ülkenin yüzölçümünün yaklaşık üçte birini oluşturan bu bölge, ülkenin toplam nüfusunun ise neredeyse yarısını barındırmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı‘nın sonrasında İtalya, uzun süreli bir ekonomik yükseliş sürecine girmiş ve bu dönemde ülkenin kırsal kesimlerinden büyük kentlere göç patlaması yaşanmıştır. Bunun yanı sıra ülke göç ile nüfus yitiren bir ülke olmaktan çıkmış, göçmen kabul eder hâle gelmiştir. Bu ekonomik canlılık ve atılım süreci 1970′lere dek sürmüştür.[21] Buna karşın, son yirmi yılda İtalya’nın aldığı yoğun dış göç sayesinde İtalya 2000′li yıllarda yeni doğum oranlarında gözle görülür bir artış yaşamaktadır. Bu artış özellikle uzun süredir düşük oranlarda seyreden kuzey bölgelerinin nüfuslarında görülmektedir.[22]

Kadın başına düşen çocuk sayısı da gerek göçmen annelerin, gerekse İtalyan kadınlarının dünya getirdikleri çocuklarla geçen yıllara oranla artış göstermiştir. 2005 yılında kadın başına düşen çocuk sayısı 1,32 iken, 2008 yılında bu sayı 1,41′e kadar çıkmıştır.[23]

Büyük şehirler

Sıra Kent Bölge Nüfus Sıra Kent Bölge Nüfus Colosseum-2003-07-09.jpg
Roma
876MilanoDuomo.JPG
Milano
1 Roma Lazio 2.722.907 11 Venedik Veneto 270.055
2 Milano Lombardiya 1.294.797 12 Verona Veneto 265.795
3 Napoli Campania 963.522 13 Messina Sicilya 243.315
4 Torino Piyemonte 909.193 14 Padova Veneto 211.632
5 Palermo Sicilya 659.623 15 Trieste Friuli-Venezia Giulia 205.466
6 Cenova Ligurya 611.556 16 Taranto Puglia 194.042
7 Bolonya Emilia-Romagna 374.561 17 Brescia Lombardiya 190.809
8 Floransa Toskana 365.744 19 Reggio Calabria Kalabriya 185.602
9 Bari Puglia 320.676 18 Prato Toskana 185.193
10 Katanya Sicilya 296.816 20 Modena Emilia-Romagna 181.704
2008 ISTAT tahminleri

Metropolitan alanlar

Başkent Roma’nın gökyüzünden görünümü

OECD raporlarına göre İtalya’daki metropoller şunlardır:,[24]

Metropolitan bölge Nüfus
Milano 7.4 milyon
Roma 3.7 milyon
Napoli 3.1 milyon
Torino 2.2 milyon

Göçler

İtalyan hükûmetinin yaptığı açıklamaya göre İtalya’da ocak 2009 tarihinde toplam 3.891.295 göçmen yaşamaktadır. Bu rakam İtalya’nın toplam nüfusunun %6.5′ine denk gelmektedir.[25] Avrupa Birliği‘nin son yıllarda gerçekleştirdiği genişleme girişimleri sonucu İtalya’ya yapılan en yeni göç dalgası komşu Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve Doğu Avrupa ülkelerinden gelmiştir. Önceden en yoğun göçün alındığı Kuzey Afrika‘nın yerine günümüzde öne çıkan gruplar Asyalı göçmenlerdir. İtalya’da en büyük göçmen grup resmî olarak kayıtlı yaklaşık 800 bin kişiyle Romenlerdir. Romenler son yıllarda Arnavutları ve Faslıları sayıca geçerek İtalya’daki en büyük azınlık durumuna gelmişlerdir. Bazı gayrıresmî varsayımlar ve savlar, İtalya’da yaşayan Romenlerin sayısının belirtilen rakamdan iki katı kadar hatta daha fazla olduğunu öne sürmektedir.[26] 2009 yılı itibarıyla İtalya nüfusu içinde yurtdışında doğmuş olanların sınıflandırılması şöyledir: Avrupa (%53,5), Afrika (%22,3), Asya (%15,8), Amerika (%8,1) ve Okyanusya (%0,06). İtalya’da yaşayan göçmenlerin ülke içindeki dağılımı ise oldukça dengesizdir. Ülkedeki göçmenlerin %87,3′ü ülkenin ekonomik olarak en gelişmiş yerleri olan kuzey ve orta kesimlerinde yaşarken, yalnızca %12,8′i yarımadanın güney kesimlerinde yaşar.

İtalya’daki azınlıkların kökenleri

Köken Nüfus  % yüzdesi*
İtalyanlar 56.153.773  %93,52
Romenler 796.477  %1,32
Mağripliler 606.556  %1,01
Arnavutlar 441.396  %0,73
Çinliler 170.265  %0,28
Ukraynalılar 153.998  %0,26
Asyalılar (Çinliler hariç) 445.795  %0,74
Latin Amerikalılar 298.860  %0,50
Sahraaltı Afrikalılar 264.570  %0,44
Diğer 713.378  %1,19
* 1 Ocak 2009 için İtalya nüfusundaki yüzdesi

İtalyan diasporası

1900′lerde Manhattan‘da Mulberry caddesi boyunca yer alan İtalyan mahallesi

1800′lerin sonunda İtalya topraklarında ulusal birliğin sağlanmasının ardından İtalya’da yurtdışına verilen kitlesel göçler başladı. 1898 ve 1914 yılları arasında tüm dünya ülkelerinde İtalyan diasporası kayde değer ölçüde büyüdü. Bu süreçte her yıl yaklaşık 750 bin İtalyan yurtdışına göç etti.[27] İtalyan toplulukları, önceleri İtalya’nın eski Afrika sömürgelerinde büyüme gösterdi. Bu dönemde Eritre‘de (İkinci dünya savaşı başladığındaki sayıları 100 bin)[28], Somali‘de ve Libya‘da (150 bin nüfusla toplam ülke nüfusunun %18′ini oluşturuyorlardı) pek çok sayıda İtalyan bulunuyordu. Ancak Libya’da yaşayan İtalyanlar 1970 yılında tümüyle ülkeden uzaklaştırıldılar.[29] İkinci Dünya Savaşı sonrasında geçen on yıllık dönemde yaklaşık 350 bin İtalyan kökenli kişi Yugoslavya‘yı terk etti.[30] Geçmişte İtalyanların göç ettikleri bölgelerde bugün onların soyundan gelen milyonlarca insan bulunmaktadır: Brezilya (25 milyon),[31] Arjantin (20 milyon),[32] Amerika Birleşik Devletleri (17.8 milyon),[33] Uruguay (1.5 milyon),[34] Kanada (1.4 milyon),[35] Venezuela (900,000)[36] ve Avustralya (800,000).[37]

Tanınan etnik azınlıklar

İtalya’da pek çok etnik grup hükûmet tarafından resmî olarak tanınmakta ve bu gruplara azınlık hakları çerçevesinde bazı ayrıcalıklar verilmektedir. Bu haklar uyarınca kimi azınlıkların dilleri, yaşadıkları bölgelerde ikinci bir resmî dil olarak kabul edilebilmektedir.

Sözkonusu bu bölgelerde hazırlanan resmî belge ve tabelalar ve trafik levhaları ikidillidir. Ladincenin konuşulduğu bölgelerde ise üçdilli olarak da hazırlanabilmektedir. Azınlık okullarının bulunduğu yerlerde azınlık dillerinde eğitim görme olanağı bulunabilmektedir.

İnançlar

İtalya’da inançlar
din yüzde
Hıristiyanlık 90%
Dinsizlik 7%
İslam 1%
Diğer 1%

Hıristiyanlığın Katolik mezhebi İtalya’daki en önemli dinî inançtır. Geçmişte Katolik Kilisesi İtalya’nın resmî dini olarak kabul görmüşse de günümüzde İtalya laik bir devlet yapılanması geliştirmiştir. İtalyanların %87.8′i kendilerini Roman Katolik olarak belirtmiştir ancak de[38] bunların içinden yalnızca %36.8′si kiliseye düzenli gittiklerini bildirmiştir. İtalya’da önemli ölçüde mensubu bulunan diğer Hıristiyanlık mezhepleri Ortodoksluk,[39] Pentakostalizm ve Evangelizm‘dir.

Ülkedeki en eski dinî azınlık grubu ise Yahudilerdir. Geçmişte İtalya’nın en büyük Hıristiyan olmayan azınlığı olarak anılan Yahudilerin bugün İtalya’daki sayısı ortalama 45.000 kadardır. Son yıllarda Orta Doğu ve Kuzey Afrika‘dan aldığı yoğun göçler sayesinde ülkede 825 bin kişiden oluşan bir Müslüman azınlık oluşmuştur.[40] Müslümanlar İtalya nüfusunun %1.4′ünü oluşturmaktadır ama bunların içinden yalnızca 45.000′inin İtalyan vatandaşlığı vardır. Ülkede ayrıca 50 bin kadar budist [41][42] 70 bin kadar Sih[43] ve 70 bin kadar da Hindu yaşamaktadır.

Ekonomi

Torino‘da bir Fiat 500. Fiat İtalya’nın en büyük sanayi kuruluşudur.

Uluslararası Para Fonu‘nun verilerine göre İtalya, 2008 yılında dünyanın en büyük yedinci, Avrupa’nın ve Avrupa Birliği’nin ise dördüncü ekonomisidir. Ülkenin kuzeyinde gelişmiş bir sanayi ile köklü ve zengin özel şirketler öne çıkarken, ülkenin güney kesimleri devlet destekli tarım ve ufak çaplı sanayi alanları ile ayakta durmaktadır.

Geride bırakılan son 10 yıl içinde ülke ekonomisinin yıllık ortalama büyümesi %1.23 olmuştur. Bu sayı Avrupa Birliği ortalaması için %2.28′dir.[44] Son yıllarda yaşadığı ekonomik durgunluk, siyasi çalkantılar ve reform programlarını uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle basın tarafından Avrupa’nın hasta adamı biçiminde anılmaktadır.[45][46] Ancak yapılan son istatistiksel araştırmalar ışığında İtalyanların satın alım gücünün Avrupa Birliği ortalaması değerlerine yakın olduğu gözlenmektedir.[47]

A Valentino koleksiyonu

İtalya’da genel olarak ülkenin coğrafi yapısından kaynaklanan nedenlerden ileri gelen yapısal sorunlar vardır. Hammadde eksikliği ve enerji kaynaklarının azlığı da öne çıkan baika sorunlardır. Ülkenin coğrafi yapısı genel olarak dağlıktır. Bu nedenle yoğun tarım yapılabilecek topraklar oldukça kısıtlıdır. Enerji sektöründe büyük ölçüde dışa bağımlılık sözkonusudur. 2006 yılı verilerine göre ülkede tüketilen toplam enerji miktarının %86′sı dış kaynaklardan sağlanmıştır.(katı yakıtların %99.7′si, petrolün %92.5′i, doğalgazın %91.2′si ve elektriğin %15′i.)[48][49]

İtalya ekonomisi ayrıca altyapı yatırımlarının gelişmemesi, pazara yönelik reformların uygulanamaması ya da yapılmaması ve araştırma konusunda yatırımlar yapılmaması nedeniyle güç yitirmektedir. Dünya Ekonomik Özgürlük Endeksi, 2008 yılında yayınladığı çalışmada ülkenin sırasını dünyada 64. Avrupa’da ise 29. olarak belirlemiştir. Böylece İtalya, avro alanı içinde en son sıraye yerleşmiştir. Dünya Bankası’na göre İtalya iş kurma, yatırım yapma ve ticaret konularında oldukça uygun ülkeler arasında gösterilmektedir. Buna karşın, ülkede bürokrasi alanında, mülkiyet haklarının korunması ve yüksek vergilendirmeler konusunda sorunlar göze çarpmaktadır.[50] Bununla birlikte son yapılan araştırmalarda İtalya’nın 2006 yılında araştırma ve geliştirme konularına ayırdığı bütçe gayrisafi millî hasılanın %1.14′üyle sınırlı kalmış ve böylece, %1.84′lük Avrupa Birliği ortalamasının ve %3′lük Lizbon Stratejisi hedeflerinin oldukça altında kalınmıştır.[51]

İtalya ekonomisinin büyüklüğündeki diğer ülkelerde karşılaştırıldığında İtalya’da oldukça az sayıda dünya çapında çokuluslu şirket vardır. Buna karşın İtalya’daki küçük ve orta ölçekteki şirket sayısı oldukça fazladır. Bu durum İtalya’da üretim sektöründe tek bir ürünün öne çıkmasına neden olmuştur. İtalya’nın dışsatımını yaparak ekonomisini canlı tuttuğu lüks tüketim malları son dönemlerde Çin gibi yükselmekte olan ve işgücünün ucuz olduğu ülkelerle rekabet içine girmektedir.[52] İtalya’nın dışarıya sattığı ürünler içinde en önde gelenler motorlu araçlar (Fiat Group, Aprilia, Ducati, Piaggio); kimyasal ve petrokimyasal ürünler (Eni); enerji ve elektrik mühendisliği sistemleri (Enel, Edison); elektrikli ev gereçleri (Candy, Indesit); uzay ve savunma teknolojileri (Alenia, Agusta, Finmeccanica); ateşli silahlar (Baretta); moda ve tekstil ürünleri (Armani, Valentino, Versace, Dolce & Gabbana, Robert Cavalli, Benetton, Prada, Luxottica); gıda ürünleri (Ferrero, Barilla, Martini & Rossi, Campari, Parmalat) ve lüks arabalar ((Ferrari, Maserati, Lamborghini, Pagani, Alfa Romeo, ile yatlardır (Ferretti, Azimut)

İtalya’da turizm ise ülkede en hızlı gelişen ve en çok kâr getiren sektörlerdendir. Her yıl 43.7 milyon turist ülkeyi ziyaret etmekte ve ülkeye 4.7 milyar dolar bırakmaktadır. İtalya dünya sıralamasında en çok ziyaret edilen beşinci ülke, turizmden en çok kazanan dördüncü ülkedir.[53]

Ulaşım

Leonardo da Vinci-Fiumicino Havalimanı 2008′de Avrupa’nın en işlek 6. havalimanıydı.

2004 yılında İtalya’da ulaşım sektörü, yaklaşık 119.4 milyon avroluk iş hacmine ulaştı ve ulaşım alanında hizmet veren 153.700 şirkette 935.605 kişiye istihdam sağlandı. Ulusal yol ağında bakıldığında, 2002 yılında İtalya’da iş görür durumda toplam 668.721 kilometre uzunluğunda karayolu vardır. Bunun 6.487 kilometresi bir özel şirket tarafından işletilen devlet yollarıdır.

2005 yılında İtalya’da 34.667.000 otomobil (Her bin kişiye 590 otomobil) ve 4.015.000 yük taşıtı olduğu kayda geçmiştir. Devlete ait olan ancak yine bir özel şirket tarafından yönetilmekte olan demiryolları da 2003 yılında toplam 16.287 kilometre olarak ölçülmüştür. Ülkedeki demiryolu ağının %69′u elektrikli olup demiryollarında toplam 4937 lokomotif ve vagon çalışmaktadır. Fréjus Demiryolu Tüneli, Alpleri aşarak ülkeyi Fransa ile bağlayarak demiryolu ulaşımında önemli bir yer tutmaktadır. Yapımı sürmekte olan Brenner Tüneli ise Avusturya ile İtalya’yı demiryolu ile birbirine bağlayacaktır.

Ulusal sınırlar içinde kalan akarsu ağı genelinde toplam uzunluğu 1.477 kilometreyi bulan ırmak ve kanallarda ulaşım ve taşımacılık yapılabilmektedir. Ülkede ayrıca 2004 yılı itibarıyla büyük çapta havalimanlarının sayısı 30, büyük limanların sayısı ise 43 olarak saptanmıştır. Cenova limanı İtalya’nın en büyük, Akdeniz‘in ise ikinci büyük limanıdır. 2005 yılında İtalya’da 389 bin birimlik sivil havacılık filosu ve 581 gemilik bir ticaret filosu bulunmaktadır.[54]

Kültür

İtalya, 1861 yılında ulusal birliğini sağlayana dek tek bir ülke değildi. İtalya topraklarındaki küçük devlet ve krallıklar birbirleri arasında farklılık gösterebilen kendi kültürlerini geliştiriyorlardı. Bu nedenle günümüzde İtalyan geleneği ya da İtalyan kökenli olarak adlandırılan şeyler bölge ve kökenlerine göre ayrılabilir. İtalya’nın Avrupa’nın kültürel ve tarihî mirasına katkısı çok büyüktür. Roma İmparatorluğu gibi dünyanın köklü devletlerine ev sahiplliği yapmış olması ve Hıristiyanlığın en önemli merkezi Vatikan‘ı içinde bulundurması nedeniyle kültürel miras ögeleri bakımından son derece zengindir. İtalya, günümüzde UNESCO‘nun 44 Dünya Kültür Mirası alanına ev sahipliği yaparak birinciliği elinde bulundurmaktadır.

Görsel sanatlar

İtalya’da resim sanatı tarihin hemen her döneminde gelişim göstermiştir.Tiziano Vecellio ve Caravaggio İtalyan resminin en seçkin erken örneklerini vermişlerdir. İtalyan ressamların işlerinde çoğunlukla dinî figürler öne çıkmıştır. Bunda ülkenin Vatikan ile olan yoğun ilişkisi etkili olmuştur. İtalya’da resim sanatında verilen yapıtlar çoğu zaman Avrupa’nın en önde gelen sanat eserleri olmuştur. Romanesk ve Gotik sanattan, Rönesans ve Barok üslubuna kadar her sanat akımında İtalyan ressamlar kaydadeğer ürünler vermişlerdir. Bu dönemlerde yapıtlar veren ressamlar arasında Michelangelo, Leonardo da Vinci, Donatello, Botticelli, Fra Angelico, Tintoretto, Caravaggio, Bernini, Titian ve Raphael sayılabilir. Bu dönemlerden sonra İtalya dış güçler tarafından sürekli baskılarla maruz kalmış ve bu da ülkede ilginin sanattan, daha çok politik sorunlara kaymasına neden olmuştur. Tüm bunlar sonucunda İtalya Avrupa’da sanat alanında elde ettiği otoriteyi yitirmiştir. Daha sonraları İtalyan resminde ilk canlanma 20. yüzyılda Fütürizm akımıyla olmuş ve bunu metafizik resim akımı izlemiştir. Bu akımda en önemli katkıları Giorgio de Chirico vermiş ve kendinden sonra gelecek olan kuşak ve gerçeküstücülük akımı temsilcileri üzerinde büyük etkiye sahip olmuştur.

Yazın

İtalyan dilinin temelleri, 1300′lü yıllarda Floransalı şair Dante Alighieri tarafından atılmıştır. İtalyan yazınının en erken ve önemli temsilcileri arasında sayılan Dante’nin İlahî Komedya adlı yapıtı Orta Çağlarda Avrupa’da üretilen en önemli yazınsal eserlerden biridir. Bunu dışında Giovanni Boccaccio, Giacomo Leopardi, Alessandro Manzoni, Torquato Tasso, Ludovico Ariosto ve Francesco Petrarca gibi ünlü İtalyan edebiyatçıları yüzyıllar boyu Avrupa yazınına katkıda bulunmuşlardır. Felsefe alanında öne çıkan düşünürler arasında Giordano Bruno, Marsilio Ficino, Niccolò Machiavelli ve Giambattista Vico sayılabilir.

Çağdaş İtalyan yazınını temsilcileri arasında ise pek çok Nobel ödüllü yazar bulunur. Nobel ödülü almış İtalyan edebiyatçılar şunlardır: ulusalcı şair Giosuè Carducci (1906)’da, realist yazar Grazia Deledda (1926)’da, çağdaş tiyatro yazarı Luigi Pirandello (1936)’da, şair Salvatore Quasimodo (1959)’da, Eugenio Montale (1975′te), satirist tiyatro yazarı Dario Fo (1997′de).

İtalyan tiyatroları sanatı incelenecek olursa, kökenleri Yunan tiyatrosu etkisinde kalmış Roma tiyatrosuna kadar indirilebilir. Roma dönemi drama yazarları genelde Yunanca oyunları çevirmişlerdir. 16. yüzyılda ve 18. yüzyıla kadar Commedia dell’arte akımı doğaçlama tiyatronun bir dalı olarak kalmıştır ve bugün bile İtalya sahnelerinde görülebilmektedir. İtalya’da yaygın olan bir başka tiyatro geleneği de canovaccio adı verilen gezici tiyatro truplarıdır. Bu truplardaki sanatçılar gittikleri yerlerde açıkhava sahneleri kurarlar ve kabataslak bir senaryo çerçevesinde hokkabazlık ve akrobasi ile karışık eğlence şovları düzenleyerek tiyatro yaparlar.

Bilim

Yüzyıllar boyunca, İtalya’dan pek çok bilim insanı yetişti. Bu bilim insanlarının çeşitli alanlarda insanlığa kazandırdıkları buluşlar ile kendilerinin ve ülkelerinin adını duyurdular. Bunlar içinde en bilinen isimlerden biri de Leonardo da Vinci‘dir. Da Vinci, biyolojiden teknolojiye pek çok alanda çağdaş bilime rehberlik eden buluşlara imza attı. Aynı şekilde Galileo Galilei fizik, matematik ve astronomi alanlarında çalışan ve pek çok buluşa imza atan bir başka İtalyan bilim insanıdır. Galilei teleskobun geliştirilmesine önemli katkılarda bulunmuş ve bir bölümünü kendi gerçekleştirdiği sayısız astronmik buluşa olanak sağlamıştır. Nobel ödülü de kazanan fizikçi Enrico Fermi dünyanın ilk nükleer reaktörünü oluşturan gruba önderlik etmiş, kuantum teorisinin oluşturulmasına verdiği destek ve fizik alanındaki diğer önemli çalışmalarıyla adını duyurmuştur.

İtalya’da bilim alanında önemli katkılar veren araştırmacılar arasında Güneş Sistemi ile ilgili pek çok buluşa imza atan gökbilimci Giovanni Domenico Cassini, pili bulan fizikçi Alessandro Volta, matematikçiler Lagrange, Fibonacci ve Gerolamo Cardano, mikroskopik anatominin kurucusu doktor Marcello Malpighi, hücre teorileri, hayvan üremesi ve insan bedeninin işlevleri konusunda yeni bilgiler ortaya çıkarak biyoloji araştırmacısı Lazzaro Spallanzani, kendisiyle aynı adla anılan golgi aygıtını bularak Nobel ödülü kazanan bir diğer İtalyan bilim insanı Camillo Golgi ve radyoyu icat ederek, yine Nobel kazanan bir başka İtalyan olan Guglielmo Marconi sayılabilir.

Müzik

İtalyan folk müziğinden, Avrupa klasik müziğine kadar, müzik her zaman İtalya kültüründe önemli bir rol oynamıştır. Opera’ya hayat veren İtalya, klasik müziğin temellerinin atıldığı yerdir. Aynı zamanda piano ve violin gibi klasik müzikle ilgili çalgılarında ortaya çıkış yeri İtalya’dır. Senfoni, konçertove sonata da köklerini İtalya’da 16. ve 17. yüzyıllarda gelişen akımlardan alan müzik türleridir. İtalya’nın en önde gelen bestecileri arasında, Rönesans dönemi bestecisi Giovanni Pierluigi da Palestrina ve Claudio Monteverdi, Barok besteciler Alessandro Scarlatti, Arcangelo Corelli ve Antonio Vivaldi, klasik dönem besteciler Niccolò Paganini ve Gioachino Rossini ile romantik besteciler Giuseppe Verdi ve Giacomo Puccini sayılabilir.

Çağdaş İtalyan besteciler Luciano Berio ve Luigi Nono elektronik müzik konusunda önemli eserler vermişlerdir. Ülkede çok sayıda işler hâlde operaevinin bulunmasından dolayı ülkede klasik müziğin hâlâ tutunmakta olduğu görülmektedir. Milano’daki La Scala ve Napoli’deki San Carlo operaevleri ve Maurizio Pollini ile Luciano Pavarotti dünyaca ünlü tenörler İtalya’nın klasik müzik alanındaki başarı ve egemenliğinin birer göstergesidir.

Ülkede ilk olarak 1920′lerde ortaya çıkan caz müziği hızla tutuldu ve İtalya’da geniş kitlelere yayıldı. Faşist dönemin Amerikan karşıtı politikalarına karşın caz müziği ülkede hep popüler kaldı. 70′li yıllarda Progressive rock hareketinin başını çeken ülkelerden oldu ve rock müzik alanında dünyaya Premiata Forneria Marconi ve Goblin (grup) gibi gruplar kazandırdı. Pop müzik sanatçısı Mina Anna Mazzini, Andrea Bocelli, Laura Pausini ve Eros Ramazzotti İtalya’nın son dönemlerde uluslararası düzeyde sükse yapmış sanatçılarıdır.

Sinema

İtalyan sinema tarihi, Lumière Kardeşlerin hareketli resimler ile sinema tekniğini bulmasının kısa süre sonra başladı. İlk İtalyan filmi, dönemin papası XIII. Leo‘nun kameraya karşı kutsama yapan görüntüsünden oluşan birkaç saniyelik, oldukça kısa bir kayıttı. Gerçek anlamda İtalyan sinema endüstrisi 1903 ve 1908 yılları arasında kurulan Società Italiana Cines, Ambrosio Film ve Itala Film adlarında üç film şirketiyle doğdu. Daha sonra Milano ve Napoli’de de film şirketler boy göstermeye başladı. Kısa süre içinde bu şirketler büyüyerek nitelikli işler çıkartmaya başladılar ve İtalyan filmleri dışarıya da gönderilmeye başlandı. İtalya’da sinema Benito Mussolini iktidarı döneminde bir tür siyasi propaganda aracı olarak da kullanıldı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İtalyan filmlerinin yıldızı parladı ve 1980′lerde televizyonun yaygınlaşmaya başlamasıyla İtalyan sineması bir gerileme sürecine girdi. Dünyaca tanınmış İtalyan film yönetmenleri arasında Vittorio De Sica, Federico Fellini, Sergio Leone, Pier Paolo Pasolini, Michelangelo Antonioni ve Dario Argento sayılabilir. Tatlı Hayat, İyi, Kötü ve Çirkin, Bisiklet Hırsızları gibi eski dönem İtalyan filmleri dünya sinemasında yer etmiş yapımlardır. Daha yakın geçmişte çekilen ve uluslararası düzeyde sükse yapan İtalyan filmleri arasında Roberto Benigni tarafından yönetilen Hayat Güzeldir ve Massimo Troisi‘nin başrolünde oynadığı Postacı vardır.

Spor

İtalya’da yapılan popüler sporlar futbol, basketbol, voleybol, sutopu, eskrim, ragbi, bisiklet ve motor yarışları ile buz hokeyidir. (Çoğunlukla Milano, Trentino-Alto Adige ve Veneto bölgelerinde yapılır) Coğrafi koşulların elverişli olmasından dolayı kuzey bölgelerde en yaygın sporlar kış sporlarıdır. İtalyanlar kış sporları kategorilerinde yapılan yarışma ve karşılaşmalarda öne çıkmaktadırlar. İtalyan şehirlerinden Torino 2006 Kış Olimpiyatları‘na ev sahipliği yapmıştır. İtalya’da spor türleri, çoğu zaman festivallerle birleştirilir. Bir tür at yarışı olan palio Palio di Siena festivalinde, gondol yarışları da her eylül ayının ilk pazar günü Venedik‘te gerçekleşir. İtalya sporu Antik Roma‘da gladyatör dövüşlerinin yapıldığı Kolezyum‘dan, çağdaş Roma‘da futbol kulüplerinin yarıştığı çağdaş Stadio Olimpico‘ya varan uzun bir yol katetmiştir.

İtalya’da en çok oynanan spor türü futboldur. İtalyan futbolunun en üst ligi olan Serie A, yalnızca ülke içinde değil tüm dünyada ilgiyle izlenmektedir. İtalya Millî Takımı, bugüne dek kazanmış olduğu 4 FIFA Dünya Kupası ile dünyanın en başarılı ikinci takımıdır. İtalya Millî Takımı’nın kazandığı ilk dünya kupası 1934 yılındadır. Kriket de İtalya’da yeniden önem kazanmaya başlamış olan ve hızla popülerlik kazanan bir spor dalıdır. İtalya’da kriket sporu İtalya Kriket Federasyonu (İtalyanca: Federazione Cricket Italiana) tarafından düzenlenmektedir ve İtalyan Millî Kiriket Takımı dünya sıralamasında 27. sırada yer almaktadır.

Mutfak

İtalyan mutfağı dünyanın en zengin mutfaklarından biridir ve karakteristik özellikleriyle öne çıkmaktadır. İtalyan mutfağının geçmişi MÖ 4. yüzyıla kadar uzanmakla birlikte 18. yüzyılda Yeni Dünya keşifleriyle mutfaklara giren birtakım sebze ve meyveler sayesinde büyük bir değişime uğramıştır. İtalyan mutfağı bölgelere göre büyük farklılıklar gösterir. Sebze ve hamur işleri ağırlıktadır. Peynir ve şarap İtalyan mutfağının önemli ögeleri arasındadır. Geniş bir kahve çeşitliğine sahip olan İtalyan mutfağında özellikle espresso önemli bir yer tutar. İtalyan mutfağının dünyaya mâl olmuş yemekleri arasında pizza, spagetti ve bazı makarnalar ile bunların kendilerine özgü sosları, risotto, parmesan peyniri, lazanya ve tiramisu sayılabilir.

Kaynaklar

  1. ^ “Ethnologue report”. Ethnologue.com. Erişim tarihi: 30 Ekim 2010.
  2. ^ “Monthly demographic balance: January 2011″ (İtalyanca). Istat. 10 Eylül 2011. Erişim tarihi: 10 Eylül 2011.
  3. ^ “Census 2011 – Preliminary Results Update”. Istituto Nazionale di Statistica. Erişim tarihi: 24 Haziran 2012.
  4. ^ a b c d “Italy”. International Monetary Fund. Erişim tarihi: 18 Nisan 2012.
  5. ^ “Distribution of family income – Gini index”. CIA – The World Factbook. Erişim tarihi: 9 July 2010.
  6. ^ Quality-of-life Survey, The Economist
  7. ^ OLD, p. 974: “first syll. naturally short (cf. Quint.Inst.1.5.18), and so scanned in Lucil.825, but in dactylic verse lengthened metri gratia.”
  8. ^ J.P. Mallory and D.Q. Adams, Encyclopedia of Indo-European Culture (London: Fitzroy and Dearborn, 1997), 24.
  9. ^ Guillotining, M., History of Earliest Italy, trans. Ryle, M & Soper, K. in Jerome Lectures, Seventeenth Series, p.50
  10. ^ Kluwer Academic/Plenum Publishers 2001, ch. 2. ISBN 0-306-46463-2.
  11. ^ Luca Cerchiai, Lorena Jannelli, Fausto Longo, Lorena Janelli, 2004. The Greek Cities of Magna Graecia and Sicily (Getty Trust) ISBN 0-89236-751-2
  12. ^ T. J. Dunbabin, 1948. The Western Greeks
  13. ^ A. G. Woodhead, 1962. The Greeks in the West
  14. ^ Stéphane Barry and Norbert Gualde, “The Biggest Epidemics of History” (La plus grande épidémie de l’histoire, in L’Histoire n°310, June 2006, pp.45–46
  15. ^ (Bosworth (2005), pp. 49.)
  16. ^Italian soldiers leave for Lebanon Corriere della Sera, 30 August 2006
  17. ^ (İtalyanca) Italian Ministry of Defence. “Nota aggiuntiva allo stato di previsione per la Difesa per l’anno 2009″. Erişim tarihi: 2009-04-27.
  18. ^ “The fifteen major spenders in 2006″. Stockholm International Peace Research Institute Website. Erişim tarihi: 2008-12-29.
  19. ^ (İtalyanca) Italian Navy
  20. ^ Eurostat (2008-12-10). “First demographic estimates for 2008″. Erişim tarihi: 2009-05-10.
  21. ^ EUROSTAT. “Ageing characterises the demographic perspectives of the European societies – Issue number 72/2008″. Erişim tarihi: 2009-04-28.
  22. ^ (İtalyanca) ISTAT. “Crude birth rates, mortality rates and marriage rates 2005-2008″. Erişim tarihi: 2009-05-10.
  23. ^ (İtalyanca) ISTAT. “Average number of children born per woman 2005-2008″. Erişim tarihi: 2009-05-03.
  24. ^ OECD. “Competitive Cities in the Global Economy” (PDF). Erişim tarihi: 2009-04-30.
  25. ^ http://www.istat.it/salastampa/comunicati/non_calendario/20091008_00/testointegrale20091008.pdf
  26. ^ “Balkan Investigative Reporting Network”. Birn.eu.com. 08 11 2007. Erişim tarihi: 2008-11-04.
  27. ^ Causes of the Italian mass emigration
  28. ^ http://www.ilcornodafrica.it/rds-01emigrazione.pdf Essay on Italian emigration to Eritrea (in Italian)
  29. ^ Libya cuts ties to mark Italy era.. BBC News. October 27, 2005.
  30. ^ Election Opens Old Wounds In Trieste. The New York Times. June 6, 1987.
  31. ^ Consulta Nazionale Emigrazione. Progetto ITENETs – “Gli italiani in Brasile”; pp. 11, 19 (Accessed September 10, 2008)
  32. ^ (İspanyolca) Lee, Adam (April 3, 2006). “Unos 20 millones de personas que viven en la Argentina tienen algún grado de descendencia italiana” (Spanish). Erişim tarihi: 2008-06-27.
  33. ^ U.S Census Bureau – Selected Population Profile in the United States
  34. ^ “Ethnic origins, 2006 counts, for Uruguay, provinces and territories – 20% sample data”.
  35. ^ “Ethnic origins, 2006 counts, for Canada, provinces and territories – 20% sample data”.
  36. ^ Santander Laya-Garrido, Alfonso. Los Italianos forjadores de la nacionalidad y del desarrollo economico en Venezuela. Editorial Vadell. Valencia, 1978
  37. ^ “20680-Ancestry by Country of Birth of Parents – Time Series Statistics (2001, 2006 Census Years) – Australia”. Australian Bureau of Statistics. 27 June 2007. Erişim tarihi: 2008-12-30.
  38. ^ (İtalyanca) “Italy: 88% of Italians declare themselves Catholic”. Corriere della Sera. 2006-01-18. Erişim tarihi: 2009-05-10.
  39. ^ The Holy Orthodox Archdiocese of Italy and Malta
  40. ^ UK Foreign and Commonwealth Office
  41. ^ (İtalyanca) Italian Buddhist Union
  42. ^ (İtalyanca) Italian Buddhist Institute “Soka Gakkai”
  43. ^ Etnomedia
  44. ^ Eurostat. “Real GDP growth rate – Growth rate of GDP volume – percentage change on previous yıl”. Erişim tarihi: 2009-05-10.
  45. ^ “The real sick man of Europe”. The Economist. 2005-05-19. Erişim tarihi: 2009-05-10.
  46. ^ “Italy: The sick man of Europe”. The Daily Telegraph. 2008-12-29. Erişim tarihi: 2009-05-10.
  47. ^ “GDP per capita in PPS”. Eurostat. Erişim tarihi: 2009-06-25.
  48. ^ Eurostat. “Energy, transport and environment indicators”. Erişim tarihi: 2009-05-10.
  49. ^ Eurostat. “Panorama of energy”. Erişim tarihi: 2009-05-10.
  50. ^ “Index of Economic Freedom”. Heritage.org. Erişim tarihi: 2008-11-04.
  51. ^ Eurostat. “R&D Expenditure and Personnel”. Erişim tarihi: 2009-05-10.
  52. ^ “Knowledge Economy Forum 2008: Innovative Small And Medium Enterprises Are Key To Europe & Central Asian Growth”. The World Bank. 2005-05-19. Erişim tarihi: 2008-06-17.
  53. ^ World Tourism Organization. “Tourism Highlights 2008 Edition”. Erişim tarihi: 2009-05-10.
  54. ^ European Commission. “Panorama of Transport” (PDF). Erişim tarihi: 2009-05-03.

Dış bağlantılar

Commons-logo.svg
Wikimedia Commons’ta

İtalya ile ilgili çoklu ortam belgeleri bulunmaktadır.
Vikisözlük’te İtalya ile ilgili tanım bulabilirsiniz
Vikisöz‘de Italy sözlerini bulabilirsiniz.
Wikinews-logo.svg
Vikihaber‘de bu konuyla ilgili haber var:

Ülke ili ilgili genel bilgiler
Genel

 

tarafından

yunanistan

Yunanistan

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara
Helen Cumhuriyeti
Ελληνική Δημοκρατία
Elli̱nikí̱ Di̱mokratía
Bayrak Arma
Bayrak Arma
Slogan: Ελευθερία ή Θάνατος   (Yunanca)
( Elefthería i Thánatos)  (Okunuşu)
Ya Özgürlük Ya Ölüm (Geleneksel)
Ulusal Marş: Ὕμνος εἰς τὴν Ἐλευθερίαν   (Yunanca)
(Ýmnos eis tīn Eleftherían)  (Okunuşu)
Özgürlük Marşı

Menü
0:00
Konum

– Açık Yeşil (Avrupa Birliği)
– Koyu Yeşil (Yunanistan)

Başkent Atina
37°58′K 23°43′D
Resmî dil(ler) Yunanca
Bölgesel dil(ler) Arnavutça, Türkçe, Pomakça
Etnik gruplar Yunan % 93
Arnavut % 5
Milliyet Yunan
Yönetim biçimi Üniter Parlamenter Cumhuriyet
 – Cumhurbaşkanı Karolos Papoulias
 – Başbakan Antonis Samaras
 – Meclis Başkanı Vangelis Meimarakis
Kuruluş
 – Osmanlı Devleti‘nden bağımsızlık 25 Mart 1821
 – Tanınma 3 Şubat 1830,
Londra Protokolü
 – Yunan Krallığı 7 Mayıs 1832,
Londra Konferansı
 – Albaylar Cuntası 11 Temmuz 1975,
Cumhuriyetin İlanı
Yüzölçümü
 – Toplam 131,957 km²  (96. 2)
50.949 mil²
 – Su (%) 0.86697
Nüfus
 – 2011 tahmini 10,815,197 3 (77.)
 – Yoğunluk 87/km²  (117.)
212/mil²
GSYİH (SAGP) 2012
 – Toplam $280.796 milyar (42.)
 – Kişi başına $26,040 (28.)
GSYİH (düşük) 2011
 – Toplam $298.733 milyar (30.)
 – Kişi başına $25,061 (37.)
Gini (2010) 33 (36.)
İGE azalış 0.860 (çok yüksek)  (2013)
Para birimi Euro ()3 (EUR)
Zaman dilimi EET (UTC+2)
 – Yaz EEST (UTC+3)
Takvim gg/aa/yyyy
Trafik akışı right
Internet TLD .gr4
Telefon kodu 30.
1 Nüfus verileri vatandaşlığı kapsamaktadır. Yunanistan Cumhuriyeti, nüfus sayısı ölçümlerinde etnik köken bilgisi tutmamaktadır. Bkz: CIA Factbook
2 Yunanistan Yüzölçümü Bilgisi Interkriti (İngilizce)
3 Eurostat’ın nüfus bilgileridir. Bkz:Eurostat: Yunanistan Nüfus Bilgisi (2010) (İngilizce)

Yunanistan veya resmî adı ile Helen Cumhuriyeti (Yunanca: Ελληνική Δημοκρατία, Eliniki Dimokratia) (Ελλάδα, Elada, UFA: Ses bağlantısına git [e̞ˈlaða] (yardım·bilgi); tarihî olarak Ελλάς, Ellas UFA: [e̞ˈlas]) Balkanlar’ın güneyinde yer alan bir ülke. Avrupa Birliği ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü üyesi Yunanistan, Türkiye‘nin batı komşusudur. Arnavutluk, Bulgaristan ve Makedonya Cumhuriyeti ile de sınır paylaşmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu‘nun zayıflaması sürecinde, 19. yüzyılın büyük emperyal devletlerinin de yardımıyla İstanbul’un idaresinden çıkarak kurulan 28 yeni devletten biridir.

Yunanistan adı antik İyonya‘nın (bugünkü İzmir, Aydın, Manisa, Muğla bölgesi) Arapça ve Farsça söyleniş şeklinden gelir.[kaynak belirtilmeli]Orta Çağ‘da Bizans İmparatorluğu ve sonra Osmanlı Devleti dönemlerinde Romalı anlamına gelen Rum adı kullanıldı. Bu isim bugün daha çok Kıbrıs‘nın güneyi, İstanbul ve Ege‘deki Yunan asıllı halkı ifade etmek için kullanılmakta, Yunanistan’da yaşayanlara sıkça yapılan bir hata ile Yunanlı denilmektedir. Bunun yerine hem bu milletten olan kişiyi ifade etmek hem de Yunanistan’a ait olduğunu belirtmek için Yunan sözcüğü kullanılır.[1]

Yunanistan, 1981‘den beri Avrupa Birliği[2], 1952‘den beri NATO, 1961‘den beri OECD[3], 1995‘den beri Batı Avrupa Birliği ve 2005‘den beri Avrupa Uzay Ajansı[4] üyesidir. Atina ülkenin başkenti; Selânik, Patras, Kandiye, Volos, Yanya, Yenişehir, Kavala ve Vodina ülkenin diğer büyük şehirleridir.

Etimoloji

Arapça‘da Roma İmparatorluğu’nda veya Doğu Roma’da yaşayan Yunanlara Romalı, “Rumî” denirdi. Fakat daha sonra sözcük “Rum” halini almış ve bir süre sonra da Türkiye’de Anadolu’da yaşayan Yunanlar‘a denilmiştir ve günümüzde de denilmektedir. Tarihte Hellen sıfatı, çeşitli etnik topluluklar için kullanılmıştır. Hellen sözcüğü ilk olarak Makedonya Kralı Büyük İskender’nin Pers‘ler üzerine yaptığı Asya Seferi sonunda Hellen Uygarlığı’nın kurmasıyla başlamıştır. Bu sefer sonunda Anadolu, Mezopotamya, Mısır, İran ve Kuzey Hindistan topraklarını ele geçiren İskender, doğu ve batı(Yunan) kültürlerini sentezleyerek Hellen kültürünün oluşumunu sağlamıştır. Bu olaylar meydana gelirken Yunanlar, Hellen imparatorluğu içinde dağınık halde yaşıyorlardı. Yunanlar ticari ve kültürel ilişkiler içine girdikleri çeşitli halklarla bu dağınıklığı bozup, birlik oluşturmak istediler. Birliğin oluşmasında halkların lehçe farklarına rağmen Yunanca konuşmaları da önemli bir etken olmuştur.

Yunanlar, kendilerine ırk birliğini açığa vuran “Hellen” adını vermeden önce, başka ırktan olanları ve başka dil konuşanları “Barbares” (Barbarlar) olarak göstermişlerdir. Bu şekilde kendileriyle yabancılar arasında bir sınır çizip; kendi ırksal topluluklarını kurarak, Hellen sözcüğünün oluşumunu sağlamışlardır. “Grek” deyimine tarihsel açıdan bakıldığında Yunanlar’ın Akdeniz‘de koloniler kurması bunda büyük etken olmuştur. O zamanlarda Yunan kolonilerinden biri de İtalya yarımadasındaki Kime’dir. Kime Eğriboz adasında yaşayan Halkisliler tarafından kurulmuştur fakat bu şehrin kurulmasında Eğriboz adasının karşı kıyılarındaki Gralar yardımcı olmuştur. Bunun sonucunda bu kavmin adı İtalya’da biraz değiştirilmek suretiyle “Graikus” (Graecus) şeklini almış, sonraları Latinler tarafından tüm Hellen kavmini gösteren kolektif bir sözcük olarak kullanılmıştır.

“İyonya”, Yunanistan’daki Dor istilası karşısında Anadolu kıyılarına göç etmek zorunda kalan ve Batı Anadolu’da on iki büyük site kuran halkın kendilerine verdikleri isimdir. İyonlar bir süre bağımsız kaldıktan sonra Anadolu’nun halklarından olan Lidyalılar’a boyun eğmişleridir.Daha sonra doğudan gelen Pers işgalerine yenilen Lidya’nın Pers egemenliğine girmesiyle İyonlar’da Pers egemenliğine girmiştir. Daha sonra bu “İyon” adı giderek yayılmaya başladı. Tevrat’ta Yavan, Asur yazıtlarında Yavnai, Pers yazılı belgelerinde Yauna olarak gösterilmiştir. Buna göre; doğudan gelen ve önce Batı Anadolu’yu -dolayısıyla İyonya’yı- ele geçiren Persler, Ege’deki düşmanlarına “Yauna” adını vermişlerdir. Bu ad zamanla bugünkü Yunanistan halkını da içene alacak şekilde genelleşmiştir. Türkler de, yanlış da olsa bu adı kullanmışlardır ve günümüzde de kullanılmaktadır. Ayrıca Arapçada Roma İmparatorluğunda veya Doğu Roma’da yaşayan Yunanlar’a Roma’lı “Rumi” denirdi. Fakat daha sonra sözcük “Rum” halini almış ve bir süre sonra da Türkiye’de Anadolu’da yaşayan Yunanlar‘a denilmiştir ve günümüzde de denilmektedir.

Tarih

Ana madde: Yunanistan tarihi
Yunanistan tarihi
Part of a map of the Mediterranean Sea and adjacent regions by William Faden, March 1785



Yunanistan Portalı

M.Ö. 550′lerde Eski Yunanistan

Büyük İskender’in ele geçirdiği topraklar

Yunanistan’ın ilk sakinlerine sıklıkla Pelasgi, yani “deniz halkı” denirdi. Yarımadanın bu sakinleri kuzeyden göçen işgâlcilerin etkisi ile güneye kaçtılar. Birbiri ardı sıra gelen işgallerle güney kıyılarına ve Ege Adaları‘na yayıldılar. M.Ö. 3200 civarında bölgeye yeni gelenler birlikte zamanla Yunancaya dönüşen bir Hint-Avrupa dili getirdiler.

MÖ 1. binyılda kullanılan ve Homeros‘un İlyada‘da kullandığı eski Yunanca’nın, günümüzdeki Arnavutça‘ya benzediği ve akraba olduğu şeklindeki dilbilimsel hipotez, Dorların göçleri kapsamında incelenen bir konudur.

Antik Yunanistan M.Ö. 2. yy.’da da Roma İmparatorluğu‘nun hakimiyetine girerek ortadan kalktı. Roma İmparatorluğu’nun 4.yüzyılda bölünmesiyle de 1821‘e kadar Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluklarının başkenti olan Konstantinopolis tarafından yönetildi. Antik kültürler ve politeist dinler bu dönemlerde yerini Ortadoğu kaynaklı dinler olan Ortodoks Hıristiyanlığa, 13.-14. yüzyıllardan sonra da Müslümanlığa bıraktı.

Günümüzdeki modern Yunanistan, 1821‘de Osmanlı Devleti‘nin İngiltere, Fransa ve Rusya karşısında aldığı yenilgiler sonucu, bu imparatorlukların koruma bölgesi olarak, İstanbul‘un idaresinden koparılan Mora Yarımadası ve Atina‘dan ibaret küçük bir bölgede ‘Yunan Krallığı‘ adı altında kuruldu. İlk Yunan Kralı olarak da Bavyeralı aristokrat aileden gelen Otto isminde bir Alman atandı.

Daha sonraki yıllarda İngiliz ve Fransız yöneticiler, onlar açısından bu kabul edilemez durumu, Rumların doğuya olan benzerliğini, doğu düşmanlığına dönüştürmeyi başardılar.

Daha sonraki yıllarda İstanbul, savaş yenilgileri neticesinde, savaş galibi imparatorlukların baskılarıyla, Atina‘ya şu bölgeleri vermeye mecbur kaldı:

1877-78 Rus – Osmanlı Savaşı sonucu verilen bölge: Tesalya, Orta Yunanistan

1912-13, Balkan Savaşları, verilen bölge: Epir, Makedonya (Selânik), Girit, K-b Ege (Midilli, Sisam) adaları

1918, 1. Dünya Savaşı yenilgisi, verilen bölge : Batı Trakya

1918‘de galip devletler günümüzdeki Türkiye‘nin batı yarısını Yunanistan, doğu yarısını Ermenistan Karadeniz kısmınıda Erzurum, Kars gibi bazı yerleşim yerleri olmak üzere Gürcistan ilan etmek istiyorlardı. Başkent İstanbul olacak, ismi tekrar Konstantinopolis’e dönecekti. Ancak plânları gerçekleşmedi.

1946‘da, İtalya‘nın 1912‘de Osmanlı Devleti’nden almış olduğu 12 adanın, İngiltere‘nin olmasıyla, bu adalar da Atina yönetimine geçtiğinde, Atina yönetimi 18211946 arasındaki 125 senede, hep savaş galibi emperyal devletlerin yanında yer alarak, İstanbul aleyhine, topraklarının yüzölçümünü yaklaşık 10 misline çıkarmayı başarmıştı.

Coğrafya

Ana madde: Yunanistan coğrafyası

Balkan Yarımadası üzerine kurulu olan Yunanistan, 35° – 41°′Kuzey / 19 – 22°′Doğu koordinatları arasında yer alır, doğuda Türkiye, kuzeyde Bulgaristan ve Makedonya Cumhuriyeti, kuzeybatıda ise Arnavutluk ile komşudur. Batısında İyon Denizi, güneyinde Akdeniz, doğusunda ise Ege Denizi ile çevrili olan Yunanistan, yaklaşık 3000 ada ve kayalığa sahiptir. Bu adalardan 227′sinde yerleşim olup, sadece 78′inde 100 kişiden fazla insan yaşamaktadır.

Yunanistan’ın 1935 kilometre uzunluğunda kara sınırı vardır;

Deniz sınırları ise adalar ile birlikte 15,021 kilometredir. Ege Denizi‘nde kıyısı bulunan iki devlet olan Türkiye ve Yunanistan’ın karasuları 6 deniz milidir.Bu kara suları Türkiye ile Yunanistan arasında soruna neden olmaktadır.

İklim ve Bitki Örtüsü

Yunanistan’da hâkim iklim büyük ölçüde Akdeniz iklimi‘dir. Yazları sıcaklık ortalaması 26 °C – 28 °C ‘dir. Kışlar çok sert geçmez, ancak yüksek kesimler kış boyunca kar alır. Yüzey şekilleri ise fazla yüksek olmayan dağlardan oluşan oldukça engebeli arazilerdir. Ülke’nin en yüksek noktası Eski Yunan Mitolojisi‘nde tanrıların evi olduğu kabul edilen Olimpos Dağı‘dır (2,917). Bunu 2,457 metre ile Parnassos Dağı izler. Ülkenin bu denli engebeli olmasının Yunan Mitolojisi‘ndeki açıklaması ise tanrıların dünyayı yaratırken toprağı eleyip eleyip, Yunanistan’ın ise kalan tortulları fırlatıp savurması ile oluştuğu yönündedir. Yunanistan ayrıca 1. derece deprem kuşağı üstünde yer alır.

Alçak bölümler bitki örtüsü bakımından fakir olup, tek mevsimlik bitkiler yetişir. Ülkenin orta ve güney kısımlarında Akdeniz iklimi‘nin karakteristik bitki örtüsü makiler egemendir. Dağlık bölgelerde ise ormanlar yer alır. Ormanlar ya da korular ülkenin yaklaşık %50′sini kaplar.

Demografi

Bu maddedeki bazı bilgilerin kaynağı belirtilmemiştir. Ayrıntılar için maddenin tartışma sayfasına bakabilirsiniz. Maddeye uygun biçimde kaynaklar ekleyerek Vikipedi’ye katkıda bulunabilirsiniz.

Yunanistan’ın dil azınlıklarının çoğunlukta bulunduğu bölgeleri.

██ Arnavutça ██ Arvanitika Yellow star jew.svgLadino ██ Megleno-Rumence ██ Bulgarca ██ Makedonca ██ Türkçe ██ Ulahça

Yunanistan’ın 2001 yılı verilerine göre nüfusu 10,964,020′dir. İstatistiklerde Yunan nüfusunun giderek yaşlanmakta olduğu göze çarpmakla beraber ülke genelinde yaşa göre nüfus dağılımı söyledir;

Yaş dağılımı

  • 0 – 14 yaş = %15 (erkek 828,585; kadın 779,902)
  • 15 – 64 = %67 (erkek 3,580,079; kadın 3,574,788)
  • +65 = %18 (erkek 815,247; kadın 1,022,926)

Nüfusun büyüme oranı : %0.19

Yıllık doğum oranı: binde 9.72

Ölüm oranı: binde 10.15

Bebek ölüm oranı binde 5.53

Ortalama yaşam beklentisi’

  • kadınlarda 81.76 yıl
  • erkeklerde 76.59

Etnik gruplar

  •  %93 Yunan
  •  %5.5 Diğer

Dinî inançlar

Okuryazarlık:

Toplam nüfus içinde: %97.5

  • Erkeklerde: %98.6
  • Kadınlarda: %96.5

En büyük şehirler

Etnik Yapısı

Ana maddeler: Yunanlar, Türkler ve Arnavutlar

Halkın büyük çoğunluğunu etnik Yunanlar (9.555.000) oluşturur. Yunanlar büyük bir çoğunlukla Ortodoksdur. Nüfusun çoğunluğu Türkiye ‘den 1924 ve 1955 mübadeleleri neticesinde göçen Rum nüfustan oluşur. 1924 öncesi Yunan Krallığı’nın nüfusu 2 milyonun altındaydı ve bu nüfusun çoğunluğunu Yunanlaşmış Arnavutlar yani Arvanitler oluşturuyordu. Buna 1,5 milyon civarında Anadolu Rum’u eklendi. Anadolu’dan göçen Rumlar daha çok Batı Trakya ve Tesalya’ya yerleştiler ve yüksek çocuk sayısı ve nüfus artışıyla eski Arvanit/Yunan nüfusunu geride bıraktılar.

Başlıca azınlıkları Makedonlar (250.000), Tosk Arnavutları (222.000), Ulahlar (209.000), Pontuslu Rumlar (202.000), Arvanitika Arnavutları (152.000)’ndan ve Müslüman azınlıkları Türkler (150.000), Pomaklar ( 50,000), Saidî Araplar (30.000), Farslar (10.000), Afrikalılar (6.100)’dan oluşturulmaktadır.[5]

Ayrıca Karaman’da yaşayan ortodokslarda mübadele sırasında Yunanistandaki Müslüman Türklerle Mübadele sırasında değiştirmiştir. 1923 Lozan Antlaşmasına ekli protokol hükümlerince Türkiye’de yaşayan yaklaşık 193.000 Karamanlı, Rum sayılarak zorunlu nüfus değişimine tabi tutulmuşlardır

Dil

Yunanistan’da en çok konuşulan dil, resmî olan Yunancadır. Yunanca, çeşitli ağızlarıyla konuşulur. Bunun yanında, ülkede Türkçe, Arnavutça, Ladino, Megleno-Rumence, Bulgarca, Makedonca, Ulahça da ülkede konuşulan dillerdendir.

Yunanca

Ana madde: Yunanca

Yunanistan’daki tek resmî dil Yunanca‘dır. Çağdaş Yunanca, Halk Yunancası ya da Yunanca söylenişiyle Demotiki (Yun. δημοτική “Đimotiki” okunur) 1976‘dan beri Yunanistan’ın ve Kıbrıs Cumhuriyeti‘nin resmî dilidir. Yunanca (Ελληνικά – Elinika) 3000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Hint-Avrupa dil ailesine aittir. Antik Yunanca Klâsik Yunan uygarlığının dili olarak kullanılmıştır. Modern Yunanca Antik Yunanca’dan oldukça farklı olmakla beraber köken olarak ona dayanır. Yunanca, Yunan Alfabesi kullanılarak yazılır.Türkçe‘de batı trakya bölgesinde azınlık dili olarak konuşulmaktadır.

Yunanistan’ın kurulmasıyla devletin resmî dili Kathareuousa ilan edildi. Okullar ve resmî dairelerde sadece bu diyalekt kullanıldı; ancak halk bu diyalekte yabancı olduğundan evlerde ve sokaklarda Halk Yunancası (Demotiki) konuşulmaya devam edildi.

Demotiki‘de birtakım bozulmalar olunca 1964‘de okullarda Demotiki’nin de okutulmasına izin verildi.

Bu çift dillilik 1976 yılına kadar devam etti. 1976‘da Yunanistan’da çıkan bir kanun ile Kathareuousa devletin resmi dili olmaktan çıkartıldı ve Demotiki resmi dil hâline getirildi böylece okul, resmî daire ve evlerde konuşulan dilin aynı olması sağlandı.

Yunanlar‘ın uzun yıllar farklı milletlerin hâkimiyeti altında kalmaları ya da başka milletleri yönetmesinden dolayı, dilleri bu kültürlerle büyük ölçüde etkileşime girmiştir. Yunanca birçok kelime alıp verdiği gibi, etkileşimlerden yeni lehçeler bile doğmuştur, bunlardan başlıcaları;

  • Demotiki (Δημοτική)
  • Kathareuousa (Καθαρεύουσα)
  • Tsakonika (Τσακωνικά)
  • Pontus (Ποντιακά)
  • Kapadokya (Καππαδοκικά)
  • Güney İtalya (Κατωιταλικά)
  • Yevanika

İdari Birimler

Coğrafi Bölgeler

Ana madde: Yunanistan’ın coğrafi bölgeleri
Yunanistan Periferileri.
Numara Coğrafi bölge Başkent Yüzölçümü Nüfus
1 Attika Atina 3.808 km² 3.841.408
2 Orta Yunanistan Lamia 15.549 km² 614.614
3 Orta Makedonya Selanik 18.811 km² 1.931.870
4 Girit Kandiye 8.336 km² 623.666
5 Doğu Makedonya ve Trakya Gümülcine 14.157 km² 623.248
6 Epir Yanya 9.203 km² 358.698
7 İyonya Adaları Korfu 2.307 km² 220.097
8 Kuzey Ege Midilli 3.836 km² 208.151
9 Mora Trablus 15.490 km² 650.310
10 Güney Ege Hermoupolis 5.286 km² 320.001
11 Tesalya Yenişehir 14.037 km² 760.714
12 Batı Yunanistan Patras 11.350 km² 753.267
13 Batı Makedonya Kozani 9.451 km² 303.857
Aynoroz (Özerk) Karyes 390 km² 2.250

Nomos

Yunanistan’ın illeri (Nomos)

Yunanistan 54 ilden oluşur:

1. Atina
2. Eğriboz
3. Evrytania
4. Fokida
5. Phthiotis
6. Boeotia
7. Halkidiki
8. İmathia
9. Kilkis
10. Pella
11. Pieria
12. Serez
13. Selanik
14. Hanya
15. Kandiye
16. Lassithi
17. Retimnon
18. Drama
19. Evros
20. Kavala
21. Rodopi
22. İskeçe
23. Arta
24. Yanya
25. Preveze
26. Thesprotia
27. Korfu
28. Kefalonya
29. Lefkada
30. Zakintos
31. Sakız
32. Midilli
33. Sisam
34. Arkadya
35. Argolis
36. Korint
37. Lakonia
38. Messinia
39. Kiklad Adaları
40. Oniki Adalar
41. Karditsa
42. Larissa
43. Magnissia
44. Trikala
45. Achaea
46. Aetolia-Acarnania
47. Elis
48. Florina
49. Grevena
50. Kastoria
51. Kozani

Attika bölgesi

(a) Aynoroz (özerk bölgedir)

1. Atina
2. Doğu Attika
3. Pire
4. Batı Attika

Ayrıca bakınız

Resimler

Kaynakça

Dış bağlantılar

Konuyla ilgili diğer Wikimedia sayfaları :

Commons‘ta Yunanistan ile ilgili çoklu ortam dosyaları bulunmaktadır.

Vikisözlük‘te Yunanistan ile ilgili kelime açıklaması bulunmaktadır.

Vikisöz‘de Yunanistan ile ilgili özlü sözler bulunmaktadır.

Vikihaber‘de Yunanistan ile ilgili haberler bulunmaktadır.

[göster]

Balkanlar

[göster]

Avrupa ülkeleri

[göster]

Akdeniz‘e kıyısı olan ülkeler

[göster]

Avrupa Birliği Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve adaylar

[göster]

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)

[göster]

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)

[göster]

Karadeniz Ekonomik İşbirliği (BSEC)

[göster]

Frankofon‘a üye ve gözlemci ülkeler

[göster]

Türk halklarının bulunduğu ülke ve bölgeler

Yunanistan

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara
Helen Cumhuriyeti
Ελληνική Δημοκρατία
Elli̱nikí̱ Di̱mokratía
Bayrak Arma
Bayrak Arma
Slogan: Ελευθερία ή Θάνατος   (Yunanca)
( Elefthería i Thánatos)  (Okunuşu)
Ya Özgürlük Ya Ölüm (Geleneksel)
Ulusal Marş: Ὕμνος εἰς τὴν Ἐλευθερίαν   (Yunanca)
(Ýmnos eis tīn Eleftherían)  (Okunuşu)
Özgürlük Marşı

Menü
0:00
Konum

– Açık Yeşil (Avrupa Birliği)
– Koyu Yeşil (Yunanistan)

Başkent Atina
37°58′K 23°43′D
Resmî dil(ler) Yunanca
Bölgesel dil(ler) Arnavutça, Türkçe, Pomakça
Etnik gruplar Yunan % 93
Arnavut % 5
Milliyet Yunan
Yönetim biçimi Üniter Parlamenter Cumhuriyet
 – Cumhurbaşkanı Karolos Papoulias
 – Başbakan Antonis Samaras
 – Meclis Başkanı Vangelis Meimarakis
Kuruluş
 – Osmanlı Devleti‘nden bağımsızlık 25 Mart 1821
 – Tanınma 3 Şubat 1830,
Londra Protokolü
 – Yunan Krallığı 7 Mayıs 1832,
Londra Konferansı
 – Albaylar Cuntası 11 Temmuz 1975,
Cumhuriyetin İlanı
Yüzölçümü
 – Toplam 131,957 km²  (96. 2)
50.949 mil²
 – Su (%) 0.86697
Nüfus
 – 2011 tahmini 10,815,197 3 (77.)
 – Yoğunluk 87/km²  (117.)
212/mil²
GSYİH (SAGP) 2012
 – Toplam $280.796 milyar (42.)
 – Kişi başına $26,040 (28.)
GSYİH (düşük) 2011
 – Toplam $298.733 milyar (30.)
 – Kişi başına $25,061 (37.)
Gini (2010) 33 (36.)
İGE azalış 0.860 (çok yüksek)  (2013)
Para birimi Euro ()3 (EUR)
Zaman dilimi EET (UTC+2)
 – Yaz EEST (UTC+3)
Takvim gg/aa/yyyy
Trafik akışı right
Internet TLD .gr4
Telefon kodu 30.
1 Nüfus verileri vatandaşlığı kapsamaktadır. Yunanistan Cumhuriyeti, nüfus sayısı ölçümlerinde etnik köken bilgisi tutmamaktadır. Bkz: CIA Factbook
2 Yunanistan Yüzölçümü Bilgisi Interkriti (İngilizce)
3 Eurostat’ın nüfus bilgileridir. Bkz:Eurostat: Yunanistan Nüfus Bilgisi (2010) (İngilizce)

Yunanistan veya resmî adı ile Helen Cumhuriyeti (Yunanca: Ελληνική Δημοκρατία, Eliniki Dimokratia) (Ελλάδα, Elada, UFA: Ses bağlantısına git [e̞ˈlaða] (yardım·bilgi); tarihî olarak Ελλάς, Ellas UFA: [e̞ˈlas]) Balkanlar’ın güneyinde yer alan bir ülke. Avrupa Birliği ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü üyesi Yunanistan, Türkiye‘nin batı komşusudur. Arnavutluk, Bulgaristan ve Makedonya Cumhuriyeti ile de sınır paylaşmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu‘nun zayıflaması sürecinde, 19. yüzyılın büyük emperyal devletlerinin de yardımıyla İstanbul’un idaresinden çıkarak kurulan 28 yeni devletten biridir.

Yunanistan adı antik İyonya‘nın (bugünkü İzmir, Aydın, Manisa, Muğla bölgesi) Arapça ve Farsça söyleniş şeklinden gelir.[kaynak belirtilmeli]Orta Çağ‘da Bizans İmparatorluğu ve sonra Osmanlı Devleti dönemlerinde Romalı anlamına gelen Rum adı kullanıldı. Bu isim bugün daha çok Kıbrıs‘nın güneyi, İstanbul ve Ege‘deki Yunan asıllı halkı ifade etmek için kullanılmakta, Yunanistan’da yaşayanlara sıkça yapılan bir hata ile Yunanlı denilmektedir. Bunun yerine hem bu milletten olan kişiyi ifade etmek hem de Yunanistan’a ait olduğunu belirtmek için Yunan sözcüğü kullanılır.[1]

Yunanistan, 1981‘den beri Avrupa Birliği[2], 1952‘den beri NATO, 1961‘den beri OECD[3], 1995‘den beri Batı Avrupa Birliği ve 2005‘den beri Avrupa Uzay Ajansı[4] üyesidir. Atina ülkenin başkenti; Selânik, Patras, Kandiye, Volos, Yanya, Yenişehir, Kavala ve Vodina ülkenin diğer büyük şehirleridir.

Etimoloji

Arapça‘da Roma İmparatorluğu’nda veya Doğu Roma’da yaşayan Yunanlara Romalı, “Rumî” denirdi. Fakat daha sonra sözcük “Rum” halini almış ve bir süre sonra da Türkiye’de Anadolu’da yaşayan Yunanlar‘a denilmiştir ve günümüzde de denilmektedir. Tarihte Hellen sıfatı, çeşitli etnik topluluklar için kullanılmıştır. Hellen sözcüğü ilk olarak Makedonya Kralı Büyük İskender’nin Pers‘ler üzerine yaptığı Asya Seferi sonunda Hellen Uygarlığı’nın kurmasıyla başlamıştır. Bu sefer sonunda Anadolu, Mezopotamya, Mısır, İran ve Kuzey Hindistan topraklarını ele geçiren İskender, doğu ve batı(Yunan) kültürlerini sentezleyerek Hellen kültürünün oluşumunu sağlamıştır. Bu olaylar meydana gelirken Yunanlar, Hellen imparatorluğu içinde dağınık halde yaşıyorlardı. Yunanlar ticari ve kültürel ilişkiler içine girdikleri çeşitli halklarla bu dağınıklığı bozup, birlik oluşturmak istediler. Birliğin oluşmasında halkların lehçe farklarına rağmen Yunanca konuşmaları da önemli bir etken olmuştur.

Yunanlar, kendilerine ırk birliğini açığa vuran “Hellen” adını vermeden önce, başka ırktan olanları ve başka dil konuşanları “Barbares” (Barbarlar) olarak göstermişlerdir. Bu şekilde kendileriyle yabancılar arasında bir sınır çizip; kendi ırksal topluluklarını kurarak, Hellen sözcüğünün oluşumunu sağlamışlardır. “Grek” deyimine tarihsel açıdan bakıldığında Yunanlar’ın Akdeniz‘de koloniler kurması bunda büyük etken olmuştur. O zamanlarda Yunan kolonilerinden biri de İtalya yarımadasındaki Kime’dir. Kime Eğriboz adasında yaşayan Halkisliler tarafından kurulmuştur fakat bu şehrin kurulmasında Eğriboz adasının karşı kıyılarındaki Gralar yardımcı olmuştur. Bunun sonucunda bu kavmin adı İtalya’da biraz değiştirilmek suretiyle “Graikus” (Graecus) şeklini almış, sonraları Latinler tarafından tüm Hellen kavmini gösteren kolektif bir sözcük olarak kullanılmıştır.

“İyonya”, Yunanistan’daki Dor istilası karşısında Anadolu kıyılarına göç etmek zorunda kalan ve Batı Anadolu’da on iki büyük site kuran halkın kendilerine verdikleri isimdir. İyonlar bir süre bağımsız kaldıktan sonra Anadolu’nun halklarından olan Lidyalılar’a boyun eğmişleridir.Daha sonra doğudan gelen Pers işgalerine yenilen Lidya’nın Pers egemenliğine girmesiyle İyonlar’da Pers egemenliğine girmiştir. Daha sonra bu “İyon” adı giderek yayılmaya başladı. Tevrat’ta Yavan, Asur yazıtlarında Yavnai, Pers yazılı belgelerinde Yauna olarak gösterilmiştir. Buna göre; doğudan gelen ve önce Batı Anadolu’yu -dolayısıyla İyonya’yı- ele geçiren Persler, Ege’deki düşmanlarına “Yauna” adını vermişlerdir. Bu ad zamanla bugünkü Yunanistan halkını da içene alacak şekilde genelleşmiştir. Türkler de, yanlış da olsa bu adı kullanmışlardır ve günümüzde de kullanılmaktadır. Ayrıca Arapçada Roma İmparatorluğunda veya Doğu Roma’da yaşayan Yunanlar’a Roma’lı “Rumi” denirdi. Fakat daha sonra sözcük “Rum” halini almış ve bir süre sonra da Türkiye’de Anadolu’da yaşayan Yunanlar‘a denilmiştir ve günümüzde de denilmektedir.

Tarih

Ana madde: Yunanistan tarihi
Yunanistan tarihi
Part of a map of the Mediterranean Sea and adjacent regions by William Faden, March 1785



Yunanistan Portalı

M.Ö. 550′lerde Eski Yunanistan

Büyük İskender’in ele geçirdiği topraklar

Yunanistan’ın ilk sakinlerine sıklıkla Pelasgi, yani “deniz halkı” denirdi. Yarımadanın bu sakinleri kuzeyden göçen işgâlcilerin etkisi ile güneye kaçtılar. Birbiri ardı sıra gelen işgallerle güney kıyılarına ve Ege Adaları‘na yayıldılar. M.Ö. 3200 civarında bölgeye yeni gelenler birlikte zamanla Yunancaya dönüşen bir Hint-Avrupa dili getirdiler.

MÖ 1. binyılda kullanılan ve Homeros‘un İlyada‘da kullandığı eski Yunanca’nın, günümüzdeki Arnavutça‘ya benzediği ve akraba olduğu şeklindeki dilbilimsel hipotez, Dorların göçleri kapsamında incelenen bir konudur.

Antik Yunanistan M.Ö. 2. yy.’da da Roma İmparatorluğu‘nun hakimiyetine girerek ortadan kalktı. Roma İmparatorluğu’nun 4.yüzyılda bölünmesiyle de 1821‘e kadar Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluklarının başkenti olan Konstantinopolis tarafından yönetildi. Antik kültürler ve politeist dinler bu dönemlerde yerini Ortadoğu kaynaklı dinler olan Ortodoks Hıristiyanlığa, 13.-14. yüzyıllardan sonra da Müslümanlığa bıraktı.

Günümüzdeki modern Yunanistan, 1821‘de Osmanlı Devleti‘nin İngiltere, Fransa ve Rusya karşısında aldığı yenilgiler sonucu, bu imparatorlukların koruma bölgesi olarak, İstanbul‘un idaresinden koparılan Mora Yarımadası ve Atina‘dan ibaret küçük bir bölgede ‘Yunan Krallığı‘ adı altında kuruldu. İlk Yunan Kralı olarak da Bavyeralı aristokrat aileden gelen Otto isminde bir Alman atandı.

Daha sonraki yıllarda İngiliz ve Fransız yöneticiler, onlar açısından bu kabul edilemez durumu, Rumların doğuya olan benzerliğini, doğu düşmanlığına dönüştürmeyi başardılar.

Daha sonraki yıllarda İstanbul, savaş yenilgileri neticesinde, savaş galibi imparatorlukların baskılarıyla, Atina‘ya şu bölgeleri vermeye mecbur kaldı:

1877-78 Rus – Osmanlı Savaşı sonucu verilen bölge: Tesalya, Orta Yunanistan

1912-13, Balkan Savaşları, verilen bölge: Epir, Makedonya (Selânik), Girit, K-b Ege (Midilli, Sisam) adaları

1918, 1. Dünya Savaşı yenilgisi, verilen bölge : Batı Trakya

1918‘de galip devletler günümüzdeki Türkiye‘nin batı yarısını Yunanistan, doğu yarısını Ermenistan Karadeniz kısmınıda Erzurum, Kars gibi bazı yerleşim yerleri olmak üzere Gürcistan ilan etmek istiyorlardı. Başkent İstanbul olacak, ismi tekrar Konstantinopolis’e dönecekti. Ancak plânları gerçekleşmedi.

1946‘da, İtalya‘nın 1912‘de Osmanlı Devleti’nden almış olduğu 12 adanın, İngiltere‘nin olmasıyla, bu adalar da Atina yönetimine geçtiğinde, Atina yönetimi 18211946 arasındaki 125 senede, hep savaş galibi emperyal devletlerin yanında yer alarak, İstanbul aleyhine, topraklarının yüzölçümünü yaklaşık 10 misline çıkarmayı başarmıştı.

Coğrafya

Ana madde: Yunanistan coğrafyası

Balkan Yarımadası üzerine kurulu olan Yunanistan, 35° – 41°′Kuzey / 19 – 22°′Doğu koordinatları arasında yer alır, doğuda Türkiye, kuzeyde Bulgaristan ve Makedonya Cumhuriyeti, kuzeybatıda ise Arnavutluk ile komşudur. Batısında İyon Denizi, güneyinde Akdeniz, doğusunda ise Ege Denizi ile çevrili olan Yunanistan, yaklaşık 3000 ada ve kayalığa sahiptir. Bu adalardan 227′sinde yerleşim olup, sadece 78′inde 100 kişiden fazla insan yaşamaktadır.

Yunanistan’ın 1935 kilometre uzunluğunda kara sınırı vardır;

Deniz sınırları ise adalar ile birlikte 15,021 kilometredir. Ege Denizi‘nde kıyısı bulunan iki devlet olan Türkiye ve Yunanistan’ın karasuları 6 deniz milidir.Bu kara suları Türkiye ile Yunanistan arasında soruna neden olmaktadır.

İklim ve Bitki Örtüsü

Yunanistan’da hâkim iklim büyük ölçüde Akdeniz iklimi‘dir. Yazları sıcaklık ortalaması 26 °C – 28 °C ‘dir. Kışlar çok sert geçmez, ancak yüksek kesimler kış boyunca kar alır. Yüzey şekilleri ise fazla yüksek olmayan dağlardan oluşan oldukça engebeli arazilerdir. Ülke’nin en yüksek noktası Eski Yunan Mitolojisi‘nde tanrıların evi olduğu kabul edilen Olimpos Dağı‘dır (2,917). Bunu 2,457 metre ile Parnassos Dağı izler. Ülkenin bu denli engebeli olmasının Yunan Mitolojisi‘ndeki açıklaması ise tanrıların dünyayı yaratırken toprağı eleyip eleyip, Yunanistan’ın ise kalan tortulları fırlatıp savurması ile oluştuğu yönündedir. Yunanistan ayrıca 1. derece deprem kuşağı üstünde yer alır.

Alçak bölümler bitki örtüsü bakımından fakir olup, tek mevsimlik bitkiler yetişir. Ülkenin orta ve güney kısımlarında Akdeniz iklimi‘nin karakteristik bitki örtüsü makiler egemendir. Dağlık bölgelerde ise ormanlar yer alır. Ormanlar ya da korular ülkenin yaklaşık %50′sini kaplar.

Demografi

Bu maddedeki bazı bilgilerin kaynağı belirtilmemiştir. Ayrıntılar için maddenin tartışma sayfasına bakabilirsiniz. Maddeye uygun biçimde kaynaklar ekleyerek Vikipedi’ye katkıda bulunabilirsiniz.

Yunanistan’ın dil azınlıklarının çoğunlukta bulunduğu bölgeleri.

██ Arnavutça ██ Arvanitika Yellow star jew.svgLadino ██ Megleno-Rumence ██ Bulgarca ██ Makedonca ██ Türkçe ██ Ulahça

Yunanistan’ın 2001 yılı verilerine göre nüfusu 10,964,020′dir. İstatistiklerde Yunan nüfusunun giderek yaşlanmakta olduğu göze çarpmakla beraber ülke genelinde yaşa göre nüfus dağılımı söyledir;

Yaş dağılımı

  • 0 – 14 yaş = %15 (erkek 828,585; kadın 779,902)
  • 15 – 64 = %67 (erkek 3,580,079; kadın 3,574,788)
  • +65 = %18 (erkek 815,247; kadın 1,022,926)

Nüfusun büyüme oranı : %0.19

Yıllık doğum oranı: binde 9.72

Ölüm oranı: binde 10.15

Bebek ölüm oranı binde 5.53

Ortalama yaşam beklentisi’

  • kadınlarda 81.76 yıl
  • erkeklerde 76.59

Etnik gruplar

  •  %93 Yunan
  •  %5.5 Diğer

Dinî inançlar

Okuryazarlık:

Toplam nüfus içinde: %97.5

  • Erkeklerde: %98.6
  • Kadınlarda: %96.5

En büyük şehirler

Etnik Yapısı

Ana maddeler: Yunanlar, Türkler ve Arnavutlar

Halkın büyük çoğunluğunu etnik Yunanlar (9.555.000) oluşturur. Yunanlar büyük bir çoğunlukla Ortodoksdur. Nüfusun çoğunluğu Türkiye ‘den 1924 ve 1955 mübadeleleri neticesinde göçen Rum nüfustan oluşur. 1924 öncesi Yunan Krallığı’nın nüfusu 2 milyonun altındaydı ve bu nüfusun çoğunluğunu Yunanlaşmış Arnavutlar yani Arvanitler oluşturuyordu. Buna 1,5 milyon civarında Anadolu Rum’u eklendi. Anadolu’dan göçen Rumlar daha çok Batı Trakya ve Tesalya’ya yerleştiler ve yüksek çocuk sayısı ve nüfus artışıyla eski Arvanit/Yunan nüfusunu geride bıraktılar.

Başlıca azınlıkları Makedonlar (250.000), Tosk Arnavutları (222.000), Ulahlar (209.000), Pontuslu Rumlar (202.000), Arvanitika Arnavutları (152.000)’ndan ve Müslüman azınlıkları Türkler (150.000), Pomaklar ( 50,000), Saidî Araplar (30.000), Farslar (10.000), Afrikalılar (6.100)’dan oluşturulmaktadır.[5]

Ayrıca Karaman’da yaşayan ortodokslarda mübadele sırasında Yunanistandaki Müslüman Türklerle Mübadele sırasında değiştirmiştir. 1923 Lozan Antlaşmasına ekli protokol hükümlerince Türkiye’de yaşayan yaklaşık 193.000 Karamanlı, Rum sayılarak zorunlu nüfus değişimine tabi tutulmuşlardır

Dil

Yunanistan’da en çok konuşulan dil, resmî olan Yunancadır. Yunanca, çeşitli ağızlarıyla konuşulur. Bunun yanında, ülkede Türkçe, Arnavutça, Ladino, Megleno-Rumence, Bulgarca, Makedonca, Ulahça da ülkede konuşulan dillerdendir.

Yunanca

Ana madde: Yunanca

Yunanistan’daki tek resmî dil Yunanca‘dır. Çağdaş Yunanca, Halk Yunancası ya da Yunanca söylenişiyle Demotiki (Yun. δημοτική “Đimotiki” okunur) 1976‘dan beri Yunanistan’ın ve Kıbrıs Cumhuriyeti‘nin resmî dilidir. Yunanca (Ελληνικά – Elinika) 3000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Hint-Avrupa dil ailesine aittir. Antik Yunanca Klâsik Yunan uygarlığının dili olarak kullanılmıştır. Modern Yunanca Antik Yunanca’dan oldukça farklı olmakla beraber köken olarak ona dayanır. Yunanca, Yunan Alfabesi kullanılarak yazılır.Türkçe‘de batı trakya bölgesinde azınlık dili olarak konuşulmaktadır.

Yunanistan’ın kurulmasıyla devletin resmî dili Kathareuousa ilan edildi. Okullar ve resmî dairelerde sadece bu diyalekt kullanıldı; ancak halk bu diyalekte yabancı olduğundan evlerde ve sokaklarda Halk Yunancası (Demotiki) konuşulmaya devam edildi.

Demotiki‘de birtakım bozulmalar olunca 1964‘de okullarda Demotiki’nin de okutulmasına izin verildi.

Bu çift dillilik 1976 yılına kadar devam etti. 1976‘da Yunanistan’da çıkan bir kanun ile Kathareuousa devletin resmi dili olmaktan çıkartıldı ve Demotiki resmi dil hâline getirildi böylece okul, resmî daire ve evlerde konuşulan dilin aynı olması sağlandı.

Yunanlar‘ın uzun yıllar farklı milletlerin hâkimiyeti altında kalmaları ya da başka milletleri yönetmesinden dolayı, dilleri bu kültürlerle büyük ölçüde etkileşime girmiştir. Yunanca birçok kelime alıp verdiği gibi, etkileşimlerden yeni lehçeler bile doğmuştur, bunlardan başlıcaları;

  • Demotiki (Δημοτική)
  • Kathareuousa (Καθαρεύουσα)
  • Tsakonika (Τσακωνικά)
  • Pontus (Ποντιακά)
  • Kapadokya (Καππαδοκικά)
  • Güney İtalya (Κατωιταλικά)
  • Yevanika

İdari Birimler

Coğrafi Bölgeler

Ana madde: Yunanistan’ın coğrafi bölgeleri
Yunanistan Periferileri.
Numara Coğrafi bölge Başkent Yüzölçümü Nüfus
1 Attika Atina 3.808 km² 3.841.408
2 Orta Yunanistan Lamia 15.549 km² 614.614
3 Orta Makedonya Selanik 18.811 km² 1.931.870
4 Girit Kandiye 8.336 km² 623.666
5 Doğu Makedonya ve Trakya Gümülcine 14.157 km² 623.248
6 Epir Yanya 9.203 km² 358.698
7 İyonya Adaları Korfu 2.307 km² 220.097
8 Kuzey Ege Midilli 3.836 km² 208.151
9 Mora Trablus 15.490 km² 650.310
10 Güney Ege Hermoupolis 5.286 km² 320.001
11 Tesalya Yenişehir 14.037 km² 760.714
12 Batı Yunanistan Patras 11.350 km² 753.267
13 Batı Makedonya Kozani 9.451 km² 303.857
Aynoroz (Özerk) Karyes 390 km² 2.250

Nomos

Yunanistan’ın illeri (Nomos)

Yunanistan 54 ilden oluşur:

1. Atina
2. Eğriboz
3. Evrytania
4. Fokida
5. Phthiotis
6. Boeotia
7. Halkidiki
8. İmathia
9. Kilkis
10. Pella
11. Pieria
12. Serez
13. Selanik
14. Hanya
15. Kandiye
16. Lassithi
17. Retimnon
18. Drama
19. Evros
20. Kavala
21. Rodopi
22. İskeçe
23. Arta
24. Yanya
25. Preveze
26. Thesprotia
27. Korfu
28. Kefalonya
29. Lefkada
30. Zakintos
31. Sakız
32. Midilli
33. Sisam
34. Arkadya
35. Argolis
36. Korint
37. Lakonia
38. Messinia
39. Kiklad Adaları
40. Oniki Adalar
41. Karditsa
42. Larissa
43. Magnissia
44. Trikala
45. Achaea
46. Aetolia-Acarnania
47. Elis
48. Florina
49. Grevena
50. Kastoria
51. Kozani

Attika bölgesi

(a) Aynoroz (özerk bölgedir)

1. Atina
2. Doğu Attika
3. Pire
4. Batı Attika

Ayrıca bakınız

Resimler

Kaynakça

Dış bağlantılar

Konuyla ilgili diğer Wikimedia sayfaları :

Commons‘ta Yunanistan ile ilgili çoklu ortam dosyaları bulunmaktadır.

Vikisözlük‘te Yunanistan ile ilgili kelime açıklaması bulunmaktadır.

Vikisöz‘de Yunanistan ile ilgili özlü sözler bulunmaktadır.

Vikihaber‘de Yunanistan ile ilgili haberler bulunmaktadır.

[göster]

Balkanlar

[göster]

Avrupa ülkeleri

[göster]

Akdeniz‘e kıyısı olan ülkeler

[göster]

Avrupa Birliği Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve adaylar

[göster]

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)

[göster]

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)

[göster]

Karadeniz Ekonomik İşbirliği (BSEC)

[göster]

Frankofon‘a üye ve gözlemci ülkeler

[göster]

Türk halklarının bulunduğu ülke ve bölgeler

tarafından

türkiye

Türkiye

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara
Bu madde bir ülke hakkındadır. Başlığın diğer anlamları için Türkiye (anlam ayrımı) sayfasına bakınız.
Türkiye Cumhuriyeti
BayrakBayrak
Slogan: 
Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.[1]
Ulusal Marş: 
İstiklâl Marşı

Menü
0:00
Konum

Türkiye’nin Dünya üzerindeki konumu

Başkent Ankara
39°55′K 32°50′D
Resmî dil(ler) Türkçe
Yönetim biçimi Üniter parlamenter cumhuriyet
 – Cumhurbaşkanı Abdullah Gül
 – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
 – Meclis Başkanı Cemil Çiçek
 – Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç
Yasama organı Türkiye Büyük Millet Meclisi
Kuruluş
 – Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923
 – Cumhuriyetin ilanı 29 Ekim 1923
Yüzölçümü
 – Toplam 783.562 km²  (37.)
302,535 mil²
 – Su (%) 1.3
Nüfus
 – 2012 sayımı 75,627,384[2] (17.)
 – Yoğunluk 98[2]/km²  (108.)
239.8/mil²
GSYİH (SAGP) 2012
 – Toplam 1.123 trilyon $[3] (16.)
 – Kişi başına 15,001 $[3] (64.)
GSYİH (düşük) 2012
 – Toplam 794.468 milyon $[3] (17.)
 – Kişi başına $10,609[3] (62.)
Gini (2011) 39,0[4]
orta · 58.
İGE (2013) artış 0,722
yüksek · 90.
Para birimi Türk lirası (TRY)
Zaman dilimi Doğu Avrupa (UTC+2)
Trafik akışı sağ
Internet TLD .tr
Telefon kodu +90

Türkiye veya resmi adıyla Türkiye Cumhuriyeti[5] (Bu ses hakkında Türkiye Cumhuriyeti (yardım·bilgi)), başkenti Ankara olan ve Avrupa ile Asya kıtalarının her ikisinde de toprağı bulunan ülkedir. Ülke topraklarının bir bölümü Anadolu Yarımadası‘nda, bir bölümü ise Balkan Yarımadası‘nın uzantısı olan Trakya‘da bulunur. Ülkenin üç yanı Akdeniz, Karadeniz ve bu iki denizi birbirine bağlayan Marmara Denizi ve Ege Denizi ile çevrilidir. Komşuları; Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan (Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti), İran, Irak ve Suriye‘dir.

Türkiye, günümüzde bağımsız yedi Türk devletinden biridir. Ülkedeki en yaygın din İslâm‘dır, fakat devletin resmi dini yoktur.[6] (1921 ve 1924 Anayasası’nda bulunan “Türkiye Devleti’nin dini İslamdır.” hükmü 10 Nisan 1928 tarihinde yapılan değişiklikle Anayasa’nın 2. maddesinden çıkarılmıştır.) Ülkenin resmi dili Türkçe‘dir.

Oğuzlar, bugün Türkiye (Halk Latincesi‘nde “Türklerin Yurdu” anlamına gelen Turchia sözcüğünden türemiştir) olarak bilinen alana 11. yüzyılda göç etmeye başlamıştır. Göç, Selçukluların Bizanslılar karşısında elde ettikleri Malazgirt Zaferi‘yle hızlanmıştır.[7] Birçok küçük beylik ve Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu‘yu Moğol İstilasına kadar yönetmiş ve 13. yüzyılda Osmanlı Beyliği Anadolu’yu birleştirerek Doğu Avrupa, Yakın Doğu ve Kuzey Afrika’yı yöneten bir devlet hâline gelmiştir. I. Dünya Savaşı‘ndaki yenilgisinin ardından çöken Osmanlı Devlet’nin birçok bölgesi İtilaf Devletleri‘nce işgal edilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki genç bir subay kadrosunun örgütlediği başarılı direnişin ardından 1923 yılında nihayet ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk olan Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Türkiye, kadim ekinsel mirasıyla demokratik, lâik, merkeziyetçi ve anayasal bir cumhuriyettir. Türkiye, Avrupa Konseyi‘ne, NATO‘ya, OECD‘ye, AGİT‘e ve G-20‘ye üye olarak Batı Dünyasıyla bütünleşmiştir. 1963 yılından beri Avrupa Ekonomik Topluluğu‘nun imtiyazlı ortağı ve 1995 yılından beri Gümrük Birliği‘nin üyesi olan Türkiye, 2005 yılında Avrupa Birliği ile tam üyelik görüşmelerine başlamıştır. Türkiye aynı zamanda Türk Konseyi, Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Ekonomik İşbirliği Örgütü gibi örgütlere üye olarak Orta Doğu ile, Orta Asya’daki Türk devletleri ile ve Afrika ülkeleri ile yakın ekinsel, politik, ekonomik ve endüstriyel ilişkiler geliştirmiştir.

Avrupa ve Asya kıtaları arasındaki geçiş yolları üzerindeki konumu Türkiye’ye anlamlı bir güç ve önem kazandırmaktadır. Türkiye, siyaset bilimciler ve ekonomistlere göre stratejik konumu, büyük ekonomisi ve askeri kabiliyetiyle bir bölgesel güçtür.[8][9]

Köken

Tarihçi İlber Ortaylı bir makalesinde Cenevizli ve Venedikli tüccar ve diplomatların, 12. yüzyılda, Türkiye’yi Turchia ve Turkmenia olarak tanımladıklarını belirtir.[10] Ayrıca, Türkiye adı ilk defa 1190′da bir yazılı kaynakta, Haçlı Seferi vak’ayinamesinde geçmektedir.[kaynak belirtilmeli] Abdulhaluk Çay ise Turchia tanımını çok daha gerilere götürür ve Turchia tabirine ilk defa 6. yüzyılda Bizans kaynaklarında rastlandığını belirtir ve şöyle der “Bu tabir 9. ve 10. yüzyıllarda İdil/Volga Nehri’nden Orta Avrupa‘ya kadar uzanan saha için kullanılmıştır. Bu kullanımın Kafkasya bölgesinde Hazar Kağanlığı için Doğu Türkiye’si, Arpad Hanedanı‘nın kurduğu Macar Devleti için Batı Türkiyesi şeklinde olduğunu ve aynı tabirin 12. yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanıldığını belirtir. Tarihte 13-14. yüzyıllarda Mısır Memlûkleri de Türkiye adını kullanmışlardı: “ed-devlet üt Türkiya” (1250-1387). Türkçedeki kelime anlamı ise Türk ve İye (ait) kelimelerinin birleşmesi ile oluşan Türkiye kelimesidir.

Osmanlı Devleti‘nde, 19. yüzyıla kadar Türkiye adı kullanılmadı; Devlet-i Âliyye, Devlet-i Osmaniye, Memalik-i Şahane, Diyar-ı Rum adları kullanıldı. Fakat dış dünyanın zaman zaman Osmanlı İmparatorluğu adını kullanmak yerine Türkiye adını kullandığı bilinmektedir. O dönemde yabancı dillerle çizilmiş haritalara bakıldığında bu durum açıkça ortadadır. Daha sonra, Jön Türkler arasında Osmaniye yerine Türkistan, Türkeli, Türkili gibi adlar önerildiyse de, Orta Asya‘da Türkistan adlı bir devlet olduğundan bu benimsenmedi. Anayasada (1921) “Türkiye”[11] adı yazıldı ve 1923′de devletin resmi adı Türkiye olarak kabul edildi.

Tarihçe

Ana madde: Türkiye tarihi

Tarih öncesi Anadolu ve Doğu Trakya

Ana maddeler: Tarih öncesi dönemde Anadolu ve Tarih öncesi dönemde Balkanlar
Ayrıca bakınız: Traklar

Kazılar sonucu ortaya çıkan Troya antik kentinin duvarları.

Türkiye sınırları içinde kalan Anadolu Yarımadası, dünyanın en eski kalıcı yerleşim bölgelerinden biridir. Çeşitli eski Anadolu milletleri bölgede, Cilalı Taş Devri‘nin başlangıcına ve Büyük İskender‘in fethine kadar varlığını sürdürdü.[12] Bu halkların çoğu Hint-Avrupa dil ailesinin bir kolu olarak kabul edilen Anadolu dillerini konuştu.[13] Bazı bilim insanları Hint-Avrupa dillerinin, yine eski Anadolu dillerinden olan Hitit dili ve Luvi dilinden yayıldığını öne sürdü.[14] Ayrıca Türkiye’nin Avrupa kıtasında kalan bölümünü oluşturan Doğu Trakya ise kırk bin yıl öncesine dayanan bir yerleşim tarihine sahiptir ve bölgenin sakinleri tarıma başlayarak milattan 6000 yıl önce Cilalı Taş Devri’ne geçmiştir.[15]

Geçmişi MÖ 2000′e uzanan Hitit başkenti Hattuşaş‘daki Aslanlı Kapı.

Göbekli Tepe, bilinen en eski dini yapının bulunduğu yerdir ve geçmişi MÖ 10.000 tarihine kadar uzanır.[16] Orta Anadolu’nun güneyinde kalan Çatalhöyük, Cilalı Taş Devri ile Bakır Çağı‘na ait çok büyük bir yerleşim yeridir ve Temmuz 2012′de UNESCO Dünya Mirasları Listesi‘ne dahil edilmiştir.[17] Biga Yarımadası‘nda yer alan Troya antik kentinde Cilalı Taş Devri’nde başlayan yerleşmeler ise Demir Çağı‘na kadar devam etmiştir.

Anadolu’nun bilinen ilk sakinleri, Hatti ve Hurri toplumlarıdır. Hint-Avrupa milletlerinden olmayan bu iki toplum, yaklaşık olarak MÖ 2300′lü yıllarda Orta ve Doğu Anadolu’da yaşadı. Hatti ve Hurriler, Hint-Avrupa milletlerinden olan Hititlerin MÖ 2000–1700 yıllarında Anadolu’ya gelmesiyle yerini Hititler’e bıraktı. Hititler, bölgedeki ilk büyük krallığı MÖ 13. yüzyılda kurdular ve tarihteki ilk yazılı antlaşma olarak bilinen Kadeş Antlaşması‘nı Mısırlılar ile yaptılar. Asurlular, MÖ 1950 ve MÖ 612 yılları arasında günümüz Türkiye’sinin güneydoğu topraklarını fethetti ve yerleşti.[18][19]

Hitit İmparatorluğu’nun MÖ 1180′li yıllarda çöküşünü takiben, Hint-Avrupa milletlerinden olan Friglerin kurdukları Frigya, MÖ 7. yüzyılda Kimmerler tarafından tahrip edilmesine kadar Anadolu’da üstünlük elde etti.[20] Frigya’dan sonra Lidya, Karya ve Likya yönetimleri bölgede hüküm sürdü.

Antik çağ ve Bizans dönemi

Ana maddeler: Klasik Anadolu ve Bizans Anadolusu

MS 135 yılından kalma Efes Celsus Kütüphanesi, günümüzde İzmir ili sınırları içinde yer alır.

6. yüzyılda kilise olarak Bizans’ın inşa ettiği Ayasofya, daha sonra camiiye çevrildi, şu anda ise müzedir.

Anadolu’nun sahil şeridinde MÖ 1200 yıllarında büyük ölçüde Aiol, İyon ve Yunan yerleşimleri başladı. Milet, Efes, Smyrna (şu anki İzmir) ve Byzantion (daha sonra Konstantinopolis ve İstanbul) gibi çok sayıda şehir, bu koloniciler tarafından kuruldu.

Anadolu, MÖ 6. ve 5. yüzyıllarda Antik İran‘da kurulan ilk Pers devleti olma özelliği taşıyan Ahameniş İmparatorluğu tarafından fethedildi ancak Büyük İskender tarafından imparatorluğun ortadan kaldırılmasıyla bölgenin sahibi Makedon Krallığı oldu. Büyük İskender döneminde kültürel homojenlik ve Helenleşme hareketi başlatıldı[12] ancak MÖ 323 yılında İskender’in ölümüyle Makedon Krallığı bölündü ve Anadolu’da küçük Helenistik krallıklar (Bitinya, Kapadokya, Pergamon ve Pontus dahil olmak üzere) ortaya çıktı.[21] Daha sonra, MÖ 1. yüzyılda bu krallıklar Roma Cumhuriyeti‘nin bir parçası haline geldi.[21] Büyük İskender’in fetihleriyle başlattığı Helenleşme hareketi ise Roma döneminde hızlandırıldı, bu nedenle daha önceki yüzyıllarda var olan Anadolu dilleri ve kültürlerinin nesli tükendi; yerini Yunan dil ve kültürü aldı.[22][23]

324 yılında Roma İmparatoru I. Konstantin, imparatorluğun başkentini Byzantion‘a taşıdı ve şehrin adını Yeni Roma (daha sonra Konstantinopolis ve günümüzde İstanbul) olarak değiştirdi.[24] Roma İmparatorluğu, Hun Türkleri‘nin doğudan batıya doğru göç etmesiyle Avrupa’da başlayan Kavimler Göçü‘nün (375) sonucunda çıkan karışıkların etkisiyle 395 yılında Batı Roma ve Doğu Roma olmak üzere ikiye ayrıldı. Daha sonralarda Bizans olarak da anılmaya başlanan Doğu Roma, 1453 yılına kadar varlığını devam ettirdi.

Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu

Ana maddeler: Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu

İslamiyet dinini kabul eden Oğuz Türkleri‘nin Kınık boyuna mensup olan Selçuklular, 9. yüzyılda Hazar Denizi ve Aral Gölü‘nün kuzeyine yerleştiler.[25] 1040 yılında Gazneliler ile yaptıkları Dandanakan Muharebesi‘nin kazandılar ve ardından bölgede Büyük Selçuklu Devleti‘ni kurdular.

1481 ve 1683 yılları arasında Osmanlı topraklarının genişlemesi.

11. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklular, Anadolu’nun doğu bölgelerine yerleşmeye ve akınlar yapmaya başladı. Bizans ile yaptıkları ilk büyük muharebe olan Pasinler Muharebesi‘ni (1048) kazandılar. 1071′de gerçekleşen Malazgirt Meydan Muharebesi‘nin de galibi oldular, böylece “Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı”, Anadolu’da Türkleştirme hareketi başladı. Bölgede yaygın olan Hıristiyanlık ile ağırlıklı olarak konuşulan Yunanca, Türklerin Anadolu’ya girişi ile birlikte yerini İslam dini ve Türk diline bıraktı.

13. yüzyılda, özellikle Kösedağ Muharebesi‘nden (1243) sonra Anadolu’daki Selçuklu otoritesi son bulmaya başladı. Otorite boşluğunda ortaya Anadolu Türk beylikleri ortaya çıktı. Bu beyliklerden, Osman Gazi tarafından kurulan Osmanlı, iki yüzyıl içinde Anadolu, Balkanlar, Kuzey Afrika ve Levant‘ı hakimiyeti altına aldı. Osmanlı padişahı II. Mehmed, 1453′te İstanbul’u fethetti ve Bizans İmparatorluğu‘nu yıktı. Bu olay tarihçiler tarafından Orta Çağ‘ın sonu, Yeni Çağ‘ın başlangıcı olarak kabul edildi.

1514 yılında I. Selim (1512–1520), Çaldıran Muharebesi‘nde Safevî hükümdarı Şah İsmail‘i yenerek imparatorluğun sınırlarını doğu yönünde genişletti; 1517′de Mısır‘da hüküm süren Memlûk Sultanlığı‘nı yıkarak halifeliğin Osmanlı Hanedanı‘na geçmesini sağladı. Kanuni Sultan Süleyman olarak da bilinen I. Selim’in oğlu I. Süleyman, saltanatının ilk yıllarında Belgrad‘ı ele geçirerek Orta Avrupa içlerine ilerlemeye başladı; Macaristan‘ı egemenliği altına altı. Ayrıca Kanuni döneminde ve sonrasında Hint Okyanusu‘nda hakimiyet kurmak için Portekiz İmparatorluğu‘na karşı seferler düzenlendi.

Edirne‘deki Selimiye Camii, Osmanlı’nın en bilinen mimari miraslarından biridir.

Osmanlı, 16. ve 17. yüzyılda, özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde tarihinin zirvesine ulaştı. Bu dönemde batıda Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ve Lehistan ile çeşitli anlaşmazlıklar yaşadı.[26] Osmanlı Donanması, denizde çeşitli başarılar kazandı. 1538′de yapılan Preveze Deniz Muharebesi‘nde Barbaros Hayreddin Paşa‘nın Haçlılar’ı mağlup etmesinden sonra imparatorluğun Akdeniz’deki kontrolü arttı. Doğuda ise, Safevîler ile dinsel farklılıklardan ve toprak anlaşmazlıklarından kaynaklanan bazı çatışmalar zaman zaman savaşa dönüşmekteydi.[27]

Osmanlı, zirvesine ulaştıktan sonra duraklama dönemini yaşadı ve 19. yüzyıl başlarından itibaren gerilemeye başladı. Bozulan iç huzur ve sık sık çıkan isyanlarla birlikte toprak kayıpları arttı; askeri güç, ekonomik denge bozuldu. Rus Çarlığı ile yapılan savaşların birçoğu başarısızlıkla sonuçlandı. 1911′de İtalya Krallığı ile yapılan Trablusgarp Savaşı sonucunda Trablusgarp kaybedildi, aynı dönemde Balkan Birliği‘ne karşı yapılan Birinci Balkan Savaşı sonucunda Balkan topraklarının neredeyse tamamı kaybedildi.[28] II. Abdülhamid‘in tahttan inmesine sebep olan 31 Mart Olayı‘ndan sonra İttihat ve Terakki Fırkası yönetimde etkin bir biçimde söz sahibi oldu. İmparatorluk, I. Dünya Savaşı‘na İttifak Devletleri yanında girdi. İttifak grubu savaştan yenik çıktı, 30 Ekim 1918′de İtilaf Devletleri ile Osmanlı arasında Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandı. 10 Ağustos 1920′de imzalanan Sevr Antlaşması, Osmanlı topraklarını İtilaf grubu arasında paylaştırdı; ancak yürürlüğe konulamadı.[29]

Türkiye Cumhuriyeti

Ana maddeler: Türkiye Cumhuriyeti tarihi ve Atatürk İnkılapları

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır.

I. Dünya Savaşı bitiminde imzalanan Mondros’tan sonra İtilaf Devletleri tarafından İstanbul, İzmir ve diğer Osmanlı topraklarının işgali, Türk Ulusal Hareketi‘ni ortaya çıkardı.[26] Çanakkale Savaşı‘nın (1918) öne çıkan isimlerinden biri olan Mustafa Kemal Paşa‘nın, 19 Mayıs 1919′da Samsun’a çıkışı ile Misak-ı Millî sınırları içinde kalan ülke topraklarının bütünlüğünü korumayı amaçlayan Türk Kurtuluş Savaşı başlatıldı.

23 Nisan 1920′de Büyük Millet Meclisi‘nin Ankara’da açılmasıyla Ankara Hükûmeti, ülke topraklarındaki ikinci hükûmet olarak ortaya çıktı. Kurtuluş Savaşı’nda cephelerde kazanılan başarıların sonuncusu, Batı Cephesi‘nde Yunanistan Krallığı‘na karşı kazanıldı; cephedeki Türk kuvvetleri 9 Eylül 1922′de zafer elde etti. 11 Ekim 1922′de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile Kurtuluş Savaşı’nın sonuna gelindi. Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1922′de saltanatı kaldırdı ve altı asırdan fazla varlığını devam ettiren Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden silindi. 24 Temmuz 1923′te imzalanan Lozan Antlaşması ile Misak-ı Millî’nin büyük bölümü gerçekleştirildi; yeni hükûmet uluslararası anlamda tanındı ve 29 Ekim 1923′te cumhuriyetin ilan edilmesi ile “Türkiye Cumhuriyeti” resmen kuruldu. Yeni devletin başkenti Ankara oldu. Lozan gereğince yapılan Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi ile, Türkiye’deki 1.1 milyon Rum-Ortodoks ile Yunanistan’daki 380.000 Türk-Müslüman yer değiştirdi.[30]

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal, birçok inkılap yaptı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1934 yılında çıkan Soyadı Kanunu ile kendisine “Atatürk” soyadını verdi.[31]

II. Dünya Savaşı‘nda Türkiye, uzun süre tarafsızlığını korudu ancak savaşın son aylarında, 23 Şubat 1945′te Müttefik Devletler‘in yanında yer aldı.[32] 26 Haziran 1945′te ise Birleşmiş Milletler‘in kurucu üyelerinden biri oldu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’da çıkan komünist isyanının bastırılmasında karşılaşılan zorluklar ve Sovyetler Birliği‘nin Türk Boğazları‘nda askeri üs talep etmesi, Amerika Birleşik Devletleri‘nin 1947′de Truman Doktrini‘ni ilanıyla sonuçlandı. Doktrin, Türkiye ve Yunanistan güvenliğini sağlamayı amaçladı, askeri ve ekonomik destek sağlandı.[33] Her iki ülke de 1948 yılında Avrupa ekonomisinin yeniden inşası için Marshall Planı ve OECD‘ye dahil edildi, daha sonra 1961 yılında OECD’nin kurucu üyesi haline geldi.

Kore Savaşı‘na (1950–53) Birleşmiş Milletler kuvvetleri ile birlikte katılan Türkiye, 1952 yılında NATO‘ya üye oldu. 15 Temmuz 1974′te Kıbrıs’ta gerçekleşen darbe ve yaşanan toplumlar arası çatışma, Türkiye’nin Garanti Antlaşması‘nda kendisine verilen hakları kullanarak 20 Temmuz 1974′te adaya asker çıkarmasıyla sonuçlandı.[34] 15 Kasım 1983′te adanın kuzeyinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu; ancak yalnızca Türkiye tarafından tanındı.[35]

Türkiye Cumhuriyeti’nin tek partili dönemi, 1946′da son buldu ve çok partili dönem başladı. Ancak ilerleyen zamanlarda, 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında çeşitli askerî müdahaleler yapıldı. 1980′li yıllarda ekonominin serbestleştirilmesinden bu yana ülke, güçlü bir ekonomik büyüme ve daha fazla siyasi istikrar kazanmıştır.[36]

Politika

Ana maddeler: Türkiye’de siyaset, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Türkiye’de seçimler

Recep Tayyip Erdoğan, 2003 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıdır.

Türkiye, parlamenter temsilî demokrasinin uygulandığı bir ülkedir. 1923 yılında cumhuriyetin ilanından bu yana ülkedeki laiklik güçlü bir şekilde gelişmiştir.[37] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, ülkenin yasal çerçevesini çizer, hükûmetin temel ilkelerini ortaya koyar ve üniter bir merkezi devlet olarak Türkiye’yi belirler.

Cumhurbaşkanı, ülkenin başkanıdır ve büyük ölçüde törensel bir role sahiptir, beş yıllık aralıklarla yapılan doğrudan seçimler aracılığıyla seçilir. Abdullah Gül, 28 Ağustos 2007′den bu yana cumhurbaşkanıdır ve meclis tarafından, görev süresi biten Ahmet Necdet Sezer‘in yerine seçilmiştir.[38]

Ülkede Kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir. Yürütme, başbakan ve hükûmeti oluşturan Bakanlar Kurulu tarafından; yasama, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından; yargı, bağımsız mahkemeler tarafından yönetilmektedir. Anayasa Mahkemesi, yapılan kanunların anayasa ile uygunluğunu denetlemekle yükümlüdür. Danıştay, idari davalar için başvurulabilecek en son mahkemedir; Yargıtay karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.

Başbakan, çoğunlukla parlamentoda en fazla sandalyeye sahip olan partinin başkanıdır ve ülkenin hükûmetini oluşturmakla görevlidir, bu hükûmet ise güvenoyu toplamak zorundadır. Türkiye’nin şu anki başbakanı, İstanbul’un eski belediye başkanlarından olan Recep Tayyip Erdoğan‘dır. Erdoğan’ın kurduğu muhafazakar Adalet ve Kalkınma Partisi, 2001′de yaşanan ekonomik krizin ardından düzenlenen 2002 genel seçimleri‘nde %34 oy alarak parlamentoda sandalye çoğunluğu elde etti.[39]

Bakanların milletvekili olmasının zorunlu olmadığı ancak yinede bakanların milletvekillerinin arasından seçilmesinin yaygın olduğu ülkede AKP, 2007 genel seçimleri‘nde %46.6, 2011 genel seçimleri‘nde %49 oy toplayarak oy toplayarak sandalye çoğunluğu olan parti olma özelliğini korudu.[40][41] 2007′de, Abdullah Gül‘ün tartışmalı cumhurbaşkanlık seçimi de dahil olmak üzere devletin yasama organında laiklik ve yargının rolü ile ilgili bir dizi olay oluştu. 2008 yılında hükûmetin, üniversitelerde sürmekte olan türban yasağını kaldırmak için verdiği öneri Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi.[42]

Her iki cinsiyet için genel oy hakkı 1933 yılından bu yana Türkiye genelinde uygulanmaktadır ve 18 yaşına girmiş her Türk vatandaşı seçme hakkına sahiptir. 2004 yılı itibariyle ülkede kayıtlı 50 siyasi parti bulunmaktadır.[43] Anayasa Mahkemesi, laiklik karşıtı veya ayrılıkçı gördüğü siyasi partilerin kamu finansmanını veya tamamen varlıklarını ortadan kaldırma hakkına sahiptir.[44][45]

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 550 milletvekilinden oluşur ve milletvekilleri dört yıllık aralıklarla seçilir. Ülkede 81 il bulunmaktadır fakat Ankara ve İzmir’in iki, İstanbul’un üç seçim bölgesine ayrılması sebebiyle toplam 85 seçim bölgesi vardır. Aşırı siyasi parçalanmayı önlemek amacıyla var olan seçim barajı uygulaması gereğince bir partinin meclise girebilmesi için en az %10 oy toplaması gerekmektedir.[43] Bu nedenle 2002 genel seçimlerinde sadece iki, 2007 genel seçimlerinde sadece üç parti resmen meclise girme hakkı kazandı.[39][40]

Dış ilişkiler

Ana maddeler: Türkiye’nin dış ilişkileri ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği süreci

Türkiye, OECD ve G20 gibi uluslararası kuruluşların kurucu üyelerinden birisidir.

1949 yılında Avrupa Konseyi‘ne üye olan Türkiye, 2005 yılında Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başladı.

Türkiye’nin dış politikasının temelinde Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi yatmaktadır.[46] Ülke, Birleşmiş Milletler (1945), OECD (1961), İslam İşbirliği Teşkilatı (1969), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (1973), Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (1985), Karadeniz Ekonomik İşbirliği (1992), D-8 (1997) ve G20 (1999) gibi uluslararası kuruluşların kurucu üyelerinden birisidir.[47] 1951–1952, 1954–1955, 1961 ve son olarak 2009–2010 yıllarında BM Güvenlik Konseyi‘nde geçici üye olarak görev yapmıştır.[48][49]

Geleneksel Batı yönelimi doğrultusunda, Avrupa ile ilişkiler her zaman Türk dış politikasının merkezî bir parçası olmuştur ve günümüzde Türkiye için stratejik bir hedef ve devlet politikası olarak kabul edilmektedir.[50] Ülke, 1949 yılında Avrupa Konseyi‘nin kurucu üyesi olarak yer aldı, 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu‘nun ortaklarından biri olarak kabul edildi. Uzun yıllar devam eden siyasi görüşmelerin ardından, 1987 yılında AET’ye tam üyelik için başvurdu, 1992 yılında Batı Avrupa Birliği‘nin ortak üyesi oldu, 1996′da AB Gümrük Birliği uygulamasını başlattı ve 2005 yılında Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başladı.[51]

1974′ten bu yana Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti‘ni tanımamaktadır ancak adanın kuzeyinde 1983 yılında kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‘ni tanımakta ve Kıbrıs Türk toplumunu desteklemektedir.[52] KKTC, Türkiye dışındaki ülkeler tarafından tanınmamakla birlikte adanın kuzeyinde kurulmuş de facto bir yönetim olarak kabul edilmektedir. Halen daha çözülemeyen Kıbrıs Sorunu, ülkenin NATO ve AB ile olan ilişkilerini zorlaştırmaktadır ve AB’ye üyelik hedefinin önünde engel olarak görülmektedir.[52]

Türkiye’nin dış ilişkilerinin bir diğer belirleyici unsuru Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkiler olmuştur. Sovyetler Birliği‘nin oluşturduğu ortak tehdit sebebiyle Türkiye, 1952′de NATO‘ya üye oldu ve Soğuk Savaş boyunca Washington hükûmetleri ile yakın ikili ilişkiler içinde oldu. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa Birliği’ne katılım teklifi gibi önemli konularda dahil olmak üzere siyasi, ekonomik ve diplomatik desteğinden yararlanmıştır.

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının üzerine Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını elde ettiler. Türkiye, Ön ve Orta Asya’da bulunan bu cumhuriyetler ile ikili ilişkilerini, aralarında bulunan derin kültürel ve dilsel bağ sebebiyle ilerletme çabası içine girdi.[53] Özellikle Azerbaycan, Türkiye ile ilişkilerinin önemini vurguladı.[54][55] Mayıs 2006′da faaliyete başlayan 1.774 kilometre uzunluğundaki, Bakü‘den Ceyhan‘a uzanan Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı (BTC), Hazar Denizi‘ndeki petrolü küresel pazara aktarmayı sağlamakta ve Türkiye’nin dış politika stratejisinin bir bölümünü oluşturmaktadır.[56] Bunların dışında Türkiye’nin doğu komşularından olan Ermenistan ile var olan sınır kapıları, Ermenilerin Azerbaycan’da bulunan Dağlık Karabağ bölgesini işgal ettiği Karabağ Savaşı‘ndan bu yana kapalıdır.[57]

Ordu

Ana madde: Türk Silahlı Kuvvetleri
Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki; Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri.

Türk Silahlı Kuvvetleri; Kara, Deniz ve Hava kuvvetleri olmak üzere üç bölümden oluşur. İç emniyeti sağlama ve askeri işlevleri olan Jandarma ile Sahil Güvenlik, barış zamanında İçişleri Bakanlığı‘na, savaş zamanında Kara ve Deniz kuvvetlerine bağlıdır. Cumhurbaşkanı tarafından atanan ve görevlerinden dolayı başbakana karşı sorumlu olan Genelkurmay Başkanı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni komuta edip yönlendiren en üst düzey birimdir.[58] Bakanlar Kurulu, millî güvenlik ve ülke savunması için yeterli silahlı kuvvetlerin hazırlanması konularında meclise karşı sorumludur.[58] Ancak savaş ilan etme, yabancı ülkelere asker gönderme veya yabancı ülke askerlerinin Türkiye’ye konuşlanmasına izin verme yetkileri yalnızca meclise aittir. General Necdet Özel, 4 Ağustos 2011′den bu yana Genelkurmay Başkanlığı görevini sürdürmektedir.[59]

Sağlık sorunu olmayan her erkek Türk vatandaşının eğitim durumu ve iş yerine bağımlı olarak üç hafta veya on beş ay arasında değişen bir süre için askerî hizmet yapması gerekmektedir.[60] Türkiye’de vicdanî ret uygulaması bulunmamaktadır ve askerlik yerine sivil bir alternatif sunulmamaktadır.[61]

Türk Silahlı Kuvvetleri, beş bölümde hizmet veren ve sadece bir milyondan fazla üniformalı personeli bulunan Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetleri‘nin ardından NATO‘nun ikinci büyük silahlı gücüdür.[62] Türkiye, 2003 yılından bu yana Eurocorps için askeri personel katkısı yapmaktadır ve Avrupa Birliği Savaş Grupları içinde yer almaktadır.[63] Ayrıca; Almanya, Belçika, Hollanda ve İtalya ile birlikte, nükleer paylaşım politikasına dahil olan beş NATO üyesi ülkeden bir tanesidir.[64]

1998 yılında yapılan açıklamada Türkiye; tanklar, avcı uçakları, helikopterler, denizaltıları, savaş gemileri ve saldırı tüfeklerini kapsayan ve 160 milyar ABD dolarına mâl olan bir modernizasyon programına başladı.[65] Diğer taraftan ülke, Müşterek Saldırı Uçağı programının üçüncü seviye katılımcısıdır.[66]

Türk Ordusu, 1950′li yıllardan bu yana bu yana Birleşmiş Milletler ve NATO üyesi olarak uluslararası ortamda çeşitli ülkelerde yer almıştır. Somali‘de ve eski Yugoslavya‘da barış görevlerinde, Birinci Körfez Savaşı‘nda koalisyon güçlerine destek olmak amacıyla bulunmuştur. Türk Askeri, birçok yerde Mehmetçik adıyla da anılmaktadır. 36.000 Mehmetçik, uluslararası arenada de facto bir yönetim olarak kabul edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‘ni korumaktadır ancak bu askeri varlık, Kıbrıs Cumhuriyeti ile uluslararası toplum tarafından yasadışı işgal gücü olarak kabul edilmektedir ve birkaç Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla kınanmıştır.[67] Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’nin Afganistan‘da istikrar sağlamak amacıyla başlattığı Afganistan Savaşı‘nda da bir NATO üyesi olarak 2001 yılından bu yana asker bulundurmaktadır.[62][68] Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2006 yılında ülkenin Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL) harekâtına katkı sağlamasını onayladı ve böylece Türk Askeri, Lübnan‘da da yer almaya başladı.[69]

İdari yapılanma

Ana madde: Türkiye’nin idari bölünüşü

Türkiye’nin başkenti Ankara‘dır. Ülkedeki en büyük idari bölümler illerdir ve 81 il vardır. Bir il; il merkezi, ilçe merkezleri ve ilçelere bağlı bütün köyleri kapsar. İllerde yönetme ve yürütme görevini, devletin atadığı valiler yerine getirir. Türkiye, 7 coğrafi bölgeye ayrılmıştır ancak bu bölgeler herhangi bir idari yapıyı temsil etmemektedir.

İllerin merkezlerine verilen ad genellikle aynıdır ancak Hatay ilinin merkezi Antakya, Kocaeli ilinin merkezi İzmit ve Sakarya ilinin merkezi Adapazarı adlarıyla bilinmektedir. İstanbul (13 milyon), Ankara (5 milyon), İzmir (4 milyon), Bursa (3 milyon) ve Adana (2 milyon) Türkiye’nin en kalabalık nüfusa sahip beş ilidir.[70]

Ülkenin ekonomik, finansal ve kültürel kalbi olan İstanbul, aynı zamanda en gelişmiş şehirdir.[71] Son nüfus sayımına göre nüfusun %77,3′ü il ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadır.[2] 20 ilin nüfusu 1 milyonun üzerindedir ve yine 20 ilin nüfusu 1 milyon ile 500.000 arasındadır.[70] Yalnızca iki ilin nüfusu ise 100.000 rakamının altındadır.[70]

Coğrafya

Ana madde: Türkiye coğrafyası

Türkiye’nin topoğrafik haritası.

Kapadokya‘daki peri bacalarının panoromik görünümü.

Türkiye, 36. ve 42. kuzey enlemleri ile 26. ve 45. doğu meridyenleri arasına yerleşmiştir; şekli kabaca bir dikdörtgeni andırmaktadır ve doğusuyla batısı arasında 75 dakikalık bir zaman farkı vardır, genişliği 1.660 kilometredir. İzdüşüm alanı 783,562 km²’dir ve kapladığı yüzölçümü bakımından Dünya’nın 37. sırasında yer almaktadır. Üç tarafı denizlerle çevrilmiştir; batısında Ege Denizi, kuzeyinde Karadeniz ve güneyinde Akdeniz bulunmaktadır. Kuzeybatısında ise Marmara Denizi yer alır.

Türkiye, iki kıtada da toprağı bulunan bir Avrasya ülkesidir. %97 kadarlık bir bölümü Asya kıtasında yer alır, bu bölüm Anadolu adıyla da anılır. Geriye kalan %3 kadarlık bir bölümü ise Avrupa kıtasında yer alır, bu bölüm ise Doğu Trakya veya Rumeli Yakası adlarıyla da anılır.[72] Ülkedeki Marmara Denizi’nde bulunan Çanakkale Boğazı ve İstanbul Boğazı, Asya ile Avrupa topraklarını ayırır; bu boğazlar Marmara Denizi’nin Karadeniz ve Ege Denizi ile olan bağlantısını da sağlar. Ayrıca Bozcaada ve Gökçeada, Ege Denizi’ndeki birçok adadan Türkiye’ye ait olanlarıdır.

5,137 m (16,854 ft) yüksekliğindeki Ağrı Dağı, Türkiye’nin en yüksek dağıdır.

Türkiye’nin Doğu Trakya bölümünde Bulgaristan ve Yunanistan ile sınırı bulunmaktadır. Kuzeydoğuda Gürcistan; doğuda Ermenistan, Azerbaycan (Nahçivan Özerk Cumhuriyeti) ve İran; güneydoğuda Irak ve Suriye ile sınır komşusudur. Ülkenin ortalama yüksekliği 1132 metre’dir; Anadolu topraklarının kuzey kesiminde Kuzey Anadolu; güney, güneydoğu ve doğu kesiminde Toros sıradağları yer alır. Yaklaşık üçte biri orta yükseklikteki ovalar, yaylalar ve dağlarla kaplıdır, genel olarak yüksekliği, batıdan doğuya doğru gidildikçe artar, en yüksek alanları doğu kesiminde yer alır. Ağrı ilinde yer alan Ağrı Dağı, 5,137 m (16,854 ft) yüksekliğindedir ve ülkenin en yüksek dağı olma özelliğini taşır.[73] Ülkenin en büyük doğal gölü Van Gölü‘dür. Fırat, Dicle, Aras ve Kura nehirleri, Türkiye topraklarında doğmaktadır ancak Türkiye dışındaki ülkelere ait olan su bölgelerine dökülmektedir. Ayrıca ülke sınırlarında doğup, ülke sınırları içinde denize dökülen en büyük akarsu ise Kızılırmak‘tır.

Türkiye, yedi coğrafi bölgeye bölünmüştür. Bunlar Akdeniz, Doğu Anadolu, Ege, Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu, Karadeniz ve Marmara bölgeleridir. Karadeniz Bölgesi, Kuzey Anadolu boyunca uzanır ve ülkenin toplam yüzölçümünün altıda birini oluşturur.[73] Ülke, çeşitli fay hatlarının üzerinde yer alır ve çeşitli sönmüş volkanları barındırır; Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde tarih boyunca birçok deprem olmuştur. Bu fay hattı üzerinde gerçekleşen 1939 Erzincan Depremi, 1943 Tosya-Ladik depremi, 1999 Gölcük depremi ve Ekim 2011 Van depremi birçok insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanmıştır.

İklim

Türk Rivierası‘ndaki Ölüdeniz, Mavi Yolculuk seferleri ile bilinir.

Türkiye’de üç farklı iklim tipine rastlanmaktadır. Genel anlamda Ege Denizi ile Akdeniz kıyılarında görülen Akdeniz ikliminde yazlar sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır. Bitki örtüsü makidir. Karadeniz kıyılarında görülen bir ılıman okyanus iklim tipi olan Karadeniz ikliminde her mevsim yağış görülmektedir, doğal bitki örtüsü ormandır. Karadeniz kıyıları, Türkiye’nin yıl boyunca yüksek yağış alan tek bölgesidir ve Doğu Karadeniz bölümü yıllık 2000-2500 milimetre yağış almaktadır.

Trabzon‘daki Uzungöl.

Ege Denizi ile Karadeniz’i birbirine bağlayan Marmara Denizi’nin kıyılarında geçiş iklimi görülmektedir; denizin güneyinde Akdeniz, kuzeyinde Karadeniz ve kuzeybatısında Karasal iklime rastlanmaktadır. Marmara ve Karadeniz bölgelerinde hemen hemen her yıl kar yağışı gözükse de kar ancak birkaç gün yerde kalır. Ülkede, Karadeniz ve Akdeniz’de kıyıya paralel uzanan dağlar, denizlerden gelen ılıman hava kütlelerinin iç kesimlere ulaşmasını engeller.

İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yani iç kesimlerde Karasal iklime rastlanır. Bu iklimde yıllık ve günlük sıcaklık farkları yüksektir; yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve kar yağışlıdır. Doğu bölgelerde, kışlar oldukça sert geçer. Doğu Anadolu’da sıcaklıklar −30 °C ve −40 °C’ye (−22 °F to −40 °F) kadar düşebilir ve kar yılın en az 120 günü yerde kalır. Batıda ise kış sıcaklıkları ortalama 1 °C (34 °F) olarak gözlemlenmektedir. Yazları sıcak ve kurak, Ülke genelinde genellikle Temmuz ve Ağustos en kurak ay iken Mayıs en çok yağışın alındığı aydır, sıcaklıklar gün içinde 30 °C (86 °F) üzerine çıkabilmektedir.

Biyoçeşitlilik

Ana maddeler: Türkiye direyi ve Türkiye biteyi

Türkiye, birçok farklı bitki ve hayvan türünü barındırmaktadır. Yaklaşık 10 milyon kilometre karelik bir alanı kaplayan Avrupa Kıtası’nda 12 bin bitki türü bulunurken, bu rakam yalnızca Türkiye’de 9000′i aşmaktadır. Yine Avrupa’da 2750 olan endemik bitki türü sayısı, Türkiye’de 3000′i bulmaktadır. Farklı iklim özellikleri taşıyan coğrafi bölgelerin varlığı, bitki örtüsünün diğer Orta Doğu ülkelerine göre daha zengin olmasının önemli etkenidir. Ayrıca ülke sınırları içinde yaşayan 160 memeli, 418 kuş, 120 sürüngen, 22 kurbağa, 127 tatlı su balığı ve 384 deniz balığı olmak üzere toplam 1230 civarında omurgalı tür tespit edilmiştir. Anadolu’nun Asya ile Avrupa arasındaki konumu ise bunda başlıca etkendir.

Ekonomi

Ana madde: Türkiye ekonomisi

İstanbul, Türkiye’nin ekonomik kalbi ve en gelişmiş şehridir. Solda Şişli‘deki kuleler, sağda Levent iş merkezleri görülmektedir.

Türkiye, GSYİH (SAGP) sıralamasında 16. sırada, GSYİH (nominal) sıralamasında 17.sırada yer almaktadır.[74] OECD ile G-20 büyük ekonomileri topluluklarının kurucularından bir tanesidir. I. Dünya Savaşı ile Türk Kurtuluş Savaşı sonrası ortaya çıkan cumhuriyetin, ilk altmış yılında, 1923 ve 1983 yılları arasında devlet, sıkı bir yarı-devletçi yaklaşımın içinde bulundu; özel sektör katılımı, dış ticaret, döviz akışı ve doğrudan yabancı yatırım tutarı gibi konularda çeşitli sınırlamalar konuldu, çeşitli bütçe planlamaları yapıldı. Ancak 1983 yılına gelindiğinde Başbakan Turgut Özal, özel sektörü daha ön plana çıkaran bir dizi reform başlattı.[36]

Büyük miktarlarda alınan dış kredilerle birlikte reformlar, hızlı bir ekonomik büyümenin önünü açtı fakat bu büyüme özellikle 1994, 1999 (o yıl gerçekleşen Gölcük depremi sonrası)[75] ve 2001[76] yıllarında yaşanan finansal krizler ve durgunluklar sebebiyle sürekli kesintiye uğradı. 1981 ile 2003 yılları arasında ülkenin yıllık GSYİH büyüme ortalaması %4 olarak belirlendi.[77] Büyüyen kamu açıkları ve yaygın yolsuzluk ile birlikte ek mali reformların eksikliği, yüksek enflasyon ve zayıf bankacılık sektörü, makroekonomi dalgalanmasının artmasına sebep oldu.[78] 2001 yılındaki kriz sonrası dönemin maliye bakanı Kemal Derviş tarafından başlatılan reformlardan bu yana, enflasyon tek haneli rakamlara düştü, yatırımcı güveni ile yabancı yatırım arttı, işsizlik oranı geriledi.

Devlet Demiryolları tarafından kullanılan TCDD HT65000 modeli bir yüksek hızlı tren.

Türkiye, dış ticaret üzerindeki devlet kontrolünü yavaş yavaş azaltarak ekonomik düzenlemeler yoluyla çeşitli pazarlar açtı, kamuya ait çeşitli kurumları özelleştirme yoluna gitti, birçok sektörün liberalleştirilmesi ile yabancı katılımı ise çeşitli siyasi tartışmalar arasında devam etti.[79] Kamu borçlarının GSYİH’ye oranı, 2001 yılındaki durgunlukta seviyenin altına düşse de, 2010 yılının üçüncü yarısında %46′ya yükseldi. 2002 ve 2007 yılları arasındaki yıllık GSYİH büyüme oranı ise ortalama %6.8 olarak belirlendi; bu rakam Türkiye’yi o yılların en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri haline getirdi.[80] Ancak büyüme, 2008 yılında %1 oranında yavaşladı ve ekonomi, 2009 yılında yaşanan küresel ekonomik krizden %5 kadarlık bir oranla durgunluktan etkilendi. 2010 yılında ise ülkenin ekonomisinin %8 büyüdüğü tahmin edildi.[81]

2000′lerin ilk yıllarında ülkedeki yüksek enflasyon kontrol altına alındı ve bu yeni bir para biriminin piyasaya sunulmasına yol açtı; Yeni Türk Lirası, 1 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe girdi.[82] 1 Ocak 2009′da Yeni Türk Lirası yerini yeni banknot ve madeni paraların tanıtılmasıyla Türk Lirası‘na bıraktı. 2012 yılında ülkedeki enflasyon rakamı %6.16 olarak, işsizlik oranı %9.2 olarak belirlendi.[83][84]

Türkiye’de turizm, ekonominin büyük bölümünü oluşturmaktadır ve son yirmi yılda hızlı bir büyüme yakalamıştır. 2011 yılında ülke, 33.3 milyon turist tarafından ziyaret edilerek dünya turizm sıralamasında altıncı sırada yer aldı ve misafirlerden 23 milyon dolar gelir elde etti.[85] Türk ekonomisinin diğer önemli bölümlerini ise bankacılık, inşaat, beyaz eşya, elektronik, tekstil, petrol arıtma, petrokimya ürünleri, gıda, madencilik, demir-çelik, makine sanayi ve otomotiv sektörleri oluşturmaktadır. Dünya’nın 16. büyük otomotiv üreticisi olan ülkede, 2012 yılı içinde 1.072.339 motorlu araç üretildi.[86] 2011 yılında Türk gemi yapım sektörü, 1.2 milyon ABD doları kadarlık bir gelir elde etti.[87] Malta, Marshall Adaları, Virjin Adaları ve Norveç, Türkiye’nin gemi sektöründeki ihracatını yaptığı ülkelerden bazılarıdır.[87] Akdeniz, Karadeniz, Marmara bölgelerinde yer alan Türk tersanelerinde, farklı boyutlarda 15 yüzer iskele ve bir kuru havuz bulunmaktadır.[87] 2012 verilerine göre Türkiye’de aktif olarak çalışan 87 tersane vardır.[87]

Türk ekonomisi, büyük şehirlerde sanayiye daha çok bağlıdır ve daha çok batı illerinde yoğunlaşmıştır, bu kesimde tarım daha az yapılmaktadır. Yine de geleneksel tarım Türk ekonomisinin hala önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. 2010 yılında, tarım sektörü, GSYİH’nin %9′unu, sanayi sektörü %26′sını, hizmet sektörü %65′ini kapsadı.[81] Ancak tarım, hâlâ istihdamın %24.7′lik bir kısmını oluşturmaktaydı.[88]

Demografi

Ana maddeler: Türkiye demografisi, Türkler ve Türkiye’deki azınlıklar
Nüfus sayımları[89]
Yıl Nüfus  %±
1927 14.874.387
1935 16.158.567 8.6 %
1940 17.821.543 10.3 %
1945 18.790.987 5.4 %
1950 20.947.155 11.5 %
1955 24.065.544 14.9 %
1960 27.755.532 15.3 %
1965 31.391.651 13.1 %
1970 35.605.653 13.4 %
1975 40.348.789 13.3 %
1980 44.737.321 10.9 %
1985 50.664.654 13.2 %
1990 56.473.653 11.5 %
2000 67.804.543 20.1 %
2007 70.586.256 4.1 %
2008 71.517.100 1.3 %
2009 72.561.312 1.5 %
2010 73.722.988 1.6 %
2011 74.862.000 1.5 %
2012 75.627.384 1.0 %

İstiklal Caddesi, Mayıs 2010.

Kapalıçarşı, Temmuz 2010.

Türkiye’nin nüfusu, kurulduğu ilk yıllardan bu yana artış göstermektedir. 1927 yılında yapılan ilk resmî nüfus sayımıyla 13.648.987 olarak belirlenen nüfus, 1940′da 17.821.543′e, 1960′da 27.755.532′ye, 1980′de 44.737.321′e ve 2000′de 67.804.54′e yükseldi.[89] Ülkenin nüfus rakamı, 2007 yılından bu yana Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi ile belirlenmektedir. 2012 yılında nüfus, 75.627.384 rakamına ulaşmıştır; km² başına düşen insan sayısı ise 98 olarak saptanmıştır.[2] Yine aynı yılın verilerine göre nüfusun %67.6′sı 15–64 yaş grubunda, %24.9′u 0–14 yaş grubunda, %7.5′i 65 üstü yaş grubunda yer alır ve erkek nüfus ile kadın nüfus oranı birbirine oldukça yakındır.[2] Nüfusun %77.3′lük bir kesimi il ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadır.[2] Ayrıca ortanca yaş 30.1 ve beklenen yaşam süresi 74.6′dır.[90] Türkiye İstatistik Kurumu‘na göre, ülkenin nüfusunun 2050 yılında 94 milyon 585 bin olacağı tahmin edilmektedir.[90] Bunların yanı sıra, ülkede 6–15 yaş aralığında eğitim zorunlu ve ücretsizdir; okur yazar nüfus oranı 2010 itibarıyla %94.1′dir.[91]

Türkiye Anayasası‘nın 66. maddesi, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan” herkesi, bir “Türk” olarak tanımlar. Türkiye nüfusunun büyük kısmının etnik kökeni Türk’tür. CIA World Factbook‘a göre bu rakam %70–75 arasında değişir.[81] Ülkedeki Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler, resmi olarak tanınan azınlıklardır (Ülkenin çoğunluğunu oluşturan Müslümanlar Lozan Antlaşması‘nda tek bir etnik-dini grup olarak kabul edildi). 30 Ocak 1923′te Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi yapılmasını öngören bir sözleşme imzalandı. Daha sonralarda yapılan mübadele sonucunda, Anadolu’daki 1.1 milyon Rum-Ortodoks nüfus ile Yunanistan’daki 380.000 Türk-Müslüman yer değiştirdi.[92] Mübadele yıllarında İstanbul’da bulunan 110.000 kişilik Rum nüfusu, şimdilerde yaklaşık 3.000′e kadar geriledi.[93][94] Abazalar, Arnavutlar, Araplar, Boşnaklar, Çerkezler, Çingeneler, Gürcüler, Hemşinliler, Lazlar, Pomaklar ve Süryaniler, Türkiye’de yaşayan etnik gruplardan bazılarıdır.

İnanç

Ana madde: Türkiye’de din
Türkiye’deki dinler [95][96][97][98]
Din Yüzde
İslam 96.27%
Dini olmayan 3%
Hristiyanlık 0.42%
Budizm 0.05%
Musevilik 0.03%
Bahailik 0.02%
Diğer 0.21%

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğunluğu Müslüman‘dır. Müslüman vatandaşların çoğunluğu Sünni mezhebindendir, Sünnilerin çoğu Hanefi‘dir. Türkiye’de Sünni mezhebinden sonra, Alevilik mezhebi ikincil çoğunluğu kapsar. Türkiye’deki Alevilerin büyük bir kısmı Sivas, Çorum, Tokat, Erzincan, Malatya ve Tunceli kökenlidir.[99][100] Bunların haricinde Şafii ve Caferi gibi diğer mezheplere dahil vatandaşlar da mevcuttur. Türkiye Caferilerinin büyük bir bölümü Iğdır kökenlidir.[101]

Toplam nüfusun geri kalanını diğer dini gruplar oluşturur. Bunlar 60.000 Ermeni Ortodoks [102], 20.000 Süryani, 2.270 Rum Ortodoks, 15.000 Rus Ortodoks, 7.000 Protestan, 25.000 Katolik, 5.000 Yehova Şahidi, 3.000 Keldani [103], 850 [104] Mormon, 5.000 Yezidi, 25.114 Musevi, 40.000 Budist,[105] 21,259 Bahai [106] ve 728 Hindu‘dur.[107] Ayrıca 153.611 kişi yeni dinlere ( Yeni dinler Neo-Konfüçyüsçülük ve Neopaganizmi kapsar) mensupdur.[108]

Türkiye’de toplam Hristiyan nüfus 320.000′dir.[105]

Herhangi Bir Dini Olmayanlar

Dentsu’nun 2006 yılına ait verilerine göre nüfusun %3′ü herhangi bir dine bağlı değildir.[109] Gallup poll’un 2006-2011 yıllarını kapsayan araştırmalarına göreyse Türkiye’de nüfusun %13′ü herhangi bir dine bağlı değildir.[98][110][111] Bu kısım Ateistler, Deistler, Agnostikler ve Hümanistlerden oluşmaktadır.

Devlet Yapısı ve Tarihçesi

Türkiye laik bir ülkedir. Dinsel veya etnik özelliğe sahip bir siyasi parti kurulması anayasaya aykırıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında dinin devlet denetimi dışında yürütülemeyeceği kanaatine varılarak, devlet tarafından denetlenmesi gerektiği kararlaştırılmıştır. Buna dayanarak 3 Mart 1924 tarihinde Başbakanlığa bağlı bir teşkilat olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.

Dini inanç veya inanmama, dini kuralları şahıs olarak uygulama veya uygulamama özgürlüğü Anayasa‘nın korumasındadır. 1923′ten önce geçerli olan dini kanunlar tamamen geçerlilikten kaldırılmıştır.

Osmanlı Devleti‘nde resmî aidiyet unsuru olan ‘Müslüman‘ kavramı 1923′ten beri kullanılmaz. Bu aidiyetin (iyelik) yerine, milli aidiyet (iyelik) olan ‘Türk’ kavramı getirilmiştir.

Türkiye’deki Rum Ortodoks, gayrimüslim nüfusun büyük bir kısmı, Lozan Antlaşması gereği Yunanistan’a göç etmiştir. Batı Trakya‘da yaşayan Müslümanlar ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada‘da yaşayan Rumlar mübadele dışında bırakılmıştır. Trabzon ve Rize bölgesinde Müslüman Rumlar’da mübadeleye dahil edilmemiştir. Balkanlar‘da ve Kafkasya‘da yaşayan Müslüman topluluklar da SlavOrtodoks güçleri tarafından Türkiye’ye sürülmüş ya da Türkiye’ye kaçmak zorunda bırakılmıştır.

Dil

Ana madde: Türkiye’de konuşulan diller
Türkiye’de En Çok Konuşulan 5 Dil (2007)[112]
Dil Yüzde
66.693.065 kişi Türkçe 95.54%
1.937.108 kişi Kürtçe 2.50%
1.000.706 kişi Arapça 1.38%
730.705 kişi Zazaca 1.01%
86.600 kişi Lazca 0.12%

Türkiye’nin resmî dili Türkçedir. Bugün Türkiye Türkçesi nüfusun büyük bir çoğunluğu tarafından konuşulmaktadır. Bölgelere göre birçok farklı şiveler kullanılmaktadır. Eğitimde ve basın kuruluşlarında ise İstanbul ağzı tercih edilmektedir.

Tüm halkının iletişimini sağlayan ve hem resmi dil hem de eğitim dili olan Türkçenin yanında gündelik hayatta başka diller de konuşulmaktadır. Bunlar Abazaca, Arnavutça, Boşnakça ve Çerkezce Marmara bölgesi’nde ve İç Anadolu’da; Lazca, Gürcüce,Hemşince ve Rumca Karadeniz’de; Arapça, Azerice, Kürtçe, Zazaca ve Süryanice gibi diller Doğu ve Güney Doğu bölgelerinde kullanılmaktadır. Çok az sayıda olmalarına rağmen resmen azınlık durumunda bulunan Rumlar‘ın bir kısmı ile Museviler ve Ermeniler‘in küçük bir kısmı gündelik hayatta kendi dillerini konuşmaktadırlar.

Diğer yaygın olarak konuşulan dillerle karşılaştırıldığında, daha az sayıda sözcük ve harf ile daha çok bilgi aktarmak olanaklıdır. Diğer pek çok dilde olmayan bir özelliğe göre, bir sözcük köküne ekler ekleyerek, tek sözcüklü tümceler oluşturulabilir.[113]

Eğitim

Ana madde: Türkiye’de eğitim ve öğretim sistemi

İstanbul Üniversitesi, Beyazıt Yerleşkesi girişi

Kuruluş yıllarında toplam 12 milyonluk nüfusun büyük çoğunluğu cumhuriyetin ilk yıllarında, alfabenin değiştirilmiş olmasından dolayı okur-yazar değildi. Arap alfabesi ile okur yazar oranı ise %2 ler civarındaydı. Günümüzde de Osmanlıca popülerliğini sürdürmekte ve özel çabalarla öğrenilmektedir. Ayrıca üniversitelerde ders olarak verilmektedir. Osmanlıca basılan kitaplar günümüzde de mevcuttur. Günümüz alfabesi ile okuma yazma oranı ise son rakamlarla %95′tir. Türkiye eğitim sistemi; 12 yıllık temel eğitime dayanır. İlk 4 yıl ilkokul + 4 yıl ortaokul +4 yıl lise öğrenim dönemi vardır. Üniversiteye geçiş Yükseköğretime Geçiş Sınavı ile gerçekleştirilir. Yaygın eğitim kurumları bazında halkeğitimler bulunmaktadır. Açıköğretim sistemi de pek çok öğrenci tarafından kullanılmaktadır.

1930′lara kadar İstanbul Teknik Üniversitesi ile birlikte İstanbul Üniversitesi ülkedeki sadece iki üniversite iken, günümüzde üniversite sayısı 167′dir. Üniversitesi olmayan il yoktur. 2011 yılında Times Higher Education ve Thomson Reuters tarafından eğitim, atıflar, araştırma, endüstri geliri ve uluslararası çeşitlilik kriterlerine dayanarak yapılan araştırmada, Dünya üniversiteleri sıralamasında 204. olarak Bilkent Üniversitesi, 285. olarak İstanbul Teknik Üniversitesi, 289. olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesi, ve 307. olarak Boğaziçi Üniversitesi dünyanın en iyi 400 üniversitesi arasında gösterilmektedir.[114]

Türkiye’nin en eski üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi‘nin kuruluş tarihi 1453 yılına, en eski teknik üniversitesi olan İstanbul Teknik Üniversitesi‘nin kuruluş tarihi ise 1773 yılına dayanır. 1946 yılında daha eski tarihlere dayanan köklü fakültelerin aynı çatı altında birleştirilmesiyle kurulan Ankara Üniversitesi Üniversite Kanunu ile kurulan ve Cumhuriyetin ilk üniversitesi niteliğini taşıyan bir eğitim kurumu olarak ön plana çıkmıştır. Ankara Üniversitesi’nin en eski ve köklü fakültesi 1859 yılında kurulmuş olan Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mekteb-i Mülkiye)’dir. Mülkiye, Türkiye’nin sivil yöneticilerini yetiştirmek üzere kurulmuş ilk eğitim kurumudur.

1961 Anayasasının 120. maddesinde üniversiteler özerk kuruluşlar olarak yer alırken, 27 Ekim 1960 tarihli 115 sayılı yasa, 1946 tarihli 4936 sayılı yasanın bazı maddelerini değiştirip yeni maddeler eklemiştir. Bu yasayla Milli Eğitim Bakanlığı‘nın Üniversite üzerindeki yetkileri azalmış, fakülte kurullarına daha geniş katılım sağlanmış ve kadro tıkanıklıklarını aşmak üzere yeni düzenlemeler getirilmiştir. Kısaca yönetim, teşkilat, öğretim üyelği ve yardımcılığı konularında daha geniş özerklik koşullarında yeni esaslar konmuştur.[115]

2002 MEB istatistiklerine göre; toplam 6065 lise (ortaoğretim) bulunmaktadır. Bunların 2637′si genel(düz) lise (özel liseler dahil), 3428 tanesi ise mesleki lisedir. [1]

Kültür

Ana madde: Türk kültürü

Felsefe

Türk şair, yazar ve düşünür Namık Kemal

Ana madde: Türk felsefesi

Tanzimat dönemiyle Batılılaşmaya başlayan Türklerde modern felsefe ilk olarak askeri ve teknik alanlarda, medrese dışında kurulan yeni okullarda yerleşti. Yanyalı Esat Efendi yeni Aristocu çeviriler yaptı.

19. yüzyıldaki yenileşme hareketlerinde Münif Paşa’yla başlayan Batı etkisi, Osmanlı aydınlarını üstün Batı siyaset ve bilimini memlekete uyarlamaya sevketmiştir. Yeni Osmanlılar derneğinde toplanan Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi, Agah Efendi, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Vefik Paşa Fransız düşünürlerinin etkisinde kaldılar, laik felsefenin ilk başlatıcıları oldular, bu aydınlar geç kalmış Osmanlı aydınlanmacıları ve ansiklopedistleriydi.

Cumhuriyetten sonra yayımlanan ilk felsefe dergisi Felsefe ve İçtimaiyat Mecmuası’dır (1927). Kurucuları Mehmet Servet ile Hilmi Ziya Ülken‘dir. Kadrocular bir siyaset felsefesi geliştirmeye çalıştılar.

Edebiyat

Ana madde: Türk edebiyatı

18.yüzyılda Anadolu’da diyar diyar gezen bir aşık.

Türkçe, Ural-Altay dil ailesi Altay koluna dahil bir dildir.

Türklerin tarihine paralel olarak Türkçenin yayıldığı coğrafi alan çok geniştir. Bugünkü Moğolistan‘dan Doğu Avrupa‘ya kadar konuşulan Türkçe pek çok lehçe ve şiveye ayrılmaktadır. Tarihi gelişimi içinde Türkçe, VIII-XIII. Asırlar arasında Eski Türkçe, XIII-XX. Asırlar arasında Orta Türkçe, XX asırda yeni Türk Yazı Dilleri ana başlıkları altında üç grupta incelenmektedir. Türkiye Türkçesi, Orta Türkçenin, Batı Türkçesi kolunun günümüzde kullanılan bölümüdür.

Bugün Türkçe, yaklaşık 250 milyon insan tarafından; Türkiye Türkçesi dünyada 80 milyon insan tarafından konuşulmaktadır.

Batı Türkçesinin ikinci devri olan Osmanlıca (Osmanlı Yazı Dili) İstanbul‘un fethinden Osmanlı İmparatorluğu‘nun sonuna kadar XV-XX. asırlar arasında devam eden yazı dilidir. İngiltere, Fransa, İspanya gibi memleketler gittikleri yerlere dillerini de götürdükleri halde Türkler bu dil sömürgeciliğinden uzak durmuştur.Eğer Osmanlı Devleti’de gittiği her yere Türkçeyi de götürseydi bugün Türkçe dünyada en çok konuşulan dillerden biri olacaktı.

2006 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Türk yazar Orhan Pamuk.

Cumhuriyetten sonra 1928′de yapılan Harf İnkılabı ile Arap harfleri terk edilip Latin harflerinin kabulü Türkçenin yabancı unsurlardan arındırılmıştır. Türk dili‘ni araştırmak ve tabii mecrasında gelişmesine katkıda bulunmak üzere 1932 yılında Türk Dil Kurumu kurulmuştur.

Türk Edebiyatı, Türklerin dahil oldukları üç medeniyet ve kültür dairesine paralel olarak üç safhada incelenmektedir:

  • İslamiyet öncesi Türk Edebiyatı
  • İslamî dönem Türk Edebiyatı
  • Batı etkisindeki Türk Edebiyatı

Türk dilinin ve edebiyatının tespit edilebilen en eski yazılı metinleri VII. Asrın sonlarına ve VIII. Asrın ilk yarısına ait olan dikili taşlardır. Bunlar arasında yer alan 732′de Kültigin, 735′de Bilge Kağan, 720′de Tonyukuk adına dikilen Orhun Yazıtları gerek muhtevaları, gerekse mükemmel dil ve üsluplarıyla Türk dili ve edebiyatının ve tarihinin şahaserleri arasında yer almaktadır. Bu dönemden günümüze ulaşan Türk destanları arasında Yaratılış, Saka, Oğuz Kağan, Göktürk, Uygur, Manas destanları sayılabilir. XIV. asırda yazıya geçirilen “Dede Korkut Kitabı” destan döneminin hatıralarını saklayan, gerek muhteva gerekse dil ve üslup mükemmeliyeti bakımından önem arz eder.

Türk edebiyatının bir yazarı olan Orhan Pamuk, 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü ‘ne layık görülmüştür.

Halk Bilimi

Ana madde: Türk halkbilimi

Halkıyat karşılığı vererek bilimi ilk olarak Ziya Gökalp ile Fuad Köprülü 1913’te dile getirdiler. Halkbilimi veya yaygın kullanımıyla folklorun ilk Türk kaynakları Orhun Abideleri’dir. Bilimsel döneme kadar çeşitli kaynaklarda atasözleri, efsaneler, hikâyeler, masallar, türküler, seyahatnameler bulunmaktadır.

Türkiye’de folklor araştırmalarında halk edebiyatı, etnoloji ve Türkiyat ile halk kültürünün belli başlıkları ortaya çıkarılmıştır. Gelenekler ve töreler doğum, düğün, ölüm kültürleriyle yaygın bir folklor ağıdır.

Mutfak

Ana madde: Türk mutfağı

Türk mutfağı, Çin ve Fransız mutfaklarıyla beraber dünyanın en zengin mutfaklarındandır. Coğrafyası ve tarihi gereği, Türk mutfağı çok büyük bir çeşitlilik oluşturur. Türk mutfağı, Mezopotamya ve Balkan mutfaklarıyla etkileşime girmiştir, İstanbul Osmanlı Saray mutfağı da Türk mutfağının önemli bir kısmını oluşturur.

Beypazarı yöresine ait, geleneksel bir Türk sofrası.

Osmanlı Saray Mutfağı‘ında çok çeşitli çorba, zeytinyağlı sebze, etli yemek, balık, börek, tatlı mönüleri mevcuttur. Saray mutfağı, Bizans İmparatorluğu‘dan Osmanlı‘ya yüzyılların saray zevki ve tecrübesiyle oluşan elit bir mutfaktır. O dönemlerde, Halk ve köy mutfağı ise sade ve basittir.

Her yörenin ve köyün kendine özgü yemekleri bulunmaktadır.

Günümüzde, Saray kültürü ile halk kültürünün karışımı bir “Türk mutfağı” ortaya çıkmıştır. Birçok saray yemeği, halk tarafından benimsenmiştir.

Türk mutfağı;

  • Akdeniz kültürü
  • Doğu kültürü
  • Saray kültürü
  • Bozkır kültürü olarak sınıflandırılmıştır.

Basın – yayın

Türkiye’de Radyo ve Televizyonculuk basın özgürlüğüne göre yürütülmektedir. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu kamu yayıncılığı yapmakta olup Türkiye’nin ilk televizyon kanalıdır.[116]

Türkiye’de 21 ulusal, 14 bölgesel ve de 229 yerel televizyon kanalı yayın yapmaktadır. 3984 sayılı Kanuna göre, Türkiye’de özel yayıncılığı RTÜK denetlemektedir.[117]

Sinema

Ayrıca bakınız: Türk sineması

İlk Türk filmi Fuat Uzkınay tarafından çekilen ‘Ayastefanos’daki Rus Abidesinin Yıkılışı[118] (1914) oldu. Metin Erksan’ın yönettiği siyah beyaz film Susuz Yaz 1964 Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanmıştır.[119] 1970′li yıllarda Yeşilçam film sektörü Türkiye’ye sayısız film kazandırdı ve önemi bugün de her zaman belirtilmektedir. Türkan Şoray, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Yılmaz Güney, Kadir İnanır, Cüneyt Arkın, Ediz Hun, Kartal Tibet gibi daha birçok sanatçının profesyonel oyunculukları bugün bile bir örnek teşkil etmektedir. Fakat 1970′li yılların sonlarına doğru pornografik içerikli filmlere ağırlık verilmesiyle, film sektöründe bir yozlaşma süreci başladı. Bunun sonucunda eskisi gibi önemli filmler çekilememeye ve de Türkiye genelinde önceden dolup taşan sinemalar bir bir kapanmaya başladı.

Politik yaşamın durduğu 80′li yıllarda cezaevinden kaçarak Fransa’ya yerleşen Yılmaz Güney‘in Yol filmi Yılmaz Güney ve Şerif Gören’e Altın Palmiye ödülünü getirmiştir.[120]

1990′lı yıllarda sinemanın canlanmasında “Eşkiya” filmi bu bağlamda adeta ön rol oynamıştır. 2000′li yıllara girilmesiyle Türkiye’de birçok film çekilmeye başlanmıştır. Her ne kadar Yeşilçam‘da olduğu gibi henüz bir sektör haline gelmese de, bazı yönetmenlerin çabalarıyla iyi işler çıkartılabilmektedir. Örneğin Nuri Bilge Ceylan yönetmenliğindeki “Uzak” adlı film 2003 Cannes Film Festivali‘nde “Jüri Büyük Ödülü”nü kazanmıştır. Aynı şekilde Fatih Akın‘ın yönetmenliğinde çekilen “Gegen die Wand” (Duvara Karşı) adlı film, Berlin Film Festivali‘nde “Altın Ayı” ödülünü kazanmıştır.[121]

Fetih 1453, İstanbul’un Fethi‘ni konu alan ve Ulubatlı Hasan‘ın hayat hikayesi çevresinde kurgulanan Türk yapımı geniş bütçeli sinema filmidir.

17.000.000$ olarak duyurulan bütçesiyle en pahalı Türk filmi olma özelliğini taşıyan[122] filmin yapımcı şirketi Aksoy Filmdir.

Kurtlar Vadisi Irak” adlı 10 Milyon dolar bütçeyle Türkiye’nin Fetih 1453‘ ten sonra en masraflı yapımı unvanını taşıyan film, Anti-Amerikanizm içerdiği iddialarıyla Türkiye’de olduğu kadar yurt dışında da çok tartışılmaktadır.

Müzik

Ana madde: Türk müziği

Geleneksel Türk müziğinin kökleri iki ana kol olarak; Selçuklu dönemine değin uzanır. Bunlar; halk çevresinde gelişen halk müziği ve aristokrasi çevresinde gelişen klasik türk müziğidir. Zira; Osmanlı döneminde; şehirlerde, saray çevresinde ve konaklarda “kâr, beste, semai, şarkı” adı verilen ezgilere rastlanırken; halk arasında ve köylerde “türkü, bozlak, uzun hava, zeybek, oyun havası” adı verilen ezgilere rastlanmaktadır. Bu yüzden, şehir ve saray çevresinde gelişen müzik bugünkü Türk Sanat Müziğinin temelini; halk arasında gelişen müzik ise Türk Halk Müziğinin dayanağını oluşturmuştur. Cumhuriyet döneminde köy türküleri üzerine yapılan araştırmalar yoğunlaşmış ve pek çoğu derlenerek korunmaya çalışılmıştır.

Klasik Batı Müziği ise, cumhuriyet dönemi devrimler sonrası Türkiye’de gelişmiş ve Klasik Batı müziğine oldukça önem verilmiştir. 1924′de Ankara’da Musiki Muallim Mektebi kurulmuş ve yetenekli gençlerin Avrupa ülkelerine gönderilip yetiştirilmesi hareketi başlamıştır. İstanbul’da çalışmalarını sürdüren Darrültalimi Musiki adlı okul yeni bir yönetmelikle konservatuvar haline getirilmiştir. Çok sesli sanat müziğinde sesini Batı’da ilk duyuran Türk sanatçı Cemal Reşit Rey olmuştur.
1970′lerden sonra popüler kültürle birlikte gelişmeye başlayan popüler müzik ise, farklı kesimlerce farklı biçimlerde algılanmıştır. Önce Türk pop müziği ve Anadolu rock doğmuştur. 1980lerde gettolarda Türkiye’ye özgü arabesk müzik türemiştir; protest ve özgün müzik türleri ortaya çıkmıştır. 90lı yılların sonlarında alternatif rock, karadeniz rock, Türkçe rap, Türkçe jazz gibi türler doğmuştur. Türk Sanat Müziğinin klasik kalıplarından oldukça uzaklaşılmasıyla fantezi müzik ortaya çıkmıştır. Daha sonraları pop müzik sırasıyla arabesk ve fantezi ile karışmış; Türkiye’ye özgü arabesk-pop ve fantezi-pop türleri popüler müziğin büyük kısmını kaplamıştır.2003 yılında Eurovision Şarkı Yarışmasında Sertab Erener, Everyway That I Can adlı şarkıyla birinci olmuştur. Ayrıca, Tarkan, Mustafa Sandal, Ajda Pekkan, Sezen Aksu, İbrahim Tatlıses gibi, uluslararası alanda da kabul görmüş Türk sanatçılar da vardır.

Spor

Ana madde: Türkiye’de spor

Türkiye’de spor kulübü sayısı, 2010 verilerine göre 9.979’dur. Bunun 6.828’i futbol branşında, 3.151’i ise diğer spor branşlarında faaliyet göstermektedir. Yani, her 7.275 kişiye bir spor kulübü düşmekte, futbol branşı baz alındığında ise her 10.632 kişiye bir futbol spor kulübü düşmektedir. İl bazında ise, Uşak‘ta 3874 kişiye bir spor kulübü düşerken, Ankara’da 14.004 kişiye, İstanbul’da 14.474 kişiye bir spor kulübü düşmektedir. Böylece, Ankara, İstanbul gibi büyük iller Türkiye ortalamasının altında kalmaktadır. Nüfusa göre spor kulübü başına düşen en fazla insan sayısı ise Kilis‘te bulunmaktadır (36.681). Yine özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerinden Mardin, Şırnak, Van, Şanlıurfa ve Diyarbakır‘da da kulüp başına düşen insan sayısı oranları açısından iyi durumda değillerdir.[123]

Türkiye’de spor yapan insanların toplam nüfusa oranı % 1-2 kadardır. Mevcut spor federasyonlarının lisanslı sporcu sayısı 122.939′dur. Spor federasyonları şu dallarda kurulmuştur: Atletizm, avcılık ve atıcılık, badminton, beyzbol, basketbol, bedensel engelliler, bilardo, binicilik, bisiklet, bocce, boks, briç, buz pateni, cimnastik, dağcılık, eskrim, futbol, geleneksel spor, golf, güreş, halk oyunları, halter, hapkido, hentbol, izcilik, judo, kano ve rafting, karate, kayak, kikboks, kürek, masa tenisi, modern pentatlon, motosiklet, muay tay, okçuluk, otomobil ve motor, oryantiring, satranç, sayokan, sualtı ve cankurtarma, sutopu, tekvando, tenis, triatlon, üniversite sporları, voleybol, vücut geliştirme, yelken, yüzme.

Türk Telekom Arena

Nüfusa göre sporcu oranı 509 iken bu oran futbol branşında 148’dir. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve Futbol Federasyonu‘na kayıtlı toplam lisanslı sporcu sayısı 544.572’dir. Türkiye nüfusuna göre oranı ise 115’dir. Bu orana göre her 115 kişiden biri spor yapmaktadır.

Nüfus başına düşen sporcu oranı en iyi durumdaki il Yalova’dır (37). İkinci olarak Kırklareli gelmektedir (55). Sayısal açıdan en kötü durumda olan illerimiz ise Diyarbakır (375) ve Şırnak (383) gözükmektedir. Bu arada İzmir ili nüfusu başına düşen sporcu sayısı 99, İstanbul ilinde 107, Ankara ilinde ise 153’tür. Bu verilere göre başkent Ankara dahi Türkiye ortalamasının altında kalmaktadır.

Halter

Cep Herkülü olarak bilinen Naim Süleymanoğlu halter dalında 45 olimpiyat ve dünya rekoru kırmış, Seul Barcelona ve Atalanta olimpiyatlarında altın madalya almıştır. 1992 yılında Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçilmiştir.

Halil Mutlu olimpiyat tarihinde üst üste 3 kez madalya alan 4. sporcu olarak halter dalında tarihe geçmiştir.

Güreş

Geleneksel bir Türk sporu olan güreşin en önemli karşılaşması Kırkpınar Yağlı Güreşleri‘dir. Türklerin MÖ 4. yy.dan beri güreş yaptıkları bilinmektedir. İlkbahar aylarında doğanın canlanışı için yapılan kutlamalarda, evlenme merasimlerinde, zafer şölenlerinde hep güreş müsabakalari yapılırdı. 1996 yılında Geleneksel Spor Dalları Federasyonu kurulmuş ve yağlı güreş için önemli bir adım atılmıştır.

Futbol

Türkiye’de en çok sevilen sporlardan biri de futboldur. Futbol ligler halinde oynanmakta ve bunların en büyüğü Spor Toto Süper Lig‘dir. Lig şampiyonu olabilmiş olan takımların üçü (Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray) İstanbul takımı, iki tanesi (Trabzonspor) ve (Bursaspor) ise Anadolu takımıdır. Futbol kulüpleri Türkiye Futbol Federasyonu çatısı altında toplanmıştır.[124]

Türkiye Millî Futbol Takımı Euro 2000‘de 6., 2002 FIFA Dünya Kupası‘nda 3., Euro 2008‘de ise 3. olmuştur.

Galatasaray UEFA Kupası’nı yenilmeden kazanan iki takımdan biridir, ayrıca Şampiyonlar Ligi gruplarını 3. olarak bitirmiştir. 1999-2000 yılında, finalde İngiltere’nin Arsenal kulübünü penaltılarla yenen Galatasaray, bir UEFA Kupası’nı kazanan ilk Türk futbol kulübü olmuştur. Galatasaray aynı yıl; Süper Kupa’yı da Real Madrid’i 2-1 yenerek kazanmıştır.

Basketbol

Basketbol Türkiye’de en çok ilgi gören sporlardan biridir. Basketbol’un en büyük ligi Beko Basketbol Ligi‘dir.

Anadolu Efes Spor Kulübü, Galatasaray Medical Park, Fenerbahçe Ülker, Beşiktaş Erkek Basketbol Takımı gibi takımlar Euroleague‘de ve diğer özel turnuvalarda çok büyük başarılar göstermişlerdir. Ayrıca Anadolu Efes 1996 yılında Koraç Kupası‘nı kazanarak, Avrupa Kupası kazanan ilk Türk takımı olma unvanını elde etmiştir.[125]

2012 yılında FIBA EuroChallenge Şampiyonluğu kupasını kazanan Beşiktaş Milangaz Avrupa’da kupa kazanabilen 2. Türk takımı’dır.

Türkiye Millî Basketbol Takımı‘da turnuvalarda büyük başarı elde etmiştir. Örneğin 2001 Avrupa Basketbol Şampiyonası gümüş madalya ve 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası gümüş gibi.

2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası, 28 Ağustos ve 12 Eylül tarihleri arasında Türkiye’de gerçekleştirilmiştir. Şampiyonayı FIBA, Türkiye Basketbol Federasyonu ve 2010 Organizasyon Komitesi ortaklaşa organize etmiştir ve 2. olmuştur.

1986′dan beri üçüncü defa 24 ülkenin katıldığı turnuvanın takım karşılaşmaları İstanbul, Ankara, İzmir ve Kayseri’de, bitiş aşaması İstanbul Sinan Erdem Spor Salonu’nda oynanmış, kazanan ise bitişte Türkiye’yi 64-81 mağlup eden Amerika Birleşik Devletleri olmuştur. 2011 Avrupa Bayanlar Şampiyonası’nda Türk milli bayan takımı ikinci olarak tarihinde bir ilki gerçekleştirmiştir. Bunun yanı sıra Türk Bayan Milli Takımı 2013 Avrupa Bayanlar Şampiyonasında 3. olmuştur. Ayrıca 2013 Akdeniz Oyunlarında Erkek Milli Takımı altın madalya almıştır.

Ulaşım ve taşımacılık

Türkiye’de 8779 kilometresi elektrikli, 3167 kilometresi elektriksiz ve 888 kilometresi yüksek hızlı tren hattı olmak üzere toplam 11.940 km demiryolu[126], 450.000 km karayolu, 1.200 km suyolu, 12.528 km doğalgaz[127] , 3038 km ham petrol borusu[128] bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye’de 120 havalimanı[129], 850 helikopter alanı bulunmaktadır.

TÜRKIYE’den yönler
Flag of Bulgaria.svg Bulgaristan ve Flag of Greece.svg Yunanistan Black Sea Nasa May 25 2004.jpg Karadeniz Flag of Georgia.svg Gürcistan
Aegeansea.jpg Ege Denizi
Compasspoint-nw.png K Compasspoint-ne.png
B RoseVents.svg D
Compasspoint-sw.png G Compasspoint-se.png
Flag of Armenia.svg Ermenistan
Flag of Iran.svg İran ve Flag of Azerbaijan.svg Nahçıvan (Azerbaycan)
Mediterranian Sea 16.61811E 38.99124N.jpg Akdeniz Flag of Syria.svg Suriye veMediterranian Sea 16.61811E 38.99124N.jpg Akdeniz Flag of Iraq.svg Irak

Kaynakça

Konuyla ilgili diğer Wikimedia sayfaları :

Commons‘ta Türkiye ile ilgili çoklu ortam dosyaları bulunmaktadır.

Vikisözlük‘te Türkiye ile ilgili kelime açıklaması bulunmaktadır.

Vikitür‘de Türkiye ile ilgili tür rehberi bulunmaktadır.

Vikikitap‘ta Türkiye ile ilgili kılavuz veya ders kitapları bulunmaktadır.

VikiKaynak‘ta Türkiye ile ilgili belge kayıtları bulunmaktadır.

Vikisöz‘de Türkiye ile ilgili özlü sözler bulunmaktadır.

Vikihaber‘de Türkiye ile ilgili haberler bulunmaktadır.

Vikiversite‘de Türkiye ile ilgili eğitim kaynakları bulunmaktadır.

Wikimedia koordinasyon merkezinde Türkiye ile ilgili bilgi bulunmaktadır.

Genel
  • Atatürk, Mustafa Kemal (1927). ‘Nutuk, Cilt 1-2-3, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, İstanbul 1970.
  • De Lamartine, Alphonse. Osmanlı Tarihi, Cilt 1, Sabah Yayıncılık, İstanbul 1991.
  • Öztürk, Kazım (1992). Atatürk’ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, Cilt 1-2, Kültür Bakanlığı-Atatürk Dizisi. ISBN 975-17-0635-1
  • Akay, Oğuz (2006). Atatürk’ün Sofrası. Truva Yayınları. ISBN 975-6237-54-6
  • Meydan Larousse, Meydan Yayıncılık, 1988, Cilt 12, Sh. 357-388, Türkiye Cumhuriyeti.
  • Temel Britannica, Ana Yayıncılık-Encyclopaedia Britannica, 1992, Cilt 18, Sh. 41-96; Türkiye. ISBN 975-7760-02-1
  • Türklerin ve Türkiye’nin Tarihi Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları, 1982.
Atıflar
  1. ^ “Milli Egemenlik”. Türkiye Büyük Millet Meclisi. Erişim tarihi: 09 Mayıs 2013.
  2. ^ a b c d e f “Türkiye İstatistik Kurumu, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2012″. TÜİK. 28 Ocak 2013. Erişim tarihi: 1 Mayıs 2013.
  3. ^ a b c d “Report for Selected Countries and Subjects”. World Economic Outlook Database, April 2013. Washington, D.C.: International Monetary Fund. 16 Nisan 2013. Erişim tarihi: 16 Nisan 2013.
  4. ^ “Gini Index”. World Bank. Erişim tarihi: 2 Mart 2011.
  5. ^ “Türkiye Cumhuriyeti anayasası” (Türkçe). tbmm.gov.tr. Erişim tarihi: 14 Ocak 2011.
  6. ^ KONDA Research and Consultancy (2007-09-08). “Religion, Secularism and the Veil in daily life” (PDF). Milliyet.
  7. ^ “Turkey – Turkish Origins”. Countrystudies.us. Erişim tarihi: 2011-05-16.
  8. ^ Stratfor: “Turkey and Russia on the Rise”, by Reva Bhalla, Lauren Goodrich and Peter Zeihan. March 17, 2009.
  9. ^ Stratfor: “The Geopolitics of Turkey”, by George Friedman. July 31, 2007.
  10. ^ “Tarihportalı.net- Türkiye Kelimesi”. Erişim tarihi: 8 Kasım 2008.
  11. ^ “tbmm.gov.tr – 1921 anayasası”. Erişim tarihi: 8 Kasım 2008.
  12. ^ a b Sharon R. Steadman; Gregory McMahon (15 Eylül 2011) (İngilizce). The Oxford Handbook of Ancient Anatolia: (10,000-323 BCE). Oxford University Press. ISBN 978-0-19-537614-2. Erişim tarihi: 23 Mart 2013.
  13. ^ Yavuz, Erdal. “Anatolian Civilizations” (İngilizce) (PDF). Yeditepe Üniversitesi.
  14. ^ “The Position of Anatolian” (İngilizce) (PDF). linguistics.ucla.edu.
  15. ^ Casson, Lionel. “The Thracians” (İngilizce) (PDF). metmuseum.org.
  16. ^ “The World’s First Temple”. Archaeology magazine. Kas/Ara 2008. ss. 23.
  17. ^ “Çatalhöyük de artık ‘Dünya Mirası’ – Arkeoloji”. NTVMSNBC. 2 Temmuz 2012. Erişim tarihi: 4 Mayıs 2013.
  18. ^ “Ziyaret Tepe – Turkey Archaeological Dig Site” (İngilizce). uakron.edu. Erişim tarihi: 4 Eylül 2010.
  19. ^ “Assyrian Identity In Ancient Times And Today’” (İngilizce) (PDF). Erişim tarihi: 4 Eylül 2010.
  20. ^ The Metropolitan Museum of Art, New York (Ekim 2000). “Anatolia and the Caucasus, 2000–1000 B.C. in Timeline of Art History.. New York: The Metropolitan Museum of Art. 2006-09-10 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Aralık 2006.
  21. ^ a b The Metropolitan Museum of Art, New York (Ekim 2000). “Anatolia and the Caucasus (Asia Minor), 1000 B.C. – 1 A.D. in Timeline of Art History.. New York: The Metropolitan Museum of Art. 2006-12-14 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Aralık 2006.
  22. ^ David Noel Freedman; Allen C. Myers; Astrid Biles Beck (2000). Eerdmans Dictionary of the Bible. Wm. B. Eerdmans Publishing. ss. 61. ISBN 978-0-8028-2400-4. Erişim tarihi: 24 March 2013.
  23. ^ Theo van den Hout (27 Ekim 2011). The Elements of Hittite. Cambridge University Press. ss. 1. ISBN 978-1-139-50178-1. Erişim tarihi: 24 Mart 2013.
  24. ^ Öztekin, Özge (2006). Divanlardan yansıyan görüntüler. Ürün Yayınları. ss. 67. ISBN 975608328X.
  25. ^ Wink, Andre (1 Ocak 1996). Al Hind the Making of the Indo Islamic World. Brill Academic Publishers. ss. 9. ISBN 90-04-09249-8.
  26. ^ a b Shaw, Stanford Jay; Shaw, Ezel Kural (1977). History of the Ottoman Empire and Modern Turkey; Vol.1, Empire of the Gazis. the rise and decline of the Ottoman Empire, 1280–1808. Cambridge University Press. ISBN 0-521-29163-1.
  27. ^ Kirk, George E. (2008). A Short History of the Middle East. Brill Academic Publishers. ss. 58. ISBN 1-4437-2568-4.
  28. ^ Güliz Beşe Erginsoy (2006). Adalılar: İmroz’dan Gökçeada’ya. İstanbul Bilgi Üniversitesi. ss. 244. ISBN 9789756176542.
  29. ^ Çiloğlu, Fahrettin (1999). Kurtuluş Savaşı sözlüğü. Doğan Kitap. ss. 35. ISBN 975624201-9.
  30. ^ Clogg, Richard (20 Haziran 2002) (İngilizce). A Concise History of Greece. Cambridge University Press. ss. 101. ISBN 978-0-521-00479-4. Erişim tarihi: 9 Şubat 2013.
  31. ^ “Kemal Öz Adlı Cumhur Reisimize Verilen Soyadı Hakkında Kanun” (PDF). Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü. Erişim tarihi: 4 Mayıs 2013.
  32. ^ Manka, Ayşe Gülçin (2008). Anadolu Ajansı ve İkinci Dünya Savaşı. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. ss. 29. ISBN 9789755071657. Erişim tarihi: 4 Mayıs 2013.
  33. ^ Huston, James A. (1988) (İngilizce). Outposts and Allies: U.S. Army Logistics in the Cold War, 1945–1953. Susquehanna University Press. ss. 134. ISBN 0-941664-84-8.
  34. ^ “Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu-II”. crc.atilim.edu.tr. Erişim tarihi: 4 Mayıs 2013.
  35. ^ “Cyprus country profile” (İngilizce). BBC News. 23 Aralık 2011. Erişim tarihi: 4 Mayıs 2013.
  36. ^ a b Nas, Tevfik F. (1992) (İngilizce). Economics and Politics of Turkish Liberalization. Lehigh University Press. ISBN 0-934223-19-X.
  37. ^ Çarkoğlu, Ali (2004). Religion and Politics in Turkey. Routledge, UK. ISBN 0-415-34831-5.
  38. ^ “Çankaya Köşkü’nde devir-teslim”. Hürriyet. 28 Ağustos 2007. Erişim tarihi: 4 Mayıs 2013.
  39. ^ a b “Parlamentonun yüzde 90′ı yenilendi”. Hürriyet. 4 Kasım 2002. Erişim tarihi: 4 Mayıs 2013.
  40. ^ a b “Seçim dünya basınında”. Hürriyet. 23 Temmuz 2007. Erişim tarihi: 4 Mayıs 2013.
  41. ^ Babacan, Nuray (13 Haziran 2011). “Bu kez % 49.9″. Ankara: Hürriyet. Erişim tarihi: 4 Mayıs 2013.
  42. ^ “Türban düzenlemesi reddedildi”. NTVMSNBC. 5 Haziran 2008. Erişim tarihi: 5 Haziran 2008.
  43. ^ a b Turkish Directorate General of Press and Information (24 Ağustos 2004). “Political Structure of Turkey”. Turkish Prime Minister’s Office. 3 Şubat 2007 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Aralık 2006.
  44. ^ “Euro court backs Turkey Islamist ban” (İngilizce). BBC. 31 Temmuz 2001. Erişim tarihi: 14 Aralık 2006.
  45. ^ “Turkey’s Kurd party ban criticised” (İngilizce). BBC. 14 Mart 2003. Erişim tarihi: 14 Aralık 2006.
  46. ^ “Genel Görünüm / T.C. Dışişleri Bakanlığı”. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2013.
  47. ^ “International Organization Participation – Turkey” (İngilizce). The World Factbook. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2013.
  48. ^ “Countries Elected Members of the Security Council” (İngilizce). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2013.
  49. ^ “Türkiye’nin üyeliği kabul edildi”. Hürriyet. 17 Ekim 2008. Erişim tarihi: 5 Mayıs 2013.
  50. ^ “Erdoğan: AB’ye tam üyelik, Türkiye’nin stratejik hedefidir”. Zaman. 12 Ağustos 2010. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2013.
  51. ^ “Chronology of Turkey-EU relations” (İngilizce). Turkish Secretariat of European Union Affairs. 15 Mayıs 2007 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2013.
  52. ^ a b Mardell, Mark (11 Aralık 2006). “Turkey’s EU membership bid stalls” (İngilizce). BBC. Erişim tarihi: 17 Aralık 2006.
  53. ^ Bal, İdris (2004). Turkish Foreign Policy In Post Cold War Era. Universal Publishers. ISBN 1-58112-423-6.
  54. ^ Kardas, Saban. “Turkey Develops Special Relationship with Azerbaijan”. Eurasia Daily Monitor Volume. Erişim tarihi: 23 Aralık 2010.
  55. ^ Katik, Mevlut. “Azerbaijan and Turkey Coordinate Nagorno-Karabakh Negotiation Position”. EurasiaNet. Erişim tarihi: 23 Aralık 2010.
  56. ^ Baran, Zeyno (2005). “The Baku-Tbilisi-Ceyhan Pipeline: Implications for Turkey” (PDF). The Baku-Tbilisi-Ceyhan Pipeline: Oil Window to the West (The Central Asia-Caucasus Institute, Silk Road Studies Program): 103–118. Erişim tarihi: 30 Aralık 2007.
  57. ^ Koçbaş, Uğur (11 Haziran 2012). “Ağrı Dağı’nın ötesi!”. Vatan. 15 Haziran 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 5 Mayıs 2013.
  58. ^ a b Genelkurmay Başkanlığı (2006). “Genelkurmay Başkanlığı-Savunma Politikası”. Türk Silahlı Kuvvetleri. 10 Şubat 2006 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Aralık 2006.
  59. ^ “İşte TSK’nın yeni komuta kademesi”. Hürriyet. 4 Ağustos 2011. Erişim tarihi: 5 Mayıs 2013.
  60. ^ United Nations High Commissioner for Refugees (UNHCR), Directorate for Movements of Persons, Migration and Consular Affairs – Asylum and Migration Division (Temmuz 2001). “Turkey/Military service” (İngilizce) (PDF). UNHCR. 2006-11-22 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 27 Aralık 2006.
  61. ^ “EBCO – European Bureau for Conscientious Objection”. Ebco-beoc.eu. Erişim tarihi: 4 Eylül 2010.
  62. ^ a b Economist Intelligence Unit:Turkey, p.23 (2005)
  63. ^ “Enter the EU Battle Groups”. Chaillot Paper no.97. European Union Institute for Security Studies. Şubat 2007. ss. 88.
  64. ^ “Der Spiegel: ”Foreign Minister Wants US Nukes out of Germany” (2009-04-10)”. Der Spiegel. 30 Mart 2009. Erişim tarihi: 1 Kasım 2010.
  65. ^ Economist Intelligence Unit:Turkey, p.22 (2005)
  66. ^ US Department of Defense (11 Temmuz 2002). “DoD, Turkey sign Joint Strike Fighter Agreement”. US Department of Defense. 2006-08-26 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 27 Aralık 2006.
  67. ^ Richmond, Oliver P. (1998) (İngilizce). Mediating in Cyprus: The Cypriot Communities and the United Nations. Psychology Press. ss. 260. ISBN 978-0-7146-4877-4. Erişim tarihi: 9 Şubat 2013.
  68. ^ “Genelkurmay Başkanlığı Resmi Kurumsal İnternet Sitesidir”. Türk Silahlı Kuvvetleri. 17 Ocak 2013 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 5 Mayıs 2013.
  69. ^ “Türk askeri 1 yıl daha Lübnan’da”. Milliyet. 4 Temmuz 2012. Erişim tarihi: 5 Mayıs 2013.
  70. ^ a b c “İl ve cinsiyete göre il/ilçe merkezi, belde/ köy nüfusu ve nüfus yoğunluğu” (XLS). TÜİK. 28 Ocak 2013. Erişim tarihi: 31 Mart 2013. (NOT:Eğer kaynak açılmaz ise bu sayfaya gidin ve “Tablo-2″ seçeneğine tıklayın.)
  71. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; USLC_TRGeo isimli refler için metin temin edilmemiş (Bkz: Kaynak gösterme)
  72. ^ “Turkey” (İngilizce). Turkish Odyssey. 2 Şubat 2000. Erişim tarihi: 1 Kasım 2010.
  73. ^ a b “Geography of Turkey” (İngilizce). Turkish Ministry of Tourism. 2005. Erişim tarihi: 13 Aralık 2006.
  74. ^ “Gross Domestic Product 2010″ (PDF). The World Bank: World Development Indicators Database. Erişim tarihi: 9 Şubat 2013.
  75. ^ “Turkish quake hits shaky economy” (İngilizce). BBC. 17 Ağustos 1999. Erişim tarihi: 12 Aralık 2006.
  76. ^ “‘Worst over’ for Turkey” (İngilizce). BBC. 4 Şubat 2002. Erişim tarihi: 12 Aralık 2006.
  77. ^ World Bank (2005). “Turkey Labor Market Study” (İngilizce) (PDF). World Bank. Erişim tarihi: 10 Aralık 2006.
  78. ^ (İngilizce) OECD Reviews of Regulatory Reform – Turkey: crucial support for economic recovery : 2002. Organisation for Economic Co-operation and Development. 2002. ISBN 92-64-19808-3.
  79. ^ Madslien, Jorn (2 Kasım 2006). “Robust economy raises Turkey’s hopes”. BBC. Erişim tarihi: 12 Aralık 2006.
  80. ^ “Growth and economic crises in Turkey: leaving behind a turbulent past?” (İngilizce). Economic Papers 386. Directorate-General for Economic and Financial Affairs of the European Commission. Ekim 2009. ss. 10.
  81. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; cia isimli refler için metin temin edilmemiş (Bkz: Kaynak gösterme)
  82. ^ “Turkey knocks six zeros off lira”. BBC. 31 Aralık 2004. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2008.
  83. ^ “2012 yılı enflasyonu yüzde 6,16″. Posta. 3 Ocak 2013. Erişim tarihi: 17 Mayıs 2013.
  84. ^ “İşsizlik 2012 yılında yüzde 9 oldu”. CNN Türk. 6 Mart 2013. Erişim tarihi: 17 Mayıs 2013.
  85. ^ “UNWTO Tourism Highlights, 2012 Edition”. UNWTO. 2012. Erişim tarihi: 8 Mayıs 2013.
  86. ^ “2012 Production Statistics”. Organisation Internationale des Constructeurs d’Automobiles. Erişim tarihi: 7 Mart 2013.
  87. ^ a b c d “Gemi İnşa Sektörü”. İhracat Bilgi Platformu. 2012. 18 Mayıs 2013 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 18 Mayıs 2013.
  88. ^ “Turkey – Agriculture and Enlargement” (PDF). Erişim tarihi: 9 Aralık 2012.
  89. ^ a b “Şehir ve Köy Nüfusu” (xls). Türkiye İstatistik Kurumu. 19 Temmuz 2012 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 17 Mayıs 2013.
  90. ^ a b “Türkiye İstatistik Kurumu, Türkiye’nin Demografik Yapısı Ve Geleceği, 2010-2050″. Türkiye İstatistik Kurumu. 11 Temmuz 2012. Erişim tarihi: 18 Mayıs 2013.
  91. ^ “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (adnks) Veri Tabanı”. Türkiye Istatistik Kurumu. Erişim tarihi: 9 Şubat 2013.
  92. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; Clogg-30 isimli refler için metin temin edilmemiş (Bkz: Kaynak gösterme)
  93. ^ Victor Roudometof; Roland Robertson (2001). Nationalism, Globalization, and Orthodoxy: The Social Origins of Ethnic Conflict in the Balkans. Greenwood Publishing Group. ss. 186. ISBN 978-0-313-31949-5. Erişim tarihi: 9 February 2013.
  94. ^ Renée Hirschon (1 Kasım 2003). Crossing the Aegean: An Appraisal of the 1923 Compulsory Population Exchange Between Greece and Turkey. Berghahn Books. ss. 120. ISBN 978-1-57181-562-0. Erişim tarihi: 9 Şubat 2013.
  95. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; CIA isimli refler için metin temin edilmemiş (Bkz: Kaynak gösterme)
  96. ^ Religious Freedom Report U.S. Department of State. Retrieved on 2009-09-15.
  97. ^ http://www.pewforum.org/uploadedFiles/Topics/Religious_Affiliation/globalReligion-full.pdf
  98. ^ a b GALLUP WorldView – data accessed on 14 September 2011
  99. ^ AB Basın Açıklamaları (İngilizce)
  100. ^ İngilizce Vikipedi, Alevî maddesi
  101. ^ http://www.minorityrights.org/4408/turkey/caferis.html
  102. ^ “Büyüyen Türkiye’de yeni dini azınlıklar oluşuyor”. Erişim tarihi: 15 Haziran 2013.
  103. ^ “Din Özgürlüğü Raporu’na göre, Türkiye’de yeni azınlıklar oluşuyor”. Erişim tarihi: 15 Haziran 2013.
  104. ^ “mormonluk ve mormon kilisesi üzerine bir araştırma”. Erişim tarihi: 15 Haziran 2013.
  105. ^ a b “Global Religious Landscape”. Erişim tarihi: 15 Haziran 2013.
  106. ^ “Most Baha’i Nations (2010)”. Erişim tarihi: 19 Haziran 2013.
  107. ^ “Most Hindu Nations (2010)”. Erişim tarihi: 19 Haziran 2013.
  108. ^ “Neo-religions Adherents by Country”. Erişim tarihi: 19 Haziran 2013.
  109. ^ Dentsu Communication Institute 電通総研・日本リサーチセンター編「世界60カ国価値観データブック (Japonca)
  110. ^ Irreligião por país – veri erişimi 29 Mayıs 2013
  111. ^ Irreligion by country – veri erişimi 29 Mayıs 2013
  112. ^ 6 Haziran 2008 tarihli Milliyet gazetesi
  113. ^ “Yazım sitesi”. Erişim tarihi: 9 Kasım 2008.
  114. ^ http://www.timeshighereducation.co.uk/world-university-rankings/2011-2012/top-400.html
  115. ^ Milli Eğitim Bakanlığı
  116. ^ “trt.net.tr – Tarihçe”. Erişim tarihi: 9 Kasım 2008.
  117. ^ Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
  118. ^ telifhaklari.gov.tr
  119. ^ Berlin International Filmfestspiale-Annual Ardhives-1964
  120. ^ Cannes Film Festivali resmi sitesi, 1982 Yılı sonuçları
  121. ^ Berlin International Filmfestspiale-Annual Ardhives-2004
  122. ^ “17 milyon dolarlık Osmanlı filmi vizyonda” (Türkçe). dipnot.tv. 16 Şubat 2012. Erişim tarihi: 10 Mart 2012.
  123. ^ Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü
  124. ^ Türkiye Futbol Federasyonu resmi internet sitesi
  125. ^ “Anadolu Efes Spor Kulübü!”. Wikipedia. Erişim tarihi: 02.01.2011.
  126. ^ “tuik.gov.tr – Demiryolu hat uzunluğu (xls belgesi)”. Erişim tarihi: 12 Ocak 2013.
  127. ^ “tuik.gov.tr – xls belgesi”. Erişim tarihi: 12 Ocak 2013.
  128. ^ “tuik.gov.tr (xls belgesi)”. Erişim tarihi: 12 Ocak 2013.
  129. ^ “DHMİ.gov.tr – Havalimanı ve bedestenler”. Erişim tarihi: 2 Kasım 2008.

Dış bağlantılar

tarafından

Battlefield (seri)Battlefield (seri)Battlefield (seri)Battlefield (seri)Battlefield (seri)Battlefield (seri)Battlefield (seri)Battlefield (seri)Battlefield (seri)

Battlefield (seri)

Image representing Electronic Arts as depicted...Image via CrunchBase

 

Battlefield serisi
Battlefield
Yayımcı(lar) Electronic Arts
Dağıtıcı(lar) Electronic Arts
Yapımcı(lar) Digital Illusions CE
Platform(lar) Microsoft Windows, Linux, Macintosh, Mac OS X, Xbox, Xbox 360, PlayStation 2, PlayStation 3, iOS
Çıkış tarih(ler)i İlk çıkan oyun:
Battlefield: 1942 (2002)
En son çıkan oyun:
Battlefield 3 (2011)
Tür(ler)i Aksiyon, Savaş
Biçim(ler) Tek oyunculu
Çok oyunculu
Online
Kooperatif oynanış
Sınıf(lar)ı Birinci şahıs nişancı
Üçüncü şahıs nişancı

Battlefield, birinci şahıs nişancı ve üçüncü şahıs nişancı türü aksiyon oyunları serisidir. Serideki oyunların dağıtımcısı Electronic Arts firması, geliştiricisi ise Digital Illusions CE‘dir. Seride ilk olarak II. Dünya Savaşı ve Vietnam Savaşı gibi tarihsel konular ele alınmış, daha sonra ise modern savaşa geçilmiştir. Ayrıca Battlefield: 2142 ile bilim kurguya da değinilmiştir.

Battlefield’ı diğer savaş oyunlarından ayıran en büyük özelliği oyuncuların savaş araçlarını kullanabilmesidir. Bu savaş araçları tanklar, uçaklar, zırhlı personel taşıyıcılar, helikopterler, uçaksavarlar, askeri cipler vb. araçlardır. Oyun içinde istenilen silah ve silahın yanında bulunan savaş araç gereçleri kullanabilmektedir. Tabii ki bu silah paketlerini kendine has asker sınıfındaki oyuncular kullanır. Örneğin bir tanksavar biriminin silah paketini alırsanız tanksavar biriminin bir askeri olursunuz.

Serinin ilk iki oyunu olan Battlefield: 1942 ve Battlefield: Vietnam, bir bütün olarak görülmekte ve serinin ilk oyunu olarak tanımlanmaktadır. Bunlardan sonra gelen Battlefield 2 ve Battlefield 3 ile birlikte ana seri olarak bu 4 oyun kabul edilmektedir. Battlefield’ın bir alt serisini oluşturan Battlefield: Bad Company ve Battlefield: Bad Company 2 ise Bad Company serisini oluşturmaktadır. Ana seri ve Bad Company serisi dışında kalan diğer Battlefield oyunları ise Battlefield 2: Modern Combat, Battlefield: 2142, Battlefield: Heroes, Battlefield: 1943 ve Battlefield Play4Free ‘dir.

Battlefield serisi dünyanın en popüler serilerinden biri olmuştur. Serinin çıkacak olan oyunlarına büyük rağbet gösterilmektedir.[1]

Konu başlıkları

Serideki Oyunlar

Microsoft Windows

Linux

Macintosh

Mac OS X

PlayStation 2

PlayStation 3

Xbox

Xbox 360

iOS

tarafından

Gelibolu

Gelibolu

 

Gelibolu
—  İlçe  —
Türkiye Haritası'ndaki yeri

Türkiye Haritası’ndaki yeri

Çanakkale Siyasi Haritası

Çanakkale Siyasi Haritası

Koordinatlar: 40°24′41″N 26°40′19″E
Ülke Türkiye
İl Çanakkale
Coğrafi bölge Marmara Bölgesi
Yönetim
 – Kaymakam Namık Kemal Nazlı
 – Belediye başkanı Mustafa Özacar
Yüz ölçümü
 – Toplam 806 km2 (311,2 mi2)
Rakım 24 m (79 ft)
Nüfus (2012)[1]
 – Toplam 44,315
 – Kır 14,317
 – Şehir 29,998
Zaman dilimi DAZD (+2)
 – Yaz (YSU) DAYZD (+3)
Posta kodu 17500
İl alan kodu 0 286
İl plaka kodu 17
Web sitesi: http://www.gelibolu.bel.tr/

Gelibolu, Çanakkale‘nin ilçesidir.

Konu başlıkları

Kentin hangi yüzyılda ve kimler tarafından kurulduğu bilinmemektedir. Ancak Troya kenti kadar eski olduğu varsayılmaktadır. Önceleri Critote olan kentin adı, Yunan koloni hareketi sırasında ‘güzelşehir’ anlamındaki Kallipolis olarak değiştirilmiştir. Bir diğer ihtimal de kentin adının bir galat yerleşimi olması nedeni ile Galliopolis isminden geldiğidir.

Günümüzde Fransa, Belçika, İsviçre ve Ren kıyılarını içine alan bölgeyi ele geçirmiş ve Romalılar tarafından bu bölgeye Galya, halkına da Galatlar adı verilmiştir.

Galatlar olarak adlandırılan bu savaşçı halk MÖ 281 yıllarında Trakya Krallığı‘nın içinde bulunduğu bocalama döneminde Balkanlara, Çanakkale ve İstanbul boğazları üzerinden de Anadolu‘ya geçmişlerdir. MÖ 278 yılında Anadolu’da Sakarya ve Kızılırmak havzasını kapsayan bölgeye de ‘Galatia’ adı verilmiştir.

Ancak, kentin adının Galatlardan çok Yunanca “Güzel şehir” anlamına gelen Kallipolis’ten geldiği söylenmektedir. Osmanlı döneminde de bu isim Türk diline uydurularak Gelibolu olarak değiştirilmiştir.

Nüfus

Yıl Toplam Şehir Kır
1965[2] 35.431 12.945 22.486
1970[3] 36.909 14.716 22.193
1975[4] 35.288 13.466 21.822
1980[5] 37.199 14.721 22.478
1985[6] 40.013 16.715 23.298
1990[7] 40.020 18.670 21.350
2000[8] 46.226 23.127 23.099
2007[9] 47.252 31.246 16.006
2009[10] 45.853 28.989 16.864
2010[11] 44.697 28.326 16.371
2011[12] 45.327 30.273 15.054

Galeri

  • İlçe merkezi, liman

  • Saros’un uzaydan çekilmiş fotoğrafı

Ayrıca bakınız

tarafından

Sardalya

Türkçe: Pazardan bir resimTürkçe: Pazardan bir resim (Photo credit: Wikipedia)

Vikipedi:Taksokutu

Sardalya

Sardalya.jpg
Bilimsel sınıflandırma
Alem: Animalia (Hayvanlar)
Şube: Chordata (Kordalılar)
Sınıf: Actinopterygii
(Işınsal yüzgeçliler)
Takım: Clupeiformes
Familya: Clupeidae
Cins: Sardina
Tür: S. pilchardus
Binominal adı
Sardina pilchardus
Walbaum, 1792
Dış bağlantılar
.

 

Sardalya (Sardina pilchardus), Clupeidae familyasından ekonomik değeri düşük bir balık türü.

Fiziksel özellikleri

Vücut yuvarlak, yanlardan hafif basık, solungaç kapakları dalgalı görümündedir. Vücudun yanlarında ve sırta yakın bölgelerde siyah noktalar bulunur. Vücut üst tarafta yeşilimsi, yanlarda gümüşi beyazdır. Vücut hemen dökülebilen pullarla kaplıdır. Solungaç kapakçıklarının kiremitvari dalgalı gümüşlü olması ve vücudunun yanlarında sıra halinde siyah noktaların bulunması karakteristik özelliğidir. 10-25 cm arasında boyları değişmektedir. Sağlık için önemli bir yağ asidi olan Omega-3 açısından çok zengindir.

Yaşam şekli

Ekseri sürü halinde dolaşırlar. Yaklaşık 20.000 yumurta bırakırlar. Adeta her dönem (Ocak, Kasım, Aralık dışında) ürerler.

tarafından

Karayip Denizi

Karayip Denizi

 

Karayip Denizinin uydu fotoğrafı

Karayip Denizi, Antil Denizi olarak da bilinir, Atlas Okyanusu‘nun alt havzası. Batı Yarıküre‘de, Ekvator çizgisinin kuzeyinde yer alır. Güney Amerika‘nın kuzey, Orta Amerika‘nın doğu kıyıları ile Meksika kıyılarının bir bölümü boyunca uzanır. Karayip Denizi, kapladığı yaklaşık 2,640,000 km²’lik alan ile dünyanın en geniş tuzlu su denizlerinden biridir.

Güneyinde Venezuela, Kolombiya ve Panama kıyıları; batısında Kosta Rika, Nikaragua, Honduras, Guatemala, Belize ve Meksika’nın Yucatán Yarımadası; kuzeyinde Büyük Antiller (Küba, Hispaniola, Jamaika ve Porto Riko adaları), doğusunda Küçük Antiller zinciri (kuzeydoğudaki Virgin Adalarından, Güneydoğuda, Venezuela açıklarındaki Trinidad‘a kadar uzanan yay) bulunur. Yucatán Boğazı ile kuzeyindeki Meksika Körfezine bağlanır. Bilinen en derin yeri (7,685 m) Küba ile Jamaika arasındaki Cayman Çukurudur (Bartlett Derinliği). Karayip kıyıları birçok koy ve körfeze sahiptir; Honduras Körfezi, Venezuela Körfezi, Gonâve Körfezi ve Darien Körfezi bunlardan en önemlileridir.

Konu başlıkları

Jeoloji

Karayip Denizinin jeolojik yaşı kesin olarak bilinmemektedir. Paleozoyik (Birinci) Zamanda (yaklaşık 570 milyon ile 225 milyon yıl önce) Orta Amerika Denizinin bir parçası olarak Akdeniz ile bağlantılı olduğu, Atlas Okyanusunun oluşumu sırasında Akdeniz’den ayrıldığı sanılmaktadır.

Karayip Denizi, birbirinden denizaltı sırtları ve yükseltileri ile ayrılmış, oval biçimli beş sualtı havzasına bölünmüştür. Bunlar Yucatán, Cayman, Kolombiya, Venezuela ve Grenada havzalarıdır. Yüzeyaltı suyu Karayip Denizine iki eşikten girer. Anegada Boğazı, Virgin Adaları ile Küçük Antiller arasında, Rüzgarüstü Boğazı ise Küba ile Hispaniola arasında yer alır. Anegada Boğazının eşik derinliği 1,950-2,350 m, Rüzgarüstü Boğazınınki ise 1,600-1,625 m arasındadır.

İklim

Karayip Denizi kıyılarında ve Antil adalarında, genellikle tropikal iklim hüküm sürerse de dağların yüksekliğine, su akıntılarına ve alize rüzgarlarına bağlı olarak iklim önemli yerel farklılıklar gösterir. Yıllık yağış ortalaması Dominika‘nın kimi bölümlerinde 8,890 mm’ye kadar yükselirken, Venezuela açıklarındaki Bonaire Adasında 250 mm’ye kadar düşer. Karayip Denizinin kuzey kesimlerinde ve Meksika Körfezinde, saatteki hızı 120 km’yi aşan mevsimlik kasırgalar sık görülür. 1963′teki Flora Kasırgası, Karayip Denizi bölgelerinde 7 bin kişinin ölümüne ve 528 milyon dolarlık hasara yol açmıştır. Bu kasırgalar, bölgede tarım üretiminin bazen büyük düşüşler göstermesinin temel nedenlerinden biridir.

Ekoloji ve Fauna

Mercan resifi, Saint Lucia.

Derin su canlıları Karayip Denizinin bütün kesimlerinde oldukça benzer bir dağılım gösterir. Sualtı yaşamı, birçok balık türünü ve deniz canlısını barındıran mercan resifleri çevresinde toplanmıştır. Çeşitli deniz kaplumbağası türleri, manati ve folyabalığı en dikkat çeken deniz hayvanları arasındadır. Dikenli ıstakoz, Antil denizinin her yerinde görülür. Orkinos ve özellikle Yucatán çevresinde bulunan sardalye, Karayip Denizindeki önemli ticari balık türleridir.

Karayip Denizinde yer alan kara parçalarında genellikle tropikal bitki örtüsü egemendir; ama topografyaya, iklime, nem oranına ve toprak özelliklerine bağlı olarak bitki örtüsü yöreden yöreye değişir. Kıyı yakınlarında, lagünlerin ve haliçlerin çevresinde kızıl ve kara mangrovların oluşturduğu sık ormanlar vardır. Kıyı kumsallarında en çok görülen bitki hindistancevizi ağacıdır. Kurak kesimlerin baskın bitki örtüsü kaktüsler ve etli bitkilerdir. Küba, Jamaika, Porto Riko gibi, yükseltinin elverişli olduğu adalarda yer yer yağmur ormanlarına rastlanır.

Ekonomi ve Turizm

Turizm giderek önem kazanmaktadır. Bölge, sıcak iklimi ve dinlence olanakları ile dünyanın önde gelen kış sayfiyelerinden biri olmuştur. Özellikle Kuzey Amerika, Avrupa ve Brezilya‘dan turist çeker. Panama Kanalı yoluyla Atlas Okyanusu-Büyük Okyanus ulaşımını sağlayan gemilerin tümü, Karayip Denizinden geçer.

Bölge maden kaynakları açısından oldukça zengindir. Jamaika, Dominik Cumhuriyeti ve Haiti, dünya boksit üretiminin beşte birini karşılar. Nikaragua ve Kolombiya’da altın, Honduras’da gümüş ve antimon, Küba’da manganez çıkarılır.

tarafından

Amerika Birleşik Devletleri

Amerika Birleşik Devletleri

 

Amerika Birleşik Devletleri
United States of America
Bayrak Arma
Bayrak Arma
Slogan: In God We Trust (Tanrı’ya Güveniyoruz)
E Pluribus Unum  (Geleneksel)
(Latin: Birlikten Kuvvet Doğar)
Ulusal Marş: The Star-Spangled Banner

Menü
0:00
Konum
Başkent Washington, DC
38°53′N 77°01′W
Ulusal Dil İngilizce (de facto)
Milliyet Amerikalı
Yönetim biçimi Federal cumhuriyet
 – Başkan Barack Obama
 – Başkan Yardımcısı Joe Biden
 – Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner
 – Başyargıç John Roberts
Kuruluş
 – Bağımsızlık Bildirgesi 4 Temmuz 1776
 – Paris Antlaşması 3 Eylül 1783
 – ABD Anayasasının kabulü 21 Haziran 1788
Yüzölçümü
 – Su (%) 6.76
Nüfus
 –  sayımı 308.745.538
GSYİH (SAGP)
 – Toplam 15,04 trilyon $ [1]
GSYİH (düşük)
 – Toplam 14,441 trilyon $
Gini (2007) 45.0 (44.)
İGE artış 0,956
Para birimi Amerikan Doları ($)
Zaman dilimi (UTC-5 to -10)
Takvim m/d/yy
Trafik akışı sağ
Internet TLD .us .gov .mil .edu
Telefon kodu +1

Amerika Birleşik Devletleri (kısaca ABD) (İngilizce: United States of America (USA), ayrıca Birleşik Devletler olarak da bilinir), elli tane eyalet ve bir tane federal bölgeden oluşan bir federal anayasal cumhuriyettir. Ülkenin çoğu (48 tane eyaleti olan Kıta ABD’si ve ülkenin federal bölgesi olan Washington, DC), Kuzey Amerika‘nın ortasında, Büyük Okyanus ve Atlas Okyanusu‘nun arasında bulunmaktadır. Bu ülkenin vatandaşlarına Amerikalı veya Amerikan denir.[2]

Kuzeyinde Kanada, güneyinde ise Meksika ile sınırı bulunur. Alaska eyaleti, kıtanın kuzeybatısında bulunarak doğusunda Kanada ve batısında Bering Boğazı‘nın öbür tarafında bulunan Rusya‘nın arasında bulunmaktadır. Hawaii eyaleti, Büyük Okyanus’un ortasında bulunan bir takımadadır. Ayrıca Karayipler ve Büyük Okyanus’ta bulunan birçok denizaşırı toprağı vardır. Resmî kuruluş tarihi 4 Temmuz 1776′dır.[3]

Doğuda Atlas Okyanusu’ndan, batıda Büyük Okyanus’a kadar 4.500 km genişliğindedir. Alaska ve Hawaii’yi de içine alan Amerika Birleşik Devletleri’nin 9 milyon kilometrekareden fazla yüzölçümü vardır. Hawaii ise, Büyük Okyanus’ta olup, kıta üzerindeki Amerika Birleşik Devletleri’nden 3.200 kilometre uzaklıktadır. Alaska 50 eyaletin içinde yüzölçümü en büyük olanıdır. Ülkenin güney tarafında bulunan Teksas bu bakımdan ikinci sırada gelmektedir.[4]

Konu başlıkları

Tarihçe

Ana madde: ABD tarihi

Amerika Kıtası‘nın 1492′de Avrupalılar tarafından keşfinden sonra İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar ve İngilizler, buradaki yerli halkların aleyhine toprak sahibi oldular. Avrupalılar, Amerika’daki topraklarını genişlettikten sonra, İngiltere başta olmak üzere çeşitli ülkelerden göçmenler alıp buralara yerleştirerek koloniler kurdular.[5]

18. yüzyıl ortalarında, bu kolonilerin sayısı 13′e yükseldi ve bu Onüç Koloni, Amerika Birleşik Devletleri’nin temelini oluşturdu.

Amerika Kıtası, insanlar için yeni olanaklar ve yeni bir hayat sağladı. Daha sonra, bu koloni sistemi sömürgecilik politikasına dönüştü. İngiliz kolonileri, Birleşik Krallık‘a endüstri konusunda hizmet ediyordu. İngilizler kolonilerden vergi alıyordu.[6] Koloniler zaman içinde İngiliz devletinden farklı bir kimlik geliştirmeye başladı. Nüfus hızla büyüyor, tarıma dayalı ekonomi gelişiyor, iş adamları ticari ataklarda bulunuyordu. Dinsel yapıda da farklılık vardı. Avrupa’dan gelenler tutucu bir protestanlık geliştirmişti.

Yönetimleri de İngilizlerden farklıydı. Kolonilerin her birinde (Pensilvanya dışında),iki yasama meclisi bulunuyordu. Kolonileri temsil eden alt meclisin üyeleri mal sahipleri tarafından seçiliyor, Krallığı temsil eden üst meclis üyeleri ise İngiliz Kralı tarafından tayin ediliyordu. Kolonilerde yaşayanlar aynı zamanda mahkemeler kurmuştu ve İngiliz hukuk sistemini uyguluyordu.

1756-1763 yılları arasında İngiltere’nin Avusturya, Fransa ve Rusya ittifakıyla yaptığı savaşlar (Yedi Yıl Savaşları), İngiliz maliyesi üzerinde ciddi bir yük oluşturmuştu. İngiltere malî yükünü gidermek amacıyla yeni vergiler koyması, Amerika’daki kolonilerin tepkisiyle karşılaştı. Koloniler yüksek vergiler ödeyip, karşılığında hiç bir şey alamamaktan rahatsızlardı. Çay ihracatına gelen yüksek ek vergiyle koloniler, 18. yüzyıl ortalarından beri hazır oldukları bağımsızlık mücadelesini hayata geçirdiler. Savaşın başlarında George Washington, Thomas Jefferson tarafından kaleme alınan ve özgürlük isteklerini dile getiren Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi‘ni yayınladı (4 Temmuz 1776). Sonradan 4 Temmuz günü ABD bağımsızlık günü olarak kabul edilmiştir.

Altı yıl süren savaş sonunda, George Washington komutasındaki koloni güçleri tarafından yenilgiye uğratılan İngiltere geri çekilmiş ve 1783 yılında Paris antlaşmasıyla 13 koloninin bağımsızlığını kabul etmiştir. [kaynak belirtilmeli]Bağımsızlıklarını ilan eden koloniler, içişlerinde serbest eyaletlerden oluşan Amerika Birleşik Devletleri’ni kurdular (1787). 1789′da Anayasanın tamamlanıp onaylanmasıyla yeni bir ulus ve Amerikan üst kimliği doğdu.

Amerika Birleşik Devletleri, ülkeyi anayasayla yöneten bir Başkanın seçimle iş başına geldiği ilk modern demokratik cumhuriyettir. Bu manada Fransız Devrimi‘nin de öncüsü olmuştur. Bu sistem 18. yüzyıl dünyasında eşitlik, insan halkları, adil yargılama ve kuvvetler ayrılığı gibi kavramların gündeme gelmesini sağlamıştır.

ABD’nin genişlemesi

ABD doğal kaynaklarının zenginliği, genç ve dinamik bir insan gücüne sahip olması nedeniyle 19. yüzyıl boyunca hızla sanayileşti. Ancak 1861-1865 yılları arasında çıkan Amerikan İç Savaşı ülkeyi parçalanma tehditi altına soktu. Savaş kuzeydeki eyaletlerin başarısıyla sonuçlandı ve ABD tekrar hızlı bir gelişme dönemine girdi. 20. yüzyıl başlarında çıkan I. Dünya Savaşı‘nın İtilaf Devletleri tarafından kazanılmasında önemli bir rol oynadı. II. Dünya Savaşı‘nda da Almanya, İtalya ve Japonya‘ya karşı büyük bir başarı kazanan ABD artık bir süpergüç haline gelmişti.

Bu iki dünya savaşından sonra dünya ülkeleri iki kutuba ayrıldılar. Soğuk Savaş adıyla anılan bu dönemde ABD NATO örgütü çatısı altında Batı Bloğunun liderliğini üstlenirken, Sovyetler Birliği Doğu Bloğu‘nun (Varşova Paktı) lideri durumundaydı. Soğuk Savaş yılları boyunca ABD başta Kore Savaşı ve Vietnam Savaşı olmak üzere birçok savaşlara katıldı. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılışı ardında Soğuk Savaş sona erdi. 1990 yılında Irak‘ın Kuveyt‘i işgal etmesi üzerine çıkan I. Körfez Savaşı‘nda ABD Irak ordusunu yendi. ABD 1995 ve 1999 yıllarında NATO ülkelerinin yardımıyla Bosna Savaşı‘na ve Kosova Savaşı‘na müdahale etti. 2001 yılında New York ve Washington, DC gibi büyük ABD kentleri terör örgütü El Kaide tarafından 11 Eylül 2001 Saldırıları‘na sahne oldu. Bu saldırılara yanıt olarak ABD 2001 yılında Afganistan Savaşı ve 2003 yılında da Irak Savaşı‘nı başlattı. Bu savaşların amacı El Kaide’nin lideri Usame Bin Ladin’in öldürülmesiydi. Savaşlar karşılığını verdi ve 2 Mayıs 2011′de kendi evinde yakalanarak öldürüldü.

İklim

Amerika Birleşik Devletleri’nin iklimi sürekli değişkenlik gösterir. Doğu ve batı kıyılarındaki sıradağlar, okyanusların iç kısımların iklimine tesir etmesini önlediklerinden, bu kıyı şeritleri hariç bütün ülkede karasal iklim hakimdir.|[7] Ülkenin kuzeyinde ise Kanada‘dakine benzer çam ormanları görülebilir.

Orta kısımlar çok yüksek olduğundan, mevsimler arasında pek fazla sıcaklık farkı yoktur. Yaz mevsiminde orta bölgelere alçak basınç hakim olmasına rağmen, okyanustan gelen nemli hava Appalachianlar tarafından engellenmediği için orta bölgeler yaz mevsiminde bol bol yağış alırlar. Batı taraflarında ise yağış daha azdır.

Atlas Okyanusu‘na kıyı olan şeridin güney kısmı nispeten yağışlı ve ılıman olmasına rağmen, kuzeyi daha serin olup kışları pek şiddetli geçer.

Meksika Körfezi‘ne bakan güney kısım açık ve düz olduğundan bu kısımlarda tropikal iklim hakimdir. Burada yazlar sıcak, kışlar ise ılımandır. Her mevsimde bol yağış görülür. Alaska kıyı şeridi, denizden etkilenen bir iklime sahip olmasına rağmen, iç kısımlarında çok şiddetli soğuklar görülür.

Yönetim biçimi

Amerika Birleşik Devletleri 50 eyaletten meydana gelen bir federal birliktir. Ulusal hükûmetin merkezi, District of Columbia’dır. Anayasa, ulusal hükûmetin bünyesinin ana hatlarını tespit eder. Yetkileri ile faaliyetlerini belirtir. Kendine has anayasa ve yetkilere sahip olan her eyalet de öteki işlerden sorumludur. Her eyalet; yönetim bakımından şehir, kasaba, nahiye ve köylere ayrılmıştır. Her eyaletin seçimle gelmiş kendi valileri vardır.

Hükûmet

Amerika’da hükûmet, halk hükûmetidir; halk tarafından kurulur. Kongre üyeleri, başkan, eyalet yetkilileri, kasaba ve şehirleri yönetenler halk tarafından seçilir. Hakimler de, doğrudan doğruya halk tarafından seçilir veya seçilmiş yetkililer tarafından tayin edilir. Kamu görevlileri, görevlerini iyi yapmadıkları veya kanunları ciddi bir şekilde ihlal ettiklerinde görevden uzaklaştırılabilirler.

Anayasa, kişilerin hak ve hürriyetlerini teminat altına almaktadır. Bu hak ve hürriyetler, 1791 de anayasaya eklenen ve İnsan Hakları Beyannamesi adı verilen ilk on değişiklikte belirtilmektedir.

Anayasa, hükûmetin yetkilerini üçe ayırmıştır: Başında başkan olan yürütme, Senato ve Temsilciler Meclisi olmak üzere kongrenin her iki kanadını ihtiva eden yasama ve başta yüksek mahkeme olmak üzere yargı. Anayasa, her birinin yetkisini sınırlamakta ve birinin gereğinden fazla yetki sahibi olmasını engellemektedir.

Eyalet hükûmetlerinde de, sistem, federal hükûmet sisteminin hemen hemen aynısıdır.Genelde ülke yönetiminde hep Cumhuriyetçiler üstündür.1993-2001 yılları arasında Demokratlar hem Temsilciler meclisinde hem de Beyaz Sarayda üstünlük kurdular.2001 ve 2004 seçimlerinde kazanan cumhuriyetçiler oldu. 2004 Seçimlerinde sonuçlar şöyleydi; Cumhuriyetçiler: 232,Demokratlar: 202, Bağımsız: 1. 2006 Seçimlerinde ise çoğunluk Demokratlardaydı; Demokratlarlar: 232,Cumhuriyetçiler: 202. T.Meclisi başkanlığına Demokrat Nancy Pelosi seçildi.

Her eyalette yürütme kuvvetinin başında bir vali vardır. Eyalet hükûmetleri düzeni koruma, çocuk ve gençlerin eğitimi, yol inşaatı gibi işlere bakar. Federal hükûmet, milli ve milletlerarası ve birden fazla eyaleti ilgilendiren meselelerle uğraşır. Vatandaşların günlük hayatını etkileyen kanunlar, şehir ve kasabalardaki polis teşkilatı tarafından uygulanır. FBI diye bilinen Federal Soruşturma Bürosu; eyalet sınırlarını geçen suçluları, federal kanunlara aykırı hareket edenleri araştırır ve takip eder.[kaynak belirtilmeli]

Federal Hükûmet

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, genel seçimle dört yıllık bir süre için seçilir. Seçilen Başkan, sürenin sonunda bir devre daha seçilebilir. Başkanın Amerika da doğmuş ve yaşının en az otuz beş olması gerekir. Yılda 200.000 dolar üzerinde maaş ve ilaveten masrafları için de 50.000 dolar alır; fakat bunların toplamı üzerinden gelir vergisi öder. Ayrıca seyahat ve misafir ağırlama masrafı olarak vergiye tabi olmayan 100.000 dolar alır.[kaynak belirtilmeli]

Başkan, kongre tarafından onaylanmış bir kanun tasarısını veto eder veya bunu imzalamayı reddederse; kongrenin her iki kanadı tarafından üçte iki oyla alınan bir karar bu vetoyu hükümsüz kılar ve tasarı kanunlaşır. Başkan; federal hakimleri, büyükelçileri, yüzlerce hükûmet yetkilisini tayin eder. Başkanın ölümü, istifa etmesi veya kalıcı olarak sakatlanması halinde görevi seçime kadar başkan yardımcısı yürütür.[kaynak belirtilmeli]

Birleşik Amerika Anayasası uyarınca, görev süresi tamamlanmamış bir Başkan, ancak görevi kötüye kullandığı iddiasının, yeterli delile dayanılarak, Temsilciler Meclisinde üyelerin üçte iki çoğunluğunun tasdik etmesi ile görevden alınabilir. Bugüne kadar yalnız bir Amerikan Başkanı görevi kötüye kullanmakla suçlanmıştır. O da 1868 de muhakeme edilerek beraat eden Andrew Jackson dır. Ancak 1974′te başkan Richard Nixon dahil, yüksek makamda birçok yetkilinin karıştığı seçim kampanyasında kanun dışı para toplama olayı mahkemeye intikal etti. Watergate olarak adlandırılan bu olayda Nixon, mahkemeye çıkmadan istifa etti ve yerine Gerald Ford geçti.

Yasama kolu olan Kongre; Senato ve Temsilciler Meclisi‘nden meydana gelir. Senatörler 6 yıl, Temsilciler Meclisi üyeleri ise iki yıl için seçilirler. Senatör ve Temsilciler aday olmak istedikleri sürece tekrar seçilebilirler.

Elli eyaletin her biri, Kongre ye iki senatör gönderir. Senatonun üçte biri, her iki yılda bir seçilir. Senatör seçilmek için adayın otuz yaşını doldurması ve seçilmesinden en az dokuz yıl önce Amerikan vatandaşı olmuş bulunması şarttır.

Temsilciler Meclisinin 435 üyesi vardır. Her eyalet, kendi nüfus oranına göre belli sayıda üyeye sahiptir. Eyaletler aşağı-yukarı eşit nüfuslu seçim bölgelerine ayrılır ve her bölgenin seçmenleri Kongre ye bir temsilci üye seçerler. Bir üyenin en az yirmi beş yaşında ve en az yedi yıllık Amerikan vatandaşı olması gerekir.

Bir tasarının kanun olabilmesi için hem Senato hem de Temsilciler Meclisi tarafından tasdik edilmesi gerekir.

Dış ilişkiler

Ülkenin kuruluşundan beri dış siyasetin yönetiminde başlıca söz sahibi Başkan olmuştur. Bununla birlikte, yetkileri sınırsız değildir. Giriştiği taahhütlerin Kongre tarafından tasdik edilmesi gerekir.

Amerika, Birleşmiş Milletler’in Anayasası uyarınca kurulan Kuzey Atlantik Anlaşması Teşkilatı (NATO), Amerika Devletleri Teşkilatı (OAS) gibi bölge savunma gruplarına ve barış ile gelişmeyi destekleyen diğer kuruluşlara da katılmıştır.

Demografi

Amerika Birleşik Devletleri nüfusu, ABD Sayım Bürosu’na göre 11,5 milyon kaçak göçmen de dahil olmak üzere 306,719,000 kişidir (2005). Nüfus artışı AB’ye göre daha fazladır. ABD’nin nüfus artış oranı %0,89, AB’nin ise %0,16′dır. Bu rakamlar dünya ortalamasına göre daha düşüktür.

ABD, dünyada Çin ve Hindistan’dan sonra en büyük 3. nüfusa sahiptir. [8]

Göçler

ABD bir göçmenler ülkesidir. Göçmenler tarafından kurulmuş ve gelişmiştir. Hâlâ dünyanın en çok göç alan ülkesidir. Amerika Birleşik Devletleri’nin 4 Temmuz 1776′deki bağımsızlığından hemen önce nufus yaklaşık 2.5 milyon kadardı. (%95 beyaz Avrupa, %5 siyahi Afrika) Bu beyaz nüfusta en büyük pay İngilizlerin, sonra Almanların ve 3. olarak İskandinav ülkelerinindi (İsveç, Norveç, Danimarka). Bu milletler ilk 3 grubu oluşturmaktaydılar.(Dini olarak %98 Protestan, %2 Katolik) 1620-1770 yılları arasında bu ilk gelenler karşılıklı evlilikler ve din birliği sayesinde bugün Beyaz Amerikalı dediğimiz (WASP- White,AngloSaxon,protestan) siyasette ve iş dünyasında hakim konumda olan Amerikan ulusunun ana çekirdeğini oluşturdular.2008 yılına kadar seçilen bütün ABD başkanları bu gruba dahildir.[9]

Günümüz ABD’sinde yaşayan siyahiler (Afroamerikanlar)in çoğu Amerika’ya getirilen kölelerin soyundandır.

1870-1920 yılları arası 2.göç dalgasının oluştuğu yıllardır. Bu yıllarda yukarıda adı geçen devletlerden göçler devam etmektedir, fakat yoğunluk Katolik ve Ortodoks Avrupalılara (İtalyanlar, Yunanlılar, Gürcüler, Ermeniler, Ruslar, Lehler, Avusturya-Macaristan, Sırplar) ve İrlandalılara kaymıştır. 1880 yıllında nufus 60 milyona yaklaşmıştır. (1950′de %86 beyaz Avrupa, %9 siyahi Afrika, %3 Hispanik ( Latin Amerikalı ), dini olarak ise %74 Protestan, %20 Katolik, %3 Musevi, %2 Ortodoks, %1 Budist) ABD’nin nüfusu 1935′te 100 milyon,1970′de 200 milyon,2005′de 300 milyona ulaşmıştır.

3. göç dalgası 1970′lerin sonunda başlamıştır ve halen sürmektedir. Bu göç dalgası daha çok çeşitlilik göstermektedir. Asya’dan, Ortadoğu’dan, eski komünist ülkelerden, Latin ülkelerinden özelikle Meksika ve Karayipler’den gelen yoğun Hispanik-Latin Amerika göçüdür(yılda yaklaşık 800.000 ile 1.5 milyon arası).

2006 sayımına göre nüfusu 1 milyon ya da üzerinde olan 32 tane grup vardır.2010 sayımına göre nüfusun çoğunluğu (%63.7) beyaz ve Avrupalı, %16.4′i Hispanik-Latin Amerikalıdır. Nüfusun %12.2′si siyahi Afrika, %4.7 ‘i Asya kökenli,%0.7′si Amerikan yerlisi %0.2′si pasifik adaları yerlisi,%1.9′u melez,%0.2′si bazı diğer ırklar.

Diller

Diller(2007)
İngilizce 225.5 milyon
İspanyolca 34.5 milyon
Çince 2.5 milyon
Fransızca 2.0 milyon
Tagalogca 1.5 milyon
Vietnamca 1.2 milyon
Almanca 1.1 milyon
Korece 1.1 milyon

Birleşik Devletler’in resmî dili yoktur. Ancak ülkede en çok kullanılan dil İngilizcedir. İspanyolca’nın kullanımı ise Meksika ve Küba’dan gelen göçmenler nedeniyle son yıllarda belli kollarda arttı. Louisiana eyaletinde ise Fransızca kullanılır çünkü Fransız sömürgeleri burada kurulmuştur.

Din

ABD İnançları
İnanç Yüzde
Hıristiyanlık 73%
Herhangi bir dini olmayan 19.6%
Yahudilik 1.7%
Budizm 0.7%
İslam 0.6%
Hinduizm 0.4%
Diğer 2.1%

Din olarak ise, ABD’de toplam; %48 protestan, %22 katolik, %19.6 ateist ya da hiçbir dine bağlı olmayan, %1 ortodoks, %1.7 Musevi, %1.2 diğer inançlar, %0.7 Budist, %0.6 Müslüman, %0.4 Hindu yaşar.[10][11]

Birleşik Devletler yönetimindeki topraklar

  • Karayip Denizi‘nde 9000 kilometrekarelik bir ada olan Porto Riko, Amerika Birleşik Devletleri’ne bağlıdır. 3.410.000 nüfusu Amerika Birleşik Devletleri vatandaşıdır. Valilerini ve yasama meclislerini kendileri seçerler. [kaynak belirtilmeli]

Yine Karayip Denizi’ndeki Virgin Adaları 1917 yılında Danimarka‘dan satın alınmıştır. Adanın yüz bin nüfusu Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olup, valilerini ve tek yasama organı olan senatoyu kendileri seçerler. Virgin Adaları’nda 346 kilometrekare yer tutan elli küçük ada vardır.

tarafından

Ali

Ali

 

Ali

İran‘dan 19. yüzyıl‘a ait temsili bir Ali çizimi
Yiğitlerin Şahı
(Şah-ı Merdan)
Hükümdarlık 656–661
Tam İsmi Ali bin Ebu Talib
Başlıklar Ebu Hasan (“Hasan’ın Babası”)
Ebu Turab (“Toprağın Babası”)
Murtaza (“Seçilmiş”)
Esedullah (“Allah’ın Aslanı”)
Kuran-ı Natık (“Konuşan Kuran”)
Haydar (Aslan)[1]
Şâh-ı Velâyet (Evliyâlık Şâhı)
Şâh-ı Merdân (Mertlerin Şahı)
Doğumu 23 Ekim 598,[2] 17 Mart 599 veya 17 Mart 600[1]
Mekke
Ölümü 28 Ocak 661 (62 yaşında)
Kufe[1]
Selef Osman bin Affan
(Dördüncü Sünni Halife’si)
Muhammed
(Birinci Şii İmam’ı)
Halef Hasan[3]
Eş(leri) Fatıma bint Muhammed[1]
Evlat(ları) Hasan
Hüseyin
(Bakınız:Ali )
Hanedan Ehli Beyt, Kureyş, Haşimi
Baba Ebu Talib
Anne Fatıma bint Esed

Ali bin Ebu Talib (Arapça: علي بن أﺑﻲ طالب‎, 599 – 661[4]), İslam dininin peygamberi Muhammed‘in yanında büyümüştür. Aynı zamanda Muhammed‘in amcasının oğlu ve damadıdır. Ehli Beyt‘ten kabul edilir. Aynı zamanda İslam Devleti‘ni 656661 yılları arasında yönetmiş olan dördüncü sıradaki İslâm halifesidir.

Ali İslamda tarihsel kişiliği yanında, kendisine mitolojik özellikler de atfedilerek yüceltilen bir kişidir.[5]

Konu başlıkları

Doğumu ve isim verilmesi

Muhammed (sağ) ve Ali (sol) ismi tek bir kelimede yazılmış.

Ali
Allah’ın Arslanı – (Esedullah)

Rashidun Caliph

Mekke‘de, 30. Fil Yılı‘nın 13. ya da Recep ayının 13. günü, bir başka görüşe göre de Zilhicce ayının yedinci günü, Kabe’nin içinde dünyaya geldi (M.S. 599). Annesi Fatıma Ali’yi doğurmak üzere iken Kâbe duvarına dayandı. Bu esnada duvarın yarıldığına ve bir sesin içeri gelmesini söylediğine inanılır.[6] Dördüncü gün dışarı çıktığında Fatıma‘nın kucağında bir erkek çocuğu vardır. Ebu Talib ve ailesine müjde verilir, Muhammed herkesten önce gelerek bebeği kucağına alır ve Ebu Talib‘in evine kadar kucağında taşır (o sıralarda Muhammed eşi Hatice bint Hüveylid ile birlikte amcasının evinde kalmaktadır[7] ve evliliğinin henüz ikinci ya da üçüncü yılındadır [8]).

Ali’nin ismini kimin verdiği konusunda iki farklı görüş vardır; birincisi Ebu Talib‘e bu ismin ilham olduğu[9], daha çok kabul gören ikincisi ise bebeğe bu ismi Muhammed’in verdiğidir.[1][10]

Annesi, babası

Ali’nin annesi, Muhammed’in dedesi olan Abdülmuttalib‘in (Şeybe bin Haşim) kardeşi olan Esed bin Haşim‘in kızıdır. Abdülmuttalib öldüğünde, Muhammed’e annelik eden onu koruyup kollayan ve İslam Peygamberi’nin ilk eşi Hatice bint Hüveylid‘in ardından Müslüman olan ikinci kadındır.

Ali’nin babası, Kureyş‘in liderliğini babası Abdülmuttalib‘den (Şeybe bin Haşim) devralan Ebu Talib idi. Ebu Talib, dedesinin ölümü sonrası kimsesiz kalan Muhammed’i himayesine aldı ve ölümüne dek (43 yıl boyunca) himayesini sürdürdü. Muhammed peygamberliğini ilan ettiğinde ise Kureyş, Ebu Talib’in ölümüne değin, kendisinden çekinmiş ve Muhammed’e zarar vermeye cesaret edememişlerdir.[11]

Çocukluğu

Ali’nin çocukluk dönemi, İslâm peygamberinin çocukluk döneminin geçtiği evde geçmiştir. Her ikisi de Ebu Talib‘i bir baba ve yönetici olarak tanıyorlardı; Fatıma bint Esed‘e de anne diyorlardı. Bu ortamın, onun yetişmesinde çok önemli bir yeri olmuştur. Ali’nin çocukluğunda bir kuraklık Mekke’yi sarmıştı. Muhammed, amcasının birer çocuğunu kendi yanlarına alarak onun ekonomik sıkıntısını hafifletmek istediğini bir diğer amcası Abbas’a bildirdi. Abbas Cafer’i, Muhammed’se Ali’yi büyütmek üzere yanlarına aldılar.[12] Ali, hutbelerinin, sözlerinin ve emirlerinin toplandığı kitabı olan Nechül Belağa‘da o günleri şöyle anlatır:

“Çocuktum henüz, o beni bağrına basar, yatağına alırdı, beni koklardı, lokmayı çiğner, ağzıma verir yedirirdi… Ben de her an, devenin yavrusu, nasıl anasının ardından giderse, onun ardından giderdim; o her gün bana huylarından birini öğretir ve ona uymamı buyururdu. Her yıl Hira Dağı’na çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu ben görürdüm, başkası görmezdi.” [13]

Yine dönemin bir başka kaydına göre, Muhammed, Ali’yi omzuna alır Mekke’nin dağlarında, vadilerinde ve sokaklarında dolaştırırmış.[14]

Gençlik yılları ve Müslüman oluşu

Şii ve Alevi inançlarına göre Ali, Müslümanlar arasında ilk iman getiren, ‘Kâbe’de dünyaya gelen tek insan’dır. Sünni inancına göre ise, Muhammed’in eşi Hatice‘den sonra iman etmiş olup, ikinci müslümandır.

Hicret – Medine dönemi

Mekke‘lilerin İslâm peygamberini katletme kararı aldıkları hicret gecesinde Ali, canı pahasına, peygamberin yatağında yatmıştır. Birçok tefsircinin görüşüne göre Allah bu fedakârlığı takdir ederek şu ayeti nazil etmiştir:

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını arayıp kazanmak amacıyla canını satar.” (Bakara/207)

Muhammed bu sayede gizlice evden ayrılarak emniyet içerisinde Medine‘ye doğru yola koyulabilmiştir. İslâm peygamberinin emniyete kavuşmasından sonra da emri üzerine, Muhammed’e emanet olan çeşitli malları sahiplerine iade ederek annesini, Muhammed’in kızı Fatma‘yı ve başka iki kadını da yanına alarak Medine’ye doğru hareket etmiştir.

Ali Medine’de devamlı Muhammed ile birlikteydi. Müslümanlar arasında kardeşlik akdi okuttuğunda Muhammed Ali’yi kendisine kardeşliğe layık gördü. Kızı Fatıma‘yı zevce olarak ona münasip gördü. Bir yıl sonra da ilk çocuğu olan Hasan dünyaya geldi.

İfk olayındaki tutumu

Ana madde: İfk Olayı

İfk Olayı, Aişe‘nin 15 yaşında iken, bir sefer dönüşü esnasında kocası Muhammed‘i genç bir Müslüman askerle aldattığı iddiasıdır. İddianın Müslümanlar arasında yayıldığında aldığı tutum nedeniyle Aişe’nin Ali’ye darıldığı, bu nedenle Ali’nin hilafetini desteklemediği düşünülür.[15]

Evlilikleri ve çocukları

Ali eşlerinden ve cariyelerinden olma 14 erkek çocuk, 18 kız çocuk sahibiydi. Fakat nesli, Hasan, Hüseyin, Muhammed (İbn-i Hanefiyye), Abbas ve Ömer adındaki oğullarından türemiştir. Oğullarından çoğu Hicretin 60. Yılında Kerbela Savaşı‘nda hayatını kaybetmiştir.[16]

Ali’nin ilk eşi İslam peygamberi Muhammed’in kızı Fatıma’dır. Ali Fatıma vefat edene kadar başkasıyla evlenmemiştir. Fatıma’dan 5 çocuğu olmuştur; isimleri şunlardır: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü Gülsüm, Rukiyye ve Muhsin. Muhsin, henüz Fatıma‘ın karnındayken, vefat etmiştir.

Ali Âmir b. Kilâb Kabilesinden Ümmü’l-Benin bint-i Hizam ile evlenmiştir. Bu hanımından Abbas, Cafer, Abdullah ve Osman adlarında dört çocuğu olmuş­tur.

Temim Kabilesin­den Leyla bint-i Mes’ud ile evlenmiştir. Bu hanımından iki çocuğu olmuş­tur: Abdullah ve Ebû Bekir.

Has’amî Kabilesinden Esma bint-i Umeys. Bu hanımından, Yahya ve Muhammedul-Asgar (Küçük Muhammed) dünyaya gelmiştir.

İslam peygamberinin damadı Ebû’1-As b. Rebi’nin kızı Ümâme de, Ali’nin hanımlarından birisidir. Muhammedu’l-Evsat da (Ortanca Muhammed/Hilal ibn Ali) bu hanım­dan olmuştur.

Havle bint-i Cafer el-Hanefiyye isimli eşinden “İbn-i Hanefiyye” diye bilinen Muhammed isimli oğlu dünyaya gelmiştir.

Urve b. Mes’ud es-Sekafi’nin kızı Ümmü Said. Ali’nin bu hanımından ÜmmüT-Hüseyin ve Büyük Remle adlı kızları olmuştur.

Kişisel özellikleri

Muhammed, Medine‘ye Hicret‘i emrettiğinde, Ali’yi Mekke‘lilerin emanetlerini dağıtması ve yatağına yatarak müşrikleri kandırması için Mekke‘de bıraktı. Ali görevini tamamlayıp Muhammed’den kısa bir süre sonra Medine‘ye ulaştı. Medine‘de Muhammed, Allah‘ın onu Fatıma‘ya layık gördüğünü bildirdi ve ikisini evlendirdi.[1] Ali, Muhammed komutasındaki İslam Devleti‘nde son derece aktif roller aldı; neredeyse tüm savaşlara katıldı, ordu komutanlığı, tebliğ elçiliği gibi görevleri icra etti. Üçüncü halife Osman bin Affan‘ın bir suikast sonucu ölmesiyle, halife seçilerek İslam Devleti‘nin başına geçti[17][18]. Yönetimi sırasında Müslümanlar arasındaki ilk iç savaş (İlk Fitne) patlak verdi. Kûfe‘de bir mescitte ibadet ederken Hariciler‘den Abdurrahman İbn-i Mülcem tarafından hançerli saldırıya uğradı ve birkaç gün sonra öldü.[19] Kûfe yakınlarında toprağa verildi.[19]

İlk dönem İslam kaynaklarının birçoğunda, Ali Kâbe‘nin içinde doğan ilk ve tek insan olarak kaydedilir.[20] Ali’nin babası yerel bir kabilenin şefi olan[19] Ebu Talib, annesi Fatıma bint Esed‘dir, bununla birlikte Ali, Muhammed’in evinde ve onun gözetiminde büyümüştür. Muhammed, peygamberliğini ilan edip İslamiyet‘e davet etmeye başladığında, Ali bu daveti kabul eden Şia’ya göre ilk, Sünnilere göre (Hatice‘nin ardından) ikinci insandır.[4][21][22][23]

Ali, İslam Dünya’sının hemen her yerinde, imanı, adaleti, ülke yönetimi, dürüstlüğü, savaşçılığı, cesareti ve ilmi ile anılır. İslam tarikatlarının çoğu, kökenleri olarak Ali’yi gösterirler ve onun soyundan geldiklerini iddia ederler. Ali İslam tarihinde üzerinde en çok tartışılan şahsiyetlerden biridir.[kaynak belirtilmeli]

İlmi

Sünni ve Şii kaynaklarda Ali bin Ebu Talib’in ilmi üstünlüğünden sıkça bahsedilir. Muhammed onu ilim şehrinin kapısı; insanların en bilgini; ahkâm ilminin en âlimi ve ümmete Ehli Beyt‘i açıklayan kimse olarak nitelemiştir.[kaynak belirtilmeli] Ali Kuran’ın tüm ayetlerini, ne zaman yazıldıklarını ve hangi olayla bağdaştırıldığını ezbere bilmekteydi.[kaynak belirtilmeli] Bunda çocukluğunun Muhammed’in yanında geçmesinin büyük rolü vardır. Kendisinin şöyle dediğine inanılır: “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.[kaynak belirtilmeli]

Hakkında söylenen hadisler

Hadisler islamda bir rivayet zinciri ile Muhammed‘e atfedilen ve O’nun söylediğine inanılan, aidiyetleri tartışmalı olan sözlerdir.(bkn. Hadis)

“Ben hikmetin şehriyim, Ali ise kapısıdır.”[24]: -”Ali’yi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğzeder” [Nesai]

-”Ali’yi sevmek ateşin odunu yaktığı gibi Müslümanların günahını yok eder” [İ. Asakir]

-”Ali’ye düşman olanın düşmanı Allah’tır” [Ramuz]

-”İlim on kısım. Dokuzu Ali’de biri diğer halktadır. O bu biri de onlardan iyi bilir” [Ebu Nuaym]

-”Ali’yi seven beni sevmiştir. Ona düşmanlık bana düşmanlıktır. Onu inciten beni incitmiştir. Beni inciten de Allahü teâlâyı incitmiş olur” [Taberani]

-”İmanın birinci alameti Ali’yi sevmektir” [M. Ç. Güzin]

-”Ben kimin dostu isem Ali’de onun dostudur” [25]

-”Ya Ali! Hayatın benimle, ölümün benimledir” [26]

-”Ali dünyada ve ahrette kardeşimdir.”[27]

-”Her kim Ali’ye eziyet ederse bana eziyet etmiş olur” [28]

-Muhammed Ali için şöyle demiştir: “Senin bana oranla yerin, Harun’un Musa’ya oranla yeri gibidir. Sadece benden sonra peygamber yoktur.”

-Cennet üç kimseye âşıktır: Ali b. Ebi Talib, Ammar b. Yâsir, Selmân-ı Farisî. [29]

-Biz Abdulmuttalib’in çocukları, cennetin efendileriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi…”(İbn Mace ).

Savaşçılığı

Ali’yi Allah’ın aslanı olarak resmeden bir hat.

Ali, Muhammed’in katıldığı tüm savaşlarda sancaktar olarak bulundu. Sadece Tebük seferi‘ne Muhammed’in emri ile Medine’de kaldığı için katılmamıştır.

Bedir savaşında

Ana madde: Bedir Savaşı

Ali, Bedir savaşında karşı ordudan yirmi bir kişiyi öldürdü. Öldürdüğü kişiler arasında Muaviye‘nin dedesi Utbe, dayısı Velid ve kardeşi Hanzele de vardı. Uhud savaşında ise Kureyş’in meşhur savaşçılarından dokuz kişiyle çarpıştı ve muvaffak oldu. Ali hakkında efsanevi anlatımlar bulunur. Bu anlatımlardan birisi de Ali’nin bu savaşta bedeninden yetmiş yara [kaynak belirtilmeli] almasına rağmen son ana kadar peygamberin yanında savaştığı ve Cebrail’in, Ali’nin bu fedakarlığını görünce birkaç defa: Zülfikar‘dan başka kılıç, Ali’den başka da yiğit yoktur” dediği rivayetidir.

Alevîlik’te ve Şiîlik‘te önemli bir yere sahip olan Zülfikar isimli kılıcın temsîlî bir resmi.

Hendek savaşında

Ana madde: Hendek Savaşı

Hendek Savaşı‘nda, Araplar’ın ünlü savaş kahramanı Amr bin Abduved‘in hendeği atıyla aşması üzerine çarpıştılar. Amr’a göre daha zayıf görünümlü olmasına ve Amr’ın küçümsemesine rağmen Ali galip geldi. Amr’ın, Ali tarafından yenilmesi Medine’yi kuşatan ve bu kuşatmayı destekleyenler arasında üzüntü ve ümitsizlik meydana getirdi. Hendek Savaşı‘nın sonucunda Ali’nin bu başarısının önemli bir yeri olduğuna inanılır.

Hayber savaşında

Ana madde: Hayber Savaşı

Hayber Savaşı’nda, ilk iki taarruzu yönetenler (Ebu Bekir ve Ömer) bir başarı sağlayamayınca peygamberin sancağı Ali’ye verdiği, Ali bin Ebu Talib’in o gün galip gelinmesinde büyük rol oynadığı rivayet edilir.

Bu savaşta Alinin Hayber kalesinin kapısını eli ile yıktığı ve bu kapıyı kendisi için kalkan olarak kullandığı söylenir. Hayber kalesinin alınmasıyla Şam Suriye ticaret yolunun güvenliği sağlanmış oldu.

Muhammed’in ölümü, halifelik ve miras sorunları

Ali, Muhammed vefat ettiğinde 33 yaşındaydı. Peygamberin damadı ve amcaoğlu olması hasebiyle en yakın akrabası konumunda olduğundan defin hazırlıklarıyla ilgilendi. Bu sırada Ebu Bekir ve Ömer Devlet işleriyle ilgileniyordu. İslam kurallarına göre naaşın defin öncesi yıkanması ve kefenlenmesi işlemlerini bizzat kendisi yaptı.

Sünnilere göre Cennetle Müjdelenen On Sahabe‘den biri, Dört Büyük Halife‘den sonuncusu; Şiîlere göre ise Ondört Masum‘dan biri, Oniki İmam‘ın ilki ve Muhammed’in hak halefidir. İslam’daki ŞiîSünni ayrımı Ali’nin halifeliği mevzuuna dayanır.[19][30] Sünniler Muhammed’in bir halef bırakmadığını (dolayısıyla Müslümanların seçimi ile halifenin tayin olunduğunu söylerlerken), Şiîler ise Ali’yi halef bıraktığını söylerler ve ilk üç halifeyi kabul etmezler.

632 yılında Muhammed’in vefatından sonra Müslüman toplumunun başına kimin geçeceği kaygısı baş gösterdi. Müslümanların bir kısmı ilk olarak Ebu Bekir‘in halifeliğini kabul ettiler. Ebu Bekir’den sonra sırasıyla Ömer bin El-Hattab, Osman bin Affan ve Ali bin Ebu Talib’in halifeliğini kabul ettiler. Bununla beraber bir kısım müslümanlar peygamberin amcaoğlu ve damadı olan, çocukluğundan itibaren peygamberin evinde büyümüş ve onu korumak için kendi hayatını tehlikeye atmış olan Ali’nin ilk halifelik için daha doğru bir seçim olduğunu düşünüyorlardı. Muhammed’in, Gadir Hum denilen yerde kendisinden sonra Ali’nin başa geçmesi gerektiğini bizzat söylediği rivayet edilir.[31]. İslâm peygamberi Ali’ye hitaben şöyle demiştir:

“Sen bana oranla Harun‘un Musa‘ya oranla sahip olduğu mevkiye sahipsin; ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir.”

Harun, Musa peygamberin kardeşidir ve kendisine vahiy gelmeyen peygamberlerdendir. Musa ibadet için 40 günlüğüne Sina Dağı’na çekildiğinde, kardeşi Harun’u İsrailoğulları‘nın başında bırakmıştır (Araf Suresi, 142. ayet). Bu nedenle İslam peygamberinin bu sözü de Şiilerce Ali’nin hilafet için en uygun ve hak sahibi kişi olduğuna yorulur.

Muhammed’in dul eşlerinin yanı sıra Ali ve Fatıma‘nın da Ebu Bekir‘in hilafetinden hoşnutsuz olmalarının bir başka nedeni daha vardı.[32] Muhammed vefat ettiğinde geride önemli miktarda arazi ve mal varlığı bıraktı. Bunların en meşhuru tartışmaların da odağında olan Fedek Arazisi‘dir. Ebu Bekir‘e göre bu mal ve araziler peygamber tarafından halkın yararına idare ediliyordu ve dolayısıyla devlete ait kamu mallarıydı. Ali ise veraset ile ilgili vahiylerin Muhammed’in mirasını da kapsadığını iddia ederek bu duruma karşı çıkıyordu.

Eşi Fatıma’nın ölümünden sonra Ali Fatıma’nın peygamberin mirasından payını almak için tekrar başvurdu ancak başvurusu aynı nedenlerle bir kez daha reddedildi. Bununla birlikte Ebu Bekir‘den halifeliği devralan Ömer, Medine‘deki arazileri Muhammed’in kabilesi Haşimoğulları adına Ali ve Abbas’a verdi; Hayber ve Fedek Arazisi‘ni ise devlet malı saydı.[33] Şii kaynaklarına göre bu durum, Muhammed’in soyundan olanlara (Ehl-i Beyt), baskıcı halifeler tarafından yapılan haksızlıkların bir başka örneğidir.[34]

Halifelik dönemi

Müslümanların bir kısmı Ali’nin, kendinden önceki halifeleri kabul ettiğine inanırlar. Bununla beraber kendi halifeliğine kadar hiçbir savaşa katılmayışı diğerlerini halife olarak kabul etmediğine yorulur. Üçüncü Halife Osman asiler tarafından öldürülünce halk Ali’ye biat ederek onu hilafete seçti. Osman taraftarlarının bir kısmı onun katilini bulana kadar Ali’yi halife olarak kabul etmeyeceklerini söylediler ve Müslüman toplumu ilk kez iç savaşa sürüklendi. İslam Devleti Ali ve Muaviye önderliğinde ikiye bölündü. Müslüman toplumunu ilk kez iç savaşa sürükleyen bu duruma İslam literatüründe “İlk Fitne” denir.

Ali, 4 yıl 9 ay süren hilafet‘i müddetinde peygamberin siretine uyup, hilafet’e inkılâp ve kıyam ruhu verdi. Toplumda çeşitli ıslahlara başvurdu.

Cemel Savaşı

Ana madde: Cemel Vakası

Ali bin Ebu Talib, İslam Devleti‘nde çıkan karışıklıkları yatıştırmak için Basra yakınlarında ittifak kuran peygamberin dul eşi Ayşe, Talha ve Zübeyr gibi İslamiyetin tanınmış simaları ile savaştı. Ali’nin zaferi ile sonuçlanan savaşta Talha ve Zübeyr öldürüldü.

Bu olay Ayşe’nin devesinin etrafında gerçekleştiği için Arapça cemel (deve) kelimesine atfen Cemel Vakası olarak bilinir.

Sıffin Savaşı

Ana madde: Sıffin Savaşı

Irak ve Şam sınırlarında Muaviye ile savaştı. Sıffin Savaşı olarak bilinen muharebeler 3 ay devam etti. Taraflar yenişemeyince hakem heyetine başvuruldu. Hakem olayından da net bir sonuç çıkmadı. Ali’nin hakeme başvurması, Müslüman toplumunda halife olarak otoritesini sarstı.

Nehrevan Savaşı

Ana madde: Nehrevan Savaşı

Ali’nin ordusu tarafından Haricilerin büyük kısmı öldürüldü.

Alinin ölümü

Nehrevan Savaşı‘nda rakiplerini ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaştan sonra, Hariciler‘den üç kişi Mekke’de Müslümanların siyasi durumları hakkında bazı müzakereler yaptıktan sonra Ali’yi öldürmeyi kararlaştırdılar. Bu üç kişiden Abdurrahman bin Mulcem, Ali’yi öldürmeyi üstlendi ve Kufe’ye hareket etti. Kufe’de bir camide ibadet ederken[19] Haricilerden Abdurrahman bin Mulcem’in zehirli bir kılıç darbesi ile yaralandı. Bu saldırının amacı Nahrevan yenilgisinin intikamını almaktı.[19]

Halife Ali bin Ebu Talib, Abdurrahman bin Mulcem’in kılıç darbesinden sonra şöyle dedi: Kâbe’nin Rabbine andolsun ki, kurtuluşa erdim”! İki gün evinde yattıktan sonra, hicretin 40. yılı Ramazan ayının 21. günü vefat etti (M.S. 661). Defnedildiği yeri uzun bir süre yalnızca en yakınları bilmiş, yaklaşık bir asır sonra Cafer-i Sadık mezarının Necef‘te olduğunu bildirmiştir.

Ali vefat edince İslam Devleti ve hilafet, 20 yıllığına, uzun yıllar savaştığı Muaviye‘nin eline geçti.

Ayrıca bakınız

Konuyla ilgili diğer Wikimedia sayfaları :

Vikisöz‘de Ali ile ilgili özlü sözler bulunmaktadır.

Kaynakça

Dipnotlar

  1. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; Britannica isimli refler için metin temin edilmemiş (Bkz: Kaynak gösterme)
  2. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; Khashayar isimli refler için metin temin edilmemiş (Bkz: Kaynak gösterme)
  3. ^ Madelung (1997), p. 311
  4. ^ a b “Alī ibn Abu Talib”. Encyclopædia Iranica. 2007-11-07 tarihinde özgün kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2010-12-16.
  5. ^ http://www.emav.org/tr/mevlana-celaleddin-rumi?start=5
  6. ^ Bihar’ul- Envar, c.35, s.8. Keşf’ul Ğumme, s.19
  7. ^ Hidayet Önderleri. 2006. S.64
  8. ^ Ashraf (2005), p. 6-7.
  9. ^ Bihar’ul- Envar, C.35, S.18
  10. ^ See:
  11. ^ Tabakat, İbn Sad, 1/75
  12. ^ -İbni Esir, El-Kamilü Fi’t-Tarih, Beyrut, Dar-ı Sadır, 1399 H. C2, S58 -İbni Hişam, Abtülmelik, Es-Siyretü’n-Nebeviyye, Kahire, 1355 H. C1, s262 -Taberi Muhammed b. Carir, Tarihü’l-Ümemi ve’l-Müluk, Beyrut Darü’l-Kamus-ül-Hadis C2, s 213 -İbni Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehcü’l-Belağa 1. Baskı, Kahire, 1378 H. C 13, S 119
  13. ^ Nechül Belaga Subhi Salih, 192. Hutbe
  14. ^ Zemahşeri, Hilyetül Ebrar, C.1 S.232
  15. ^ Sarıçam, İbrahim. Emevi-Haşimi İlişkileri, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1997
  16. ^ Ali, Dört Halife Dönemi, Doç. Dr. Murat Sarıcık
  17. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; Ashraf_.282005.29.2C_pp._119-120 isimli refler için metin temin edilmemiş (Bkz: Kaynak gösterme)
  18. ^ Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi; Madelung_.281997.29.2C_pp._141-145 isimli refler için metin temin edilmemiş (Bkz: Kaynak gösterme)
  19. ^ a b c d e fAli.” Encyclopædia Britannica. Encyclopædia Britannica Online. Encyclopædia Britannica Inc.
  20. ^ Encyclopaedia of the Holy Prophet and Companions
  21. ^ Tabatabaei 1979, sayfa 191
  22. ^ Ashraf 2005, sayfa 14
  23. ^ Diana, Steigerwald. “Ali ibn Abi Talib”. Encyclopaedia of Islam and the Muslim world; vol.1. MacMillan. ISBN 0028656040.
  24. ^ Sünen-i Tirmizî tercümesi, Çev.: Osman Zeki Mollamehmetoğlu, İstanbul baskısı (yıl?), Menkabe Babları, Ali Bin Ebu Talib Menakıbı, Cilt IV, Hadis No. 3929 “أنا دار الحكمة و علي بابها”
  25. ^ Suyutî, C.Kebir; Bekrî, 623/101
  26. ^ Taberani, Mu’cemu’l-Kebîr; Bekrî, 543/21
  27. ^ Münavî, Feyzu’l-Kadir, 4:355, 5589 No’lu Hadis
  28. ^ Müsned-i Ahmed; Bekrî, 590/68
  29. ^ Suyutî, Câmiu’l-Kebîr; Bekrî, 727/245
  30. ^ Ali’nin Sunni görüşü
  31. ^ İmam Fahruddin Razi, “Mefatih’ul- Gayb”, İmam Ahmed Sa’lebi, “Keşf’ul- Beyan”, Celaluddin Suyuti, “Durr’ul- Mensur”, Ebu’l- Hasan Ali “Esbab’un-Nuzul”, Muhammed bin Cerir Taberi, “Tefsir-i Kebir”, Hafız Ebu Naim İsfahani, “Ma Nezele Min’el- Kur’ân’i fi Ali’yyin” ve Hilyet’ul- Evliya’, Buhari, Tarih c. 1, s. 375’, Müslim “Sahih” c. 2, s. 325’, Ebu Davud Sünen’, Tirmizi, “Sünen”, Hafız bin Ukde, “Kitab’ul- Velayet”, İbn-i Kesir-i Şafii Dimaşki, Tarih’, İmam Ahmed bin Hanbel, “Müsned” c. 4 s. 281 ve 371’de.
  32. ^ Sahih Buhari 4.53.325
  33. ^ Madelung, 1997 s. 62.
  34. ^ Bu duruma dair her iki tarafın düşüncelerini savunmakta kullandığı hadislere şu siteden ulaşılabilir: Sahih Buhari Book 80 (İngilizce)
tarafından

Emevî Camii

Emevî Camii

 

Emevi Camii, Şam’ın Büyük Camii olarak da bilinir. (Arapça: جامع بني أمية الكبير‎, Okunuşu Ğām’ Banī ‘Umayya al-Kabīr), Şam‘ın eski şehir kısmında yer alır ve dünyanın en büyük ve en eski camilerden birdir.

634 yılında, Şam’ın Araplar tarafından alınmasından sonra, Roma İmparatoru I. Konstantin zamanından beri Vaftizci Yahya‘ya adanmış Hıristiyan bazilikanın yerine cami yapılmıştır. Cami, bugün hala korunan Vaftizci Yahya kafası gibi kutsal emanetleri muhafaza eder. Ayrıca camii içerisinde Şiilik için önemli nirengi noktaları vardır. Bunlar arasında I. Yezid tarafından gösterilmek üzere saklanılan Muhammed Peygamber‘in torunu Hüseyin‘in kafası yer almaktadır. Caminin kuzey duvarına eklenmiş küçük bir bahçede Selahaddin Eyyubi‘nin türbesi bulunmaktadır.

Konu başlıkları

Tarihi

Şam 634 yılında Halid bin Velid kumandasındaki müslüman Arap ordularınca alındı. Şam daha sonra Emevi hanedanının ve islam dünyasının idare merkezi haline geldi. Altıncı Emevi halifesi I. Velid, bir Bizans katedrali olan bu caminin inşaasına başladı. 715 yılınada inşası tamamlanan cami ile aynı yılda I.Velid hayatını kaybetti. 10. yüzyıl tarihçilerinden İbn al-Faqih al-Hamadhani, caminin yapımının 600,000 ila 1,000,000 dinar arasında bir maliyetinin olduğunu ve yapımında değişik milletlerde 12,000 kişinin çalıştığını belirtmiştir. Abbasiler döneminde yönetim merkezinin ağırlıklı Bağdat olmasından dolayı önemi azaldı. Şehirdeki Emevi mirasları sistemtik bir şekilde yok edilerek buranın İslamın güç ve zaferinin bir sembolü olduğu fikri öne çıkarıldı. 780 yılında Şam valisi El Fadıl bin Salih döneminde caminin doğusuna saatli kubbe inşa ettirildi.

Resim Galerisi

  • Emevi Camii
  • Kerbela Savaşı‘nın esirlerinin 72 saat ayakta tutulduğu kapının dış görüntüsü – “Bāb as-Sā‘at”.[1]

  • Ana Mihrap

  • Cami içerisinde Kerbela’da diğer ölenlerin kafalarının muhafaza edildiği yer.

  • Beyaz kürsü, Yezid‘in mahkemesinde Zeynel Abidin‘in durduğu yeri işaret eder. Önündeki yükseltilmiş zemin, Kerbela Savaşı‘nın esirlerinin ayakta durduğu yeri gösterir.

  • Zeynel Abidin‘in esaret sırasında dua ettiği yer

  • Minare

  • Courtyard2(js).jpg
  • Courtyard4(js).jpg
  • Umayyad09(js).jpg
  • Umayyad Mosque - interior(js).jpg
  • Damascus-10.jpg
  • StJohnTheBaptistShrine Damascus 1943.jpg
  • Vaftizci Yahya kutsal emanetleri

  • 780 yılında yapılan saathane

  • 780 yılında yapılan haznedarlık

  • Kuzey taraftaki minare

  • Ummayid Mosque-Map.GIF

    Caminin genel planı

  • I. Yezid tarafından gösterilmek üzere saklanılan Hüseyin‘in kafasının bulunduğu yer.

tarafından

Şam

Şam

 

Şam
دمشق (Dimeşk)
Dimeşk
{Şam
damga
Takma ad: El fahya (Güzel kokan şehir)
Şam

Şam

Şam’ın Suriye‘deki konumu

Koordinatlar: 33°30′47″N 36°17′31″E
Ülke Suriye Suriye
Yüz ölçümü
 – Kent 573 km2 (221,2 mi2)
Rakım 600 m (1.969 ft)
Nüfus
 – Kent 3,410,000
 – Şehir 2,902,000
2007
Zaman dilimi DAZD (+2)
 – Yaz (YSU) DAYZD (+3)
Alan kodu Ülke kodu:963 Şehir kodu:11

Şam, (Arapça: دمشق (Dimeşk) ya da الشام Eş-şam, Farsça:Demeshgeh), Suriye‘nin başkentidir. Ayrıca, Şam Valiliği‘nin ve Rif Şam Valiliği‘nin de idari başkentidir. Şam, dünya tarihi boyunca, hiç aralıksız en uzun süre kullanılan şehir olarak anılır. (Antik Tarihe göre)

Dünya tarihindeki ilk cinayet olan Kabil ile Habil olayının Şam’ın kuzeyindeki Kasyun Dağı’nda gerçekleştiğine inanılır.

En bilinen tarihi mekanlardan biri Emeviye Camiidir. Ayrıca, bazı müslümanlar arasında ahir zamanda Mehdi‘nin ve İsa‘nın bu camiye ineceği inancı vardır.

1516 yılında Yavuz Sultan Selim‘in Suriye’yi ele geçirmesiyle oluşturulan Şam vilayetinin merkezi haline gelen Şam kenti, hac yolu üzerindeki toplanma noktası olması nedeniyle de ticari yönden önemini korumuştur.

Birinci Dünya Savaşı‘nın son günlerinde İngiliz işgaline giren kent Sykes-Picot Anlaşması uyarınca 1920′de Fransa’ya bırakılmış olup, Fransız sömürgeliği yıllarında çok sayıda tahribata ve yağmalamaya uğramıştır.

1946 yılındaki ayaklanmayla Fransız sömürgesi olmaktan kurtulmuş ve Suriye‘nin başkenti olmuştur.

Konu başlıkları

Mimari Yapı

Emeviler,devrinde dünyanın kültür ve medeniyet merkezi olması sebebi ile mimari yapısı bi hayli gelişkindi,kent mimarisinde Arap, Yunan ve Roma etkileri görülürdü.Dünyadaki ilk modern park örnekleri burada görülmüştür ve buradan ispanyaya ve oradan avrupanın tamamına taşınmıştır.Fakat uğradığı Moğol saldırılarından dolayı çoğu eserini kaybetmiştir.

Osmanlılar,şehri ele geçirdikten sonra buraya pek çok tarihi bina kazandırmışlardır.Ve şehrin en güzel yapıtlarından biri olan tren garını Osmanlılar yapmıştır.

Modern Şam,2000 li yıllarda aşırı gelişme gösteren Şam şu anda iki bölümden oluşmaktadır,Yeni Şam ve Eski Şam. Eski Şam şehir merkezinde tarihi yapıların olduğu klasik kesimdir.Yeni şam ise merkezin etrafını saran yer yer merkeze biraz uzak modern yapıda binalar ve şehir düzenlemesine sahip yerlerdir.

Şam adının kökeni

Arapça’da tam olarak Dimeşk eş-Şām (دمشق الشام) denir. Genelde Dimeşk kısaltmasıyla hitap edilir fakat Şamlılar başta olmak üzere Araplar eş-Şam tercih ederler. Eş-Şam Arapça’nın Kuzey kelimesinden gelir. Büyük Suriye’ye Bilād eş-Şam (بلاد الشام) demişlerdir. Avrupa dillerine (Damas, Damascus, Damasco gibi) Yunanca Damaskos (Δαμασκός)’dan geçmiştir. Eski Aremice (Eski Ahit İbrani harfiyle)’de Darmeśeq (דרמשק) = İyi sulanmış yer’den gelmektedir. M.Ö 14 yüzyıla ait Amarna yazılarında Akkad dilinde Dimašqa olarak geçmektedir.Çok sayıdaki ilçelerinin adları hala Aramicedir.

Türbeler

Şam’da ve Suriye genelinde İslam ve diğer dinlerde önemli olan kişilerin türbesi yer almaktadir. Örneğin Bilal Habeşi, Yahya, Selahattin Eyyubi ve ilk Türk askeri hava şehitlerin mezarlıkları, Hüseyin bin Ali‘nin türbesi ve Muhammed bin Abdullah‘ın eşlerinden ve ehlinden gelen İslamiyette önem sahibi kişilerin türbesi yine buradadır.

Kardeş Kentler

Resimler

  • Şam’ın gece görünüşü

  • Şam’da kullanılan otobüslerden biri

tarafından

Osmanlı Hanedanı

Osmanlı Hanedanı

 

Osmanlı Hanedanı
caption
Ülke Osmanlı İmparatorluğu
Kurucu Osman Gazi
Son Hükümdar VI. Mehmet
Kuruluş tarihi 1299
Yıkılış tarihi 1922
Milliyet Türk (Kayı boyu’ndan)

Osmanlı Hanedanı, Osmanlı İmparatorluğu’nu yaklaşık 622 yıl yöneten hanedandır. Osmanlılar, Osmanoğulları, Âl-i Osman ve Hanedan-ı Âl-i Osman olarak da bilinir. Hanedan adını, Osmanlı Beyliği’nin kurucusu olan Osman Bey’den alır. Osmanlı Hanedanı’nın 1299 yılında başlayan yönetimi, 1922 yılında Ankara Hükümeti‘nin saltanatın kaldırılmasıyla son bulmuştur.

Osmanlı Hanedanı’ndan hükümdar olanlar yaygın olarak padişah olarak bilinir. Ancak kuruluş yıllarında hükümdarlık unvanı bey ve gazi idi ve bunun yerine daha sonra han unvanı kullanıldı. Sultan unvanı da Osmanlı Hanedanı’nda yaygın kullanılan bir unvandı; ama bu unvan erkek hükümdarların yanı sıra kadınlar için de kullanılıyordu.

Konu başlıkları

Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu

Ana madde: Osmanlı Devleti kuruluş dönemi

Osmanlı Hanedanı’nın kurucusu Osman Bey, Anadolu Selçuklu Devleti’nin uç beylerinden biriydi. Bizans sınırına yakın bir bölgede Anadolu Selçuklu Devleti’ne uç beyi olarak hizmet ediyordu. Başarıların ardından Anadolu Selçuklu Devleti tarafından Osman bey bulunduğu bölgenin kendisine sancak ve tuğ verilerek eyalet beyi ilan edildi. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra küçük bir uç beyliğinin çekirdeğini oluşturduğu bu eyalet bağımsız kaldı ve zamanla Osmanlı Beyliği olarak adlandırıldı. Kendisi de bu devletin ve hanedanın ilk hükümdarı oldu. Osman Bey’den sonra devletin başına oğlu Orhan Bey geçti.

Fatih’in Kanûnnâmesi

Fatih Sultan Mehmed’in saltanatının son yıllarında oluşturulan “Kanunname-i Âli Osman”, daha önceki padişahların yazılı kurallarını birayaya getirmekle birlikte, devlet yönetimini aşırı merkeziyetçi bir yapıya dönüştürmüş ve padişahı “mutlak hakim” kılmıştır. Fatih Kanûnnâmesi olarak anılan bu düzenlemede, tahta çıkan şehzadenin, erkek kardeşlerini öldürtmesine yasallık kazandırmasıyla ünlüdür

Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizamı âlem için katletmek münâsibdir

Hanedanın Sonu

Ana madde: Osmanlı Devleti dağılma dönemi

Osmanlı Hanedanı’ndan son padişah olan Vahidettin, I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış Osmanlı İmparatorluğu’nun da son hükümdarıydı. Anadolu topraklarının bölünmesini öngören Sevr Antlaşması’na karşı Anadolu’da gelişen Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşmasının ardından, VI. Mehmed’in hükümdarlığına Kurtuluş Savaşı‘nı engellemeye çalıştığı ve milletin iradesine aykırı hareket ettiği iddialarıyla son verildi. Padişah çevresiyle birlikte İstanbul’dan ayrılan İttifak Devletlerinin donanması ile yurtdışına kaçtı. [1] Günümüzde hâlen Osmanlı Hanedanının mensupları dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşamaktadır. Şu anda Aile Reisi Abdülmecit’in tahta çıkmayan oğlu Mehmet Burhanettin Efendi’nin torunu Osman Bayezid Osmanoğlu’dir.

Osmanlı sultanları ve halifeleri

Ana madde: Osmanlı padişahları listesi

Moğol Hanı Hülagü, 1258’da halifeliğin merkezi konumundaki Bağdat’ı fethetmiş, Abbasi soyundan gelenleri de öldürerek bu makama son vermişti. Fakat feth sırasında kaçan bazı Abbasi üyeleri, Memlüklüler’e sığınarak burda halifeliği tekrar ilan ettiler (13 yy.). Bu halifeliğin dini törenlerde protokolde durmaktan başka bir siyasi otoritesi yoktu. Bu şekilde yaklaşık üçyüz yıl devam eden bu durum I. Selim’in Mısır’ı fethetmesiyle sona erdi. Hilafetin koruyuculuğu Osmanoğullarına geçti. O dönemin halifesi III. Mütevekkil İstanbul’a getirilerek hayatını siyasi yetkisi olmadan burda geçirmiştir.

1 Kasım 1922 tarihinde Saltanatın Kaldırılması’ndan sonra da Ankara Hükümeti halife olarak, T.B.M.M.’nin seçtiği Halife Abdülmecid Efendi’den, sadece Müslümanların Halifesi unvanını kullanması ve gösterişli hareketlerde bulunmaması istemişti. Abdülmecid Efendi, T.B.M.M. Yönetimi tarafından halife seçildikten sonra kendisine verilen talimâta aykırı olarak, “Halife-î Müslimin” unvanından başka sıfat ve unvanlar kullanarak, Cumhuriyet hükûmetinin talimâtı dışına çıktı. Son Osmanlı Halifesi Abdülmecid Efendi’nin, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhuriyetin İlânından sonra gerçekleştirmeyi planladığı devrimlere engel olabilmesi ihtimal dahilinde bulunan bir hilafet kurumuna karşı en sert tedbirleri almaktan kaçınmayacağını göz ardı etmemesi gerekirdi. Bir taraftan Abdülmecid Efendi’nin, bu yanlış yöndeki davranışları Halifeliğin kaldırılması için bahane edilerek ve diğer taraftan da başka sebepler ileri sürülmek suretiyle, hilafet müessesesi 3 Mart 1924 tarihli Halifeliğin kaldırılması ve Hanedan-ı Osmaniye’nin Türkiye Cumhuriyeti memâlik-î hariciyesine çıkarılmasına dair kanûn ile sona erdirildi.

Osmanlı padişahlarının eşleri ve valide sultanlar

Ottoman flag.svg
Süleyman Şâh
Gündüz Âlp

( ?–1227)
Hayme Hatun
Ottoman flag.svg
Ertuğrul Gaziأرطغرل غازی
(1227–1281)
Hayme Hanım
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg
1.
(Gazi-Bey)
I. Osman
Osman Gazi.jpg
عثمان غاز
1281-1326
Malhun Hatun
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg
2.
(Gazi-Bey)
Orhan Gazi
Orhan I.jpg
اورخان غازی
1326-1359
Nilüfer Hatun
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg
3.
(Hüdâvendigâr)
I. Murad Han
Muradhudavendigar.jpg
مراد اول خداوندگار
1359-1389
Gül-Çiçek Hatun
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg
4.
(Yıldırım-Gazi)
I. Bayezid
YıldırımBayezit4.jpg
ییلدیرم بايزيد الأول
1389-1403
Devlet Hatun
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg
5.
(Çelebi-Kirişçi)
I. Mehmed
Mehmed I.jpg
چلبی محمد
1421-1423
Emine
Valide Hatun
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg
6.
(Koca Sultân)
II. Murad
Murad II
مراد ثانى
1421-1451
Hadice Âlime Hümâ
Valide Hatun
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg
7.
(Fatih Sultân)
II. Mehmed
II. Mehmet
محمد الثانى الفاتح
1432-1481
Sitt-î Mükrîme Hatun
(Öz Anne)
&
Emîne
Gül-Bahar
Valide Hatun

(Üvey Anne)
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg
8.
(Sultân Bayezid-î
Velî Han)

II. Bayezid
Beyazid II
بايزيد ثانى
1481-1512
Gül-Bahar Hatun
(Öz Anne)
&
Ayşe Hatun
(Üvey Anne)
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg
9.
(Yavuz Sultân
Selim Han)

I. Selim Gazi
Yavuz
سليم الأول
1512-1520


Star and Crescent.svg
Yavuz
İlk Osmanlı Halifesi
(1517-1520)

Hafîze
(Ayşe Hafsa)
Vâlide Sultân

A’ishā Hafîzā
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
10.
(Kanûnî Sultân Süleyman Han)
Muhteşem Süleyman
Suleiman I
القانونى‎ سليمان
1520-1566
Hürrem
Haseki Sultân

Hürem sultan
خرم سلطان
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svgStar and Crescent.svg
11.
(Sarı Selim)
II. Selim Han
SelimII
سليم ثانى
1566-1574
Afîfe Nûr-Banû Vâlide Sultân
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svgStar and Crescent.svg
12.
(Sefih Sultân)
III. Murad
Murad III
مراد ثالث
1574-1595
Sâfiye
Vâlide Sultân
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
13.
(Adlî)
III. Mehmed
III. Mehmet
محمد ثالث
1595-1603
Handan
Vâlide Sultân

(Öz Anne)
&
Fûl-Dâne
Vâlide Sultân

(I.Mustafa ’nın Mânevî Annesi)
Mâh-Firûze Hatice Vâlide Sultân
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svgStar and Crescent.svg
14.
(Bakhtî)
I. Ahmed
Ahmed I by John Young.jpg
احمد اول
1603-1617
Mâh-Peyker Kösem Vâlide Sultân
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
15.
(Deli)
I. Mustafa
Mustafa 1.jpg
مصطفى اول
1617-1618
1622-1623
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svgStar and Crescent.svg
16.
(Genç – Şehid)
II. Osman
Osman 2.jpg
عثمان ثانى
1618-1622
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
17.
(Bağdad Fatihi, Sahib-î-Kıran)
IV. Murad
Murad IV.jpg
مراد رابع
1623-1640
Turhan Hatice Vâlide Sultân
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
18.
(Girit Fâtihi,
Şehid Han)

Ibrahim Gazi

Ibrahim I.jpg
ابراهيم اول
1640-1648
Sâliha
Dil-Âşûb
Vâlide Sultân
Hatice Mû’azzez İkinci Haseki Sultân
Mâh-Pâre Ummetullah
(Emetullah)
Râbi’a Gül-Nûş
Vâlide Sultân

Râbi’a Gül-Nûsh
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
19.
(Avcı-Gazi)
IV. Mehmed Han

IV. Mehmet
محمد رابع
1648-1687
Vak’a-i Vakvakiye:
26 Şubat 1656
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
20.

(Gazi-Han)

II. Süleyman

سليمان ثانى
1687-1691
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
21.

(Gazi-Han)

II. Ahmed
II. Ahmet
احمد ثانى
1691-1695
Sâliha Sebkat-î
Vâlide Sultân
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
22.
(Gazi-Han)

II. Mustafa
Mustafa2.jpg
مصطفى ثانى
1695-1703
Edirne Vak’ası:
15 Temmuz 1703
22 Ağustos 1703
Şâh-Süvar
Vâlide Sultân
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
24.
(Kambur-Gazi)
I. Mahmud
Sultán Mahmud I.
محمود اول
1730-1754
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
25.
(Sofu Sultân)
III. Osman
Osman III.jpg
عثمان ثالث
1754-1757
Emine
Mihr-î-Şâh
İkinci Kadın Efendi
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svgStar and Crescent.svg
23.
(Lâle Devri Padişâhı, Gazi)
III. Ahmed Han

III. Ahmet
احمد ثالث
1703-1730
Patrona Halil İsyanı:
28 Eylül 1730
Râbi’a Şerm-î Kadın Efendi
رابعه سلطان
Mihr-î-Şâh Vâlide Sultân
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
26.
(Yenilikçi Sultân)
III. Mustafa
III. Mustafa (Levni)
مصطفى<ثالث
1757-1774
Baş İkbâl
Nüzhet-Zâde / Nükhet-Sedâ Hânım Efendi

(Öz Anne)
&
Ayşe Sine-Pervar
(Seniyeperver)
Vâlide Sultân

(Üvey Anne)
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
27.
(Islâhatçı Sultân)
Gazi-Han
I. Abdülhamid
Sultan I. Abdülhamit
عبد الحميد اول
1774-1789
Nakş-î-Dil Vâlide Sultân
(Nakş-î-Dil) Vâlidā Sultân
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
28.
(Bestekâr Sultân,
Nizâmî, Şehid)

III. Selim
III. Selim
سليم ثالث
1789-1807
Kabakçı Mustafa İsyanı:
25 Mayıs 1807
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
29.
(Bî-gâne Sultân)
IV. Mustafa
Mustafa IV.jpg
مصطفى رابع
1807-1808
Bezm-î Âlem
Vâlide Sultân
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
30.
(İnkılâpçı Sultân)
II. Mahmud
Sultan Mahmud II of the Ottoman Empire.jpg
محمود ثانى
1808-1839
Vak’a-i Hayriye:
16 Haziran 1826
Pertav-Nihâl
(Pertevniyâl)
Vâlide Sultân
Şevk-Efzâ Vâlide Sultân
Tîr-î-Müjgan Üçüncü
Kadın Efendi

(Öz Anne)
&
Rahîme Pîristû
Vâlide Sultân

(Mânevî Anne)
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svgStar and Crescent.svg
31.
(Tanzimâtçı Sultân)
Abdülmecid
Sultan Abdulmecid Pera Museum 3 b.jpg
عبد المجيد اول
1839-1861
Gül-Cemâl Dördüncü Kadın Efendi
Gül-İstü
(Gülistan Münire)
Dördüncü Kadın Efendi
Hayrân-î-Dil Kadın Efendi
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
32.
(Bedbaht – Şehid)
Abdülaziz Han
Sultan Abdulaziz I.JPG
عبد العزيز
1861-1876
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
33.
(Deli)

V. Murad

V. Murat
مراد خامس
1876
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
34.
(Ulû Sultân) Gazi
II. Abdülhamid
II. Abdülhamid
عبد الحميد ثانی
31 Ağustos 1876 – 27 Nisan 1909
I. Meşrûtiyyet:
23 Kasım 1876
13 Şubat 1878
II. Meşrûtiyyet:
3 Temmuz 1908
31 Mart Vak’ası:
13 Nisan 1909
Ottoman flag.svg Osmanli-nisani.svg Star and Crescent.svg
35.
(Sultân Reşâd)
V. Mehmed
V. Mehmed
محمد خامس
1909-1918
Çanakkale Savaşı:
18 Mart 1915
Osmanli-nisani.svgStar and Crescent.svg
36.
(Vahîd-üd-Dîn)
VI. Mehmed
VI. Mehmed Vahdettin
محمد سادس
4 Temmuz 1917 – 18 Kasım 1922
Mondros Mütarekesi:
30 Ekim 1918

İstanbul’un işgali:
13 Kasım 1918
Sevr Antlaşması:
10 Ağustos 1920
Saltanat’ın Lağvı:
1 Kasım 1922
Star and Crescent.svg
(Son Halife)
Abdülmecid Efendi
II. Abdülmecit
عبد المجيد الثانى
18 Kasım 1922
Hilâfet’in Lağvı:
3 Mart 1924

 

Hanedan Reisleri (1924-…)

Ana madde: Osmanlı Hanedan Reisleri

Hanedan Reisi, saltanatın kaldırılmasından (1 Kasım 1922) sonra Osmanoğulları ailesinin başkanlarının kullandığı unvandır.

tarafından

Tenge

Tenge

 

On bin teñge (On mıñ teñge-он мың теңге)

Teñge (kz. Теңге) , Kazakistan devletinin para birimidir.

Ülkenin SSCB‘den ayrılması sonucu ekonominin yeniden yapılandırılması ve 1993 yılında ulusal para birimi olan Teñge tedavüle sürüldü. Kazakistan’ın bağımsız bir ekonomik gelişme yolunda ilerleme çabaları 1996 yılından itibaren sonuç vermeye başladı ve bağımsızlık tarihinde ilk defa büyümeye geçmiş, aynı yıl içerisinde enflasyon denetim altına alınmaya başlanmıştır.

Commemorative banknotes

  • 5000 tenge (2008)
KZ1000KZTaverse.jpg

1000 tenge, 2010 yılı AGİT‘deki Kazakistan’ın öncülük ettiği buluşma adına bir hatıra.

KZ1000KZTreverse.jpg

 

tarafından

Rus rublesi

Rus rublesi

 

Ruble, Rusya Federasyonu para birimidir. Çarlık Rusyası ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminde de para birimi olarak ruble kullanılmıştır.

1 Ruble 100 kapike bölünür. Rusya Federasyonu haricinde kullanıldığı ülkeler ise Abhazya ve Kuzey Osetya‘dır. Rusya’daki enflasyon oranı % 11,9 olmuştur.

Uluslararası Döviz Karşılığı

  • 1 Euro =40.7687 RUB
  • 1 USD = 31.0800 RUB
  • 1 JPY = 0.313924 RUB
  • 1 TL = 17.3211 RUB

1 Ruble

Banknotlar

  • 5 ruble (nadir)
  • 10 ruble (nadir)
  • 50 ruble
  • 100 ruble
  • 500 ruble
  • 1000 ruble
  • 5000 ruble

Madeni paralar

  • 1 kapik
  • 5 kapik
  • 10 kapik
  • 50 kapik
  • 1 ruble
  • 2 ruble
  • 5 ruble
  • 10 ruble
tarafından

Yunus Emre

Yunus Emre

 

Yunus Emre
Yunus Emre heykeli
Türkmenistan‘da yer alan Yunus Emre heykeli
Tam adı Yunus Emre
Doğumu 1240?
Orta Anadolu
Ölümü 1321?

Yunus-Emre-Çeşmesi Viyana´ninTürkenschanzpark parkında bulunmaktadır.

Yunus Emre (1240 – 1321), Anadolu‘da Türkçe şiirin öncüsü olan mutasavvıf bir halk şairidir. Büyük bir Türk düşünürüdür.

Konu başlıkları

Hayatı

Hayatı ve şahsiyeti üzerine pek az şey bilinen Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti‘nin dağılmaya ve Anadolu‘nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beylikleri‘nin kurulmaya başlandığı 13. yüzyıl ortalarından Osmanlı Beyliği‘nin kurulmaya başlandığı 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir şair ve erendir. Yunus Emre, uzun bir süre Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhında çile doldurmuş ve dergâha hizmet etmiştir. Yunus’un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğü’nün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. 13. YY’ın ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. Böyle bir ortamda, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân-ı Velî gibi ilim ve irfan önderleriyle birlikte Yûnus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlâkla ilgili düşüncelerini, İslam tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır. Yûnus Emre, “Risalet-ün Nushiyye” adlı mesnevîsinin sonunda verdiği;

Söze târîh yedi yüz yediydi
Yûnus cânı bu yolda fidîyidi.

Beytinden anlaşıldığı kadarıyla H. 707 (M. 13078) tarihlerinde hayattadır. Yine, Adnan Erzi tarafından Bayezıd Devlet Kütüphanesi’nde bulunan 7912 numaralı yazmada şu ifadelere rastlanmaktadır:

Vefât-ı Yûnus Emre
Müddet-i ‘Ömr 82
Sene 720

Bu belgeden anlaşılacağı üzere, Yûnus Emre, H. 648 (M. 1240-1) yılında doğmuş, 82 yıllık bir dünya hayatından sonra H. 720 (M. 1320-?) yılında ölmüştür.

Doğduğu yer konusundaki tartışmalar Eskişehir‘in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy ile Karaman üzerinde yoğunlaşmaktadır. Menakıpnâmelerle şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre Babalılardan Taptuk Emre‘nin dervişidir. Hacı Bektaş ile ilgisi Vilayetname’den kaynaklanmaktadır. Yine şiirlerinden tasavvuf yolunu seçtiği, iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Anadolu kentlerini dolaştığı, Azerbaycan ve Şam‘a gittiği, Mevlana’yla görüştüğü de bu bilgiler arasındadır. İşlediği konularla Anadolu’da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yûnus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi. Hece ve aruzla vezinleriyle yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah’la olan ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Çağının düşünüş biçimini ve kültürünü konuşulan dille, yalın, akıcı bir söyleyişle dile getirdi; kendinden önce yetişmiş İran şairlerinin, çağdaşlarının yapıtlarında geçen kavramlara yeni bir öz, yeni bir deyiş kattı. Bu yanıyla tasavvuf düşüncesini, Alevi-Bektaşi inançlarını zenginleştirdi. Kendisi tekke şiirinin Anadolu’daki ilk temsilcilerindendir…

Fikrî ve Edebî Şahsiyeti

Büyükçekmece, Istanbul‘daki heykeli.

Yunus Emre, halk diliyle yazılan tasavvuf edebiyatının en büyük şairidir. Orta Asya’da Ahmed Yesevi ile başlayan tasavvuf şiiri; Türkistan, Horasan ve Anadolu’da yüz yılı aşan bir gelişimden sonra, en üstün seviyesine Yunus Emre’de varmıştır. Yunus’un duygu ve düşünce âlemini hazırlayan kültürün kaynağında İslam tasavvufu vardır. Yunus’un bilgi ve düşünce âleminde, Onun yaratılış, varlık, yokluk, aşk ve Allah hakkında duygulu ve hummalı zihin yoruşları vardır ki aynı irfan kaynağından beslenir. Yunus, insan olan herkese karşı; fakir, zengin, Hıristiyan ve Müslüman ayrımı yapmayan, engin sevgiyle bağlıdır. Ondaki insan sevgisi, insan’da Allah’tan bir parça, bir cevher bulunduğu inancındandır. Yunus, işte bu parçanın bütününe yani Allah’a âşıktır. O’nu gönlünde bilmenin heyecanındadır. Bu heyecanı, Musa Peygamber’in konuştuğu çoban kadar saf bir gönülle duyar; aynı saflıkla söyler. Yeryüzünde ömür boyu vatanından uzak kalmış bir insan hüznüyle Yunus’un Tanrı diyarına karşı sonsuz hasret duyması da bundandır. Yunus, ömrü boyunca böyle bir nostalji ile yanmış, şiirlerine bu yanmanın duygusunu yansıtmıştır. Yunus bu duygu ve bilgiyle olgunlaşıp derinleşen, bazen coşkun, bazen rind ve her haliyle cana yakın bir derviştir. Yunus Emre’nin şiirlerinden ve menkıbelerinden insan hayalinde canlanan simasının belli başlı çizgileri bunlardır. Yunus; duymuş, düşünmüş, inanmış ve bütün bu duyuş, düşünüş ve inanışlarını büyük bir sadelik ve kolaylıkla şiirleştirmeye muvaffak olmuştur. İslami taassubun, üzerinde durmaktan çekindiği birçok iman meseleleri ile cennet, cehennem, sırat ve benzeri gibi kavramlar, onun en zeki ve en hür düşüncelerine mevzu olmuştur. Şiirlerini, eskilerin, sehl-i mümteni dedikleri, her dilin söyleyemeyeceği bir açıklık ve kolaylıkla terennüm edilmiştir.

Türbesi

200 TL banknotu üzerinde Yunus Emre portresi[1]

Yunus Emre’nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlar; Eskişehir‘in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman‘da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Aksaray ili Ortaköy ilçesi’nde; Ünye; Kula‘da Emre köyü; Erzurum, Tuzcu(Dutçu) köyü; Isparta‘nın Gönen ilçesi; Afyon‘un Sandıklı ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Ayrıca Tokat‘ın Niksar ilçesinde ve Azerbaycan’da Şeki şehrinde de bulunmaktadır.

Ayrıca, mutasavvıf Niyazi Mısri de Yunus Emre’nin mezarının (veya makamının) Limni Adası‘nda bulunduğunu ifade etmiştir. Mezarı konusundaki tartışma, Karaman ve Eskişehir‘deki türbeler üzerine yoğunlaşmışsa da, Hacı Bektaş ile ilgili menkıbe düşünüldüğünde Eskişehir Sarıköydeki türbenin asıl Yunus Emre türbesi olduğu düşünülebilir.

Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde Karaman ile ilgili olarak “Kirişçi Baba Camii avlusunda Yunus Emre Hazretlerinin merkadi bulunmaktadır” buyurulur. Eskişehir’de türbesi olduğu iddia edilen alanda, 1949 yılında türbe yapılması amaçlı yapılan kazılarda, 15 kişiye ait iskeletler bulunmuştur. Kazı yapılan alanda iskeletlerin yüzeye çok yakın bir noktada bulunması, bölgenin eski bir mezar yeri olduğu konusunda ciddi şüpheler uyandırmıştır. Yunus Emre’nin şiirlerinde bahsi geçen 23 yerleşim birimi isminden 20 tanesinin şu anda Karaman ili sınırları içerisinde bulunan köy, kasaba, ören yeri isimleri ile birebir aynı olması Yunus Emre’nin bugün Karaman olarak adlandırılan ilin sınırları içersindeki bölgede yaşadığı ve öldüğü varsayımını kuvvetlendirmektedir.

“Emre” sözcüğünün anlamı

Anadolu’da farklı halk ozanlarının, aşığın ve dervişin isminde yer alan Emre sözcüğünün (örneğin, Yunus Emre, Taptuk Emre) Türkçede “Âşık” anlamına geldiği dilbilim açısından kesinleşmiş durumdadır. Bu kelimenin İmre kavramı ile bağlantılı olduğu kabul edilmektedir. Türk-Moğol dil bütününde ilaç, ağız, dişilik, işaret bildiren (Am/Em/İm) kökünden türeyen Amramak/Emremek/İmremek fiili âşık olmak demektir ve Emre kelimesi de âşık manası[2] taşır. Amrağ/Amra/Emre dönüşümüne uğramıştır. Anadolu da “imremek” ve “imrenmek” fiilleri bir şeyi çok sevmek, gıpta etmek, aşırı istek duymak[3] manaları taşır.

Eserleri

Divan

Yunus Emre’nin şiirleri bu Divanda toplanmıştır. Şiirler aruz ölçüsüyle ve hece ölçüsüyle yazılmıştır. Fatih nüshası, Nuruosmaniye nüshası, Yahya Efendi nüshası, Kahraman (Karaman?) nüshası, Balıkesir nüshası, Niyazi Mısrî nüshası, Bursa nüshası diye nüsha (kopya)ları bulunmaktadır.

Risaletü’n – Nushiyye

1307′de yazıldığı sanılmaktadır. Eser, mesnevi tarzında yazılmıştır ve 573 beyitten oluşmaktadır. Eser; dinî, tasavvufî, ahlakî bir kitaptır. “Öğütler kitabı” anlamına gelmektedir.

tarafından

Buhurizade Mustafa Itri

Buhurizade Mustafa Itri

 

Itri’nin portresi 100 TL‘lık banknotların arka yüzünde yer almaktadır.

Buhurizade Mustafa Itri (d. 1640, İstanbul – ö. 1712). Türk bestekârı.

17. yüzyıl büyük Türk bestekârı. Asıl adı Mustafa olup Itri mahlasıdır (takma ad). Çiçekçilik ve meyvecilikle uğraştığı için bu mahlası almış olduğu söylenir. Ustaları arasında Hâfız Post, Nasrullah Vakıf Halhali, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi, 17. yüzyıl bestecileri vardır. Çağının kaynakları mevlevi olduğunu göstermektedir. Mevlevi mukabelesinde okunan bir Segah ayin bestelemiş olduğundan bu rivayetlerde haklılık payı olabileceği düşünülmektedir.

Hayatı müddetince birçok padişah ve devlet adamından himaye görmüş olup, bunlardan en önemlileri IV. Mehmet ve Gazi Giray Han’dır. Devlet adamlarına yakınlığı nedeniyle bir dönem esirciler kethüdalığı yapmış, sarayda da musıki dersleri vermiştir.

Konu başlıkları

Eserleri

Itri’nin Neva Kâr‘ı Klâsik Türk Musikisi repertuarının en yetkin eseri olarak kabul edilmektedir.Makamsal geçkiler, ezgilerin zengin ve orijinalliği bu eseri bir baş yapıt haline getirmiştir. Kâr’ın sözleri ünlü İranlı şair Hafız-ı Şîrâzî’ye aittir.Yine Segâh Yürük Semaisi olan “Tûti-i mûcize-gûyem ne desem lâf değil” çok bilinen ve seslendirilen bir eserdir. Eserin güftesi Nefî‘nindir.

Itri’nin küçük formda (şarkı, türkü, köçekçe vs.) hiçbir eseri günümüze kadar gelememiştir. Eserlerin tümü büyük formlardadır. Dini musikinin de çok önemli eserleri yine Itri’ye aittir. Bunlar arasında Segah Bayram Tekbiri, Segah Salat-ı Ümmiye, Cuma Salatı, Dilkeş-haveran Gece Salası, Rast Mevlevi “Na’t-ı Mevlana” bütün İslam Dünyasında meşhurdur.

Din dışı eserleri

Itri’nin elde kalan din dışı eserlerinden yalnız 4′ü saz eseridir.(3 peşrev,1 saz semaisi),öbürleri hep sözlüdür,yani güfteleri vardır.Bunlardan Nefi’nin “Tut-i mucizeguyem ne desem laf değil” diye başlayan güftesi üzerine yaptığı segah yürük semai beste ile Şirazlı Hafız’ın Gülbün-i ıyş midemed saki güülizar kü?(Eğlence bahçesi yeşermekte,gül yanaklı saki nerede?) adlı güftesi üzerine neva makamında Kár’ı çok tanınmıştır. Itrî ayrıca 1640 yılında imparatorluğun Esirciler Kethüdalığını yapmış ve Mustafabey adını verdiği bir Armut cinsini yetiştirmiştir. Fakat bugüne kadar hayatı veya geçimini ne şekilde sağladığına dair herhangi bir belge ve kayıta dair detaylı araştırma yapılmamıştır. [1]

Mezarı Edirnekapı Şehitliği‘nde bulunmaktadır.[1]

2012 Itrî yılı

UNESCO, 25 Ekim – 10 Kasım 2011 tarihlerinde gerçekleşen 36. genel konferansında[2] 2012 yılını şair Nâbi ve bestekar Itrî anma yılı ilan edilmiş ve bu kapsamda Ankara‘da 2 Mart 2012 tarihinde UNESCO Türkiye Millî Komisyonu ve Yunus Emre Enstitüsü tarafından anma yılı açılış etkinliği düzenlenmiştir. [3] [4]

tarafından

Cahit Arf

Cahit Arf

 

Cahit Arf
Cahit Arf, ODTÜ Matematik Bölümü

Cahit Arf, ODTÜ Matematik Bölümü
Doğum 11 Ekim 1910
Selanik, Osmanlı Devleti
Ölüm 26 Aralık 1997 (87 yaşında)
İstanbul, Türkiye
Meslek Matematikçi

Cahit Arf (11 Ekim 1910 [1], Selanik – 26 Aralık 1997, İstanbul), Türk matematikçi, TÜBİTAK Bilim Kolu eski başkanı.

Konu başlıkları

Hayatı

Yüksek öğrenimi

Yüksek öğrenimini Fransa‘da Ecole Normale Superieure‘de 1932′de tamamladı. Bir süre Galatasaray Lisesi‘nde matematik öğretmenliği yaptıktan sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde doçent adayı olarak çalıştı. Doktorasını yapmak için Almanya‘ya gitti. 1938 yılında Göttingen Üniversitesi‘nde doktorasını bitirdi.

Kariyeri

Türkiye’ye döndüğünde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi‘nde profesör ve Ordinaryus profesörlüğe yükseldi ve 1962 yılına kadar çalıştı. Daha sonra Robert Koleji‘nde matematik dersleri vermeye başladı. 1964 yılında Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) bilim kurulu başkanı oldu.

Daha sonra gittiği Amerika Birleşik Devletleri‘nde araştırma ve incelemelerde bulundu; Kaliforniya Üniversitesi‘nde konuk öğretim üyesi olarak görev yaptı. 1967 yılında Türkiye’ye dönüşünde Orta Doğu Teknik Üniversitesi‘nde öğretim üyeliğine getirildi. 1980 yılında emekli oldu. Emekliye ayrıldıktan sonra TÜBİTAK’a bağlı Gebze Araştırma Merkezi’nde görev aldı. 1983-1989 yılları arasında Türk Matematik Derneği başkanlığını yaptı.

Arf, İnönü Armağanı‘nı (1943) ve TÜBİTAK Bilim Ödülü‘nü kazandı. (1974) Onuruna yapılan cebir ve sayılar teorisi üzerine uluslararası bir sempozyum, 1990′da 3-7 Eylül tarihleri arasında Silivri‘de gerçekleştirilmiştir. Halkalar ve geometri üzerine ilk konferanslar da 1984′te İstanbul’da yapılmıştır. Arf, matematikte geometri kavramı üzerine bir makale sunmuştur. Cahit Arf, 1997 yılının Aralık ayında ağır bir kalp hastalığı nedeni ile ölmüştür.

Çalışmaları

English: Reverse of 10 Turkish Lira Türkçe: 10...English: Reverse of 10 Turkish Lira Türkçe: 10 Türk Lirası’nın arka yüzü (Photo credit: Wikipedia)

Cahit Arf, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası‘nın 10 liralık banknotunda

Cahit Arf, cebir konusundaki çalışmalarıyla dünyaca ün kazanmıştır. Sentetik geometri problemlerinin cetvel ve pergel yardımıyla çözülebilirliği konusunda yaptığı çalışmalar, cisimlerin kuadratik formlarının sınıflandırılmasında ortaya çıkan değişmezlere ilişkin Arf değişmezi ve Arf halkaları gibi literatürde adıyla anılan çalışmaların yanı sıra “Hasse-Arf Teoremi” adı ile anılan teoremi matematik bilimine kazandırmıştır.

Cahit Arf, matematiği bir meslek dalı olarak değil, bir yaşam tarzı olarak görmüştür. Öğrencilerine sürekli: “Matematiği ezberlemeyin, kendiniz yapın ve anlayın.” demiştir.[2]

Cahit Arf, “Matematik esas olarak sabır olayıdır. Belleyerek (ezberleyerek) değil,keşfederek anlamak gerekir” demiştir.[kaynak belirtilmeli]

“Matematik de resim, müzik ve heykel gibi bir sanattır” diyerek matematiğin sanatsal yönünü vurgulamıştır.[2]

Hakkında düzenlenen konferanslar

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Matematik Bölümü’nde her sene Arf adına ve anısına özel bir konferans düzenlenmektedir.

Ayrıca 2009 yılından itibaren 10 türk lirası üzerinde Arf’ın sureti yer almaktadır. [3]

Çeşitli üniversitelerde gerçekleşmiş konferanslar
tarafından

Aydın Sayılı

Aydın Sayılı

 

Aydın Sayılı
Aydın Sayılı.jpg
Doğum 2 Mayıs 1913
İstanbul
Ölüm 15 Ekim 1993 (80 yaşında)
Ankara, Türkiye

Aydın Sayılı (d. 2 Mayıs 1913, İstanbul – ö. 15 Ekim 1993, Ankara), Türk bilim adamı.

Türkiye’de bilim tarihçiliğinin yerleşmesini sağlamış bilim adamıdır. Ordinaryüs Profesör Doktor ünvanı taşır. 1942 yılında Harvard Üniversitesi’nde bilim tarihi alanında doktorasını tamamlamış olan Sayılı, dünyada bilim tarihi alanında bilinen ilk doktora derecesinin sahibidir. 2009 yılı başından itibaren Turkish lira symbol 8x10px.png 5 Türk Liralık banknotların arka yüzünde resmi bulunur.

Konu başlıkları

Yaşamı

2 Mayıs 1913’te İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Abdurrahman Bey, annesi Suat Hanım’dır. Ailesinin üçüncü çocuğu idi. Babasının İran‘da görev yapması nedeniyle çocukluğunun bir kısmı İran’da geçti[1].

İlköğrenimini İstanbul’da orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1933 yılında Ankara Erkek Lisesi’ndeki mezuniyet sınavları sırasında sınav heyeti için cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa yer alıyordu[2] Cumhurbaşkanı, gösterdiği üstün başarı üzerine bu öğrenci ile ilgilenilmesini istemişti. Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey, kendisini bilim tarihi ile ilgilenmeye yönlendirdi. Liseyi bitirdiği yıl, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yurtdışına öğrenci göndermek için açtığı sınavı kazandı ve Harvard Üniversitesi’nde bilim tarihi okumak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderildi. George Sarton onun yetişmesinde çok etkili oldu[2]. 1942 yılında George Sarton’un yönettiği “İslam Dünyasında Bilim Kurumları” başlıklı tezi ile Harvard Üniversitesi’nden doktora derecesi aldı. Bu doktora, dünyada bilim tarihi alanında verilen ilk doktora derecesi olarak bilinir.

1943 yılında yurda döndüğünde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nde göreve başladı. Onun göreve başlamasıyla bölüm programına tarih dersleri konuldu[1]. 1946’da felsefe kürsüsüne Bilim Tarihi Doçenti olarak atandı. 1952 yılında Bilim Tarihi Profesörü oldu. 1952-53 ve 1956-57 yıllarında ABD hükümeti ve Fords Vakfı’ndan aldığı burslarla 10-11 ay süreli olarak ABD’de kaldı ve araştırma yaptı[3]. Çeşitli Amerikan üniversitelerinden aldığı teklifleri, Ankara’ya karşı sorumluluklarını yerine getirmek için reddetti. 1958 yılında Ordinaryüs Profesör unvanını aldı. Başyapıtı olan “İslam Dünyasında Rasathane ve Genel Rasathane Tarihi İçindeki Yeri” adlı eserini 1960’da yayımladı[4]. 1974 yılında fakültenin Felsefe Bölümü Başkanlığına seçildi; 1983’te emekli oluncaya kadar bölüm başkanlığını sürdürdü.

Sayili, Ankara Üniversitesi’nde hizmet verdiği uzun yıllar boyunca sadece 3 doktora öğrencisi yetiştirdi. Sevim Tekeli astronomi tarihi, Esin Kahya doğa bilimleri ve tıp tarihi, Melek Dosay ise matematik tarihi alanında doktoralarını yaptı.

Üniversitedeki görevinin yanı sıra 1947’de Türk Tarih Kurumu tam üyeliğine seçilerek bu kurumda çalışmalar yürüten Sayılı, Ortaçağ Türk Tarih Kol Başkanı olarak yıllarca hizmet etti.

1961’de Uluslararası Bilim Tarihi Akademisi’nin tam üyesi oldu ve 1962’den itibaren 3 yıl boyunca bu kurumda as-başkanlık yaptı.

Üniversitedeki görevinden emekli olduktan sonra 1984 yılında Atatürk Kültür Merkezi ve Atatürk Araştırmaları Merkezi adlı iki yeni kurum kurulmuş, bu kurumlar Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu ile birleştirilmişti. Böylece meydana gelmiş Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu adlı kurumun dört biriminden birisi olan Atatürk Kültür Merkezi’ne Aydın Sayılı başkan olarak atandı. Atatürk Kültür Merkezi adına “Erdem” adlı derginin çıkarılmasında büyük emek harcadı[1]. 1993 yılında bu görevden emekli oldu. Henüz emekliliğinin ilk ayında iken 15 Ekim 1993 günü sokakta kalp krizi geçirerek hayatını yitirdi. Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Ödülleri

Sayılı, Nicolaus Copernicus üzerine çalışmaları nedeniyle 1973 yılında Polonya hükümeti tarafından Copernicus Madalyası ile ödüllendirildi[4]. 1977’de Tübitak Hizmet Ödülü, 1981’de İstanbul Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü’ne değer görüldü. 1980’de UNESCO Uluslararası Yazar Editör Komitesi’nee seçilen Sayılı, yaşamboyu verdiği hizmetlerden ötürü 1990’da UNESCO Ödülü’nü aldı[4]

Çalışmaları Hakkında

Sayılı, çalışmalarıyla Türklerin, İslam Dünyasının, Mısırlıların, Mezopotamyalıların ve diğer çeşitli medeniyetlerin bilime ve batı medeniyetinin oluşumuna yaptığı katkıyı ortaya koymuş bir bilimadamıdır.

Bilimsel çalışmaları sırasında Türkçe’ye ilgi göstermiş, emek vermiştir. Aydın Sayılı, karşılıkları hiç bulunmamış yabancı sözcüklere ve anlam karışıklıklarına yol açabilen terimlere Türkçe yeni karşılıklar bulup, bunların açıklamalarını yapmıştır. Editörü olduğu “Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe” isimli yayındaki aynı adlı makalesinde Türkçe’nin gelişimini açıklayan Sayılı, matematik, fizik, felsefe gibi değişik bilgi dallarını ilgilendiren bu çalışmasında, eşanlamlı, yakın anlamlı Türkçe sözcükler türetmiştir.

Sayılı, İslam Dünyasındaki gözlemevlerine ilişkin eseri ile belli başlı gözlemevlerini; bu kurumlarda hizmet vermiş belli başlı astronomları; kullanılan aletler ve söz konusu dönemdeki astronomi çalışmalarını tanıttı. Kahire‘de varoldugu kabul edilen el-Mukasem adlı gözlemevinin aslında varolmadığını kanıtladı. Şam‘daki Kasiyun Gözlemevi’nin yerini belirledi. İslam’ın dini ibadetleri yerine getirmede astronomiye olan ihtiyacından ötürü gözlemevinin İslam dünyasında ortaya çıkmış bir kurum olduğunu ve Batı dünyasındaki ilk gözlemevlerinin İslam dünyasındaki gözlemevlerini örnek alarak oluşturulduğunu ortaya koydu.

Sayılı, “İslam Dünyasında Hastaneler” başlıklı çalışmasıyla İslam dünyasındaki ilk yedi hastaneyi bilim dünyasına tanıttı. “Hayatta En Hakiki Mürşit İilimdir” adlı eseriyle bilim, bilimsel yöntem, bilim ve teknoloji arasındaki farklar gibi konulara tarihten örnekler vererek değindi. Atatürk’e ait “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” vecizesinin ölümsüzlüğünü kanıtlamaya çalıştı. Pek çok eserinde Batı ile Osmanlı arasındaki bilimsel ilişkileri ele aldı; İslam dünyasındaki bilimsel gerilemenin nedenlerini tartıştı. “Mısır ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi, Matematik” adlı eserinde söz konusu uygarlıkların bu konulardaki bilgilerini Klasik Yunan’daki bilgilerle karşılaştırdı. Son çalışmalarında İslam dünyasında Türklerin bilimsel faaliyetinin yeri ve önemi konusuna yoğunlaştı. Ebu Reyhan el Beyruni adlı bilimadamının Türk olduğunu ortaya koydu. Kopernik‘în çalışmaları hakkında bir kitap yayımladı. Aristo ve el-Karafi’nin gökkuşağı konusundaki çalışmalarını karşılaştırmalı olarak inceledi. İbn-i Sina ve Newton‘un hareket konusundaki açıklamalarının paralelliğini gösterdi.Farabi‘nin boşluk hakkında görüşlerinin Batı’ya etkilerini inceledi.

Sayılı, tarih ve edebiyatla da yakından ilgilendi. Bu alanda çalışmalarına örnek olarak 14.yy’da kaleme alınmış ve içinde medreseler, dünyvevi bilimlerle ilgili bilgiler yer alan Gülşehri’nin Leylek ve Bülbül adlı şiirini Türkçede ilk defa yayınlaması gösterilebilir. Ayrıca 16. yüzyılda yaşamış el-Mensuri’nin İstanbul Gözlemevi hakkındaki şiirleri üzerine bir makale yazmıştır. Osmanlı Sultanı III. Murat zamanında inşa edilmiş ve aynı padişah döneminde yıkılmış olan İstanbul Gözlemevi’nde hiç bir bilimsel çalışma gerçekleştirilmemiş olduğu görüşü kabul görmekte idi ancak Sayılı, bu makelesinde el-Mansuri’nin İstanbul Gözlemevinde 16 gözlemcinin yaşadığı, bir de kütüphanesinin bulunduğuna dair bilgileri ortaya çıkardı.

Turkish lira symbol 8x10px.png 5 banknotu üzerinde Aydın Sayılı’nın portresi

Türk Lirası üzerindeki portresi

1 Ocak 2009‘dan itibaren dolaşıma girmiş olan Turkish lira symbol 8x10px.png 5 banknotlarının arka yüzünde, Aydın Sayılı’nın bir portresi yer almaktadır. Portre, İslam Tarihi Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi tarafından sağlandı[5]. Portrenin sol tarafındaki alanda DNA ve atom sembolleri, güneş sistemi ve el figürleri bulunmaktadır. Turkish lira symbol 8x10px.png 5 ön yüzünde Atatürk resmi vardır.

tarafından

Fatma Aliye Topuz

Fatma Aliye Topuz

 

Fatma Aliye Topuz
İlk Türk kadın romancı olan Fatma Aliye Hanım.

İlk Türk kadın romancı olan Fatma Aliye Hanım.
Doğum 9 Ekim 1862,
İstanbul / Osmanlı Devleti
Ölüm 13 Temmuz 1936
İstanbul / Türkiye

Fatma Aliye Hanım (Fatma Aliye Topuz) (d. 9 Ekim 1862, İstanbul – ö. 13 Temmuz 1936, İstanbul) Türk edebiyatının ve İslam coğrafyasının ilk kadın romancısı olarak tanınır.

Zafer Hanım‘ın 1877 yılında yayımladığı Aşk-ı Vatan adlı bir roman mevcutsa da yazarın tek romanı olduğu için Zafer Hanım değil, beş roman yayımlayan Fatma Aliye Hanım ilk romancı ünvanını taşımıştır.

Konu başlıkları

Hayatı

9 Ekim 1862‘de İstanbul‘da doğdu. Tarihçi Ahmed Cevdet Paşa ile Adviye Hanım’ın kızıdır. Kendisine özel bir eğitim verilmese de ağabeyi Ali Sedat Bey’in evde özel hocalardan aldığı dersleri dinlemesi sayesinde kendini geliştirdi. Fransızca merakının ortaya çıkması üzerine ders alarak bu dili çok iyi düzeyde öğrendi.

Fatma Aliye Hanım, 17 yaşında iken 1877-78 Osmanlı Rus harbindeki Plevne Savunması ile ünlü Gazi Osman Paşa‘nın yeğeni Kolağası Faik Bey ile evlendi ve dört kızı oldu. (Hatice, Ayşe, İsmet, Nimet)

Evliliğinin ilk 10 yılında ancak eşinden gizli olarak kitap okuyabilen Fatma Aliye Hanım, eşinin bu konudaki tutumunun değişmesinden sonra onun izni ile tercümeler yapmaya başladı. Edebi yaşantısı 1889 yılında Georges Ohnet‘in Volonté adlı romanını Meram adıyla çevirmesi ile başladı. Bu romanı Bir Hanım imzasıyla yayımlamıştır. Bu başarısıyla babasının dikkatini çeken Fatma Aliye Hanım, kendisinden ders almaya, fikir tartışmaları yapma olanağına kavuşmuştu. “Bir Hanım”‘ın gösterdiği çabalar, ünlü yazar Ahmed Mithat Efendi tarafından Tercüman-ı Hakikat gazetesinde övüldü ve yazar kendisini manevi kızı kabul etti. Fatma Aliye Hanım, bu ilk çevirisinden sonraki çevirilerinde Mütercime-i Meram takma adını kullandı.

1891 yılında Ahmet Mithat Efendi ile birlikte Hayal ve Hakikat adlı romanı yazdı. Romanın kadın ağzından olan kısmı Fatma Aliye Hanım’ın, erkek ağzından olan kısmı Ahmet Mithat Efendi‘nin kaleminden çıkmıştı. Eser, Bir kadın ve Ahmet Mithat imzasıyla yayımlandı. Bu romandan sonra ikili uzun süre mektuplaşmış ve bu mektupları Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

Fatma Aliye Hanım, 1892 yılında Muhadarat adlı ilk romanını kendi adıyla yayımladı. Bu romanında bir kadının ilk aşkını unutamayacağı inancını çürütmeye çalıştı. 1899 yılında yayımlanan Udi adlı romanında görevi üzerine gittiği Halep’te yaşamına tanık olduğu bir kadın udiyi anlattı. Bu kitapta mutsuz bir evlilik yapan Bedia’nın hikâyesini dönemine göre çok yalın bir dille anlatmıştır. Reşat Nuri Güntekin, edebiyata ilgisini güçlendiren yapıtlar arasında lalasından dinlediği romanlardan sonra Fatma Aliye Hanım’ın Udi romanını sayar. Eserlerinde kadın gözüyle evlilik, eşler arasındaki uyum, aşk ve sevgi kavramı, birbirini tanıyarak evlenmenin önemi gibi mühim konuları işleyen Fatma Aliye Hanım’ın diğer romanları Ref’et, Enin, Levayih-i Hayat adlarını taşır. Yazar romanlarında bireyleşme çabasında olan, çalışan, para kazanan, erkeğe ihtiyaç duymayan kadın kahramanlar yaratır.

Fatma Aliye Hanım, edebi eserlerinin yanı sıra kadın sorunları ile ilgili de eser vermişti. Kadınlara Mahsus Gazete’de kadın sorunlarına ilişkin makaleler yazdı ve muhafazakâr görüşlerden kopmadan kadın haklarını savundu. 1892‘de yayımlanan Nisvan-ı İslam adlı kitabında Avrupalı kadınlara İslam’da kadının durumunu anlattı. Romanlarında daha modern kadın kahramanlar yaratan yazar, bu kitapta, makalelerinde olduğu gibi, eski gelenekleri savunmuştur.

1893 yılında Ahmet Mithat Efendi tarafından yazılan Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu (Bir Muharrire-i Osmaniye’nin Neşeti) adlı kitap ününü arttırdı. Bu kitap Ahmet Mithat’ın Fatma Aliye’yi anlattığı yazıları ve Fatma Aliye’nin doğrudan kendisini anlattığı mektuplarından oluşmaktadır. Fatma Aliye mektuplarında bitmek tükenmez bilmeyen öğrenme coşkusunu anlatır.

Fatma Aliye Hanım’ın edebiyat dışındaki uğraşı alanlarından bir başkası ise yardım cemiyetleri idi. 1897 yılında 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı‘nda yaralanan askerlerin ailelerine yardım amacıyla Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazılar yazdı, Nisvan-ı Osmaniye İmdat Cemiyeti adlı bir dernek kurdu. Bu dernek, ülkedeki ilk resmi kadın derneklerinden biridir. Fatma Aliye Hanım, Hilal-i Ahmer Cemiyeti‘nin de ilk kadın üyesidir.

1914 yılında yazdığı Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı son yapıtıdır. Bu romanında Meşrutiyet sonrası siyasal yaşamı ortaya koymayı amaçlamıştır. Resmi tarih tezlerine muhalefet ediyor olması, edebiyat dünyasından dışlanmasına yol açmıştır.

İlk Türk kadın romancı olma özelliği ile Avrupa ve Amerika basınında kendisinden söz edilen Fatma Aliye Hanım’ın “Nisvan-ı İslâm” adlı eseri Fransızca ve Arapça’ya, “Udî” adlı romanı Fransızca’ya çevrilmiştir. Émile Julliard adlı bir Fransız yazarının Doğu ve Batı Kadınları adlı kitabını Fransız gazetelerine yazdığı bir mektupla eleştirmesi Paris’te büyük yankı uyandırmıştı.[1] Eserleri 1893 yılında Şikago‘da Dünya Kadın Kütüphanesi Kataloğu’nda sergilenmiştir. Fatma Aliye Hanım’ın II. Meşrutiyet yıllarına kadar yaygın bir ünü olmasına rağmen zamanla unutulmuştur.

Fatma Aliye Hanım, soyadı yasasından sonra Topuz soyadını aldı.

Fatma Aliye 13 Temmuz 1936 tarihinde İstanbul‘da vefat etti. Cenazesi Feriköy Mezarlığı’na gömüldü.

Fatma Aliye Hanım, ilk Osmanlı kadın feministlerden Emine Semiye‘nin ablası, tiyatro ve sinema oyuncusu Suna Selen‘in anneannesidir.

Ölümünün Ardından

50 Türk Lirası reverse.jpg

  • Fatma Aliye Hanım’ın adı, Beyoğlu‘nda ve Çankaya‘da birer sokağa verilmiştir.
  • 2009 yılında dolaşıma çıkan 50 Türk Liralık banknotların arka yüzünde resmi bulunmaktadır

Önemli Yapıtları

  • Roman: Ref’et (1898), Udi (1899), Enin (1910), Muhadarat (1892), Hayal ve Hakikat (1892).
  • Çeviri: Meram (1890)
  • Yaşamöyküsü ve tarih alınındaki yapıtları: Namdaran-ı Zenan-ı İslamıyan (Ünlü İslam Kadınları) (1892)
  • Teracim-i Ahval-ı Felasife (Felsefecilerin Yaşamları) (1900) Çizgi Kitabevi Yayınları,Konya, Mayıs 2006
  • Hayattan Sahneler (Levayih-i Hayat)
  • Osmanlıda Kadın: “Cariyelik, Çokeşlilik, Moda”
  • Ayrıca Fatma Aliye üzerine Ahmed Midhat’ın Fatma Aliye Hanım yahud Bir Muharrire-i Osmaniye’nin Neşeti (1893) adlı bir incelemesi vardır.
  • Fatma Aliye-Mahmud Esad. Çok Eşlilik: Taaddüd-i Zevcat. Editör: Firdevs CANBAZ. Hece Yayınları 2007
  • Kosova Zaferi / Ankara Hezimeti: Tarih-i Osmaninin Bir Devre-i Mühimmesi (1915)
  • Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı (1913)
  • Teracim-i Ahval-i Felasife: Filozofların Biyografileri (1900)
  • Tedkik-i Ecsam (1901)
tarafından

Mimar Kemaleddin

Mimar Kemaleddin

 

Genel bilgiler
Doğum adı Ahmed Kemaleddin
Doğum 1870
Acıbadem, İstanbul, Osmanlı Devleti
Ölüm 13 Temmuz 1927
Ulus, Ankara, Türkiye
Mimarlık kariyeri
Alanı Mimarlık
Etkilendikleri Birinci Ulusal Mimarlık Akımı

Ahmed Kemaleddin (1870; Acıbadem, Kadıköy, İstanbul – 13 Temmuz 1927; Ulus, Ankara), 20. yüzyılın başlarındaki çalışmalarıyla tanınan ve Birinci Ulusal Mimarlık Akımı‘nın önde gelen isimlerinden olan Türk mimar.

Konu başlıkları

Yaşamı

1870 yılında orta sınıfa mensup bir ailenin tek çocuğu olarak İstanbul’un Acıbadem semtinde dünyaya geldi. Babası Bahriye Miralaylarından Ali Bey, annesi Sadberk Hanım’dır.[1] İlköğrenimine 1875′te İbrahim Ağa İbtidai Mektebi’nde başladı. Ortaöğrenimini 1881′de babasının görevi dolayısıyla gittikleri Girit‘te sürdürdü; bir süre sonra ailesiyle birlikte İstanbul’da döndüler ve orta öğrenimini de burada bitirdi. Bu sırada mühendisliğe ilgi duymaya başladı ve 1887′de 17 yaşındayken Hendese-i Mülkiye Mektebi’ne (günümüzde İstanbul Teknik Üniversitesi) kaydoldu.

Mühendislik eğitimini birincilikle tamamladığı 1891′de, aynı okulda öğretim görevlisi olarak bulunan Alman akademisyen Jachmund’un asistanlığına atandı. Bu görevi dört yıl yürüten Mimar Kemaleddin, bu arada okul dışında özel bürosunu açarak ilk eserlerini tasarlamaya başladı. 1895′te mimarlık eğitimini geliştirmesi amacıyla hocası Jachmund’un desteğiyle ve devlet bursuyla Almanya‘ya gönderildi ve Berlin‘deki Charlottenburg Teknische Hochschule’ye (teknik yüksek okul, günümüzde Berlin Teknik Üniversitesi) iki yıl devam etti. Daha sonra iki buçuk yıl da çeşitli mimarlık bürolarında çalışarak deneyim kazandı.

1900′de İstanbul’a döndü ve öğretim üyeliğine tekrar başladı. Hocası August Jachmund‘un Türkiye’den ayrılmasının ardından, onun verdiği mimarlık derslerini üstlendi.

1908′de Osmanlı Mimar ve Mühendis Cemiyeti adıyla bu meslek dallarının Türkiye’deki ilk meslek odasını kuran Mimar Kemaleddin, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Evkaf Nezareti İnsaat ve Tamirat Müdürü olarak çalışmalarına devam etti. “Şark Demiryolları Şirketi” adına dört tren istasyonu tasarladı. Bu şirket için ilk olarak Filibe Garı’nı tasarlayan mimar bu yapıda gösterdiği başarı nedeniyle, Selanik ve Edirne Garlarını tasarlamakla görevlendirilmiş, Selanik Garı’nın yalnızca temelleri atılmış, Edirne Garı ise genel olarak 1914’te kadar bitirilmiştir.Edirne de yapımına 1908 yılında başlanan Ticaret Lisesini tasarladı Okul binası 1910 yılında bitirilerek İttihat-i Terakki kız mektebi adı ile öğrenime başlamıştır. Mimarın tasarladığı diğer istasyon olan Sofya Garı’nın II. Meşrutiyet’ten önceki gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Günümüzde Trakya Üniversitesi rektörlük binası olarak hizmet veren Edirne Garı’nın kesin tasarım yılı saptanamamışsa da, tasarımının II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında tamamlandığı, inşaata Balkan Savaşı’ndan önce 1911-1912’de veya savaştan ve Edirne’nin geri alınmasından sonra 1913’de başlandığı, yapının 1914’de savaş nedeniyle yarım kaldığı, ancak Cumhuriyet’ten sonra,1930’da işletmeye açılabildiği bilinmektedir [2].

Tarihi yapıların restorasyonu ve yeni yapıların tasarımıyla ilgilendigi bu dönemde, Osmanlı mimarisinin ilkelerini inceledi ve kendi mimari üslubunu şekillendirdi ve ulusal mimari konusundaki düşüncelerini geliştirdi.

1910’ların başından ölümüne kadar yoğun bir tempoda çalışarak, hem Türkiye’de, yoğunluklu olarak da İstanbul’da, hem de yurtdışında eserler verdi ve mimari çalışmalarında bulundu. Mescid-i Aksa’nın restorasyonu çalışmaları için bir süre için Kudüs’te kaldı ve Türkiye’ye dönüşünde yeni başkent Ankara’da kurulan yeni yapılar üzerinde yoğunlaştı.

Mimar Kemaleddin’in kabri, Beyazid Camii haziresi, İstanbul

Mimar Kemaleddin, 13 Temmuz 1927 tarihinde Ankara’da beyin kanaması sonucu vefat etti.

Mezarı Bayezid Camii haziresinde bulunmakta olup, 2007′de yeniden düzenlenerek anısına bir mezar anıtı eklenmiştir [3].

Mimari üzerine görüşlerini de içeren notları İlhan Tekeli tarafından 1997 yılında “Mimar Kemalettin’in yazdıkları” başlığı altında kitaplaştırılmıştır.

Besteci İlhan Mimaroğlu‘nun babasıdır.

Mimar Kemaleddin Bey, 16. yüzyılda yaşamış ve Beyazıt Camii’nin mimarlarından biri olması muhtemel meslektaşı Kemaleddin ile karıştırılmamalıdır.

Mimar Kemaleddin heykeli, İzmir

Zavallı İstanbul!…Son düşüş devrinde imâr adı altında ne câhilane, ne zafimâne yıkıma uğradı…Üçüncü Selim´den sonra, eski Türk sanatının incelik ve temizlikle millî ruh doğuran eserleri takdir edilmedi; batı tesiri altında batının bakış açışıyla kabalaşma başladı… Asırlar içinde gelişe gelişe yüzey süslemesinin en kiymetlı eserlerini üretmiş olan koca bir sanat birikimi çirkin görülmeye başlandı ve neticede millî sanatımızı yitirkdik. Ziyân ettik, koruyamadık…Batının seri imâlatcıları karınlarını şişirdiler ama aklımız başımıza gelmedi…Hatta onların memleketimize döktüğü ruhsuz tek tip yapılar gözümüze güzel görünmeye başladı. Sonuçta bu surette iktidarsız ve câhil halde kaldık…
Mimar Kemaleddin Bey

Eserleri ve çalışmalarından bazıları

Filibe Garı

Resim galerisi

Türk Lirası üzerindeki portresi

Turkish lira symbol 8x10px.png 20 banknotu üzerinde Mimar Kemaleddin portresi ve inşa ettiği Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası

1 Ocak 2009′dan itibaren dolaşıma girmiş olan Turkish lira symbol 8x10px.png 20 Türk Lirası banknotlarının arka yüzünde, Mimar Kemaleddin’in bir portresi ile başlıca yapıtlarından biri olan “Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası” yer almaktadır.

tarafından

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk

 

Mustafa Kemal Atatürk
1. Türkiye Cumhurbaşkanı
Görev süresi
29 Ekim 1923 – 10 Kasım 1938
Yerine gelen İsmet İnönü
1. Türkiye Başbakanı
Görev süresi
30 Nisan 1920 – 24 Ocak 1921
Yerine gelen Fevzi Çakmak
Seçim Bölgesi Ankara
1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Görev süresi
24 Nisan 1920 – 29 Ekim 1923
Yerine gelen Ali Fethi Okyar
1. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı
Görev süresi
9 Eylül 1923 – 10 Kasım 1938
Yerine gelen İsmet İnönü
Kişi bilgileri
Doğum Mustafa
19 Mayıs 1881
Selânik
Ölüm 10 Kasım 1938
İstanbul
Yattığı yer Anıtkabir
Milliyeti Türk
Partisi İttihat ve Terakki Partisi
Cumhuriyet Halk Partisi
Diğer siyasi
bağlantıları
Türkçülük, Türk milliyetçiliği
Ölümünden sonra çıkan bir akım olarak: Atatürkçülük
Eşi Latife Hanım (1923-1925)
İmzası
Askeri hizmeti
Bağlılığı Osmanlı İmparatorluğu Osmanlı (1893-1919)
Türkiye Türkiye (1919-1927)
Branşı Kara Kuvvetleri
Hizmet yılları 1893-1927
Rütbesi Mareşal
Komutası 19.Tümen, 16. Kolordu, 2. Ordu, 7. Ordu, Yıldırım Orduları Grubu, TBMM Orduları
Çatışma/savaşları Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı (Çanakkale Cephesi, Kafkasya Cephesi, Sina ve Filistin Cephesi), Türk Kurtuluş Savaşı
Ödülleri Liste (24 madalya)
Biyografi
Dökümanlar

Mustafa Kemal Atatürk (1881, Selânik – 10 Kasım 1938, İstanbul), Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Türk siyasetçi ve devlet adamı. Osmanlı mirlivası ve Türkiye’nin iki mareşalinden biridir. 1919 yılında başlattığı Kurtuluş Savaşı‘nın önderliğini yapmış; daha sonra, modern Türkiye’yi oluşturan devrim ve reformları gerçekleştirmiştir.[1] Mustafa Kemal Atatürk Osmanlı Ordusu‘nda subay olarak görev yapmış; Türk Orduları Başkomutanı olarak Sakarya Meydan Muharebesi‘ndeki başarısından dolayı 19 Eylül 1921 tarihinde, “Gazi” unvanını almış ve mareşalliğe yükselmiştir.[1] Cumhuriyet Halk Partisi‘ni kurmuş ve ilk genel başkanı olmuştur.[2] 1938 yılındaki vefatına kadar arka arkaya 4 kez cumhurbaşkanı olan Atatürk, bu görevi en uzun süre yürüten cumhurbaşkanı olmuştur.[1]

Konu başlıkları

Çocukluk ve gençlik (1881-1904)

Kız kardeşi Makbule Hanım, annesi Zübeyde Hanım ve Atatürk

Harp Okulu’nda arkadaşları ile birlikte, 1901

1839′da Kocacık‘ta doğduğu sanılan[3] babası Ali Rıza Efendi aslen Manastır‘a bağlı Debre-i Bâlâ‘dandır.[4] Babasının ailesi Arnavutlar[5][6][7][8] ya da 14-15. yüzyılda Anadolu’dan bölgeye göç etmiş olan Yörüklerdendir.[3][4][9] Daha sonradan ailesi Selanik‘e göç eden Ali Rıza Bey,[10] burada gümrük memurluğu ve kereste ticareti yapıyordu.[11] Ali Rıza Bey, 93 Harbi (1877-78) esnasında yerel birliklerde teğmenlik yapmıştı. Bu durum Atatürk’ün ailesinin kısmen de olsa Osmanlı’daki egemen elitlerden olduğunu gösterir.[12]

Ali Rıza Bey, 1871 yılında 1857 yılında Selanik’in batısındaki Langaza‘da çiftçi bir ailede doğan[12][13] Zübeyde Hanım’la evlenmişti.[14] Mustafa Kemal Atatürk, bu çiftin çocuğu olarak, Rumî 1296 (miladî 1881) yılında Selanik’te doğmuştur. Samsun’a çıktığı 19 Mayıs tarihini doğum günü kabul etmiştir.[15] Fatma, Ömer, Ahmet, Naciye ve Makbule adlı beş kardeşinin ilk dördü küçük yaşta hayatını kaybetmiştir.[16][17]

Öğrenim çağına gelen Mustafa’nın hangi okula gideceği konusunda annesi ile babası arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Annesi Mustafa’nın Hafız Mehmet Efendi’nin mahalle mektebine gitmesini istiyor, babası ise o dönemki yeni yöntemlerle eğitim yapan seküler[12] Mektebi Şemsi İbtidai’nde (Şemsi Efendi Mektebi) okumasını istiyordu. En sonunda önce mahalle mektebine başlayan Mustafa, birkaç gün sonra Şemsi Efendi Mektebi’ne geçti.[18] Atatürk, okul seçimindeki bu kararı için hayatı boyunca babasına minnettarlık duymuştur.[12] 1888 yılında babasını kaybetti.[19] Bir süre Rapla Çiftliği’nde annesinin üvey kardeşi[12] Hüseyin’in yanında kalıp hafif çiftlik işleriyle uğraştıktan sonra -eğitimsiz kalacağından endişe eden annesinin isteğiyle-[12] Selanik’e dönüp okulunu bitirdi.[20] Bu arada Zübeyde Hanım, Selanik’te gümrük memuru olan Ragıp Bey ile evlendi.[21]

Şimdi müze olan Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi’ndeki ev 1870′te Rodoslu müderris Hacı Mehmed Vakfı tarafından yaptırılmış ve 1878′de yeni evlenen Ali Rıza Bey tarafından kiralanmıştır. Ancak o öldükten sonra Mustafa ve ailesi bu evden yanındaki 2 katlı, 3 odalı ve mutfaklı daha küçük eve taşınmışlardır.[22]

Mustafa, seküler bir okul olan ve bürokrat yetiştiren[12] Selânik Mülkiye Rüştiyesi‘ne kaydoldu. Ancak muhitindeki askerî öğrencilerin üniformalarından da etkilenerek[12] -annesinin karşı çıkmasına rağmen-[12] 1893 yılında Selânik Askerî Rüştiyesi‘ne girdi. Bu okulda Matematik Öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey ona anlamı mükemmellik, olgunluk olan “Kemal” adını verdi.[23] Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey (Yücekök), özgürlük düşüncesiyle genç Mustafa Kemal’in düşünce yapısını etkiledi. Mustafa Kemal Kuleli Askerî İdadisi‘ne girmeyi düşündüyse de ona ağabeylik yapan Selânikli subay Hasan Bey’in tavsiyesine uyarak Manastır Askerî İdadisi‘ne kaydoldu. 1896-1899 yıllarında okuduğu Manastır Askerî İdadisi‘nde tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey (Bilge), Mustafa Kemal’in tarihe olan merakını güçlendirdi.[24] Bu tarihte başlayan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı‘na gönüllü olarak katılmak istediyse de hem İdadi öğrencisi olduğu için, hem de 16 yaşında olduğundan dolayı cepheye gidememiştir. Bu okulu ikincilikle bitirdi.[25] 13 Mart 1899′da[26] [27] İstanbul’da Mekteb-i Harbiye-i Şahane‘ye girdi. Birinci sınıfı 27., ikinci sınıfı 11., üçüncü sınıfı 1902′de Mülazım bugünkü ismiyle Teğmen rütbesiyle 549 kişi arasından piyade sınıf sekizincisi (1317 – P.8) olarak bitirdi.[25] Akabinde Erkan-ı Harbiye Mektebi‘ne (Harp Akademisi) devam ederek 11 Ocak 1905′te Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.[28]

Askerlik (1905-1918)

Erken dönem

Kıdemli Yüzbaşı

Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, mezuniyetinin ardından merkezi Şam’da bulunan 5.Ordu‘ya staja gönderildi. Bu stajında piyade, süvari ve topçu sınıflarında görev aldı.1905-1907 yılları arasında Şam‘da Lütfi Müfit Bey (Özdeş) ile birlikte 5. Ordu emrinde görev yaptı. İlk stajı 5. Ordu’ya bağlı 30′uncu Süvari Alayı’nda gerçekleşti.[29] Bu dönemde düşük rütbeli stajyer bir kurmay subay olarak Suriye’nin çeşitli bölgelerindeki isyanlarla ilgilenen Mustafa Kemal, “küçük savaş” (gerilla savaşı) üzerine tecrübe kazandı. İsyanlarla uğraştığı dört aydan sonra Şam’a döndü. 1906 Ekim ayında Binbaşı Lütfi Bey, Dr. Mahmut Bey, Lüfti Müfit (Özdeş) Bey ve askerî tabip Mustafa Cantekin ile birlikte ‘Vatan ve Hürriyet‘ adlı bir cemiyeti kurduktan sonra ordudan izinsiz Selânik’e gitti. Selânik Merkez Komutan Muavini Yüzbaşı Cemil Bey (Uybadın)’in yardımıyla karaya çıktı ve orada cemiyetinin şubesini açtı. Bir süre sonra arandığını öğrendi ve ona ağabeylik yapan Albay Hasan Bey, Yafa‘ya dönüp oranın komutanı Ahmet Bey’e Mısır sınırında Bîrüssebi’ye gönderildiğini bildirmesini önerdi. Ahmet Bey de Mustafa Kemal Bey’i Bîrüssebi’ye tayin etti ve bir süre sonra topçu staj için tekrar Şam‘a gönderildi.[30] 20 Haziran 1907′de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu ve 13 Ekim 1907′de 3.Ordu‘ya kurmay olarak atandı.[28] Ancak Selânik’e vardığında ‘Vatan ve Hürriyet‘in şubesinin İttihat ve Terakki Cemiyeti‘ne ilhak edildiğini öğrendi. Bu yüzden kendisi de 1908 Şubat ayında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu (Üye numarası: 322)[31]. 22 Haziran 1908′de Rumeli Doğu Bölgesi Demiryolları Müfettişliğine atandı.[28]

23 Temmuz 1908′de Meşrutiyet‘in ilanından sonra Aralık 1908 sonlarında[32] İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından toplumsal ve siyasal sorunları ve güvenlik problemlerini incelemek üzere bugünkü Libya‘nın bir parçası olan Trablusgarp‘a gönderildi. Burada 1908 Devriminin fikirlerini Libyalılara yaymaya ve buradaki nüfusun farklı kesimlerinden gelenleri Jön Türk politikasına kazanmaya çalıştı.[33] Bu siyasi görevin yanı sıra bölge halkının güvenliği ile de ilgilendi. Kentin dışında yapılan bir savaş tatbikatında Bingazi garnizonuna önderlik ederek askerlere modern taktikler öğretti. Bu tatbikat süresince isyana meyilli Şeyh Mansur’un evini sararak bölgede sistem karşıtı başka güçlü kişilere örnek olması amacıyla onu kontrol altına aldı. Ayrıca hem kentli, hem de kırsal bölge insanlarını korumak için bir yedek ordu planlamaya başladı.[32][34]

13 Ocak 1909′da 3. Ordu‘ya bağlı Selânik Redif Fırkası’nın Kurmay Başkanı oldu ve 13 Nisan 1909′da Meşrutiyet‘e karşı 3. Ordu’ya bağlı Taşkışla’da konuşlanmış 2. ve 4. Avcı Taburları’nın isyanıyla başlayan, diğer birliklerin katılımıyla genişleyen 31 Mart Ayaklanması‘nı bastırmak üzere Selânik ve Edirne‘den yola çıkarak Mirliva Mahmut Şevket Paşa komutasında 19 Nisan 1909′da İstanbul’a girecek olan Hareket Ordusu‘na bağlı birinci kademe birliklerinin kurmay başkanı oldu. Daha sonra 3. Ordu Kurmaylığı, 3. Ordu Subay Talimgâhı Komutanlığı, 5. Kolordu Kurmaylığı, 38. Piyade Alayı Komutanlığı görevlerinde bulundu.[28][32]

Mustafa Kemal Bey, 12 Eylül – 18 Eylül 1910′da Fransa‘da düzenlenen Picardie Manevraları‘na gönderildi. Burada uçakların deneme uçuşuna davet edildiyse de yanındaki komutanının uyarısıyla uçağa binmedi. Bineceği uçak yere çakıldı ve uçağın içinde bulunanlar öldü. Bazı yazarlar, ömrü boyunca uçağa binmeyen Atatürk’ün bu davranışını, Picardie Manevraları’nda yaşadığı olayın ardından temkinli davranmasına bağlamışlardır.[35][36]

Mustafa Kemal dönüşünün ardından 27 Eylül 1911′de İstanbul’da Genelkurmay Karargâhında görev aldı.[37]

Trablusgarp Savaşı

Ayrıca bakınız: Trablusgarp Savaşı

Trablusgarp Savaşı‘nda, Mustafa Kemal

İtalyanlar‘ın Trablusgarp‘a saldırısıyla 19 Eylül 1911′de başlayan Trablusgarp Savaşı‘nda, 27 Kasım 1911′de Binbaşı[28] olan Mustafa Kemal Bey, Binbaşı Enver Bey, Fuat (Bulca), Nuri (Conker) ve Binbaşı Fethi (Okyar) gibi diğer İttihatçı subaylarla birlikte 18 Aralık 1911′de hareket etti.[38] Mustafa Kemal ile grubu, Mısır‘da Kahire[39] ve İskenderiye üzerinden Bingazi’ye gitti. 19 Ekimde İskenderiye’den yola çıktıktan bir süre sonra bir hastalık geçirdi.[40] 22 Aralık’ta Tobruk yakınında zafer kazandı. Derne’deki 16 – 17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralanıp bir ay hastanede tedavi gördü ve 6 Mart’ta Derne Komutanlığı’na getirildi.[41] Aynı yılın eylülünde başlayan barış görüşmelerine rağmen çatışmalar sürerken, Karadağ‘ın 8 Ekim’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi ve Balkan Savaşları‘nın başlaması nedeniyle barışa razı olunmasıyla Mustafa Kemal ve diğer subaylar İstanbul’a geri döndüler.

Balkan Savaşları

Ayrıca bakınız: Balkan Savaşları

Mustafa Kemal Bey Balkan Savaşları‘nın patlak vermesiyle 24 Ekim 1912′de İstanbul’a hareket etti ve 24 Kasım 1912′de karargâhı Bolayır‘da bulunan Bahr-i Sefit Boğazı (Akdeniz Boğazı) Kuvayi Mürettebesi Harekât Şubesi Müdürlüğü’ne atandı. Osmanlı ordusu burada general Stilian Georgiev Kovachev komutasındaki Bulgar 4. Ordusuna yenildi. Haziran 1913′de başlayan İkinci Balkan Savaşı‘nda komutası altındaki birliklerle Dimetoka ve Edirne‘ye girdi.

Atatürk; Sofya Ataşemiliteri iken, verilen kostümlü baloya yeniçeri kıyafeti ile gitmiş ve etrafında derin bir hayranlık uyandırmıştır.

27 Ekim 1913′te Sofya Askerî Ataşeliği’ne atanarak yakın arkadaşı Sofya Sefiri (Elçisi) Fethi Bey (Okyar)’in altında çalıştı. Ek görev olarak Belgrad ve Çetine Askerî Ataşeliğini de yürüttü. Bu görevde iken 1 Mart 1914′te Kaymakam (Yarbay)lığa yükseldi.

Birinci Dünya Savaşı

Çanakkale Savaşları sırasında

Sina ve Filistin Cephesinde

Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı sırasında (1918)

Askerî Ataşe görevi Ocak 1915′te sona erdi. Bu sırada 28 Temmuz 1914′de I. Dünya Savaşı başladı, Osmanlı Devleti de 29 Ekim 1914′te savaşa girdi. 20 Ocak 1915′de Mustafa Kemal Bey 3. Kolordu emrinde Tekfurdağ‘da kurulacak olan 19. Fırka Komutanlığına atandı.[28]

19. Fırka, 23 Mart 1915′te Müstahkem Mevki Komutanlığı emriyle Eceabat bölgesinde ihtiyata alındı. 25 Nisan 1915′te Gelibolu Yarımadası‘na İtilaf Devletleri‘nin yaptığı çıkartmalarıyla Çanakkale Savaşı başladı. 3.Kolordu komutanı Mehmet Esat Paşa‘nın emrinde savaşan Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal Bey Arıburnu‘na çıkan ANZAC (Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu) birliklerinin yarımada içine ilerlemesini Conkbayırı‘nda durdurdu. Bu başarı üzerine 5. Ordu komutanı Mareşal Otto Liman von Sanders‘in takdirini kazandı ve 1 Haziran 1915′te Miralay (Albay)lığa yükseldi.[28] İngilizlerin Ağustos ayında Suvla Körfezi’ne yaptığı ikinci çıkartmadan sonra, 8 Ağustos akşamı Otto Liman von Sanders Anafartalar mevkiinde bulunan birliklerinin komutasını verdi ve 9-10 Ağustos’ta Anafartalar Zaferi‘ni kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos’ta Kireçtepe ve 21 Ağustos’ta II. Anafartalar Zaferi takip etti. Miralay (Albay) Mustafa Kemal Bey, Ruşen Eşref Bey (Ünaydın) başta olmak üzere İstanbul basını tarafından “Anafartalar Kahramanı” olarak kamuoyuna tanıtıldı.

14 Ocak 1916′da Gelibolu’dan Edirne‘ye sevk edilmiş olan 16. Kolordu komutanlığına atandı. Edirne’de bulunduğu 2 ay kadar süre boyunca 16. Kolordu’nun ikmali, toparlanması ve eğitimi ile ilgilendi. Doğu Cephesinde Rus birlikleri Osmanlı 3. Ordusu’nu püskürtmüş 16 Şubatta Erzurum’u, 3 Martta Bitlis, Muş, Van ve Hakkari’yi işgal etmişti. Albay Mustafa Kemal 15 Mart tarihinde 3. Ordu’yu desteklemesi için emrindeki 16. Kolordu ile birlikte Diyarbakır’a gönderildi. Rütbesine göre kendisine ağır bir sorumluluk verilen 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal 1 Nisan 1916′da Diyarbakır’da iken Tuğgeneralliğe (Mirliva) yükseltildi ve Paşa unvanını aldı. Mustafa Kemal taktik bir geri çekilme emri verdi. Daha sonra beklenmedik bir saldırı ile Muş’u Ruslardan kurtararak Osmanlı birliklerine stratejik bir üstünlük sağladı. Kafkas Cephesindeki bu başarısından dolayı Altın Kılıç madalyası ile ödüllendirildi. Ağustos ayında Muş ve Bitlis tümüyle Rus işgalinden kurtarıldı.

7 Mart 1917′de karargâhı Diyarbakır‘da bulunan 2. Ordu Komutan Vekilliğine atandıktan sonra Hicaz Kuvveyi Seferiyesi Komutanlığına getirilmek istendi. Ancak bunu kabul etmeyerek 5 Temmuz 1917′de Yıldırım Orduları Grubu emrindeki 7. Ordu Komutanlığına atandı.[28]

Mustafa Kemal Diyarbakır’dayken, İttihatçı fedailerden Yakup Cemil bir hükûmet darbesi yapmaya karar vermiştir. Savaşın kaybedildiğini düşünmektedir. Tek kurtuluş yolunun Bab-ı Âli‘yi basıp, hükûmeti devirerek Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı’nı değiştirmek olduğuna inanmaktadır. Yeni Başkomutan vekili ve Harbiye Nazırı olarak da Mustafa Kemal’i düşünmektedir. Anlaştığı arkadaşlarından biri komployu Enver Paşa’ya haber vermiştir. Bunun üzerine Yakup Cemil kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Mustafa Kemal Falih Rıfkı Atay‘a anlattığı hatıralarında şöyle demektedir: “O vakit tümenlerimden birine komuta eden Ali Fuad (Cebesoy)’a : Yakup Cemil asılmış. Sebebi de ben Başkomutan vekili ve Harbiye nazırı olmadıkça kurtuluş yoktur demiş. Dediğini yapmış bile olsaydı ben İstanbul’a gittiğimde ilk iş olarak Yakup Cemil’i cezalandırırdım. Eğer ben, o ve onun gibiler tarafından iktidara getirilecek bir adamsam, adam değilim!” demiştir.[42]

15 Aralık 1917 ile 5 Ocak 1918 tarihleri arasında Veliaht Vahdettin Efendi’nin maiyetinde Almanya‘ya giderek Keiser II. Wilhelm, Genel Karargâhı ve Elsass bölgesini ziyaret etti.

1918 Haziran ayında Viyana ve (bugünkü adı Karlovy Vary olan) Karlsbad‘a giderek tedavi gördü. Sultan Mehmed Reşad‘ın vefatı ve Vahdettin‘in cülusu üzerine 2 Ağustos’ta İstanbul’a döndü. 15 Ağustos’ta 7. Ordu Komutanı olarak Filistin Cephesi‘ne atandı ve ardından Fahri Yaver Hazreti Şehriyari (Padişahın Onursal Yaveri) unvanı verildi. Mustafa Kemal Paşa, 20 Eylül 1918 tarihinde Vahdettin‘in başyaveri Naci (Eldeniz) Bey‘e bir telgraf çekerek Yıldırım Orduları Grubu‘nun savaş gücünün kalmadığını bildirerek mütareke istemesini önerdi. Ayrıca yeni hükûmette kendisinin Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili olarak görevlendirilmesini istedi[43]. Ardından 6 Ekim’de 7. Ordu komutanlığından istifa etti.

19 Eylül 1918′de Edmund Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetleri, genel taarruza geçerek üç ordudan oluşan Yıldırım Orduları Grubu’nu ağır bir hezimete uğrattı. 1 Ekim’de Şam, 25 Ekim’de Halep düştü. Mustafa Kemal Paşa, İngiliz ordularını, Halep’te durdurarak, savunma hattı kurmayı başardı.

30 Ekim 1918′de Mondros Mütarekesi imzalandı ve ertesi gün öğle vaktinde yürürlüğe girdi. Mondros Mütarekenamesi 19. maddesi gereğince, Yıldırım Orduları Grubu kumandanı olan Otto Liman von Sanders Paşa’nın görevden alınması üzerine Mustafa Kemal Paşa bu göreve getirildi. Ancak 7 Kasım’da Yıldırım Orduları Grubu ile 7. Ordu lağvedildi.[44]

10 Kasım 1918 tarihinde Yıldırım Kıt’alarının komutasını 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa’ya bırakarak Adana‘dan İstanbul’a hareket etti ve 13 Kasım’da İstanbul’a Haydarpaşa Garı‘na ulaştı. Haydarpaşa’dan İstanbul’a geçerken boğaza demirli düşman savaş gemilerini gördüğünde ünlü “Geldikleri gibi giderler” sözünü söyledi. Fethi Bey (Okyar) ile birlikte Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa yanlısı ve Ahmet Tevfik Paşa (Okday) karşıtı bir tavrı koyan Minber gazetesini çıkararak siyasi girişimlerde bulundu.

Milli Mücadele (1919-1923)

Örgütlenme

9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 17 Nisan 1919

2 Şubat 1919 tarihinde Mersinli Cemal Paşa Doğudaki Osmanlı ordularını mütareke koşullarına göre düzenlemek için müfettiş olarak Anadolu’ya gönderilmişti. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe ve Fransız Yüksek Komiseri Amiral Amet, 1918 yılı Kasım ayında Osmanlı hükûmetine nota verdiler. Doğuda Türklerin silahlanıp Hristiyanları öldürdüğünü buna karşı önlem alınmasını talep ettiler. Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin tarafından işgal kuvvetlerinin Yüksek Komiserlerinin verdiği notalar gereğince olağanüstü yetkilerle donatılarak Vilayet-i Sitte (Altı Vilayet)’deki Hristiyan ahaliyi korumak ve işgal kuvvetlerine karşı yapılan ufak çaplı isyanları bastırmak için görevlendirildi. Bazı çevrelerce, Samsun’a hareket etmeden önce kendisini ziyarete gelen Mustafa Kemal Paşa’ya “Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!” dediği iddia edilse de, ne Nutuk’ta ne de saray mabeyincilerinin kayıtlarında böyle yahut buna benzer bir görüşmeden bahsedilmemektedir.[45] Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919′da Refet Bey (Bele), Kâzım Bey (Dirik), ‘Ayıcı’ Mehmet Arif Bey, Hüsrev Bey (Gerede)lerle beraber Samsun‘a çıktı.[46]

Mondros Mütarekesi‘nden sonra Anadolu‘da milisler (Kuvayı Milliye) şeklinde örgütlenen direniş hareketleri başlamıştı. 22 Haziran 1919′da Rauf Bey (Orbay), Kâzım Karabekir Paşa, Refet Bey (Bele) ve Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile birlikte Amasya‘da yayımladığı genelgeyle “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını” ilan etti. Kâzım Karabekir Paşa tarafından Erzurum‘da toplanan Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk Kongresine (Erzurum Kongresi) katıldı.[47] Kongre üyelerinin ısrarıyla Osmanlı ordusundan istifa etti ve Kongre başkanlığına seçildi. 4 – 11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi‘nde alınan kararları uygulamak amacıyla bir Temsil Heyeti oluşturuldu ve başkanlığına da Mustafa Kemal Paşa seçildi.[48] 27 Aralık 1919′da Ankara‘da heyecanla karşılandı. Osmanlı Meclis-i Mebusan‘ın Mart 1920′de işgal güçlerince basılması ve önde gelen vatanperver mebusların tutuklanması üzerine 23 Nisan 1920′de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin açılmasını sağladı. Erzurum mebusu sıfatıyla Meclis ve Hükûmet Başkanlığına seçildi. TBMM bir kurucu meclis gibi çalışarak Milli Mücadele’yi yürütecek olan Anadolu hükûmetinin altyapısını kurdu.

Hâkimiyetin sağlanması

24 Mart 1923 tarihli Time dergisinin kapağı

Merkezi denetimden uzak bulunan Kuva-yi Milliye örgütleri dağıtılarak düzenli bir ordu oluşturuldu. Milli Mücadele’nin en kanlı çatışmaları, düzenli orduya katılmayı kabul etmeyen Kuva-yi Milliye gruplarına karşı verildi.

İngiltere başbakanı Lloyd George‘a göre Yunanistan büyümeli ve İngiltere ile menfaatleri birleştirilmeliydi. Yunanistan boğazları Avrupa’ya açık tutmalı, Akdeniz’de İngiltere’nin çıkarlarına uygun davranmalıydı. Eğer böyle davranmazsa İngiliz donanması onu uslandırmak için yeterdi. Sevres Antlaşması‘nın kuvvet kullanılmadan uygulanamayacağı anlaşılmıştı. İtilaf Devletleri ise kuvvet kullanacak halde değildi. İtilaf Devletleri, Yunanlıları yalnız Türk illerini alıp kendi vatanına katmak için değil, kendi davalarını da yürütmek için Anadolu’ya çıkardı. Ancak İtilaf Devletleri de Türkiye’ye karşı uygulanacak politikalarda artık beraber değildir. İtalya Yunanlıların Anadolu’ya yerleşmesini kıskandı. Fransa ise Suriye‘deki toprak kazançlarını yeterli görmektedir. Artık Yunanlılar kendi ordularıyla Anadolu’ya boyun eğdirmek zorundadır. Mustafa Kemal de Yunan ordusunu yenerse, Türkiye’yi kurtarmış olacaktır.[49] 6 Ocak 1921 günü Bursa’dan Eskişehir‘e ve Uşak’tan Afyon‘a doğru iki kol hâlinde ileri harekâta başlayan Yunan Ordusu, 9 Ocak’ta İnönü mevzilerine kadar ilerledi. Ancak Türk Ordusu’nun savunması karşısında ileri gidemeyeceklerini anlayarak, 11 Ocak 1921 sabahı İnönü mevzilerinden çekilmek zorunda kaldı. Birinci İnönü Muharebesi düzenli ordunun ilk zaferi olduğundan Kuva-yi Milliye‘den düzenli orduya geçiş hızlanmış, halkın yeni kurulan orduya güveni artmıştır. Bu başarı bütün dünyanın dikkatini çekmiş; İtilaf Devletleri, 26 Ocak 1921‘de Osmanlı Devleti’nin Londra’ya bir heyet göndermesini ve bu toplantıda Ankara Hükûmetinden de temsilci bulundurulmasını istemişlerdir.[50]

Birinci İnönü zaferinden sonra İtilaf Devletleri Sevr Antlaşması‘nda Türklerin yararına bir değişiklik yapılmasını görüşmek için Londra’da bir konferans toplanmasına karar vermişlerdir. 21 Şubat11 Mart 1921 tarihleri arasında yapılan konferansta, Türkler yararına bir sonuç çıkmamış, mücadele devam etmiştir. Yunanistan, Londra Konferansı bitmeden, Anadolu’da yeni bir saldırı yapmak üzere hazırlıklara başlamıştır. 23 Mart 1921 günü sabah erken saatlerde, 3. Yunan Kolordusunun Batı Cephesinden, 1. Yunan Kolordusunun da Güney Cephesinden ileri harekete geçmesiyle muharebeler başlamıştır. 23 Mart1 Nisan 1921 arasında meydana gelen İkinci İnönü Muharebesi tekrar Türk Kuvvetlerinin zaferiyle sona ermiştir. Bu zaferden sonra Fransızlar Zonguldak‘tan, İtalyanlar da Güney Anadolu’dan askerlerini çekmeye başlamıştır.[51]

İnönü Savaşları’nda savunma taktiği uygulayan Türk Ordusu, Aslıhanlar-Dumlupınar çarpışmalarında ise henüz saldırı gücüne ulaşamadığını göstermişti. Bu durumdan yararlanmaya karar veren Yunan Ordusu İnönü, Eskişehir, Afyon ve Kütahya arasındaki çizgide yer alan Türk mevzilerine yüklenerek buraları işgal etmek ve Ankara’ya kadar ilerlemek istiyordu. Takviye birliklerle iyice güçlenen Yunan Ordusu 10 Temmuz 1921′den itibaren saldırıya geçti ve 20 Temmuz’a kadar yaptıkları saldırılarla Türk Ordusu’nu geri çekilmeye zorladı. Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusunun Sakarya Irmağı‘nın doğusuna kadar çekilmesini emretti. Böylece vakit kazanılacaktı. Bu savaşlar sonunda Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi büyük stratejik bölgeler elden çıktı. TBMM’de moral bozukluğu yaşandı ve sert tartışmalar meydana geldi. Ancak Yunan Ordusu büyük ateş ve silah üstünlüğüne rağmen, Türk Ordusunu yok edememişti. Türk Ordusu, güvenli bir şekilde Sakarya‘nın doğusuna çekilmişti.[52]

Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonrasında Büyük Millet Meclisi içinde iktidara yani Mustafa Kemal Paşa’ya karşı tepkiler artmaya başladı. Bu muhalefeti yöneltenler ordunun başına geçmesi için Mustafa Kemal Paşa’ya baskı yapmaya başladı. Gerçek niyetleri ise O’nu Ankara’dan uzaklaştırmak ve Enver Paşa‘nın iktidarını sağlamaktı. Mustafa Kemal Paşa, 4 Ağustos 1921 günü Büyük Millet Meclisi‘nde yaptığı konuşmayla başkumandan olmayı kabul ettiğini ancak başkomutanlığın faydalı olabilmesi için Meclis’in ordu ile ilgili yetkilerini üç ay süreyle kendisinde toplayacak bir kanun çıkartılması gerektiğini açıkladı. Paşa’nın başkomutanlığını isteyenlerin bu şekilde hayalleri suya düşürülmüş oldu. 5 Ağustos 1921 günü oybirliği ile çıkartılan yasa ile Mustafa Kemal Paşa, TBMM Orduları Başkomutanlığı’na getirildi.[53]

Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa (1922)

Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlığa geçmesinin hemen ardından yayınladığı Tekalif-i Milliye Emirleri ile halkı ordunun donatılması için seferberliğe çağırdı. 12 Ağustos’ta Polatlı‘da teftiş yaparken attan düştü ve kaburga kemiği kırıldı.[54] 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihlerinde yapılan Sakarya Meydan Muharebesi‘nde Yunan Ordusu’nun hücum gücü tükendi.[55] Türk Ordusu ani bir taarruzla Yunan Ordusu’nu Sakarya Nehri’nin doğusundan çıkarmayı başardı. Bu zaferden sonra 19 Eylül 1921′de Büyük Millet Meclisi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’yı oybirliğiyle Mareşal rütbesine terfi ettirdi ve Gazi unvanı verdi.[56] Sakarya Meydan Muharebesi sonunda Türk ordusunun zayiatı; 5713 şehit, 18.480 yaralı, 828 esir ve 14.268 kayıp olmak üzere toplam 49.289′dur. Yunan ordusunun zararı; 3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.007′dir.[55]

Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra, 13 Ekim 1921′de Ankara Hükümeti ile Güney Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması imzalandı. Böylece Türkiye’nin doğu sınırı tamamen güvenlik altına alındı. Fransa ise TBMM Hükümeti ile 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması‘nı imzaladı. Bu antlaşma ile Fransa TBMM Hükümeti’ni tanımış ve Hatay-İskenderun dışında, Türkiye’nin bugünkü güney sınırı çizildi. Antlaşma sayesinde güney cephesi güvenli duruma geldiğinden buradaki Türk birlikleri de Batı Cephesi’ne kaydırıldı. İtalyanlar ise, Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra Güney Ege ve Akdeniz bölgelerinde tutunamayacaklarını anlayarak 1921 yılı sonuna kadar işgal ettikleri yerlerden çekildi. Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında İngiltere de Ankara’yı tanıyarak TBMM ile, 23 Ekim 1921 tarihinde tutsakların serbest bırakılması konusunda antlaşma yapıldı.[55]

Tam 1 yıl süren taarruz hazırlıkları sonucunda, 26 Ağustos 1922 sabahı büyük bir dikkatle hazırlanan taarruz planı uygulamaya konuldu. 26-30 Ağustos 1922’de yapılan Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı’nın son aşamasıdır. 30 Ağustos günü Başkomutanlık Meydan Muharebesi‘nde bir gün içinde Yunan Ordusunun büyük bir bölümü imha edildi. 31 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa komutanlarını Çalköy‘deki karargahında toplayarak kaçabilen Yunan kuvvetlerinin hızlı bir şekilde takip edilmesini ve İzmir ile civarındaki kuvvetleriyle birleşmemesi için üç koldan Ege’ye doğru ilerlenmesini emretti. 1 Eylül günü Başkomutan Mustafa Kemal bir bildiri yayımlayarak ordulara şu emrini verdi: “Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü, yiğitlik ve yurtseverlik kaynaklarını yarışırcasına esirgemeden vermeye devam eylemesini isterim. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”.[57]

Türk Ordusu 2 Eylül’de Uşak’ı geri aldı. Burada Yunan Ordusu Başkomutanı General Nikolaos Trikupis esir edildi. 9 Eylül’de Türk Süvarileri İzmir’e girdi. 18 Eylül 1922′ye kadar yapılan Takip Harekâtıyla tüm Batı Anadolu’daki Yunan birlikleri sınır dışına çıkarıldı. Türk ordusunun kazandığı bu başarı, Mudanya Ateşkes Antlaşması’na giden süreci başlattı.[57]

Karşıyaka‘da Mustafa Kemal’in kalması için yakınları Yunanlıların elinde esir olan bir baba-oğul evlerini hazırlamıştır. Bu evde daha önce Yunan Kralı Konstantin de kalmış, eve merdivenlerde ayakları altına serilen Türk Bayrağı‘nı çiğneyerek girmiştir. Bu kez baba-oğul merdivenlere Yunan Bayrağı’nı sermiştir. Mustafa Kemal Paşa eve girecekken “Lütfedin, bu karşılıkla bu lekeyi silin!” denilmiştir. Mustafa Kemal Paşa da “O, geçmişse hata etmiş; bir milletin onuru olan bayrak çiğnenmez, ben onun hatasını tekrar etmem. Bayrağı kaldırın yerden.” diyerek bayrağı kaldırtmıştır.[58]

Barış

Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa Kocatepe’de. (26 Ağustos 1922)

Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923′te imzalanan Lozan Antlaşması‘yla sonuçlandı.[59] Bu antlaşma ile Sevr Antlaşması yürürlükten kalkmış, Türkiye Cumhuriyeti Lozan Antlaşması temelleri üzerine kurulmuştur.

Milli Mücadele sonrasında Türkiye’de iki başlı bir yönetim ortaya çıkmıştı.[60] TBMM 1 Kasım 1922′de Osmanlı saltanatını lağvedip Vahdettin’i tahttan indirerek İstanbul hükûmetinin hukuki varlığına son verdi. 16 Ocak 1923′te İzmit Hünkâr Kasrı’nda İstanbul‘dan gelen gazetecilerle mülakat yapıldığında Vakit başyazarı Ahmet Emin Bey (Yalman)’in Kürt meselesi hakkında sorusuna karşı ‘Başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir’ diyerek Kürtlere özel statü tanımamak için ihtiyatlı davrandı[61].

8 Nisan 1923′te, yayımlanan Dokuz Umde ile Gazi Mustafa Kemal yeni rejimin temelini oluşturacak olan Halk Fırkası‘nın temellerini attı.[62] Nisan ayında yapılan İkinci Meclis seçimlerine sadece Halk Fırkası‘nın katılmasına izin verildi. Mebus adayları fırkanın genel başkanı sıfatıyla Gazi Mustafa Kemal tarafından belirlendi.

25 Ekim 1923 günü aynı anda hem Başbakanlık hem de İçişleri Bakanlığı görevlerini yürüten Fethi Bey, İçişleri Bakanlığını bıraktığını açıkladı. Aynı gün Meclis İkinci Başkanlığı görevini yapan Ali Fuat Paşa‘da ordu müfettişliğine atandığı için görevinden ayrıldı. Bu iki boş koltuk için yapılan seçimleri Gazi Mustafa Kemal’e muhalif olan milletvekilleri kazandı. Meclis İkinci Başkanlığına Rauf Bey, İçişleri Bakanlığına Sabit Bey seçildiler. Bu durumdan hoşnut olmayan Gazi Mustafa Kemal, 26 Ekim 1923′te Başbakan Fethi Bey’den “Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti Vekili” Fevzi Paşa‘nın dışında hükûmetin istifa etmesini ve istifa edenlerin yeniden seçilirlerse görevi kabul etmemesini istedi. Böylece bir hükûmet krizi çıkmış oldu. Yeni bakanlar kurulu üyelerinin 29 Ekim günü seçileceği duyuruldu.

Bu gelişmeler üzerine “Cumhuriyet İlanı” ile işi kökünden çözmeye karar veren Gazi Mustafa Kemal 28 Ekim 1923 gecesi Çankaya‘da İsmet Paşa ve bazı kimseleri toplantıya çağırdı ve “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz.” diyerek kararını açıkladı. Misafirlerin ayrılmasından sonra İsmet Paşa‘yı alıkoydu ve birlikte, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu‘nda gerekli değişikliği sağlayacak önergeyi hazırladılar. 29 Ekim 1923 Pazartesi günü Halk Fırkası Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı. Sorun çözülemeyince, Gazi Mustafa Kemal’den düşüncelerini açıklaması istendi. Gazi Mustafa Kemal, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın değiştirilmesi zorunluluğu ile açıkladı. Cumhuriyetin ilanını hedefleyen tasarıyı da grubun bilgisine sundu. Tasarının parti grubunda kabulünden sonra aynı akşam saat 18:45′te TBMM Genel kurul toplantısı başladı. Anayasa Komisyonu’nun değişiklik ile ilgili rapor ve önergesi genel kurulun onayına sunuldu ve 29 Ekim 1923 Pazartesi akşamı saat 20.30′da milletvekillerinin alkışları ve “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri ile Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi.[63]

Cumhurbaşkanlığı (1923-1938)

Cumhuriyet İlanı ardından geçilen cumhurbaşkanlığı seçiminde oylamaya katılan 158 milletvekilinin tamamının oyları ile Balâ, Ankara milletvekili[64][65] Gazi Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti‘nin ilk cumhurbaşkanı seçildi.[66] Atatürk kendi deyişiyle Türkiye’yi “muasır medeniyet seviyesine çıkarmak” amacıyla bir dizi köklü değişime imza attı.

1924 Anayasası gereğince TBMM 29 Ekim 1923′teki cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra üç defa daha (1927, 1931, 1935 yıllarında) Gazi Mustafa Kemal’i tekrar cumhurbaşkanlığına seçti.[67] Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı döneminde İsmet İnönü, Fethi Okyar ve Celâl Bayar başbakanlık yapmıştır. Bu dönem içerisinde en fazla süre görevde kalan ve en fazla hükûmet kuran isim İsmet İnönü‘dür. Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı süresince kurulan hükûmetler sırası ile 1. T.C. Hükûmeti, 2. T.C. Hükûmeti, 3. T.C. Hükûmeti, 4. T.C. Hükûmeti, 5. T.C. Hükûmeti, 6. T.C. Hükûmeti, 7. T.C. Hükûmeti ve 8. T.C. Hükûmeti‘dir.

İç politika

20 Eylül 1928 Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Kayseri‘de halka Latin alfabesini tanıtırken

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, yanında İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve kadrosunun diğer üyeleriyle birlikte TBMM’den çıkıyor. (29 Ekim 1930)

Tokat‘ta bir yurttaşın derdini dinleyen Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (21 Kasım 1930)

Ayrıca bakınız: Atatürkçülük ile Atatürk Devrimleri

Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi.[68]

Devrimler

Atatürk Kastamonu‘da şapkayı tanıtırken

TBMM‘de 3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilerek, medreseler kaldırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki bütün okullar, Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlanmıştır. Eğitim kurumlarının bir çatı altında toplanmasıyla eğitim millî bir nitelik kazanmıştır.[69]

3 Mart 1924′te TBMM’de kabul edilen bir kanunla halifelik kaldırılmıştır.[70] 3 Mart 1924 tarihinde Osmanlı hanedanı üyeleri vatandaşlıktan çıkarılarak yurt dışına sürülmüştür.[71]

17 Şubat 1925 tarihinde Aşar Vergisi kaldırılmıştır. Aşarın getirdiği gelir devletin giderlerinin yüzde otuzuna yaklaşmasına rağmen, köylünün rahatlatılması ve üretimin arttırılması amacıyla aşar vergisi kaldırılmıştır.[72]

25 Kasım 1925′te Şapka Kanunu kabul edildi. Bu kanunla TBMM üyelerine ve memurlarına şapka giyme mecburiyeti getirildi ve Türk halkı da buna aykırı bir davranıştan men edildi.[73]

30 Kasım 1925′te tekkelerin, zaviyelerin ve türbelerin kapatılması kanunu TBMM’de kabul edildi ve 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.[74]

Osmanlı Devleti’nde kullanılan saat, takvim ve ölçüler, Avrupa’daki devletlerden değişik olduğundan, sosyal, ticari ve resmi ilişkileri zorlaştırıyordu. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde farklılığı gidermek için bazı çalışmalar yapılsa da yetersizdi. Cumhuriyet döneminde bu sıkıntıları gidermek için çalışmalara başlandı. 26 Aralık 1925‘te çıkarılan bir kanunla Hicri ve Rumi takvimlerin yerine Miladi Takvim kabul edildi ve 1 Ocak 1926‘dan bu yana kullanılmaya başlandı. Bunun yanı sıra güneşin batışına göre ayarlanan alaturka saat yerine, çağdaş dünyanın kullandığı saat sistemi örnek alındı. Bir gün 24 saate bölünerek günlük hayat düzenlendi.[75]

1928 yılında milletlerarası rakamlar kabul edildi. 1931 yılında çıkarılan bir kanunla önceden kullanılan arşın, endaze, okka gibi ölçü birimleri kaldırılarak, bu ölçülerin yerine uzunluk ölçüsü olarak metre, ağırlık ölçüsü olarak kilo kabul edildi. Yapılan değişikliklerle ülkede ölçü birliği sağlandı.[75]

1935 yılında çıkarılan bir kanunla, cuma günü olan hafta tatili yerine cumartesi öğleden sonra ve pazar günü hafta tatili olarak belirlenmiştir.[75]

17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre Medeni Kanunu’ndan tercüme edilip düzenlenerek oluşturulan Medeni Kanun kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926′da yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla Türk aile hayatı yeniden düzenlenmiş; tek kadınla evlilik, resmî nikâh esası getirilmiş, miras konusunda eşitlik sağlanmıştır.[76]

1 Mart 1926 tarihinde 1889 İtalyan Zanerdelli Kanunu örnek alınarak hazırlanan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe konuldu.[77]

1 Kasım 1928′de, Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni Türk harflerinin kabulüne ilişkin kanunu kabul etti. Kanunun kabulünden sonra halka okuma yazma öğretmek amacıyla Millet Mektepleri kuruldu. 24 Kasım 1928′de de Atatürk Millet Mektepleri Başöğretmeni olarak ilan edildi.[78]

Kadınlara 1930 yılında yerel, 1934 yılında ise genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.[79]

12 Temmuz 1932‘de Atatürk’ün talimatıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. 1934 yılında yapılan kurultayda cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936′daki kurultayda ise Türk Dil Kurumu olarak değiştirilmiştir.[80]

Atatürk’ün talimatıyla kurulan kurumlardan bir diğeri Türk Tarih Kurumu‘dur. Türk tarih ve medeniyetini araştırmak amacıyla oluşturulan Türk Tarihi Tedkik Heyeti 4 Haziran 1930 tarihinde ilk toplantısını yapmış ve yönetim kurulunu seçmiştir. 29 Mart 1931 tarihinde Türk Ocakları’nın 7. Kurultayı’nda kapatılma kararı alınmasından sonra, 12 Nisan 1931’de Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti ismiyle yeniden örgütlenmiş ve çalışmalarına devam etmiştir. Kurumun adı 1935 yılında Türk Tarihi Araştırma Kurumu olarak daha sonra ise Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilmiştir.[81]

21 Haziran 1934‘te çıkarılan Soyadı Kanunu‘na göre her Türk, kendi adından başka, ailesinin ortak olarak kullanacağı bir soyadına sahip olacaktı. Bu soyadları Türkçe olacak, ahlâka aykırı ve gülünç adlar soyadı olarak alınamayacaktı. Soyadı Kanunu’nun kabulünden sonra 24 Kasım 1934 tarihinde TBMM tarafından, Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadı verilmiştir.[82] 26 Kasım 1934 tarihinde çıkarılan kanunla ise; Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır.[83]

3 Aralık 1934‘te çıkarılan Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun ile hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde ruhani giysi taşımaları yasaklanmıştır. Hükümet her din ve mezhepten uygun göreceği tek bir ruhaniye mabet ve ayin haricinde ruhani kıyafetini taşıyabilmek için müsaade verebilecektir.[84]

Laiklik, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, İnkılapçılık ilkeleri 10 Mayıs 1931 tarihinde Cumhuriyet Halk Fırkası‘nın programında yer almış, 5 Şubat 1937‘de ise anayasaya girmiştir.[85]

Siyasi Olaylar

Tek partili dönemde milletvekillerinin Atatürk tarafından seçilmesini eleştiren, 1920 sonlarında yayınlanmış bir karikatür. Atatürk’ün kolunda eski yazı ile Halk Fırkası binada ise Millet Meclisi yazmaktadır.

Cumhuriyetin ilanından sonra, Milli Mücadeleyi başlatan beş kişilik kadronun Mustafa Kemal dışındaki dört üyesi (Rauf Bey, Kazım Karabekir Paşa, Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa) muhalefete geçerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. 1925 Mart’ında çıkan Genç Hâdisesi (Şeyh Sait İsyanı, Doğu İsyanı) üzerine sıkıyönetim ilan edilerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı.

1927′de kabul edilen Cumhuriyet Halk Fırkası Tüzüğü ile Atatürk partinin “değişmez genel başkanı” ilan edildi ve milletvekili adaylarını seçme yetkisi, kaydı, hayatı boyunca kendisine tanındı. 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara’da toplanan CHF ikinci kurultayında Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet’in kuruluşunu anlatan Nutuk‘u (Söylev) okudu.[86] Kurtuluş Savaşı’nın Gazi’nin bakış açısıyla anlatımını içeren Nutuk, Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Mücadeleye ilişkin resmi görüşünün esasını oluşturur ve Milli Mücadeleyi Mustafa Kemal Paşa ile birlikte başlatan ve yürüten askerî ve siyasi şeflere karşı (Rauf, Karabekir, Refet Bele, Mersinli Cemal Paşa, Cafer Tayyar Eğilmez, “Sakallı” Nurettin Paşa, Celalettin Arif Bey vb.) bir polemik niteliği de taşır.[87] 1927 yılında askerlikten Mareşal rütbesiyle emekli oldu.

Türk Ordusu Başkomutanı ve Cumhurbaşkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa, Ferik Ali Sait Paşa ve Mirliva Mehmed Emin Paşa ile İnebolu’da (1925).

10 Nisan 1928 tarihinde yapılan anayasa değişikliğiyle anayasadan devletin dininin İslam olduğu hükmü ve TBMM’nin görev ve yetkilerinden söz eden 26. maddeden dini hükümlerin yerine getirilmesi ibaresi çıkarılmıştır. Ayrıca, milletvekillerinin ve cumhurbaşkanının yeminlerinden “vallahi” sözcüğü çıkarılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 yılındaki programında, laiklik partinin ana unsurlarından biri olarak belirtilmiştir.[88]

12 Ağustos 1930′da İsmet Paşa‘nın hükûmetine alternatifleri sunmak amacıyla çok partili demokratik hayata kavuşmak için Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşı Fethi Bey (Okyar)’e Serbest Cumhuriyet Fırkası‘nı kurdurarak kız kardeşi Makbule Hanım (Boysan, Atadan),[89] çocukluk ve okul arkadaşı Nuri Bey (Conker)’leri de üye yaptırdı. Ancak 17 Kasım 1930′da gericilerin partiyi kullanmaları korkusu[90] ve partinin Mustafa Kemal’i hedef almasından[91] dolayı partiyi fesih etti.

Bu demokrasi denemesinden biraz önce, ordunun siyasete müdahale etmesinin demokrasiye zarar verebileceğini düşünerek Askerî Ceza Kanunu (22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 Sayılı Kanun)’nu meclisten geçirdi. Bu kanunun 148. maddesine Ordu mensubunun siyasi toplantılar ve gösterilere katılmasını siyasi partiye üyesi olmasını, siyasi maksatlarla şifahi telkinlerde bulunmasını, siyasi makale yazmasını ve siyasi nutuk söylemesini yasaklanan hükmü koydurdu.

29 Ekim 1933′te Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşmada ülkenin kuruluş temelini ve gelecek vizyonunu yalın bir dille tüm dünyaya ve Türk Milleti’ne anlatmıştır.[92]

Ekonomi

Atatürk, Cumhurbaşkanlığı döneminde, sadece bürokratların değil tüm vatandaşların mülkiyet hakkını tanımış ve 1923-1938 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yıllık %7.5 oranında büyüyerek Türkiye’nin GSMH‘si dünya toplamının binde 3.62′sinden binde 6.52′sine yükselmiştir.[93] Atatürk’ün Döneminde Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en hızlı kalkınan ülkelerinden biri olmuştur.[94]

Dış politika

Ürdün Kralı I. Abdullah ile (1937)

Türkiye’yi ziyaret eden Birleşik Krallık Kralı VIII. Edward ile (4 Eylül 1936)

Atatürk ve resmi ziyaret kapsamında Ankara da bulunan Afganistan Kralı, Emanullah Han,(1928).

Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı dönemindeki dış politika konularının başlıklarını Musul sorunu, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti‘ne girişi, Balkan Antantı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Sadabat Paktı ve Hatay Sorunu oluşturmaktadır.

Atatürk dış politikasında gerçekçi davranmıştır.[95] Atatürk dış ilişkilerde dinamik ve gözü pektir; ama maceracı değildir.[95] Atatürk dış politikada kendisini hangi ilkenin yönettiğine dair “Biz kendimizi bilen kimseleriz. Olmayacak isteklerimiz yoktur[96]” olarak tanımlamıştır.[95] Atatürk İslamcılık, Türkçülük ve Turancılık akımlarının zararlı boyutlarına karşı Misâk-ı Millî ile çizmiş olan sınırlarda kalınmasını benimsemiştir.[95] 24 Temmuz 1923 de imzalanan Lozan antlaşmasını Atatürk diş politikada belirleyici bir unsur olarak tutmuş bu antlaşmada çizilen Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları büyük ölçüde (Hatay sorunu dışında) belirleyici olarak saptanmış, ekonomi açısından Lozan’ın kaldırdığı kapitülasyonlardan taviz verilmemiştir.[95] Atatürk’ün Lozan’ı temel almasının önemi geçen zaman içinde bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır; çünkü I. Dünya Savaşı’nın mağlupları arasında yer alan bir ulusun çizdiği kavramlar o dönemden bugüne yürürlükte olan tek antlaşma olarak durmaktadır.[95]

Atatürk’ün sağlam kişiliğinin ve kararlı mizacının damgasını vurduğu ve tamamen millî bir karakter taşıyan dış politika uygulamaları günümüz için örnek alınacak pek çok temel niteliğe sahiptir.[97] Orta öğretimden itibaren askeri terbiye gören ve savaşlara katılan Atatürk’ün askerlik sonrası hayatında barışın idamesine uğraşmıştır. Ayrıca bu yolda örnek tutum ve davranışlar sergilemiştir. Bunları Atatürk’ün; “ Bizim kanaatimizce beynelmilel siyasi güvenliğin gelişmesi için ilk ve en mühim şart milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde samimi olarak birleşmesidir” sözünde açıkça görebiliyoruz.[98]

Musul Sorunu

Lozan Antlaşması sırasında Türkiye-Irak sınırı çizilmemişti. Musul-Kerkük bölgesinde zengin petrol yataklarının bulunması İngiltere başta olmak üzere birçok ülkenin dikkatini çekiyordu. Zengin petrol yataklarının bulunduğu bölge, Mondros Ateşkes Antlaşması‘nın imzalanması sırasında İngiltere tarafından işgal edilmişti. I. Dünya Savaşı‘nın bitmesinden sonra Irak’ta İngilizlere bağlı bir yönetim kurulmuş, bu ülke İngiliz mandası altına alınmıştı. Musul, nüfusunun çoğunun Türk olması sebebiyle Misak-ı Milli dahilindeydi. Ancak İngilizler zengin petrol yataklarının bulunduğu bölgeyi bırakmaya yanaşmıyorlardı. Lozan Barış Antlaşması sırasında bu konuda bir sonuç alınamamış, sorunun daha sonra Türkiye ve İngiltere arasında çözülmesine karar verilmişti. 1924 yılında görüşmelere başlanmış fakat sonuç alınamamıştır. Daha sonra sorun Milletler Cemiyeti‘ne götürülmüştür. 1924 yılının Ekim ayında toplanan Milletler Cemiyeti de Türkiye-Irak sınırını çizmiş ve Musul bölgesini Irak tarafında bırakmıştır. 13 Şubat 1925′te ise Şeyh Sait İsyanı çıkmıştır.15 Nisan’da tamamen bastırılan ayaklanma İngilizlerin işine yaramıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkan Türk ordusu hırpalanmış, Musul-Kerkük üzerine askeri harekat yapma imkânı ortadan kalkmıştır. Bu durumda Türkiye, 5 Haziran 1926 tarihinde İngilizlerle imzalanan Ankara Antlaşması gereğince bazı maddi çıkarlar karşılığı, Milletler Cemiyeti’nin öngördüğü sınırı kabul etmiştir.[99]

Türk-Yunan İlişkileri

Türk Yunan yakınlaşması için 1930 yılında Yunan başbakanı Elefterios Venizelos‘u Türkiye’ye davet ederek Milli Mücadele’nin düşmanı Yunanistan’la barışın temellerini attı. Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi 1923 yılında Lozan Antlaşması‘na ek protokol uyarınca Türkiye’deki Rumların Yunanistan’a, Yunanistan’daki Türklerin Türkiye’ye zorunlu göçüne karar verilmiştir. Türkiye’de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada’da, Yunanistan’da ise sadece Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutulmuşlardır[100]. Değişimin çok büyük bir bölümü 1923-1924 yıllarında gerçekleşmiş, ancak geriye kalan az sayıda olayda 1930 İnönü-Venizelos sözleşmesine dek zorunlu göç uygulamasına devam edilmiştir. 1934′de Venizelos tarafından Nobel Barış Ödülü‘ne aday gösterildi. Ancak Nobel Ödül Komitesi değerlendirmeye almadı.

Milletler Cemiyeti

Türkiye 13 Nisan 1932 tarihinde yapılan Cenevre Silahsızlanma Konferansı’nda Milletler Cemiyeti ile işbirliği yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine İspanya ve Yunanistan Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne kabul edilmesini teklif etmiştir. Türkiye’nin barışçı siyasetini gözlemleyen Milletler Cemiyeti bu teklifi 6 Temmuz 1932‘de genel kurulda oybirliği ile kabul etmiştir. Türkiye 18 Temmuz 1932′de bu cemiyete üye olmuştur. Milletler Cemiyeti’nin yerini 1945 yılından itibaren Birleşmiş Milletler almıştır.[101]

Balkan Antantı

Ana madde: Balkan Antantı

Balkan Antantını imzalayan devletler

Balkan Anlaşma Yasası, 9 Şubat 1934 tarihinde Atina‘da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan anlaşmadır.[102]

1933’te Almanya’da Nazi Partisi‘nin iktidara gelmesi, İtalya’nın Akdeniz’de ve Balkanlar‘da genişleme çabası ve Avrupa devletlerinin silahlanma yarışına girmesi dünya barışını tehdit etmeye başladı. Bu gelişmeler sonucunda Balkan devletleri arasında bir yakınlaşma meydana geldi. 14 Eylül 1933 tarihinde Ankara‘da Türkiye ile Yunanistan Arasında İçten Anlaşma Yasası[103], 17 Ekim 1933 tarihinde Ankara’da Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık, Hakemlik ve Uzlaştırma Antlaşması[104], 27 Kasım 1933 tarihinde Belgrad‘da Türkiye – Yugoslavya Dostluk, Saldırmazlık, Yargısal Çözüm, Hakemlik ve Uzlaştırma Andlaşması imzalandı.[105]

Montrö Boğazlar Sözleşmesi

Lozan Konferansı‘nda Türkiye ve İtilaf Devletleri arasında Boğazlar rejimiyle ilgili Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştı. 1923 yılında imzalanan anlaşmanın tarafları İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya, Sovyetler Birliği ve Türkiye’dir. Bu sözleşme sayesinde savaş ve barış zamanında ticaret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi serbest olacaktı.[106]

İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaşmasıyla birlikte Avrupa’da birçok siyasi değişiklik oldu. Boğazların herhangi bir saldırıya karşı korunmasını üstlenen devletlerden İtalya, Habeşistan‘a saldırdı. Japonya ise kendi isteğiyle Milletler Cemiyeti’nden ayrıldı. Dünya barışının korunması için toplanan konferanslar neticesiz kalmış, tüm devletler silahlanmaya başlamıştı.[106]

Siyasi ortamın bozulduğunu gören Atatürk, Boğazlar meselesini kesin olarak çözmeye karar verdi. Türk Hükümeti, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Lozan Antlaşması’ndaki Boğazlara ait hükümlerin değiştirilmesini talep etti. Bunun üzerine İsviçre’nin Montreux şehrinde bir konferans toplanmış ve 20 Temmuz 1936′da Türkiye, İngiltere, Fransa, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Japonya ve Sovyetler Birliği arasında Montreux Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. Konferansa katılmamış olan İtalya daha sonra 2 Mayıs 1938′de Boğazlar Sözleşmesi’ne katılmıştır. Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin ana maddeleri şunlardır:[106]

  • Boğazlar kayıtsız şartsız Türk hakimiyetine bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.[106]
  • Barış zamanında her devletin ticaret gemileri serbestçe geçebilecek, ancak savaşta ve barışta asker ve sivil hava kuvvetlerinin geçmesine izin verilmeyecektir.[106]
  • Savaş zamanında eğer Türkiye tarafsız kalmışsa ticaret gemileri geçebilecektir.[106]
  • Barış zamanında denizaltı gemileri müstesna olmak şartıyla savaş gemileri on beş gün evvel Türkiye Hükümeti’ne haber verecek, gidecekleri yer, isim, tip ve adetleri bildirilecek ve uçak kullanmamak şartıyla Boğazlardan geçebileceklerdir.[106]
  • Eğer Türkiye savaşa girmişse yalnız tarafsız devletlere mensup ticaret gemileri, düşmana hiçbir surette yardımda bulunmamak şartıyla gündüzün serbestçe geçebileceklerdir.[106]

Montreux Sözleşmesi 20 yıl yürürlükte kalacaktı. Ancak bu sürenin dolmasından 2 yıl önce antlaşmanın taraflarından hiçbirisi sözleşmenin iptalini istemezse, sözleşme yürürlükte kalmaya devam edecekti. Montreux Sözleşmesi’nin 1956′da süresi dolduğu halde böyle bir iptal isteği hiçbir ülke tarafından yapılmadığı için hâlen yürürlüktedir.[106]

Sadabat Paktı

Ana madde: Sadabat Paktı

İtalya’nın doğu ülkelerini hedef alan istila politikası nedeniyle Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937‘de Tahran’da Sadabat Sarayı‘nda imzalanmıştır. Devletler antlaşma ile dostluk ilişkilerini sürdüreceklerini, Milletler Cemiyeti Paktı ve Briand-Kellog Paktı’na bağlı kalacaklarını, birbirinin iç işlerine karışmayacaklarını, birbirlerine saldırmayacaklarını, ortak çıkarlarıyla ilgili konularda birbirlerine danışacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini belirtmişlerdir.[107]

Hatay Sorunu

Mondros Ateşkes Antlaşması‘ndan sonra İskenderun Sancağı, Suriye’den Anadolu’ya ilerleyen Fransızlarca işgal edilmiştir. Böylece, birçok yerde olduğu gibi, Hatay’da da bir Millî Mücadele cephesi oluşmuştur.[108]

Yerel yasama meclisi Atatürk tarafından önerilen Hatay Devleti Bayrağı’nı kabul ettikten sonra Atatürk’ün gönderdiği telgraf

20 Ekim 1921‘de, Fransa ile imzalanan, Ankara Antlaşması’nın 7. maddesine göre İskenderun, Suriye sınırları içerisinde kalacak; burada özel bir idare kurulup, Türk kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanılacaktır, resmi dil Türkçe olacak ve Türk parası geçerli olacaktır.[109]

Lozan Antlaşması’nda ise Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra göre Hatay, Türk sınırları dışında kalmıştır.[110]

1936 yılında Suriye’ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran anlaşmada İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yer almıyordu. Fransa, Suriye’den çekilirken, sancak üzerindeki yetkilerini Suriye’ye terk etmekteydi. Türk Hükümeti durumu kabul etmedi. Cenevre’deki Milletler Cemiyeti toplantısında Fransa ile yapılan görüşmeler netice vermeyince 9 Ekim 1936’da Fransa’ya resmî bir nota vererek, Suriye’ye yapıldığı gibi İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedi.[111] Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında: “… Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan, İskenderun — Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler” diyordu.[112] Fransız büyükelçisi ile olan bir konuşmasında ise: “Hatay benim şahsî davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz” demiştir.[113] 27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etmiş ve bir seçimle nüfus çoğunluğunun tespit edilmesine karar vermiştir.[114] Atatürk’ün Hatay’ı silâh zoruyla alabileceğini düşünen Fransızlar askerî bir anlaşma yapmayı istediler; bu anlaşma yapıldı. Anlaşma ile Hatay’da tarafsız bir seçim kabul edilerek, bunun için de bir kısım asker gücünün Hatay’a girmesine karar verildi. Kurmay Albay, Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk birlikleri, Hatay’a girdi. 13 Ağustos’ta seçimler yapıldı ve Meclis çoğunluğunu Türkler kazandı. Böylece bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938’de kuruldu. Bu Cumhuriyet ise, 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararını aldı.[115]

Askeriye

Ana madde: Trakya Manevraları

1937 yılında yapılan Trakya Manevralarını bizzat denetlemiştir.[116]

Özel Hayatı

Doğum tarihi

1940 yılında Türkiye Cumhuriyeti Posta İdaresi’nce bastırılan ve Atatürk’ün doğum tarihinin 1880 olarak gözüktüğü posta pulu.

Atatürk’ün kesin doğum tarihi bilinmemektedir. Kendisi de bilmiyordu. Gregoryen takvimi 26 Aralık 1925′ten sonra Türkiye’de kullanılmaya başlanmıştır, doğum tarihi konusundaki karışıklık ise Osmanlı döneminde kullanılan iki takvimden doğmuştur. Bu dönemde kullanılan Hicri takvim ve Rumi takvimin ortak noktaları, Atatürk’ün kaydedilen doğum yılı olan 1296′nın yanında hicri veya rumi olduğunun belirtilmemesi, gregoryen takvimde ay ve yıla bağlı olarak 1880 veya 1881 yılından hangisine denk geldiğinin kesin olarak bulunmasını zor hale getirmiştir.[117] Faik Reşit Ünat araştırmaları sırasında Zübeyde Hanım’ın Selanik’teki komşularını ziyaret etmiş ve bu konuda sorular sormuştur. Aldığı cevaplar çelişmektedir, bazı komşular Atatürk’ün bir ilkbahar gününde doğduğunu söylerken bazı komşular ise kış günü (Ocak veya Şubat) olduğunu iddia etmişlerdir. Atatürk’ün kendisi, annesinin ona bir bahar gününde doğduğunu söylediğini, kız kardeşi Makbule Atadan ise annesinin ona Mustafa Kemal’in fırtınalı bir gecede doğduğunu söylediğini ifade etmişlerdir. Enver Behnan Şapolyo Zübeyde Hanım’ın 23 Kânunievvel 1296′da doğduğunu söylediğini belirterek Atatürk’ün 23 Aralık 1880′de doğduğunu öne sürmüş, Şevket Süreyya Aydemir ise bu tarihin 4 Ocak 1881 olduğunu iddia etmiştir. Şişli Atatürk Müzesi’nde gösterimde bulunan Atatürk’ün son nüfus cüzdanının üzerinde doğum tarihi kısmında 1881 görülebilir haldedir.[117] 1882 doğumlu olan Ali Fuat Cebesoy Şişli’deki evinde kendisinin “Rauf Bey’le ben senin ağabeyin sayılırız. Çünkü ikimiz de senden birer yaş büyüğüz.” diye konuşmasını kaynak göstererek “1881 tevellütlü” olduğunu yazmıştır.[118]

Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı kabul edilen 19 Mayıs tarihinin Atatürk’ün doğum günü olarak kabulü tarihçi Reşit Saffet Atabinen’in bir jestinin sonucudur. Atabinen’in ulusun doğuşu üzerine yaptığı bir jest 19 Mayıs’ın önemini iyi şekilde yansıttığı için Atatürk’ün takdirini kazanmıştır. İzleyen günlerde bir öğretmenin, planladıkları “Gazi” günü için Atatürk’ün doğum gününü sorması üzerine Atatürk tam tarihi bilmediğini söylemiş ve Gazi Günü için 19 Mayıs’ı önermiştir. Tevfik Rüştü Aras, Atatürk ile yaptıkları günler süren bir araştırmadan sonra doğum tarihi aralığını 10 Mayıs ve 20 Mayıs arasına daralttıklarını söyler. Atatürk bu araştırmadan sonra “neden 19 Mayıs olmasın” demiştir. Bu tarih resmi olarak halka ve diplomatik kanallarca diğer ülkelere bildirilmiştir. Ancak bu tarih ilginç bir durum yaratmıştır, 1881 yılının 19 Mayıs günü, Rumi takvimde 1297 yılına denk gelmektedir, ancak kaydedilmiş doğum tarihi Rumi 1296 yılıdır. Rumi 1296 yılı 13 Mart 1880 ile 12 Mart 1881 arasında sürmüştür, bu sebeple alternatif olarak Atatürk’ün doğum tarihi 19 Mayıs 1880 olabilir. Bu sebeplerle ne tarih ne de yıl genel kabul görmemiştir. Mustafa Kemal Derneği eski başkanı Muhtar Kumral 13 Mart 1958′deki bir basın konferansında Atatürk’ün doğum tarihini Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ın sözlerine dayanarak 13 Mart 1881 olarak belirlediklerini söylemiştir. Ancak Gregoryen 13 Mart 1881, Rumi 1 Mart 1297′ye denktir, Atatürk’ün doğum yılı ise 1296 olarak kayda geçmiştir, bu sebeple geçerlilik iddiası zan altındadır.[117]

Atatürk’ün Rumi 1296′da doğduğuna ilişkin kayıt bulunsa da, Atatürk’ün doğum gününü net olarak söyleyebilmek için gerekli miktarda kayıt bulunmamaktadır. Atatürk’ün doğum günü Gregoryen 1880 veya 1881′e denk geliyor olabilir. Atatürk’ün doğum günü, kendi onayıyla resmi olarak 19 Mayıs olarak belirlenmiştir. Bu gün Türk Kurtuluş Savaşı‘nın başlangıcı olması sebebiyle önem verdiği bir gündür.[117]

Nüfus Cüzdanı

993.815-B seri ve 51 sıra numaralı Nüfus Hüviyet Cüzdanı’nda Kamâl adı dikkat çekmektedir.

27 Mart 1923 tarihinde Ankara Nüfus Müdürlüğünce verilen nüfus cüzdanına göre, Boy: Orta, Saç: Sarı, Kaş: Sarı, Göz: Mavi, Burun: Adeta, Ağız: Adeta, Bıyık: Sarı, kesik, Sakal: Tıraş, Çene: Uzunca, Çehre: Uzunca, Renk: Beyaz, Alamet-i farika-i tabiiye: Tam, İsim ve şöhreti: Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Tarih ve mahall-i veladeti: Selanik, 1296, Pederinin ismiyle mahall-i ikameti: Tüccardan müteveffa Ali Rıza Efendi, Validesinin ismiyle mahall-i ikameti: Müteveffiye Zübeyde Hanımefendi, Sanat ve sıfat ve hizmet ve intihab selahiyeti: TBMM Reisi ve Başkumandan, Müteehhil ve zevcesi müteaddid olup olmadığı: Bir zevcesi vardır, Derecat ve sunuf-ı askeriyesi: Müşir, İkametgâh ise Hacı Bayram Mahallesi 161/1 idi.[119]

Yeni alfabenin kabulünden sonra yenilenmiş nüfus cüzdanlarından “993.814-B seri ve 51 sıra numaralı” cüzdanda adı: Kemal, soyadı Atatürk, “993.815-B seri ve 51 sıra numaralı” cüzdanda adı Kamâl, soyadı Atatürk, Meslek ve İçtimai vaziyeti: Reisicumhur, Medeni hali: Evli değildir, nüfus kütüğüne yazılı olduğu yeri ise Ankara Vilâyeti Çankaya Mahallesi Hane No. 139, Cilt: No. 56 ve Sahile No. 49 olarak yazılmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk ölümünden 4 sene önce adını değiştirmiş ve nüfus cüzdanına “Mustafa” ismini eklememiş, “Kemal” ismini de Kamâl’ diye değiştirmiştir. Ayrıca Atatürk’ün nüfus kayıtı 27 Ocak 1933 tarihinde “Gaziantep Bey Mahallesi” olarak değiştirilmiştir.[120][kaynak güvenilir mi?]

Doğum yeri

“Atatürk’ün evi” Apostolu Pavlu Cad. No: 71, Aya Dimitriya Mah., Selanik, Yunanistan[121]

Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahhane Caddesi (Bugünkü Apostolu Pavlu Caddesi No: 75, Aya Dimitriya Mahallesi, Selanik, Yunanistan)’nde bugün müze olan 3 katlı ve 3 odalı ve pembe boyalı evde doğdu. Şerafettin Turan’ın kitabında “Ahmet Subaşı ya da Hatuniye Koca Kasımpaşa semti” olarak geçmektedir.[122]

Ancak Atatürk’ün üvey kız kardeşi Ruhiye Hanım’ın torunu Ferhat Babür’ün aktardığına göre Atatürk’ün doğduğu ev olarak bilinen yandaki resimde gösterilen evdeki Selanik Konsolosluğu binası, Atatürk’ün doğduğu ev değildir. O ev, Zübeyde Hanım’ın ikinci kocası, yani Atatürk’ün üvey babası Ragıp Bey’in evidir.[123]

İsmi

Mustafa’ya neden “Kemal” isminin verildiğine yönelik çeşitli iddialar vardır. Afet İnan, bu ismi ona matematik öğretmeni Üsküplü Mustafa Efendi’nin “Kemal” adının anlamında olduğu gibi onun “mükemmel ve olgun” olduğunu göstermek için verdiğini söylemiştir.[124] Ali Fuat Cebesoy ise bu adı matematik öğretmeninin onu kendisinden ayırt etmek için koyduğunu belirtir.[125] Atatürk’ün bir biyografisini yazmış olan yazar Andrew Mango ise Mustafa’nın bu adı Namık Kemal‘in adında “Kemal” bulunduğu için kendisi koyduğunu iddia etmektedir.[126]

1922-1934 yılları arasında Gazi Mustafa Kemal veya sadece Gazi unvanıyla anılan Mustafa Kemal’e Soyadı Kanunu ile birlikte TBMM tarafından çıkarılan 24 Kasım 1934 tarihli ve 2587 sayılı kanun ile kendisine “Türklerin Atası” anlamına gelen Atatürk ismi verilmiştir.[127] Yine aynı kanuna göre “Atatürk” soyadı veya öz adı başka kimse tarafından alınamaz, kullanılamaz.[128]

Atatürk, “Kemal” ismini 1935′te “Kamâl” olarak değiştirdi.[129] “Kamâl” adının Osmanlıcada “büyük kale” anlamına geldiği iddia edilmektedir.[130]

İlgileri

Atatürk Çankaya Köşkü‘ndeki kütüphanede 16 Temmuz 1929

Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi severdi. Tavla ve bilardo oynamak hoşuna giderdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine ilgi duyuyordu. Sakarya adını verdiği atına ve köpeği Foks‘a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Çankaya Köşkü‘nde sık sık devlet adamlarının, sanatçıların, bilim adamlarının, dostların davet edildiği, ülke sorunlarının da konuşulduğu akşam yemekleri verilirdi. Temiz ve düzenli giyinmeye önem verirdi. Doğayı çok severdi. Sıkça Atatürk Orman Çiftliği‘ne gider, modern tarıma geçiş amacıyla yürütülen çalışmalara bizzat katılırdı. İleri derecede Fransızca ve az Almanca biliyordu.[131]

Afet İnan; öğretmeni olan İsviçreli antropolog Profesör Eugène Pittard‘ın, kendisine doktora tezi olarak verdiği “Türk Milleti’nin Özellikleri” konusunda Atatürk’ten yardım istedi. Atatürk; Afet İnan’ın önce kendi görüşlerini yazmasını ve fikirlerini daha sonra belirteceğini söyledi. Afet İnan’ın uzun çalışmasına karşılık, Atatürk kurşun kalemle, iki küçük not kâğıdı üzerine kendi tanımını yaptı.[121]

Şahsi ilişkileri

Mustafa Kemal ve Latife Hanım Adana,1923.

Mustafa Kemal Paşa ve Fikriye Hanım.

Mustafa Kemal ve eski eşi Latife Hanım

Sabiha Gökçen ile birlikte bir askerî tatbikatta, Metris, 28 Mayıs 1936

Ali Rıza Bey ve Zübeyde Hanım’ın Fatma (1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk) (1881-1938), Makbule (Boysan, Atadan) (1885-1956) ve Naciye (1889-1901) adında altı çocukları oldu.[132] Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında iken o senelerde salgın olan difteri o zamanki adıyla kuşpalazı hastalığından öldüler. En küçük kardeş Naciye, Mustafa Kemal’in Harp Okulu‘nu bitirdiği sene, on iki yaşındayken verem hastalığına yakalanıp hayatını kaybetti. Makbule Hanım 1956 yılına kadar yaşadı.

Makbule Atadan ve Salih Bozok’a göre, küçük Mustafa 12 yaşındayken Binbaşı Rüknettin’in 8 yaşındaki kızı Müjgân’a âşık olmuştur. Makbule Atadan’a göre ikinci aşkı Hatice olmuş ve Hatice’nin annesi müdahale ederek ilişkisini kesmiştir. Ardından Selanik Askeri komutanı Şevki Paşa’nın 12 yaşındaki kızı Emine (Emine Arık)’ye matematik dersi verirken âşık olmuştur. Bunun dışında Selanik’teyken Rum asıllı tüccar Eftim Karinte’nin kızı Eleni Kriyas’a âşık olduğu söylendiyse de kanıtlanmamıştır.

Milli Mücadele döneminde Ankara İstasyon Binası’nda ve eski Çankaya Köşkü’nde Zübeyde Hanım’ın ikinci eşi Ragıp Bey’in yeğeni Fikriye Hanım ile birlikte yaşıyordu.[133] Fikriye hanımı Almanya’ya gönderdikten sonra 29 Ocak 1923′te İzmir’in sayılı zenginlerinden Uşakizade Muammer Bey’in kızı Latife Hanım‘la evlendi. 1924′de yapılan Sonbahar Seyahati sırasında çift kavga etti ve Mustafa Kemal Paşa Erzurum‘dan İsmet Paşa’ya telgraf çekerek boşanacağını bildirdi. Ancak az sonra yaverleri Salih Bey (Bozok) ve Kılıç Ali Bey‘in aracılığıyla boşanmasından vazgeçti.[134][135] Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü.[136]

Atatürk’ün manevi evlatları Abdurrahim Tuncak, Afife, Zehra, Rukiye Erkin, Nebile İrdelp, Sabiha Gökçen, Afet İnan, Sığırtmaç Mustafa ve Ülkü Adatepe‘dir.[137]

1916 yılında Bitlis Rus işgalinden kurtarıldığı yıllarda 16. Kolordu Komutanı Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa, savaşta bütün aile fertlerini kaybeden ve kimsesi kalmayan Abdurrahim‘i evlatlık edindi. Abdürrahim bakılması için İstanbul’a annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule’nin yanına gönderildi.[138][139] Zehra Aylin veya Zehra Mehmet; (Amasyalı Mehmet’in kızı), 1936 yılında Londra‘dan ekspres treniyle Paris‘e yolculuk ederken Amiens yakınlarında trenden düşerek hayatını kaybetti. Sabiha Gökçen ise ilk Türk kadın pilot[140] ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu[141] oldu.

Ölümü

Anıtkabir

Atatürk’ün ölümünden sonra çekilen bir fotoğrafı, Dolmabahçe Sarayı.

Atatürk’ün sağlık durumu 1937 yılından itibaren bozulmaya başladı. Kendisine 1938 yılı başlarında siroz teşhisi konuldu. Avrupa‘dan doktorlar getirildi. Türk ve yabancı doktorların tedavileri sonuç vermedi. Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 09:05′te İstanbul Dolmabahçe Sarayı‘nda hayatını kaybetti. Cenazesi büyük bir törenle Ankara’ya uğurlandı ve Atatürk 21 Kasım 1938 günü Ankara’da yapılan büyük bir törenle Ankara Etnografya Müzesi‘ndeki geçici kabrine konuldu. Bundan 15 yıl sonra da 10 Kasım 1953′te kendisi için yaptırılan Anıtkabir‘deki ebedi istirahatgahında toprağa verildi. Vasiyetinde varlığını Cumhuriyet Halk Fırkası‘na, Türk Tarih Kurumu‘na ve Türk Dil Kurumu‘na bıraktı, Makbule Atadan‘ın Çankaya’da oturmasını istedi, Sabiha Gökçen için ev ve para verilmesini istedi, ayrıca İsmet İnönü‘nün çocuklarına yurt dışı eğitim yardımı verdi.[142]

Hatırası

Türkiye’nin her şehrinde Atatürk heykelleri dikilmiştir. İtalyan heykeltraş Pietro Canonica tarafından İstanbul’da Taksim Meydanı’nda yapılmış olan Cumhuriyet Anıtı

Türkiye genelinde Atatürk’ün hatırasına inşa edilmiş pek çok yapıt bulunmaktadır: Atatürk Havalimanı, Atatürk Olimpiyat Stadı, Atatürk Barajı, Atatürk Köprüsü, Atatürk Üniversitesi, Atatürk Orman Çiftliği vb. gibi. Bunların haricinde ülke çapındaki pek çok okul, cadde, stat, hastane gibi kurum, kuruluş ve altyapıya Atatürk’ün adı veya isimlerinin varyasyonları verilmiştir: Mustafa Kemal Paşa Mahallesi, Atatürk Bulvarı, Kemaliye Sokak, Gazi Apartmanı vb. Bunun yanı sıra Atatürk’ün 100. doğum yıldönümüne (1981) ithafen 100. yıl adı da birçok kuruma verilmiştir. (Örnek: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi)

Türkiye’nin her il ve ilçe merkezinde Atatürk anıtları ve resmi kurumlarının girişinde Atatürk heykeli, büstü veya maskı vardır. Bunun yanı sıra bütün resmi makam odalarında ve birçok resmi çalışma ofisinde Atatürk büstü, maskı, resimleri, takvimleri, kalemlikleri vb. süs eşyaları vardır. Ayrıca Türkiye’de Atatürk rozeti, Atatürk imzası bulunan sticker, kravat iğnesi, yüzüğü vb. Atatürk temalı süs eşyası taşıyan birçok vatandaş görmek mümkündür.

Türkiye’deki bütün resmi ve özel okullarda bir Atatürk köşesi bulunmak zorundadır. Ayrıca ilköğretim ve lise kitaplarının başında ve her sınıfta da Atatürk resmi bulunmalıdır. Bunun yanı sıra örgün eğitimin bütün aşamasında Atatürk sevgisi ve inkılapları ayrı bir ders olarak ya da bazı derslerin bir bölümü olarak işlenir.

19 Mayıs tarihi Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye’nin yurdışı temsilciliklerinde Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı olarak her yıl kutlanan bir millî bayramdır.

Atatürk’ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım tarihinde ölüm saati olan sabah 9:05′de Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye’nin yurdışı temsilciliklerinde bir dakika boyunca halkın büyük bölümü saygı duruşunda bulunur, araçlar durur ve kesintisiz korna çalarlar.

Artvin yöresine ait bir halk oyunu olan ve eskiden “Artvin Barı” olarak bilinen Atabarı da 1936 yılında Atatürk’ün karşısında oynanan bu oyunu Atatürk’ün çok beğenmesi üzerine Atabarı olarak adlandırılmıştır.[143][144][145]

Ayrıca Dünya’nın farklı ülkelerinde de Mustafa Kemal Atatürk anısına anıtları dikilmiştir. Avusturalya Canberra’da, Romanya Bükreş’te, Küba Havana’da ve Şili’nin başkenti Santiago’da bu anıtlar görülebilmektedir.

Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun

5816 nolu kanun çerçevesinde Youtube’a erişim 2007′den 2010 yılına engellenmiştir

25 Temmuz 1951 tarihinde kabul edilen ve 31 Temmuz 1951 tarihinde Resmi Gazete‘de yayınlanarak yürürlüğe giren 5816 nolu Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ile Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret etmek ve Atatürk’ü temsil eden heykel, büst, abide vb. objeleri tahrip etmek veya kirletmek suç sayılmıştır.[146] Bu kanun, halk arasında daha çok Atatürk’ü Koruma Kanunu olarak referans verilir.

Bu kanunun internet ortamında takibini yapmak için Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı altında İnternet Bilgi İhbar Merkezi görevlendirilmiştir.[147]

Bu kanun çerçevesinde 2007 yılında YouTube, Geocities ve birçok blog sitesine Türkiye’den erişim engellenmiştir. 2010 yılının Kasım ayında bir Alman şirketinin YouTube’daki söz konusu videolarda kendisine ait bazı telif haklarının ihlal edildiğini iddia etmesi üzerine, Google şirketi Youtube’dan bu videoları kaldırmıştır. Bunun üzerine ilgili Türk mahkemesi de erişim engelini kaldırmıştır. Ancak kısa bir süre sonra şirketin iddialarının asılsız çıkması üzerine söz konusu videolar Youtube’da tekrar yayınlanmaya başlanmış ancak Mahkeme yeniden erişim engeli kararı almamıştır.[148]

2010 yılında Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü 5816 nolu Atatürk’ü Koruma Kanununun Avrupa Birliğinin temel standartlarından biri olan basında ifade özgürlüğüne ters olduğunu iddia etmiştir.[149]

Türk lirası

1927′de dolaşıma çıkarılan ön yüzünde Atatürk’ün resminin yer aldığı banknot.

Cumhuriyet dönemindeki ilk kağıt paralar 1927‘de İngiltere’de basılmıştır. Bu yılda basılan 1, 5 ve 10 lirada Atatürk’ün resmi filigranda gözükmekteydi. Diğer paralarda ise Atatürk hem filigranda hem de resim olarak gözükmektedir. 1937′de tedavüle giren ilk Latin harfli paraların hepsinde ise Atatürk resimleri bulunmaktaydı.[150]

Ancak İsmet İnönü ilk kez cumhurbaşkanı seçildiğinde paralardan Atatürk resimleri çıkarılmış yerine İnönü’nün resimleri konmuştur. 1951 yılında çıkarılan bir kanunla yaşayan kişilerin paraya resimlerinin basılması durdurulmuş ve tekrar bütün Türk paralarının önyüzüne Atatürk resmi basılmaya başlanmıştır.[151]

Bunun yanı sıra Cumhuriyet altınlarının ön yüzünde Atatürk kabartması bulunur.

Konusu olduğu diziler, filmler, belgeseller ve reklamlar

  • Sarı Zeybek: Can Dündar tarafından 1993′te çekilen belgesel, Atatürk’ün hayatının son 300 gününü, hastalığının öyküsünü anlatmaktadır.[152]
  • Cumhuriyet: Cumhuriyet dönemini konu alan ve Atatürk’ü Rutkay Aziz‘in canlandırdığı, 1998 yılında gösterime giren filmdir. Yönetmenliğini Ziya Öztan, senaristliğini ise Turgut Özakman yapmıştır.[154]
  • Mustafa: Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 70. yıldönümü için hazırlanan, Can Dündar‘ın yazıp yönettiği ve müziklerini Goran Bregovic‘in bestelediği filmdir.[155]
  • Dersimiz: Atatürk: İlkokul 5. sınıftaki bir grup çocuğun Atatürk’le ilgili ödevlerini yaparken çocuklardan birinin tarihçi dedesinin anlattıkları ve tarihin gerçekçi canlandırmalarını konu alan bir filmdir. 2009 yılında çekilen filmde Atatürk’ü Halit Ergenç canlandırmaktadır. Filmin senaryosu Turgut Özakman‘a aittir.[156]
  • Veda: Senaryosunu yazan, yönetmenliğini yapan ve müzikleri oluşturan Zülfü Livaneli‘dir. Filmde Atatürk’ü Fikret Kağan Olcay(6-7 yaş), Bartunç Akbaba(14-17 yaş), Sinan Tuzcu (20-40 yaş) ve Burhan Güven(-57 yaş) canlandırmaktadır.[157] Film 2010 yılında gösterime girmiştir.[158]
tarafından

Türk lirası

Türk lirası

 

Türk lirası
Türk lirası (Türkçe)
1 Türk lirası
1 Türk lirası
ISO 4217 Kodu TRY (2005 yılından önce TRL)
Kullanıcı(lar) Türkiye Türkiye
Kuzey Kıbrıs KKTC
Enflasyon  % 7,80 (Türkiye, Ekim 2012)
Kaynak [1]
Altbirim
1/100 Kuruş
Sembol
Madeni paralar
Sıkça kullanılan 5kr, 10kr, 25kr, 50kr, Turkish lira symbol 8x10px.png1
Nadiren kullanılan 1kr
Banknotlar
Sıkça kullanılan Turkish lira symbol 8x10px.png5, Turkish lira symbol 8x10px.png10, Turkish lira symbol 8x10px.png20, Turkish lira symbol 8x10px.png50, Turkish lira symbol 8x10px.png100
Nadiren kullanılan Turkish lira symbol 8x10px.png200
Merkez bankası Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
Website www.tcmb.gov.tr
Yazıcı TCMB Banknot Matbaası
Website www.tcmb.gov.tr
Türkiye ekonomisiFlag of Turkey.svg
Para

Projeler

Şirketler

Türkiye’de turizm
Diğer Türkiye başlıkları
KültürEğitim
CoğrafyaTarihPolitika

Türk lirası (sembolü: ₺; ISO 4217 kodu: TRY), Türkiye‘de ve Kuzey Kıbrıs‘ta kullanılan para birimi. Türk lirasının alt birimi kuruştur. Türkiye’de para basma yetkisi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına aittir.[1]

Paradaki 0′ları atmak amacıyla 31 Ocak 2005′te geçici olarak tedavülden kaldırılmış ve yerine Yeni Türk lirası kullanılmaya başlanmıştır. YTL‘den TL’ye geçişin tamamlanması nedeniyle 1 Ocak 2009 tarihinde yeniden tedavüle girmiştir. Fakat 2009′da tedavüle giren paralarda YTL’de olduğu gibi 6 sıfır bulunmamaktadır. YTL’nin alt birimi Yeni Kuruş‘tur.

Bugüne kadar Türk lirasının önyüzünde sadece Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü‘nün resmi bulunmuştur. Ne var ki İsmet İnönü sadece cumhurbaşkanlığı döneminde (1938-1950) Türk lirasının ön yüzünde yer alabildi. Ayrıca Yunus Emre, II. Mehmed, Mehmet Akif Ersoy, ve Cahit Arf gibi Türk büyüklerinin resimleri ise Türk lirasının bazı emisyonlarının arkayüzünde yer almıştır.

Konu başlıkları

Tarihi

İlk lira Sultan Abdülmecid döneminde 5 Ocak 1843’te Osmanlı lirası adıyla basıldı. Kağıt para basılmadan önce kullanılan bu Osmanlı altın parasına Sarı lira denirdi. 2 Haziran 1854’te çeyrek lira ve 18 Şubat 1855’te de iki buçukluk ve beşibiryerdelerin basılmasına başlandı.[2]

Cumhuriyet‘in ilanından sonra 30 Aralık 1925 tarih ve 701 Sayılı Mevcut Evrak-ı Nakdiye’nin Yenileriyle İstibdaline Dair Kanun kabul edilerek ilk Türk banknotlarının bastırılmasına karar verilmiştir.[3]

1927′de dolaşıma çıkarılan ön yüzünde Atatürk’ün resminin yer aldığı banknot

Cumhuriyet dönemindeki ilk kağıt paralar 1927‘de İngiltere’de, Thomas de la Rue şirketi tarafından 88 bin İngiliz altınına basılmıştır. 1927′de harf devrimi henüz gerçekleşmediği için paraların üzerinde Latin harfleri yoktu. 1927 yılında basılan 1, 5 ve 10 lirada Atatürk’ün resmi filigranda gözükmekteydi. Diğer paralarda ise Atatürk hem filigranda hem de resim olarak gözükmektedir. İlk paraların üzerinde eski Türkçe ve Fransızca yazılar ile dönemin Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik Renda‘nın imzası vardı. Paraların yeniden Latin harfleriyle piyasaya çıkması büyük bir masraf olduğu için 1927′de basılan paralar 1928′deki harf devriminden sonra da yıllarca yürürlükte kalmıştır. 1937′de tedavüle giren Latin harfli paraların hepsinde Atatürk resimleri bulunmaktaydı.[4]

Eylül 1927′den 11 Kasım 1938′e kadar basılan kağıt paraların üzerinde Mustafa Kemal’in resimleri yer almıştır. İsmet İnönü ilk kez cumhurbaşkanı seçildiğinde Londra’ya haber verilerek basılmakta olan paralardan Atatürk’ün resimleri çıkarılmış yerine İnönü’nün resimleri konulmuştur. 1938 yılından 1951 yılına kadar paralarda İnönü’nün resimleri yer almıştır.[5]

Cumhuriyet‘in kuruluşundan günümüze kadar 9 emisyon grubunda 24 farklı değerde, 126 tertip banknot dolaşıma çıkarılmıştır. İlk altı emisyon grubundaki banknotların tamamı ile Yedinci Emisyon Grubundaki banknotların bir kısmı değişik tarihlerde dolaşımdan kaldırılmış ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerinin sonunda değerlerini yitirmiştir.

Simgesi

TCMB tarafından, Türk Lirası’nın itibarının perçinlenmesi ve dünyada bilinirliğinin artırılması amacıyla 8 Eylül 2011 tarihinde TL Simgesi Yarışması düzenlenmiş, yarışma sonucunda yeni simge belirlenerek 1 Mart 2012 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından duyurulmuştur.[6]

Tülay Lale’nin tasarımı yeni simge (Turkish lira symbol 8x10px.pngküçük), yarım çıpa halindeki L harfi içine yerleştirilmiş yukarı doğru çift çizgili küçük T harfinden oluşmaktadır. Çift çizgi doğu-batı köprüsü ve istikrarı, çıpa ise yükselişi ve güveni temsil eder.[7]

  • Ölçüler ve format

  • Türk lirası simgesi[8]

Emisyonlar

Birinci emisyon

Dönemin Maliye Bakanı Abdülhalik Renda başkanlığındaki komisyon tarfından 1, 5, 10, 50, 100, 500 ve 1.000 liralık kupürlerden oluşan banknotlar belirlenmiş; basım, bir İngiliz firması olan De La Rue[9] tarafından filigranlı kâğıtlara kabartma olarak basılmıştır.

Bu emisyon grubundaki banknotlar 1 Kasım 1928 Harf Devrimi‘nden önce bastırıldığı için ana metinleri Arapça, kupür değerleri ise Fransızca olarak yazılmıştır.

Bu banknotlar 5 Aralık 1927 tarihinde dolaşıma çıkarılmıştır. Tedavülde bulunan mevcut evrak-ı nakdiyeler ise, 4 Aralık 1927 tarihinden itibaren dolaşımdan çekilerek 4 Eylül 1928 tarihinde değerlerini yitirmişlerdir.

Birinci emisyon (E1 serisi) (1927)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
E1 1 TL arka yüz.jpg E1 1 TL ön yüz.JPG 1 Lira 90 × 166 mm Zeytuni yeşil Meclis Binası, Ankara Kalesi, karasabanla çift süren bir köylü Eski Başbakanlık Binası 5 Aralık 1927 25 Nisan 1939
E1 5 TL ön yüz.jpg E1 5 TL arka yüz.JPG 5 Lira 94 × 170 mm Koyu mavi Ankara Kalesi, Bozkurt ve Meclis Binası Ak Köprü 5 Aralık 1927 15 Ekim 1937
E1 10 TL ön yüz.jpg E1 10 TL arka yüz.JPG 10 Lira 99 × 175 mm Eflatun Ankara Kalesi ve Bozkurt Ankara Kalesi‘nden bir görünüm 5 Aralık 1927 16 Mayıs 1938
E1 50 TL ön yüz.jpg E1 50 TL arka yüz.jpg 50 Lira 108 × 185 mm Kahverengi ve zeytuni yeşil Ortada bir motif, sağda Atatürk portresi Afyon şehrinden bir görünüm 5 Aralık 1927 1 Nisan 1938
E1 100 TL ön yüz.jpg E1 100 TL arka yüz.jpg 100 Lira 112 × 189 mm Zeytuni yeşil Atatürk portresi Bir köy resmi 5 Aralık 1927 1 Mart 1938
E1 500 TL ön yüz.jpg E1 500 TL arka yüz.jpg 500 Lira 120 × 194 mm Kahverengi ve sarı Solda Sivas Gökmedrese, sağda Atatürk portresi Sivas şehrinden bir görünüm 5 Aralık 1927 15 Haziran 1939
E1 1000 TL ön yüz.jpg E1 1000 TL arka yüz.jpg 1.000 Lira 124 × 201 mm Koyu mavi Atatürk portresi Sakarya demiryolu hattı 5 Aralık 1927 15 Haziran 1939
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

İkinci emisyon

3 Ekim 1931 tarihinde Merkez Bankası faaliyete geçmiş para basma yetkisi bu kuruluşa verilmiştir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kurulduktan sonra, harf devriminden önce basılan eski yazılı banknotlar, latin alfabesi ile basılmış yeni banknotlarla değiştirilmiştir.

Latin alfabesi ile hazırlanmış yeni banknotlar, 9 farklı değerde ve 11 tertipten oluşmaktadır. Söz konusu banknotlardan 50 Kuruşluk Almanya’da, diğerleri ise İngiltere’de bastırılmıştır.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından dolaşıma ilk çıkarılan banknot olan 5 Türk Liralık banknotu da içeren İkinci Emisyon Grubu banknotlar, 1937-1944 yılları arasında tedavüle çıkarılmıştır.

İkinci Emisyon Grubu içinde hem Atatürk, hem de İnönü portreli banknotlar yer almaktadır.

Bu emisyon grubu içinde İngiltere’de bastırılan ancak, İkinci Dünya Savaşı sırasında banknotları Türkiye’ye getiren geminin Pire Limanında hücuma uğrayıp batması sonucunda denize dökülen İnönü resimli 50 Kuruşluk ve 100 Türk Liralık banknotlar ile yine İngiltere’de bastırılan ancak, Londra’daki bir hava hücumu sırasında basıldığı matbaa zarar gören 50 Türk Liralık banknotlar dolaşıma verilmemiştir.

İkinci emisyon (E2 serisi) (1937 – 1942)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
50 Kurus on.jpg 50 Kurus arka.jpg 50 Kuruş 55 × 125 mm Ön yüz : Sarı ve açık yeşil
Arka yüz : Yeşil ve kahverengi
İsmet İnönü‘nün portresi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Eski İdare Merkezi Binası 26 Haziran 1944 1 Ağustos 1947
1 Turk Lirası on.jpg 1 Turk Lirası arka.jpg 1 Lira 60 × 135 mm Mor Boğaziçi‘nden bir görünüm 25 Nisan 1942 1 Ağustos 1947
2 Bucuk Turk Lirası on.jpg 2 Bucuk Turk Lirası arka.jpg 2,5 Lira 65 × 145 mm Zeytuni yeşil Atatürk portresi Ankara Zafer Anıtı 25 Nisan 1939 15 Temmuz 1952
5 Turk Lirası on.jpg 5 Turk Lirası arka.jpg 5 Lira 70 × 155 mm Ön yüz : Mavi
Arka yüz : Yeşil
Güvenlik Anıtı 15 Ekim 1937 10 Kasım 1952
E-2 10 TL on.jpg E-2 10 TL arka.jpg 10 Lira 75 × 165 mm Kiremit rengi Ankara Kalesi‘nden bir görünüm 16 Mayıs 1938 2 Haziran 1952
E-2 50 TL on.jpg E-2 50 TL arka.jpg 50 Lira 80 × 175 mm Eflatun Ankara keçileri 1 Nisan 1938 2 Haziran 1952
E-2 100 TL on.jpg E-2 100 TL arka.jpg 100 Lira 85 × 185 mm Koyu kahverengi Çanakkale Boğazı‘ndan bir görünüm 1 Mart 1938 15 Ekim 1942
E-2 500 TL on.jpg E-2 500 TL arka.jpg 500 Lira 90 × 195 mm Zeytuni yeşil Rumelihisarı‘ndan bir görünüm 15 Haziran 1939 24 Nisan 1946
E2 500 TL on.jpg E2 500 TL arka.jpg İsmet İnönü‘nün portresi 18 Kasım 1940 24 Nisan 1946
E-2 Ataturk 1000 TL on.jpg E-2 Ataturk 1000 TL arka.jpg 1.000 Lira 95 × 205 mm Arduvaz mavisi Atatürk portresi Güvenlik Anıtı 15 Haziran 1939 24 Nisan 1946
E-2 İnonu 1000 TL on.jpg E-2 İnonu 1000 TL arka.jpg İsmet İnönü‘nün portresi 18 Kasım 1940 24 Nisan 1946
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Üçüncü emisyon

Tamamı İsmet İnönü portreli olarak bastırılmıştır. 1942-1947 yılları arasında dolaşıma çıkarılmıştır. 6 farklı değerde, 7 tertip olarak İngiltere, Almanya ve Amerika’da bastırılmıştır.

Üçüncü emisyon (E3 serisi) (1942 – 1947)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
E-3 2,5 TL on.jpg E-3 2,5 TL arka.jpg 2,5 Lira 65 × 145 mm Eflatun ve kahverengi İsmet İnönü‘nün portresi Ankara Halkevi 27 Mart 1947 15 Temmuz 1952
E-3 10 TL on.jpg E-3 10 TL arka.jpg 10 Lira 65 × 155 mm Turuncu ve bej Mahalli giysiler içinde üç Türk köylü kadını 15 Ocak 1942 1 Nisan 1950
E-3 50 TL on.jpg E-3 50 TL arka.jpg 50 Lira 80 × 175 mm Ön yüz : Eflatun ve yeşil
Arka yüz : Eflatun
Ankara keçileri 25 Nisan 1942 1 Aralık 1951
E-3 100 TL on.jpg E-3 100 TL arka.jpg 100 Lira 75 × 175 mm Kahverengi Üzüm salkımı tutan kız 15 Ağustos 1942 25 Nisan 1946
E-3 500 TL on.jpg E-3 500 TL arka.jpg 500 Lira 85 × 185 mm Zeytuni yeşil Ankara Sanat Okulu’nda uygulamalı ders yapan öğrenciler 24 Nisan 1946 15 Nisan 1953
E-3 1000 TL on.jpg E-3 1000 TL arka.jpg 1.000 Lira 95 × 195 mm Mavi İzciler 24 Nisan 1946 15 Nisan 1953
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Dördüncü emisyon

2 farklı değerde, 3 tertip olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde bastırılmıştır. 1947 ve 1948 yıllarında dolaşıma çıkarılan banknotların tamamı İsmet İnönü portreli olarak bastırılmıştır.

Dördüncü emisyon (E4 serisi) (1947 – 1948)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
E-4 10 TL on.jpg E-4 10 TL arka.jpg 10 Lira 75 × 165 mm Kırmızı İsmet İnönü‘nün portresi Sultan Ahmet Çeşmesi 17 Şubat 1947 2 Haziran 1952
E-4 100 TL on.jpg E-4 100 TL arka.jpg 100 Lira 83 × 181 mm Yeşil Rumelihisarı‘ndan bir görünüm 18 Temmuz 1947 10 Ekim 1952
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Beşinci emisyon

Beşinci Emisyon Grubu banknotlar, 7 farklı değerde, 32 tertip olarak basılmış ve 1951-1971 yılları arasında dolaşıma çıkarılmıştır.

Dolaşıma verilen banknotlar 1958 yılında Banknot Matbaası kuruluncaya kadar Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere veya Almanya‘da bastırılmış olup Türkiye‘de basılan ilk banknot Beşinci Emisyon Grubu III. Tertip 100 Türk Liralık banknottur. Halk arasında “Mor Binlik” olarak adlandırılan 1.000 Türk Liralık banknot da bu emisyon grubu içinde yer almaktadır.

Beşinci emisyon (E5 serisi) (1952 – 1971)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
E-5 2,5 TL on.jpg E-5 2,5 TL arka.jpg 2,5 Lira 65 × 145 mm Kırmızımtrak eflatun Atatürk portresi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası İdare Merkezi Ankara Eski Binası 15 Temmuz 1952 20 Ekim 1966
E-5 5 TL on.jpg E-5 5 TL arka.jpg 5 Lira 68 × 150 mm Mavi Fındık toplayan köylü kızları 10 Kasım 1952 8 Ocak 1968
E-5 10 TL on.jpg E-5 10 TL arka.jpg 10 Lira 71 × 155 mm Yeşil Edirne Meriç Köprüsü 2 Haziran 1952 4 Temmuz 1966
E-5 50 TL on.jpg E-5 50 TL arka.jpg 50 Lira 74 × 160 mm Kahverengi Ulus’taki Zafer Anıtı‘ndan bir figür 1 Aralık 1951 7 Mayıs 1979
E-5 100 TL on.jpg E-5 100 TL arka.jpg 100 Lira 80 × 170 mm Zeytuni yeşil Gençlik Parkı‘ndan bir görünüm 10 Ekim 1952 12 Nisan 1976
E-5 500 TL on.jpg E-5 500 TL arka.jpg 500 Lira 80 × 170 mm Kahverengi İstanbul Sultan Ahmet Camii, Dikilitaş ve Hipodrom 15 Nisan 1953 1 Eylül 1976
E-5 1000 TL on.jpg E-5 1000 TL arka.jpg 1.000 Lira 80 × 170 mm Eflatun Rumeli Hisarı‘ndan Boğaziçi’nin bir görünümü 15 Nisan 1953 7 Mayıs 1979
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Altıncı emisyon

E6 banknotlar 7 farklı değerde, 18 tertipten oluşmaktadır. 1966-1983 yılları arasında dolaşıma çıkarılan bu banknotlardan I. Tertip 20 Türk lirası İngiltere’de, diğerleri ise Türkiye’de basılmıştır.

Altıncı emisyon (E6 serisi) (1966–1983)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
5 Old TL obverse.jpg 5 Old TL reverse.jpg 5 Lira 135 × 60 mm Eflatun Atatürk portresi Manavgat Şelalesi‘nden bir görünüm 8 Ocak 1968 16 Mayıs 1983
10 Old TL obverse.jpg 10 Old TL reverse.jpg 10 Lira 140 × 65 mm Zeytuni yeşil Kız Kulesi 4 Temmuz 1966 21 Eylül 1981
20 Old TL obverse.jpg 20 Old TL reverse.jpg 20 Lira 143 × 66 mm Kırmızı Anıtkabir 15 Haziran 1966 21 Ağustos 1987
50 Old TL obverse.jpg 50 Old TL reverse.jpg 50 Lira 160 × 71 mm Açık kahverengi Topkapı Sarayı‘ndaki Mermer Çeşme 9 Nisan 1976 21 Ağustos 1987
100 Old TL obverse.jpg 100 Old TL reverse.jpg 100 Lira 170 × 77 mm Ön yüz : Yeşil
Arka yüz : Kahverengi
Ağrı Dağı 15 Mayıs 1972 5 Mayıs 1986
500 Old TL obverse.jpg 500 Old TL reverse.jpg 500 lira 170 × 80 mm Zeytuni yeşil ve mavi İstanbul Üniversitesi Girişi 1 Eylül 1971 15 Haziran 1984
E6 1.000 TL ön yüz.jpg E6 1.000 TL arka yüz.jpg 1000 lira 170 × 82 mm Mor Boğaziçi Köprüsü 29 Mayıs 1978 29 Eylül 1986
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Yedinci emisyon

1979 yılından itibaren dolaşıma verilmeye başlanan E7 grubu banknotlar 2002 yılı itibariyle; 15 farklı değerde, 36 tertipten oluşmaktadır. Banknotların tamamı Türkiye’de basılmıştır.

E7 Emisyon Grubu banknotlar 1 Ocak 2006 tarihinde tedavülden kaldırılmıştır.

1980′li yıllar serileri

Yedinci emisyon (E7 serisi) (1979 – 1989)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
10 Old Turkish lira.jpg 10 TL reverse.jpg 10 Lira 122 × 55 mm Pembe ve zeytuni yeşil Atatürk portresi Atatürk’e çiçek sunan çocuk öğrenci grubu 25 Aralık 1979 21 Ağustos 1987
100 TL obverse.jpg 100 TL reverse.jpg 100 Lira 131 × 61 mm Erguvan ve kahverengi Ankara Kalesi, Mehmet Âkif Ersoy‘un portresi, müze haline getirilen Ankara’daki evi ve İstiklâl Marşımızın ilk iki dörtlüğü 26 Aralık 1983 21 Ağustos 1989
500 TL obverse.jpg 500 TL reverse.jpg 500 Lira 140 × 72 mm Mavi İzmir Saat Kulesi 1 Temmuz 1983 21 Ağustos 1989
1000 TL obverse.jpg 1000 TL reverse.jpg 1 000 Lira 140 × 72 mm Mor Fatih Sultan Mehmed ve İstanbul 31 Mart 1986 3 Ağustos 1992
1. versiyon 1. versiyon 5.000 Lira 140 × 72 mm Kahverengi, oranj ve mavi Mevlana Müzesi ve Muhammed Celaleddin-i Rumi figürü 2 Kasım 1981 31 Ocak 1994
2. ve 3. versiyon 2. ve 3. versiyon 146 × 72 mm Kahverengi ve yeşil 29 Temmuz 1985 31 Ocak 1994
4. versiyon 4. versiyon Afşin Elbistan Termik Santrali 28 Mayıs 1990 31 Ocak 1994
10000 TL obverse.jpg E7 10 000 TL arka yüz.jpg 10 000 lira 146 × 72 mm Ön yüz : Mor ve yeşil
Arka yüz : Yeşil
Mimar Sinan ve Selimiye Camii 25 Ekim 1982 15 Aralık 1995
20000 TL obverse.jpg 20000 TL reverse.jpg 20 000 lira 152 × 76 mm Ön yüz : Bordo kırmızı
Arka yüz : Mor
Ankara Merkez Bankası Genel Müdürlük Binası 9 Mayıs 1988 9 Eylül 1997
50000 TL 1994 obverse.jpg 50000 TL 1994 reverse.jpg 50 000 lira 152 × 76 mm Yeşil Türkiye Büyük Millet Meclisi binası 15 Mayıs 1989 5 Kasım 1999
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

1990-2005 serileri

Yedinci emisyon (E7 serisi) (1990–2005)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
100000 lira obverse.jpg 100000 lira reverse.jpg 100 000 lira 158 × 76 mm Kahverengi ve yeşil Atatürk portresi Atatürk’e çiçek sunan öğrenci grubu 11 Kasım 1991 4 Kasım 2001
250000 TL obverse.jpg 250000 TL reverse.jpg 250 000 lira 158 × 76 mm Mavi Kızılkule 2 Ekim 1992 1 Ocak 2006
500000 TL obverse.jpg 500000 TL reverse.jpg 500 000 lira 160 × 76 mm Mor Çanakkale Şehitleri Anıtı 18 Mart 1993 1 Ocak 2006
1 Million TL obverse.jpg 1 Million TL reverse.jpg 1 000 000 lira 160 × 76 mm Bordo ve mavi Atatürk Barajı ve Hidroelektrik Santrali 16 Ocak 1995 1 Ocak 2006
5 Million TL obverse.jpg 5 Million TL reverse.jpg 5 000 000 lira 162 × 76 mm Pastel sarı ve yeşilimsi kahverengi Anıtkabir 6 Ocak 1997 1 Ocak 2006
10 Million TL obverse.jpg 10 Million TL reverse.jpg 10 000 000 lira 162 × 76 mm Ön yüz : Kırmızı
Arka yüz : Mavi ve kırmızı
Piri Reis Haritası 5 Kasım 1999 1 Ocak 2006
E7 20.000.000 ön yüz.jpg E7 20.000.000 arka yüz.jpg 20 000 000 lira 162 × 76 mm Yeşil Efes Antik Kenti 5 Kasım 2001 1 Ocak 2006
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

Sekizinci emisyon

28 Ocak 2004 tarih ve 5083 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Para Birimi Hakkında Kanun” gereğince, Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen Türk lirasından 6 sıfır atma operasyonu kapsamında 1 Ocak 2005 tarihinden itibaren dolaşıma verilmiştir. E8 Grubu banknotlar 6 farklı değerden oluşmaktadır. Bu banknotların tamamı Türkiye’de basılmıştır.

E8 Emisyon Grubu banknotlar 1 Ocak 2010 tarihinde tedavülden kaldırıldı.

Sekizinci emisyon (E8 serisi) (2005 – 2009)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
1 YTL ön.jpg 1 YTL arka.jpg 1 lira 160 × 76 mm Bordo ve mavi Atatürk portresi Atatürk Barajı ve Hidroelektrik Santrali 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
5 YTL ön.jpg 5 YTL arka.jpg 5 lira 162 × 76 mm Pastel sarı ve yeşilimsi kahve Anıtkabir 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
10 YTL ön.jpg 10 YTL arka.jpg 10 lira 162 × 76 mm Ön yüz : Kırmızı
Arka yüz : Mor ve kırmızı
Piri Reis Haritası 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
20 YTL ön.jpg 20 YTL arka.jpg 20 lira 162 × 76 mm Yeşil Efes 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
50 YTL ön.jpg 50 YTL arka.jpg 50 lira 152 × 81 mm Ön yüz : Turuncu
Arka yüz : Açık Kahverengi ve Turuncu
Kapadokya 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
100 YTL ön.jpg 100 YTL arka.jpg 100 lira 158 × 81 mm Mavi İshak Paşa Sarayı 1 Ocak 2005 1 Ocak 2010
Kaynaklar: TCMBTurkish Banknotes.info

1 Yeni Türk Liralık Banknotun Güvenlik Özellikleri

Bu madde Vikipedi standartlarına uygun değildir. Sayfayı Vikipedi standartlarına uygun biçimde düzenleyerek Vikipedi’ye katkıda bulunabilirsiniz. Gerekli düzenleme yapılmadan bu şablon kaldırılmamalıdır. (Haziran 2011)
1 YTL ön.jpg

1 YTL arka.jpg

Emniyet Şeridi

Arka yüzde kesik gümüşi çizgilerden oluşur. Banknot ışığa tutulduğunda düz bir hat şeklini alır ve her iki yüzden görülür. Üzerinde “TCMB” harfleri bulunur.

Bir YTL Emniyet Şeridi 1.gif Bir YTL Emniyet Şeridi 2.gif

Gizli görüntü

Banknotun yatay konumda, göz hizasında ışığa doğru tutulması halinde görülebilen “TC” harflerinden oluşan gizli görüntü.

Bir YTL Gizli Görüntü 1.gif Bir YTL Gizli Görüntü 2.gif

Filigran

Ön ve arka yüzde, banknot ışığa tutulduğunda görülebilen, Atatürk portresinin küçüğünden ve 1 rakamından oluşan filigran.

Bir YTL Filigran.gif

Bütünleşik görüntü

Banknot ışığa tutulduğunda, arka yüzdeki parçayla birbirini tamamlayan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası amblemi.

Ön Taraf Arka Taraf Bütünleşik Hali
Bir YTL Bütünleşik Görüntü Ön Taraf.gif Bir YTL Bütünleşik Görüntü Arka Taraf.gif Bir YTL Bütünleşik Görüntü.gif
Mikro yazı

Atatürk portresinin altındaki yatay şeridin altında büyüteçle okunabilen “BİR” yazısı.

Bir YTL Mikro Yazı.gif

Kabartma Baskı

Ön yüzde parmakla dokunulduğunda hissedilebilen kabartma baskı.

Kabartma Baskı 1 YTL.gif Bir YTL Kabartma Baskı.gif

Diğer güvenlik özellikleri
  • Ultraviyole ışık altında görülebilen kırmızı ve mavi renkte kılcal lifler.
  • Arka yüzün sol üst tarafında siyah, sağ alt tarafında kırmızı renkte basılı ve ultraviyole ışık altında parlayan seri ve sıra numaraları.
  • Ultraviyole ışık altında parlamayan özel banknot kağıdı.

Yeni Kuruş

Yeni kuruş (YKr), Yeni Türk lirasının 100′de biri değerinde olan para birimidir.

1 Ocak 2005 tarihinden itibaren tedavüle çıkmıştır ve değeri 10.000 Türk lirası 1.000.000 kuruşa eşittir. 1 Ocak 2009 tarihinde kuruşun tedavüle girmesi ile birlikte tedavülden kalkmıştır.

Değeri Ağırlığı (gr) Çapı (mm) Kalınlığı(mm) Kenar Özelliği Metal (%) Arka tarafı Ön tarafı
1 YKr 2,7 17 1,65 Düz Cu 70, Zn 30 1 YKr (arka) 1 YKr (ön)
5 YKr 2,95 17 1,7 Düz Cu 65, Ni 18, Zn 17 5 YKr (arka) 5 YKr (ön)
10 YKr 3,85 19,25 1,7 Düz Cu 65, Ni 18, Zn 17 10 YKr (arka) 10 YKr (ön)
25 YKr 5,3 21,5 1,9 Tırtıllı Cu 65, Ni 18, Zn 17 25 YKr (arka) 25 YKr (ön)
50 YKr 6,9 23,85 1,95 İri Şeklinde Tırtıl Halka:
Cu 81, Ni 4, Zn 15
Göbek:
Cu 75, Ni 15, Zn 10
50 YKr (arka) 50 YKr (ön)
1 YTL 8,3 26,15 1,95 Aralıklı Tırtıl Halka:
Cu 75, Ni 15, Zn 10
Göbek:
Cu 81, Ni 4, Zn 15
1 Lira (ön) 1 Lira (arka)

Dokuzuncu emisyon

5083 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Para Birimi Hakkında Kanun”un[10] 1′inci maddesi uyarınca, Bakanlar Kurulu Yeni Türk lirası ve Yeni Kuruş’ta yer alan “Yeni” ibarelerini kaldırmaya yetkili kılınmış olup “Yeni” ibarelerinin 1 Ocak 2009 tarihinde kaldırılmasına ilişkin söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı 5 Mayıs 2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

E9 Emisyon Grubu Türk lirası banknotlar 4 farklı sık bulunan ve 2 farklı nadir bulunan ( 100 ve 200 TL ) kupürden oluşmaktadır. Banknotların tamamı Türkiye‘de basılmıştır.

Dokuzuncu emisyon (E9 serisi) (2009 >)
Resim Değeri Boyutları Ana rengi Bilgi Tarih
Önyüz Arkayüz Önyüz Arkayüz Tedavüle çıkarılışı Tedavülden çekilişi
New 5 TL Front.png New 5 TL Reverse.png 5 lira 64 × 130 mm Açık Mor Atatürk portresi Ordinaryüs Prof. Dr. Aydın Sayılı’ın bir portresi, güneş sistemi, atomun yapısı, DNA ve ilk çağ mağara resimleri 8 Nisan 2013
10 Türk Lirası front.jpg 10 Türk Lirası reverse.jpg 10 lira 64 × 136 mm Kırmızı Ordinaryüs Prof. Dr. Cahit Arf’ın bir portresi, “Arf Değişmezi”nden alınan bir kesitin yanı sıra “aritmetik diziler, abaküs, sayılar ve bilgisayar teknolojisinin temeli olan sayısal sistemi belirten ikili (Binary) sayı sistemini ifade eden rakamlar 1 Ocak 2009
20 Türk Lirası front.jpg 20 Türk Lirası reverse.jpg 20 lira 68 × 142 mm Yeşil Mimar Kemaleddin’in bir portresi, “Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası”nın çizgisel bir çalışması ile “kemer, dairesel motif ve mimarinin üç boyutlu yapısını simgelemek üzere küp, küre, silindir” gibi formlar 1 Ocak 2009
50 Türk Lirası front.jpg 50 Türk Lirası reverse.jpg 50 lira 68 × 148 mm Turuncu Fatma Aliye Topuz’un bir portresi, “hokka, tüy kalem, kâğıt ve kitap” gibi figürler ile kadın zerafetini simgeleyen “çiçek” motifleri 1 Ocak 2009
100 Türk Lirası front.jpg 100 Türk Lirası reverse.jpg 100 lira 72 × 154 mm Mavi Itri’nin bir portresi, “notalar, kudüm ve ud gibi enstrümanlar” ile Itri’nin Mevlevi kişiliğine uygun olarak “ney üfleyen Mevlevi dervişi” figürü 1 Ocak 2009
200 Türk Lirası front.jpg 200 Türk Lirası reverse.jpg 200 lira 72 × 160 mm Mor Yunus Emre’nin bir portresi, “Yunus Emre’nin anıt mezarı, dizelerinde yer verdiği gül motifi, barışı ve kardeşliği simgeleyen güvercin motifi ile felsefesini en iyi vurgulayan ‘Sevelim, Sevilelim’ dizesi 1 Ocak 2009
tarafından

İngiliz sterlini

İngiliz sterlini

 

Sterling Bölgesi; Kırmızı: Halen kullananlar Koyu Kırmızı: 1972′den sonra bırakanlar (sadece İrlanda) Koyu pembe: 1972′de bırakanlar Pembe: 1972′den önce bırakanlar

İngiliz sterlini (İngilizce: Pound sterling), Birleşik Krallık‘ta kullanılan para birimi. Sembolü £ olan sterlin, Türkçede lira (İngilizce: pound) olarak da adlandırılır.

Uluslararası para kodu “GBP”dir (GBP = Great Britain Pound).

Banknotlar

5 İngiliz Sterlini

10 İngiliz Sterlini

20 İngiliz Sterlini

50 İngiliz Sterlini

Madeni Paralar

1 Penny

2 Pens

5 Pens

10 Pens

20 Pens

50 Pens

1 Pound

2 Pound

tarafından

Euro

Euro

 

Banknotlar

1 Euro sentinin ön yüzü

Avrupa Birliği
European stars.svg
Bu makale serisinin bir parçasıdır:
Avrupa Birliği siyaseti

Euro ya da Avro (€, Euro; Ευρώ, Евро) (Almanca okunuşu: Oyro, Fransızca okunuşu: Öro, İngilizce okunuşu: Yuro), Avrupa Birliği‘ne 27 ülkenin üyesinden 17′si ile 3 Avrupa ülkesinin daha resmi olarak kullandıkları ortak para birimi. Türkçesi Avro olmasına rağmen genellikle Euro şeklinde de yazılır ve okuyan kişinin yatkın olduğu Batı Avrupa diline göre yuro, öro veya oyro şeklinde okunabilir.

Euro’nun yönetimi Avrupa Merkez Bankalar Sistemi‘nce (AMBS) yapılır. AMBS, Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve Euro bölgesinde yer alan ülkelerin merkez bankalarından oluşur. Merkezi Almanya‘nın Frankfurt şehri olan AMB, para politikalarının belirlenmesinde tek yetkili kurumdur. AMBS’nin diğer üyeleri kâğıt ve madeni para basma, bunları dağıtma ve Euro bölgesi ödeme sisteminde işlem yapma haklarını elinde bulundurur.

Euro’ya geçen hemen hemen her ülkede bu süreç biraz sancılı olmuştur. Yeni para biriminin yürürlüğe girmesinden sonra tüketici fiyatlarında hissedilir artışlar görülmüştür. Örneğin ekonomisi oldukça iyi olan Almanya’da 1 DM çoğunlukla yaklaşık karşılığı olan 0,50 Eurocent yerine 1 Euro olarak çevrilmiştir, bu da toplamda büyük bir alım gücü düşmesine sebep olmuştur. Euro’ya geçiş zamanında ekonomisi en kötü Avrupa Birliği üyelerinden olan Yunanistan’da ise Euro’ya geçiş vahim ekonomik sonuçlara yol açmıştır.

Konu başlıkları

Euro kelimesinin kökeni

Avrupa uygarlığının beşiğine gönderme yapılarak Yunan Epsilon harfinden esinlenilmiştir. Sembol, Europe kelimesinin ilk harfine Euro’nun istikrarını simgeleyen iki paralel çizginin çekilmesi ile meydana gelmiştir.

Euro Alanı

European union emu map en.png
Bu altbaşlığın ana makalesi: Euro Alanı

Avrupa Birliği’nin tüm üyeleri Euro kullanmaz. Euroya geçen ülkeler şunlardır: Bu ülkelerin bütününe genelde Euro Alanı veya Euro Bölgesi adı verilir.

Madeni para

€ 0,01 € 0,02 € 0,05 € 0,10 € 0,20 € 0,50 € 1,00 € 2,00

Ayrıntılar

Banknotlar

Değeri Renk Uzunluk (mm) Genişlik (mm) Ön tarafı Arka tarafı
€ 5 gri 120 62
€ 10 kırmızı 127 67
€ 20 mavi 133 72
€ 50 turuncu 140 77
€ 100 yeşil 147 82
€ 200 sarı 153 82
€ 500 mor 160 82

AB üyesi olmayıp Euro kullananlar

 Monako,  San Marino ve  Vatikan AB üyesi olmamasına karşın, yapılan anlaşmalar çerçevesinde Euro kullanmaktadır.  Andorra,  Karadağ ve  Kosova ise AB ile herhangi bir anlaşma yapmaksızın Euro kullanmaya başlamıştır.

AB üyesi olup Euro kullanmayanlar

 Danimarka,  İsveç ve  Birleşik Krallık, Maastricht Anlaşması‘nda yeralan ayrıklıklara (istisnalara) dayanarak Euro’ya geçmeyen AB üyeleridir. Bu ülkelerin hükümetleri bu konuda karar vermedikçe ya da halk oylaması sonuçları bu yönde olmadıkça, AB tarafından yasal bir baskıyla karşılaşmazlar.

28 Eylül 2000‘de Danimarka’da yapılan halk oylamasına göre, oy verenleri %53,2′si Euro’ya geçmeye karşı çıktı.

İsveç‘in Euro konusunda hiçbir ayrıklığı olmamasına karşın, bu ülkede gerçekleştirilen halk oylamaları Euro’ya geçişi engeller durumdadır. 14 Eylül 2003‘teki halk oylamasına göre, oy kullananların %56,1′i Euro’ya ‘hayır’ derken, %41,8′i ‘evet’ dedi.

Ayrıca 1 Mayıs 2004′te ve 1 Ocak 2007′de üye olan ülkelerin büyük çoğunluğu da Euro’ya henüz geçememiştir. Ayrıca Türkiye de 2009 başında, Euro’yla tasarım yönünden birçok benzerlik taşıyan “Türk Lirası”nın 9. emisyonuna geçmiştir.

Döviz Kod Oran Euro alanına
girme tarihi
Leton latı LVL 0.702804 01.01.2012
Polonya zlotisi PLN 01.01.2012
Litvanya litası LTL 3.45280 01.01.2013
Macar forinti HUF 01.01.2013
Rumen leyi RON 01.01.2014
Bulgar levi BGN 1.95583 01.01.2015
Çek korunası CZK 01.01.2015
Danimarka kronu DKK 7.46038
İsveç kronu SEK
İngiliz sterlini GBP

Ekonomi ve para birliği

Avrupa Bölgesi Paraları
Eski para birimi Kısaltması Euro kuru Sabitlenme tarihi EMU III’e giriş yılı
Avusturya Avusturya şilini ATS 13.7603 31/12/1998 1999
Belçika Belçika frankı BEF 40.3399 31/12/1998 1999
Hollanda Hollanda guldeni NLG 2.20371 31/12/1998 1999
Finlandiya Fin markkası FIM 5.94573 31/12/1998 1999
Fransa Fransız frankı FRF 6.55957 31/12/1998 1999
Almanya Alman markı DEM 1.95583 31/12/1998 1999
İrlanda İrlanda lirası IEP 0.787564 31/12/1998 1999
İtalya İtalyan lireti ITL 1936.27 31/12/1998 1999
Lüksemburg Lüksemburg frankı LUF 40.3399 31/12/1998 1999
Portekiz Portekiz esküdosu PTE 200.480 31/12/1998 1999
İspanya İspanyol pesetası ESP 166.386 31/12/1998 1999
Yunanistan Yunan drahmisi GRD 340.750 31/12/1998 2001
Slovenya Slovenya toları SIT 239.640 11/07/2006 2007
Kıbrıs Cumhuriyeti Kıbrıs lirası CYP 487,369 10/07/2007 2008
Malta Malta lirası MTL 0.429300 10/07/2007 2008
Slovakya Slovak korunası SKK 30.1260 08/07/2008 2009
Estonya Estonya kronu EEK 15.6466 13/07/2010 2011
tarafından

ABD doları

ABD doları

 

ABD doları
Madeni $1 ABD Merkez Bankası banknotları
Madeni $1 ABD Merkez Bankası banknotları
ISO 4217 Kodu USD
Kullanıcı(lar) Amerika Birleşik Devletleri ABD
El Salvador[1]

Resmi olmayan
Enflasyon 1.05%, Haziran 2010
Kaynak inflationdata.com
Mehod TÜFE
Altbirim
1/10 dime
1/100 sent
1/1000 mill
Sembol $
sent ¢
Madeni paralar
Sıkça kullanılan , , 10¢, 25¢
Nadiren kullanılan 50¢, $1
Banknotlar
Sıkça kullanılan $1, $5, $10, $20, $50, $100
Nadiren kullanılan $2
Merkez bankası Federal Rezerv Sistemi
Website www.federalreserve.gov
Yazıcı Bureau of Engraving and Printing
Website www.moneyfactory.gov
Darphane United States Mint
Website www.usmint.gov

Eski 100 ABD Dolarının ön yüzü

ABD doları, ABD‘nin resmi para birimidir. İşareti $, uluslararası para kodu “USD”dir (United States Dollar). Amerikan doları diye de adlandırılır.

Dünyada en yaygın kullanılan dövizdir[10]. 2004 yılında dünyada dolaşımda yaklaşık 950 milyar ABD doları olduğu tahmin edilmektedir. Bu miktarın 2/3′ü ABD dışındadır. Bazı ülkeler ABD dolarını kendi resmi para birimleri olarak kullanmakta, bir kısım ülkede fiili tedavüldeki (de facto currency) para birimi, Britanya denizaşırı ülkelerinde ise tek para birimi olarak kullanılır (Britanya Virjin Adaları ve Turks ve Caicos Adaları).

Konu başlıkları

Tarihçe

1 Dolar

Ayrıca bakınız: ABD doları tarihçesi

Yeni kıtada kâğıt para dönemi 1600′lü yılların sonlarında İngiliz kolonilerinde askeri maliyetleri karşılamak içim basılan banknotlar ile başlamıştır. İlk banknot 1690 yılında Massachusetts Körfezi Kolonisi’nde basılarak dolaşıma çıkmıştır. Kağıt para çıkarma yöntemi diğer Kolonilerce de kısa sürede benimsenerek yaygınlaşmıştır.

ABD Kongresi, 1781 yılında yeni hükümetin mali operasyonlarına destek olmak amacıyla, Philadelphia’da bulunan The Bank of North America’yı ilk ulusal banka ilan eder. 1792′de kabul edilen Tedavüle Para Çıkarma Kanunu ile ABD Darphanesi kurulur ve federal para sistemi çerçevesinde her birinin değeri altın, gümüş veya bakır üzerinden saptanan farklı değerdeki madeni paraların basımına başlanır.

1785 yılında ABD Kongresi Doları ABD’nin para birimi olarak kabul eder. Federal hükümet ülke genelinde ilk kâğıt parayı 1861 yılında dolaşıma çıkarır. İç Savaşı finanse etmekte zorlanan Kongre ABD Hazinesine faiz getirisi olmayan vadesiz banknot ihraç etme yetkisi verir. Bu banknotlara, renkleri dolayısıyla “yeşil” adı takılır.

1913′te çıkarılan Amerikan Merkez Bankası Kanunu, Amerikan Merkez Bankasını (Federal Reserve Bank) ülkenin merkez bankası ilan eder. Banka, Amerikan Merkez Bankası Banknotları (Federal Reserve Notes) adlı yeni bir parayı dolaşıma sunar. “Tanrıya Güveniyoruz” (In God We Trust) ibaresi tüm banknotlar üzerinde kullanımı 1955‘te kanunla zorunlu kılınmıştır.

Doların önemi

Dolar işareti

Dolar, son yıllarda Avro karşısında yüksek oranda değer kaybetmesine rağmen, ülkelerin merkez bankalarında tutulan rezerv miktarlarına bakıldığında hala 1. derece önemini korumaktadır. Bununla birlikte özellikle Çin ve Rusya merkez bankalarının başını çektiği bir kısım ülke merkez bankaları, rezervlerinde bulunan Dolar’ın bir kısmını Avro ile değiştirmeyi gündeme getirmektedir.[kaynak belirtilmeli]

Değer

Fiyatı etkileyen faktör

Borçlanma maliyeti

USD alım gücü kıyası 1980 baz
YIL Alım Gücü Karşılığı YIL Alım Gücü Karşılığı YIL Alım Gücü Karşılığı
1774 $0,09 1780 $0,16 1790 $0,11
1800 $0,15 1810 $0,14 1820 $0,14
1830 $0,11 1840 $0,10 1850 $0,9
1860 $0,10 1870 $0,15 1880 $0,12
1890 $0,11 1900 $0,10 1910 $0,11
1920 $0,24 1930 $0,20 1940 $0,17
1950 $0,29 1960 $0,36 1970 $0,47
1980 $1,00 1990 $1,59 2000 $2,09
2006 $2,45

Tarihsel Değişim Oranları

Bir USD Doları karşılığı birimler not edilen hariç.[11]
1970* 1980* 1985* 1990* 1993 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010
Avro 0.8343 0.8551 0.9387 1.0832 1.1171 1.0578 0.8833 0.8040 0.8033 0.7960 0.7293 0.6791 0.7176 0.6739
Yen 357.6 240.45 250.35 146.25 111.08 113.73 107.80 121.57 125.22 115.94 108.15 110.11 116.31 117.76 103.39 93.68 87.78
İngiliz Sterlini 8s 4d 0.4484[12] 0.8613[12] 0.6207 0.6660 0.6184 0.6598 0.6946 0.6656 0.6117 0.5456 0.5493 0.5425 0.4995 0.5392 0.6385 0.4548
Kanada doları 1.081 1.168 1.321 1.1605 1.2902 1.4858 1.4855 1.5487 1.5704 1.4008 1.3017 1.2115 1.1340 1.0734 1.0660 1.1412 1.0298
Meksika pesosu 2.801 2.671 2.501 3.1237 9.553 9.459 9.337 9.663 10.793 11.290 10.894 10.906 10.928 11.143 13.498 12.623
Yuan 2.46 1.7050 2.9366 4.7832 5.7620 8.2783 8.2784 8.2770 8.2771 8.2772 8.2768 8.1936 7.9723 7.6058 6.9477 6.8307 6.7696
Hindistan rupisi 0.0213 0.024 0.029 0.021 0.021 0.026 0.024 0.027 0.021 0.026 0.021 0.025 0.027 0.021 0.029 0.026
Singapur doları 2.179 1.903 1.6158 1.6951 1.7361 1.7930 1.7908 1.7429 1.6902 1.6639 1.5882 1.5065 1.4140 1.4543 1.24586
Güney Afrika randı 0.7182 0.7780 2.2343[13] 2.5600 3.2729 6.1191 6.9468 8.6093 10.5176 7.5550 6.4402 6.3606 6.7668 7.0477 8.2480 8.4117 11.73161
Kaynak: Last 4 years 2005-2002 2003-2100 1996-1999 1993-1996 1990 1970-1992 1970-1985 Canada, China, Mexico
1. Mexican peso values prior to 1993 revaluation.
tarafından

John Deere

John Deere

 

John Deere (7 Şubat, 180417 Mayıs, 1886), kendi kendine temizlenen, dünyada ticari alanda ilk başarılı çelik sabanı geliştiren kişi. 1837 yılında tek başına başlattığı üretim macerası ve kurduğu Deere & Company adlı şirket; günümüzde 55.000′in üzerinde çalışanı olan, John Deere markasıyla 160′tan fazla ülkede satılan, dünyanın en büyük tarım makinaları üreticisi haline gelmiştir.

Hakkında

John Deere’in üretmekte ve satmakta olduğu ürünler arasında başta traktör olmak üzere, biçerdöver, pamuk hasat makinası, silaj makinası, ilaçlama makinası, şeker pancarı hasat makinası, ön yükleyici, balya makinası, mibzer vb. gibi tarım makinalarının yanı sıra; iş ve ormancılık makinaları, çeşitli çim biçme ve bahçe bakım makinaları gibi tüketici ürünleri ile güç sistemleri (kendi ürünleri ve başka birçok marka için dizel motorlar) ürünleri bulunmaktadır. Ayrıca şirket toprak ve üretimle doğrudan ilgili alanlarda büyüme stratejisine paralel olarak son yıllarda yaptığı atılımlarla hassas sulama sistemleri (precision irrigation) alanında dünyada ilk üç arasına girmeyi başarmıştır. Yine son yıllarda; gelecekte önemini iyice arttırması beklenen bir alternatif enerji kaynağı olan rüzgâr enerjisi alanında da çeşitli stratejik ortaklıklar vasıtasıyla büyümektedir. 2011 yılında dünya çapında cirosu 32 milyar USD civarında olan şirket, Türkiye‘de tarım makinaları alanında faaliyetlerini sermayesinin tamamı Deere & Company ‘e ait olan John Deere Makinaları Ltd. Şti. vasıtasıyla sürdürmektedir.

Şirketin dünya çiftçileri tarafından büyük beğeniyle karşılanan traktör, biçerdöver, pamuk hasat makinası, ilaçlama makinası ve benzeri kendi yürür makinaları’nı diğer markalardan ayıran en bariz özellik olarak bu ürünlerde kendi tasarlamakta ve üretmekte olduğu dizel motorları kullanmasıdır. John Deere’ın kendi mühendislik merkezlerinde çiftçilerin ihtiyaçlarına göre tarım faaliyetleri için özel olarak tasarlanan bu motorlar dünyada tarım sektöründe güç ve dayanıklılığın simgesi haline gelmiştir.

Şirketin tarım makinaları alanında bir kült haline gelmesinin süreç içerisinde birçok sebebi olmakla birlikte kuruluşundan kısa bir süre sonra benimsenen ana prensipleri önemlidir. Şirketin ödün verilemez olarak belirlenen bu dört ana prensibi ve değeri şunlardır: Dürüstlük (Integrity), Kalite (Quality), Adanmışlık (Commitment) ve İnovasyon (Innovation-Yenileşim).

Bunlardan inovasyona ayrı bir parantez açmak gerekir; zira John Deere araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) faaliyetlerine her gün yaklaşık 3 milyon USD ayırmaktadır, yani yılda 1 milyar USD‘den fazla bir meblağı mevcut ve tamamen yeni ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi için teknolojik araştırma ve geliştirme çalışmalarına aktarmaktadır. Bu çabaların doğal bir sonucu olarak John Deere; en gelişmiş ve son teknolojiye sahip, müşterilerinin işlerini ve hayatlarını daha da kolaylaştırmaya ve verimliliklerini artırmaya yönelik ürünleri arka arkaya piyasa sürebilmektedir. Geçtiğimiz yıllarda piyasaya sürülen ve büyük ilgi ve hayranlık uyandıran uydu destekli tarımsal yönetim çözümleri (AMS) sistemleri buna iyi bir örnektir. Uydudan pozisyonlama yaparak 10 cm. gibi inanılmaz hassasiyetlerle çalışabilme imkânı veren bu sistemlerle hassas tarla ölçümleri, tarla verim analizi ve verim haritası çıkarma gibi daha bir çok işlem hiç olmadığı kadar zahmetsiz ve hassas bir biçimde yapılabilmektedir. Toprak işleme verimini arttıran ve yakıt, tohum, gübre gibi maliyetlerden tasarruf sağlayan yine 10 cm.’ye kadar hassasiyetle çalışabilen kısaca uydu kontrollü otomatik sürüş olarak tanımlanabilecek AutoTrac gibi çözümler de dünya ile eşzamanlı olarak Türk çiftçilerinin hizmetine sunulmuştur.

2007 Kasım ayından itibaren John Deere Türkiye‘nin; Almanya, İspanya, Fransa, İtalya, Rusya, Portekiz, Finlandiya, İsveç, İngiltere/İrlanda ve Polonya‘yla birlikte direkt olarak Deere & Company’e bağlı bir şube (branch) olarak faaliyetlerine devam edeceği ilan edilmiştir. Deere & Company’nin Türkiye’ye olan güveni ve olumlu beklentilerinin bir yansıması olan bu karar ve devamında atılması beklenen adımlar John Deere’ın Türkiye’deki faaliyetlerinin, yatırımlarının ve pazar payının her geçen gün eskisinden daha hızlı bir şekilde artacağının habercisi olarak yorumlanmaktadır.

tarafından

Traktör

Traktör

 

Kramer K18 model Alman yapımı traktör(ilk yapım yılı 1937)

John Deere marka traktör

Traktör, tarla , bahçe , bağ’larda ve şehirlerin parklarında kullanılan tarım aletlerine (pulluk , orak makinesi , mibzer, pülverizatör, ekin biçme makinesi v.b.) çekicilik yapan kendinden itimli motoru olan kara taşıtıdır. Lokomobiller traktörlerin ilk öncüleri sayılsa da, İçten yanmalı motoru olan ilk traktörü 1892 yılında ABD’de Iowa’lı John Froehlich yapmıştır.

Çalışma ilkesi otomobillerden pek farklı olmamasına karşın yine de karakteristik özellikleri vardır. Yerden oldukça yüksek dingillere oturtulmuş dar kesitli karoser, ön tekerlere oranla çok büyük derin yivleri olan arka tekerlekler en belirgin özellikleridir. Arka tekerleklerin bu şekli aracın her türlü arazi koşulunda ve yumuşak zeminde patinaj yapmadan ve devrilmeden çalışmasını sağlar. Bazı özel şartlara göre paletli traktörler de vardır. Paletler traktörün ağırlığını daha geniş bir alana yaydıklarından üzerinden geçtiği toprağın sıkışıp kalmasını önler ve traktörün toprağı daha iyi kavramasına yardımcı olur.

tarafından

Tarım

Tarım

 

Tarımda kullanılan bir traktör.

Bir ziraat mühendisi mısır bitkisinin büyümesini not ederken.

Tarım veya ziraat, bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi, bunların kalite ve verimlerinin yükseltilmesi, bu ürünlerin uygun koşullarda muhafazası, işlenip değerlendirilmesi ve pazarlanmasını ele alan bilim dalıdır. Diğer bir ifade ile, insan besini olabilecek ve ekonomik değeri olan her türlü tarımsalhayvansal ürünün bakım, besleme, yetiştirme, koruma ve mekanizasyon faaliyetlerinin tamamı ile durgun sularda veya özel alanlarda yapılan balıkçılık faaliyetlerinin tümüdür.

Bu bilim dalı bilimsel bilginin yanı sıra özel yetenek ve önsezi gerektirir.[1] Uygulamalı bir bilim dalı olup, amacı insanların yararına ekonomik değerler elde etmektir.[2]

Tarım, iki temel üretim dalından oluşur. Bunlar bitkisel üretim ve hayvansal üretimdir. Bu iki temel tarımsal üretim dalı ve hatta tanımları arasındaki tek ayrım, kullandıkları materyalin birinde bitki ötekinde ise hayvan materyali oluşudur[3]

Konu başlıkları

Genel

Tarım, insanlığın toplu hayata geçişinde büyük bir rol üstlendi. Taş Devri süresince bulunan avcı-toplayıcı toplulukların, yerini tarımla uğraşan halklara bırakması, toplumları ve devletleri ortaya çıkardı.[4] Sanayi Devrimi‘ne kadar tarım, insanlığın büyük çoğunluğunun temel geçim kaynağı oldu. Ancak günümüzde de tarımda gözle görülür gelişmeler ve teknolojinin getirdiği etkiler bulunmaktadır. Özellikle 20. yüzyıl boyunca tarımda önemli değişiklikler yaşanmıştır. Haber-Bosch işlemine göre, amonyum nitrat karıştırılan tezek sayesinde, ilk yapay gübreler elde edildi.[5] Tarımda işgücünü düşüren makineleşme sayesinde tarımda işçi sayısında azalmalar gözlendi.[6] Üretimin artmasına karşılık işsizlik arttı.[6]

Amerika Birleşik Devletleri‘ndeki Kansas‘ta 2001 yılında çekilen bir uydu görüntüsü. Resimde parsellenmiş tarım alanları gözlenmektedir.

Bunlara karşılık, günümüzde en çok yetiştirilen tarım ürünleri arasında pirinç, mısır ve buğday yer almaktadır.[7] Ayrıca dünyadaki çoğu hükûmet de aynı doğrultuda kaliteli gıda için tarıma yatırım yapmaktadır.[8] Tarıma yapılan yatırımlardan en büyük payı, buğday, mısır, pirinç, soya ve süt almaktadır.[9] Ancak buna karşılık gelişmiş ülkelerde yapılan yatırımların büyük çoğunluğu etkisiz ve çevre düşmanı olmaktadır.[10] Özellikle tarımdaki makineleşme ve yapay gübre kullanımı, çevreye büyük zararlar vermekte ve su kirliliği başta olmak üzere önemli sorunlara yol açmaktadır.[11] Yine 21. yüzyılda çevre sorunlarının ve küresel ısınma başta olmak üzere anormal doğa olaylarının gündeme gelmesiyle beraber, tarımda makineleşme ve yapay gübre kullanımı düşürülmüştür.[12]

Tarımdaki çevre zararlarına alternatif olarak geliştirilen ve ilk defa 20. yüzyıl başlarında Sir Albert Howard tarafından tartışılan organik tarım ise tüm bunlara karşı temiz ve sağlıklıdır. Organik tarım, günümüzde dünya çapında ilgi görse de pahalı olması nedeniyle sadece üst sınıf kişilerce elde edilebilmektedir. Yine bu tür tarımın dünyadaki en büyük destekçisi Avrupa Birliği‘dir. Bu birlik tarafından 1991 yılında organik tarım adıyla literatüre eklenen uygulama, 2005′te CAP adlı kuruluşun kurulmasıyla beraber sürat kazanmıştır.[13] Organik gıdanın savaştığı baş yöntemler arasında hormonlu gıda üretimi yer almaktadır.

2007 yılının sonlarında dünyadaki ekonomik dalgalanmalar sürecinde tahıl ürünleri başta olmak üzere birçok tarım ürününde fiyat katlanmaları gözlendi.[14][15] Gelecekte, fiyatların çok daha katlanması nedeniyle, Afrika ve birçok 3. dünya ülkesinde gıda savaşlarının baş göstermesi beklenmektedir.[16][17][18] Birleşmiş Milletler‘e göre, 2025 yılına gelindiğinde Afrika sadece nüfusunun %25′ini besleyebilecektir.[19]

Uygulamalar

Arpa ekimi yapılan bir tarla.

Günümüz dünyasında, tarım iki farklı temel amaç için kullanılmaktadır. Bunlardan ilki, sadece ailesini besleyebilmek için üretim yapan insanlardan oluşan grup, ikincisi ise ticari amaçla tarım yapan insanlardan ve kurumlardan oluşan gruptur.[20] Endüstriyel tarımda, amaç ticaret olduğundan para sahası geniştir ve gübreleme, tohumlama, bakım, sulama gibi olanaklar geniştir. Aynı şekilde endüstriyel tarımda geniş tarım alanları mevcuttur. 20. yüzyılda özellikle tarımsal kimyadaki gelişmeler, üretimi katladığı gibi, insan gücü oranını da düşürmüştür. Ancak bu, hem sağlıksız gıda üretimine, hem de işsizliğe neden olmaktadır.[21]

Tarımda görülen haşaratlara karşı kullanılan ilaçlar, bu haşaratların zararlarını büyük ölçüde engellese de, buna kaşılık bu ilaçlar doğal dengeyi bozmakta ve çevreye zarar vermektedir. Tüm bu zararlara karşılık, tarımda kullanılan traktör gibi araçlar, üretimi arttırmakta ve daha çok insan için besin olanağı sağlamaktadır. Özellikle ilkel tarım aletlerinin yerini modern tarım ve sulama birimlerine bıraktığı 1900′ler boyunca tarımda ivmeli bir artış gözlenmiştir. Amerika Birleşik Devletleri‘nde yer alan Ulusal Mühendislik Akademisi‘ne göre, tarımdaki makineleşme, dünyanın yaşadığı 20 devrimden biridir. Yine 1999 verilerine göre, günümüz teknolojisi sayesinde, tek bir çiftçi, 130′dan fazla insanı beslemektedir.[22]

21. yüzyıl teknolojisi sayesinde, günümüzde tarımda çeşitlilik, gen çaprazlaması sayesinde artmakta ve birkaç verimli soy birleştirilerek ortaya çok daha verimli yeni bir soy çıkarılabilmektedir. Bu da tarımsal üretimin artmasının altında yer alan etmenlerden biri olarak kabul edilmektedir.

Brezilya‘da bir kahve tarlasından bir görüntü.

Tarihi

Tarımın geçmişi günümüzden 10.000 yıl öncesine dayanmaktadır. İlk tarım örneklerinin ardından, zamanla birçok toplumun arasındaki etkileşimin bir sonucu olarak tüm dünyada yaygınlaştı. Tarım sayesinde insanlık toplu yaşama geçti ve günümüzdeki devletler oluştu. Gübreleme, ekme-biçme gibi tarımsal yöntemler her ne kadar eski olsa da, son yüzyılda büyük bir ivme gösterdi.[23]

Antik çağlardaki örnekler

Antik çağlarda, Bereketli Hilal ve çevresinde ilk örneklerine rastlanan tarım, öncesinde toplayıcılık ve avcılık ile geçinen toplumları yerleşik yaşama geçirdi. Aynı dönemlerde Çin ve diğer Asya ülkelerinde de başka yöntemlerle uygulanmaya başlayan tarım, zamanla Nil Nehri ve çevresinde yoğun olarak uygulanmaya başlandı. Tarihte, en eski tarımsal veriler, Anadolu‘da Abu Hurerya adlı yerleşimde M.Ö. 13500 yılından kalma tarımsal aletlerden edildi. Yine yakın dönemlere ait, Levant ve İran‘daki Zagros Dağları çevresinde tarımsal faaliyetlerin izine rastlandı. Yine Bereketli Hilal üzerindeki alanda, kimi yerlerde darı, arpa, tahıl, acı bakla, keten, buğday gibi tarımsal kalıntılara rastlandı.[24]

Çoğu teoreme göre ilk tarım, insanların vahşi doğadan topladığı bitkisel besinlerini ve tohumlarını mağara önlerine düşürmesiyle başlar. Bu süreçte insanlar tüm gün yiyecek aramaktansa bitkileri toprağa ekerek devamlı olarak yerleşik halde besin elde edebileceğini farketti. Bu keşif tüm toplumlarca farklı dönemlerde bulundu. Öncelikle Anadolu ve Orta Doğu‘da rastlanan tarımsal etkinlikler, toplumsal etkileşimler aracılığıyla dünyaya yayıldı. Tarımı daha erken keşfeden toplumlar daha önce yerleşik yaşama geçti ve günümüz uygarlıkları oluştu.

Hindistan‘da M.Ö. 7000′lerde rastlanılan tarım, yaklaşık 2000 yıl sonra da diğer Asya ülkelerinde görüldü.[25] Yine bu dönemlerde Nil Nehri çevresinde tarımsal yapılara rastlanmaktadır. Mısır ve çevresindeki önemli su kaynakları ve ılıman iklimin mevcut olması tarımın burada daha üretken olmasını sağladı. Yine aynı dönemlerde Mısırlılar Nil’in taşma dönemlerini hesapladı ve ürünlerinin telef olmaması için çeşitli matematiksel formüller ve geometrik hesaplamalara başvurdu. Tarım bu bağlamda günümüz bilim ve teknolojisine farklı yollar aracılığıyla etki bıraktı.[26]

Mezopotamya‘da ise Şatt-ül-Arap ve Basra Körfezi çevresinde uygulanan tarımsal faaliyetler, ilk kez Sümerler tarafından yapıldı. M.Ö. 5000′lere denk gelen bu süreç, zamanla diğer Mezopotamya uygarlıklarına yayıldı. Yapılan araştırmalarda Fırat ve Dicle nehirleri arasında ahır hayvanlarının kemiklerine rastlandı. Bu da, bölgede hayvancılığın da yer edinmiş olduğunu göstermektedir. Aynı dönemde Amerika kıtasındaki yerliler de basamaklı teraslar aracılığıyla And Dağları başta olmak üzere tarımsal faaliyetlere başladı. Güney Amerika‘nın Büyük Okyanus kıyılarında yapılan kazılarda, tütün, patates, fasulye, biber, domates, balkabağı gibi tarımsal ürünlerin kalıntılarına rastlandı.

Yine Antik Yunanistan ve Antik Roma dönemlerinde de tarımsal faaliyetler göze çarpmaktadır. Zeytin, pamuk, mısır gibi Akdeniz bitkilerini yetiştiren Yunanlılar, buna karşılık toprakların azlığı ve fakirliği nedeniyle bu alanda çok ileri gidemedi. Romalılar ise tahıl ürünleriyle ticaret yapmaya başladı.

Orta çağlardaki örnekler

Orta Çağ‘da İslam dünyası oldukça ileri düzeyde bir uygarlığa sahipti. Bu doğrultuda Orta Doğu ve çevresinde tarımsal faaliyetler ve hayvancılık çok büyük ilerlemeler kaydetti. Hidrolik ve Hidrostatik teknikleriyle çalışan pompalara imza atan Araplar, bu sistemlerle üretimde artış gözledi. Yine su değirmenleri aracılığıyla suyu rahatça taşıyabilen Müslüman çiftçiler, bu sayede sulamadaki kuraklığın önüne geçti. Bu dönemde pamuk, turunçgil, meyve, kayısı, safran, enginar, şeker pancarı gibi tarımsal ürünler yetiştirildi. Yine Araplar, İspanya‘da Emevi Devleti‘nin yer aldığı dönemde, Avrupa‘ya limon, badem, incir, portakal, pamuk ve muz gibi ılıman tarım ürünlerini getirdi. Aynı dönemlerde Çin‘de sabanın kullanılması tarımsal alanda Asya‘daki önemli değişikliklerdendir.

Yine Kavimler Göçü sonrasında Batı Avrupa’da Roma egemenliğinin sona ermesiyle beraber; bu alanlardaki nüfus hızla arttı. Bu insanların beslenmesi için de daha çok toprağın işlenmesi gerekliydi. Bu süreçte, ormanlar ve bataklıklar, tarıma elverişli arazi durumuna getirildi. Bu geniş toprakları sürebilmek içinse ağır sabanlar taşıyan öküzler kullanıldı. Zaman geçtikçe 8-10 öküz kullanılarak işlenmesi zor killi topraklar da işlenmeye başladı. Romalılar bu dönemde bir yıl tahıl ekip, ertesi yıl da bu alanları bekleterek (nadasa bırakarak) pratik bir ekim nöbeti uyguladı. Bu dönemde, Avrupa’daki halklar zamanla yulaf, çavdar ve arpa ekmeyi öğrendi. Böylece, bir yıl kış, öbür yıl bahar döneminde yapılan ekimler, üçüncü yıl ise nadasa bırakılıyordu. Ancak bu yöntem de verimsiz kumlu topraklara uygun değildi.[27]

800 yılı ve sonrasında Avrupa’da açık tarla sistemi uygulandı. Bu yönteme göre her çiftçi dar ve uzun tarlalara bölünen topraklarında çeşitli tarım ürünü yetiştiriyordu. Bu tür tarlalar genelde eğimli yamaçlara kurulmuştu. Bu da fazla suyun derin hendekten aşağı boşalmasını sağlıyordu. Açık tarla sistemi sayesinde her çiftçi kendi tarlasını işler ve ailesini geçindirirdi. Ancak gübreleme ve tarla sürme gibi işler iş bölümüyle paylaşılırdı. Bu sistem Avrupa’da 20. yüzyılın başlarına kadar devam etti. Orta Çağ’da tarımdaki hemen hemen her işlem el aletleriyle yapılıyordu. Bu da verimi çok daha düşürüyor, ürünlerin hasat zamanının geç kalması neticesinde ürünlerin bir bölümü ziyan oluyordu.

14. yüzyılda Avrupa’da yaşanan veba salgınları yüzünden Avrupa’da birçok insan hayatını kaybetti. Yine bu dönemde çıkan Yüzyıl Savaşları yüzünden Avrupa genelinde nüfus hızla azaldı. Tarımsal olayların bu olaylar yüzünden asgari seviyeye düşmesiyle halklar kendini yeterince besleyemedi. Sonrasında başta İngiltere olmak üzere tarlalar çevrildi ve bu çevrili tarlalarda ticari ekim yapılmaya başlandı. Bu üretim sonucunda Avrupa kentlerinde tarımsal pazarlar kuruldu. Bu da, kentlerde yaşayan ve tarımsal ürünlere rahatça erişebilen insanlar için büyük kolaylık oldu. Bu süreçte kentlerin nüfusunda belirgin ivmeli artışlar gözlendi.[28]

Tarımda çağdaşlaşma

Tüm tarih çağlarında, geniş tarımsal üretimin önünde büyük engeller mevcuttu. Bunlardan ilki tarımsal bitkiler için sağlanması zorunlu olan besinlerdi. İnsanlar bunun önüne geçmek için hayvan dışkılarını gübre olarak kullandı; topraklarını nadasa bıraktı ve her yıl farklı bir bitki ekti. 18. yüzyılda İngiltere başta olmak üzere batı dünyasında büyük bir devrim yaşandı. Şalgam ve üçgül ekiminin başlamasıyla toprakların nadasa bırakılma zorunluluğu ortadan kalktı. Şalgam; hayvansal üretimde hayvanların kış yiyeceği olarak önemli bir yer tuttu. Şalgam sayesinde hem hayvansal üretim arttı; hem de daha çok hayvan beslenebildi. Yine hayvanların sayısında görülen artışla beraber hayvansal gübrelerde ivmeli bir artış gözlendi.

Endonezya‘da hayvan gücünden yararlanılan tarımsal üretim.

Bir başka önemli gelişme de, Norfolk‘ta yaşayan İngiliz çiftçiler Vikont Charles Townshend ve Thomas William Coke‘un geliştirmiş olduğu dörtlü ekim nöbeti sistemiydi. Bu yöntemle ardışık olarak buğday, şalgam, arpa ve üçgül dikiliyordu ve nadasa gerek kalmıyordu. Yine bu dönemde kaliteli hayvanlar, diğer türlerin arasından seçilebildi. Townshend ve Coke, bu sayede verimli türler elde etti ve sonrasında Norfolk‘un verimsiz kumlu toprağına kil ve tebeşir ekleyerek verimi arttırdı. Buna karşılık Avrupa’da bu süreç daha yavaş işledi. Fransız ve Alman çiftçiler uzun süre tüm dünyada olduğu gibi geleneksel ekim-biçimden vazgeçmedi.

Tüm bunları başka gelişmeler izledi. İlk defa dökme demir, sabanlarda silindirlerde ve tırmıklarda kullanıldı. Farklı toprak ve gübre türlerinin tarımdaki verimi arttırdığı anlaşıldı. 1840‘ta Alman kimyacı Justus von Liebig, potasyum, fosfor ve azotun bitkilerin gelişiminde önemli bir yer tuttuğunu tespit etti. Yine İngiltere‘de John Lawes ve Henry Gilbert, fosfat bakımından zengin kayaları sülfürik asit ile tepkimeye sokarak yapay gübre elde etti. Bu, günümüz yapay gübre kullanımının başlangıcıdır. Yine 1843‘te kil akaçlama boruları bulundu ve sonraki yıllar boyunca büyük tarlalar ucuz ve basit yöntemlerle akaçlandı. Tüm bunlar, tarımda yeni bir dönemi açtı. Artık tüm dünyada ortaklaşa yapılan tarım faaliyetleri, pazarlarda satılmak üzere ekonomik bir gelir olmaya başladı.

Buna karşılık Avrupa’nın bazı ülkelerinde gidişat daha farklı biçimlendi. Özellikle Fransa’da soylular, kendi toprakları yerine saray çevresinde yaşamaya başlayınca, zamanla topraklar köylülerin tekeline geçti. 1789′a gelindiğinde Fransa topraklarının %40′ı köylülerin elindeydi. Tarımdaki bu gelişmeler toplumsal yaşamı da kökten değiştirmeye başladı. Tüm dünyada tarımda görülen gelişmeler, özellikle Avrupa‘daki kırsal sistemi değiştirdi.

Günümüzde tarım

Günümüzde tarım, büyük oranda ticari amaçlarla yapılmaktır.[29] Özellikle ulaşımdaki kolaylıklar, tarım ürünlerini çok uzaktaki yerleşimlere bile hem ucuz hem de hızlı bir şekilde taşınmasını sağlamaktadır. 19. yüzyılın sona ermesinden önce Amerika’dan Avrupa’ya tahıl, süt ürünleri ve tuzlu et götürülmekteydi.[30] Saklama ve soğutma yöntemleri geliştikçe, Avrupa birçok ülkeyle tarımsal ticaret yapmaya başladı. I. Dünya Savaşı sıralarında ulaşım güçleşince, dünyanın dört bir yanındaki çiftçiler, ürünlerini pahalı olarak Avrupa‘ya sattı.[31] Avrupa bu dönemden sonra Amerika ile büyük rekabete girdi. Ancak başta İngiltere olmak üzere Avrupa ülkeleri tarımsal alanda yeteri ilerlemeyi gösteremeyince mandıra ve süt üretimine gitti. Bu alanda besili evcil hayvanlarını çaprazlayan bilim adamları verimli üretim sağladı. Özellikle Danimarka ve Hollanda‘nın dış dünyaya süt ürünleri satması, Avrupa’yı bu alanda öne geçirdi. Ancak yine II. Dünya Savaşı, bu rekabete bir darbe daha vurdu. Avrupa’da üretim çok geriledi ve Avrupa ile ilişkili ülkeler uzun süre kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.[32]

Bilimsel gelişmeler sayesinde, tarımsal faaliyetler çok farklı coğrafyalarda ve koşullarda yapılabilmektedir. Bitki ve hayvanların genlerinde yapılan değişiklikler sayesinde belli türlerin karşı karşıya olduğu hastalık riskleriyle savaşılabilmektedir. Buna ek olarak başvurulan tarımsal ilaçlamalar, her ne kadar verimi arttırsa da, doğaya ve ekin kalitesine zarar vermektedir. Ayrıca hayvanlara hormon verilerek daha kısa sürede daha çok et ve süt vermesi sağlanmaktadır. Bu yöntem ekinlerde de kullanılmakta ve bitkisel ürünlerin daha bol üretilmesini sağlamaktadır. Bununla beraber et ve süt üretiminde, hayvanlar küçük koğuşlarda aşırı beslenerek ve gün ışığına çıkarılmayarak verim arttırıcı etki oluşturulmaktadır. Ancak bunlar da yine ürün kalitesini düşürmekte ve doğallığı azaltmaktadır. Özellikle gelişmiş aşılama teknikleri, hayvan ve bitki türlerinin karşı karşıya olduğu hastalık riskleriyle savaşmaktadır. Ayrıca çoğu batılı toplum başta olmak üzere organik tarıma dönüş dikkat çekmektedir.

Üretim

Dünya üzerinde yapılan tarım ve tarımsal verim, coğrafyadan coğrafyaya değişiklikler göstermektedir. Bunun en önemli sebebi iklim koşulları, farklı tarım politikaları, farklı sulama teknikleri ve gübreleme teknikleridir.[33][34] Az gelişmiş birçok ülkede tarım ve hayvancılık yapılan çiftlikler çok küçüktür ve nadiren ticari amaçla kullanılır. Bu ülkelerdeki çiftçiler hemen hemen her zaman tarla sürmek için öküz veya diğer büyükbaş hayvanların gücünden yararlanır. Aynı şekilde gübreleme sadece hayvan dışkılarıyla yapılan gübrelemeyle sınırlıdır. Yine dünya üstündeki tarım alanların yarısı bu şekildedir.[35] Elde edilen ürünlerin tamamına yakını, çiftçiler ve ailelerince tüketilir ve depolanır. Geriye kalanlar ise satılır. Bu tür tarlalara geçimlik tarım; üretime de geçimlik tarım üretimi denir. Aynı şekilde hayvancılıkta üretilen büyük veya küçükbaş hayvanlar doğada gelişigüzel beslendiklerinden verim çok daha düşüktür.[34]

Tarım üretiminde artış sağlayan tarlalar

Dünya üzerindeki birçok yerde coğrafi koşullar ve iklim tarımsal üretime uygun değildir. Bu yerlerde ekim alanları devamlı olarak değiştirilerek verimdeki düşüş önlenir. Bu uygulamaya da dönüşümlü tarım denilmektedir. Bu tip uygulamaların yapıldığı en bilindik yerler tropik kuşaktaki ülkelerdir. Bu ülkelerde ormanlar tahrip edilir ve tarlalar açılır. Kesilen ağaçlar ve ormanın taban katmanı tamamen yakılır ve küller gübre olarak kullanılır. Sonrasında toprağın verimi çok düşük seviyeye gelene kadar tarımsal faaliyetlere devam edilir. Verim çok azaldığında da yeni ormanlar tahrip edilir. Eski tarım alanı da birkaç yıl boyunca terkedilir. Eski alan tekrar doğal düzenine kavuşunca; bu eski alana tekrar dönülür. Bu sayede tarımsal süreç devam eder. Bu uygulama ilkel yöntemlerle yapıldığı sürece çevreye kalıcı zararlar vermez. Ancak büyük şirketler ve kurumlarca açılan teknolojik dönüşümlü tarım; genelde çevreye kalıcı hasarlar verir.[36]

Afrika ve Asya’da ise göçebe hayvancılık görülür. Bu nedenle bu kıtalardaki çoğu halk ekim-biçim ile uğraşmaz. Hayvanların beslenmesi için gereken ot ve bitkiler hayvanların sadece bir bölgede durmasıyla yenilenmez. Bu sebeple çoğu kabile göçebe olarak hayvanlarını farklı alanlarda otlatırlar. Ancak bu da uzun vadede bitkisel yenilenmeyi yavaşlatır. Kuzey Afrika‘daki inek ve develer; Orta Asya‘daki yaklar bu şekilde beslenmektedir. Bu şekilde yaşayan insanlar, tamamen hayvanlarına bağlıdır. Yaşamlarını hayvanlarıyla sürdürmektedir. Eski Türk devletleri de aynı şekilde göçebe hayvancılıkla uğraşmıştır.

Öte yandan çoğu sömürgeci batılı devlet; günümüzde azgelişmiş ülke topraklarındaki verimli tarım alanlarında, çok düşük fiyatlara çiftçi çalıştırır ve yine çok düşük fiyata batılı devletlere satar. Bu sömürgeci tarım dışında çoğu gelişmekte olan ülkede de ticari tarım gözlenmektedir. Çoğu ülke kendi coğrafyasına özgü tarımsal ürünleri yetiştirerek hem iç pazara hem de dış pazara satar.[37]

Üretim istatistikleri

Dünya üzerindeki en önemli tarım ürünleri tahıllardır; bunun arkasında meyve-sebze üretimi, tekstil ürünleri için yetiştirilen tarım ürünleri ve diğer üretimler gelmektedir. Aşağıda Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü‘nün (FAO) milyon ton olarak üretim grafikleri yer almaktadır;

En çok üretilen tarım ürünleri
(milyon ton) 2004 verileri
Tahıl 2,263
Kavun & karpuz 866
Köklü ve yumrulular 715
Süt 619
Meyve 503
Et 259
Bitkisel yağ 133
Balık 130
Yumurta 63
Bakliyat 60
Kaynak:
Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)
[38]
En çok üretilen tarım ürünleri
(milyon ton) 2004 verileri
Şeker kamışı 1,324
Mısır 721
Buğday 627
Çeltik 605
Patates 328
Şeker pancarı 249
Soya fasulyesi 204
Arpa 154
Domates 120
Kaynak:
Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)
[38]

 

Hayvancılık

Ana madde: Hayvancılık

Hayvancılık, et, süt, yumurta, deri ve yün gibi ürünler elde etmek için hayvan yetiştirmeye verilen addır. Hayvancılıkta, hayvanların kullanıldığı en büyük üretim alanı et üretimi için yapılan üretimdir. Eski ve ilkel hayvancılıkta birçok bölgede hayvanlar çitlerle çevrilmemiş bölgelerde yetişmekteydi. Bu durum zamanla toplu yaşama geçiş ile beraber yerini dar ve belirlenmiş alanda yapılan hayvancılığa bıraktı.[39] Tüm bitki örtüleri içinde en büyük hayvan üretimine sahip olan alanlar yeşilliklere sahip alanlardır. Bunu, çalılık ve dağlık alanlar izler.

Sığır yetiştiriciliği

Tarihte sığır yetiştiriciliği çok eskilere dayanmaktadır. Geniş bozkırlara ve ovalara sahip ülkelerde, tarih boyunca çit çevirmeksizin sığır yetiştiriciliği yapılmıştır. Zaman ve koşullar değiştikçe açık sığır yetiştiriciliği, yerini çiftliklere bıraktı. Günümüzde et yetiştiriciliği yapılırken kimi zamanlarda sığırlar, tahıl çiftçilerine yavruyken verilir ve burada beslenen sığırlar besili halde satışa sunulur. Bu yöntemle yetiştirilen sığırların etleri daha körpe ve lezzetli olmaktadır.[39]

Mandıracılık

Bir ineği sağan çiftçi

Mandıracılık, sığır yetiştiriciliğinden farklı olarak, daha çok süt üreten sığırların beslenmesine dayanan bir tür hayvancılık alanıdır. Süt sığırları genel olarak et sığırlarından daha dayanıksızdır ve sürekli soğuğa karşı korunmak zorundadır. Süt üretimi yapılan hayvanlardan verimli ve düzenli süt alabilmek için hayvan sürekli sağılmalıdır. Bu tür sığırlar beslenirken taze ot balyaları ve taze yemler kullanılmaktadır. Bir süt ineği yılda 4 ton kadar silolanmış ot, 900 kg kadar da tahıl yer. Bu doğrultuda mandıracılık genel hatlarıyla sulak ve verimli topraklara sahip ülkelere mahsus bir hayvancılık alanıdır.

Koyun yetiştiriciliği

Koyunlar, etinin yanında yününden ve sütünden yararlanılabilen bir hayvan türüdür. Koyunların evcilleştirilmesinden sonraki süreçte farklı koyun türleri çaprazlanarak farklı alanda verim sağlayabilen koyun soyları elde edilmiştir. Tropik bölgelerde, koyunlar daha çok derisi için yetiştirilir. Ilıman ülkelerde ise koyunların peynirinden yararlanılır. Yine yünü ve etiyle ünlü melez koyun soyları ılıman iklimde yetişir. Dünyada koyun yetiştiriciliğinde lider ülke Avustralya‘dır. Bunu Rusya, Çin, Yeni Zelanda, Türkiye, Hindistan ve Birleşik Krallık gibi ülkeler izler.

Koyun yetiştiriciliğindeki en zahmetli işlerden birisi, koyunların ilkbahardaki kuzulama dönemleridir. Bu dönemde yine koyunlar yünleri alınmak üzere kırkılır. Koyunlar çoğu zaman uzun süreler boyunca çoban gözetiminde otlamaya çıkarılır. Bu otlama dönemleri çoğunlukla yine ilkbahar dönemleridir.

Domuz yetiştiriciliği

Domuz eti, İslam ülkeleri dışında tüketilen bir tür besindir. Dünyanın en büyük domuz üreticisi olan Çin Halk Cumhuriyeti, bu domuzların büyük kısmını dışa satar. Aynı şekilde Avrupa ve Kuzey Amerika‘da da yaygın bir üretim olan domuz yetiştiriciliği, diğer hayvancılık dallarına göre daha ucuza mâl olmaktadır. Bunun nedeni domuzların ihtiyaç duyduğu ilginin makinelerle sağlanabilmesidir. İslam dininde tüketimi haram olarak sayılan domuz eti, hızlı ürediğinden ve zahmetsiz yetiştiğinden batılı devletlerde ucuz ve bol bir protein kaynağıdır.

Tavukçuluk

Tavukçuluk, et veya yumurta üretimi için yapılan bir hayvancılık alanıdır. Tavuklardan elde edilen et, beyaz ettir. Hangi amaçla yetiştiriliyorsa, o alanda verimi olan tavuklar kullanılır. Yumurta için en verimli soylardan olan Leghorn soyu tavuklar, et için en verimli soylardan olan Cornish ve Beyaz Plymouth çok yetiştirilen tavuklardır. Günümüzde birçok kümeste tavuk yetiştirilirken makineleşme ileri seviyededir. Bilimsel yöntemler uygulanarak günümüzde fazla miktarda beyaz et ve yumurta üretimi yapılabilmektedir. Tavukçuluk sadece tavuğu değil; ördek, kaz, hindi, bıldırcın gibi diğer evcil kuşların yetiştirilmesini de kapsar.

Çevresel etki

Dış giderler

Tarım, geniş kitlelere ulaşırken böcek ilaçları, su, aşılar gibi birçok maddi desteğe ihtiyaç duymaktadır. 2000 yılı verilerince göre Birleşik Krallık‘ta 1996 yılında 2342 sterlinlik dış tarım giderleri tespit edildi. Bu da her hektar için 208 sterlin (yaklaşık 645.5 TL) anlamına gelmektedir.[40] 2005 yılı araştırmalarına göre aynı tutarlar Amerika Birleşik Devletleri’nde 5 ilâ 16 milyar dolar arasında olduğunu gösterdi. Bu da hektar başına $30 ilâ $96 (yaklaşık 49 ilâ 159 TL) anlamına gelmektedir. Aynı ülkede hayvancılık giderleri de 714 milyon dolar tutmaktadır.[41] Her iki araştırmaya bakıldığında tarımsal koruma giderlerin kendi içinde giderilmesi yönünde çalışmalar yapılması gerektiğini bildirmektedir.

Alan dönüşümü ve İndirim

Yonca tarlasını süren bir traktör

Verim amaçlı toprak kullanımından oluşturulan alan dönüşümü, insanların dünya ekosisteminin değiştirmesinin en ağır örneği; bu alan dönüşümü biyolojik çeşitliliğin kaybını hızlandırıyor. İnsanlardan kaynaklanan alan dönüşümünün toplamı %39-%50 arası değişiyor. [42] Dünya alanların, özellikle tarım alanların %24′ünde alan dönüşümü oluşarak ekosistemin uzun vadeli kullanım imkânları ve verimliliği azalıyor.[43] UN Fao raporu, alan dönüşümünün en sert etkeni arazi amanejmanı olduğunu ve 1.5 milyon insan alan dönüşümüne katkıda bulunduğunu belirtiyor. Alan dönüşümü, ormanların tahrip edilmesi, çölleşme, taoprak aşınması, mineral tükenmesi veya asitlenme ve tuzlanma gibi toprağın kimyasal açıdan değişmesidir.[35]

Aşırı yosunlaşma

Aşırı yosunlaşma, tatlı su kaynkalarında rastlanan besinlerin ve organik maddelerin yarattığı bir çevre sorunudur. Bir su kaynağında aşırı kimyasal atık varsa ve oksijen miktarı düşükse, bu alanda aşırı yosunlaşma gözlemlenir. Bu durum toplu balık ölümlerine, biyoçeşitliliğin hızla azalmasına ve suyun kullanımı karşılayamayacak kadar kirlenmesine neden olmaktadır. Tüm bunlar biyolojik dengede azotun ve fosforun doğada dolaşım hızını yavaşlatır ve doğal dengede tahribatlara neden olur.[44]

Böcek ilaçları

Böcek ilaçlarının kullanım oranı 1950′lerden günümüze artarak yıllık 2.5 milyon tona erişmiştir.[45] Dünya Sağlık Örgütü 1992′de yaptığı bir araştırma, her yıl dünyada 3 milyon zehirlenme vakasının yaşandığını ve 220,000 ölümün gerçekleştiğini ortaya koymuştur.[46] Böcek ilaçları, haşaratların ve kımıl zararlılarının sayısında azaltma yapmak için geliştirilen kimyasal maddelerdir. Yeni haşaratların üremesiyle dünya üzerinde yeni böcek ilacı türleri geliştirilmektedir.[47] Alternatif bir tartışmaya göre, tarımda böcek ilaçları insanlar ve çevre açısından yararlı kimyasallardır. Nitekim dünyadaki büyük kıtlıkların önüne geçmede böck ilaçlarının etkisi azımsanamamaktadır.[48][49] Ancak çoğu yoruma göre doğa ile gıda gereksiniminin arasındaki bağın kaçınılmaz değildir.[50] Ayrıca böcek ilaçlarınının sadece ekin döngüsü gibi tarımsal yöntemleri yenilediği belirtilmektedir.[47]

İklim değişimi

İklim değişimleri, sıcaklık ve nemdeki değişiklikler dolayısıyla tarımsal ürünlere etki etmektedir.[35] Tarımsal faaliyetler, küresel ısınmanın etkilerini hafifletebileceği gibi, yanlış kullanımda durumu daha da ağırlaştırabilmektedir. Atmosfere salınan CO2 gazının büyük kısmı toprak altında çürüyen organik atıkların yaydığı metan gazından kaynaklanmaktadır. Yine metan gazının en fazla yayıldığı alanlar olan nemli topraklar; çeltik gibi sulak tarım ürünlerinin yetiştirilmesinin bir sonucudur.[51] Üstelik ıslak veya havasız toprakta azot oluşur. Bu azottan oluşan sera gazı nitrik oksit havaya yayılır.[52] Kullanımda değişiklik yapılarak sera gazların yayılması azaltılabilinir ve toprak, atmosferden CO2 ayırmak için kullanılabilinir.[51]

Tarım ve petrol

2005 yılı tarım verileri

1940′lardan beri tarım verimi, petrokimyasal böcek ilaçlarından, gübrelerden ve zamanla oluşan makinalaşmadan arttı. 1950 ve 1984 yılları arası tarımda bütün dünyada gelişen Green Revolution (Türkçede: Yeşil devrim) olarak adlandırılmış makinalaşmadan dünya tahıl verimi %250 arttı.[53][54] Bu gelişmenin sonucu olarak dünya nüfusu son 50 yılda ikiye katlandı. Ancak her bir enerji ünitesi, üretimin artmasıyla doğru orantılı olarak arttı. Ekim-biçim için ayrı, taşıma için ayrı, satış için ayrı enerji kaynakları gerekti.[55] Ancak bu durum petrol yandaşı tarım üretici grupları tarafından tartışılmaktadır.[56] Bu geniş enerji gereksinimlerinin büyük bir bölümü fosil yakıtlardan sağlanmaktadır. Bunun sebebi; günümüz çağdaş tarımının petrokimya ve mekanikleşmeye olan güvenidir.[57][58][59][60][61]

Çağdaş veya sanayileşmiş tarım daima petrole şu iki alanda bağımlıdır;

  1. toprağın işlenmesi
  2. ürünlerin taşınması

Bu da ürünlerin ulaştığı her bir insan başına yaklaşık 400 galon (yaklaşık 1514 litre) petrole karşılık gelmektedir. Bu da dünyada kullanılan petrolün %17′sine eşittir.[62] Petrol ve doğal gaz yine gübrelemenin ana basamaklarını oluşturmaktadır. Ayrıca gıdaların satıştan önceki tüm işleme basamaklarında petrol ürünlerinden elde edilen enerji kullanılmaktadır. Bir kahvaltılık gevreğin üretimi için yarım galon (1.8 litre) petrol harcanmaktadır.[63] Dünyanın dört bir yanında üretilen tarım ürünleri sadece bir noktaya ulaşmak için ortalama 1,500 mil yol katetmektedir.[64]

Petrol ve ürünlerinde görülen herhangi bir azalma, dünyadaki gıda trafiğini büyük bir ivmeyle azaltacaktır. Tüketicilerin bu konuda bilinçlenmesi, yakıt için organik tarıma ve başka sürdürülebilir tarıma ilgi artmasının önemli sebeplerindendir. Modern organik tarım yöntemlerini kullanan çiftçiler, verimlerinin geleneksel tarımın fosil yakıtlı suni gübre ve böcek ilacı kullanılmayan yöntemlerine göre aynı çoklukta olduğunu belirttiler. Monokültür tarım tekniklerinden petrola dayanan teknoloji sayesinde zarar görmüş olan verimlerin toprakta tekrar yenilenmesi zaman alacaktır.[65][66][67][68]

Birleşik Devletlerin yakıta olan bağımlılığı ve besin maddelere olan ihtiyacının karşılanmasının tehlikeli olabilmesi tüketiciyi bilinçlendirme hareketine yol açtı. Tüketici besin maddelerin oluşunun bütün adımlarını izleyerek bilinçlendirildi. Besinin oluşunun adımlarını Leopold Center for Sustainable Agriculture “…besinin yetiştiği yerden tüketicinin satın aldığı yere kadar yolculuğu” olarak tanımladı. Leopold Center ‘nın bilim insanları yaptıkları bir araştırmada yörede yetişen besini ve uzak mesafede yetişen besini karşılaştırdığında , yörede yetişen besinin yolunun son hedefe kadar ortalama 44.6 mil, gemiyle getirilen besinin yolunun ise ortalama 1,546 mil olduğunu hesaplamışlardır.[69]

Besinin geldiği mesafeye önem vermekle yerel besin yetişimini destekleyen tüketiciler kendilerine “locavore” diyorlar; besinin organik olmasına önem vermeden yerel besin yetişim sistemine geri dönüşü savunuyorlar. Locavore’lar, gemilerin fosil yakıtlara olan bağımlılıklarından, Kaliforniya’dan gemiyle New York’a getirilen organik marulların sürdürülebilinen bir besin kaynağı olmadığı görüşündeler. “Locavore” hareketiyle birlikte yakıta dayanan tarıma bağlılığa toplumda ve belediye bahçeliğinde ilgi arttı.

tarafından

Toprak

Toprak

 

Soil profile.png

Toprak, bitki örtüsünün beslendiği kaynakların ana deposudur.

Toprağın üst tabakası insanların ve diğer canlıların beslenmesinde temel kaynak teşkil etmektedir. Bir gram toprağın içerisinde milyonlarca canlı bulunmakta ve ekosistemin devamı için bunların hepsinin ayrı önemi bulunmaktadır. Toprağın verimliliğini sağlayan ve humusça zengin olan toprağın 10 cm’lik üst tabakasıdır. Bilimsel anlamda toprak bir karışımdır.

 

Konu başlıkları

Toprağın Oluşumu

Genel olarak kabul edilen bir teoriye göre Dünya Güneş’ ten kopmuş ateşten bir kütle idi. Boşlukta dönerken zamanla soğuyan bu kütlenin üzeri sert bir kabuk halini almıştır. Bu sert kabuğu teşkil eden kayaların milyonlarca yıl boyunca çeşitli etkilerle ufalanıp ayrışması ve sonradan içerisine organik maddelerin karışmasından topraklar hasıl olmuştur. Bu parçalanmada fiziksel, kimyasal ve biyolojik faaliyetler müştereken rol oynamışlardır. Halen de bu kuvvetler etkilerini göstermekte ve toprakların oluşu devam etmektedir. Etrafımıza baktığımızda küçük bir arazi parçasında bile çeşitli topraklar görürüz. Bu farklılığın değişik sebepleri vardır. Toprakta bulunan maddelerin pek çoğu yeryüzünü kaplayan kayalardan meydana geldiğine göre, toprağın cinsi onu hasıl eden kayanın yapısı ile yakından ilgilidir. Fakat iklimin, canlıların, arazinin düz veya engebeli oluşunun yani topoğrafik durumunun ve zamanın etkilerinin de meydana gelen toprağın cinsinde kaya kadar önemli rolü vardır.

Toprağın kullanımı

Dünyadaki toprakların ancak 1/10′inde üretim yapılabilmektedir. Türkiye’nin arazi varlığının ise yaklaşık %36′sı işlenmekte, %28′i çayır ve mera, %30′u orman ve fundalık olup, geriye kalan bölümü diğer araziler içinde yer almaktadır. Ekilebilir arazinin ancak %11′i sulanabilmektedir.

Toprak katmanları

Verimli bir toprak, A, B, C, D profilleri olarak adlandırılabilecek, genel olarak dört profilden oluşur.

Toprak, ana materyal,zaman,mikroorganizmalar,organik madde ve topoğrafyadan oluşur.

Bu profillerden A: Toprağın işlendiği kısım, yani tarım yapıldığı yerdir. Bu bölümü karaların üstünü örten ince bir deri tabakasına benzetebiliriz. A katmanı aynı zamanda toprağın en verimli kısmıdır. Bütün canlıları ve değişimle ortaya çıkan maddeleri kapsar. A katmanındaki tuz, kireç, kil gibi sularda çözünen maddeler, yağmur sularıyla toprağın alt kısımlarına taşınır. Bu nedenle A katmanının altındaki B katmanı, birikme bölümü, yani tarımın yapılmadığı yerdir.

Toprak

B katmanında humus, bitki kökü ve canlı yoktur. A katmanının erozyonla yitirildiği yerlerde B katmanı ortaya çıkar. A ve B katmanı binlerce yılda ortaya çıkan esas toprağı oluşturur.

C katmanında henüz tam ayrışmamış ana malzeme bulunur. Bu katmanda kayaca ait iri parçalar bulunur. Ama canlı yoktur. Bu tabaka zamanla ayrışarak B katmanına karışır.

D katmanıda toprağın en altında kayacı oluşturur .

 

Toprak çeşitleri

1-Taşlı topraklar; Taşlı topraklar: İçeriği % 80 taş ve az miktarda topraktan oluşur. Kolay havalanırlar. Fakat su tutma kapasiteleri ve besin ihtiyaçları azdır.

2-Kumlu topraklar; Kumlu topraklar:% 80 kum ihtiva ederler. İşlenmeleri kolaydır. Su tutmadıklarından bol sulama gerektirirler buda topaktaki besinin yıkanıp gitmesine neden olur. besince fakir ve genelliklede asit topraklarıdır.Ayrıca suyla birleşince çamur dediğimiz madde oluşur

3-Tınlı topraklar; Yarıdan fazlası kum ve % 30–50 arasıda kilden meydana gelirler. Tava gelmeleri ve işlenmeleri kolay olduğundan tarım için elverişli topraklardır.

4-Killi topraklar; Killi topraklar: İçeriğinin yarıdan fazlasını kil oluşturur. Su tutma kapasiteleri yüksektir. Bu nedenle geç tava gelirler. Tava gelmeden işlenmesi halinde toprak tekstürü zarar görür. Ağır topraklar olup işlenmeleri zordur. Kurak zamanlarda toprak katı bir hal alır.

5-Marnlı topraklar; Marnlı topraklar.İçinde kum, kil, çakıl ve humus bulunur. Bağcılık bakımından uygun topraklardır.

6-Humuslu topraklar; Humuslu topraklar:Toprak sadece oluştuğu kayanın mineralleri değil bitkilerin dal kök yaprak gibi kısımlarıda içerirse böyle toprağa humuslu toprak denir. Siyah renkte bir topraktır. Koyu renk olduğu için çabuk ısınıp kolay tava gelirler. Su tutma kapasiteleri iyidir. Besin maddelerince zengindirler. Tava gelince kolay işlenirler.

7- Kireçli topraklar; Kireçli topraklar:Kil, kum, humus ve kireç ihtiva ederler. Kalın bir kaymak tabakası bağlarlar. Suyu geçirmezler. Zor işlenen bir toprak çeşididir.

tarafından

Jeoloji

Jeoloji

 

Jeoloji veya yer bilimi, dünyanın katı maddesinin, içeriğinin, yapısının, fiziksel özelliklerinin, tarihinin ve onu şekillendiren süreçlerin incelenmesini içeren bilim dalıdır. Yer bilimleri bünyesinde ele alınır.

Yerbilim geniş anlamı ile, yerküresinin güneş sistemi içerisindeki durumundan onun fiziksel ve kimyasal özelliklerine, oluşumundan bu yana geçirdiği değişikliklere, üzerinde yaşayan canlıların evrimine kadar geniş bir kapsama sahiptir. Yeryuvarlağın tarihinden, yaşam, yerkabuğunun bileşimi ile yapısal koşullardan ve yer üzerinde gelişen evrimlere hakim kuvvetlerden bahseden bilimdir.

Yerbilim, dar anlamı ile ya da çoğunlukla algılandığı biçimiyle, bütün yeryuvarlağının değil, özellikle ortalama kalınlığı 35 km olan katı yerkabuğunun bilimidir. Bu şekliyle jeoloji, yeryüzünü ve yeryüzü ile insan toplulukları ilişkisini inceleyen coğrafyadan (jeomorfoloji) ve yerküresini tüm olarak fiziksel yöntemlerle inceleyen jeofizikten ve jeokimya ve de jeodeziden ayrılmaktadır.

Astrojeoloji (bazen gezegensel jeoloji olarak çevrilebilecek planetary geology olarak da anılır) ise güneş sistemindeki diğer cisimlere jeolojik prensiplerin uygulanmasını içerir. Bununla birlikte, selenoloji (Ay bilimi – Ay’ın incelenmesi) gibi, özelleşmiş terimler de kullanılmaktadır.

Yerbilimciler Dünya’nın yaşının yaklaşık olarak 4,6 milyar (4.6×109) yıl olarak tanımlanmasına yardımcı olmuşlar, Dünya’nın litosferinin hareketli tektonik plakalara ayrıldığını tespit etmişlerdir. Teorik boyutun yanı sıra, jeoloji çok geniş bir pratik alana sahiptir; yerbilimciler örneğin dünyanın doğal kaynaklarının ve metallerin yerlerinin tespit edilmesine ve idare edilmesine yardımcı olurlar. Ayrıca değerli taşlar ve birçok mineral ile de ilgilenirler.

Jeoloji sözcük olarak ilk kez Jean-André Deluc tarafından 1778 yılında kullanılmış ve Horace-Bénédict de Saussure tarafından 1779 yılında sabit bir terim olarak ortaya atılmıştır. Bu bilim dalı Encyclopædia Britannicanın 1797′de tamamlanan üçüncü baskısında yer almasa da 1809′da tamamlanan dördüncü baskıda uzun bir açıklama ile yer almıştır[1]. Sözcüğün daha eski bir anlam taşıyan ilk kullanımı ise Richard de Bury tarafındandır ve dünyevi ile teolojik hukukun ayrıştırılması anlamını taşır.

Jeoloji sözcüğü Yunanca γη- (ge) “arz, dünya” ve λογος (logos) yani “kelam”dan köken almaktadır. Türkçede kullanılan sözcük, Türkçeye Fransızca géologie sözcüğünden gelmiştir. Fransızca sözcük ise Latince geologiadan türemiştir.

Konu başlıkları

Tarihçe

Ana madde: Jeoloji tarihi

De Re Metallica’nın 12. cildinin kapak sayfası. Georg Bauer’in yazdığı kitap, metal işleme teknikleri konusundaki ilk basılı eserdir.

Çin‘de bilgin Shen Kua (1031-1095) okyanustan yüzlerce mil uzaktaki bir dağdaki jeolojik tabakada (stratum) gözlemlediği hayvan kabukları fosillerinden yola çıkarak karaların oluşumuna dair bir hipotez formüle etmiştir. Çıkardığı sonuç karaların dağların erozyonu ve silt tortularıyla oluştuğu idi.

Aristo‘nun öğrencisi Theophrastus‘un (372 – 287 BC) Peri lithon (“Taşlar üstüne”) isimli eseri binlerce yıl boyunca alanında otorite olmuştur. Bu eserdeki fosil yorumlamaları Bilim Devrimi‘nin sonrasına kadar etkin kalmıştır. Eser Latince ve diğer Avrupa dillerine, örneğin Fransızca‘ya çevrilmiştir.

Bir hekim olan Georg Bauer (14941555) genelde sır olarak saklanan ve nesilden nesile usta çırak ilişkisi ise öğretilen metal işleme teknikleri konusunda yazılmış ilk kitap olan De Re Metallica’yı yazmıştır. Kitap boğa kanı ya da açık dolunay geceleri gibi sürece etkisi olduğu düşünülen mistik öğeleri de içeren anlatım tarzına sahiptir.[1] Ayrıca rüzgâr enerjisi, hidrodinamik güç, (maden) filizlerin taşınması, yönetimsel hususlar ve benzeri konular da eserde yer almaktaydı. Kitap 1556 yılında yayımlanmıştır.

Nicolas Steno (16381686) süperpozisyon ilkesi gibi stratigrafinin (tabakabilimin) tanımlayıcı ilkeleriyle tanınmıştır.

1700′lere gelindiğinde Jean-Étienne Guettard ve Nicolas Desmarest orta Fransa‘yı gezmiş ve gözlemlerini jeolojik haritalara kaydetmişlerdir. Guettard Fransa’nın bu bölgesinin volkanik kökenine dair ilk gözlemleri kaydetmiştir.

Genellikle James Hutton ilk modern jeolog olarak görülmektedir. 1785‘de Theory of the Earth (“Yer Teorisi”) isimli bir çalışmayı Royal Society of Edinburgh‘a sunmuştur. Çalışmasında, Dünya’nın tahmin edilenden daha yaşlı olduğuna ilişkin teorisini açıklamıştır. Hutton fikirlerini iki cilt halinde 1795‘de yayımlamıştır (1. Cilt, 2. Cilt).

Jeolog, Carl Spitzweg tarafından yapılmış 19. yüzyıl tablosu.

Hutton’un takipçilerine Plütonistler denmekteydi; zira bunlar kayaların volkanizm ile oluştuğu kanısındaydılar. Buna karşıt olan ve kayaların zamanla seviyesi düşmüş olan büyük bir okyanus sonucu çıktığını düşünenlere Neptünistler denmekteydi.

1811‘de Georges Cuvier ve Alexandre Brongniart Dünya’nın antikitesine dair kendi açıklamalarını yayımladılar. İlham kaynakları Cuveri’in Paris’te fil kemiği fosilleri keşfiydi. Bağımsız bir şekilde bu çalışmalardan önce jeolog William Smith‘in İngiltere ve İskoçya’da stratigrafik çalışmaları olmuştu.

1827‘ye gelindiğinde Charles Lyell‘in Principles of Geology yani “Jeolojinin İlkeleri” isimli eseriyle Hutton’un tek biçimciliğini (tekdüzelikçilikuniformitarianism) yinelemektedir ki aynı düşünce Charles Darwin‘in düşüncesini de büyük oranda etkilemiştir.

Sir Charles Lyell ünlü eseri Principles of Geology ilk kez 1830‘da yayımlanmıştır ve 1875‘deki ölümüne kadar Lyell yeni, gözden geçirilmiş sürümlerini (revizyonlarını) yayımlamaya devam etmiştir. Tek biçimcilik doktrinini başarılı bir şekilde desteklemiştir. Bu teoriye göre Dünya tarihi boyunca yavaş jeolojik süreçler devam etmiştir ve bugün de devam etmektedir. Bunun karşıtı şekilde katastrofizm Dünya’nın özelliklerinin tek bir felaket veya felaketler dizisi sonucu oluştuğunu ve bundan sonra herhangi bir değişikliğe uğramadan kaldığını öne sürer. Hutton tek biçimciliğe inanmış olmasına rağmen, onun zamanda teori yaygınlık kazanmamıştır.

19. yüzyl boyunca jeoloji Dünya’nın yaşı sorusu etrafında odaklanmıştır. Tahminler birkaç 100.000 yıldan milyarlarca yıla kadar büyük bir yelpazedeydi. 20. yüzyıl jeolojisindeki en belirgin gelişim 1960‘larda plaka tektoniği kuramının geliştirilmesidir. Bu kuram Yer bilimleri açısından çok önemlidir.

Kıtasal sürüklenme (veya kıtasal kaymacontinental drift) kuramı 1912‘de Alfred Wegener tarafından ortaya atılmış olsa da, 1960‘larda plaka tektoniğinin geliştirilmesine kadar yaygın bir şekilde kabul görmemiştir. Aslında aynı fikri Wegener’den önce dile getirenler de olmuştur; fakat yeterli kanıtları sunmaya çalışarak, bütün bir şekilde kabul edilebilir bir hipotezi ilk ortaya atan Wegener olmuştu[2].

Jeoloji tarihi boyunca, birbiriyle ilişkili olan ana tartışma konuları, meseleler, Neptünistler ile Plütonistler arasındaki tartışma, tek biçimcilik-katastrofizm meselesi, Dünya’nın yaşı ve kıtasal sürüklenme olarak özetlenebilir[3]. Her ne kadar bu meseleler büyük ün kazanmaları sebebiyle ilk akla gelenler olsa da, jeoloji alanında kuruluşundan şu ana kadar, ve bugün hâlâ, birçok farklı mesele ve anlaşmazlık, diğer bilim dallarında olduğu gibi, mevcuttur.

Yerbilim toplulukları

Her ne kadar the Royal Society of London ve Académie des Sciences gibi köklü bilimsel topluluklarda yerbilim tartışmaları yaşansa ve incelenen bilimler içine yerbilim de dahil edilmiş olsa da ilk yerbilim topluluğu (veya cemiyeti) 1807‘de kurulan the Geological Society of London yani “Londra Yerbilim Topluluğu”dur. Bu ilk derneğin kurucularının bir kısmı British Mineralogical Society yani “İngiliz Mineraloji Topluluğu”nun kurucu üyelerindendi. Aynı dönemde gerek Büyük Britanya gerekse diğer bölgelerde yerbilim toplulukları oluşmaya başlamıştır: 1814‘de kurulan the Royal Geological Society of Cornwall, 1830 tarihli Fransız Société Géologique de France, 1848 tarihli Alman Deutsche Geologische Gesellschaft, ve 1817‘de St. Petersburg‘da, Rusya’da kurulan ve büyük oranda yerbilim ile de ilgilenen Mineraloji Topluluğu verilebilecek örnekler arasındadır. 1888‘de ise the Geological Society of America (“Amerika Yerbilim Topluluğu”) kurulmuştur. İlerleyen yıllarda yerbilimin alt dalı sayılan dallara ve ilgili alanlara dair birçok topluluk da kurulmuştur.

Bugün bazı ülkelerde yerbilim toplulukları profesyönel standartlara ve ilgili çoğunluğu idari konulara yardımcı olmak gibi bir görev de üstlenmiştir. Bunun bir örneği Birleşik Krallık‘tır. Millî açıdan yerbilim topluluklarının öneminin ve sayısının artmasının yanı sıra, ülkesel sınırların ötesinde uluslararası örgütlenmeler de kurulmaktadır. Bunlara örnek olarak bugün 70.000′den fazla yerbilimciyi temsil eden Avrupa Yerbilimciler Federasyonu verilebilir[4].

İlgili diğer konular

tarafından

Fosil

Fosil

 

Dinozor fosili

Silüriyen Orthoceras fosili.

Isocrinus nicoleti

Fosil, havayla teması aniden kesildiği için korunabilmiş canlı kalıntılarına verilen genel addır. Kabuk, kemik, diş, tohum, yaprak gibi.

Fosilleşme şekilleri

  • Fosilleşme şu şekillerde olabilir;
  1. Canlı organizmanın kömürleşmesi
  2. Canlı organizmaların sadece kemiklerinin kalması ya da izlerinin kayaçlar arasında oluşması
  3. Buz kütleleri içinde canlının hiç bozulmadan kalması
  4. Amber, reçine, doğarlar
  5. Mermer
  6. Aniden havayla kesilmesi ile
  • Araştırmacılar, 2006 yılında Antarktika‘nın bir adasında 70 milyon yıl önce yaşamış bir bebek plesiyozorun kemiklerini gün ışığına çıkarmışlardır.[1]
  • ABD’li, 4,4 milyon yıl önceye tarihlendirilmiştir. Aynı grubun bir alttürü sayılan ve yine Tim White’ın bulduğu Ardipithecus kadabba’nın yaşı ise 5,7 milyon yıl olarak saptanmıştır. Daha bulunan iki fosilden ilki 6 milyon yaşındaki Orrorin tugenensis, Kenya‘da Tugen tepesinde; diğeri ise, yaklaşık 5-7 milyon yıl ile Fransız paleoantropolog Michel Brunet tarafından Çad’da bulunan Sahelanthropus tchadensis’te keşfedilmiştir. Bunlar, gösterdikleri genel özellikler açısından da “humanoid” (çağdaş insan, fosil insan ve onların doğrudan ataları) sayılmaktadır.[2]

Ülkemizde bulunan fosiller

Türkiye‘nin fosil stoğu açısından zengin olduğu tahmin edilmektedir. 2006 yılının Temmuz ayında Kırıkkale‘de jeolojik kazı yapan Türk bilim insanları, tarihin en büyük memeli hayvanlarından olan gergedana ait 25 milyon yıllık fosiller bulmuşlardır. Kırıkkale’nin Delice ilçesi yakınında çalışan Maden Tetkik Arama (MTA), Paris Ulusal Doğa Tarihi Müzesi ve Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Bölümü uzmanlarından oluşan bir ekip, anne, baba ve altı aylık bir yavruya ait gergedan fosillerine ulaşmıştır.

  • Tekirdağ‘ın Hayrabolu ilçesindeki bir kum ocağında, paleontolojik çağa ait olduğu sanılan fosil bulundu.11 kilo ağırlığında ve 30-35 santimetre uzunluğundaki kemiğin ilik bölümüne bir insan eli rahatlıkla girebiliyor. Kemiğin mamut veya dinozor gibi dev cüsseli bir hayvanın ayak veya toynak kemiğine ait bir parça olduğunu tahmin ediliyor.
  • Kastamonu‘da 70 milyon yıllık 17,5 metre büyüklüğünde mosasaur fosiline rastlanmıştı.
  • Anadolu‘da bulunmuş en eski fosiller Orta Miyosen’e, yani 14 milyon yıl öncesine tarihlenmektedir. Hominoid, ilk olarak Batı Anadolu’da Paşalar kazısında ortaya çıkıyor. Orta Anadolu’da da Çandır’da tür olarak Grifopithecus alpani tanımlanıyor[3]
  • Ankara Kızılcahamam yakınlarındaki Sinaptepe’de Prof. Dr. Fikret Ozansoy, hominoid evrimine ilişkin ilk fosilleri bulmuştur. Adını 1958 yılında, Ankarapithecus meteai koyduğu bu fosil, daha sonra ‘Ankara maymunu’ şeklinde de tanınmıştır.[2]
tarafından

6. Sinif İngilizce Atlantik Yayinlari Ders Kitabi Cevaplari

6. Sinif İngilizce Atlantik Yayinlari Ders Kitabi Cevaplari


UNİT 1
Sayfa 2       Sayfa 3         Sayfa 4
Sayfa 5       Sayfa 7         Sayfa 8
Sayfa 9       Sayfa 10       Sayfa 11
UNİT 2
Sayfa 13     Sayfa 14       Sayfa 15
Sayfa 16     Sayfa 17       Sayfa 18
Sayfa 19     Sayfa 20       Sayfa 21
Sayfa 22     

UNİT 3

Sayfa 24     Sayfa 25      Sayfa 26 
Sayfa 27     Sayfa 28      Sayfa 29
Sayfa 30     Sayfa 32      Sayfa 33


UNİT 4
Sayfa 35     Sayfa 36      Sayfa 37
Sayfa 38     Sayfa 40      Sayfa 41
Sayfa 42     Sayfa 44     

UNİT 5
Sayfa 46     Sayfa 47     Sayfa  48
Sayfa 49     Sayfa 50     Sayfa  51
Sayfa 52     Sayfa 53     Sayfa  54
Sayfa 55

UNİT 6
Sayfa 57     Sayfa 58     Sayfa  59
Sayfa 60     Sayfa 61     Sayfa  62
Sayfa 63     Sayfa 64     Sayfa  65
Sayfa 66

UNİT 7
Sayfa 68     Sayfa 69     Sayfa  70
Sayfa 71     Sayfa 72     Sayfa  73
Sayfa 74     Sayfa 75     Sayfa  76
Sayfa 77

UNİT 8
Sayfa 79     Sayfa 80     Sayfa  81
Sayfa 82     Sayfa 83     Sayfa  84
Sayfa 85     Sayfa 86     Sayfa  87
Sayfa 88UNİT 9
Sayfa 90    Sayfa 91     Sayfa 92
Sayfa 93    Sayfa 94     Sayfa 95
Sayfa 96    Sayfa 97     Sayfa 98
Sayfa 99   

UNİT 10 
Sayfa 101  Sayfa 102   Sayfa 103
Sayfa 104  Sayfa 105   Sayfa 106
Sayfa 107  Sayfa 108   Sayfa 109UNİT 11
Sayfa 112  Sayfa 113   Sayfa 114
Sayfa 115  Sayfa 116   Sayfa 117
Sayfa 118  Sayfa 119   Sayfa 120

UNİT 12 
Sayfa 123  Sayfa 124   Sayfa 125
Sayfa 126  Sayfa 127   Sayfa 128
Sayfa 129  Sayfa 130   Sayfa 131
Sayfa 132   


UNİT 13 
Sayfa 134  Sayfa 135   Sayfa 136
Sayfa 137  Sayfa 138   Sayfa 139
Sayfa 140  Sayfa 141   Sayfa 143

UNİT 14 
Sayfa 147  Sayfa 148   Sayfa 149
Sayfa 150  Sayfa 151   Sayfa 152

UNİT 15 
Sayfa 156  Sayfa 157   Sayfa 158
Sayfa 159  Sayfa 160   Sayfa 161
Sayfa 162  Sayfa 163   Sayfa 164

UNİT 16 
Sayfa 167  Sayfa 168   Sayfa 169
Sayfa 170  Sayfa 171   Sayfa 173
Sayfa 174  Sayfa 175   Sayfa 176

tarafından

ingilizce (6.sınıf) çalışma kıtabı cevapları meb yayınları

tarafından

Rafting

Rafting

 

Antalya Köprülü Kanyon‘da rafting

Rafting, raft adı verilen botlarla (sallarla), tepesi yüksek nehirlerde yapılan bir nehir sporudur. Raftingde asıl olan içinde bulunduğunuz raftı devirmeden, kürekle yönlendirerek kayalar ve engeller arasından geçirmektir. Rafting, 6 ile 8 kişilik takımlar halinde yapılır ve başarılı olabilmek tek vücut gibi hareket eden bir takım olabilmekten geçer. Bu sporda akarsular zorluk derecesine göre altı dereceye ayrılırlar. 6. derece en zor parkurları, 1. derece ise en kolay parkurları belirtir.

Türkiye’de rafting yapılan nehirler

Türkiye’nin her bölgesinde rafting için elverişli nehirler bulunmaktadır. Özellikle Köprüçay, Dalaman Çayı, Alara Çayı, Dim Çayı, Çoruh Nehri, Melen Çayı, Eşen Çayı, Manavgat Çayı, Zamantı Çayı, Fırtına Deresi, Maçka, Tortum, Kelkit Çayı[1] ve Barhal Çayı bunların en bilinenleridir. Rafting sporu ülkemizde Gelişmekte Olan Spor Branşları Federasyonuna bağlı olarak faaliyet göstermektedir.

tarafından

Paten

Paten

 

Paten, bot biçiminde deri ya da plastikten yapılan altına en az 2 tekerlek veya celik takılan, buzda ya da düz zeminde kaymak için kullanılan spor aletidir. Celik Buz Pateni için kullanılır.

Genel olarak Tekerlekli paten 3 ana parçadan meydana gelmektedir.

  • Bot yani ayağın girdiği ayakabı şeklindeki bot bölümü
  • İc bot botun icinde ayağın rahat etmesini sağlayan kısım
  • Tekerlekler ve Tekerleklerin takılı olduğu frame parçası ve bunların montajlı olduğu sert plastikten imal soul plate (bot’un alt kısmı) bölümü.

Alırken her parca farklı alınarak kişi kendine gore bi paten toplayabilir.
Tekerlekli patende de hareketler buz patenindekilere benzer. Sokakta kullanılan patenler, düzenli pistlere giderek paten yapmayı öğre­nenlerin kullandıklarından farklıdır. Sokak patenlerinde genellikle kauçuk tekerlekler ve kare biçiminde kauçuk yastıklar vardır. Pist­lerde kullanılan patenlerde ise ahşap teker­lekler ve yuvarlak kauçuk yastıklar bulunur. Bu tür patenleri kullananlar yalnızca öne arkaya ya da sağa sola eğilerek istedikleri yöne gidebilirler.

Hollandalılar 18. yüzyıldan beri yollarda tekerlekli patenlerle hareket etme alışkanlığı edinmişlerdir. Belçikalı müzik aletleri yapım­cısı Joseph Merlin 1760′ta İngiltere’ye giderek yeni buluşu olan tekerlekli pateni Londra’da-ki seçkin bir toplantıda tanıttı. Keman çalarak paten yapıp konukların ilgi ve hayranlığını kazandı. Ama durmayı ve dönmeyi başara­madığı için bir aynaya çarpınca, ayna ve ke­man parçalandı, kendisi de ağır yaralandı. 1829′da Fransa’da tekerlekli patenin bulun­masından 10 yıl sonra, İngiltere’de ilk teker­lekli paten yapıldı. Ama bu sporun yaygınlaş­ması New Yorklu James L. Plimpton’un 1863′te kauçuk yastıklı, dört tekerlekli pateni bulmasından sonra oldu. İlk patenlerin teker­lekleri şimşirden yapılıyor ve kolayca kınlı­yordu. Daha sonra, bilyeli yataklarda dönen çelik tekerlekli patenler yapıldı. İlk tekerlekli paten pisti 1860′ta ABD’nin Rhode Island eyaletinde, Newport’taki At­lantik Oteli’nde açıldı. 1870′lerde ABD’nin çeşitli yerlerinde tekerlekli paten pistleri ya­pıldı. 1890′da ise Batı Londra’da Olympia’da dünyanın en büyük pisti açıldı. Asfalt ya da ahşap olan pist döşemelerinin en iyisi sert akçaağaç odunundan yapılır. Sürat ve artistik paten dallarında yapılan çeşitli şampiyonalar­da tekerlekli patenle saatte gidilen en büyük uzaklık 35 km ve ulaşılan rekor hız saatte 41 kilometredir. Tekerlekli paten sporu İngiltere’de ilk kez 1870′lerde yaygınlaştı. Ama bu ilk ilgi yalnız­ca birkaç yıl sürdü. En büyük ilgiyi 1909-12 arasında gören tekerlekli paten sporu, sine­manın gelişmesi ve I. Dünya Savaşı’nın çık­masıyla hemen hemen yok oldu; ancak 1929′da yeniden canlanabildi. 1970′lerde tekerlekli küçük sörflere benze­yen kaykayları, gençler her yerde yaygın olarak kullanmaya başladı.

tarafından

paraşüt

Paraşüt

 

Leonardo da Vinci’nin paraşütü

Da Vinci’nin Çizimi (British Museum)

22 Ekim 1797‘te Paris‘in Parc Monceau mevkiinde André-Jacques Garnerin tarafından gerçekleştirilen tarihin ilk paraşüt atlayışında kullanılan paraşüt, 1: Paraşütün üstü bölümü, 2: Hareket anındaki kapalı paraşüt 3: Balondan ayrıldığı andaki açık paraşüt

Paraşüt, bir nesnenin atmosfere açık bir ortamda havanın kaldırma kuvvetinden yararlanarak yavaşça inmesini sağlayan gereçtir. M.S. 810-887 yılları arasında yaşayan Arap mucit Abbas Kasım İbn Firnas‘ın İspanya-Kordoba’da paraşüte benzer bir alet kullandığı tarihi kayıtlarda mevcuttur. Çin’de de paraşütün ilk örnekleri kullanılmıştır. Leonardo Da Vinci‘nin paraşütle ilgili çizimleri mevcuttur. İtalya’da 1470′lerden kalan başka paraşüt çizimleri bulunduğu gibi, 1595 yılında İtalyan Fausto Veranzio tarafından yapılan çizimler Da Vinci’nin ötesindedir. Günümüzde kullanılana en çok benzeyen paraşüt, 1783 yılında Fransız Louis-Sébastien Lenormand tarafından keşfedilmiştir. 1797 yılında Andre Jacques Garner bir sıcak hava balonundan ilk paraşüt atlayışını gerçekleştirmiştir.

tarafından

Oryantiring

 

Uluslararası Oryantiring sembolü

Oryantiring (yönbulma, orienteering, kısaca OL), harita yardımıyla yön bulmayı içeren, zamana karşı yapılan bir spor. Farklı arazi koşullarında yapılabilse de (bkz. Oryantiring türleri), genellikle ormanlık arazide yapılması tercih edilmektedir. Çoğu ülkede federasyonlar halinde örgütlenmiştir ve belirli kurallar çerçevesinde gerçekleştirilir.[1]

Konu başlıkları

Tarih

Oryantiring kelimesi, İngilizce orienteering kelimesi aracılığıyla, İsveççe orientering kelimesinden dilimize geçmiştir. Oryantiring, 11. yy.ın başında İskandinavya’da bir spor halini aldı. İlk resmi faaliyet 1918′de İsveç’te Albay Ernst Killander tarafından yapıldı. O tarihten sonra ilgi hızla arttı ve ülkedeki en yaygın sporlardan biri halini aldı. Uluslararası Oryantiring Federasyonu 1961 yılında kuruldu. Oryantiring günümüzde pek çok ülkeye yayılmış bir kitle sporudur. İsveç’teki O-ringen faaliyeti her yıl onbinlerce sporcuyu bir araya getirmektedir.[2]

Türkiye’de oryantiring

Türkiye’de oryantiring, 1970′lerden beri silahlı kuvvetlere bağlı kurumlar ve diğer kamu kurumları bünyesinde yapılmaktadır.[3]. 1999′da İstanbul ve Ankara’da halka açık oryantiring grupları kurulmuş ve faaliyete başlamıştır.[4] Türkiye’de resmi örgütlenme çalışması 2001 yılında başlamış ve 2002 yılında Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Dağcılık Federasyonu’na bağlı Oryantiring Asbaşkanlığı kurulmuştur. Asbaşkanlık 2004 yılında İzcilik Federasyonu’na bağlanmıştır[5]. 2006 yılında bir Oryantiring Federasyonu kurulması kararı alınmış[6] olup, 28 Mart 2006 tarihinde İzcilik Federasyonu’nundan ayrılan[7] Oryantiring, 19 Haziran 2006 tarihinde kurulan Oryantiring Federasyonu’na bağlanmıştır[8]. 2006 yılının son dönemlerinde özerliğini isteyen Federasyon, 2007 mart ayında birinci genel kurulunu yaparak özerk federasyon olmuştur[9][10].

Türkiye’deki en önemli oryantiring faaliyeti, uluslararası katılıma sahne olan İstanbul 5 Gün yarışmalarıdır[11].

Kurallar

Oryantiringde sporcular kendilerine verilen yarışma bölgesinin haritasında belirtilmiş hedeflere (kontrol noktaları) sırasıyla ve en kısa sürede ulaşmaya çalışırlar. Kontrol noktalarında turuncu-beyaz bayraklar bulunur. Yarışmacılar bayrağın yanındaki zımbayı ellerindeki fişe (kontrol kartı) basarak kontrol noktasına ulaştıklarını kanıtlarlar. Bazı yarışmalarda zımba ve kontrol kartı yerine elektronik bir sistem de kullanılmaktadır. İki hedef arasında hangi yolu izleyeceğine yarışmacı kendi karar verir. Amaç hedefleri en kısa sürede tamamlamaktır. Tüm hedeflere ulaşamayanlar genellikle diskalifiye edilir. Yarışmacıların birbirini izlememesi için genellikle birkaç dakika arayla çıkış verilir. Yarışmacılar parkur boyunca karşılaşsalar dahi birbirlerini izlemeleri yasaktır.[1]

Araçlar

Oryantiring haritası ve parmak pusulası

  • Harita: Oryantiring haritası, topografik haritanın üzerine bitki örtüsü, kayalar, küçük çukur ve tümsekler, kuru dere ve sel yatakları, su kanalları, elektrik telleri, evler vb. unsurların işaretlenmesiyle oluşturulur. Ölçek genellikle 1:5.000 – 1:25.000 aralığında olur. Eşyükselti eğrileri, arazideki ayrıntıların görülmesine imkân verecek şekilde 5 ila 25 metre sıklığında çizilir. Harita, yarışmayı düzenleyenler tarafından hazırlanarak sporculara yarışma öncesinde verilir.
  • Kontrol kartı: Kontrol noktalarına gittiklerini kanıtlamaları için sporculara yarışma öncesinde verilir. Yarışmacılar kontrol noktalarındaki zımbaları bu karta basar.
  • Pusula: Haritanın doğru yorumlanması ve kerteriz alma amacıyla yaygın olarak kullanılmakla birlikte zorunlu değildir. Gerek tecrübeli gerekse acemi sporcuların sadece harita ile oryantiring yapması mümkündür. Oryantiring pusulaları haritayla birlikte kullanılabilmesi için şeffaf tabanlı yapılırlar. Parmak pusulası tek elde harita ile taşınabilmesi için parmağa takılabilen pusula tipidir.
  • Giyim: Kolay kuruyan sentetik kumaşlar tercih edilir. Kolların ve özellikle bacakların çalı ve dikenlerden korunması için uzun kollu tişört ve pantolon giyilir. Böylece doğada bulunan kene gibi zararlı böceklerin ısırmasına karşı da koruma sağlanır. Çalı ve dikenlerden daha iyi korunmak için tozluk da kullanılabilir.

Oryantiring ayakkabıları.

  • Ayakkabılar: Koşuya uygun ve zemini iyi tutan herhangi bir spor ayakkabısı kullanılabilir. Oryantiring için özel üretilen çivili ayakkabılar da bulunmaktadır.

Oryantiring türleri

Uluslararası Oryantiring Federasyonu’nun kabul ettiği dört oryantiring disiplini vardır:

  • Koşu En yaygın oryantiring branşıdır. Yürüyerek veya koşarak yapılabilir.
  • Dağ bisikleti: Kuralları koşu oryantiringine benzer. Mesafeler çoğu kez daha uzun, harita ölçeği daha büyüktür. Yarışmacılar haritalarını gidona tuttururlar.
  • Kayak: Kuzey disiplini kayağıyla yapılır.
  • Patika: Özellikle engellilere yönelik, hız unsurunun geri plana itilip harita okuma unsurunun vurgulandığı oryantiring branşıdır. Tekerlekli sandalye ile katılan bir sporcu ile koşabilen bir sporcu eşit koşullarda yarışabilir.

Bunlar dışında, yapıldığı araziye, kurallarına, zamana göre pek çok oryantiring türü vardır:

İstanbul 5 Gün yarışlarında bir oryantiringci, zor zemin koşullarında ilerliyor.

  • Skor oryantiringi: Amaç, belirlenen sürede azami sayıda hedef bulmaktır. Zaman dolduğunda takım ya da bireylerin bulduğu hedef sayısına göre puan değerlendirmesi yapılır.
  • Bayrak oryantiringi: Takımlar halinde yapılır. Her yarışmacı bulması gereken hedefe ulaştığında aynı takımdan başka bir sporcu sonraki hedefi bulmak için çıkar.
  • Gece oryantiringi: Karanlıkta, kafa lambası gibi bir aydınlatma aracı ile yapılır.
  • Park oryantiringi: Şehir içindeki park, kampüs vb. yeşil alanlarda yapılır. Şehir içi oryantiring yarışmaları İstanbul’daki Kapalıçarşı gibi labirentimsi mekânlarda da yapılabilmektedir. Bu tür yarışmalar oryantiring meraklılarına farklı bir deneyim sunduğu gibi, bu doğa sporunu şehir içine taşıyarak daha popüler hale getirmekte ve kitlelere tanıtmaktadır.
  • Macera yarışları: Oryantiring, macera yarışlarının önemli bir ögesidir. Bu anlamda macera yarışlarını oryantiring sporunun farklı şekillerde (bisiklet, kano, tırmanış vb.) ve çok daha zor fiziksel ve ruhsal şartlarda yapılanı olarak tanımlayabiliriz.
  • Dağ maratonu (dağ aşma yarışması): Oryantiringe göre daha geniş ve daha sarp arazide yapılan bir dayanıklılık sporudur. Bir günden uzun sürebilir. Yarışmacılar belirli kamp malzemelerini taşımak zorundadır.[12]
tarafından

Okçuluk

Okçuluk

.

ArcheryGermanyEarly1980s-2.jpg

Brazilarcher.jpg

Bundesarchiv Bild 135-S-18-07-16, Tibetexpedition, Volksfest, Bogenschütze.jpg

Okçuluk. Kökeni insanoğlunun avcılık günlerine dayanan, oku bir yay aracılığıyla hedefe göndermeyi amaçlayan spor dalı. Okçuluk ilk kez 1904 Yaz Olimpiyatları‘nda olimpik programa alınmış, 1972′den beri aralıksız olarak programlarda yer almaktadır. Bu branşta ilk dönemlerde Fransa, Belçika ve Büyük Britanya söz sahibiyken, daha sonraki dönemlerde ABD, Rusya, İskandinav ülkeleri, İtalya ve Kore bu ülkeleri izlemiştir. 1931′de kurulan ve halen 140 ülkenin üye olduğu Uluslararası Okçuluk Federasyonu (FITA – Fédération Internationale de Tir a l’Arc) okçuluk dalında en büyük otoritedir.

Ekipman ve kurallar

Yaylar(yaygın kullanılan türleri için bkz: Olimpik yay,Makaralı yay), fiber, ahşap, karbon veya çelikten imal edilir. Yayın esnek maddesi solar kauçuktan yapılır. Buna mirsin adı verilir. Bilinen ilk kompozit (çok parçalı) katı yay Hunlar tarafından yapılmıştır. Oklar ise fiber, karbon, alüminyum tahta veya çelikten olabilir. Oklar kompozit olarak birkaç malzemenin birlikte kullanılması ile de yapılabilir. Okun arkasında oku yönlendiren 3 tane tüy bulunur. Oklar 60 ila 71 cm uzunluğunda, ağırlıkları ise 20 ila 28 gram arasında olmalıdır. Hedef, çember çizgilerle beş renge boyanır. Bu renkler merkezden dışa doğru sırasıyla sarı, kırmızı, mavi, siyah ve beyazdır. Her renk şerit de ikiye ayrılır. Böylece hedef içten dışa doğru 10′dan 1′e inen sayılarla numaralanır. 122 cm çapındaki hedef 90, 70, 60 metre atışlarında, 80 cm çapındaki hedef ise 50 ve 30 metre atışlarında kullanılır. Salon yarışlarında; 25 metre uzaklıktaki hedefin çapı 60 cm, 18 metre uzaklıktaki hedefin çapı ise 40 cm olmalıdır.

Her ok hedefte vurduğu yere göre puan alır. Bir ok halkaları ayıran çizginin tam üzerine saplanmışsa daha yüksek olan puanı alır. Uluslararası yarışmalarda erkekler iki turda 144′er ok atarlar. Her turda okçu 90, 70, 50 ve 30 metreden hedefe üçer düzine ok atar. Bayanlarda 4 ayrı mesafeden 3′er metredir. Okçular her seferinde sayılarını okumadan önce 6 atış yaparlar. 50 ve 30 metreden daha küçük hedefe yaptıkları atışlarda ise 3 atışta bir sayı okunur. Bir yarışmada her sporcu toplam 288 atış yapar.Hedefin çapı ok atış uzaklığına göre belirlenmiştir. Yarışmanın birincisi toplam puana göre belirlenir. Kol ve sırt kaslarını , göz koordinasyonunu geliştiren bir spordur.

tarafından

otomobil yarışı

Otomobil yarışı

 

2006 Dünya Turing Otomobil Şampiyonası

Otomobil Yarışları, 1894 yılında Fransa‘da başlamıştır. Bugün en popüler izleyici sporlarından biridir.

Konu başlıkları

Tarih

Otomobil Yarışlarının başlangıcı

Yarışlar ilk petrolyakıtlı otomobillerin yapılması ile başlamıştır. İlk yarış 22 Temmuz 1894 yılında Le Perit Journal adlı bir Paris magazin dergisi tarafından Paris-Roven arasındaki 50 km’lik bir mesafede 19 otomobilin katılması ile başlamıştır. Daha çok bir güvenilirlik yarışı şeklinde idi. Ancak yarış Paris to Rouen 1894 olarak değiştirilmiştir. Yarışmacılar Karl Benz, Benz& Cie, Gottlieb Daimler, Wilhelm Maybach, DMG gibi endüstri araçlarını da yarışlara katmıştır.İlerleyen yıllarda otomobil sporlarında farklı branşlar gelişmiş ve ilk pist yarışı 1898‘de Periqueeux’te düzenlenmiştir.

Otomobil Yarışmaları

Yarışma

Sonuçların duyurulması ve yayınlanmasıyla bir yarışma niteliği kazanan, otomobillerin katıldığı düzenlemelere yarışma adı verilir.

Yarışma kendi sonuçları çerçevesinde bütünlüğü vardır ve özgündür. Bir ya da birkaç ayaktan ve bir finalden oluşabilir. Serbest antrenmanları, sıralama turlarını kapsayabilir ve benzeri biçimde bölümlendirilmiş olabilir.

Ama etkinliklerin sonunda yarışma son bulmalıdır. Yarışmanın başlama zamanı olarak, daha önce zamanı belirlenen idari ve teknik kontrolün başlaması esas kabul edilir. Yarışma, denemeler ve yarışmanın kendisini de kapsar.

Yarışmanın bitiş zaman olarak, aşağıdakilerden hangisi sonra biterse yarışmanın bitiş zamanı olarak kabul edilir.

1) Yarışma neticelerinin duyurulması ve itiraz süresinin sona ermesi, 2) Yarışma sonu idari ve teknik kontrollerin işbu yönetmeliğe de uygun olarak sona ermesidir.

Ulusal, mahalli, özel veya benzeri yarışmaların bir parçası olan veya olduğunu iddia eden, her tekil yarışma, Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu (TOSFED) yarışma ve teknik kurallarına, ulusal talimatlara ve işbu otomobil sporları yarışma genel kuralları ve tamamlayıcı duyuru ile bültenlerine uygun olmalıdır.

Ralli

Ana madde: Ralli

Ralli önceden belirlenen ortalama bir hızda, kısmen veya tamamen normal trafiğe açık yol üzerinde yapılan yarışmalardır. Bir ralli, ya tüm otomobillerin izleyeceği tek bir güzergahtan ya da ortak bir güzergah izlenmeden, önceden saptanan ve sonrasında ortak bir güzargah bulunmayabilen bir toplanma noktasında buluşulan, birden fazla güzergahtan oluşabilir.

Güzergâh veya güzergâhlar, bir veya birçok özel etabı, yani normal trafiğe kapalı ve bütünüyle rallinin genel klasmanını oluşturmak için önemli bir belirleyici ve işleve sahip olan kapalı yollar üzerinde yapılan tekil yarışları kapsar. Özel etapların dışındaki güzergâh ve güzergâhlara “Normal Etap” adı verilir. Bu normal etaplardaki hız, hiçbir şekilde yarışmanın klasmanının belirlenmesinde bir etken olmamalıdır.

Ulusal rallilerde, tüm otomobillerin gücü yaklaşık 300 hp ile sınırlandırılmıştır.

Ulusal rallilere;

a)Homologasyon belgelerinde, bazı geliştirmelerin kısıtlanmasına dair, aksine bir belirleme olmayan Turing Otomobiller (Grup A), b)Seri üretim otomobiller (Grup N) katılabilirler.

Aşağıdaki kurallara uymak kaydıyla; homologasyon belgelerinde bazı geliştirmelerin kısıtlanmasına dair, aksine bir belirleme olmayan A ve N grubu otomobiller homologasyon sürelerinin bitiminden sonra dört yıl boyunca uluslar arası, on iki (12) yıl boyunca da ulusal rallilere katılabilirler.

Bu otomobiller homologasyonu olan araçlarla birlikte eşit koşullarda start alabilirler ve derecelendirmeye girerler. Yukarıda sözü edilen homologasyonu olmayan otomobiller, ancak süreleri geçmiş olsa bile homologasyon evrakları uygun olarak doldurulmuş, idari ve teknik kontrole sunulmuş ve teknik kontrol görevlileri tarafından orijinal teknik koşullara tam olarak uygun olarak kabul edilirse, yarışmaya kabul edilirler.

Bu otomobillerin turbo bileziklerinin çapı ve minimum ağırlıkları, o an geçerli kurallara uygun olmalıdır.

Off-road

Ana madde: Off-road

Yapay ve doğal engellerle dolu olan parkurlarda, 4×4 arazi ve özel yapım araçlarla (buggy sınıfı), zamana ve doğaya karşı mücadele edilen yarışmadır.

Otomobil sporu federasyonları

Diğer Bağlantılar

tarafından

Masa tenisi

Masa tenisi

 

En üst düzeyde oynanan bir masa tenisi maçı.

Masa tenisi, 2 veya 4 oyuncunun birbirlerine topu ileri geri olarak attığı ortasında ağ olan masanın üstünde oynanan bir oyundur.

Konu başlıkları

Tarihçesi

Bu sporun salon tenisi adıyla bilinen en eski şekli 1880 li yıllarda Hindistan ve Güney Afrika‘daki İngiliz ordusu tarafından oynanırdı. Puro kutularının kapaklarını raket, yuvarlatılmış şarap şişesi mantarlarını da top olarak kullanırlardı. File olarak da kitapları kullanıyorlardı.

İngiltere’de masa tenisi

1890′lı yıllarda İngiltere’de bu oyunun diğer versiyonları geliştirildi. Bunlar “whiff whaff” ve “gossima” gibi değişik isimlere sahiptiler ve Parker Brothers firması masaya kurulabilen portatif net, dışı file kaplı küçük bir top ve minyatür raketlerden oluşan salon tenisi kitleri satmaya başladı.

Raket ve top ile sıradan bir tenis masası.

1900 yılında Amerika’yı ziyaret eden İngiliz James Gibb, dönerken yanında bazı içi boş selüloid toplardan getirdi ve arkadaşlarıyla salon tenisini bu topları kullanarak oynamaya başladı. Gibb, topun rakete ve masaya çarptığı zaman çıkardığı sesi temsil eden “ping pong” ismini kulanmaya başladı…

Fakat 1901 yılında İngiliz spor ekipmanları üreticisi olan John Jacques “Ping Pong” ismini kendi adına tescil ettirdi ve bu ismin Amerika haklarını Parker Brothers firmasına sattı. Onlar da yeni kitlerini bu isimle çıkardılar.

Bir başka İngiliz, E. C. Goode, 1902 yılında tahta raketinin yüzeyini pürüzlü lastikle kaplayarak topa falso vermeyi başardı. Aynı yıl İngitere’de Ping Pong Federasyonu kuruldu fakat isim hakkının Parker Brothers firmasında olmasından ve dolayısıyla ekipmanların çok pahalıya çıkmasından dolayı 3 yıl sonra kapandı.

Federasyon kurulması

Üreticilerin genel bir isim olan masa tenisi adı altında sattıkları ekipmanlarla bu spor İngiltere ve Avrupa’da sessizce yaygınlaştı. 1921 yılında İngiltere’de yeni bir masa tenisi federasyonu kuruldu. Peşinden de 1926 yılında İngiltere, İsveç, Macaristan, Hindistan, Danimarka, Almanya, Çekoslovakya, Avusturya ve Galler’in Berlin’de yaptıkları toplantıda Uluslararası Masa Tenisi Federasyonu kuruldu. İlk dünya şampiyonası 1926 yılında Londra‘da yapıldı. Bu yıldan 2. dünya savaşına kadar tüm şampiyonalar Macaristan’ın egemenliği altında geçti. Bu zamanların en iyi oyuncuları bayanlarda yedi dünya şampiyonası kazanan Macar Maria Mednyanszky ve beş defa dünya şampiyonu olan yine Macar Viktor Barna‘ydı. Çekoslovakya ve Romanya’lı sporcular da bazı şampiyonaları kazandılar.

ABD’de masa tenisi

Amerika Ping Pong Federasyonu 1930 yılında kuruldu fakat sadece Parker Brothers firmasının ekipmanları kullanılabildiği için üye sayısı fazla olamadı. 1933 yılında iki rakip federasyon daha kuruldu. Bunlar ABD Amatör Masa Tenisi Federasyonu ve ABD Ulusal Masa Tenisi Federasyonuydu. Bu üç grup 1935 yılında birleşerek ABD Masa Tenisi Federasyonu adını aldı. 1994 yılında da adını U.S.A. Table Tennis olarak değiştirdi.

Asya’da masa tenisi

İkinci dünya savaşından sonra bir süre daha orta Avrupalı oyuncuların egemenlikleri sürdü. 1953 yılından itibaren Asya’lı oyuncuların egemenliği başladı. Asya’lı yıldız oyuncuların aniden ortaya çıkmalarının bir sebebi Japon Horoi Satoh’ın 1952 yılında ilk defa kullandığı süngerli lastiklerin kullanılmaya başlamasıdır. Bu yeni malzeme oyunu hızlandırdı ve oyuncuların topa daha fazla falso vermelerine imkân sağladı.

Asya’lı oyuncular “Penholder tutuşu” adı verilen ve raket sapının başparmak ile işaret parmağı arasında tutulduğu bir tutuş şekli geliştirdiler. Bu tutuş şeklinde her tür vuruş için raketin aynı yüzünü kullanıyordu. Bu tutuş bugün birçok üst seviye uluslararası oyuncu tarafından kullanılmaktadır.

Penholder tutuşu

1988 yılında masa tenisi erkek ve bayanlarda tekler ve çiftler müsabakalarını içeren olimpik bir spor haline geldi.

  • Ping pong (ticari bir firma adı), bazen masa tenisi yerine geçen sözcüktür.
  • 乒乓球 (Ping Pang Qiu) Çin, Hong Kong ve Tayvan‘da kullanılan ismidir.
  • 卓球 (Takkyu) Japonya‘daki ismi.

Türkiye’de masa tenisi

Türkiye’de masa tenisinin ilk olarak 1920′lerden sonra Robert Kolej’de oynanmaya başladığı bilinmektedir. Daha sonra bu spor başta İstanbul olmak üzere tüm yurtta yayılmaya başlamıştır. Hatta İstanbul’da Altınordu Spor Kulübü‘nde ilk turnuva düzenlenmiştir. 1930 yılında ilk İstanbul Şampiyonası düzenlenmiş ve Fenerbahçe Spor Kulübü‘nden aynı zamanda yüzücü ve boksör olan Raşit Bey İstanbulsporlu rakibi Semih Duransoy‘u yenerek sarı-lacivertli kulübü bu dalda ilk şampiyon unvanını kazandırmıştır.

Bu gibi gelişmelere rağmen bir süre sonra Türkiye’de duraksamaya başlayan masa tenisi, 1966 yılında Tenis Federasyonu‘ndan ayrılıp, kendi federasyonunu kurunca tekrar yükselişe geçmiştir.

1948-70 yılları arasında Fenerbahçe ve Beyoğluspor’un üstünlüğünde geçen yıllar, 1970′lerde Çinli masa tenisi ustaları getiren Eczacıbaşı da rekabete dahil olmuştur. 1983 yılında Türkiye Ligi müsabakalarının başlamasıyla bu daldaki rekabet daha renkli bir hal almıştır.

İlk Federasyon Başkanı gazeteci Ali Abalı olmuştur. Geçmişten bugüne kadar gelen Vasil Aleksandridis (1976′ da Türkiye’ ye Akdeniz Oyunlari Sampiyonlugunu getirdi), Fanis Aleksandridis, Oktay Çimen, Davit Kumru, Kadriye Poyrazoglu,Gürhan Yaldız, Gençay Menge, Peng Fei Jiang gibi sporcular Türk masa tenisini uluslararası müsabakalarda temsil etmiş, Türkiye’de masa tenisinin belli bir noktaya ulaştığını kanıtlamışlardır.

2008 Pekin Olimpiyatları‘nda Türkiye’yi masa tenisinde aynı zamanda Fenerbahçe Spor Kulübü‘nde spor yapan Melek Hu bu sporda Türkiye’ye Olimpiyatlarda elde ettiği ilk galibiyeti kazandırmıştır.

Ayrıca bakınız

Terimler

  • Ralli, topun oyunda olduğu süredir.
  • Let, sonucun skora yansıtılmadığı rallidir.
  • Sayı, sonucun skora yansıtıldığı rallidir.
  • Spin tenis oyunlarında spin

Kurallar

  • Servis kullanılırken top en az 16 cm yükselecektir.

Sayılar

  • Servis atan geçerli bir servis atamazsa kazanırsınız
  • Karşılayan oyuncu topu karşılayamazsa kazanırsınız
  • Topa vurduğunuzda karşı sahaya gitmez veya fileye takılırsa kaybedersiniz
  • Oyun sırasında serbest elinizle masayı hareket ettirirseniz kaybedersiniz
  • Oyun sırasında vücudunuzun herhangi bir kısmı file düzeneğine dokunursa kaybedersiniz
  • Oyun sırasında masayı yerinden oynatırsanız kaybedersiniz
  • Topa peş peşe iki defa vurursanız kaybedersiniz
  • Top sizin sahanızda peş peşe iki defa sekerse kaybedersiniz
  • Çiftlerde bir oyuncu sırası gelmeden topa vurursa kazanırsınız
  • Topa kendi sahanıza değmeden vurursanız kaybedersiniz
tarafından

Maraton

Maraton

 

Geleneksel bir maratonda binlerce sporcu koşuyor

Maraton, atletizmde uzun mesafeli (42,195 m), sert tabanlı yollarda yapılan mukavemet koşusudur. Adı eski Yunanistan‘daki Marathon Savaşı‘ndan gelir. İlk kez 1896′da düzenlenen Atina olimpiyat oyunları‘nda koşuldu, 1924 yılında 42.195 m olması benimsendi. Uluslararası amatör atletizm federasyonu 1992 yılından itibaren 21.100 m’de yarı maraton dünya şampiyonası düzenlemeye başladı.

Maraton parkurları aynı nitelikte olmadığı için dünya rekoru kaydı tutulmaz, sadece en iyi derece vardır. Türkiye‘de maraton, ilk kez 1937′de resmi yarışmalarda yer aldı. 1970′lerde bayanlar da resmen yarışmalarda yer almaya başladı. Uluslararası popüler yarışma olarak Boston maratonu, Türkiye’de ise 1979′dan beri yapılmakta olan AsyaAvrupa (Avrasya) maratonu gösterilebilir.

tarafından

Lakros

Lakros

 

Lakros

Lakros, her oyuncunun ufak ve sert plastikten yapılmış topu taşıyabilecekleri ve ucunda bir ağ olan sopalarla (crosse) oynadığı, amacı topu karşı takımın kalesine sokmak olan bir takım sporudur. Oyun değişik kategorilerde farklı sayıda oyuncudan oluşan takımlarla oynanır. Erkekler açık sahada 10 oyuncu, kapalı sahada altı oyuncudan oluşan takımlarla oynarken, bayanlar 12 kişiden oluşan takımlarla mücadele ederler. Klasik olarak her gole 1 puan verilir. Ancak ABD profesyonel lakros ligi Major League Lacrosse‘da 15 yarddan uzaktan atılan gollere 2 sayı verilir. Normal şartlarda maçların normal süresinin berabere bitmesi sonucunda uzatma uygulanır.[1][2][3].

Genellikle Kuzey Amerika’da popüler olan lakros, Kanada‘nın ulusal sporu olarak kabul edilmektedir.[4] Aynı zamanda ABD‘de en hızlı gelişen spor dalıdır.[5]

Modern lakrosta erkeklerde on oyuncudan oluşan iki takım çimen ve suni çim üzerinde mücadele eder. Bu on oyuncunun üçü hücum oyuncusu, üçü orta sahada, üçü de defansta görev alır. Bir oyuncu ise kalecidir. Erkeklerin spor kıyafetleri başarını, omuzlarını, kollarını ve ellerini karşı takımın lakros sopalarından gelen darbelere karşı koruyucu bir şekildedir. Bunun aksine bayanların kıyafetinde sadece gözü koruyacak bir gözlük vardır. Bunun sebebi bayanların mücadelesinde sopalarla karşı takım oyuncusuna müdaheleye tolerans yoktur. Bayanlarda sadece kalecinin kıyafetinde kask gibi koruyucular vardır. Bayanların lakros maçlarında bir diğer fark orta sahada iki tane fazladan oyuncu bulunması ve takımın 12 oyuncudan kurulmasıdır.

tarafından

Kürek (spor)

Kürek (spor)

 

Dümensiz, çiftli kürek takımı (Büyük Britanya takımı)

Kürek İnsanoğlunun denizler ve akarsularla basit araçlar kullanarak mücadelesini temel alan spor dalıdır.

Kürek sporu, sporcuların birbirleri ile rekabet ederek göl,nehir ve denizde, kürekler vasıtası ile hareketin sağlandığı özel olarak üretilmiş tekneler ile gerçekleştirilen bir takım sporudur.

Konu başlıkları

Tarih

İlk kez Romalılar ve Eski Mısırlılar tarafından kullanılmış olan küreğin tarihçesi, MÖ 25. yüzyıla kadar inmektedir. Kullanıldığı ilk bölgeler ise, Akdeniz ve Nil Nehri çevreleridir. Asur ve Mısırlılar’dan kalan kabartmalarda üç kürekçili sandallar görülmektedir. Vikingler ise kürekle dünyayı ilk kez dolaşanlar olurken Ming Hanedanı döneminde aynı şeyi Çinliler tekrarlamışlardır.

Kürek, insanoğlunun denizlere açılmasıyla birlikte ulaşımın önemli bir parçası durumuna gelirken tüccarlar, balina avcıları, balıkçılar ve kılavuzlar geçimlerini sağlamak için kürekten yararlandılar. Eski Çağ’ın üç sıra kürekli gemileri yerini zamanla yalnızca rüzgara bağlı kalmamak için yapılan kadırgalara bıraktı. Boyları 35 metreye ulaşan bu gemiler, her oturağında üç kişi bulunan ve her biri tek bir kürek kullanan 150 kürekçi (galiot) tarafından yürütüldü. 16. yüzyılda kürekli teknelerle bulunan yolcuların kendi aralarında bahse girmeleriyle de yeni bir spor dalı olarak kürek sporunun temelleri atıldı.

1715′te İngiltere’de, kayıkçıların kendi aralarında düzenlemiş oldukları “Doggetts Coat Badge” yarışı modern anlamda yapılmış olan ilk kürek yarışı oldu.

Amatör bir spor niteliğinde olan ilk kürek yarışları ve kuralları ise, 1829′da İngiltere’de Oxford ve Cambridge üniversiteleri arasında, 1851′de ABD’de Harward ile Yale Üniversiteleri arasında düzenlendi. Bacakları itmek suretiyle güç kazanılmasını sağlayan kızaklı oturakların ilk kez kullanılması ise 1857′de ABD’de oldu, onu 1871 yılında İngiltere izledi. 1892′de Fransa, Belçika, İtalya ve İsviçre tarafından Uluslar arası Kürek Dernekleri Federasyonu (Federation İnternationale Des Societes D’Aviron) “FISA” kuruldu. FISA aynı zamanda kurulan ilk uluslar arası spor federasyonu oldu. 1900 Paris Olimpiyat Oyunları’na alınmasından sonra kürek, olimpik bir spor haline geldi. Bayanların bu yarışlarda resmi olarak yer alması ise ilk kez 1976 Montreal Olimpiyat Oyunları’nda gerçekleşti.

Erkeklerde ilk Dünya Şampiyonası 1962′de, bayanlarda ilk dünya şampiyonası 1974′te düzenlenmeye başlandı. 14 tekne sınıfından oluşan yeni olimpiyat kürek programı ilk kez 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda uygulandı.

Dünyanın en zor sporlarından biri olup, aşırı bir dayanıklılık ve kuvvet gerektirmektedir. Kürek sporunu yaparken vücudun bütün kasları çalışır.[1]

Kürek sporu uygulama çeşitleri

Yarışma küreği

Performans küreği de denilebileceği gibi yarışma küreği Dünya’da ve Türkiye’de en çok uygulanan çeşittir. Sporcular sene boyunca teknik ve kondisyon antrenmanları ile yarışlara hazırlanarak performanslarını geliştirir ve rakip sporcularla yarışırlar. Bu branşta kullanılan tekneler ve kürekler oldukça sağlam ve hafif malzemelerden üretilir.

  • Tekne sınıfları:
    • Çift kürek sınıfı: 1x(tek çifte), 2x(iki çifte), 4x (dört çifte),8x(sekiz çifte-ülkemizde kullanılmamaktadır.)
    • Tek kürek sınıfı:2-(iki tek), 2+(dümencili İki tek)(Türkiye de bu sınıfta yarış düzenlenmemektedir), 4-(dört tek), 4+(dümencili dört tek)(Türkiye de bu sınıfta yarış düzenlenmemektedir), 8+(sekiz tek dümencili-tüm sekiz teklerde dümenci bulunmaktadır.)

Rekreasyon (sağlıklı yaşam) küreği

Rekreasyon küreği boş zamanları değerlendirme, sağlıklı yaşam sporu ve eğlence amacı ile yapılır. Rekreasyon amacı ile yapılan kürek sporu için özel olarak üretilmiş tekneler bulunmaktadır. Bu teknelerin yapısı yarış teknelerine göre daha geniştir ve su üzerinde denge sağlamak daha kolaydır. Rekreasyon küreğinde kullanılan küreklerde yarışlarda kullanılanlardan farklıdır. Amaç hız yapmak olmadığından dolayı bu küreklerin palaları, diğerine göre daha ufak ve farklı yapıda olduğu için daha az kuvvet uygulanarak eğlence amaçlı kürek çekmeye elverişlidir.

Kurallar

Taktik açıdan maratonla benzerlikler gösteren bir spordur. 2000 metrelik bir yarışmayı kazanmak için ilk beşyüzde sprint atıp öne geçmek çok önemlidir.

Bir dayanıklılık ve güç sporu olan kürekte saniyede 10 metre hıza çıkılır. Ortadaki 1000 metrede dakikada 40 kez ve ilk ve son 500 mt.de 47 kez kürek çekilir.

Eleme turlarına bütün takımlar katılır. Elene elene finale kadar çıkarlar. Finalde altı ekip mücadele eder. Finale çıkma süreci, yarışlara katılan tekne sayısına göre belirlenir.

Modern 2000 metrelik parkurun kuralları 1912′de belirlenmişti. Ama bunca zamana rağmen bir iki noktanın tam olarak yerine oturtulamadığı görülmekte.

Kürek sporunda kürekçiler gittikleri istikamete sırtlarını dönerek kürek çeker.

Kanoda bu durum tam tersidir. Ayrıca kürekte kullanılan kürekler kayığa bağlı iken kanoda, bağlı olmayan kürekler kullanılır.

Kürek sporu düz bir hatta ve dalgasız parkurlarda yapılır. Aslında kayıkların düz hatta gitmesi kurallara bağlı değildir. Kurallar, sadece bir kayığın diğerinin yolunu kesmeden ilerlemesini söyler. İki nokta arasındaki en kısa yol doğru olduğu için de kürekçiler düz bir hatta ilerlemeyi tercih eder.

Tüm tekneler başlama yerlerinde yerlerini aldıklarında görevli “iki dakika” diye bağırır. O andan itibaren kurallar işlemeye başlar.

Eğer hatalı çıkış yapan tekne olursa işaret verilerek hatalı çıkışı yapan ekip geri çağrılır. İki kez hatalı çıkış yapan ekip diskalifiye edilir.

Kayıklar bitiş çizgisini geçtikçe sesli bir işaret verilir. Her bir yarışta 3 hakem görev yapar. İki kayık aynı anda çizgiye varırsa aynı sırada yer alırlar.

Tüm önde gelen parkurlar insan yapımı ve özel olarak hazırlanmıştır. Rüzgardan korumalı ve dalgasız olmalarına özen gösterilmiştir. 2000 Sydney Olimpiyatlarında parkurun toplam uzunluğu 2300 mt olmakla beraber yarış için 2000 mt.si ayrıldı

Yarış parkurunda 9 kulvar yer alıyor. Ama bunların sadece altı tanesi yarış için kullanılacak. Her bir kulvar 13.5 metre genişliğinde ve parkur boyunca çeşitli renklerdeki şamandıralarla geriye kaç metre kaldığı yarışçılara bildirilir.

Olimpiyatlarda kürek

2 ÇİFT
4 Çifte,
8 Tek Dümencili,
Hafif Kilo 2 Çifte,
İki Çifte,
İki Tek Dümencisiz,
Tek Çifte.
Erkek:

4 Çifte,
4 Tek Dümencisiz,
8 Tek Dümencili,
Hafif Kilo 2 Çifte,
Hafif Kilo 4 Tek Dümencili,
İki Çifte,
İki Tek Dümencisiz,
Tek Çifte.
tarafından

Parkour

Parkour

 

Parkourcu Daniel Ilabaca

Parkour, bir noktadan başka bir noktaya insan vücudunun yeteneklerini en verimli şekilde kullanıp, sınırlarını da zorlayarak, hızlı ve etkili biçimde hareket etmesini hedefleyen bir beden eğitimi türü ve yaşam tarzıdır, erkek sporcularına Traceur bayanlara ise Traceuse denir, “iz bırakan” manasına gelir. Günümüzde şehir sporu olarak anılmaktadır.

Sporun kurucuları Fransa’da yaşayan David Belle ve bir grup arkadaşıdır.

1997 de David Belle ve Sébastien Foucan Yamakasi gurubunu kurdurlar. 2001 yılında pek çok insan Sinemada Parkour’la ilgili çekilen ilk filmi hayranlık ile izledi. Böylelikle bu spor dünya üzerinde ciddi bir hayran kitlesi yaratmaya başladı.

“Aslında Le Parkour her zaman vardı. Biz buna sadece bir isim verdik.Bizim yarattığımız bir şey değil. Biz sadece onun varlığını bulduk.Taş devrinden beri Le Parkour vardı. Avlanmak kaçmak veya kovalamak için insanlar koşturuyorlardı…” Sebastien Foucan

tarafından

Kriket

Kriket

Kriket 11′er kişilik 2 takım arasında oynanan bir oyundur. Anavatanı İngiltere olan kriket, sonradan İngiliz sömürgelerine yayılmıştır. Hindistan, Pakistan, Sri Lanka, Karayipler, İngiltere, Yeni Zelanda ve Avustralya‘da çok meşhur olan bu oyun diğer eski İngiliz sömürgeleri‘nde ve Dünya‘nın genelinde meşhur değildir.

Konu başlıkları

Genel Bakış

Kriket maçları, “wicket” denen iki kalemsi düzenekle oynanır. “Wicket”ler üç tahta sopa benzeri nesne (“stump”) ve bunların üst uç kısımlarında bulunan 2 bağlantısız nesneden (“bail”) oluşur. “Stump” ve “bail”ler genellikle tahtadan yapılır.

“Wicket”ler dikdörtgen bir alanın (“pitch”) iki ucunda bulunur. Aralarında 20 m. 12 cm.’lik mesafe vardır. Bu dikdörtgen alana “wicket” dendiği de olur.

Kriket sahası, sözü edilen dikdörtgen alanı da içine alan oval sahanın tamamıdır. Oyun sırasında bir anda, sahada vuruş yapan takımın iki oyuncusu, diğer takımın tüm oyuncuları bulunur. Takımların ilk 11′deki oyuncularının yanı sıra, bunlardan biri sakatlandığında devreye girmesi için yedek olarak bulundurulan bir “12. adam”ları vardır. Vuruş yapan takımın oyuncuları “wicket”lerin önünde durur. Bu oyuncular (“batsman”/batswoman”) birer sopa (“bat”) kullanır.

Atış yapan takımın, vuruş yapan rakibinin karşısında duran oyuncusuna “bowler” denir.

Nasıl Oynanır?

“Bowler”sman”a doğru atar.
Top “wicket”e çarparsa “batsman” oyun dışı kalır. Onun yerini takım arkadaşlarından biri alır. “Batsman”ın oyundan her çıkarılışına da “wicket” ya da “dismissal” denir. “Batsman”, “bail”lerin düşmesi dışında hallerde de oyun dışında kalabilir.

“Batsman”ların yer değiştirmesine fırsat kalmadan, atış yapan takımın oyuncuları topla bir “wicket”i vurursa; o “wicket”in “batsman”ı oyun dışında kalır. “Batsman” topa vurduktan sonra,atışı yapan takımdan bir oyuncu, yere değmeden önce topu yakalarsa da “batsman” oyun dışına çıkar.

“LBW” (“leg before wicket”) da bu hallerden biridir. Bu, “wicket”e çarpma yolunda ilerlerleyen topun “batsman”ın bacağına çarpması durumunda hakemin verdiği kararla ilan edilir.

“Batsman” topa vurduktan sonra, top yere değmeden saha dışına giderse “batsman”ın takımı adına 6 “run” kaydedilir. Bu, top yere değdikten sonra olursa 4 “run” kaydedilir. Oyun 10 “batsman” dışarıda kalıncaya kadar devam eder çünkü oyunun sürmesi için en az iki “batsman”a ihtiyaç vardır.

10 “wicket” bir “innings”dir. Bir günden uzun süren maçlarda vuruş yapan takımın kaptanı taktikle ilgili nedenlerle “innings”in bittiğini açıklarsa da (“decleration”) “innings” biter.

Bir takımın 10 “batsman”ı oyun dışı kalınca (buna takımın “all out” olması denir) takımlar rolleri değiştirir; atış yapanlar vuruşa, vuruş yapanlar atışa geçer.

Atış yapan takım, her 6 vurucu değişiminde bir kez, atışı yapan oyuncusunu değiştirebilir. Bu altılı sete “over” denir. Her “over”de atış ve vuruş yapılan taraflar da değiştirilir; diğer “wıcket”e geçilir.

Skor

Bazı karşılaşmalarda her takım bir kez atış, bir kez de vuruş yapan taraf olur. Bazılarında da iki kez rol değiştirilir.

Son vuruş yapan takımın tüm “batsman”ları, bu takım rakiplerinin toplam “run”una ulaşamadan oyun dışı kaldığı takdirde, sonuç ilan edilirken, iki takım arasındaki “run” farkına bakılır. Takım (n) “run” ile yendi/yenildi, denir. Buradaki (n), 2 takımın toplam “run”ları arasındaki farktır.

Son vuruş yapan takım, tüm vurucuları oyun dışı kalmadan önce diğer takımın “run”larını geçerse, bu takım (n) “wicket”le kazandı, denir. Buradaki (n), kaydedilen “wicket”ler 10′dan çıkarılarak bulunur.

İki “innings”li maçlarda, bir takım ikinci “innings”ini tamamladığında rakibinin ilk “innings”indeki “run”larını yakalayamamışsa, diğerinin tekrar vurucu olmasına gerek kalmaz. Bu durumda üstün olan takım bir “innings” ve (n) “run” ile galip geldi, denir. Buradaki (n), iki takımın toplam “run”ları arasındaki farktır.

Beraberlikten bahsetmek için sonradan vuruş yapan takım “innings”lerini tamamladığında eşit sayı kaydedilmiş olması gerekir. [Bu, kriket tarihi boyunca 2 kez gerçekleşmiştir. Karayipler-Avustralya maçı (1960) ve Avustralya-Hindistan maçında (1986).]

Bazı karşılaşmalarda ise süre sınırı vardır. Süre tamamlandığında oyun bitmemişse takımlar “draw”da kalmış sayılır. Bu beraberlik anlamına gelmez.

Takımların birer “innings” oynayacağı maçlarda (“limited overs” ya da “one-day” maçlar) genellikle her “innings” için belirli bir sayıda “delivery” (topun atılması girişimi, buna “ball” da denir) önceden kararlaştırılır. Bu halde, “run” farkı skoru belirler, “wicket”lere bakılmaz.

Uzun süreli kötü hava etkisi gibi sıra dışı durumlarda takımların önceden kararlaştırılan “over”leri oynayamaması halinde, bu maçların sonuçsuz (“no-result” ile) tamamlandığı ilan edilir.

tarafından

Kick boks

Kick boks

 

Sol yana doğru tekme

Kick Boks, yumruk, tekme, diz ve sınırlı clinch uygulamalarının biraraya getirilmesiyle oluşturulmuş eklektik bir dövüş sporudur. Egzersiz sistemi olarak uygulanabildiği gibi tam temaslı bir mücadele sporu olarak da uygulanabilmektedir.

Kick Boks aynı zamanda benzeri spor türlerini tanımlamakta kullanılan genel (generic) bir terimdir. Bu ad altındaki stiller:

  • Pradal Serey (Kmer kick boksu) — Muay Thai’nin (Tayland Boksu) öncülü olduğunu varsayanlar bulunmaktadır. Güçlü diz ve dirsek vuruşları vardır.
  • Japon kick boksu – Muay Thai’ye benzemekte fakat farklı bir puanlama sistemine sahiptir.
  • Full Contact (Amerikan boksu) – Vücut koruyucuları kullanılır.
tarafından

Koşu

Koşu

 

2007 yılındaki Brüksel maratonundan bir görünüm

Koşu, koşmak eylemi esas alınarak yapılan bir tür spordur. Koşu, yarış amaçlı yapılabileceği gibi, vücudun dinamizminin sağlanması için tek başına da yapılabilir.

Koşu, basit bir biçimde insanın her iki ayağının da belirli bir periyotla yerden kesilerek vücudunu ileri doğru hareket ettirmesidir. Ayağın birinin devamlı yerle temas halinde olduğu yürüyüşten farklı olarak koşu yapılırken yerçekimine karşı koyularak ayaklar öne doğru ittirilir. Koşunun hızı joggingden depara kadar geniş bir hız aralığında olabilir.

İnsanoğlunun koşu kabiliyetini günümüzden 4.5 milyon yıl önce, muhtemelen hayvanları avlayabilme amacıyla elde ettiği tahmin edilmektedir [1]. Yarış amaçlı koşular, insanoğlunun kültürel faaliyetlerinin oluşmasıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Tarihi bulgulara göre yarış koşuları İrlanda‘da Tailteann Oyunları`nın düzenlendiği M.Ö. 1829 yılına kadar dayanmaktadır. Buna karşın ilk defa M.Ö. 776 yılında Olimpiyat Oyunları‘nda kayıtlara geçmiştir.

tarafından

Kaykay

Kaykay

 

Bir kaykaycı

Kaykay, ekstrem bir spor dalı ve bu amaç için kullanılan spor aleti. Kaykay, 20. yüzyılın ortalarından sonra, ABD‘nin Kaliforniya eyaletinin sahil kentlerinde, rüzgârsız günlerde sörf yapamayan gençler tarafından, tahta bloklara tekerlek takmak suretiyle icat edilmiştir.[1] Sporcu ilerleyen veya durağan durumdaki kaykayın üzerinde dengede durarak çeşitli akrobatik hareketler gerçekleştirir. Başlangıcından bugüne popülaritesi sürekli değişen bu spor dünyanın hemen her köşesinde çok sayıda amatör ve profesyonel sporcu tarafından yapılmaktadır.[2][3]

Kaykay sporu; kaykayı oluşturan parçalar, kendisine özel ayakkabı, kıyafet ve aksesuarların üretimi ve pazarlanması yanı sıra kaykay parkları‘nın kurulması ve işletmesi, yerel ve uluslararası yarışma organizasyonları ile çok büyük bir endüstri, ekonomi ve kültür haline gelmiştir.[4][5][6][7]

Konu başlıkları

Kaykayı oluşturan kısımlar

Tahta/Deck

Ana madde: Kaykay tahtası

Kaykay tahtası kaykayın gövdesini şekillendirir ve ayakta duracak alanı oluşturur. Kaykaycının ayağına daha çok sürtünme oluşturarak ayağının altından kolayca kaymasını önlemek için kendinden yapışkanlı zımpara ile kaplanır.

Çoğu tahta 7 kat çapraz iliştirilmiş Kuzey Amerika maple ağacından yapılmıştır. Zaman zaman tahtanın yapımında fiberglas, bambu, karbon lifi gibi daha egzotik maddeler tahtayı daha sağlamlaştırmak, hafifletmek ve performansını artırmak amacıyla hammaddesine eklenir. Genelde tahtalar 19 ila 20,5 cm genişliktedir.

Tekerlekler

Tekerler, genellikle poliüretandan yapılır ve kayış stillerine göre değişik şekil ve ölçülerde olur. 65–90 mm gibi daha geniş ölçülerde olanlar daha hızlı döner ve güzergahtaki ufak taşlar gibi engeller üzerinde daha rahat hareket ederler. 48–54 mm gibi daha küçük ölçüde olanlar tahtayı yere daha yakın tutar , ivmelenmek için daha az enerjiye ihtiyaç duyar ve daha alçak bir yerçekim merkezi oluştururlar ancak büyük ölçülü olanlar kadar hızlı değildirler.

Bir kaykayın dingil ve tekerleri

Tekerler aynı zamanda durometre adı verilen ölçüm aletiyle ölçülebilen değişik oranda sertliklere sahiptir. Tekerler çok yumuşaktan (yaklaşık 75a) çok serte (yaklaşık 99a) kadar değişirler. Bu ölçekte son nokta 100a’dır ; buna karşın 101a veya daha fazla olarak etiketlenmiş tekerler de vardır. Günümüzde bazı üreticiler bu ölçek yerine daha kullanışlı olan bir sistem ortaya koymuşlar ve tekerleri sertliklerine göre ‘ B ‘ ya da ‘ D ‘ ölçeğine göre sınıflandırmaktadırlar.

Modern streetstyle kaykaycıları kickflip ve ollie gibi hareketleri yapmayı kolaylaştırdığı için daha çok ufak boyda olan tekerleri (genellikle 48–55 mm) tercih ederler. Streetstyle kayanların tercihi aynı zamanda oldukça sert modeller olmalıdır ; çünkü yumuşak ve ufak modeller çok enerji emdiklerinden kaykaycının çok fazla efor harcamasına sebep olurlar.

Vert tarzında ise daha geniş tekerlerin kullanılması daha faydalıdır (genellikle 55–65 mm). Bu tarz yüksek hız gerektirir ve de ufak tekerler hem yüksek hızlara ulaşmayı zorlaştırır hem de rampa üzerinde daha kolay denge kaybına yol açar. Vert tekerleri genellikle çok serttir böylece daha hızla dönebilirler.

Çok az yapılan slalom tarzında ise daha da geniş (60–75 mm) tekerler kullanılır ki böylece olabilecek en yüksek hızlara ulaşılır. Buna rağmen keskin ve fazla dönüşleri kolaylaştırmak için yumuşak ve pürüzlü olmaları gerekir.

Longboarding ve Downhill skateboarding dallarında daha da geniş tekerlekler kullanılır. Ölçüler 65 mm’den 100 mm’ye kadar çıkar. Bu tekerlerin hemen hemen hepsinde sert plastik göbek bulunur ve bu şekilde sert bir poliüretan tekerden daha ince ve hafif bir yapı ortaya çıkar. Çoğunlukla bu tekerleri Kaykay filmi çekenler ve videoya alanlar kullanır ki bu şekilde geniş ve yumuşak tekerlerle hemen hemen her zeminde kolayca ve sarsılmadan hareket edebilirler.

Dingiller

Kaykay dingili

Tahtaya iliştirilmiş olan tahta ile tekerlekleri birbirine bağlayan iki metal (genellikle alüminyum alaşım) dingil vardır. Dingillerin iki kısmı vardır. Üstteki tahtaya vidalanmış olan kısım baseplate olarak adlandırılırken kalan kısmına hanger adı verilir. Baseplate ve hanger arasında ise bushingler, lastik kısımlar ya da grommetler vardır. Bu parçalar mekanizmanın kaykayın dönmesi gerektiğinde işlemesini sağlar. Bushingler dingile dönüş esnasında yastık görevi görür. Bushingler ne kadar sıkı ve sert ise kaykay o kadar stabil kalır. Bushingler ne kadar yumuşak ise, kaykayın sağa sol dönüş yapabilmesi o kadar kolay olur. Kingpin denen bir geniş vida bu parçaları bir arada tutar ve bushinglerin iç kısmı ile tam ölçüde ve uyumludur. Kingpinin somununu sıkılaştırma ve gevşetme sonucunda dingiller kaykayın dönüş kabiliyetinin ayarlanması sağlanır.

Rulmanlar

Ana madde: Rulmanlı yatak

Bir kaykay tekerinin hareket edebilmesi için içinde iki adet rulman bulunmasına ihtiyaç duyar ve bu genellikle ‘ 608 ‘ (8 mm internal bore) ölçüsünde olur. Birçok kaykay rulmanı ABEC ölçeğine göre sınıflandırılır. Yüksek numaralı rulmanların kaykay sporu için daha iyi olduğu hatalı bir bakış açısıdır.[8] Çünkü ABEC ölçeği kaykay için kullanılan rulmanın ne kadar dayanıklı veya ne kadar hızlı olduğunu göstermez. Rulmanlar yere yakın ve dolayısıyla nem ve kirle yakın temasta olduğundan bir süre sonra kirlenir ve içeriğindeki yağ kalınlaşarak pislik bağlar. Bu durum rulmanın dolayısıyla tekerlerin dönüşünü yavaşlatıp ve rulmanlara zarar verdiğinden bakım gerektirir. Bu amaçla rulmanlar zaman zaman çıkartılıp önce kuru bez veya peçeteyle silinmeli, ardından en kolay bulunabilen bir ürün olan kolonya içinde bekletilip en son makine yağı veya gresle yağlanmalıdır.

Rulmanların çalışma şeması

Vidalar ve somunlar

Ana madde: Vida
Screw head types.svg
(a) tenceremsi tepeli, (b) düğme tepeli, (c) yuvarlak tepeli, (d) çatılı, (e) düz tepeli (kaykay için genellikle bu tip kullanılır), (f) oval tepeli

Bu parçalar dingillerin tahtaya bağlanması için kullanılır. Sekiz tane 10-32 ölçüsünde vida ve içinde naylon çevrelenmiş olan somunlardan oluşur. Vidalar alyan anahtarı yahut da yıldız tornavida kullanılarak takılır.

İlk kez birleştirilen bir kaykayda vidalar yerine hemen oturmaz. Bir süre kaydıktan sonra vidalar tekrar sıkılmalıdır. Bu işleme vidaların başı tahtanın içine tamamen oturana kadar devam edilmeli ve bu şekilde dingiller ile tahtanın tam olarak birleşmesi sağlanmalıdır.

Kaykay sporunun alt dalları

Streetstyle (sokak stili)

Streetstyle kayan bir kaykaycı

Bu tarzda sokaktaki kaldırımlar, düz alanlar, basamaklar, engeller, merdiven kenarındaki tutacaklar veya bunlara benzer materyallerin bulunduğu kaykay alanların kullanılır ve bunlarla alakalı hareketler yapılır. Bu tarza en büyük katkıyı ABD’li kaykaycı Rodney Mullen‘ın yaptığı fikri kabul görür. [9] Streetstyle’da zıplama hareketi olan ollie başta olmak üzere hemen hemen tüm temel hareketleri keşfeden kişi o’dur. Dünyada en çok tercih edilen bu tarz özel alanlara ihtiyaç duyulmaması nedeniyle en çok tercih edilen stildir.

Bu tarzın başlangıç tarihi kaykayın tarihi ile aynıdır. Henüz ilk kaykay kullanılmaya başladığında kaykaycılar sokaklarda kayarak ulaşımlarını sağlıyorlardı. Daha sonraları ise daha değişik hareketler keşfedildikçe bunları daha kolay ve gösterişli yapabilecekleri bol kaldırım ve basamakları olan mekânları aramaya koyuldular. En son aşamada ise kendilerinin tasarladıkları kaykay parklarını geliştirdiler. Yapılan bu parklarda sokaklar ve binaların önlerindekine benzeyen yapılar bulunur. Bu yapılar genellikle metal, taş ve ahşap malzemeden üretilirler. 1980‘ lerin başında popülaritesini yaklaşık on yıl boyunca yitiren bu tarz 1990‘larda yine eski haline dönmüştür.

Bu tarzın en büyük dezavantajı ise özellikle bu konuda özel yerel kanunların varolduğu Birleşik Devletler’de kaykaycıların sık sık umuma açık yerlerde kaydıklarında polis tarafından alıkonmaları hatta tutuklanmalarıdır.

Benzer uygulamalara bu sporu yapan kesimin sayıca çok olduğu diğer ülkelerde de rastlanır.[10][11]

Vertstyle (eğim stili)

Vertstyle kayan bir kaykaycı

1970‘lerde ortaya çıkan bu tarzda rampalar mevcuttur. Önceleri sadece sokak tarzı kayan kaykaycılar bir süre sonra çanak şeklindeki havuzlarda kaymaya başladılar daha sonra ise daha kullanışlı olan rampalar yapmaya başladılar. Bu şekilde eğim tarzı da ortay çıkmış oldu.

Değişik şekillerde rampalar olsa da en çok bilinen ve gösterişli olanı yarım tam boru şekline çok yakın olan halfpipelardır. Çok büyük coğunlukla ahşap materyalden yapılan bu rampada 90 derece açı ile rampaya kaykaycı kendini bırakır ve bir karşı tarafa bir ilk başlanan tarafa doğru kayarak değişik hareketler yapar. Bu tarzda kullanılan rampalar sadece halfpipe’lardan ibaret değildir. Diğer en çok kullanılan rampaların başında çeyrek boru şeklindeki halfpipe’tan daha az eğimli ve daha alçak olan quarterpipelar gelir.

Rampalarda kaymak için güvenlik açısından bir takım ek tedbirler alınması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Özellikle kişi kendi ekseni etrafında 360 derecelik bir küre oluşturan sınırlar dahilinde dönerek hareketleri gerçekleştirdiğinden olası ters, sert ve yüksekten düşme olasılığına karşı bazı koruyucu materyyaller vücuda takılır. Bunlar genel olarak kask, bileklik, dizlik ve dirsekliklerdir.[12]

Bu tarzdaki hareketler sokak tarzına göre biraz daha farklıdır. Benzer hareketler rampanın bir ucundan yükselerek daha yüksekte yapılır ve hareketin önüne aerial ifadesi getirilir. Ayrıca bu stilde hareketlerde bolca tahtadan tutma yani grab hareketleri mevcuttur.

Freestyle kayan bir kaykaycı

Genellikle birbirine yakın ve standart boyutlarda yapılan half-pipe’ların yanı sıra Danny Way tarafından projelendirilerek özel olarak imal edilmiş olan Süper Mega Ramp diye adlandırılan modeller de mevcuttur. Danny Way bu rampalarda pek çok yüksek ve uzun atlama rekorlarına sahiptir.[13] Bu tarzda dünyanın en iyilerinden biri olarak Tony Hawk kabul edilir.[14]

Freestyle (serbest stil)

En eski kaykay alt dalı olan bu tarz 1960′lardan 1990′ların başına kadar oldukça popüler olmuştur.[15] 1980′lerde ollie ve ollie bazlı diğer hareketlerin ortaya çıkmasıyla yavaş yavaş eski popülaritesini yitirmiştir. Bu stil sokak tarzına benzer ancak yapılan hareketler bilinen hareketlerden çok kaykaycının kendi tarzı ile ürettiği ve bilinen kural ve hareketlerin dışındakilerdir. İyi bir freestyle performans çıkarmanın anahtarları sergilenen hareketlerde; çeşitlilik, zorluk, akıcılık ve yaratıcılık’tır.

Bu tarz özellikle günümüzde eskisine nazaran eğim ve sokak tarzına göre daha az tercih edilir.[16] Bunun sebebi olarak gerçek bir yaratıcılığa ihtiyacı olması ve kaykaycının sosyal kaygılarla daha çok yapılan diğer tarzları tercih etmesi olarak gösterilebilir.

Bu stilde Rodney Mullenın dünyanın en iyilerinden birisi olduğu kabul edilir.[17]

Downhill (yokuş aşağı)

Bu stil streetstyle tarzına diğerlerine göre daha yakındır. Bu tarzda herhangi bir kaykay hareketi yapma kaygısı olmadan daha geniş tekerler kullanarak eğimli ve uzun bir güzergahta ve yokuş aşağı olarak yarışılır veya sadece kayma amaçlı bir aktivite olarak kalır. Kaykayla en yüksek hızlara bu tarz ile ulaşılabilir.[18] Günümüzde artık teknik becerilerin ön plana çıktığı bir anlayış kaykay sporuna hakim olduğundan eskisine göre daha az yapılmaktadır ancak bu tarza özel dingil ve tahtalar geliştirilmiş olup güvenlik ve sürat artış göstermiştir.

Longboard ile downhill tarzında kayan bir kaykaycı

Kaykay hareketleri

Ana madde: Kaykay hareketi

Bir kaykaycı kaykayıyla havada

Kaykay hareketleri kaykay ile sporcunun kombine halde yaptığı bazı numaralardır. Bu hareketlerin zorluk derecesinin bir genelleme ölçütü yoktur. Kimi sporcular diğerlerine zor gelen hareketleri kolaylıkla yapabilirken; diğerlerine kolay gelen hareketlerde zorlanabilirler.

Kaykay hareketleri özellikle 1976 yılında basitçe zıplama hareketi olan ollienin keşfinden sonra hızla gelişmiş ve değişik numaralar ortaya çıkmıştır. Ollie birçok hareketin temelini teşkil eder.

Kaykay hareketlerinin isimlendirilmesinde temel hareketin yanında kaykaycının hangi ayağı önde olarak kaydığı ve hareketi öne doğru yoksa geri geri mi yaptığı önemlidir. Kaykaycı sağ ayağı önde kayıyor ise sağa dönüşlü hareketlerin başına frontside sola dönüşlü hareketlerin başına backside terimi gelir. Eğer hareketi geri geri giderken yapıyorsa başına ayrıca fakie terimi eklenir. Kaykaycı normalde öne koyduğu ayağını arka tarafa koyup hareketleri tamamlıyorsa bu durumda da hareketin önüne switch stance terimi koyulur.

Hareketlerin fiziksel ve bazı teknik terimleri olsa da bazen de ilk yapan kişilerin adıyla anılırlar. Örneğin Cabellerial hareketi ilk kez Steve Cabellero tarafından yapılmıştır.

Bu kuralların dışında da hareket isimleri vardır. Herhangi bir sınıflandırmaya sokulması zor olan bazı hareketlere de madonna, impossible, Ho-Ho plant, shove it gibi isimler de verilmiştir.

Yüzlerce sayıda olan kaykay hareketleri genel olarak şu şekilde sınıflandırlabilir:

Aerial hareketler

Bu tür hareketlerde sporcu kaykayıyla havada kaykayını eli veya ayağıyla kavrayarak süzülür. Havada süzülürken el veya ayak her daim kaykay tahtası ile temas halindedir. Havuz veya rampalarda ollie yapmadan havalanma hareketleri ve ollienin tüm varyasyonları bu sınıfta ele alınabilir. Örneğin zıplayıp havada sağ ayak önde kayılıyor ise sağa doğru 180 derece dönülerek tam ters pozisyonda (fakie) olarak yere inilerek devam ediliyorsa bu hareketin ismi 180 frontside ollie olur ve bu bir aerial harekettir.

Serbest stil hareket yapan bir kaykaycı

Serbest stil hareketler

Bu tür hareketlerde sporcu tamamen özgürdür. Kaykayının dört tekeri ,iki tekeri ve hatta bazen tek tekeri üzerinde olmak üzere çeşitli numaraları seri biçimde sergiler. Ayrıca kaykayının kenarında, kuyruğunda, burun kısmında veya kaykayına tam ters olarak binerek de çeşitli hareketleri ortaya çıkarır. Bazen kaykaycı bu stilde elleri üzerinde amuda kalkmış bir halde kayarken bile görülebilir. Bu hareketlerin özel isimleri genellikle yoktur.

Flip hareketleri

Flip hareketlerinde kaykay kendi kısa çapı etrafında (oklavanın yuvarlanması gibi) 360 derece dönmelidir. Elbette bu durumun fiziksel olarak mümkün olması için hareketin havada yapılması gerekir. Buradan da anlaşıldığı üzere tüm flip hareketleri aslında aerial da sayılabilir. En basit flip hareket örnekleri burun kısmına ayağın ucu ile vurularak gerçekleştirilen kickflip ve burun kısmının tam çapraz kısmına topuk ile vurularak yapılan heelflip‘tir. Diğer örnekler arasında 360 flip, hardflip ve tüm bu hareketlerin ters ayakla ,fakie ve çeşitli derecelerde frontside ve backside yapılanları gösterilebilir.

Boardslide yapan bir kaykaycı

Slide hareketleri

Slide yani başka bir deyişle kaydırma hareketlerinde kaykaycı hareketleri kaykayının üstünde olmak üzere kaykayı tekerlekleri üzerinde değil ancak tahtanın altı, burun kısmı veya kuyruk kısmını kaldırım ya da merdiven kenarı tutacakları gibi materyallerde kaydırmak suretiyle yapar. Eğer kaykayın altı üzerinde materyale 90 derece açı ile kayılıyorsa buna boardslide denir. Burun kısmının kaydırıldığı harekete noseslide kuyruk kısmı kaydırıldığında ise tailslide denir.

Grind hareketleri

Grind hareketlerinde olayın esası kaykayın dingillerini hareketin yapıldığı duvar, kaldırım veya boru gibi materyallerle temas etmesidir. Kaykaycı hareketi dingiller üzerinde kayarak tamamlar. Örnek olarak özel bir boru üzerinde her iki dingil üzerinde sürtünerek hareket tamalanırsa bu harekete 50-50 Grind denir. Eğer sadece arka dingiller üzerinde sürtünerek hareket tamalanırsa hareketin adı 5-0 grind olur. Ön dingil ve burnun bir kısmının sürtünerek tamamlandığı hareket ise Crooked grind olarak adlandırılır.

Dünyada kaykay sporu

Çek Cumhuriyeti‘nde bir kaykay parkı

Hemen tüm dünyada gençlerin yaptığı bu spor özellikle ABD de çıkış yeri olmasının da etkisiyle çok yaygındır ve yaklaşık 7 milyon kişi tarafından yapıldığı var sayılmaktadır.[19] Bu yoğun ilgiye bağlı olarak yüzlerce ilgili markanın yanında binlerce mağaza ve kaykay parkı mevcuttur. Bunun dışında özellikle ülkelerin ekonomik koşullarının etkisiyle daha çok Avrupa ülkelerinde bu spor yaygınlanmış olsa da dünyanın hemen her ülkesinde bu spora ilgi vardır.

Brezilyadaki kaykay sporuna olan sevgi ise ekonomik zorlukları bir şekilde bertaraf eden gençlerin futboldan sonra en yaygın olarak yaptığı spor olarak kaykayı benimsemesine yol açmıştır.[20]

Uzakdoğu‘da kaykayın en çok yapıldığı ülkelerin başında gelen Japonya‘da ise kaykaycılar polislerin kaba tavırları ve kaykaylarını açıklama olmaksızın kırmaları, sık sık karşılarına çıkan burada kayılmaz levhaları ve kaykay parklarının yanlızca büyük şehirlerde olmasından şikayetçidirler. Japonya ayrıca kendi kaykay markalarına sahip A.B.D. dışındaki Kanada, Almanya gibi ender ülkelerden birisidir. [21]

Okyanusya ülkelerinden Avustralya da kaykay sporunun oldukça geliştiği ve sevildiği yerlerden birisidir. 2002 Dünya Kupasının da düzenlendiği ülkede çok sayıda kaykay parkı mevcuttur.[22]

Afrika kıtasında da bu sporun kalbi Güney Afrika Cumhuriyetinde atmaktadır. Halen sörf sporunun gerisinde kalmış olsa da hızla yaygınlaşmakta ve gelişmektedir.[23]

Türkiye‘de ise kaykay sporu fazla yaygın değildir. Ancak İstanbul, Ankara, İzmit, İzmir ve Gaziantep gibi bazı büyük şehirlerde daha çok yapılmakta ve buralarda kaykay parkları da bulunmaktadır.

Rusya‘da da soğuk iklim şartlarına rağmen kaykay sporu yıllardır özellikle Moskova ve St. Petersburg şehirlerinde yapılmaktadır. Sadece bu şehirlerle sınırlı kalmayıp tüm ülkeye de yayılan bu spora olan sevgi geçmişte Kaliningrad gibi küçük şehirlerde malzeme bulamadıkları zaman mobilya parçalarını kaykaya çeviren grupların ortaya çıkmasını sağlamıştır.[24]

Almanya‘da kaykay sporu oldukça yaygındır ve hemen hemen Birleşik Devletler‘le eş zamanlı bir geçmişe sahiptir. Stuttgart kentinde bu sporla ilgili bir müze de mevcuttur.[25][26]

Crooked grind yapan bir kaykaycı

Hollanda‘da kaykay sporu birçok genç tarafından sevilerek yapılmaktadır. Bu sporculardan bir çoğu profesyonel firmalar tarafından sponsorluk şansı elde etmiştir. Sporun bu ülkedeki popülaritesi 2007 Vans Dünya Kaykay Şampiyonası’nın Rotterdam şehrinde yapılması ve organizasyonda binlerce sporseverin bir araya gelmesi ile bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır.[27][28]

İsveç‘de kaykayın başkenti Stokholm sayılır. İklimin etkisi ile kaykaycılar açık havada kayacak uygun mekân bulmakta çok zorlanırlar. Şehir genellikle kaymak için çok uygun olmayan asfalt zeminle kaplıdır. Uygun olan mermer veya buna benzer alanlar ise hemen hemen tüm sene kar, yağmur, dökülmüş yapraklar veya bunların karışımı ile kaplıdır. Ancak bu ülkedeki kaykay sevgisi ile her şeye rağmen onlarca profesyonel kaykaycı yetişmiş, kapalı alanlar inşa edilmiş ve profesyonel kaykaycıların ABD den gelip ders verdiği kamplar açılmıştır.[29] Venezuela‘da ise kaykay sporu zor şartlarda yapılmaktadır. Uluslararası kimi profesyonel kaykaycılar ülkenin başkentinde dahi yasal kaykay parklarında bir organizasyona katılmak istediklerinde polis tarafından park sahibinden rüşvet istenebilmektedir. Yine de bu spor Venezuela’da da yaşamaktadır.[30]

ABD ile sınırların sürekli açık olduğu ve birçok özelliği bu ülkeye çok benzeyen Kanada‘da kaykay sevgisi komşusundan aşağı kalmaz. Öyle ki Kanadalı kaykaycılar hemen hemen tüm ülkenin kaldırım ve alçak duvarlarını slide ve grind hareketleri için kullanıp bu yapılara zarar verdiklerinden dolayı yerel yetkililer çareyi Birleşik Devletler’de merdiven yanındaki tutacaklara yapıldığı gibi bu yapılara hareket yapılmasını önleyen ince şerit bloklar koymakta bulmuşlardır.

Afrika’nın kuzeyindeki Mısır‘da kaykay sporuna ilgi azdır ve genellikle yabancı çocukların yaptığı ilginç bir atraksiyon olarak görülür. Ancak son zamanlarda bu spor İskenderiyeli Omar ve Cherif Harrawi kardeşlerin yoğun çabaları ve açtıkları online mağaza ile Mısırlı gençlerin malzeme teminini çok kolay ve ucuzlaştırmış olmaları sonucu ülkede hiç olmadığı kadar popüler olmaya başlamıştır. Kahiredeki yerel kaykaycılar genellikle 988 yılında kurulmuş olan tarihi El-Azhar Üniversitesindeki yabancı gençleri de aralarına katarak bu çöl ülkesinde akşam üstlerinin keyfini çıkartmaktadırlar.[31]

Kaykay parkları

Ana madde: Kaykay parkı

Davis, Kaliforniya’da bir skatepark

Kaykay parkları kaykaycılar için yapılmış serbestçe kaymaları, tekniklerini geliştirmeleri ve eğlenmeleri amacıyla kurulmuş parklardır.

Bu parklar resmi ve özel kuruluşlar yanında özel şahıslar tarafından yaptırılmış olabilir. Özel parkların bir kısmı ücretli olabilir. Bu durumda genellikle promosyon amaçlı abonelik seçeneği daha fazla sporcuyu alana çekmek için sık sık kullanılır.

Kaykay parklarında çeşitli rampalar ve sokakta kayarken kaykaycıların karşısına çıkan kaldırım, duvar, basamak, handrail gibi materyallerin simülasyonları ve hatta bu materyallerin birleştirilmesi ile ortaya çıkmış funbox gibi yapılar bulunur.

Kaykay parkları ailelerin çocuklarını daha rahat bir şekilde bu sporu yapmak üzere yollamalarına da katkı sağladığından oldukça önemlidir. Özellikle sporun çok yapıldığı bölgelerde aileler için bekleme ve izleme yerleri, kafeteryaları, mağazası ve çeşitli imkânları olan parklar mevcuttur.

Parklar açık ve kapalı olabilir. Kapalı olanlar özellikle soğuk kuzey ülkeleri ve Kuzey Amerikanın kuzey kesimlerinde ve oldukça sıcak olan ülke ve bölgelerde iklimin dezavantajlarını bertaraf etmek amacıyla tercih edilir.

Kaykay dergileri

Dünya çapında dağıtımı yapılan ve ABD‘ de yayınlanan en önde gelen Kaykay dergileri Transworld Skateboarding ve Thrasher dergileridir. Aylık çıkan bu dergilerde mekânların tanıtımı, profesyonel ve amatör kaykaycılara ait bölümler, kaykay mağaza ve parklarının iletişim bilgileri ve birçok ürün tanıtımı bulunur. Transworld Skateboarding dergisi ayrıca her sene başında özel resim sayısı yayınlamakta iken Thrasher dergisi uzun yıllardır okuyucularının oyları ile yılın kaykaycısını da seçmektedir. Yayıncıları ticari olarak sadece derginin basım ve pazarlamasıyla sınırlı kalmamış aynı zamanda hemen her yıl birkaç tane çekilen kaykay videolarını ve daha çok kıyafet olmak üzere kendi tasarladıkları ürünlerini de pazarlamaktadırlar. Her iki dergi de abonelik sistemine çok önem vermekte ve bunu özendirmek için abone fiyatlarını normal kapak fiyatının yaklaşık dörte birine göre ayarlamaktadır.[32] Ayrıca tüm dünyadaki kaykaycıların aynı sayıya eş zamanlı olarak ulaşmalarını sağlamak maksadıyla Birleşik Devletler dışına postalanacak olan dergiler en az bir ay öncesinden basılmakta ve önceden gönderilmeye başlanılmaktadır. ABD’ de ayrıca Skateboard Mag , Slap ve The Skateboard Mag adlı kaykay dergileri de yayınlanmaktadır.

Türkiye’de kaykay sporuna içeriğinde yer veren ilk dergi yayın hayatına 2006 sonlarında başlayan Boardrider isimli dergidir. Henüz yurt çapında dağıtım sorunlarını tam olarak çözememiş ancak bu yolda çok hızla ilerleyen bu dergide kaykayla ilgili bölümlerde; Türkiyedeki yarışmalar, firmaların Türkiye turları, hareket ipuçları ve kaykay tarihi ile ilgili makaleler ile yerli ve yabancı kaykaycılarla ropörtajlar yayınlanmaktadır.

Almanya’nın en önde gelen kaykay dergisi Monster Skateboard Magazine’dir. Dergide haberler, kaykaycı profilleri, yarışmalar, mekânlar, organizasyon tarihleri, yeni başlayanlar için özel bölüm dışında müzikle ilgili bölüm de mevcuttur.

Değişik bilgiler

Charlie Grubu 1inci Batarya 5inci Denizci Bölüğünden bir asker Urban Warrior ’99 tatbikatında kaykayını taşıyor

  • Norveç’te kaykayın yasaklanması:

1978-1989 yılları arasında Norveç kaykayı yasaklamış ve bu şekilde kaykaya yasak koyan tek ülke olarak tarihe geçmiştir. Yasağın sebebi çok sayıda kaykaycının kendini yaralaması idi. Kaykaycılar ise bu periyodu ormanın içinde gizli yerlerde rampalar kurarak ve oralarda kayarak geçirdiler.[33]

  • ABD’de ordu tarafından kullanımı:

ABD Deniz Kuvvetleri özel timleri 90′lı yılların sonunda bina içi operasyonlarda kaykayın özellikle bina içerisinde manevralar yaparak keskin nişancı olup olmadığının tespiti konusunda yararlı olabileceğini düşünerek bir dönem denemeye almış ve tatbikatlarda kullanmıştır.[34]

  • Çin Seddi üzerinden atlayış:

ABDli kaykaycı Danny Way 9 Temmuz 2005 tarihinde Çin seddi üzerinden kaykayla bir atlayış yaparak ilginç bir başarıya imza atmıştır. Bu duvar üzerinden motorsuz bir araçla yapılan ilk başarılı atlayış olmuştur. Ayrıca bu atlayış için kurulan özel rampa dünya üzerinde kurulmuş en büyük kaykay sporuyla ilgili yapıdır.[35][36]

  • Dünya Go skateboarding günü:

Tüm dünyada her yıl 21 haziran günü Go skateboarding günü olarak adlandırılmakta ve bu özel günde değişik etkinlikler düzenlenmektedir.Bu etkinliklerin en önemli ve anlamlı tarafı ise topluca kaykay parklarında buluşma, yarışmalar düzenleme gibi aktivitelerin yanında genç yaşlı yüzlerce kaykaycının o gün hep birlikte sokak ve caddelerde gelişigüzel kaymalarıdır.[37]

  • Dünyada kaykaycı istatistikleri:

American Sports Data kuruluşunun 2002 raporuna göre dünya çapında 12.5 milyon kaykaycı vardır . Bunların yüzde sekseni 18 yaş altında ve yüzde yetmişdörtü erkektir.[38]

  • Kaykayla en yüksek sürat rekoru:

Carlsbad, Kaliforniya‘dan Gary Hardwick 26 Eylül 1998‘de Fountain Hills, Arizona‘da yapılan bir yarış esnasında aerodinamik bir elbise ve kask giyerek 63 mil / saat’lik (yaklaşık 100 km) bir hıza ulaşarak kaykay dünyası için tarihi bir rekora imza atmıştır.[39]

  • Dünyanın en büyük kaykayı:

Dünyanın bu en büyük kaykayı 3,5 metre uzunluğunda ve 220 kg ağırlığındadır. Otomobil lastikleri üzerinde ilerler ve 11 kişiyi rahatlıkla taşıyabilir.[40]

  • Güvenlik:

Ekim 2002′de ABD yapılan araştırmalara göre kaykay sporu basketbol sporuna göre daha güvenlidir. Araştırma sonuçlandığında yaralanma oranlarının kaykay için % 0,89 iken basketbol için % 2,12 olduğu ortaya çıkmıştır.

  • Olimpiyatlarda kaykay:

Kaykay sporunun 2012 Londra Olimpiyatları‘na dahil edilmesi planlanmaktadır. Ancak profesyonel ve amatör kaykaycıların çoğu bu duruma karşı tavır sergilemektedir. Eğer bu durum gerçekleşirse kaykay olimpiyatlarda bisiklet’in yerini alacaktır.[41][42] [43]

Kaykay sporu yaparken dikkat edilmesi gereken hususlar

Idaho eyaletinde kaykay kaymanın yasak olduğunu gösteren bir levha

Olası kaza ve sakatlıklardan kaçınmak için alıncak güvenlik tedbirleri

  • Trafiğin tehlikeli ve yoğun olduğu yollarda kaymamaya özen gösterilmelidir.
  • Özellikle rampada kayarken dizlik, dirseklik ve kask takılmalıdır.
  • Yapılacak hareketlerin seçiminde kabiliyet ve tecrübe durumu göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Rampada aynı anda birden çok kişi kaymamalıdır.
  • Uygun kıyafet ve ayakkabı seçilmelidir.
  • Yokuş aşağı kontrolsüzce ve hızla kayılmamalıdır.

Olası sürprizlere karşı alınacak tedbirler

  • Her zaman rulman parçalanması sorununa karşı en az iki adet yedek rulman bulundurulmalı.
  • Kırılma olasılığına karşı yedek bir kingpin bulundurulmalı.
  • Kaykay uzak bir mesafede bırakılmamalı.

Diğer öneriler

  • Başkalarının rahatsız olabileceği ve kalabalık ortamlarda kayılmamalı.
  • Mutlaka uygun tornavida ve anahtarlar bulundurulmalı.
  • Olası taciz ve uzaklaştırma girişimleri karşısında sakin olup o bölgeden uzaklaşmak tercih edilmeli.

Sinemada kaykay

Kaykay’ın özellikle gençler arasındaki popülaritesi sinema dünyasını da harekete geçirmiş, kaykay sporunun ortaya çıkışını takiben yüzlerce kaykay filmi yapılmıştır. Bu filmlerin büyük kısmı kaykay firmalarının reklam amaçlı yaptığı filmlerdir. Bu filmlerde firmanın sponsorluğunu yaptığı profesyonel kaykaycılar firmanın malzemelerini kullanarak hünerlerini sergilerler.

Bu filmlerin yanında kaykay sporu onlarca klasik filme de konu olmuştur. Bu filmlerin bir kısmı kaykayın doğuş hikâyesini ve bir yaşam tarzı olmasını konu ederken bir kısmı da kaykay ana teması ile seyirciyi; macera, aşk ve tutku dolu bir dünyaya götürmüştür. Özellikle Thrasin’ filmi gösterildiği zamanlarda dünya çapında çok sayıda gencin bu spora başlamasına neden olmuştur.

Atlanta Georgia‘da kapalı bir E.S.P.N. kaykay parkı

tarafından

kayak

Kayak

 

Ski.jpg

Kayak, insanların kar üzerinde batmadan kayarak ilerlemesine yarayan araç ve bu araç kullanılarak yapılan bir spor dalı.

Konu başlıkları

Tarihçe

Kayağın ilk çıkış şekli, insanların karda batmamak için çeşitli ağaçlardan çeşitli şekilde parçalar yapması olarak düşünülünür. Tarihçesi 5000 yıl öncesine ait ilk kayaklar, dişbudak, betula ve çam ağaçlarından yapılmış olup, bunların kayganlığını artırmak için çam ağacından yapılanların tabanları katranla, betuladan yapılan kayaklarda deriyle kaplanmıştır. Kayağın ilk ortaya çıktığı ve kullanıldığı bölgeler; Sibirya, Moğolistan ve Altaylar‘dır. Daha sonra kullanım bölgeleri, Kuzey Amerika, Balkanlar, Anadolu ve Kuzeybatı yönünde İskandinavya ile İzlanda‘ya doğru yayılmıştır. 1921 yılında İsveç‘te bulunan çam ağacından yapılmış ilkel kayağın (Hoting Ski) 4500 yaşında olduğu saptanmıştır. İlk defa bir ulaşım aracı olarak Norveç, İsveç, Finlandiya ve bazı Doğu Avrupa ülkelerinde kullanılan kayak, 15. yy.dan itibaren İsveç, Norveç, Polonya, ve Rusya tarafından askeri amaçlarla kullanılmaya başlanmıştır. Zaman içinde gelişerek bir spor aracı olarak benimsenmesi sonucunda, 1866‘da Cristina’da ilk kez kayak yarışmaları düzenlenmiş, bu karşılaşmaya gösterilen büyük ilgi üzerine, 1879‘da Oslo‘da daha büyük bir organizasyon gerçekleştirilerek kayakla atlama yarışmaları yapılmıştır. 1880′li yıllarda Norveç’li Fridtjof Nansen‘in 6 kişilik ekibiyle Grönland’ın kuzey ucunu kayakla geçip, daha sonra “Grönland’da Kayakla Gezi” kitabını yayımlaması, kayağa gösterilen ilginin daha da artmasına neden oldu. 1896 da Mathias Zdarsky, Alp disiplininin temellerini oluşturan yeni teknikler bularak kayakta büyük bir devrim gerçekleştirmiştir. Dünyadaki ilk kayak kulübü 1877′de, Fridtjof Nansen’in girişimleriyle Norveç’te “Ski Club de Cristina” adıyla kurulmuş, bunu 1890′da Almanya, 1894′te Avusturya, 1901′de Fransa ve 1903′te İngiltere‘de kurulan kayak kulüpleri izlemiştir. 1924′te merkezi Bern’de olan Uluslararası Kayak Federasyonu (Federation International de Ski) FIS’in kurulmasıyla birlikte kayak, aynı yıl kış olimpiyatları programına dahil edilmiştir. FIS’in ilk kez 1925′te düzenlediği “Kuzey Disiplini” ile 1931′de düzenlediği “Alp Disiplini” yarışları günümüzde her iki yılda bir, ayrı yerlerde ve birbirinden bağımsız olarak yapılmaktadır.

Türkiye ve Kayak Tarihi

Kayıtlara göre eski Türklerde “Çana” olarak bilinen kayak M.Ö. 4000 yıllarında Baykal Gölü çevresinde, karda yürüme aracı olarak kullanılmıştır. Göçlerle İskandinav ülkelerine ulaşan kayak, Avrupa’da 18. yüzyıldan sonra yaygınlaşmaya başlamıştır. Yurdumuzda ilk kez 1914 yılında, Haliç’te bir marangoz atölyesinde yapılan çok sayıda kayak hayvan sırtında Erzurum’a taşınmış ve Kafkas cephesinde kayakçı er yetiştirmek üzere Erzurum’da açılan kurslarda 30 kayakçı yetiştirilmiştir. 1 Ocak 1933 yılında Galatasaray Lisesi‘nden bir grup öğretmen ilk kez Uludağ’da kayak yaparak bu sporun Türkiye’de öncülüğünü yapmışlardır.

1933-1934 yılları arasında Bursa, Ankara ve Erzurum Halkevleri ile Muhafız Alayı kayak sporu ile özellikle ilgilenmişlerdir. 1934 yılından sonra karlı bölgelerdeki Halkevleri aracılığıyla kayak sporu yurt düzeyinde yayılmaya başlamıştır. 1939 yılında Dağcılık ve Kış Sporları Federasyonu kurulmuştur. Türkiye Kayak Federasyonu ise aslında 1935 yılında kayak federasyonu olarak değil de, “Dağcılık ve Binicilik Federasyonu” olarak kurulmuştur. Bu 1935′ten 1938 senesine kadar birlikte yürümüştür. Yalnız 1936 senesinde Kış Olimpiyatları yapılacağı sebebiyle, Olimpiyatlar’ın iki ay öncesinden Federasyonun adı “Dağcılık ve Kış Sporları” olarak değiştirilip Kış Olimpiyatları’na katılım sağlanmıştır. Yurtta dağcılık, kayak ve kış sporlarını yaymak ve yaşatmak amacıyla 1944 yilinda Asım Kurt‘un kuruculugunda bulundugu Ankara Dağcılık Kayak ve Kış Sporları İhtisas Kulübü Derneği kurulmuştur.[1] Türkiye’de uluslar arası kurallara uygun ilk kayak yarışması yine 1944‘te Asım Kurt‘un çabalarıyla gerçekleştirilmiştir. Türk kayakçıları 1948 Saint Moritz, 1952 Oslo, 1956 Cortina d’Ampezzo, 1960 Squaw Valley, 1964 Inssbruck Olimpiyatları‘na katılmalarına rağmen başarılı olamamışlardır. 1968 Balkan Kayak Şampiyonası‘nda Burhan Alankuş 8. liği elde ederek, o güne kadar uluslar arası alanda alınmış olan derecelerin en iyisini yapmıştır. 1970 yılında Uludağ’da yapılan Balkan Şampiyonası’nda, Kuzey Disiplini Gençler Kategorisi’nde Sarıkamış Bölgesi’nden Rıdvan Özbek, Balkan Şampiyonu oldu. 1975 yılında yapılan Balkan Kayak Şampiyonası’nda ise Genç ve Büyük Erkekler Kategorilerinde takımlarımız Balkan 3.sü oldular. 1981 Balkan şampiyonası’nda Türk Takımı (Gençler) 4×10 km bayrak yarışında bronz madalya kazandı. Ülkemizde kayağın gelişebilmesi için Kayak Federasyonu tarafından her yıl kayak antrenörlüğü ve öğretmenliği kursları, minikler için kayak kampları açılmaktadır. Ülkemizde kayak sporunun geliştirilebilmesi için kayak yapılan illerde her yıl sömestr tatillerinde Gençlik ve Spor İl Müdürlükleri tarafından 7-15 yaş gruplarını kapsayan kayak kursları düzenlenmektedir. Ayrıca Türkiye’nin gösteri amaçlı en büyük kış sporları organizasyonu “Karadam Kayak Yarışları1983 yılından beri Uludağ’da yapılmaktadır.

tarafından

Hentbol

Hentbol

 

Bazı içeriklerin kaynağı belirtilmemiş
Handball 07.jpg

Resmi karşılaşmalarda kullanılan bir hentbol topu

Hentbol, altısı saha içinde, biri kalede olmak üzere yedi oyuncuyla oynanan bir takım sporudur. Oyun süresi 30′ar dakikalık iki devreden oluşur. İlk yıllarında futbol stadyumlarında 11 kişilik takımlar halinde çim üzerinde oynanan hentbol, 1950′lerden sonra yaygın bir salon sporu haline dönüşmüştür.

Defanstaki takım, hücum eden takımı ceza sahasının önünde kalelerine yaklaştırmamaya çalışır. D şeklindeki 6 m uzaklıktaki ceza sahasına kaleci dışındaki oyuncuların girmesi yasaktır. Savunma sırasında, defans oyuncuları belirli ölçüde rakip oyunculara temasta bulunabilirler. Aşırı faullü temaslarda oyuncu iki dakikalık oyundan çıkma cezası ile cezalandırılır ve ceza alan oyuncunun yerine oyuncu giremez. Cezası biten oyuncu yerine başka oyuncu girebilir. Hentbol sahası 40 metre uzunluğunda ve 20 m genişliğinde dikdörtgen bir alandır. Kaleye 9 m uzaklıkta kesik çizgilerle belirlenmiş ceza sahasında yapılan fauller penaltı olarak nitelendirilir. Penaltı atışları kalenin tam 7 m karşısından yapılır. Bu atışlara 7 m atışı da denir. Her takım sahaya 10′u saha oyuncusu, 2′si kaleci olmak üzere 12 oyuncu ile çıkar. Maç başlarken oyun alanı içinde, bir takımdan 6′ sı oyuncu, biri kaleci olmak üzere toplam 7 oyuncu bulunur. Kenarda 5 yedek oyuncu oturur. Oyun süresi içerisinde çizgi ile belirlenen bölümde, kendi aralarında her an istedikleri kadar oyuncu değiştirilebilirler. Oyunda amaç, rakip kaleye gol atmaktır. Eğer bir oyuncu kurallar içinde topu rakip kaleye atar ve sokabilirse bu “gol” olarak kabul edilir. Takımlar, birbirlerinin kalelerine topu atıp gole çevirmeye çalışırken, gol olmaması için de savunma ile kendi kalelerini korurlar. Hentbolda oyuncular topu elle tutabilir, yumruklayabilir ya da atabilir. Topa vücudun dizden aşağı herhangi bir bölümüyle dokunmak yasaktır. Sadece kaleci kalesini vücudunun tümüyle koruyabilir. Oyuncu, topu elinde en fazla 3 saniye tutabilir ve topla sadece 3 adım atabilir. İki devre sonunda en çok gol kaydeden takım galip gelir. Gol sayıları eşitse karşılaşma beraberlikle son bulur. Galibiyette 2 puan, beraberlikte 1 puan alınırken, yenilgide puan alınmaz.

Oyun basketboldaki gibi hava atışı ile başlar ve top çelindikten sonra tutan oyuncunun hava atışı yapılan yere 3 metre uzaklıkta olması zorunluluğu vardır. Topun çevresi bayanlar müsabakalarında 54-56 iken erkeklerde 58-60 cm.dir. Topun ağırlığı erkeklerde 425 ile 475 gr bayanlarda ise 325 ile 400 gramı geçmemesi gerekir. Oyuncular topu sürerken iki kez tutabilirler ancak tuttuktan sonra üç saniye içinde ellerinden çıkarmak zorundalar ve topla en fazla üç adım atabilirler. Oyun iki hakemle yönetilir. Günümüzde oynanan modern hentbolun temelleri 1920′lerde Almanya, Danimarka ve İsveç’te oynanan el topuna dayanır. 1936 ve 1952 Olimpiyatlarında gösteri amacıyla yer alan hentbol, 1972 Olimpiyatlarında resmî olarak yer almıştır.

Günümüzde hentbol özellikle Avrupa kıtasında büyük ilgi çekmektedir. İspanya’da ASOBAL Liga, Almanya’da Handball Bundesliga, İsveç’te Handbol ElitSerien, Danimarka’da TDC Ligaen sporun en üst düzeyde oynandığı yerel ligler olarak nitelendirilmektedir.

Türkiye’de hentbol, ilk defa 1927 yılında İstanbul’da oynanmıştır. 1942 yılında İstanbul’da bölge turnuvaları düzenlenmeye başlanmıştır. Türkiye çapında ilk ulusal turnuva 1945 yılında düzenlenmiştir. Toplam 4 takımın katıldığı bu turnuvayı Kara Harp Okulu takımı kazanmıştır. Türkiye’de hentbol federasyonu 1976 yılında kurulmuş, Deplasmanlı Hentbol Ligi ise 1982-83 sezonunda 12 takımın katılımıyla oluşturulmuştur. Kadınlarda ise Türkiye Ligi, 1986-87′de başlamıştır.

tarafından

Güreş

Güreş

 

Güreş
Pankratiasten in fight copy of greek statue 3 century bC.jpg
Antik Yunan güreşi (Pankreas)
Birlik Uluslararası Güreş Federasyonları Birliği
Olimpiyatlar Grekoromen ve Serbest güreş

Güreş, uygulayıcılarının birbirlerine vurmaksızın rakiplerini yenmeye çalıştıkları bir spor türü. Güreş tarihteki en eski sporlardan biridir ve zamanla farklı stil ve formları geliştirilmiştir. Güreş genellikle savaş sanatları arasında değerlendirilir.

Konu başlıkları

Ulusal Stiller

Güreşte pek çok ulusal stil gelişmiştir.

Halk kültüründe Güreş

Güreşçi veya Güreşmen (Pehlivan) adı verilen kişiler Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Kahraman, evleneceği kızın babasıyla güreşir ve yener. Yiğitler altı yaşındayken güreşmeye ve büyüklerini yenmeye başlarlar. Manas destanında yer alan Koşay Han gelmiş geçmiş pehlivanların en iyisi olarak kabul edilir. Hanname’de ise Uluğ Arslan Han pehlivanların atası olarak yad edilir. Bu pehlivan tam 1200 yaşındadır. Güreş sözcüğünün efsanevi Türk Hakanı Gür Han’ın ismi ile benzeşmesi de dikkat çekicidir.[1]

İç bağlantılar

Dış bağlantılar

tarafından

golf

Golf

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Atla: kullan, ara

İtalya‘da bir golf sahasının havadan görünümü

Golf, doğada özel olarak yapılmış bir sahada golf sopaları ve küçük sert bir topla oynanan bir oyundur. Oyunun amacı, sahanın belirlenmiş 18 parkurunu (çukurunu) golf topuna en az vuruş yaparak tamamlamaktır.

Konu başlıkları

Golf Kuralları

Golfçünün gerçek rakibi diğer oyunculardır. Fakat saha zorlayıcı olduğundan rakip “golf sahasının kendisi” olarak görülür. Bu prensip nedeniyle profesyonel golf, sportmenliğe değer verenlerin en yüksek seviyede ödüllendirildiği, sportmen olmayanların kendilerini dışında buldukları bir dünyadır.

Golf, iki ana prensip üzerine inşa edilen kurallar üzerinde durmaktadır: Oyuncuya ve sahaya saygı.

Bu prensiplere sıkı sıkıya bağlı hareket edilmesi sayesinde bu spor bu kadar yaygınlaşmış ve sevilmiştir. Golfün geçer akçesi “saygı” dır. Günümüzde çok ilgi çeken ve milyarlarca dolar değerinde bir endüstridir golf.

Respect for the course and respect for fellow golfers.

Golf Sahasına ve golfcülere saygı gösteriniz.

Oyuncuya Saygı

Bir golfcü vuruş hazırlığına başladıktan sonra vuruşu bitene kadar hareket etmeyiniz, konuşmayınız.

Vuruş hazırlığı, golfcü vuruş yapacağı sopasını çantasından aldığı anda başlar.Genelde vuruşu yapmadan önce her oyuncunun izlediği bir ritüel vardır. Bu ritüel yaklaşık 30-40 saniye sürebilir. İşte bu süre oyuncunun konsantrasyonu için çok önemlidir. Bu sırada etrafdaki oyuncular ya da seyirciler arasında konuşanlar olursa vuruşu yapacak kişi konsantrasyonunu kaybeder.

Vuruş yaparken arkasında ya da onu rahatsız edecek kadar yakın durmayınız. En doğru yer tam hizasında ve karşısında durmaktır.

Her insanın kendince bir güvenli alanı vardır. Bu güvenlik alanına girerseniz diğer kişi sizin varlığınızı hisseder. Elinde sopayla vuruş yapacak olan oyuncu eğer güvenlik alanında birini algılarsa konsantrasyonu bozulabilir.

Greende pata hattında durmayınız. Pata yaparken ona yakın durmayınız. Tercihen oyuncu pata yaparken siz green dışında sakince sıranızı bekleyiniz.

Genelde insanlar oyunda bencil davranırlar. Sıranın hemen kendilerine gelmesini isterler. Diğer oyuncunun rahatsız olacağı hareketleri bilinçsizce yapabilirler. Bunlar doğal karşılanabilecek, zamanla oyuncu oyunu ve kuralları öğrendikçe düzeltilebilecek yanlışlardır.

Golfün en önemli özelliği sportmenliği öne çıkaran ve yüzyıllardır değişmeyen etik kurallarıdır.

Sahaya Saygı

Burada unutulmaması gereken konu şu: Golf sahalarını ortaklaşa kullanıyoruz. Eğer sahaya biz yeterli saygıyı göstermezsek, hiç bir saha bakım elemanı sahalarda bozulan yerleri tamir edecek zamanı bulamaz. Bunu unutmamak gerek. Sahayı nasıl bulmak istiyorsanız öyle bırakınız.

Vuruş sırasında sahada hasar verdiğiniz yerleri tamir ediniz.

Çim kapaklarını yerine koyunuz. Greendeki top izlerinizi onarınız.

Kum engelinde bıraktığınız izleri düzeltiniz.

Her çukur özel olarak işaretlenmiş tee adı verilen başlangıç yeri ve green adı verilen ve bunun içinde bir direk ucunda asılı bayrakla işaretlenmiş olan parkurun bittiği çukurla sonuçlanır. Her çukurun – par – adı verilen ve topun kaç vuruşta çukura atılacağını belirleyen tanımı vardır: Örneğin, par 3, par 4, par 5 gibi; yani üç vuruşta, dört vuruşta ve 5 vuruşta golf topunun çukura atılması.

O parkurdaki oyunun tamamlanması için topun mutlaka kaç vuruşta olursa olsun çukura atılması gerekir. Çukurun içinde metal veya plastikten yapılmış çanak –cup- bulunur. Çukurun çapı 10,8 cm, derinliği ise 10 cm civarındadır.

Oyun genelde en az iki, en çok dört kişi tarafından oynanır. Oyun tee–box adı verilen hafifçe yükseltilmiş bir alandan topa tee dikilerek vurulur. Oyunun kendine özgü kuralları dünyada golf otoritesi olarak tartışmasız kabul edilen ROYAL AND ANCIENT ST ANDREWS kuruluşudur. Bu kuruluşun belirlediği kurallar dünyanın her yerinde kabul edilmiştir.

Oyun

Golf çim saha üzerinde oynanan bir spordur.Oyuna katılan her oyuncu sırayla başlangıç vuruşlarını yaparlar. Sahanın çukura kadar olan bölümünde fair-way adı verilen sahanın esas oyun alanına topu atmak amaçlanır. Bu alan diğer alanlara göre daha düzgün ve kısa kesilmiş çimlerden oluşur ve yaklaşık 30 ila 90 metre genişliğinde olabilir; vuruş yapmaya daha elverişlidir. Marifet topu sahanın düzgün çimli alanlarına atabilmektir.

Bu alanın iki yanında ‘rough’ (kaba çim) adı verilen bölge yer alır. Bu bölgede uzun otlar, çalılıklar, ağaçlar veya kumlu, topraklı bölgeler yer alabilir. Buralardan golfçünün vuruş yapabilmesi için özel teknikler gereklidir. Doğal olarak bu tür engellerin olmadığı sahalarda yapay engeller golf sahası mimarı tarafından sahaya yerleştirilebilir; kum havuzları, küçük göller vs. Oyuncular isabetli atışlarla green adı verilen, bayrak direğiyle özel olarak işaretlenmiş çukura topu atmayı hedeflerler. En az vuruşla topu çukura atabilmek oyunun amacıdır. Oyun 18 parkurda tamamlandıktan sonra biter. En az vuruşu yapan oyuncu kazanır.

Putting Green

Top ve çukur

Daha sonra putting green adı verilen pata alanıyla çukur sona erer. Pata alanı çok kaliteli çimle kaplı ve sürekli kısa kesilerek pata yapmaya uygun hale getirilmiş, ortasında veya kenarında bayrakla işaretlenmiş çukura verilen addır.

Alanın düzgün olmasının yanı sıra yine mimarın yaratıcılığına bağlı olarak çeşitli seviyeler ve eğimler yaratılarak pata atışlarının güçleştirilmesi sağlanabilir. Green ler topun en iyi şekilde yuvarlanması için bakımı son derece titizlikle yapılan özel çimlerden yapılır. Green de atış yapılırken bayrak çıkartılır.

Par

Yukarıda da belirtildiği gibi, her çukur için bir par belirlenmiştir. Bu sayı, çok iyi bir golf oyuncusunun (Scratchgolfer) topu green’e sokması için gereken vuruş sayısıdır. Bu sayı, çukurun (yükseltiler, su vs gibi sebeplerden kaynaklanan) zorluğu ile değil, çukurun uzunluğu ile alakalıdır. Doğal engellerin oluşturduğu zorluk, ayrıca Course- und Slope-Rating adı verilen bir sayı ile belirtilir.

18 parkurluk bir saha, genelde, dört adet Par-3 çukuru, on adet Par-4 çukuru ve dört adet Par-5 çukurundan oluşur. Dolayısıyla bir tur genelde 72′lik bir par sayısına sahip olur. Dokuz parkurluk sahalarda bu sayılar yarılanır.

Aşağıdaki tabelada alınması mümkün olan skorlar için kullanılan terimler görülebilir:

Terim Anlamı
Ace, Hole-in-one Tek seferde topu direk çukura gönderen vuruş
Triple Eagle veya Double Albatross Par’ın dört vuruş altında
Albatros (english (UK): albatross, english (USA): double-eagle) Par’ın üç vuruş altında
Eagle (Adler) Par’ın iki vuruş altında
Birdie (Vögelchen) Par’ın bir vuruş altında
Par oder Even tam Par
Bogey Par’ın bir vuruş üstünde
Double Bogey Par’ın iki vuruş üstünde
Triple Bogey Par’ın üç vuruş üstünde

Dünyada Golf

Golf dünyada özellikle de İngiltere ve ABD de hızlı bir gelişme göstermiştir. ABD de 25000 den fazla golf sahası ve 35 milyon golfçü vardır . Tüm Avrupa ülkelerinde çok yaygın bir spordur.Ülkemizde Belek bölgesinde bulunan http://www.caryagolf.com/,Avrupa’nın en iyi 100 sahasından biri seçilerek,ülkemiz adına bu alanda bir ilki gerçekleştirmiştir. Golfün en yaygın olduğu ülkelerin başında İngiltere, İspanya, İsveç, Fransa ve İtalya sayılabilir .

Dünyanın en önemli golf turnuvaları dört majör turnuva olarak bilinir. Sezon, Nisan ayında The Masters ile açılır ve PGA ile sona erer.

Bu majör dörtlü şunlardır;

Ünlü Golf Oyuncuları

Dünya golf tarihinin günümüz efsanesi Tiger Woods sonrası en önemli isimleri Arnie ve Jack Nicklaus olarak bilinir.

Golf tarihi

Golf oyunun başlangıcına yönelik birçok farklı görüş yer almaktadır. Bir görüşe göre, Çin de 1368-1644 yıları arasında, Ming Hanedanlığı sırasında yürürken bir değnek ile topa vurularak oynanan oyun diye tanımlanan chuiwan adlı oyun, golfün esas çıkış noktasıdır. Chuiwan ın daha sonra Orta Çağda tüccarlar tarafından Avrupa ya yayıldığına inanılmaktadır. Benimsenen diğer bir görüşe göre, golf, Romalılar ın M.Ö.1.yüzyıl süresince Avrupa da fethettiği ülkelerde modern bir oyun olarak, uygarlığın gelişimi sonucu ortaya çıkmıştır. Romalılar, Sezar ın hükümdarlığı sırasında, sopa şeklindeki dallarla tüy-dolu toplara vurularak oynanan, golfe benzeyen paganica adında bir oyun oynarlardı.

Kitap resimlemeleri, 15. yüzyıl civarında, Hollandalılar ın donmuş kanallarda benzer bir oyun oynadıklarını göstermektedir. Fransa ve Belçika da da yaygındı.

Çeşitli Avrupalı ülkelerinde, İngiltere de cambuca , Fransa da jeu de mail ve Hollanda da het kolven diye adlandırılan, paganica ya benzeyen oyunlar vardı.

1457 de, İskoçya da golf oynamak yasaklandı çünkü savunmada çok önemli bir yere sahip okçulukla karıştılıyordu. Buna rağmen İskoçlar, parlamento ve kilisenin karşı çıkışlarına direnerek links denilen deniz kenarında, kıyı şeridine yakın yerlerde oynamaya devam ettiler.

İskoçya, 16.yüzyılın erken dönemlerinde kullanılan, en eski golf sahalarından, St.Andrews un anavatanıdır. Golf, 17.yüzyılda, İskoçya da IV.James in, İngiltere de ise I.James in golf sporuna olan ilgilerinden dolayı, tam olarak yerleşmiştir. Golfün beşiği olan St.Andrews da 1754 yılında Royal ve Ancient Golf Kulüpleri kurulmuştur.

Golf Gazeteleri

Türkiye’de internet üzerinden yayın yapan güncel golf gazeteleri;

Golf Dergileri

Golf dergileri hemen hemen her dilde yayınlanmaktadır . Aşağıda İngilizce olarak yayınlanan birkaç derginin adlarını bulabilirsiniz.

  1. Golf Digest
  2. Scoregolf
  3. Travel and Leisure: Golf
  4. Golf Illustrated
  5. Golf Magazine
  6. Golf Week
  7. Golf Punk
  8. Golf Connoisseur

Türkçe ve İngilizce olarak çok dilli yayınlanan; Müzik Marketler, Gazete Bayileri ve Kütüphalerde de yer alan golf ile ilgili tek süreli yayın vardır.

  1. Golf XL “Türkiye’nin ilk ve tek Golf & Yaşam Dergisi”

Türkçe olarak yayınlanan üç golf dergisi bulunmaktadır, üçünün adı da golfle başlamaktadır.

  1. Türkiyede ve Dünyada GOLF Dergisi http://www.golfdunyasi.com
  2. Golf Plus Dergisi
  3. Executive Golffer Dergisi

Film

  1. The legend of Bagger Vance (Bagger Vance Efsanesi)
  2. Tin Cup (1996) (Aşkın Gücü) Kevin Costner Rene Russo Cheech Marin Don Johnson
tarafından

Futbol

Futbol

 

Futbol
Football iu 1996.jpg
Birlik FIFA
Takma isim(ler) Soccer
Fùtbol
Footy/Footie
The beautiful game
The world game
İlk oynanış 2.5 bin sene önce Çin’de
Özellikleri
Takım üyeleri 11′er kişi
Kategori Takım sporu
Ekipman Futbol topu
Alan Futbol sahası
Olimpiyatlar 1900 Yaz Olimpiyatları

Futbol, on birer oyuncudan oluşan iki takım arasında, spora özgü bir topla oynanan takım sporu. 21 yüzyıl itibarıyla 200′ün üzerinde ülkede 250 milyonu aşkın oyuncu tarafından oynanmakta olup, dünyadaki en popüler spordur.[1][2][3][4] Dikdörtgen şeklindeki, yapay veya gerçek çimle kaplı sahada oynanır. Sahanın kısa kenarlarının ortalarında birer kale bulunur. Oyuncuların amacı, temelde ayak olmak üzere vücudunun belli kısımlarını kullanarak (eller ve kollar hariç) topu karşı takımın kalesine sokarak gol atmaktır. İstisnai olarak, her iki takımın kalesini koruyan kaleciler, kendileri için belirlenmiş alanların sınırları dahilinde (ceza sahası) topa elle müdahale edebilmektedirler. Topun; sahanın uzun kenarlarından saha dışına çıkması durumunda taç atışı (topa son olarak hangi takım oyuncusu temas etmişse karşı takım kullanır), kısa kenarlarından dışarı çıkması durumunda ise korner (bir oyuncunun, topu kendi kale çizgisi dışına çıkarması durumunda karşı taraf lehine kale çizgisi ile yan çizgisinin kesiştiği noktadan kullanılır) veya aut atışı (topun, hücum oyuncuları tarafından kale çizgisi dışına vurulması sonucunda ceza sahası içinden aut vuruşu yapılarak top oyuna sokulur) ile oyun tekrardan başlar.

Futbol maçları, 45′er dakikalık iki devreye ayrılan 90 dakikadan oluşur. Karşı takımdan daha fazla gol atmayı başaran takım galip gelirken, atılan gol sayılarının eşit olması durumunda maç berabere tamamlanır. Bazı organizasyonlardaki kurallara göre normal süresi berabere tamamlanan maçlarda 15′er dakikalık iki devre hâlinde oynanan uzatma dakikaları, eşitliğin bu sürede de bozulmaması durumunda seri penaltı atışları sonucunda galip gelen taraf belirlenir.

MÖ 2000-3000 yıllarında Çin‘de oynanan ve günümüzdeki futbolla büyük benzerlikler taşıyan cuju, futbolun atası olarak kabul edilmektedir. Modern futbol kuralları ise ilk olarak 1863 yılında İngiltere Futbol Federasyonu tarafından sistemleştirilmiş olup, günümüze kadar birçok değişikliğe uğramıştır. Futbolun uluslararası alandaki yönetim teşkilâtı Uluslararası Futbol Federasyonları Birliğidir (kısaca FIFA).

Konu başlıkları

Temel oynanış

Ceza alanı içerisinde topa müdahale etmeye çalışan bir kaleci.

Futbol, Uluslararası Futbol Birliği Kurulu (kısaca IFAB) tarafından belirlenen 17 temel kural çerçevesinde oynanmaktadır. Maçlar, küre biçimindeki spora özgü bir topla oynanır. On birer oyuncudan oluşan iki rakip takımın amacı, bu topu karşı takımın kalesine (iki yan direk ile bunları birleştiren üst direkten oluşur) sokarak gol atmaktır. 45′er dakikalık iki devreden oluşan 90 dakika sonucunda rakibinden daha fazla gol atan takım, maçtan galip olarak ayrılır. Atılan gol sayılarının eşit olması durumunda maç berabere sonuçlanmış olur. Müsabakalarda, kurallara uygun şekilde maçı yöneten bir orta hakem, iki yardımcı hakem ve bir dördüncü hakem bulunmaktadır. Bazı turnuvalarda ise iki ek yardımcı hakem bulunabilir.

Oyunun temel kuralına göre oyuncular, topa el veya kolla müdahale etmemelidir. Takımının kalesini korumakla görevli kaleciler ise, yalnızca belirlenen alan (ceza alanı) dahilinde topa el veya kolla müdahale edebilir. İstisnai olarak, oyunun taç atışıyla yeniden başlaması durumunda oyuncular topu elle oyuna sokarlar.

Bir futbol maçında gol atma fırsatı yakalamak için oyuncuların top sürmesi, takım arkadaşına pas atması, kaleye şut çekmesi gibi çeşitli yöntemler vardır. Karşı takım oyuncuları da topu kapmak için çeşitli müdahalelerde bulunabilir. Bu müdahalelerin kurallara dahil olmaması durumunda hakemler devreye girer ve orta hakem oyunu durdurur. Yapılan faullü hareket sonrasında karşı takım, faulün yapıldığı yerden kullanılmak üzere bir serbest vuruş kazanır. Rakip takım oyuncularının belli bir mesafeye çekilmesinin ardından, serbest vuruşu kullanacak oyuncunun topa sadece bir kez dokunması kaydıyla vuruş, istenilen bir biçimde kullanılır. Faullü hareketin sertliğine göre hakemin sarı veya kırmızı kart gösterme yetkisi vardır. Gösterilen sarı kart uyarı niteliği taşırken, kırmızı kart ise oyuncunun oyundan ihraç edildiği ve takımının bundan sonraki süreyi bir kişi eksik sürdüreceği anlamını taşır. Aynı maç içerisinde ikinci defa sarı kart gören oyuncu, kırmızı kartla cezalandırılır.

Günümüzde takımlar; bir kalecinin dışında, defans, orta saha ve forvet olmak üzere üç ana pozisyonda oynayan oyunculardan oluşur. Defans, karşı takımın yaptığı hücumları en geride karşılayan grup; forvet, ana amacı gol atmak olan ve rakip kaleye en yakın oyuncuların oluşturduğu grup; orta saha ise defans ve forvet arasında kalan, hem defansif ve ofansif görevler üstlenen oyuncuların oluşturduğu gruptur. Bu üç ana pozisyondaki oyuncular da kendi içerinde, oynadıkları bölgeye göre ayrılmaktadırlar. Öte yandan herhangi bir pozisyonda oynayan oyuncunun, diğer pozisyonlardaki oyuncuların görevleri yerine getirememesi gibi bir kısıtlama yoktur. Kurallarda ise kaleciler dışındaki oyuncuların pozisyonları hakkında bir kısıtlama yer almamaktadır. Her takım, maç başlamadan önce kale ve top seçimi ile seri penaltı atışları için yapılan para atışında temsil eden bir kaptana sahiptir.

Hangi oyuncunun hangi pozisyonda oynayacağı, her takımın başında bulunan teknik direktör tarafından belirlenir. Sahadaki on bir oyuncu dışında, her takımın yedek oyuncuları vardır. Maçın gidişatı ve organizasyonun oyuncu değiştirme kurallarına göre herhangi bir oyuncu, teknik direktörün takdirince yedeklerde bulunan başka bir oyuncuyla değiştirilebilir.

Tarihçe

Ana madde: Futbol tarihi

Ayakla oynanılan top oyunlarının MÖ 3000′li Asya Hun Devleti‘ne kadar ulaştığı bilinmektedir. Ayrıca Hunların oynadığı bu oyunu Çinliler görerek daha da geliştirmiş ve Cuju adlı oyunu çıkarmıştır. Yani ilk futbol oyununu, Asya’da Hunlar ve Çinliler çıkarmıştır.

Mısır’da mezarlardaki duvar resimlerinde ayakla top oynayan insan figürlerine rastlanmıştır. Hattâ bu zamandan kalma 7,5 cm çapında deri veya ketenden yapılmış toplar, 2500 yıl önceden günümüze kadar ulaşmıştır ve kimi müzelerde sergilenmektedir. Homeros da Odysseia‘da top oyunlarından bahseder.

MÖ 2500 yıllarında da Çin’de yere dikilmiş iki mızrak arasından bir topu tekmelemek suretiyle geçirmeye çalışarak talim yapıldığı bilinmektedir.

Orta Asya Türkleri’nin de kız ve erkeklerden kurulu karma takımlarla, topa elle dokunmadan, sadece ayak ve kafa ile vurularak rakip kaleden içeri atmaya çalışarak bir oyun oynadıklari kaynaklarda yer alıyor. İçlerinde Kaşgarlı Mahmut’un da bulundugu pek çok tarihçinin kitaplarında da Türklerin oynadığı “Tepük” isimli bir oyundan bahsedilir. Bu oyunun söylenen kuralları günümüz futboluna oldukça benzer. Elle oynamak yasaktır, faullü hareketler tespit edilmiştir, top oyun alanının dışına çıkamaz.

Günümüz modern futbolunun temeli ise Romalı askerler arasında oynanan “harpastum” adlı oyundur. Futbolun Avrupa’daki tarihi ise büyük bir tartışma konusudur. Fransızlar, İngilizler ve İtalyanlar futbolun ilk defa kendi ülkelerinden diğer ülkelere yayıldığını iddia etmektedirler. Lakin futbol tarih boyunca hemen hemen bütün medeniyetlerde benzer biçimlerde boy göstermiş olsa da bugünkü haline en yakın şeklini 19. yüzyılda İngiltere’de almıştır…

Kurallar ve ölçüler

Fotoğrafta, mavi formalı takımın atak yaptığı, beyaz formalı takımın ise savunma yaptığı görülmektedir.

Futbol, 17 ana kuraldan oluşmaktadır. Bu kuralların bazıları kadın, engelli, genç gibi gruplar için ufak değişiklikler gösterebilir. Uluslararası Futbol Birliği Kurulu (kısaca IFAB) tarafından belirlenen kurallar, FIFA tarafından yayınlanmaktadır. Bu 17 ana kurala ek olarak maçların uygun şekilde oynanması için IFAB tarafından yayınlanan birtakım karar ve yönetmelikler de bulunmaktadır.

Saha

Ana madde: Futbol sahası

Nizamî futbol sahası ölçüleri. Yalnızca sahanın sınırları, belli uzunluklar arasında değişiklik gösterebilir.

Futbol sahası dikdörtgen şeklinde olup; sahanın yanlarında yer alan iki uzun çizgi taç çizgisi, kısa kenarlarda yer alan çizgiler ise kale çizgisi olarak adlandırılır. Kale çizgileri 45 ile 90 m (50 ile 100 yd) arasında, taç çizgileri 90 ile 120 m (100 ile 130 yd) arasında olmalıdır. Uluslararası maçlarda ise bu uzunluklar kale çizgileri için 64 ile 75 m (70 ile 80 yd), taç çizgileri için ise 100 ile 110 m (110 ile 120 yd) olarak belirlenmiştir. Saha, her iki taç çizgisinin orta noktasını birleştiren bir çizgiyle ikiye ayrılır. Bu çizginin tam ortasında orta nokta yer alır ve bu nokta, 9,15 m (10 yd) yarıçapındaki çember ile çevrelenir. Öte yandan futbol sahaları, zemin rengi yeşil olmak kaydıyla doğal veya yapay çimden oluşabilmektedir.

Her iki kale çizgisinin ortasına; zemine dik iki direkle, bunları birleştiren ve zemine paralel olan bir üst direkten oluşan birer kale yer alır. İki direk arasındaki mesafe 7,32 m (8 yd), üst direkle zemin arasındaki mesafe ise 2,44 m’dir (8 ft). Genellikle kalelerin arkasına birer file konulsa da, bu durum kurallar tarafından zorunlu kılınmamıştır. Her iki kalenin önünde de dikdörtgen şeklinde ikişer alan bulunmaktadır. Kale alanı (altı pas olarak da bilinir); kale çizgisi, kale direklerinin iç kenarlarından 5,5 m (6 yd) uzaklıkta, kale çizgisine dik olarak çizilen 5,5 m (6 yd) uzunluğundaki çizgiler ve bunları birleştiren çizgiyle sınırlanan alandır. Aut atışı veya alan içinden kazanılan bir serbest vuruş, alan içindeki istenilen bir yerden kullanılabilir. Atak yapan takım tarafından kale alanı içerisinde kazanılan endirekt serbest vuruşlar ise olayın gerçekleştiği noktanın hizasında, kale alanı üst çizgisinin üzerinden kullanılır. Ceza alanı da kale alanından daha büyük olmak üzere kale alanıyla ile benzer şekle sahiptir. Kale alanında 5,5 m (6 yd) olarak belirlenen ölçüler, ceza alanı için 16,5 m’dir (18 yd). Bu alan içerisinde kalecilerin topa elle müdahale etmesi mümkündür. Diğer taraftan bu alan içerisinde savunma yapan takım oyuncularından birinin yaptığı kusurlu hareketler, karşı takım lehine verilen penaltı atışıyla cezalandırılır. Penaltı vuruşları, ceza sahası içerisinde yer alan ve kalenin ortasından 11 m (12 yd) uzaklığındaki penaltı noktasından kullanılmaktadır. Ceza alanının hemen dışında yer alan ve merkezi penaltı noktası olan 9,15 m (10 yd) olan ceza yayı ise, penaltı vuruşu esnasında penaltıyı kullanacak oyuncu ve savunmadaki kaleci dışındaki diğer oyuncuların geçmemesi gereken mesafeyi belirtmektedir.

Oyuncular, teknik ekip ve hakemler

Ayrıca bakınız: Futbol pozisyonları ile dizilim (futbol)

Siyah forma giymiş olan orta hakem, bir oyuncuya kırmızı kart gösterirken.

Futbol oyuncularına futbolcu denir ve her takım, birisi kaleci olmak üzere on bir oyuncuyla sahada yer alır. Kurallara göre herhangi bir takımda en az yedi futbolcu bulunsa dahi oyun başlatılabilir. Diğer oyunculara göre istisnai olarak kaleciler, kendileri için belirlenmiş alanların sınırları dahilinde (ceza alanı) topa el ve kolla müdahale etme hakkına sahiptir. Her takımın, sahadaki oyuncuların dışında yapılan futbol maçının yer aldığı organizasyonun kurallarına göre belli bir sayıda yedek oyuncusu vardır. Bütün maçlarda, yedek oyuncuların isimleri maç başlamadan önce hakeme verilir. İsmi verilmeyen yedek oyuncular maçta oynayamazlar. Resmî maçlarda, yani FIFA’nın, konfederasyonların veya ulusal federasyonların düzenlediği maçlarda en çok üç oyuncu değiştirilebilir. Hazırlık maçı yahut diğer özel maçlarda ise takımlar, değiştirilebilecek azamî oyuncu sayısı konusunda anlaşırlar ve hakeme maçtan önce bildirirlerse, anlaştıkları sayıda oyuncu değiştirebilirler. Eğer hakeme bildirilmezse veya değiştirilecek oyuncu sayısında anlaşma maç başlamadan sağlanamazsa, en çok 3 oyuncu değiştirilebilir. Oyundan çıkan oyuncu tekrardan maça giremezken, sonradan oyuna giren oyuncular yapılan ikinci bir değişiklikle oyundan alınabilirler.

Futbol pozisyonlarının gösterildiği bir resim. Kaleci yeşil, defans sarı, orta saha mavi, forvet ise kırmızı renkle gösterilmiştir.

Kaleci dışında kalan on oyuncu, saha içinde farklı pozisyonlarda görev alırlar. Bu pozisyonlar; defans, orta saha ve forvet olmak üzere üç ana gruba ayrılırken, bu üç grup da kendi içinde ayrılmaktadır. Defans, kendi kalesine en yakın konumda bulunan ve karşı takımın yaptığı hücumları en geride karşılayan pozisyondur. Forvet, ana amacı gol atmak olan ve rakip kaleye en yakın oyuncuların oluşturduğu pozisyondur. Orta saha ise defans ve forvet arasında kalan, hem defansif ve ofansif görevler üstlenen oyuncuların oluşturduğu gruptur. Maçta oynayacak oyuncular ve yedekler, oyuncuların saha içindeki dizimleri gibi görevler, her takımın başında bulunan teknik direktör tarafından belirlenir. Teknik direktörler, kendisi için belirlenen sınırlar dahilinde kalmak koşuluyla sahadaki oyunculara direktifler verebilirler. Teknik direktöre yardımcı olmak ve maçlar dışında yapılan antrenmanlarda oyuncuları çalıştırmak amacıyla antrenörler de teknik kadroyu oluşturan diğer görevlilerdir.

Futbol maçları, maçı yönetmede ve oyun kurallarını uygulamada tam yetkili olarak atanan bir orta hakem tarafından yönetilir. Orta hakeme yardımcı olmak amacıyla iki yardımcı hakem bulunur. Taç çizgisi üzerinde, her yarı saha için bir yardımcı hakem olmak üzere toplam iki yardımcı hakem vardır. Bunlar çapraz olarak yer alırlar. Yardımcı hakemler; topun oyun alanının dışına çıkışını ve ofsaytları işaret etmenin yanı sıra, diğer birtakım pozisyonlarda da orta hakeme yardımcı olurlar. Oyun alanının yarısından sorumlu olan yardımcı hakemler, orta hakemi ellerindeki küçük bayraklarla uyarırlar. Diğer taraftan hakem kadrosu içinde yer alan dördüncü hakem ise oyunu gözler, oyuncu giriş çıkışlarını kontrol eder ve herhangi bir sakatlık durumunda orta hakem görevini icra eder. Öte yandan bazı organizasyonlarda, her iki kalenin yanında bulunan birer ek yardımcı hakem de yer almaktadır. Bu ek yardımcı hakemler, ceza sahası içerisinde yaşan pozisyonlarda hakeme yardımcı olmaktadır.

Giysi ve gereçler

Ana madde: Forma (futbol)

Futbolcuların giymek zorunda olduğu temel gereçler; forma, şort, tozluk, tekmelik ve futbol ayakkabısından oluşmaktadır. Kaleci dışındaki takım oyuncularının forma, şort, tozluk renklerinin aynı ve diğer takım ile hakemlerin gereçlerinden ayırt edilebilecek renkte olması gerekmektedir. Eğer şortun altına tayt veya formanın altına bir içlik giyilirse, bunların renkleri sırasıyla şort ve formanın renkleriyle aynı olmalıdır. Oyuncular, kendisine veya bir başka oyuncuya tehlikeli olabilecek herhangi bir giysi giymemeli veya her çeşit takılar da dahil gereçler taşımamalıdır. Yalnızca kaleciler, öbür oyunculardan kolayca ayırt edilebilmesi için farklı renkte forma giyerler. Her oyuncunun forması üzerinde farklı bir numara yer almaktadır.

Bütün futbolcular, futbol için uygun biçimde üretilmiş özel ayakkabılar, yani krampon kullanırlar. Ayağa veya kaval kemiğine gelen tekmelerde yaralanmaları en aza indirmek için tekmelik ve tozluk (dize kadar örtebilen uzun spor çorabı) kullanırlar. Tekmelikler yeterli koruma sağlayan lastik veya plastik gibi malzemeden yapılmalı ve oyun sırasında tozluklarla tamamen örtülmelidir. Öte yandan resmî bir kural olmamasına rağmen kaleciler, çoğunlukla özel olarak üretilen eldiven takarlar.

Maçın süresi ve galip tarafın belirlenmesi

Maçın sonuna en az iki dakikalık kayıp zaman eklendiğini gösteren dördüncü hakem.

Resmî futbol maçları, 45′er dakikalık iki devreye ayrılan 90 dakikadan oluşmaktadır. Her iki devrede de maçın süresi, top oyun dışında olsa dahi devam eder. Oyuncu değişiklikleri, sakatlanmalar, zaman geçirilmesi, penaltı atışları veya diğer nedenler dolayısıyla maç esnasında kaybedilen süreler, hakemin takdirine göre her iki devre sonunda oyuna eklenebilir. Eklenen bu süre, dakika bazında dördüncü hakem tarafından bir tabela yardımıyla gösterilir. Yine hakemin takdirine göre oyun, gösterilen bu dakikanın da üstünde uzatılabilir. İlk devrenin sona erip, ikinci devrenin başlaması arasında ise 15 dakikalık süre vardır.

Lig maçları berabere sonuçlanabilirken, eleminasyon sistemli turnuvalarda galip gelen takımın belirlenmesi için birtakım yöntemler vardır. Maçın normal süresi beraberlikle sonuçlanmışsa, 15′er dakikalık iki uzatma devresi oynanmaktadır. Eğer bu uzatma devreleri sonucunda da kazanan taraf çıkmazsa, seri penaltı vuruşlarına geçilir ve her takım 5′er penaltı vuruşu yapar. Bu aşamada her iki takım, sırasıyla penaltı atışı kullanır. Eğer iki takımdan biri, diğer takımın 5 vuruşu tamamlasa da ulaşamayacağı kadar gol atmışsa atışlar sonlandırılır ve o takım maçın galibi olur. İlk beş atış sonucunda eşitlik bozulmazsa, iki takım da sırayla birer penaltı atışı kullanır ve bu durum, bir takım diğerine göre daha fazla gol atana kadar devam eder. Uzatma devrelerinde atılan goller maçın skoruna yansırken, penaltı vuruşlarındakiler yansıtılmamaktadır.

Çift maçlı eleminasyon sistemiyle düzenlenen organizasyonlarda ise takımlar, birbirlerinin iç sahalarında birer maç yaparlar. İki maç sonunda daha çok gol atan takım, kazanan taraf olur. Atılan gollerin eşit olması durumunda ise deplasman golü kuralı uygulanarak, deplasmanda attığı gol sayısı fazla olan takım bir üst tura çıkar. Bu durumda da eşitlik devam ederse uzatma devreleri, sonrasında ise ihtiyacı durumunda seri penaltı atışlarına geçilir.

1990′ların sonu ve 2000′lerin başında IFAB, sırasıyla altın ve gümüş gol kurallarını uygulamıştı. Altın golde, uzatma devrelerinde ilk golü atan takım galip gelmekte ve maç o anda sona ermekteydi. Gümüş golde ise ilk uzatma devresini önde tamamlayan takım, ikinci devre oynanmadan maçın galibi olmaktaydı. Günümüzde ise bu iki kural tamamen kaldırılmıştır.

Fauller ve fena hareketler

Ana maddeler: Faul (futbol) ve ceza kartı

Direkt serbest vuruş kullanan bir oyuncu. Beyaz formalı rakip takım oyuncuları ise topun gol olmasını engellemek için 9,15 m (10 yd) mesafede baraj kurmuşlardır.

Oyun esnasında, futbol kurallarında listelenen hareketlerden herhangi birinin gerçekleştirilmesi faul olarak adlandırılır. Yapılan hareketin türüne göre faul yapan oyuncunun karşısındaki takım, serbest vuruş (direkt ve endirekt olmak üzere ikiye ayrılır) veya penaltı vuruşu kazanır. Direkt ve endirekt serbest vuruşlar, ihlalin gerçekleştiği noktadan, topun hareketsiz kalması koşuluyla yapılır. Bu vuruşlar sırasında rakip takım oyuncuları, toptan en az 9,15 m (10 yd) uzakta durmak zorundadır. Vuruşu kullanacak oyuncu, topa bir kez dokunmak koşuluyla bu vuruşu istediği biçimde kullanabilir. Direkt serbest vuruşlarda topun, vuruşu gerçekleştiren oyuncu hariç direkt olarak kaleye girmesi gol değeri kazandırırken; endirekt serbest vuruşlarda ise topun direkt olarak kaleye girmesi durumunda kale vuruşu kullanılır.

Bir futbol maçında gerçekleştirilen penaltı vuruşu .

Direkt serbest vuruş gerektiren ihlallerin ceza alanı içerisinde yapılması durumunda, rakip takım lehine bir penaltı vuruşu verilir. Penaltı vuruşu, ceza sahası içerisinde yer alan ve kalenin ortasından 11 m (12 yd) uzaklığındaki penaltı noktasından kullanılmaktadır. Vuruş esnasında, vuruşu kullanacak oyuncuyla savunmadaki kaleci dışındaki tüm oyuncular ceza sahası dışında ve toptan en az 9,15 m (10 yd) uzaklıkta olmalıdır.

Faul kararını veren orta hakem, ihlâli gerçekleştiren oyuncuyu sarı veya kırmızı kartla cezalandırabilir. Sarı kart uyarı niteliği taşırken; kırmızı kart, o oyuncunun maçtan ihraç edildiği ve takımının kalan süreyi bir kişi eksik sürdüreceği anlamı taşır. Bir oyuncu aynı maç içinde iki sarı kart görürse, ikinci sarı kartın gösterilmesinin ardından kırmızı kartla cezalandırılır. Sahada olan oyuncuların dışında, yedek oyuncular da kart görebilirler. Öte yandan yapılan faule rağmen, faule maruz kalan takım avantajlı durumunu sürdürüyorsa hakem oyunu devam ettirebilir. Eğer yapılan ihlalde sarı kart gerektirecek bir durum varsa, oyunun durduğu ilk anda oyuncuya kart gösterilir.

Ofsayt

Ana madde: Ofsayt

Hücum yapan taraf olan mavi takımın en uçtaki oyuncusu ofsayta yakalanmıştır.

Futbol oyununda bir başka ceza atışı da ofsayttır. Top hücuma geçen takımın oyuncusuna atıldığı sırada, o oyuncunun rakip kale çizgisine toptan ve sondan ikinci rakip oyuncudan daha yakın ise ofsayt pozisyonundadır. Bu oyuncu; oyuna veya rakibe müdahale ederek yahut bulunduğu pozisyondan avantaj elde ederek aktif oyuna dahil oluyorsa pozisyon ofsayt olarak cezalandırılır. Eğer bu oyuncu, kendi yarı sahasında ise ofsayt gerçekleşmez. Kale vuruşu, köşe vuruşu ve taç atışı sonrasında top, direkt olarak ofsayt konumundaki oyuncuya gelse dahi ofsayt kararı verilmez. Ofsayt kararı durumunda ise rakip takım, ihlalin gerçekleştiği noktadan endirekt serbest vuruş kullanır.

Oyunun başlaması, topun oyunda ve oyun dışında olması

Mavi formalı oyuncunun kullandığı taç atışıyla tekrar başlayan bir futbol maçı.

Futbol maçları öncesinde her iki takım kaptanının katılımıyla, hakem tarafından bir para atışı yapılır. Kazanan taraf ilk yarıda hücum edeceği kaleyi seçerken, diğer taraf oyunun başlama vuruşunu yapma hakkı kazanır. Futbol karşılaşmaları, sahanın orta noktasına konulan topun, maça başlayacak olan takımın herhangi bir oyuncusu tarafından vurulmasıyla başlar. Başlamadan önce her iki takım oyuncuları kendi sahalarında yer almak ve başlama vuruşunu yapan takımın rakipleri, toptan en az 9,15 m (10 yd) uzakta bulunmak zorundadır. İkinci yarıda ise takımların kaleleri değiştirilir ve ikinci yarının başlama vuruşunu diğer takım yapar.

Kurallara göre futbol maçlarında, topun tamamının kale veya taç çizgisini geçmesi ve oyunun hakem tarafından durdurulması olmak üzere sadece iki durumda top oyun dışındadır. Topun oyun dışında olduğu durumlar ve oyuna yeniden başlama yöntemleri aşağıdaki gibidir:

  • Başlama vuruşu: Her iki devreye başlarken ve atılan bir gol sonrası, golü yiyen takım oyuncuları tarafından yapılır.
  • Taç atışı: Topun tamamının taç çizgisinden dışarı çıktığı yerden, çizgiyi geçmeden önce topa son dokunan oyuncunun rakibi tarafından yapılır. Atışı kullanacak oyuncu topu iki eli arasına alır ve ayakları taç çizgisinin üstünde veya gerisinde olmak koşuluyla, başının arkasından ve üstünden topu oyun alanına gönderir.
  • Kale vuruşu: Topun tamamı, hücum eden takımın bir oyuncusuna dokunduktan sonra kale çizgisini geçtiğinde; rakip takım tarafından kendi kale alanı içerisinden yapılır. Kale vuruşu yapılırken topun sabit durması ve diğer takım oyuncularının ceza alanı dışında olması gerekmektedir.
  • Köşe vuruşu: Topun tamamı, savunma yapan takımın bir oyuncusuna dokunduktan sonra kale çizgisini geçtiğinde; rakip takım tarafından, topun çıktığı noktaya en yakın köşeden yapılır. Kale vuruşu yapılırken topun sabit durması ve diğer takım oyuncularının toptan en az 9,15 m (10 yd) uzakta olması gerekmektedir.
  • Endirekt serbest vuruş: Bir takım oyuncusunun kurallarda belirtilen ihlalleri yapması durumunda, rakip takımın herhangi bir oyuncusu tarafından ihlalin gerçekleştiği yerden kullanılır. Rakip takım oyuncuları toptan en az 9,15 m (10 yd) uzakta olmak zorundadır. Endirekt serbest vuruş sonucunda topun, kullanan kişi dışında hiçbir oyuncuya temas etmeden gol olması durumunda vuruş, gol değeri kazanmaz.
  • Direkt serbest vuruş: Bir takım oyuncusunun kurallarda belirtilen ihlalleri yapması durumunda, rakip takımın herhangi bir oyuncusu tarafından ihlalin gerçekleştiği yerden kullanılır. Rakip takım oyuncuları toptan en az 9,15 m (10 yd) uzakta olmak zorundadır. Endirekt serbest vuruşun aksine bu tür serbest vuruşlarda direkt olarak gol olabilmektedir.
  • Penaltı vuruşu: Direkt serbest vuruş gerektirecek ihlallerin, savunma yapan takımın ceza alanı içerisinde gerçekleştirilmesi durumunda yapılır. Vuruş; ceza alanı içerisinde, kaleden 11 m (12 yd) uzaklıktaki penaltı noktasına konulan topa; vuruşu kullanacak oyuncu ile savunmadaki kaleci arasında hiçbir oyuncu olmaması koşuluyla gerçekleştirilir. İki oyuncu dışındaki diğer tüm oyuncular toptan en az 9,15 m (10 yd) uzakta ve ceza alanı dışında olmak zorundadır.
  • Hakem atışı: Top oyunda iken, yazılı olmayan bir sebepten ötürü oyun hakem tarafından durdurulursa; topun, oyun durdurulduğu anda bulunduğu yerden yapılır. Topun yere değdiği an oyun tekrardan başlar.

Yönetim kurumları

Kıtasal futbol konfederasyonlarına bağlı ülkelerin gösterildiği harita. Bazı ülkeler, coğrafi olarak bulunduğu kıtanın dışındaki konfederasyonlara üyedir.

Futbol ve futsal, plaj futbolu gibi ilintili sporların uluslararası yönetim kurumu Uluslararası Futbol Federasyonları Birliğidir (kısaca FIFA). FIFA merkezi İsviçre‘nin başkenti Zürih‘te yer alır. FIFA’ya bağlı olan altı bölgesel konfederasyon vardır:[5]

Bölgesel konfederasyonların dışında, ülke çapındaki futbol organizasyonlarını düzenleyen ulusal futbol federasyonları bulunmaktadır. Günümüzde FIFA ve bölgesel konfederasyonlara bağlı 208 ulusal futbol federasyonu bulunmaktadır.[5]

Dünyadaki futbol

Yeşille gösterilen ülkelerde, futbol en popüler spordur. Renk koyulaştıkça popülarite artmaktadır.

Ulusal futbol karşılaşmaları, her ülkenin kendi futbol federasyonunun yönetiminde yapılır. Olimpiyat Oyunları‘ndaki futbol karşılaşmaları ile Dünya Kupası gibi karşılaşmaları ise FIFA düzenler. Ayrıca her kıta konfederasyonu da kendi yetki alanında karşılaşmalar düzenler. UEFA’nın düzenlediği, UEFA Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi‘dir, UEFA tarafından şu anda düzenlenmeyen İntertoto Kupası ve Kupa Galipleri Kupası bu tür turnuvalardır.

FIFA Dünya Kupası

FIFA Dünya Kupası dört yılda bir düzenlenir. 1930‘da düzenlenen ilk Dünya Kupası’nın şampiyonu Uruguay‘dır. Son Dünya Kupası 11 Haziran – 11 Temmuz 2010 tarihleri arasında Güney Afrika‘da yapılmış ve kupayı finalde Hollanda‘yı 1-0′lık skorla yenen İspanya kazanmıştır. Dünya Kupası’nda en başarılı ülke olan Brezilya, bu kupayı beş kere (1958, 1962, 1970, 1994, 2002) kazanmıştır.

Kadın futbolu

Ana madde: Kadın futbolu

Kadın oyuncular tarafından oynanan bir futbol maçı.

Kadınlar arasındaki ilk futbol maçının 1895 yılında, Kuzey Londra’da oynandığı bilinmektedir.[6] I. Dünya Savaşı sırasında, erkekler savaşta iken fabrikalarda işçi olarak çalışan kadınlar arasında futbol maçları oynanmaktaydı.[6] 1917 Ağustos’unda The Munitionettes’ Cup olarak tanınan Tyne Wear & Tees Alfred Wood Munition Girls Cup resmî adına sahip bir futbol turnuvası başlatıldı ve iki sezon boyunca bu turnuva düzenlendi.[7] 1920 yılında Dick, Kerr’s Ladies FC ile bir Fransız takımı arasında oynanan maç, uluslararası anlamda oynanan ilk kadın futbol maçı olarak tarihe geçti.[8] Ancak 5 Aralık 1921′de Futbol Federasyonu, futbolun kadınlara göre bir spor olmadığı gerekçesiyle kendisine bağlı sahalarda kadınlar tarafından futbol oynanmasını yasakladı.[8] 10 Aralık 1921 günü 30 kadar kadın futbol takımının katılımıyla gerçekleştirilen toplantı sonucunda, bağımsız bir Bayanlar Futbol Birliği (Ladies’ Football Association) kurulması kararı çıktı.[9][10] Ertesi yıl, bu kurum tarafından ilk futbol turnuvası gerçekleştirildi.[10] 1969′a gelindiğinde, Futbol Federasyonu’na bağlı olarak Kadınlar Futbol Birliği (Women’s Football Association) kuruldu. 1970-71 sezonunda ilk resmî kadın futbolu turnuvası olan FA Women’s Cup‘ı düzelendi. 1969 yılında Avrupa Şampiyonası,[11] 1970 yılında ise Dünya Kupası gayrıresmî olarak ilk kez düzenlendi.[12] 1975′te AFC Kadınlar Asya Kupası, 1983′te OFC Kadınlar Şampiyonası, 1984′te Avrupa Turnuvası’nda Temsil Edilen Kadın Takımları Şampiyonu adıyla ilk resmî Avrupa şampiyonası, 1991′de ilk resmî FIFA Kadınlar Dünya Kupası, CONCACAF Kadınlar Gold Cup ve Afrika Kadınlar Şampiyonası düzenlendi. Kadın futbolu, ilk kez 1996 Yaz Olimpiyatları programında yer aldı.

Günümüzde, kıtasal millî takım turnuvalarının yanı sıra kulüp bazında da turnuvalar düzenlenmektedir. Nisan 2013 itibariyle, dünya çapında 176 kadın millî futbol takımı bulunmaktadır.[13]

tarafından

Fitness

Fitness

 

[Dosya:Soldier running in water original.jpg|thumb|right|260px|Tüm askeri servislerde fiziksel eğitim ‘fitness’ bir zorunluluktur]]

Ağırlık kaldıran yaşlı bir adam, Hollywood

Fitness kelime anlamı olarak “Sağlıklı ve formda olmak”tır. Bir çok egzersize dayalı bir spordur.

Diğer bütün sporlardan farklı bir hedef olarak, bütün kasların tek tek aletli ya da aletsiz çalıştırılmasıyla sıkılaştırılması ve güçlendirilmesi amaçlanır. Esasen bütün sporlar dallarında fitnessta kullanılan egzersizler yer alır yahut bir spor dalına özel bir egzersiz fitnessta yer alabilir. Çünkü her spor dalında vücutta ağırlıklı kullanılan kas grupları vardır. Bu kas gruplarına kondisyon kazandırılması için yapılan egzersizlerin pek çoğu fitness egzersizleri olarak da kullanılmaktadır.

Her kişiye ve belirlenen amaca göre antrenman programları farklılık arz eder. Fitness sporunda kesin bir antrenman standardından söz edilemez. Yani her yaşın, her hayat tarzının ve vücut tipinin birbirinden farklı olarak; bir uzman tarafından takip edilen çalışma programı olmalıdır. Bu spor belirli kalıp ve hedefleri olmadığından dolayı her yaşta yapılabilir. Örneğin 16 yaşında ya da 55 yaşında bu spora başlayabilirsiniz.

Bu sporun vücut geliştirmeden iki farkı bulunur: Öncelikle gelişmek için değil, sağlık için yapılır. Ayrıca bir fitness antrenmanında kardiyovasküler çalışma (koşmak, pedal çevirmek gibi sizi nefes nefese bırakacak, kalori harcatan ve zindelik sağlayıcı egzersizler) ağırlık çalışması ile birlikte yapılır. Bu nedenle kaslar fazla büyümez, sadece sıkılaşır ve estetik bir görünüm alır.

Dikkat edilmesi gereken konular

Antrenmana başlamadan önce risklerini öğrenmek gerekir. Uygun kıyafet giyilmeli ve özellikle spor ayakkabı seçimine dikkat edilmelidir. Uzman eğitmenlerin vereceği antreman programına uyulmalıdır. Sakatlanmamak için antreman öncesi streching hareketleriyle adalenin ısınması gerekmektedir. Ağırlık egzersizinde hareketlerin nizami yapılması önemlidir. Yeni başlanıyorsa hafif bir antrenman uygulanmalı zamanla ağırlıklar arttırılmalıdır. Ayrıca fitness sadece antrenmana dayanmaz, düzenli bir yaşamı ve kontrollü bir beslenmeyi de gerekli kılar. Beslenme konusu fitness yapanlar için çok önemlidir ve bu sporda başarının temel ayaklarından biridir.

tarafından

Dart

Dart

 

Dart

Dart (TDK önerisi oklama)[1] içiçe ve farklı renklerde halkalardan oluşan bir hedefe, belirlenmiş bir uzaklıktan ufak okların atılarak, en yüksek puanı almak amaçlı bir oyun, spor. Dart, Orta Çağda okçular için bir eğitim oyunu olarak başlamıştır. İlk kez İngiltere‘de ortaya çıkmıştır.

Hedefe daha iyi gitmesi için arkasına tüy ya da aparey (flight) takılan dart oku yaklaşık 16 cm. uzunluğunda, nişan tahtasının çapı da yaklaşık 45 cm uzunluğundadır.Nişan tahtası, 1′den 20′ye kadar değerlerin yazılı olduğu 20 puan dilimine bölünmüştür.

Alınacak puanı belirleyen iç içe altı halka bu dilimleri kesmektedir. En içte 50 puanlık merkez (BullEye), hemen dışında 25 puanlık bir halka, geniş bir tekli atış halkası, dar bir üçlü atış halkası, diğer bir geniş tekli atış halkası ve en dışta dar bir çiftli atış halkası bulunmaktadır.

Çoğunlukla hedef skorlara göre isimlendirilen Dart’ın 301 / 501 / 701 , Cricket, High Score, Shangai, 301 Elinination, Split Score, Rapid Score olarak anılan oyun çeşitleri vardır.

Konu başlıkları

Cricket Oyun Kuralları

  • Oyunun amacı belirtilen alanlara 3 isabetli atış yapılarak skor tahtasındaki alanları kapatmaktır.
  • Triple için skor tahtasında yer alan puanlardan (Örnk: 20′den 10′a) birisinin triple alanına isabet ettirmek gerekir. İlk *isabette 1 çizgi ikincisinde 2 çizgi ve 3. isabette yuvarlak içine alınarak kapatılır.
  • Skor tahtasında yazmayan rakamların triple alanına yapılan atışlar geçersiz sayılır.
  • Yukarıdaki örnek skor tahtasında işaretleme şeklini görebilirsiniz.
  • House için yine skor tahtasında yazan rakamlardan birisini 3 okun tek atışta isabet etmesi ile House atışı yapılmış olur. 20 puanlık dilim için örnek House atış alanı kırmızı ile işaretlenmiştir.
  • Skor tabelasında yazmayan rakamlara yapılan house atışları geçersiz sayılır.
  • Oyuncu Double alanına yapılan atış sonrasında skor tahtası üzerine atış yaptığı rakama 2 çizgi işaretleyebilir. Bunun yerine *D alanına tek çizgide atabilir.
  • Bull içinde kırmızı alan(Inner Circle Bull) ‘a yapılan atışlar B değerine iki çizgi ya da Double (D) alanına bir çizgi atımı olarak işlenebilir.
  • 20′ nin triple alanına yapılan bir atışta skor tahtası üzerindeki T ye bir çizgi atılır. Bunun yerine oyuncu 20 ‘ye 3 çizgi atıp kapatmayıda tercih edebilir.
  • Skor tahtasındaki tüm değerleri kapatan takım/oyuncu oyunu kazanmış olur.

Dart Federasyonları

Dart Sporu uluslararası çerçevede 2 ayrı organizasyona göre yürütülmektedir. Dünya Dart Federasyonu (WDF), Bu federasyonun organizasyonlarını düzenleyen Britanya Dart Federasyonu (BDO-British Darts Organisation) amatör çerçevede bu sporun uluslararası turnuvalarını yürütürken; Profesyonel Dart Birliği (PDC-Professional Darts Corporation) bu sporun profesyonel çerçevedeki faaliyetlerini yürütür.

Türkiye Türkiye Dart Federasyonu
Amerika Birleşik Devletleri ABD Dart Birliği
Avustralya Avustralya Dart Federasyonu
Kanada Kanada Dart Federasyonu
Hollanda Hollanda Dart Federasyonu
Almanya Almanya Dart Federasyonu
Çek Cumhuriyeti Çek Cumhuriyeti Dart Federasyonu
Norveç Norveç Dart Federasyonu
İsveç İsveç Dart Federasyonu
Danimarka Danimarka Dart Federasyonu
Polonya Polonya Dart Federasyonu
İsviçre İsviçre Dart Federasyonu
İtalya İtalya Dart Federasyonu
Amerika Birleşik Devletleri ABD Dart Organizasyonu
Macaristan Macaristan Dart Federasyonu

KKTC

tarafından

Dalgıçlık

Dalgıçlık

 

Scuba diver1.jpg

DiverBC.jpg

Dalgıçlık, su altında kalmak üzere suya dalma sporu. Bu sporda nefes alma aygıtları kullanıldığı gibi, bu aygıtlar olmadan da bu spor yapılabilmektedir.

Konu başlıkları

Tarihi

İnsanlar çok eski çağlardan beri değişik aparatlar kullanarak su altında daha uzun süreler kalmayı denemiştir. MÖ 500 yıllarına ait resimlerde su altında, hayvan derilerinden yapılmış tulumlar içindeki havayı soluyarak avlanan Eski Yunan dalgıçlar betimlenmiştir. Özellikle Amerika’daki kolonilerden Avrupa’ya değerli eşyalar taşıyan gemilerin, korsanların ilgi odağı haline gelip birçok geminin batırılmasıyla, bu batan gemilerdeki yüklerin çıkartılması ihtiyacı insanoğlunu daha derine inmek ve orada daha uzun süre kalabilmek için yeni icatlar yapmaya itmiştir. Dalış Çanları‘nın kullanılmaya başlanması bu yıllara dayanır. Bir sonraki gelişme yüzey destekli su altı soluma aparatlarıdır ki, Jules Verne‘in Denizler Altında Yirmi Bin Fersah kitabı yayınlandığında bunlar 20 yıla yakın bir zamandır kullanılmaktaydı. Ancak dalışta en büyük devrim 1943′te Fransız kaşif Jacques-Yves Cousteau‘nun geliştirdiği regülatör sayesinde olmuştur. Cousteau’nun “su ciğeri” adını verdiği yüksek basınçlı bir tüp ve tek kademeli regülatörden oluşan aparat, insanın yüzeye hiçbir bağımlılık duymadan hayal bile edemeyeceği derinliklere inip uzun süreler kalabilmesine olanak sağlamıştır.

Nefes alma aygıtı olmadan dalış

Bu alt başlık {{{1}}} tarihinden beri geliştirilmeye ihtiyaç duyuyor. Bu alt başlığın geliştirilmesi gerekiyor.

Serbest dalış

Ana madde: Serbest dalış

Su altında nefes tutarak yapılan dalıştır.

Nefes alma aygıtlarını kapsayan dalışlar (SCUBA)

  1. Yüzey destekli dalış
  2. Tüplü dalış (Scuba)

Yüzey Destekli Dalış

Bu alt başlık {{{1}}} tarihinden beri geliştirilmeye ihtiyaç duyuyor. Bu alt başlığın geliştirilmesi gerekiyor.

Tüplü dalış (Scuba)

Yüksek basınçlı hava ile doldurulmuş tüpteki gazı soluyarak, yüzeye bağımlı olmaksızın yapılan aletli dalıştır. Self Contained Underwater Breathing Apparatus kelimelerinin baş harflerinden oluşmuştur.

Tüplü dalış donanımları

  • Tüp; İçine yüksek basınçlı kompresörler vasıtası ile filtre edilerek soluduğumuz hava (%21 oksijen %78 azot %1 asal gazlar) doldurulur, çelik ya da aluminyum‘dan yapılır. Ortalama scuba dalışlar için kullanılan tüpler 200 bar olarak tasarlanmışlardır bu tüpler dalış okulları veya özel kullanımlarda belli periodlarda basınç testlerine tabi tutularak üzerlerine soğuk damga ile test bilgileri işaretlenir.
  • Regulator; Tüpteki yüksek basınçlı havayı su altında ortam basıncına düşürerek insanın rahat soluyabileceği seviyeye ayarlar.
  • Manometre; Regülatörün yüksek basınç çıkışlarından birine bağlıdır ve tüp içinde kalan havanın basıncını gösterir.
  • BCD veya BC; Buoyancy Controlling Device veya Buoyancy Compensator -Denge Yeleği- dalıcının su içindeki yüzerliğini ayarlamakta kullanılır. Tüp içindeki havanın regülatör gelen bir hortuma bağli basma-boşaltma butonları vasıtasıyla dalıcı kendisi tarafından kulanılır. Ayrıca dalış öncesi ve dalış sonrası su yüzeyinde efor sarfetmeden kalmasını sağlamalarındada kullanılır.
  • Diğerleri; Maske, palet, dalış elbisesi, derinlik ve zaman saati kullanılan diğer malzemelerdir. Maske mutlaka dalıcıya uygun olarak yüz yapısına uygun olmalıdır bu dalış öncesi basit bir testle anlaşılabilir. Islak,yarı kuru ve kuru tip olarak yaygın olan üç tip elbise kullanılır, iklim ve su sıcaklığına göre elbise türleri dalıcılar tarafından tercih edilir.

Dalgıçlığın tehlikeleri

Scuba (Tüplü Dalış) dünyanın en olağanüstü keyiflerinden biridir. Ancak mutlaka özel bir eğitimden geçilerek yapılmalıdır. Eğitimsiz dalış çok tehlikeli olabilir. Dünyanın her yerinde ve Türkiye ile KKTC`de bu eğitimleri yetkili kuruluşlardan almak mümkündür.

Bu sporla ilgilenenlerde görülebilecek bazı sağlık problemleri;

Dalış sporunun türleri (amaca göre)

Rekreasyonel dalışta eğitim seviyeleri

  • Giriş seviyesinde dalgıç
  • Erişkin dalgıç
  • Grup lideri
  • Yardımcı eğitmen
  • Eğitmen
  • Eğitmen eğitmeni

Rekreasyonel(Sportif) ve teknik dalgıç eğitim kuruluşları

Dalgıçlıkla ilgili filmler

tarafından

Dağcılık

Dağcılık

 

Alpler üzerindeki dağcılar

Dağcılık, dağlarda yürüyüş ve kamp kurmanın yanı sıra tırmanma sporunu da kapsayan bir doğa sporu. 18 le 19. yüzyıllarda Avrupalı (İngiliz ve Fransızlar başta olmak üzere) zenginlerin boş zamanlarını değerlendirme ve hayatlarının rutinlerini yeni maceralarla süsleme arayışı neticisinde bir spor sayılmaya başlanan dağcılık, 20.yüzyılın başında diğer ulusların da ilgisini çekmeyi başarmıştır. Uluslararası bir spor haline gelmesi ise, 1931 yılında, merkezi Cenevre‘de olan Uluslararası Dağcılar Birliği (UIAA)’nin kurulmasıyla mümkün olmuştur. İzleyen yıllarda, belirli teknik ve emniyet yöntemlerinin geliştirilmesine paralel olarak kendine özgü disiplini ve ilkeleri olan bir spor haline dönüşen dağcılık, birçok doğa sporunun da önünü açmıştır.

Günümüzde en çok rağbet gören doğa sporlarından biri olsa da, bu spora eklenebilecek yeniliklerin azalması, yeni neslin yeni doğa sporlarına daha fazla ilgi duyması ya da bu tür sporlara yönelmesi nedeniyle, 20. yüzyılın başındaki popülaritesini kaybetmeye başlamıştır.

Türkiye’deyse dağcılık, üniversite klüpleri ve Türkiye Dağcılık Federasyonu (TDF) bünyesinde canlılığını korumaktadır.

Konu başlıkları

Dağcılık Stilleri

Alpin Stil

Dağcılar kayalar ve buzlar üzerinde.

Hafifliğin ve hızın ön plana çıktığı ve aynı zamanda teknik tırmanış içeren dağcılık sporunun esas ruhunu temsil eden tırmanış sitilidir. Ana ve ara kamp yoktur. Hızlı ve hafif olmak için tek kamp noktasından hareket edilir. ‘Temiz tırmanış’ diye tabir edilen ve tırmanış sonrası rotayı değiştirmeyen ‘doğal’ yöntemler kullanılır.

Yapay yöntemlerden tamamen uzak olan bu tırmanış stilinde tırmanıcılar bütün zorluklar ve risklerle kendi başlarına başa çıkarlar. Temelindeki bu yöntemlerden dolayı ‘macera ruhu’ ile beslenir.

Trekking ve hiking

Türkçede Dağ veya doğa yürüyüşü olarak kullanılmasına karşılık dağ ve doğa yürüyüşünün tam karşılığı HIKING dir. Günü birlik olarak yapılır ve kamplı konaklama içermez. Eğer bu aktivite kamplı olacaksa adı Trekking olur.

Ekspedisyon

Uzun zaman gerektiren ve tırmanılan yükseklik bakımından vücudun klimaya uyum sağlayabilmesine olanak sağlamak amacı ile bol miktarda iniş çıkış içeren Yüksek İrtifa Tırmanışı’nın ingilizce adıdır. Tırmanıcılar zirveye çıkana kadar kendi kamp yüklerini bir üst kampa taşırlarken birden fazla gitgel yaptıkları faaliyettir.

Ferrata

Kayaya sabitlenmiş metal merdivenleri kullanarak tırmanma stilidir.Dağcılıkta en kolay stillerden birisidir.

Sportif tırmanış (Sport climbing)

Genellikle kaya üzerinde ya da yapay duvarlarda kullanılan tırmanma stilidir. Kendi içinde dört ana kısma ayrılır.

Serbest stil

En çok kullanılan tırmanış türü. Free climbing denilen bu tırmanışta, yükselmek için yapay tekniklere kesinlikle başvurulmuyor. İp ise tırmanan kişiyi, düşüş ihtimaline karşı, tehlikeden korumak için kullanılıyor.

Free-solo

Hiçbir emniyet aleti kullanılmadan, kaya tırmanış ayakkabısı ve toz torbasıyla yapılmaktadır. Free-solo fazlasıyla deneyim gerektirir. Dünya genelinde Bu türde tırmanıcı sayısı oldukça azdır. Bu stilde tırmanmak için fiziksel olduğu kadar psikolojik olarak da hazır olmak gerekiyor. Çünkü, yapılan hata çoğunlukla ölümle sonuçlana bilmektedir.

Yapay tırmanış

Yükselmek için çeşitli aletlerden faydalanılarak yapılan tırmanış türü. Yapay tırmanışta, sikke, jumar, hook, ip, merdiven gibi aletler kullanılıyor. Çıkışta, lider tırmanıcının örneğin sikkeye (tutunmak için kayaya çakılan çivi) basması durumuna yapay çıkış adı veriliyor.

Eğitim

Kaya tırmanışı eğitimi veren birçok doğa sporu merkezi vardır. Eğitimin ilk aşaması teorik dersler; Öncelikle, tırmanış teknikleri, stilleri, tırmanış ve iniş istasyonlarının kurulması, top- rope (tırmanış ipi) ve malzemeler hakkında ayrıntılı teorik eğitim alınıyor.

Bir sonraki aşamada uygulamaya geçiliyor. Malzeme takıp çıkartmak, yerden birkaç metre yükselerek yapılan egzersizlerle ip inişi ve top rope tırmanış uygulaması yapılıyor.

En son aşamada lider tırmanışın (eğitim alındıktan sonraki uzmanlaşılan tırmanış) temel bilgileri alınıyor ve tecrübeli bir kaya tırmanışçısıyla beraber uzun rotalarda tırmanışlara başlanıyor.

Uzun duvar tırmanışı

Kaya tırmanma tekniklerini ve emniyet malzemelerini kullanarak bir ip boyundan daha yüksek olan kaya üzerinde yapılan tırmanış şeklidir.

Yapay duvar tırmanışı

Çoğunlukla kapalı alanlarda kimyasal malzemeler kullanılarak yapılan, sabit veya ayarlanabilen duvar sistemlerine tırmanma etkinliğidir. Yarışma etkinlikleri veya antrenmana yönelik hazırlanan yapay duvarlar, farklı biçimlerde ve aralıklarda basamak ve tutamakları içerir.

Yapay duvar tırmanışlarında, duvara dağcılıkta kullanılan teknik malzemelerin yerleştirilmediği, “top rope” (üstten emniyetli ip) tekniği de kullanılmaktadır.

tarafından

Judo

Judo

 

Judo (Japonca: 柔道 – jūdō) (jū:kibar,nazik; dō:yol, öğreti : nezaket yolu) Japonya kaynaklı bir dövüş sanatı ve bir spor dalıdır. Judo, Jujutsu dan geliştirilmiş ve temel ilkeleri 1882‘de Dr. Jigaro Kano tarafından tanımlanmıştır. Judo Japon modern dövüş sanatlarının ilk örneği olmuştur. Gentai Budo (Modern Dövüş Sanatları) geleneksel Japon dövüş sanatları okullarının (Koryu) ilkelerinden geliştirilmiştir.

Konu başlıkları

Tarihçe ve felsefe

Kano Jigoro.

Judonun ilk dönemlerinin ve onun temellerini atmış olan matematik öğretmeni Kano Jigaro (1860-1938) (Japonca‘da soyadı önce gelir) tarihçesi birbirinden ayrı düşünülemez. Kano yapılacak işi olan bir ailede doğmuştu. Dedesi Japonya merkezindeki Shinto Bölgesinde kendi geçimini sağlayan bir sake üreticisiydi. Kano’nun babası en büyük evlat olmağı için işi devralmadı ve bir Shiton Rahibi ve Devlet Memuru olup, oğlunun Japonya İmparatorluk Üniversitesindeki ikinci senesine devam etmesini sağlayacak yeterli feyzi oğluna verdi.

Geleneksel Judo’ nun karakteristiklerinden biri mutlak itaat ve resmiyet

Kano 17 yaşında iken Jujutsu ile başladı, o zamanlarda bayındır bir sanattı, ama kendisini ciddiye alacak bir hoca bulmanın da zorluğu ile az bir ilerleme gösterdi. 18 yaşında edebiyat öğrenmek için gittiği üniversitede, dövüş sanatı çalışmalarını sürdürdü, sonunda yaşayan en yaşlı Kano öğrencisi ve sayılı bir Japon/Amerikalı Judoka olan Keiko Fukuda’nın Atası ve Tenjin Shinyo Ryu ustası Hachinosuke Fukuda’nın öğretilerini benimsedi. Fukuda Judo’da biçimsel idmanların üzerine önemli bir tekniğe sahip olmanın, Kano’nun vurguladığı randori veya serbest judo çalışmanın tohumlarını ektiğini söylemiştir.

Kano, Fukuda’nın Okuluna katıldıktan bir yılı aşkın bir süre sonra Fukuda hastalandı ve öldü. Sonrasında Kano, biçimsel katalara Fukuda’dan daha çok önem veren Masatomo Iso’nun Tenjin Shinyo okuluna katıldı. Kano kendisini adayıp kısa zamanda shihan yani usta unvanını alıp Iso’nun yardımcısı olduğunda 21 yaşında idi. Iso’nun da hastalanması üzerine daha öğrenmesi gereken çok şey olduğunu düşünen Kano, başka bir stil daha edindi, Kito Ryu hocası Tsunetoshi Iikubo’nun öğrencisi oldu. Fukuda gibi likubo da serbest çalışmadan daha önemli olduğuna inanıyordu ve diğer yandan Kito Ryu fırlatma tekniklerine Tenjin Shinyo Ryu dan çok daha üst derecede önem veriyordu.

Bu zaman içinde, Kano, kata guruma, uki goshi gibi teknikler geliştiriyordu. Fikirleri çoktan Kito ve Tenjin Shinyo Ryu’ nun ilkelerini genişletmenin ötesine geçmişti, yeni gayeler ile doluydu, kısmen eğitiminin bir sonucu olarak, sağlam bilimsel ilkelere dayanan tekniklerle ve dövüş sanatlarındaki ilerlemeye ilaveten genç insanların kafa, karakter, vücut gelişimine önem vererek, kafasında jujutsuyu yeniden biçimlendirmişti. Kano 22 yaşında üniversiteyi bitirdikten hemen sonra, Eishoji Tapınağında kendi himayesinden jujutsu çalışmak için Iikubo’nun okulundan 9 öğrenciyi yanına aldı. Yerleri bu isimle anılmadan önce iki yıl geçti, Kano henüz Kito ryu da usta unvanını almamıştı, Iikubo öğretime yardım için haftada üç gün tapınağa geldi. Kodokan veya “yolu öğrenmek için mekân” böyle kuruldu.

Judo kelimesi, nazik olmak veya yol vermek anlamına gelen “ju” ve yaşamın yolu anlamına gelen “do”, kanjilerinden türetilmiştir. Kelime karşılığı “nezaket yolu” veya “yol verme yolu” dur, “esneklik yolu”, “uyum yolu”, “bükülme yolu” şeklinde isimlendirildiği de olur.

Kemer renkleri ve kemer alma kuralları

Öğrencilik devresi

Judokaları teşvik etmek amacıyla her 6 ayda bir sınav yapılarak bir üst kuşağa geçmeye imkân verilir. Kyu(öğrencilik) devresi 6 kemer renginden oluşur.

Sınıf Ad Kemer
6.sınıf Roku Kyu Beyaz Kemer
5.sınıf Go Kyu Sarı Kemer
4.sınıf Yo(Yon) Kyu Turuncu Kemer
3.sınıf San Kyu Yeşil Kemer
2.sınıf Ni Kyu Mavi Kemer
1.sınıf İk Kyu Kahverengi Kemer

Ustalık dereceleri

Bu devreleri geçiren sporcu zor ve meşakkatli bir imtihandan geçerek Dan ustalık derecesi olan “Siyah” Kemeri almaya çalışır. Dan alacak kişinin tüm teknikleri sağlı ve sollu olarak yapması,kombine ve kontraatakları bilmesi gerekir. Ustalık dereceleri 10 adettir:

Derece Ad Kemer
1 Sho Dan Siyah Kemer
2 Ni Dan Siyah Kemer
3 San Dan Siyah Kemer
4 Yon Dan Siyah Kemer
5 Go Dan Siyah Kemer
6 Roku Dan Kırmızı-Beyaz
7 Shichi Dan Kırmızı-Beyaz
8 Hachi Dan Kırmızı-Beyaz
9 Ku Dan Kırmızı
10 Ju Dan Kırmızı
Judo kemerleri
Beyaz Ceinture blanche.png
Sarı Ceinture jaune.png
Turuncu Ceinture orange.png
Yeşil Ceinture verte.png
Mavi Ceinture bleue.png
Kahverengi Ceinture marron.png
Siyah Ceinture noire.png
Kırmızı Beyaz Ceinture blanc rouge.png
Kırmızı Ceinture rouge.png

Mücadele Teorisi

Judo sporu, mücadelenin iki safhadan oluştuğunu varsayar. Ayakta Tachi-waza ve yerde Ne-waza safhası. İlgilerine göre bazı judokalar bir safhada diğerine göre daha üstünken, birçok judoka her iki safhaya da eşit ağırlık verir.

Ayaktaki safha başlangıç safhası olarak kabul edilen safhadır, rakipler birbirlerini yere atmaya çalışırlar. Rakibi, ayaktayken sırt üstü düşürmek maçı kazanmaktır (İppon-Tam puan). Yer safhasında ise rakibini belirnenen süre içerisinde, yerden kalkamayacak şekilde sabit tutarak(Osaeokomi-Waza) puan alma safhasıdır.Yere atış sonrasında ise 25 saniye (Bu kural 2013 yılı itibari ile 20 olarak değiştirilmiştir.) tutuş yapılırsa, İppon-Tam puan ile maç kazanılır. Ayakta rakibini yere atarak puan alma şekilleri, Yuko, Waza-Ari adı altında Japonca terimlerle ifade edilir.

Teknikler

Judo teknikleri 3 kategoride toplanır. Her kategori kendi içinde bölümlere ayrılmıştır.

Nage Waza: Fırlatma teknikleri

Katame Waza: Tutma, yakalama teknikleri

Atemi Waza: Vuruş teknikleri

Nage Waza

(Fırlatma Teknikleri)

Tachi Waza

(Ayakta yapılan teknikler)

  • Te Waza (El ile yapılan teknikler)
  • Koshi Waza (Kalça ile yapılan teknikler)
  • Ashi Waza (Ayak ile yapılan teknikler)

Sutemi Waza

(Yatarak yapılan teknikler)

  • Ma sutemi Waza  :sırt üstü yatarak yapılan teknikler
  • Yoko Sutemi Waza  :yan yatarak yapılan teknikler

Ne Waza

(Yerde yapılan Teknikler)

  • Oseakomi Waza :Rakibi kontrollü tutma teknikleri
  • Shime Waza  :Boğma teknikleri
  • Kansetsu waza  :Kırma, kilitleme teknikleri
tarafından

Jimnastik

Jimnastik

 

Olimpiyatlarda yarışma düzenlenen dalı için bakınız: Artistik jimnastik

Jimnastik, bedeni, fiziksel yapısını düzeltme güçlendirme ve geliştirme amacıyla düzenli hareket ettirme sanatıdır. Bedeni çevikleştirmek ve güçlendirmek için yapılan alıştırmaların tümü, idman ve kültürfizik hareketleri jimnastiğin kapsamına girer. Bu disiplin; erkeklerde, yer alıştırmaları, barparalel, barfiks, halka ve kulplu beygir; kadınlarda yer alıştırmaları, türdeş olmayan çubuklar, barfiks, denge kalası alıştırmalarını içerir.

İyileştirme ve öğrenme amaçları güden tıbbi jimnastik ve eğitim jimnastiğiyse sanattan çok bilim ulamı içinde sayılmaktadır.

İnsanın fiziksel ve ahlaki yetilerini eğitmek, fiziksel ve ruhsal verimini artırmak amacıyla beden çalışmalarından yararlanan “fiziksel eğitim”, jimnastikten ayrı bir daldır.

tarafından

buz hokeyi

buz hokeyi

Bir İsveçLetonya erkekler buz hokeyi karşılaşması.

Buz Hokeyi adından da anlaşılacağı gibi buzun üzerinde iki takımla oynanan bir spor veya oyundur. Oyuncular hokey patenlerini giyip hokey sopalarıyla diski (pakı) kontrol etmeye çalışırlar. Oyuncular diski (pakı) kaleye sokarak sayı bulurlar. Takımda biri kaleci olmak üzere altı oyuncu molasız oynar. Aslen bir takımda 20′den fazla oyuncu vardır. Bir oyuncu kuralları ihlal ederse hakem ceza olarak takımı bir süreliğine 5 kişiyle oynatır. 26×56 mt. genişlikte bir alanda oynanır. 15 ya da 20 dakikalık üç devreden oluşur.

Buz Hokeyi Sahası

Buz hokeyi konusunda Kanada, Rusya, İsveç, Finlandiya, Çek Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri ve Slovakya önde gelen ülkelerdir. Dünyadaki en iyi oyuncuların çoğu NHL‘dendir (Ulusal Hokey Ligi). Yılın sonunda Stanley Kupası‘nı kazanmaya çalışırlar. Kuzey Amerika‘da kadınlar Bayanlar Ulusal Hokey Ligi ve Bayanlar Batı Hokey Ligi’nde oynar. Kuzey Amerika ve Avrupa‘da erkekler hokeyi kadınlar hokeyinden daha popülerdir. Olimpiyatlarda hokey hem kadınlar hem de erkekler tarafından oynanır. Buz hokeyi 19. yüzyılda Kanadalı güverteciler tarafından bulunmuştur. NHL 1917‘de başlamıştır. 2007 itibariyle doğu-batı konferansı adlarıyla 15′lik iki ligi vardır.

Bu sporun en popüler olduğu ülkeler ABD, Kanada, Rusya, İsveç, Finlandiya ve Çek Cumhuriyeti’dir.

Konu başlıkları

Tarihi

Buz hokeyi, ilk kez orta çağlarda Kuzey Avrupalılar tarafından oynanmaktaydı. 19′uncu Yüzyıl ortalarında ise ilkel formda Kanada’da oynanmaya başlanmış, ilk resmi hokey oyununun 1855′te Kingston, Ontario’da oynandığı düşünülmektedir. Kayıtlara geçen ilk maç 1865′te bir üniversite öğrencisi olan Robertson tarafından düzenlendi. Daha sonra Robertson, ilk buz hokeyi kurallarını geliştirdi.Bu kurallar gereğince takımlar dokuzar oyuncudan oluşuyor ve kare şeklinde bir pak kullanılıyordu. Montreal’de toplanan bir komite oyunun yedişer kişilik takımlarla oynanmasını öngörmüştür. 1909′da ulusal hokey kurulu, oyuncu sayısının altıya indirilmesine karar verdi. 1893′de ise Stanley kupası başladı. Bu kupada en iyi Kanadalı hokey takımına Lord Stanley ödülü verilmekte ve günümüzde devam etmektedir. [1].

Buz Hokeyi Sahası

Oyun sahasının boyutları en çok 61 metre uzunluğunda ve 30 metre enindedir ; en az 56x26m olmalıdır.Sahanın köşeleri ovaldir ve bu ovallik en fazla 7 ila 8.5 metre yarıçapta olmalıdır.

NOT 1: IIHF şampiyonalarında sahanın uzunluğu 60-61 m. ; genişliği ise 29-30 m. olmalıdır. NOT 2: Kapalı sahalarda,oyun sahasında ve tribünlerde,soyunma odalarında sigara içmek yasaklanmalıdır.

Buz sahasının yanları “bordlar” olarak bilinen ağaç veya plastik bir duvarla çevrilmiş olmalı,buzun üstünden ölçüldüğünde 1.20 metreden alçak veya 1.22 metreden yüksek olmalıdır. Yan duvarların altında, 15 ila 25 cm yüksekliğinde ve sarı renkte bir tekme bandı olacaktır. Bu kurallarda belirtilen resmi işaretlemelerin dışında,bütün buz yüzeyi ve çevresindeki duvarlar beyaza boyanmış olmalıdır.

tarafından

Bungee jumping

Bungee jumping

 

Normandiya, Fransa‘da Bungee Jumping

Bungee jumping bireylerin yüksek bir yerden (örneğin bir köprü) aşağıya atladıkları ve esnek bir halatla yukarı çekildikleri, heyecan verici bir etkinliktir. Çoğunluğun adrenalin hücumunun doruğu olarak tanımladığı bu etkinlik, neredeyse sadece eğlence için yapılır; nadiren bir müsabaka sporudur.

Konu başlıkları

Tarihçesi

Pasifik Adaları’nın Pentecost Adası’ndaki kara atlayışçılarından esinlenen dört Tehlikeli Sporlar Kulübü üyesi 1979‘da bacaklarına esnek halatlar bağlayarak Clifton Asma Köprüsü’nden atladı. Böylece günümüz bungee jumping dönemini başlattılar.[1]

Atlayış

Köprü, balon, vinç ve kuleler atlayışçıların dalış için kullandığı yüksekliklerden bazılarıdır. Güney Afrika‘daki Bloukans Nehri Köprüsü, İsviçre‘deki Verzasca Barajı ve Yeni Zelanda‘daki Kawarau Köprüsü en ünlülerinden birkaçıdır. Ticari bungee işletmeleri, 50 m’ye varan atlayış noktaları sağlamak için gezici vinçler kullanır.

 

Dünyanın en yüksek atlayışlarından (216m) birinin yapıldığı Bloukans Nehri Köprüsü, Western Cape , Güney Afrika, Nisan 2007.

Tümüyle sağlam esnek ipler tehlikelerle dolu bu etkinliğin güvenliği açsısından canalıcı önem taşır. Lateks kauçuk ipliklerden yapılan bu kordon gereken esneme ve zıplamaya göre içeri ya da dışarı döner. Bungee jumping yapanlar, atlayış yaptıkları platforma çıkmadan öce dikkatle tartılır ve gövde koşumuyla donatılır. Atlayış birkaç saniye sürer ve birkaç geri sıçrama içerir. Kordon yer çekimi kuvvetinin çoğunluğunu soğurur, böylece atlayışçı sistemde sert bir sarsıntı yaşamadan dengeli bir biçimde yavaşlar.

 

En Yüksek Atlayışlar
Yükseklik Mekân
600m Mariana Çukuru (Challenger Çukuru)
321m Royal Gorge Köprüsü, Colorado, ABD
233m Makau Kulesi, Makau, Çin
220m Verzasca Barajı, Lokarno , İsviçre
216m Bloukans Nehri Köprüsü, Western Cape ,Güney Afrika

Önemli bilgiler

Güvenlik

Dünyadaki çoğu bungee jumping kulübünün son derece iyi güvenlik sicilleri vardır. Atlayışçıların güvenliğini sağlamak için arıza emniyet düzenekleri geliştirdiler. Spor bazı ülkelerde yönetmeliğe tabiidir. Örneğin, İngiltere‘deki kulüpler güvenlik, eğitim, ve lisansı destekleyen İngiliz Esnek Halat Sporları Birliği‘ne (BERSA:British Elastic Rope Sports Association) bağlıdır.

tarafından

Bovling

Bovling

 

Bowling salonu ve kukalar

UV-ışık altında Bowling salonu

Bowling, oyun hattının sonundaki kukaları, bu oyun için özel olarak hazırlanmış bowling topları ile devirme amacı taşıyan salon sporu.

Konu başlıkları

Tarihçe

Mısır‘da yapılan kazılarda bowling sporunun köklerinin MÖ 5000′li yıllara dek uzandığına dair bulgular çıkarılmıştır. Kökenleri, MÖ’ye dek uzanan bu spora, spor olmanın dışında anlamlar da yüklendiği görülür. Söz gelişi, 3 ve 4. yüzyıllarda, bu sporda iyi olmak kilise tarafından “günahlarından daha çok arınmış olmak” anlamına geliyordu. Düzenlenen oyunlarda kukalar işlenmiş günahları temsil ediyor ve devrilen her kuka ile günahlardan arınılma inancı taşınıyordu.

Günümüzde

Bowling sporunun Dünya Bowling Federasyonu’nun (WTBA), Uluslararası Bowling Federasyonu(FIQ), Avrupa Bowling Federasyonu(ETBF) tarafından belirlenmiş oyun tipleri bulunmaktadır. 9 pin ve 10 pin şeklinde 2′ye ayrılmaktadır. Amacı, uzunluğu 18,288 m (faul çizgisinden, 1.nolu pin’e kadar olan mesafe) olan “lane” adı verilen hatların ilerisine konulmuş pinleri devirmektir.

Türkiye‘de oynanan bowling sporunda 10 pin bulunmaktadır. “Türkiye Bocce Bowling ve Dart Federasyonu” altında Bowling branşı olarak faaliyet göstermektedir. Süper, 1, 2 ve 3. lig kategorilerini içeren bir ulusal ligi bulunmaktadır. Sporcuların oynadıkları lig ve bu ligde elde ettikleri sıralamaya göre katılım hakkı kazandığı 4 ayrı turnuva düzenlenmekte, ayrıca sezon sonlarında, sezon içinde lig ve turnuvalarda elde edilen puanların toplanması ile oluşturulan sıralamaya göre hak kazanılan 1 turnuva düzenlenmektedir. 2010 yılı itibarıyla Türkiye’de her yıl düzenlenen ve Avrupa Bowling Turuna dahil olan bir adet uluslar arası turnuva bulunmaktadır.

Puanlama

Bowling oyununda, her oyun için 10 frame bulunur. Oyuncu ilk 9 frame de strike yapmadığı durumlar için 2′şer atış kullanır. Sonuncu frame de strike ya da spare yapması durumunda fazladan bir atış hakkı daha kazanır. Oyuncunun bir oyunda yapabileceği en yüksek puan 300′dür.

Strike

Sembolü “X”tir.Hattın sonundaki tüm pinlerin frame’in ilk atışında devrilmesine denir. Tüm pinler devrildiği için frame’in ikinci atışı yapılmaz. Alınan puan, sonraki iki atışta devrilen pin sayısı ve strike ta devrilmiş pin sayısı toplanarak hesaplanır ve frame’e yazılır. Üst üste 3 defa strike yapmak “turkey”, 2 defa üst üste yapmak “double” adını almakta 4. ve sonraki üstüste strikeler için “four in bagger” “five in bagger” şeklinde gitmektedir.

Spare

Sembolü “/”dir. Hat sonundaki tüm pinlerin ikinci atışta devrilmesine denilir. Alınacak puan,bu 10 pin ve takip eden atışta devrilen pin sayısı toplanarak hesaplanır ve yazılır.

Split

Birinci kukanın devrilmiş olması durumunda, birbiriyle bağlantısı kalmamış (aralarındaki kuka devrilmiş) iki veya daha fazla kukanın ayakta kalması olayıdır. Split, puan tablosunda devrilen pin sayısının dikdörtgen veya daire içine alınmasıyla gösterilir.

Ligler ve Turnuvalar

Türkiye’de bowling, bahar ve kış aylarında olmak üzere iki ayrı dönemde ve süper, 1, 2 ve 3 olmak üzere dört ayrı lig seviyesinde oynanır. İlk defa lige katılan bir oyuncu 3. ligten başlar ve ligde yaptığı ortalamaya göre bir üst ligde yarışma hakkı kazanabilir.

 

Oyunun amacı hattın sonundaki kukaları bowling topuyla devirmektir.

Süper Lig Kategorisi: Süper Lig kategorisinde, bir önceki ligde yapılan ortalama ya da playoff karşılaşmalarında elde edilen galibiyet sonucunda bu ligde oynamaya hak kazanmış sporcular yarışır.

1.Lig Kategorisi: Ortalaması erkeklerde 180, kadınlarda 165 üstü olan oyuncular, önceki ligde 1. veya 2. kategorisinde oynamış olmak koşuluyla takip eden sezonda bu kategoride oynamaya hak kazanır. Ek olarak, playoff karşılaşmaları sonucunda Süper lig kategorisinden düşmüş olan oyuncular takip eden ligde bu kategoride oynamaya hak kazanırlar.

2.Lig Kategorisi: Ortalaması erkeklerde 180 – 165 arasında, kadınlarda 165 – 150 arasında olan oyuncular, önceki ligde 1. 2. veya 3. ligde oynamış olmak koşuluyla takip eden sezonda bu kategoride oynamaya hak kazanır.

3.Lig Kategorisi: İlk defa katılan oyuncular ve erkeklerde 165, kadınlarda 150 ortalamanın altında oynayan oyuncular bir önceki sezonda Süper lig veya 1. lig kategorisinde oynamamış olmak koşuluyla takip eden sezonda bu kategoride oynamaya hak kazanır.[1]

Kış Ligi sonunda;

  • Türkiye Süper ligi sonuçlarına göre ilk 24 bay ve ilk 8 bayan için Süper Kupa[2],
  • Türkiye 1,2 ve 3. liglerinin ortak sıralama sonuçlarına göre baylarda ilk 48, bayanlarda ilk 24 sporcu için Meclis Kupası[3],

düzenlenir. Bahar Ligi sonunda;

  • Türkiye Süper ligi sonuçlarına göre, baylarda ilk 16 bayanlarda ilk 8 oyuncu ile Türkiye 1. Ligi sonuçlarına göre baylarda ilk 16, bayanlarda ilk 4 sporcu için Türkiye Kupası[4],
  • Türkiye 2. ve 3. liglerinin ortak sıralama sonuçlarına göre baylarda ilk 48, bayanlarda ilk 24 sporcu için Federasyon Kupası[5]

düzenlenir. 2011 yılı itibarıyla, faaliyet takviminde liglerden bağımsız olarak 3 adet ulusal ve 1 adet uluslar arası turnuva bulunmaktadır. Ulusal turnuvalar İstanbul ve Ankara illerinde düzenlenen, Time Out Open, Korukent Open ve Ankara Büyükşehir Belediye Open iken, uluslar arası turnuva, İstanbul Bowling Open adıyla anılmaktadır. Sezon sonunda Türkiye liglerine ve sıralama puanı veren en az üç turnuvaya katılmış oyuncuların sıralama puanları hesaplanır. Bu puanlara göre erkeklerde ilk 24 kadınlarda ilk 16 sporcu milli takım havuzunu oluşturur. Bu havuzdan, her turnuva için, teknik kurul kararıyla belirlenen sayıda sporcu seçmelere çağrılır.[6]

Bu turnuvalar dışında, her sene tekrar belirlenen tarihlerde, biri yedek olmak üzere 6 kişilik takımlar, 5 kişinin bulunmaması durumunda katılım sayısına uygun olarak çiftler ya da bireysel olarak kulüplerin temsil edildiği “Kulüpler kupası” turnuvası düzenlenir.

Kıyafet Yönetmeliği ve Cezai Uygulamalar

Türkiye’de erkekler kumaş pantolon (yanları cepli olmaması kaydıyla) kot olmayan kanvas, kumaş türü pantolonlarla, bayanlar ise kumaş pantolon, şort veya eteklerle yarışabilirler. Bovling üstü olarak polo yaka düğmeli kısa kollu bovling tişörtü veya gömleği giyilir, bayanların bunlar dışında polo yaka düğmeli kolsuz tişörtler giymesi de mümkündür. Türkiye Bovling Bocce ve Dart Federasyonu lisanslı bovling sporcuları dışında kalan sporcular, Türkiye’de düzenlenen uluslar arası turnuvalarda, bağlı bulundukları federasyonun kıyafet yönetmeliğine göre giyinebilirler, örneğin bazı ülkelerde erkeklerin yanları cepli olmayan kumaş şort giymesine izin verilmektedir.

Lig ve turnuva oyunları sırasında veya öncesinde alkollü içecek tüketmek yasaktır, belirlendiği takdirde kırmızı kart ile cezalandırılır.

Türkiye bowling liglerinde ve federasyon tarafından onaylanmış turnuvalarda sarı ve kırmızı kart uygulaması mevcuttur. Kıyafet kurallarına uymamak veya uygunsuz davranış gibi cezai durumlarda sporculara sarı kart verilirken alkol ve sigara kullanımı direkt kırmızı kart ile cezalandırılır. Lig sırasında sarı kart gören oyuncu oyunlarına devam edebilirken, üstüste 2 sarı karttan kırmızı ya da direk kırmızı kart gören oyuncunun devam ettiği oyun 0 sayılarak ortalamasına katılır, takip eden oyunları ise oynatılmaz. Daha önceki haftalarda sarı kart görmüş oyuncu, sezon sonuna kadar herhangi bir haftada 2. sarı kartı gördüğü takdirde bir sonraki hafta oyunları için cezalı sayılır, bu oyunlar devamsızlık hakkından düşülerek oynatılmaz. Resmi turnuvalarda ise, arka arkaya iki sarı karttan kırmızı veya direk kırmızı kart gören sporcu turnuvadan ihraç edilir ve bir sonraki turnuvaya hak etse dahi katılamaz. Sezon içerisinde aralıklı olarak iki ayrı turnuva da sarı kart gören sporcu bir sonraki turnuvaya hak etse dahi katılamaz. TBBDF onaylı açık turnuvalar kapsam içindedir. Kartlar sezondaki son turnuvadan sonra sıfırlanır ve diğer sezona aktarılmaz.[1]

tarafından

Boks

Boks

Ricardo Dominguez (soldaki) ile Rafael Ortiz isimli iki boksörün yaptıkları boks maçından bir görünüm.

Boks, iki kişinin boks hakemi gözetiminde karşılıklı yumruklaşarak; her kafaya vurduklarında tek puan topladıkları spor müsabakasıdır. Belden aşağıya ve enseye vurmak, sporcunun kendi etrafında 360 derece dönmesi, avuç içi (eldivenin beyaz boyalı bölgesi harici) vurmak , ses çıkarmak uyarı almasına neden olur, üç uyarı bir ihtar(-1 puan) alınmasına neden olur. Amatör boksörler 227 gr ağırlığında, profesyonel boksörler ise ağırlığı 170-283 gr arasında değişen eldivenler kullanırlar. Profesyonel boksörler yalnızca şort, amatör boksörler ise şort ve atlet giyer. Hem amatör hem de profesyonel boksörler karşılaşmada diş ve kasık koruyucuları kullanırlar. Amatör boksörler ayrıca koruyucu başlık da takarlar.

Konu başlıkları

Ring

Boks karşılaşmaları ringde yapılır. Ring, üç veya dört sıra halatla çevrili ve yerden yüksekliği en az 91 cm en fazla 122cm olan kare biçiminde bir alandır. Halat aralıkları en az 40 cm olmalıdır. Ringte kırmızı, mavi ve tarafsız beyaz köşeler vardır. Sporcular ait oldukları köşeden, hakem ve doktor ise jüri masasına yakın olan beyaz köşeden ringe çıkar.

Profesyonel boksta ringin büyüklüğü 5-6 m², amatör boksta ise en az 3-6 m²’dir. Boks karşılaşmalarında, her iki boksörün de aynı sıklette (ağırlıkta) olması gerekir..

Antrenman ve teknik

Bir boks maçı

Boks, zor ve çok yorucu bir spordur. Boksörler antrenman yaparak karşılaşmaya hazırlanırlar. Antrenman bir başka boksörle yapılan çalışmanın yanı sıra, gölge boksu, kum torbasıyla çalışma, ip atlama ve kondisyon için koşu gibi başka çalışmaları da kapsar.

Boksta duruş çok önemlidir. Çünkü bir boksörün saldırı ve savunma gücü ile hızı, dengesine ve harekete her an hazır olmasına bağlıdır. Boksörün duruşu rahat olmalıdır. İyi bir duruşta sağ ayak, biraz öndeki sol ayakla bir denge oluşturacak biçimde sağa doğru biraz açılmalıdır. Her iki ayağın ucu da hafifçe sağa dönük olmalıdır. Böylece bedenin yalnızca sol yanı rakibe açık tutulur. Hafifçe sıkılmış sol yumruk biraz ileride ve çene hizasında olmalıdır. Sağ kol da çene hizasında, ama çeneden yaklaşık 15 cm önde tutulur. Her iki kolun dirseği, bedeni korumak için içe doğru çekilmelidir. Bedenin öne doğru biraz eğik tutulması, rakibin yumruğu karşısında denge yitirilmeksizin geriye kaçmayı kolaylaştırır.

Doğru vuruş boksun temelini oluşturur.Bu temel boksun en önemli koşuludur. Rakibe atılan yumruğun eldivenin içinde iyice sıkılmış olması gerekir. Başlıca vuruş biçimleri şunlardır:

  • direkt yumruk (straight punch)
  • sağ direkt (right straight punch)
  • sol direkt (left straight punch)
  • sağ kroşe (right hook punch)
  • sol kroşe (left hook puch)
  • aparkat (uppercut punch)
  • swing
  • dış el yumruk (backfist)
  • sağ dış el yumruk
  • sol dış el yumruk

Direk vuruş adından da anlaşılacağı gibi düz bir şekilde atılır. Sol kroşe ise sol kol ile gövde arasında 45-90 derece arasında açı yapılarak atılan vuruştur. (Aynı durumun tersi sağ kroşe için geçerlidir). Aparkat çok fazla kullanılmayan,yani genelde vurma fırsatı bulunmayan bir vuruş türüdür. Fakat böyle bir durum yakalandığında çok sert etki bırakır. Genelde çeneyi hedef alır. Swing ise kroşelerin uzatılmış şeklidir. Devamlı hareketlerle rakibi şuursuz bir hücuma zorlamak ve hemen kontraataklara geçmek üzere yapılır.

Kurallar

  • Belden aşağıya ve enseye vurmak
  • Sporcunun kendi etrafında 360 derece dönmesi
  • Avuç içi (eldivenin beyaz boyalı bölgesi harici) vurmak
  • Dirsekle Rakibe vurmak
  • Kulağa vurmak
  • Arkadan vurmak

Yasak olan kurallardan bazılarıdır. Eğer oyuncu bunlardan birini uygularsa ihtar alır.

Tarih

Yunan Santorini adasında bir Minos freskinde boks yapan gençler.

Eski Yunan‘da ve Roma‘da boks önemli sporlardan biriydi. Ama bu spor acımasız bir biçimde yapılırdı ve dövüş genellikle boksörlerden biri ölünceye kadar sürerdi. Daha sonra yasaklanan boks, 18. yüzyılın başlarında İngiltere’de yeniden ortaya çıktı. 1719‘da James Fig, Londra‘da bir ring kurarak hem ders verdi, hem de bütün rakipleriyle dövüştü. Çıplak yumrukla yapılan bu dövüşlerin kuralları yoktu ve çok acımasız biçimde bazen saatlerce sürüyordu. İngiltere’de 1866′da Amatör Spor Kulübü kuruldu. John Chambers ve VIII. Queensburg markisinin yönlendirmesiyle eldivenle yapılan maçlar için kurallar getirildi. Böylece çağdaş boksun temelleri atılmış oldu.

ABD‘de ise boks 19. yüzyıl başlarında ortaya çıktı ve boksa olan ilgi 1880‘lerde John L. Sullivan‘la birlikte arttı. Sullivan, Paddy Ryan‘ı 1882′de nakavtla yenerek eldivensiz boksun tartışmasız şampiyonu oldu. Daha sonra eldivenli olarak pek çok maç yaptı. Dünya ağır sıklet boks şampiyonluğunu kazanan ilk siyah boksör Jack Johnson’dı. 1937′de ağır sıklet şampiyonu olan Joe Louis, bu unvanı kazanan ikinci siyah boksör oldu. Louis, bu unvanını 25 kez korudu ve 1949′da yenilmeyen şampiyon olarak emekliye ayrıldı.

ABD’de 1950‘lerin en ünlü şampiyonu olan Rocky Marciano, boks tarihine en sert yumruklara sahip boksörlerden biri olarak geçti. Hiçbir profesyonel maçta yenilgi almamış tek boksör olarak 1956′da boksu bıraktı.Böylece Slyvester Stallone’ye ilham vererek “Rocky” filmi çekilmiş oldu. 1960′larda ve 1970′lerde dünya ağır sıklet boksunun efsanevi kişisi Muhammed Ali’ydi. ABD’de ağır sıklet dışındaki sıkletlerde de önemli boksörler yetişti. Henry Armstrong, George Dixon, Willie Pep, Joe Gans ve Benny Leonard bunların başında gelir.

Tehlikeli bir spor olarak görülmesi ve beyine hasar tehlikesi

Nörologlar, boksun olimpiyat sporlarından çıkarılması ve açık gösterimden yasaklanması yönünde görüşler belirtmektedirler. Boksun, beyine hasara yol açtığını belirtiyorlar.[1]

Resimler

  • Bir maç sırasında

  • Boks eldivenleri

  • Bir boks sahası

  • Jeffries Johnson bir maç sırasında

tarafından

Bisiklet

Bisiklet

 

Dünyanın en popüler bisikleti, aynı zamanda dünyanın en fazla satılan taşıtı olan Çin yapımı Uçan Güvercin. Halen dünyada yarım milyardan fazla kişi tarafından kullanılmaktadır.[1]

Bisiklet; motorsuz, iki tekerlekli, pedallı, insan gücü ile ilerleyen bir ulaşım aracı. Ulaşım ve eğlencenin yanı sıra bisiklet sporunda da kullanılır. Yarış bisikleti, dağ bisikleti, şehir bisikleti, motorlu bisiklet, BMX, yatay bisiklet (recumbent), çift kişilik bisiklet (tandem) gibi türleri vardır. Vitesli ve vitessiz türleri bulunmaktadır.

Konu başlıkları

Tarihçe

1818 tarihli Karl Von Drais’in bisikleti “draisienne

Bisikletin evrimi

Brockhaus-Efron Velosipedy2.jpg

Bisikletin icadı konusunda tarihçiler arasında tam bir fikir birliği yoktur ve ileri sürülen tarihler tartışmalıdır. Bisiklet tek bir mucit tarafından icad edilmemiş, tarih içerisindeki pek çok farklı çabanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.[2] Leonardo da Vinci‘ye ait olduğu ileri sürülen 1492 tarihli bir bisiklet karalamasının 1960′larda Codex Atlanticus‘a eklenmiş sahte bir çizim olduğu anlaşılmıştır.[2] 1790′larda icat edilen vélocifère veya célérifère isimli hızlı at arabası aracı, bisikletin atalarından biri olarak kabul edilmez.[2]

Binicisi tarafından itme gücü sağlanan, iki tekerli ve kanıtları tartışmalı olmayan ilk taşıt Alman Baron Karl von Drais de Sauerbrun tarafından icat edilmiştir.[2] Drais 1817 yılında aracı 14 km boyunca kullandı ve 1818 yılında Paris‘te sergiledi. Von Drais aracını Laufmaschine (koşu makinası) olarak adlandırdi fakat draisienne ve velosipede isimleri daha popüler hâle geldi.[2] Koşu makinası tahtadan yapılmıştı ve binici ayakları ile yerden güç alıyordu. Bir denge tahtası binicinin kollarını destekliyordu. Von Drais aracının patentini aldı ancak kısa sürede kopyaları İngiltere, Avusturya, İtalya ve ABD gibi pek çok ülkede türedi.[2]

Londralı Denis Johnson Von Drais’in koşu makinasından bir adet satın aldı ve İngiltere’de patentini alarak geliştirdi. 300 adet üretip “yaya at arabası” adıyla piyasaya sürdüğü araç “hobi atı” olarak tanındı. Karikatüristler bu aracı “züppe atı”[3] olarak tanımlıyorlardı ve yoldan geçenler binicilerle alay ediyorlardı.[2] Zamanla hobi atının sadece düzgün yollarda rahatça kullanılabilmesi, emniyet endişelerini gündeme getirdi ve araç 6 ay içerisinde gözden düştü. Drais ve Johnson’ın çabaları iki tekerli bisikletin hareket hâlinde iken dengede kalabileceğini ispatlasa da sonraki 40 yıl boyunca çalışmalar 3 ve 4 tekerli bisikletler üzerinde yoğunlaştı.[2]

İlk büyük oranda seri üretim bisiklet “Michaux Company” tarafından yapılmıştır.[kaynak belirtilmeli] Şirket, yılda yüzkırk bisiklet üretiyordu. Bisikletin ilgi görmesi dönemin devletlerinin de dikkatini çekmiştir. 1800′lerin ikinci yarısında Fransa Savunma Bakanlığı bisiklet üretimini destek vermiş ve 1871‘de imal edilen bisikletler Almanya ile yapılan savaşta kullanılmıştır.

Trufaut, içi boş kauçuk lastiğini bulmuş, bunu İskoçya‘da eşit tekerlekli komple kadrolu, bilyalı ve milli bisikletlerin yapılması ve ardından ortadan katlanan portatif bisikletler izlemiştir.

İrlanda‘da 1888 yılında havalı plastik bisikletler piyasaya sürülmüştür. Bu durum, bisiklet endüstrisini geliştirmiştir. Bisiklet üretiminde kullanılan malzemenin fiyatının yüksekliği, işçilik maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle halka inememiştir. 1800′lerin sonundan fabrikaların artması ve seri üretimin hızlanmasıyla maliyetlerde yaşanan düşüş bisikletin geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Özellikle Fransa, Belçika, İngiltere, İtalya ve İspanya‘daki bisiklet fabrikaları bisikletin bu ülkelerde yaygınlaşmasına ve bisiklet sporunu gelişmesine önayak olmuştur.

II. Dünya Savaşı‘nda Avrupa ülkeleri bisikleti askeri amaçla (ordu süratinin artırılması) kullanmışlardır.

Finlandiya Ordusu, 1944

Teker çaplarına göre

Bisiklet tipleri birkaç farklı şekilde sınıflandırılabilirler. Bunlardan birisi tekerlek çaplarına göre sınıflandırmadır. 3 teker çapı şu anda çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunlar: 622 mm (28″), 559 mm (26″), 406 mm (20″). Bunların dışında 27″ çapındaki tekerlekler uzun yıllar boyunca yol bisikletlerinde kullanılmıştır. 584mm çaplı 650B olarak tanımlanan tekerlekler de son zamanlarda bazı üreticiler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. 29″ çaplı tekerlekler dağ bisikletinde yaygınlığı gitgide artmıştır. 2012 yılında olimpiyatlarda birçok dağ bisikleti yarışçısı 29″ tekerleğe sahip bisiklet kullanmışlardır.

Teker çapı sınıflandırmasına göre 28″ teker çapına sahip bisikletler yol bisikleti, 26″ teker çapına sahip bisikletler dağ bisikleti olarak kabaca tanımlanır. 20″ tekerlere sahip bisikletler BMX bisikletleri 19″ hacı bisikleti olabildikleri gibi, farklı 3 tekerlekli hatta 4 tekerlekli bisikletlerde ve yatay bisikletlerde sıklıkla kullanılırlar.

Kullanım amaçları

Bisikletler kullanım amaçlarına göre de sınıflandırılabilirler. Teker çapı ne olursa olsun, ince tekerli ve daha nahif yapılı, asfaltta kullanıma yönelik yapılmış bisikletlere yol bisikleti denir.

Gene teker çapı 622 mm ya da 559 mm olmasına bakılmaksızın (genellikle 559 mm olur), sağlam gövdeli ve dayanıklı parçalardan yapılmış, daha kalın lastiklerin kullanılmasına izin veren bisikletler araziye uygundurlar ve bunlara dağ bisikleti denir. Dağ bisikletlerinin ön süspansiyonlu, ön ve arka süspansiyonlu, süspansiyonsuz tipleri olabilir. Süspansiyon miktarına ve olup-olmamasına göre bisiklet kullanım alanları değişebilir.

Teker çapı 622 mm ya da 559 mm ve son zamanlarda da 584mm olarak üretilen bazı bisikletler, uzun yollarda kullanılmak üzere üretilirler. Bu bisikletlerin ön ve arka kısımlarında çanta taşımaya imkânları vardır. Çamurluklar, rahat sele ve gidonlar kullanırlar. Tek amacı uzun mesafelere binicisini ve binicinin eşyalarını taşımak olan bu bisikletlere tur bisikleti denir.

Teker çapı Türkiye‘de 28″, Fransa, İtalya, İskandinav ülkeleri gibi bölgelerde ise 650B olan bazı bisikletler vardır ki bunlara şehir bisikletleri denir. Bu bisikletlerin çoğu zaman ön ve arkalarında sepetleri, dinamolu ışıklandırma sistemleri vardır. Avrupa’nın pek çok yerinde genç-yaşlı insanlar şehir içindeki işlerini görmek, bir yerden bir yere gitmek, yük taşımak için bu bisikletleri kullanırlar.

Asıl amacı akrobasi ve bazı özel yarışlar olan, sağlam yapılı ve 20¨ tekerlekli bisikletlere BMX bisikletleri denir. Bu bisikletler 1980′li yıllardan itibaren ortaya çıkmış ve bütün dünyada popülerlik kazanmışlardır.

İki sürücünün aynı anda binmesine müsaade eden bisikletlere tandem denir. Tandemler uzun turlardan kısa arazi yarışlarına kadar pek çok farklı alanda kullanılabilirler.

Sürücüsünün arkasına yaslanmasına hatta bazı durumlarda yatar pozisyonda durmasına müsaade eden bisikletlere yatay bisiklet denir. Yatay bisikletler Türkiye’de yaygın değildir. Yatay bisiklet kelimesi bile bilinmemektedir. Yatay bisikletin İngilizce’si Recumbent’dir.

Sadece tek bir tekeri olan bisikletler de vardır. Iki teker karsiligi kullanilan Ingilizcesi “bicycle” olan bisiklet, tek tekerden olustugu icin Ingilizcedeki “unicycle” kelimesinin karsiligi olarak unisiklet kelimesiyle tanimlanmaya baslamistir. Eskiden sirklerde gosteri amaciyla kullanilan unisikletler, son yillarda sokak hareket yarismalardan unisiklet basketbolu, hokeyi ve dag unisikleti anlamina gelen “Muni” kategorilerine kadar genis bir alana yayilmis ve giderek dünyada popülerlik kazanmışlardır. Tek tekerli bisiklet, yani unisikleti kullanmayı öğrenmek normal bisiklet kullanmaktan farklıdır.

İş bisikletleri özellikle yük taşımak için üretilirler. Bazıları yüz kilo ve üstündeki yükleri taşıyabilecek kadar sağlamdır. 2 veya 3 tekerlekli modelleri vardır. Bisikletin gövdesinde bulunan boş kısımda, hizmet ettiği şirketin reklam tabelasını taşıyabilirler.

Bisiklet donanımı

Bisikletin parçaları

Bir bisikletteki reflektörler

Bisiklet çeşitli donanımın bir araya gelmesinden oluşur.

Kadro

Çatı da denir. Farklı maddelerden (karbon, çelik, titanyum gibi) yapılabilir. Sağlamlık açısından daha çok tercih edilen ve tepe inişi (DownHill), Trial gibi alanlarda kullanılacak bisikletlerde çelik ve karbon kadrolar, tepe inişi (DownHill) veya Trial gibi alanlarda kullanılmayacak bisikletlerde daha çok alüminyum kadro tercih edilir. Alüminyum kadroların en büyük özelliklerinden birisi hafif olması ve darbeleri emmesidir.Günümüzde Karbon Fiber dağ bisikleti ve yarış tipi bisiklet kadroları için tercih sebebi Olmuştur.

Çatal

Amortisörlü ya da düz olabilir. Ön ve arkada bulunur. Ön amortisörde havalı ve yaylı olmak üzere iki çeşittir. Amortisörlüler yüksekten inerken yardımcı olur ama normal çatal ise yardımcı olmaz çünkü yaylanma bölümü yoktur. Bu nedenle en çok tercih edilen çatal amortisörlü olanıdır. Eğer şehirde sürecekseniz amortisörsüz de olabilir.[kaynak belirtilmeli]

Frenler

Frenler ön ve arka olmak üzere kolla idare edilir, tel ya da bir yerden sıkar veya hidrolik disk olabilir.

Bir donem ayaklar ile pedaldan kontrol edilebilen kontrpedal fren sistemide kullanılmıştır.

Tekerlek

Bisiklette tekerlek 2, 3 veya 4 tane bulunabilir. Önde bir, arkada iki tane de olabilir. Tek tekerlekli olanlar ise genellikle sirklerde gösteri ve akrobasi amaçlı olarak kullanılmaktadır.

Vites donanımı

Bisiklette 6, 18 ve 21, 24, 27, 30 vites seçenekleri olabilir.Büyük dişlideki 3 dişlinin verimli bir şekilde kullanımının verimli olarak kullanımının mümkün olmamasından dolayı son yıllarda dağ bisikletlerinde de 2*10=20 vites seçeneği yaygınlaşmıştır. Yarış bisikletlerinde de 2*10=20 vites ve 2*11=22 vites seçenekleri yaygın olarak kullanılmaktadır. Vitesler eğime göre verimlik artışı sağlamak, bisikletin süratini arttırmak ve yokuşları daha kolay çıkmak içindir.

Vites sistemi iki bölümden oluşur, ön vites ve ayna dişlileri ile arka vites ve arka vites dişlilerinden oluşur, bunları kontrol etmek için gidon çevresinde 2 vites kontrol kolu bulunur; sag kol arka vitesi, sol kol ise ön vites dislilerini kontrol etmenizi saglar, pedal devrinize göre (optimum:70-90 dk. devir) devir arttikca vites düsürülür, devir düsdükce vites büyütülür.

Ön vitesdeki 2-3 dişli setinden küçük dişli (1.), yokuş için gerekli ana vitesdir. Ön-orta vites (2.) düz yol için idealdir.

varsa ön-büyük dişli (3.) ise sürat için ana vitesdir.

Arka viteslerde ise en büyük dişli yokuş dişlisidir, küçüldükçe düz yol viteslerine ulaşılır, en küçük dişli ise sürat dişlisidir, diğer bir bakışla öndeki ana viteslerin arkadaki dişli kadar farklı seçeneği vardır, kısaca 3 ana dişlinin arkada 7 vites dişlisi olan bir bisiklette 3 x 7 = 21 vitesi vardır.

Sistemde ön küçük vites (yokuş vites ana dişlisi) 1. vites ana dişlisidir.

Sistemde arka vitesde en büyük dişli (yokuş vitesi) 1. vitesdir.

Dik bir yokuş icin ön 1 x arka 1 kullanılırken Düz yol için ön 2 x arka 3-4 ideal dişlilerdir.

Sürat için ön 3 x arka 6-7 ideal dişliler olabilir.

tarafından

Binicilik

Binicilik

 

Günümüzde hala sürdürülen at yarışlarından bir kare.

Binicilik, kısaca ata binme becerisidir. Binicilik; atı iyi durumda kullanma sanatı olup bu iyi durum, atı tam yerinde, sakin, zamanında, güven içinde ve olabildiğince işe uygun kuvvet sarf ettirerek kullanma becerisidir. Biniciliğin tarihi çok eski zamanlara kadar uzanır.

Binicilik sporunun ilk izlerine, tarihte ilk Türk devleti olarak bilinen ve Çin’de yaşamış olan Chou “Çu” sülalesinin hâkimiyeti döneminde rastlanmaktadır. Türk asıllı imparator Hiao’dan (M.Ö. 900) söz eden kronikler, kendisinin mükemmel bir at ustası (binici) olduğunu yazmaktadırlar.[1] [2] Ata ilk binen kavim Türklerdir ve atlar ilk kez Türkler tarafından ehlileştirilmiştir.[3]

Binicilik tarihine damgasını vuranlar, belki de savaşlarda önemli rol oynayan, süvari de denen atlı askerlerdir. İlk süvari birliklerini MÖ 2600′de Çinlilerin kurdukları bilinmektedir.[kaynak belirtilmeli] Çinliler ata binmeyi M.Ö. 3. yy.da Hunlardan öğrenmişlerdir.[3] Ancak binicilikte asıl gelişme, 5. yüzyılda eyerin bulunmasından sonra gerçekleşmiştir. Daha önceleri çıplak atın sırtına binilir ya da atın sırtına bir kilim ve battaniye atılarak oturulurdu.

Günümüzde askeri amaçlı binicilik gerilerken, spor amaçlı binicilik önem kazanmıştır. Binicilikte başlıca iki biçim vardır: İngiliz biniciliği ve Batı biniciliği. İngiliz biniciliği spor amacıyla yapılan biniciliktir. Batı biniciliği ise Amerika kıtalarında kovboy denen sığır çobanlarına özgü biniciliktir. Kovboylar, uzun üzengili ağır eyerler kullanır ve bacakları düz duracak biçimde ata binerler. İngiliz biniciliği ise, binicinin güvenliğini, binicinin atı denetimini ve atın rahatlığını dikkate alan bir anlayışa dayanır.

Çocukların ata binmeyi öğrenmelerinin en iyi yolu, genellikle boylarına uygun, yere sağlam basan midillilere binmektir.

Konu başlıkları

At

At; bilimsel adı Equus Caballus’tur. Çok eski çağlardan beri insanoğlu ile beraber yaşayan atın geçmişi günümüzden yaklaşık 55 milyon yıl öncesine dayanır. En eski şekli ile atın insanoğlundan 50 milyon yıl önce var olduğu kabul edilir. Erkek ata aygır, dişi ata kısrak, yavrusuna tay, kastre edilene iğdiş, başıboş dolaşana hergele ya da yılkı denir. Yük işinde kullanılan atlara beygir adı verilir [4].

Atların bölümleri üç başlık altında incelenebilir. Bunlar: Baş, gövde ve bacaklardır. Baş bölgesinde tepe, alın, burun, ağız ve dudaklar bulunur. Gövde bölgesinde; boyun, cidağı, sırt, bel, sağrı, karın ve kalçalar bulunur. Bacaklar ön ve arka bacaklar olarak ikiye ayrılır. Ön bacaklarda omuzlar, pazu, kestaneler, topuklar, bukağılık ve tırnak bulunur. Arka bacaklarda ise, uyluklar, baldırlar, hanep, incik, topuk ve tırnak bulunur.

Don; atın vücut, yele ve kuyruğundaki tüy ve kılların rengine denir. Don, tay büyümesini tamamlayıncaya kadar değişebilir. Ancak büyüme çağının sonunda tüylerinin rengi gerçek donu oluşturur ve yaşlılık çağına kadar devam edebilir. Atların alın ve yüzlerindeki nişanelere akıtma, ayaklarındakilere ise seki adı verilir. Donlar bir renkli, iki renkli, üç renkli ve müzdeviç olarak dörde ayrılır. Bir renkli donlar: al, yağız, beyaz ve izabel’dir. Iki renkli donlar: doru, kula, boz ve kır olarak dörde ayrılır. Üç renkli donlar ise; ahreç, kızıl kır ve üveyik kır’dır. Müzdeviç donlar; hayvanın üzerinde başlı başına iki donun bölümler şeklinde bulunası ile olur ve bu donlardan birisi genellikle beyazdır [5].

Donatım; Binicilik sporunda at ve binici tarafından kullanılan teçhizat ve malzemelerdir. At donatımındaki temel teçhizat ve malzemeler: Başlık; atın sevk ve idaresi için kullanılan temel donatımdır. Kullanım maksatlarına göre bir çok çeşidi bulunan başlığın ana parçaları; tepe kayışı, yanak kayışı, burunsallık, çene altı kayışı, alınsallık, boğaz altı kayışı, dizgin, ağızlık demiri (Gem, kantarma vb.) ve yanak lastikleridir.

Eyer; binicinin ata oturması için deri, tahta ve demirden yapılmış teçhizata eyer denir. Parçaları; ön hane, orta hane, arka hane, üst tepindirik, alt tepindirik, çeki kayışları, kolan, üzengi kayışları ve üzengilerdir (Temurlenk, 1996, s.151-208). Ayak koruyucuları, at örtüleri ve kuyruk koruyucuları’dır.

Binici donatımındaki malzemeler: Koruyucu başlık (Tok), çizme, pantolon, ceket, gömlek, kravat, eldiven, mahmuz ve kamçı bulunur [6].

Tımar; solunum organı olan derinin, normal beden ısısını koruması ve vücutta biriken toz, kir, kepek ve çamur vb. zararlı cisimlerin dışarı atılması için yapılan temizlik çalışmasıdır [7].

Manej; binicilerin ve atların binicilik eğitimini yaptıkları, yarışmaların düzenlendiği, kapalı ve açık olarak inşa edilebileceği gibi, zeminde kum, çim veya çeltik (pirinç kabuğu) kullanılan genellikle dikdörtgen şeklindeki alandır.

Uyarı ve Yardım; binicinin ata isteklerini bildirdiği tesirlerin hepsine birden denir. Temel yardımlar; baldır, ağırlık ve dizgin yardımıdır. Yardımcı uyarı ve yardımlar ise mahmuz, kamçı ve sestir [8]. Yürüyüş kararları; atın belirli bir tempo ile yürürken adımlarının ve sıçramalarının eşit uzunluk ve eşit zamanda atılmasıdır. Atın doğal olarak üç yürüyüş şekli vardır. Adeta; dört zamanlı bir yürüyüş şekli olup, atın her ayağını farklı zamanlarda atmasıyla yaptığı en yavaş yürüyüş şeklidir. Süratli; iki zamanlı bir yürüyüş şeklidir ve at çapraz ayaklarını aynı zamanda atar. Dörtnal ise üç zamanlı ve en hızlı yürüyüş şeklidir [9].

Biniciliğin tarihi

Olaus Magnus‘un 1555 yılına ait At Yarışları isimli çalışması.

Günümüzden 4 bin yıl önce Orta Asya’daki Türklerin atı binek hayvanı olarak kullandıkları bilinmektedir. Ata sağlam oturmanın ve üzenginin önemini ise ilk olarak Kafkas kökenli İskitler kavramışlardır. At sırtında savaşan ve avlanan en eski topluluk olarak Hititler tarihe geçmiştir. Ksenophon’un “Hippike[10] adlı kitabı, binicilik konusunda yazılan ilk kitaptır. Bugün de kullandığımız yöntemlerle atın zor kullanmadan eğitilebileceğini ilk ileri süren kişi, “Ecolé de Cavalerie[11] adlı kitabın yazarı François Robichon de la Guérinière’dir.

Türkler, Orta Asya’da göçebe olarak yaşadıkları eski çağlarda iyi biniciydiler. Eski Türklerin çöğen, cirit gibi at sırtında oynanan oyunlarda usta oldukları bilinmektedir. Ama yerleşik yaşama geçildikçe ve Osmanlı döneminde, özellikle kentlerde binicilik önemini yitirmiş ve askeri amaçlarla sınırlı kalmıştır. 1913‘te Sipahi Ocağı‘nın kurulmasıyla biniciliğe yeniden önem verilmeye başlanmıştır. Özellikle cumhuriyet döneminde binicilik sivillerin de ilgi gösterdiği bir spor haline gelmiştir. Türk biniciler uluslararası yarışmalara ilk kez 1931’de katılmış ve Yüzbaşı Cevat Mustafa bireysel sıralamada üçüncülük elde etmiştir. Ertesi yıl Teğmen Saim Polatkan Nice konkurhipiklerindeKısmet” adlı atıyla ikinci olmuştur. Türk biniciler arasında uluslararası karşılaşmada ilk altın madalyayı 1934’te Viyana konkurhipiklerinde Teğmen Cevat Gürkan almıştır. Uluslararası karşılaşmalarda adını duyuran ilk Türk kadın binici Hayal Gönenli’dir ve 1971 yılında Balkan şampiyonasında gümüş madalya kazanmıştır. Sonraki tarihlerde, özellikle Balkan ülkeleri arasından yapılan karşılaşmalarda pek çok Türk binici madalya almıştır.

Ata binme ve attan inme

1957 Olimpiyatları için bastırılmış bir Macar posta pulu.

Ata, atın sol tarafından binilip sol taraftan inilir. Atın hareketsiz kalmasını sağlamak için dizgin sol elde sıkı ve gergin tutulur. Binici, sol omzu atın sol tarafına gelecek biçimde, sırtı atın kuyruk tarafına gelecek şekilde durur. Sol eli ile dizgini ve kamçıyı tutar, iki elini de atın ensesine koyar. Sol ayağını üzengiye geçirir ve ayağıyla bastırarak üzengiyi kolanın altına doğru iter. Sonra ata doğru döner ve eyerin ortasını ya da öte yandaki kenarını tutarak hafifçe sıçrar. Sağ bacağını atın üzerinden aşırarak yavaşça eyere oturur. Sağ ayağını da üzengiye geçirerek rahat bir oturuş sağlar ve dizginleri denetimi altına alır. Ata binerken sağ elle eyeri tutup çekmek, eyerin yerinden çıkmasına yol açabileceği için yanlış bir harekettir. Ata binmenin temeli dengeli bir biçimde sıçramaya ve sağ ayağını atın üzerinden seri biçimde aşırmaya dayanır.

Attan değişik biçimlerde inilebilir. Binici genellikle atı durduktan sonra, dizginleri ve varsa kamçıyı sol eline alır. Ayaklarını üzengilerden çıkarır ve öne doğru hafifçe eğilerek sol elini atın boynuna, sağ elini eyerin ön bölümüne dayar. Sağ bacağını atın sırtından sol tarafına aşırarak yere atlar. Binici yavaşça parmak uçları üzerine ve atın biraz açığına inmelidir. Daha sonra dizginler sağ ele alınır ve at kısa mesafeden tutulur. Attan inmeden önce dikkat edilecek en önemli nokta, her iki ayağın da üzengilerden çıkarılmış olmasıdır.

Binicilikte duruşlar

At üzerinde gerçekleştirilen bir spor: Horseball.

Pek çok binicilik stili ve bu stillerin kendilerine özgü duruşları vardır. Fakat dünya çapında kullanılan ortak kurallar bulunmaktadır.

Binicilikte ata yapılan doğal yardımlar sırasıyla, dizgin, baldır ve ağırlıktır. Bu ana unsurların dışında ses, kamçı ve mahmuz gibi ek araçlar da kullanılır. Atın sırtında duruş çok önemlidir ve biniciliğin temelini oluşturur. Binicinin eyerin üstünde, başı ve vücudu dik biçimde oturması gerekir. Eyerin en derin kısmına yerleşmek önemlidir.

Üzengi binicinin atın sırtında güvenle durmasına ve dengesini sağlamasına yardımcı olur. Ayaklar üzengide yaklaşık 45° açıyla dışarıya dönük olmalı, topuklar ayak ucundan biraz aşağıda ve dizler eyere değecek biçimde durmalıdır.

Dizginler sol elde ya da her iki elde ayrı ayrı tutulur. Dizginler ne gevşek ne de gergin olmalıdır. Gevşek tutulduğunda atın denetimi zorlaşır. Dizginleri germek de atın rahat olmasını engeller.

Acemi biniciler ayağının tümünü üzengiye yerleştirir ve böylece kendilerini daha güvende hissederler. Oysa usta biniciler yalnızca ayağın tarak kemiği hizasından üzengiye basarlar. Bu biniş biniciye daha iyi bir denetim olanağı verir ve baldırlar ile topukların etkili bir biçimde kullanılabilmesini sağlar. Ayrıca üzengiyi ayağın tamamına sokmak, tehlikeli bir zamanda, mesela düşerken üzenginin ayakta kalarak binicinin sürüklenebilmesine neden olur.

Atın yürüyüş biçimleri

Bir Endülüs atını dörtnala süren kadın jokey.

Atların değişik yürüyüş biçimleri vardır. Atın bazı yürüyüş biçimleri doğuştan gelir. Bazı yürüyüş biçimleri de ata sonradan öğretilebilir. Her atın üç doğal yürüyüşü vardır. Bunlar adeta, süratli ve dörtnal olarak adlandırılır. Ayrıca atlar sonradan da yürüyüş biçimleri edinebilirler. Rahvan, eşkin gibi yürüyüş biçimleri atların sonradan edindiği yürüyüşlerdir.

Doğal yürüyüş biçimlerinin en yavaşı adetadır. Bu yürüyüş, acemi binicilerin kendilerini en rahat hissettiği biçimdir. Adeta yürüyüş biçiminde at önce bir yanındaki, sonra da öbür yanındaki ayaklarını ileri atar. Yürüyüş boyunca ayakları yere çok yakın kalır. Süratli, atın biraz daha hızlı bir yürüyüş biçimidir. Bu yürüyüş biçiminde atın çaprazındaki bacaklar birlikte hareket eder. Süratlide at binicisini sıçratır ve bundan dolayı binici ayaklarını üzengiye basarak eyer üzerinden kendini hafifçe kaldırmalıdır. Ya da adi süratli denilen yürüyüş biçimi için binici, eyere hiç kalkmadan oturacak ve baldırları ile atı sıkıştıracaktır. Dörtnal, atın doğal yürüyüşünün en hızlısıdır. At, dörtnalda önce arka ayaklardan birini ileri atar, ikinci adımda öbür arka ayakla birlikte ona çapraz ön ayağını, üçüncü adımda da öteki ön ayağını ileri atar. Bu noktada atın bütün ayakları yerden kesilir. At ilk attığı ön ayağını yere bastıktan sonra bütün bu hareketleri tekrarlar.

At, dizginler hafifçe çekilerek, topuklar aşağıya basılarak ve geri yaslanarak durdurulur. Eğer gerek duyulursa yumuşak bir sesle ‘Ohoo’ denilir.

Olimpiyatlar’da binicilik

At terbiyesi:

  • Bireysel
  • Takım
Atlama:

  • Bireysel
  • Takım
Atlı dayanıklılık:

  • Bireysel
  • Takım
tarafından

Bilardo

Bilardo

 

Sokakta bilardo oynayan bilardo tutkunları Nanjing, Çin.

Bilardo topları

Bilardo bir spor çeşididir. Son yıllarda spor dalları içinde önemli bir yer kaplamaya başlamıştır. Şu anda, Avrupa’nın en çok ilgilenilen 5 sporu arasındadır. Bilardo oynamak için gereken aletler; bilardo masası, isteka (bilardo sopası), bilardo topları, tebeşir (istekanın topa daha ölçülü vurmasını ve gereksiz yere kaymamasını sağlar, özellikle falsolu vuruşlarda çok işe yarar), köprü(isteğe göre) (zor uzanılan toplara yetişmeyi sağlar) gerekir.

Bilardoda açı hesaplamak ve hızı ayarlamak iki temel kuraldır. Bilardo kapalı bir alanda oynanır. Bilardo en başta cepli (delikli) bilardo ve cepsiz (deliksiz) bilardo olarak iki temel gruba ayrılır. Cepli bilardoya örnek olarak bilinen 8-Top (Amerikan) bilardosu ve Snooker vardır. Cepsiz bilardoysa 3-Top (3-Bant) bilardo olarak bilinir. Tabii bunların bugüne kadar ulaşamayan çeşitleri de vardır.

Konu başlıkları

Amerikan Bilardosu (pool)

8 top

8 Top Bilardo

Amerikan bilardosu bilardonun bugüne kadar gelebilen ilk cepli bilardo çeşitidir. Amerikan bilardosu adından da anlaşılacağı gibi Amerikalıların keşfettiği bilardo çeşitidir. Amerikan bilardosunda düz olarak adlandırılan 1-7 arasında numaralanmış yedi tane top, çizgili (pijamalı) olarak adlandırılan 9-15 arasında numaralanmış top, 8 numaralı siyah bir top bir de vuruş yapılan beyaz top vardır. Yani tam olarak 15 tane top vardır.

Oyun, 2 kişi ya da 2 takım olarak, Bantlı veya Bantsız olarak oynanabilir. Oyunun amacı iki gruptan birini tamamlayıp siyah topu en son topun girdiği cep’e veya oyuncunun değiştirmemek kaydıyla deklare edeceği cep’e girdirmesidir. “Bantsız” (topların cep’e girmeden önce veya Beyaz topun oyuncunun deklare ettiği topa değmeden önce bandı görmesi zorunlu değildir) Oyun, topların şamadan farklı olarak (1 ve 15 numaralı toplar 3 ve 10 numaralı topların yerini alır ) dizildikten sonra beyaz topun masanın diğer tarafından, masanın ilk çeyrek çizgisinden, oyuncunun istediği açıdan vurarak başlar. Cep’e ilk giren top oyunu başlatan oyuncunun hangi grupla oynayacağını belirler, açılışta top düşmemesi halinde rakip oynayacağı grubu seçer, açılışta iki farklı gruba ait topların cep’e girmesi faul sayılmaz, giren toplar çıkartılmaz, gruplar seçilerek oyun rakibe geçer. Oyun başladıktan sonra oyuncu her vuruşta hangi topu hangi cep’e girdireceğini vuruş öncesi deklare etmek zorundadır. 1 numara ve 15 numara toplar farklı olmak kaydıyla orta ceplere girdirilmesi zorunludur. İlk açılış ta 1 veya 15 numaralı toplardan birinin veya ikisinin ceplerden birine girmesi halinde cepten çıkartılmaz ve oyun devam eder, biri girmesi halinde rakip diğer topu orta ceplerden birine girdirmek zorundadır.
Fauller, (Rakibe beyaz topu istediği yerden başlatma hakkı sağlar), beyaz topu sokmak, herhangi bir topun masadan dışarı çıkması, yanlış gruptaki topun direk veya çaptırarak cep’e sokulması, beyaz topun ilk önce diğer gruptan topa ya da siyah topa değmesi ya da hiçbir topa değmeden gitmesi, oyuncunun isteği haricinde herhangi bir eli, kıyafeti veya bir aletle herhangi bir topa dokunması, istekanın beyaz topa iki kere değmesi ya da beyaz top haricinde bir topa değmesi halinde uygulanır.
Beyaz topun deliğe girdiği ya da masadan çıktığı durumlarda rakip oyuncu beyaz topu başlama çizgisinden istediği açıda başlatır, ancak ilk vuruşta vuracağı her hangi bir top masanın diğer yarısında olması veya beyaz topu bandan sektirerek ilk yarıda deklare edeceği topa vurabilir.
Oyunun kaybedilmesine sebep olan fauller, siyah topun daha siyah topa sıra gelmeden sokulması, siyah topun masadan dışarı çıkması ve siyah topun deklare edilenden başka bir cebe sokulmasıdır. Açılışta sadece siyah topun ceplerden birine girmesi halinde açılış yapan oyuncu oyunu kazanır, siyah topla birlikte başka her hangi topun ceplerden birine girmesi, oyunun kaybettirir.( Eğer son topta siyahın sokulacağı delik seçildikten sonra,önce beyaz top başka bir deliğe girerse ardından siyah top söylenen deliğe girerse,deliği seçen oyuncu oyunu kazanır.Deklare etme zorunluğu olan ya da olmayan tüm atışlarda son top olarak siyah top kalmış olsa dahi beyaz top ve siyah topun aynı atışta cebe sokulması durumunda beyazı ve siyahı sokan taraf kaybeder.Bu durumda beyaz ve siyah toptan hangisinin önce girdiğine bakılmaz.)
Oyun “Bantlı” oynanması halinde beyaz topun deklare edilen topa değmeden önce veya deklare edilen topun cep’e girmeden önce bandı görmesi zorunludur.

Amerikan bilardosu en çok tercih edilen cepli bilardo çeşididir.
Masa Tipi………………………….FT………….Dış Ölçü…………..Oyun Alanı
Maç Bilardo Masası……………..10………….315×170……………284×142
Yarı Maç Bilardo Masası…………9………….285×160……………245×127
Küçük Boy Bilardo Masası……….7………….240×135……………210×105
Ev Tipi Bilardo Masası…………….6………….220×125……………190×95

Ayrıca 9-top, 14+1 ve Bank pool gibi çeşitleri vardır.
Yine, standart Amerikan Bilardo masasında oynanan bir oyundur. Kuralları hemen hemen aynıdır. Ancak bu oyunda sadece 1-9 arasındaki toplar kullanılır. Toplar, 1 numaralı top en önde ve 9 numaralı top tam ortada kalmak üzere diamond şeklinde 1 numaralı top açılış noktasında olacak şekilde birbirine yapışık olarak dizilir. Oyunun amacı, açılıştan sonra 1 numaralı toptan başlayarak sırayla gitmek ve en son 9 numaralı topu sokarak oyunu bitirmektir. Burdaki önemli nokta sıradaki topu gördükten sonra başka bir topu sokma hakkı olmasıdır. Örneğin sıra 2 numaralı toptayken, oyuncu beyaz topla önce 2 numaralı topu görüp daha sonra 9 numaralı topu sokarak oyunu kazanabilir. Bu durum bütün toplar için geçerlidir. 9 top oyununda deklarasyon yapılmaz.istediğiniz gibi oynayın.

14+1

Yine standart Amerikan Bilardo masasında oynanan bir oyundur. Bütün toplar 8-top düzeninde yerleştirilerek oyuna başlanır. Bu oyunda her iki oyuncu da sıra kendisindeyken istediği her topu sokabilir. Deliğe nizami olarak giren her top 1 sayıdır. Önceden belirlenen sayıya ulaşan oyuncu maçı kazanır. Bu oyunda da deklare yapmak zorunludur. Deklare edilen top yanlış deliğe girerse ya da başka bir top deliklerden birine girerse söz konusu top çıkarılıp açılış noktasına konur. Oyun sonu ise diğer türlerden tamamen farklıdır. Masadaki 15 topun sonuncusuna atış yapılmaz, masada kaldığı yerde bırakılarak önceden sokulmuş 14 top üçgen içinde en öndeki top olmadan dizilir. Topların diziliş sırası yoktur. Dizilişten sonra son toptan bir önceki topu yani 14. topu sokan oyuncu oyuna devam eder. İdeal devam biçimi masada önceki seriden kalan tek topu sokarak beyaz topla diğer 14 topu dağıtmak ya da “kırmaktır”. Bu yapılamıyorsa güvenli vuruş yapmak gereklidir. Eğer 15. top üçgenin konacağı alanda kalmışsa üçgen içine konur ve 15 top birlikte dizilmiş olur. Aynı şey beyaz top için geçerli olursa açılış çizgisinden başlanır. Bu oyunda fauller -1 puan olarak hesaplanır. Faulden sonra beyaz topun kaldığı yerden devam edilir. Beyaz topun deliklere girmesi halinde açılış çizgisinde bir noktadan başlanabilir ancak açılış noktasının gerisindeki toplara atış yapılamaz. Üst üste 3 kez faul yapan oyuncudan 15 puan düşülür. Ayrıca bant kuralı da vardır. Bu kurala göre beyaz top ya da diğer toplardan en az biri vuruştan sonra en az 1 banda temas etmelidir.

Snooker

Ana madde: Snooker

Cepli bilardoya diğer bir örnek Snookerdır. İki kişi ya da iki takımla oynanır. Snookerı İngilizler savaşa giderken can sıkıntısından keşfetmişlerdir. Diğer bilardo çeşitlerinden canları sıkıldığı için keşfetme gereği duymuşlardır. İngilizler ilk keşfettiğinde renkli toplar yoktu. Renkli toplar sonradan keşfedildi bunlar sarı top (2 puan), yeşil top (3 puan), kahverengi top(4 puan), mavi top(5 puan), pembe top (6 puan) ve son olarak da siyah top(7 puan) olarak sıralanır. Bunların yanında 15 tane kırmızı top (1 puan) olarak sayılır ama kırmızı toplar en baştan beri vardır. Bir de yine bir tane beyaz top vardır. Yani toplam olarak 22 top vardır. Kuralları bir kırmızı top sokmak sonra da bir renkli top sokmak ardından yine bir kırmızı top sokmak gibi bir döngüye sahiptir. Faul olsa da olmasa da deliğe giren kırmızı top asla ve asla çıkartılmaz ama renkli toplar çıkartılır. Masada hiç kırmızı top kalmayınca renkli toplar kıdem sırasına göre küçükten büyüğe doğru (sarı-yeşil-kahverengi-mavi-pembe-siyah) sokulur.

Fauller, sıra kırmızı toptayken beyaz topun deliğe girmesi (4 puan), sıra kırmızı toptayken renkli bir topun sokulması durumunda (sarı, yeşil, kahverengi için 4 puan, mavi için 5 puan, pembe için 6 puan, siyah için 7 puan) karşı tarafa geçirilir. Sıra renkli bir toptayken vurulan ilk renkli top yerine herhangi başka bir topun sokulması durumunda (kırmızı, sarı, yeşil, kahverengi için 4 puan, mavi için 5 puan, pembe için 6 puan, siyah için 7 puan) sokulan ya da ilk vurulan topun sayısı toplanmaz hangisinin puanı daha fazlaysa ona göre rakibe puan geçer. Herhangi bir topun masayı, yapılan vuruş sonrası terk etmesi ya da herhangi bir topa isteka harici herhangi bir şeyle değilmesi ya da beyaz topa iki kere vurulması halinde 7 puan karşı tarafa geçirilir. Oyunun adını aldığı “snooker” terimi aynı zamanda oyunun ayırıcı ve can alıcı bir özelliğini adlandırmak için de kullanılır. Pot şansı olmayan ya da riske girmek istemeyen oyuncu beyaz topu masada rakibinin top görmesini engelleyecek bir noktaya bırakırsa – faul yapmadan – buna “snooker” bırakmak denir. “çin snookerı” ise beyaz topu bir topa yapıştırmak suretiyle rakibi kontrolsüz, zor bir vuruş yapmaya zorlamaktır. Üst seviye oyuncular için pot yüzdesi ne kadar önemliyse snooker bırakabilmek ve snooker çözebilmek de o kadar önemlidir. Oyunculardan biri herhangi bir durumda faul yaptıktan sonra, sıra rakibine geçtiğinde eğer bu oyuncu masadaki kırmızılardan herhangi birinin her iki maksimum incesini düz bir vuruş çizgisinden göremiyorsa “free ball” veya “açık top” kuralı uygulanır. Bu kurala göre masa üstündeki tüm toplar (yani renkliler) kırmızı top olarak sayılır ve oyuncu istediği topa vurabilir. Renklilerden birini kırmızı yerine pot yaparsa kırmızı topların değeri olan 1 sayı kazanır ve renkli top yerine konur. Oyunun devamı normal şekilde oynanır.

Hesaplandığında bu oyunda en fazla 147 sayı yapılabilir (fauller sayılmazsa). En çok 147 Ronnie O’Sullivan tarafından(9 kez-3′ü Crucible Tiyatrosunda olmak üzere)yapılmıştır. Steven Hendry ise, 8 kez maksimum seriye ulaşmıştır.Ronnie’nin yaptığı bu 9 seriden 5 seri en hızlı 5 maksimum seridir. Bu hızlı oyun tarzından dolayı kendisine roket Ronnie denir. Snookerın devleri(lokomotifleri) olarak bilinen oyuncular Ronnie O’Sullivan, Stephen Hendry, Paul Hunter (Kanser olmasına rağmen kemoterapi gördüğü hafta maça çıkmıştır, 2006 yılında kanserden öldü.)(Peter Ebdon), (John Higgins), (Ken Doherty), (Steve Davis(80′lerin en büyük oyuncusu))

Kuralları pek bilinmediği için Türkiye’de çok tercih edilen bir bilardo çeşidi değildir. Yabancı turistleri (özellikle de İngiliz turistleri) ağırlayan oteller snookerı tercih eder. Snooker masasının boyu 3.60, eni 1.80′dir. Dünyanın en fazla tercih edilen bilardo oyunu olmaya doğru ilerlemektedir. Yavaş yavaş Britanya dışında da oynanmaya başlanmıştır. [1] [2]

3-Top (Karambol) ve 3 Bant Bilardosu

Cepsiz bilardoya en iyi örnekse 3-Top (Karambol bilardo) ve Üç-Bant Bilardodur. Prensip olarak bu iki oyun arasında çok az fark vardır. Bu iki oyun da aynı masada ve aynı toplarla oynanır. 3-Topta ve 3-Bantta bir bitiş sayısı seçilir örnek olarak (20) ve bu sayıya ilk ulaşan kazanır. Bu iki oyunda da bir beyaz top, bir sarı top ve bir de kırmızı top vardır. İki kişi ya da iki takım olarak oynanır. Kural olarak rakiplerden biri beyaz topa diğeri ise sarı topa vurur bu iki oyunda da kırmızı topa vurulmaz. 3-Topta sayı yapmak için vuruş yapılan topun diğer iki topa değmesi lazımdır. 3-Bantta ise sayı yapmak için vuruş topunu 3 kez banda (bir banda üç kez ya da 3 ayrı banda gibi) temas etmesi ve diğer iki topa vurmasıdır. 3-bant oyununun esası vuruşu yaparken ıstakanın çıkış noktasını dikkate alarak, topların masa içinde hangi hızda ve hangi açılarda yol alacağını hesap etmeye dayanır. Masa üstündeki nokta ya da diamond şeklindeki işaretler bu hesaplamaları yapmaya yardımcı olur. bu hesapların yapılabilmesi için farklı sayı sistemleri kullanılmaktadır. Sayı yapan kişi tekrar vurur. Faullerde karşı tarafa sayı geçmez. Herhangi bir topun masayı terk etmesi halinde faul olur. 3-Top 3-Banta göre daha kolay sayı yapılan bir oyundur.

Oyunda belirli bir seviyenin üzerine çıktıktan sonra sayıyla birlikte atış bırakmanın ve tuş engellemenin öğrenilmesi gerekir. Atış bırakmak için geometri hesabının yanı sıra oyun temposunun iyi ayarlanması gerekir.Ayrıca zor pozisyonlarda sayı almak yerine rakibe karot atmak tabir edilen vuruşlarla pozisyon vermemek düşünülebilir. Öbür türlü sayı alınamazsa rakibe sote ya da sota tabir edilen kolay vuruş bırakılması kuvvetle muhtemeldir.

Türkiye’nin en başarılı bilardocularından Avrupa Şampiyonu Semih Saygıner Türkiye’de bilardonun özelliklede 3-Bant ve Karambol bilardonun öncüsü olarak görülür. Kendisinin Dünya Şampiyonlukları ve pek çok Türkiye şampiyonluğu vardır. Dünya genelindeki diğer büyük 3 bant oyuncularını Raymond Ceulemans, Torbjörn Blomdahl, Sanchez olarak sayılabilir.

Bu oyun eskiden sadece göz kararı oynanırken büyük üstat Raymond Ceulemans’ın bulduğu diamond sistemle bir matematik hesaba dayandırılmıştır.

Turnike, ters turnike, 5 bant, viyana turnikesi, brikol, efekare, acem gibi pek çok özel vuruşu vardır.

Carom bilardonun karambol ve 3 bant dışında Bant, Artistik bilardo, 4 top gibi çeşitleri vardır.

tarafından

Beyzbol

Beyzbol

 

Atlanta Braves‘in Washington Nationals ile yaptığı maçta aldığı sayı.

Beyzbol, Amerikan kökenli, Amerika ve Uzakdoğu ülkelerinde (özellikle Kore ve Japonya‘da) çok popüler bir spor türü.

Genel kurallar

Beyzbol genellikle 9 devreli oynanır.Her iki takımda her devrede bir savunma ve bir hücum oyuncusu bulunur.

Hücumdaki takımın her oyuncusu sırayla sayı kalesine gelir ve fırlatıcı tümseğinden fırlatıcının sayı kalesinin arkasında duran yakalayıcıya attığı topa sopayla vurmaya çalışırlar. Fırlatıcının atışının, vuruş alanı içinden geçen, geçerli bir atış olup olmadığına sayı kalesinin arkasındaki hakem karar verir. Fırlatıcı dört geçersiz atış yaparsa, vurucuya birinci kaleye yürüme hakkı vermiş olur. Eğer bir vurucu, üç kez geçerli atışa vuramazsa, vurduğu topu karşı takımın yakalayıcısı havada yakalarsa ya da vurduğu topu ceza alanına düşürürse oyun dışı kalır. Üç oyuncusu oyun dışı kalan takım hücum hakkını kaybeder ve savunma konumuna geçer. İki takım da vuruş hakkını tamamlayınca devre tamamlanır.

Vurucu, topa isabetli bir vuruş yaptığında birinci kaleye koşar. Savunma konumundaki karşı takımın oyuncularının topu alıp kale bekçilerine ulaştırmasına kadar geçen sürede öbür kaleleri de dolaşarak sayı kalesine dönebilir. Vurucu bu durumda sayı turunu tamamlamış olur. İsabetli bir vuruştan sonra bir kaleye ulaşabilen vurucu o kalede durabilir ve bir sonraki vurucunun koşusu esnasında o da ilerideki kaleye koşabilir.

Sayı turu

Eğer vurucu iyi bir vuruşla topu çitlerin dışına gönderirse, buna sayı turu vurmak denir. Sayı turu vuran oyuncu, yakalanması söz konusu olmadan, kalelerden geçerek sayı turunu tamamlar. Sayı turu vurulduğu zaman eğer kalelerde koşucular varsa, onlar da sayı turunu tamamlarlar. Bir vurucunun takımına sağlayabileceği en büyük yarar sayı turudur. Çünkü normal bir koşuda bir vurucu ancak bir sayı kazandırabilirken, sayı turunda sahada ne kadar koşucu varsa bir o kadar daha sayı kazandırmış olur.Beyzbol aslında anlaşıldığı zaman çok kolay ve bir o kadar güzel oyundur.

tarafından

basketbol

basketbol

 

Basketbol
Jordan by Lipofsky 16577.jpg
Michael Jordan smaca doğru giderken.
Birlik FIBA
İlk oynanış 1891, Springfield,
Massachusetts
, ABD
Özellikleri
Takım üyeleri Kenarda 7, sahada 5; toplam 12
Ekipman Basketbol topu
Alan İçeride veya dışarıda
Olimpiyatlar 1936

Basketbol, beşer kişilik takımlar halinde elle ve topla oynanan, yüksekliği 3,05 metre olan pota adı verilen çemberden geçirerek kazanmaya çalışılan takım oyunudur. Tüm dünyada popüler olan bir spor türüdür. İlk olarak 1891 yılında James Naismith tarafından oynatılmıştır. James Naismith’in basketbolu Mayas kabilesinin tlahiotenie oyunundan esinlendiği düşünülmektedir.

Basketbol, ABD‘nin Massachusetts eyaletinde, Springfield Genç Erkekler Birliği (YMCA) Eğitim Okulu’nda beden eğitimi öğretmeni olan James Naismith tarafından 1891‘de yapılmıştır. Atlet ve beyzbolculara kış antremanı yaptırmak amacıyla geliştirilen bu oyunda amaç, tahtadan yapılmış sepetlere topun sokulmasıydı. İlk oynayış şeklinde, 7 kişilik iki takım arasında 20′şer dakikalık üç devre üzerinden oynanmıştır. Oyunun asıl hedefini sepetler oluşturduğundan, Dr. Naismitih tarafından bu oyuna “sepet topu” anlamına gelen “basket ball” adı verilmiştir.

Çocukların bedensel ve ruhsal gelişimi açısından da önemli olan basketbol, takım oyunu olması nedeniyle bireysel ve toplumsal gelişime de etkilidir.

Basketbol, yapılmasından kısa bir süre sonra YMCA’yı (Young Men’s Christian Association / Genç Hristiyan Erkekler Birliği) aşarak bütün okullara, üniversitelere ve hatta semtlerde bulunan jimnastik salonlarına kadar yayılmıştır. Gençlerde bu spora karşı uyanan istek ve heyecanda kulüpleri basketbol şubeleri açıp takımlar kurmaya zorlamış ve böylece basketbol, Amerika’nın en popüler ulusal oyunu haline gelmiştir.

Konu başlıkları

Tarihi

Basketbolun Avrupa‘daki ilk denemesi, 1893 yılında Paris‘in Trevise sokağındaki eski bir jimnastik salonunda yapılmıştır. Daha sonraları, özellikle I. Dünya Savaşı sırasında, basketbolun Avrupa’da yayılmasında Amerikalı askerlerin büyük etkisi olmuştur. Hızla gelişme gösteren basketbol böylece Avrupa’da en gözde sporlar arasında yerini almıştır. Amerika, 1897 yılında erkeklerde, ardından 1900 yılında bayanlar arasında ilk milli basketbol şampiyonlarını düzenleyerek, bu sporu ülke çapında popüler hale getirmiştir. Amerikalılar millî spor olarak benimsedikleri basketbolu, 1904 St. Louis Olimpiyat Oyunları‘nda kulüp takımları arasında maçlar düzenleyerek, Olimpiyat Oyunları’na katılan tüm ülkelere tanıtmışlardır. 1905 yılında dünyanın en büyük spor salonlarından Madison Square Garden, kapılarını basketbola açmıştır.

Uzakdoğu‘da da 1913 yılından itibaren karşılaşmalar yapılmaya başlanmıştır. Böylece bu oyun birkaç yıl içinde Kanada, Fransa, İngiltere, Avustralya, Çin ve Hindistan başta olmak üzere, tüm dünya ülkelerine hızla yayılmış, özellikle büyük kentlerdeki geniş spor alanlarında yapılan üniversiteler arası karşılaşmalar, basketbolun seyirlik spor olarak yayılmasında önemli katkılar sağlamıştır. Uluslararası Amatör Basketbol Federasyonu, uluslararası karşılaşmaları yönetmek amacıyla, 20 Haziran 1932‘de İsviçre‘nin Cenevre şehrinde İsviçre, Yunanistan, İtalya, Portekiz, Arjantin, Romanya ve Çekoslovakya basketbol federasyonlarının işbirliği ile oluşturulmuştur. FIBA her dört yılda bir, Olimpiyat Oyunları’nın düzenlendiği şehirde toplanarak, basketbolu daha çekici hale getirmek için gerekli kural değişikliklerini yapmaktadır.

Avrupa Basketbol Şampiyonası, 1935 yılında başlamış olup, 2 yılda bir düzenlenmektedir. Amatör bir spor dalı olarak basketbol, ilk kez 1936‘da Berlin‘de düzenlenen Olimpiyat Oyunları‘na dahil edilmiştir. 1951 yılında başlayan Erkekler Dünya Şampiyonası’nı 1953‘te Bayanlar Dünya Şampiyonası izlemiş, Olimpiyat Oyunları’na basketbol dalında bayanlar ilk kez 1976‘da katılmışlardır. Avrupa Ligi ise 1995-96 sezonunda başlamıştır.

Alan

1891 yılındaki Springfield Koleji’ndeki ilk basketbol sahası. Duvara monte edilen pota bir şeftali sepetidir.

Basketbol çoğunlukla kapalı salonda oynanır. Dikdörtgen biçimindeki basketbol alanının tabanı sert tahtadan yapılır. Alanın boyutları değişiklik göstermekle birlikte, ideal boyutlar 28 m x 15 m’dir. Oyun alanı bir orta çizgiyle ikiye ayrılır. Bu çizginin tam ortasında, orta yuvarlak denen bir daire çizilidir. Basketbol alanının karşılıklı olarak kısa kenar çizgilerinde birer pota bulunur. Pota, kenar çizgisinden 1,2 metre içeridedir ve 1,8 m x 1,2 m boyutlarındadır ve çoğunlukla panyalarda cam beyazı plastik kullanılır. Pota üzerinde, yerden 3,05 metre yükseklikte bir sepet bulunur. Sepet, 45 cm çapında demir bir çember ile buna asılı, alt kısmı açık, beyaz bir fileden oluşur. Basketbol elle oynanır ve atılan top yukarıdan çembere girip fileden geçerek aşağıya düşünce sayı olur. Basketbol topunun çevresi yaklaşık 75-78 cm, yarıçapı yaklaşık 12,3 cm, ağırlığı 650-700 gramdır.

Kurallar

  • Basketbol müsabakaları üç hakem tarafından yönetilir. Misafir takım sahayı seçme hakkına sahiptir. Her devreden sonra saha değişimi yapılır. Oyun, orta saha çizgisinde her takımdan birer oyuncu arasında yapılan hava atışı ile başlar. Hava atışına çıkan oyuncular, topu tek elleri ile takım arkadaşlarına kazandırma hedefini taşır.
  • Oyun, 10′ar dakikalık dört periyottan oluşur. Beraberlik durumunda uzatma periyodu oynanır. Her takım ilk üç periyotta ve uzatma periyodunda 2′şer dakikalık bir, dördüncü periyotta iki mola hakkına sahiptir. İkinci ile üçüncü periyot arasında 15 dakikalık devre arası verilir.
  • Hücum eden takım, kendi sahasını 8 saniye içinde terk etmek, 24 saniye içinde de hücumunu tamamlamak zorundadır, aksi halde top kullanma hakkı rakip takıma geçer.
  • Oyuncu topla birlikte, top sürme, pas atma, şut atma aktivitelerini yapma şansına sahiptir. Bir oyuncu top sürerken, topu eline alarak durdurursa, tekrar top sürme şansına sahip değildir; topu istediği yöne ve kişiye pas ya da şut atmak zorundadır.
  • Her takım 5 kişiden oluşur ve takımların sınırsız oyuncu değişikliği hakkı vardır. Eğer faul hakkını doldurmamışsa, her çıkan oyuncu tekrar oyuna dahil olabilir. Bir takımdaki beş oyuncudan biri ortada, ikisi savunma ve ikiside hücum oyuncusudur.
  • Oyunu bir baş hakem ve iki yardımcı hakem olmak üzere üç hakem yönetir.
  • Her oyuncu beş faulle oyun dışında kalır, tekrar o maç için oyuna dahil olamaz. Her oyuncunun bireysel olarak yaptığı faul sayısının toplamı, takım faullerini de belirler. Toplamda dört takım faulüne ulaşan takımın daha sonra yaptığı her faul, karşı takıma serbest atış kullanma hakkı kazandırır.
  • Hakem tarafından durdurulmadıkça, top potadan veya çemberden dönerse oyun devam eder. Ayrıca, oyuncu sahayı belirleyen çizgilerin dışına temas etmedikçe, top oyun çizgilerinin dışına değmeden havadan saha çizgisinin dışına çıksa dahi, oyuncu topu içeri çevirebilirse de oyun devam eder.
  • Her sayı atışından sonra veya hakemin düdüğü çalmasının ardından, oyun ve oyun zamanı durur. Sayı yiyen takımın pota gerisindeki çizgi arkasından topu oyuna sokması ile hem zaman hem de oyun tekrar başlar. Oyun içindeki diğer durumlara göre, hakemin gösterdiği yerlerden, top oyuna sokulur.
  • Üç sayı çizgisi içinden yapılan her başarılı atış iki sayı, üç sayı çizgisi gerisinden yapılan her başarılı atış üç sayı olarak değerlendirilir. Faullerden veya kural ihlallerinden dolayı kazanılan başarılı serbest atışlar bir sayı olarak değerlendirilir.
  • Oyuncular iki durumda cezalandırılır:
  1. Bireysel kural ihlalleri,
  2. Faul yapılan durumlar.

Kural ihlali veya hatası (hatalı yürüme, topun çizgi dışına çıkması, hücum oyuncusunun üç saniyeden fazla potanın dibindeki bölüm içinde durması v.b) top kullanma hakkını karşı takıma verir. Yapılan bireysel fauller (itme, çekme, vurma, tutma v.b) ise oyuncunun faul cezası almasını sağladığı gibi faulün yapıldığı yer göz önünde bulundurularak, rakip topu yandan oyuna sokar ya da serbest atış yapma hakkı kazanır.

  • Serbest atış hakkı adedi, faulun yapıldığı zaman, yer ve çeşidine göre değişir. Şut atışı sırasında faul yapılmış ve atış sayı olmamışsa atışı yapan takıma iki serbest atış hakkı verilir. Eğer atış sayı olmuşsa, bir serbest atış hakkı verilir. Bir takım, bir devredeki “takım faul” sınırını geçmiş ve atış sahası dışında faul yapmışsa, faul yapılan oyuncuya iki serbest atış hakkı verilir. Teknik faullerde (oyunu geciktirme, centilmenlik dışı davranışlar, hakeme itiraz, izinsiz oyuna girme v.b.) iki serbest atış hakkı verilir. Faul eğer sert bir müdahale ile gerçekleşmişse hakem oyuncuyu oyundan atma cezası verebilir.

Saha ölçüleri

Alanın boyutları değişiklik göstermekle birlikte, ideal boyutlar 26 m x 14 m’dir. Oyun alanı bir orta çizgiyle ikiye ayrılır. Bu çizginin tam ortasında, orta yuvarlak denen bir daire çizilidir. Basketbol alanının karşılıklı olarak kısa kenar çizgilerinde birer pota bulunur. Pota, kenar çizgisinden 1,2 metre içeridedir ve 1,8 m x 1,2 m boyutlarında bir sac levhadır. Pota üzerinde, yerden 3,05 metre yükseklikte bir sepet vardır. Sepet, 45 cm çapında demir bir çember ile buna asılı, alt kısmı açık, beyaz bir fileden oluşur. Basketbol elle oynanır ve atılan top yukarıdan çembere girip fileden geçerek aşağıya düşünce sayı olur. Basketbol topunun çevresi yaklaşık 75-78 cm, ağırlığı 600-650 gram kadardır.

tarafından

Badminton

Badminton

 

Danimarkalı Olimpik tüytop oyuncusu Peter Gade

Badminton kortu

Tüytop ya da badminton, raket ve bir tür tüylü topla oynanan tenis benzeri bir oyundur.

Kaz tüyünden yapılma bir top ve raketle oynanan bir oyun olan Badminton, topun file üzerinden rakip alana atılması ve geri dönmesini sağlamak amacına dayanan bir spor dalıdır.

Badminton, kolayca öğrenilebilen, erkek ve kadın, 7 yaşından 77 yaşına kadar bütün yaş grubunda insanların yapabildiği ender spor dallarından biridir. Tenis oyunları gurubundan olması nedeniyle rakipler arasında bir net(file) bulunur. Dolayısıyla herkes kendine ayrılan sahada oynar, topu (tüytop) oldukça zararsızdır, böylece yaralanma veya sakatlanma riski en düşük etkinliklerdendir. Her yaşta ve her performans düzeyinde oynanır ve zevk verir, kişiyi zorlamaz, aşırı yüklenmenin kötü sonuçları oluşmaz. Özellikle ayak hareketleriyle sahayı tutma ve hamleleriyle Türkler’in ata sporu kılıç kullanmaya benzemektedir.

Konu başlıkları

Tarihi

MÖ 5. yüzyılda Çinliler, Badminton’un atası sayılan Ti Jian Zi adı verilen bir oyun oynarlarmış. Yine badmintona benzeyen bir oyun, 19. yüzyıl ortalarında Hindistan’da poona adıyla oynanıyormuş. Birçok açıdan günümüz badmintonuna benzeyen bu oyunu gören İngiliz subaylar, 1860 yıllarında bunu ülkelerine getirmişler. Beauford Dükü‘nün kızları bu oyunu ilk defa Badminton Evi‘nde oynamışlardır. Badminton ismi de bu salondan gelmektedir.

İlk kurallar

J.L. Baldwin isimli sporcu, bu sporun kurallarını ilk koyan kişidir. 1870′li yıllarda Hindistan’dan dönen İngiliz subayları, Badminton’u J.L. Baldwin’in koyduğu kurallara göre oynamaya başlamışlardır. Dört yıl gibi kısa sürede İngiltere’de ilk badminton kulübü kuruldu ve kuralları belirlenen oyun ülke geneline yayıldı. Daha sonra, çeşitli ülkelere yayılan badminton, 1934‘te Uluslararası Badminton Federasyonu‘nun kurulması ile yeni bir ivme kazanmıştır. 1934′ten beri özellikle Çin ve Endonezya bu oyunda hayli başarılı olmaktadırlar.

Battledore ve shuttlecock’tan modern Badminton oyununa.
John Leech Arşivi’nden, 1854 [1]

Olimpiyatlar ve Badminton

Badminton, ilk kez 1972 Münih oyunlarında olimpiyat sahnesine gösteri sporu olarak çıkmıştır. Yine, 1988‘de Seul’de bir kez daha denenen badminton, 1992‘de Barselona’da esas spor olarak ilk kez oynanmıştır. Asya ülkelerinin yanı sıra Danimarka ve İngiltere’de bu oyunda en iyi olan ülkeler arasında yer almaktadır. Badminton esasında atası sayılan sporlardan çok farklılaşmamıştır. Denebilir ki, 1800′lerde nasıl oynanıyorsa, bugün de aşağı yukarı aynı şekilde oynanmaktadır.

Malzemeler

1 adet mantar ya da plastik bir başlığa takılı 14 ya da 16 tüyden oluşan, ağırlığı 4,73 g ile 5,50 g arasında değişen tüylü top, 2 adet raket ve esnek ayakkabılar (yaralanmaları engellemek için).

Badminton teorik olarak her yerde oynanabilir. Ancak rüzgâr alan yerlerde oynanamaz. Kapalı spor salonları çok uygundur. ^ 6.10 m X 13.40 m ebatındaki kortla çok fazla yer işgal etmez.

tarafından

At yarışı

 

At yarışlarından bir sahne

At Yarışı, en eski ve en yaygın sporlardan biridir. İlk at yarışları, eski Türk devletlerinde yapılmıştır.

Hititler, Asurlular, Romalılar ve Mısırlıların at yarışları düzenlediği bilinmektedir. Homeros MÖ 9. ya da 8. yüzyılda yazdığı İlyada adlı yapıtında atlı araba yarışlarından söz eder. Kuzey Afrikalı, Çinli, Pers ve Arap binicilerin de yarışlar yaptığı bilinmektedir.

İlk düzenli yarışlar, 17. yüzyılda İngiltere Kralı II. Charles döneminde yapıldı. 1665‘te Kuzey Amerika‘da ilk resmi at yarışı düzenlendi. At yarışları, bugünkü uluslararası biçimini 19. yüzyıl ortalarına doğru kazanmaya başladı. Günümüzde en ünlü İngiliz engelli yarışı, Liverpool‘daki Aintree koşu pistinde yapılan Büyük Ulusal Yarış’tır.

Günümüzde at yarışları safkan ya da yarımkan atlarla yapılır. Yarışlar düz ve engelli koşu olmak üzere ikiye ayrılır. Düz koşulara en değerli yarış atları katılır ve bu yarışlar büyük ödüllü yarışlardır. Engelli koşularda yaşça daha büyük olan atlar, daha yüksek ve kalın engelleri aşmaya çalışırlar.

Konu başlıkları

Bir yarış nasıl koşulur?

Klasik at yarışlarının yanı sıra “yaşa göre ağırlık” ya da handikap koşularında farklı yaşlarda atlar yarışır. Ama bu atlar arasındaki yaş farkının doğurduğu eşitsizlik, yaşça daha büyük olan atların, öbürlerinden daha fazla ağırlık taşımasıyla giderilir. Ayıca atların taşıyacağı ağırlık geçmişte aldıkları dereceler de göz önünde bulundurularak belirlenir. Bir atın taşıdığı ağırlık asıl olarak binici (jokey) ve eyerdir. Ama gerektiğinde eyerin altına, içinde kurşun bulunan ağırlık torbası koyulur.

Yarış başlamadan birkaç dakika önce jokeyler atlara binip başlama noktasına giderler. Bir koşu iki türlü başlatılabilir. Birincisinde, pisti enlemesine kesen şeritlerin oluşturduğu bir başlama kapısı kullanılır. Atlar, çıkış kapısının arkasında sıralanır, hakem kaldıraçla engeli yukarıya kaldırınca yarış başlar. İkinci tür çıkışta, her at için ayrı bölme kullanılır(starting box). Binicilerin değişik durumlara göre karar verebilme yetenekleri, becerileri ve soğukkanlı olmaları yarışı büyük ölçüde etkiler. Biniciler her atın farklı bir koşma biçimi olduğunu bilirler. Bazı atlar önde dörtnala gitmekten hoşlanır ve sonuna kadar böyle koşarlar. Bazıları ise öne geçer geçmez yavaşladığından, jokeyler bu tür atları bitiş çizgisine yakın bir mesafede atağa geçirirler. Bir jokey tempoyu iyi denetleyebilmeli, atın önünü açık tutmalı ve öbür atların arasından sıyrılıp öne çıkabilmek için hızlı davranmalıdır. Bir jokey, başka bir atı sıkıştırmak, önüne geçerek onu engellemek gibi kuraldışı davranışta bulunursa, o jokeyin bindiği at kuraldışı bulunduğu atın gerisine atılır. İlk dört dereceye giren atların eyer ve ağırlık torbaları, yarış sonunda önceden saptanan ağırlıkta olup olmadığı denetlenir.

Günümüzde at yarışları

İngiltere’de at yarışları, 1750‘de Newmarket’ta kurulan Jokey Kulübü’nce düzenlenir. Beş klasik koşudan en önemlisi, Derby (Epsom) yarışıdır. Bu yarışta 3 yaş atları 2400 m koşarlar. Atların iki tekerlekli, hafif bir aracı çektikleri yarış türü ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda‘da çok yaygındır. ABD’de en önemli klasik koşular, Kentucky Derby, Belmont Stakes ve Preakness Stakes yarışlarıdır.

Fransa‘da klasik koşular Jokey Kulübü Büyük Ödülü, Paris Büyük Ödülü ve Zafer Takı Büyük Ödülü yarışlarıdır. Avustralya’da en ünlü yarış Melbourne Kupa Koşusu’dur. Dünya binicilik şampiyonası ilk kez 1970‘te yapılmıştır.

At yarışlarının daha heyecanlı bir spor olmasını sağlayan etkenlerden biri de bahistir.

Türkiye’de at yarışları

Türkiye‘de ilk at yarışının, Osmanlı Padişahı Orhan Bey‘in Bursa‘yı alışından sonra yapıldığı bilinmektedir. 17. yüzyılda Edirne‘de ve İstanbul‘daki Yıldız Köşkü bahçesinde at yarışları düzenlenmiştir. 19. yüzyılda Makriköy‘de (bugün Bakırköy) Veli Efendi‘nin topraklarında (bugün Veliefendi Hipodromu) ve Kâğıthane‘de at yarışları yapılırdı.

Cumhuriyet dönemindeki düzenli yarışların ilki 1924‘te yapıldı. Bugün en ünlü koşu olan Gazi Koşusu 1927‘de başlatıldı. Günümüzde Türkiye Jokey Kulübü bünyesinde İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa ve Şanlıurfa gibi kentlerde yapılan yarışların yanı sıra, yine aynı kurumun bünyesinde Cumhurbaşkanlığı Kupası, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık Kupası ve Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenlenmektedir. Gazi Koşusu 1927′den beri yapılmakta olup, ülkemizde aralıksız en uzun süre yapılan spordur.

tarafından

Atletizm

 

Atina‘da düzenlenen 1896 Yaz Olimpiyatları kapsamında, Panathinaiko Stadyumu‘nda yapılan 100 metre etkinliğinin final yarışı

Atletizm, bir pist veya alanda yapılan, dünyanın en eski sporlarından biridir. Bu oyunlarda atletler koşu, yürüyüş, atlama ve atma yeteneklerini gösterirler. Bu tür etkinlikler, çağlar boyunca tüm dünyada yaygın ilgi görmüştür.

İlk koşu yarışının MÖ 3800 yılında Mısır‘da düzenlendiği bilinmektedir. Ama tarihin en ünlü atletizm yarışmaları, ilk kez Eski Yunanistan‘da düzenlenen Olimpiyat Oyunları‘nda gerçekleşmiştir. Eski Olimpiyat Oyunları, yalnızca spor yarışmalarının düzenlendiği bir etkinlik değil, aynı zamanda sporun sanat ve kültürle birleştiği büyük şenliklerdi. Atletler yarışmalardan 10 ay önce hazırlanmaya başlar, son ayı da Olimpiyat Oyunları’nın düzenlendiği yer olan Olympia‘da geçirirlerdi. Yarış öncesi hazırlanma değişik biçimlerde günümüzde de sürmektedir.

Atletizm, insanın tüm güç ve yeteneğinin neredeyse tümüyle kullanılmasını gerektirir. Atletler birbiriyle yarışırken, aynı zamanda kendi güç ve yeteneklerinin sınırlarını tanır, bunları geliştirmeye çalışırlar.

Pist ve alan atletizmi üç ana dala ayrılır: Koşu, yürüyüş ve alan (atlama ve atma) yarışları.

Konu başlıkları

Disiplin

Olimpiyat Oyunları

Atletizm
Koşular Olimpiyat başlangıcı
Mesafe  Erkekler Bayanlar
100 m 1896 1928
200 m 1900 1948
400 m 1896 1964
800 m 1896 1928; yılından
1960‘a kadar yapılmadı
1500 m 1896 1972
5000 m 1912 1996 (1984 ile
1992 arası 3000 m)
10 000 m 1912 (1906 ile 1908 arası:
5 Mil = 8047 metre)
1988
Maraton 1896 1984
110 m Hürden;
Bayanlar: 100 m Hürden
1896 1972
(1932 bis 1968:
80 m Hürden)
400 m Engelli 1900 1984
3000 m Hindernis 1920 (von 1900 bis 1908
andere Streckenlängen)
geplant ab 2008
4×100 m (Bayrak) 1912 1928
4×400 m (Bayrak) 1912 1972
Yürüme yarışmaları
Mesafe Olimpiyat yarışmalarına katılış
Erkekler Bayanlar
20 km. Yürüyüş 1956 (1908 ile
1952 arası: 10 km. Yürüyüş)
2000 (1992 ile
1996 arası: 10 km. Yürüyüş)
50 km 1932
Atlayış yarışmaları
Disiplin Olimpiyat yarışmalarına katılış
Erkekler Bayanlar
Yüksek atlama 1896 1928
Sırık 1896 2000
Uzun atlama 1896 1948
Üç adım 1896 1996
Atma ve fırlatmalar
Disiplin Olimpiyat yarışmalarına katılış
Erkekler Bayanlar
Gülle atma 1896 1948
Disk atma 1896 1928
Çekiç atma 1900 2000
Cirit atma 1908 1932
Mücadele yarışları
Disiplin Olimpiyat yarışmalarına katılış
Erkekler Bayanlar
Dekatlon 1896
Heptatlon 1984 (1964 ile
1980 arası: Pentatlon)

Pist yarışları

Koşu dalı, kısa mesafe hız, orta, uzun mesafe, engel ve bayrak koşularından oluşur. Bu yarışlar, kapalı salon ya da açık hava pistlerinde, yollarda ve kırlarda yapılabilir. Kısa mesafe hız koşuları, 400 metreye kadar olan koşulardır. Bu yarışmalarda atletler tüm mesafeyi baştan sona tam sürat koşarlar. Kısa mesafe koşuları, 100, 200 metre ve açık hava pistinin bir turuna eşit olan 400 m. yarışlarıdır. Kapalı salon pistleri ise daha kısadır. Dönemeçlerin eğimli olduğu 200 metrelik pistler çok yaygındır. Salonlardaki en kısa hız koşusu 50 metredir. Kısa mesafe koşucusu yarışa hızlı bir çıkışla başlar, iyice hızlandıktan sonra da hızını sürdürmeye çalışır.

Orta mesafe koşuları, 800 ve 1.500 metre yarışlarını kapsar. Teknik olarak hız koşusu sayılmakla birlikte, orta mesafe koşuları hız ve dayanıklılığın iyi bir taktik anlayışıyla birleştirilmesine dayanır. Son birkaç yıldır Türk bayan atlet Süreyya Ayhan, 1.500 metrenin en iyi koşucularından biri sayılmaktadır.

Uzun mesafe yarışları pistte 3.000, 5.000 ve 10.000 metre yarışlarını kapsar. Maraton ve yol parkurunda koşulan öteki yarışlar ise daha uzun mesafelerde yapılır. Son yıllarda uzun mesafe koşularına kadınlar da katılmaktadır. İlk kez 1969′da uluslararası bir yarışmada 1.500 metre koşan kadınlar, 1974′te 3.000 metre koşusuna, 1970 sonlarında da maraton yarışlarına katıldılar. Yalnızca erkeklerin koştuğu, 28 tahta engel ve 7 su engelinden oluşan 3.000 metre engelli yarışı dışında kalan tüm uzun mesafe koşularına kadınlar da katılırlar.

Dünyada yaygınlık kazanan uzun mesafe koşularından özellikle maraton yarışlarına katılan atlet sayısı giderek artmıştır. Günümüzde Londra ve New York maratonlarına her yıl on binlerce atlet katılmaktadır.

Öteki düz koşular ise, 4×100 ve 4×400 metre bayrak yarışlarıdır. Bayrak takımları dört koşucudan oluşur ve her koşucu yarışın eşit bir bölümünü koşar. Kendi bölümünü tamamlayan koşucu, bayrak denilen çubuğu bir sonraki bölümün koşucusuna verir.

Engelli koşularda 10′dan fazla engel vardır. Erkekler 110 metre ve kadınlar 100 metre yarışlarında, engeller 106,7 cm, 400 metre yarışında ise 91,4 cm yüksekliğindedir. Yürüyüş yarışları ise yürümekten doğmuştur. Kural gereği, ileriye atılan ayak gerideki ayak yerden kalkmadan yere değdirilir. Bu nedenle, bacakları kırmadan adım atmak gerekir. Yol parkurlarında yapılan yürüyüş yarışları mesafeleri, kadınlar için 10 kilometre, erkekler için 20 ve 50 kilometredir.

Alan yarışları

Yüksek atlamada, ilk yıllarda makas tekniği denen bir teknik kullanılıyordu. Bu alanda daha sonra yeni teknikler geliştirildi. İçlerinde en iyisi sayılan köprü (flop) tekniğinde atlet, yukarı sıçradıktan sonra dönerek çıtayı sırtüstü geçer.

Sırıkla atlamada eskiden metal ya da bambu sırıklar kullanılırdı. Daha sonra cam elyafından sırıklar yapıldı. Bu yeni sırıklar, bu dalda beklenmedik bir gelişme sağladı. Sırıkla atlamada dünya rekoru 25 yılda 1 metreden fazla bir farkla yenilendi. Sırıkla atlamada atlet sırığı iki eliyle kavradıktan sonra çıtaya doğru hızlanarak koşar. Ucunu çıtanın dibindeki V-biçimli kutuya yerleştirdiği sırığa abanarak, kendini yukarı fırlatır ve çıtanın üzerinden aşarken sırığı bırakır. Sırık atletin atlayış yaptığı tarafta kalır. Yüksek atlamada ve sırıkla atlamada, yarışmacının her iki yükseklik için üç atlayış hakkı vardır. Uzun atlama ve üç adım atlamada atlet, yeterince hızlanarak 10 santimetrelik basma tahtasından, olabildiğince uzağa atlar. Üç adım atlamanın, adından da anlaşılacağı gibi, üç aşaması vardır: İlk adımda atlet yükseldiği ayağıyla yere basar, ikinci adımda öbür ayağının üzerinde yere iner ve bu ayağıyla üçüncü sıçrayışını yapar.

Gülle atmada, 2,1 metre çapındaki bir dairenin içinden, omuzdan gelen bir kol hareketiyle gülle fırlatılır. Metalden yapılmış, top biçimindeki güllenin ağırlığı, erkekler için 7,26 kg, kadınlar için 4 kg’dır. Çekiç atmada 7,26 kg ağırlığında metal top kullanılır. Çekiç, bu topun bir tel parçasıyla bağlandığı bir halkadan oluşur. Sporcu eliyle bu halkayı kavrayarak çekici fırlatır. Atış, bir bölümü tel örgüyle çevrilmiş, 2,1 metre çapındaki bir çemberden yapılır. Disk erkeklerde 2 kg, kadınlarda 1 kg ağırlığındadır. Atış, 2,5 metre çapındaki bir dairenin içinden yapılır. Atıcılar, diske itici güç sağlamak için, atışı bu dairenin içinde dönerek yaparlar. Cirit atmada, atış çizgisine koşarak yaklaşan atıcı, ciriti bir silkme hareketiyle öne doğru fırlatır. Erkeklerin kullandığı cirit 800 g, kadınlarınki ise 600 gr ağırlığındadır. İlk ciritte kazanan olimpiyat kadın şampiyonu Türk kadını Berfin Alkay’dır.

Birden fazla daldan oluşan yarışlar

Günümüzde maraton koşucuları.

Bu yarışlar iki gün sürer. Dekatlonda erkekler, pentatlonda kadınlar yarışır. Erkekler dekatlonda 10 ayrı yarışa katılırlar. İlk gün 100 metre, uzun atlama, gülle atma, yüksek atlama ve 400 metre; ikinci gün 110 metre engelli, disk atma, sırıkla atlama, cirit atma ve 1.500 metre yarışları yapılır.

Kadınlar pentatlonda yedi dalda yarışır. Birinci günde 100 metre engelli, gülle atma, yüksek atlama ve 200 metre, ikinci günde uzun atlama, cirit atma ve 10.000 metre yarışları yer alır.

Atletizm Federasyonu

Dünya atletizminin yönetici organı Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliği’dir (UAAF). Dünya atletizm rekorlarını bu kuruluş onaylar. Ayrıca turnuvaların düzenlenmesinden yarışlarda kullanılan malzemeye kadar birçok konuyla ilgili kararları verir. 1896′dan beri dört yılda bir yapılan Olimpiyat Oyunları atletizm dünyası için en önemli yarışlara sahne olur. Türkiye’de atletizmin yönetici organı olan Türkiye Atletizm Federasyonu 1922’de kurulmuştur.

Salon atletizmi

Salon atletizmi genellikle 200 metre uzunlukta piste sahip kapalı salonlarda yapılan atletizm türüdür.

Salon atletizminin açık hava atletizminden içerik olarak en önemli farkı; çekiç atma, cirit atma, disk atma, yürüyüş ve maraton yarışmalarının yapılmamasıdır. 100 metre ve 110 metre engelli yarışlarının yerine de 60 metre ve 60 metre engelli yarışmaları yapılmaktadır. Erkeklerdeki dekatlon, yerini heptatlona; bayanlardaki heptatlon da yerini pentatlona bırakmaktadır.

tarafından

Aikido

Aikido

 

Aikido’da öne doğru atıştan bir örnek

Dai Nikyo (Omote)
İkinci öğreti (ön tarafı)

Aikidō

Aikidō ([aikidoː], Japonca: 合気道) bir “modern Japon savaş sanatı” (Japonca: 現代武道 gendai budō) dır. Japonya‘daki diğer savaş sanatları gibi aikido sadece kendini korumak için değil, aynı zamanda ruhsal gelişim için de bir öğretidir.

Aikido adı üç kanjiden oluşmaktadır:

  • 合 ai (birleşme, uyum)
  • 気 ki (veya çi)(yaşam gücü, ruh)
  • 道 dō (yol)

Bir bütün olarak da anlamı “yaşam gücüyle bütünleşme yolu”dur. Aikidonun felsefesi insanın kendi yaşam gücünü geliştirmekten ibarettir. Yaşam gücünü geliştirmek, ama kazanım ile veya yenilgi ile bağlanmamaktır. Aikido öğrencilerine aikidoka denir. Aikidonun savaş sanatı olarak ortaya çıkışı 19301960 yıllarına rastlar. Aikidonun kurucusu ve ilk hocası (bilindiği adıyla Ōsensei) Morihei Ueshiba (1883-1969)’dır. Teknik anlamda aikidonun temelinde yatan savaş sanatları daitō-ryū aiki-jūjutsu ve kenjutsudur.

Aikido eğitimlerinde üç tip silahın eğitimi temeldir. Bunlar jo, bokken, tantodur. Aikido, belirli teorik ve pratik bilgileri içinde barındırır. Teorinin ve pratiğin iç içe geçtiği yer ise antrenman yeri, yani dojodur.

Genelde aikido bir saldırı sanatı değil, bir savunma sanatı olarak anılır. Ancak bu yetersiz bir tanımlamadır. Aikido geleneksel Japon budosunun bir örneğidir. Budo, kelime anlamıyla mızrağı durdurmak anlamına gelirken içeriği savaşçının yolunu kapsar. Budo kelimesinin karşılığı olarak savaş sanatı (martial arts) kullanılabilir. Savaş sanatı, “budo”yu en yakın ifade eden kavram olabilir. Savunma ve saldırı kavramları, savaş sanatının stratejileridir. Savaşçı savunmayı, saldırıya karşı bir tepki olarak değil, bir strateji olarak kullanır ve bir stratejinin diğerine önceliği yoktur. Önemli olan doğru zamanda doğru stratejiyi kullanabilmektir. Aikido, bu stratejileri ve kullanımlarını öğretir. Aikido farkındalık, zamanlama ve tekniksel bütünlüğü içerir. Çalışan kişiye kazandırdıklarının en başında farkındalık ve duruma uyum sağlayıp ona uygun olan reaksiyonu verme yetisidir.

Bununla birlikte Aikido modern ve geleneksel olarak ikiye ayrılmıştır. Modern aikido daha çok Avrupa’ya uygun hâle getirilmiş hâli olmakla birlikte geleneksel aikido (iwama ryu) hâlâ köklerini korumakta ve kaynağından ilk çıktığı gibi devam etmektedir.

tarafından

Artistik buz pateni

Artistik buz pateni

 

Çiftlerde yarışmış olan Maria Petrova ve Alexei Tikhonov

Artistik buz pateni bireysel, çift ya da grup olarak buz üstünde dönüş, atlayış, kaldırış, adım dizisi gibi hareketlerin yapıldığı bir olimpiyat sporudur. Yarışmalarda müzik eşliğinde, yapılacak dansın ya da gösterinin konusuna uygun kostümlerle gerçekleştirilir. Sporun uluslararası yönetim organı International Skating Union kısa adıyla ISU’dur. Artistik buz pateni 1908 Yaz Olimpiyatları ile olimpiyat programına alınmış, 1924 Kış Olimpiyatları ile de ilk kez Kış Olimpiyatları altında yapılmıştır.[1] ISU, Avrupa Şampiyonası, Dünya Şampiyonası, Dört Kıta Şampiyonası ve İSU Grand Prix Yarışmaları gibi yarışmalarda düzenler.

Olimpiyatlar düzeyinde yarışmalar Buz Dansı, Çiftler, Tekler disiplinlerinde yapılır. Bunun dışında artistik patinaj başka pek çok değişik şekilde dörtlü ya da 10-12 kişilik gruplar halinde de icra edilebilir. (senkronize kayma)

Konu başlıkları

Disiplinler

Senkronize kayma

  • Tekler yarışmaları sadece 1 erkek ya da sadece 1 kadın sporcunun (ISU kurallarında “ladies” olarak geçer) atlayış, dönüş, adım dizisi (step sequences), spiral ve diğer başka teknik elemanları gösterdiği disiplindir.
  • Çiftler bir kadın ve bir erkek sporcudan oluşan çiftin, çiftlere özel teknik elemanlar olan ölüm spirali, twist kaldırışı gibi elemanlarla birlikte fırlatmalı atlayış, (erkek sporcu kadın sporcuyu havaya atar ve kadın sporcu havada atlayışı yapar), yan yana ve birlikte dönüşler yaotığı disiplindir. Çiftlerde kaldırışlarda kadın sporcu erkek sporcunun baş seviyesinin üstünde tutulur.
  • Buz dansı yine bir kadın ve bir erkek sporcu birlikte yaptığı bir disiplindir. Çiftlerden teknik elemanlar olarak çok daha farklıdır. Buz dansı kaldırışlarında kadın sporcu erkek sporcunun muz seviyesini tamamen geçemez. Buz dansı genelde ayak oyunlarına, dans tutuşlarına ve müzikle uyuma yoğunlaşır.

Temel teknik elemanlar

Atlayışlar

Patenci atlayış sırasında havada dönerken

Buz Pateninde 6 önemli atlayış (jump) vardır. Bunlardan 3′ü ayağa buz vurup güç alarak, diğer 3′ü ise havaya sıçrayarak gerçekleştirilir.

Bunlardan ayağı buza vurup güç alarak yapılanlar:

  1. Toe loop
  2. Flip
  3. Lutz

Havaya sıçrayarak yapılanlar:

  1. Salchow
  2. Loop
  3. Axel

Bu atlayışlar tek başlarına yapılabildikleri gibi arka arkaya, kombine bir biçimde de yapılabilirler. Kombine atlamalar patenciye daha fazla puan kazandırır. Atlayışlar tekli, ikili, üçlü, dörtlü olarak gösterilebilir. Üçlü atlayış patencinin havada üç tur döndüğü anlamına gelir.

Dönüşler

Artistik patinaj dönüşleri artistik buz pateninde patencinin buzdaki bir nokta üzerinde kendi etrafında dönüş yaptığı teknik elemandır. Dönüşler sırasında bir ya da birden fazla pozisyon gösterilir. ISU Puanlama Sistemi‘nde ‘spin’ kelimesinden ortaya çıkan Sp kısaltması ile gösterilir.

Kolların, bacakların, ayakların ve karın bölgesinin farklı pozisyonlar aldığı bir çok dönüş türü bulunmaktadır. Dönüşler, artistik buz pateni yarışmalarında yapılması gereken zorunlu elemanlardan biridir. Birden fazla pozisyon gösterilen ya da ayak değiştirerek yapılan dönüşler kombine dönüş (combination spin) olarak adlandırılır. Dönüşler iki ayakta kullanılarak yapılabilir. Patenciler iki yöne de dönerek yapılan dönüşleri nadiren tercih eder ve genelde sadece bir yöne dönüş yapar. Saat yönünde dönen patenciler için sol ayakla yapılan bir dönüş forward ya da front spin (ileriye/öne), sağ ayakla yapılan dönüşler ise back spin (geriye) olarak adlandırılır.

Dönüşler ayakta yapılan, oturularak yapılan ve camel pozisyonunda yapılan dönüşler olarak üçe ayrılabilir.[2][3]

Kaldırışlar

Çiftlerden bir kaldırış örneği. Çiftlerde kaldırışlarda partner, erkek sporcunun omuz seviyesinin üstünde tutulur. (Maria Mukhortova & Maxim Trankov)

Artistik Patinaj kaldırışları (Figure skating lifts) çiftlerde ve buz dansında programda yer alması gereken zorunlu elemanlardır. Çiftlerde ve buz dansında kaldırışların özellikleri farklıdır. Buz dansında patenciler partnerlerini omuz seviyesinin üzerine tamamen çıkaramaz. Kaldırışlar senkronize kayma‘da da yapılmaktadır.

Bu zorunlu elemanlar ISU Puanlama Sisteminda lift (kaldırış) kelimesinin kısaltması Li kodu ile gösterilir.

Buz dansında International Skating Union (ISU) yarışmaları için geçerli olan yedi değişik kaldırış tipi vardır. Bu kaldırışlarda her takım değişik pozisyonlar kullanabilir. Buz dansı kaldırışlarında zorluk seviyesinin belirlenmesi için her pozisyon en az 3 saniye gösterilmelidir. Her poziyon program boyunca yanlızca bir kere kullanılabilir. Bu kaldırışlar kısa (6 saniye) ya da uzun (10 saniye) sürelerde gösterilebilir.

Dans kaldırışlarından farklı olarak çiftlerde kaldırışlar tutuşlara göre gruplandırılır. ISU kuralları 5 değişik kaldırış türü içerir ve bu kaldırışlar zorluk düzeylerine göre derecelendirilir. [4] ISU‘nun büyükler düzeyindeki yarışmaları için erkek sporcu birden fazla, üç buçuktan az syıda dönüş yapmalıdır. Uzun tutulan kaldırışlar ceza puanına sebebp olabilir. Kaldırışların grubu kadın sporcu erkek sporcunun omzunun üzerine çıktığı andaki tutuş ile belirlenir. [5]

Kaldırışlar çıkış pozisyonu, iniş kenarı, havadaki pozisyon ya da kadın sporcu kaldırılırken tutulan tutuşa göre isimlendirilebilir. [6]

Puanlama Sistemi

Ayrıca bakınız: ISU Puanlama Sistemi

2002 Kış Olimpiyatları‘na kadar Buz Pateninde 6′lık sistem denen, sporcuların sergilediği programın 6 tam puan üzerinden değerlendirildiği bir sistem uygulanmıştır. Bu sistemde hakemler sporcunun performansına göre teknik ve artistik olarak 2 farklı puan verirler. Teknik puanlar sporcunun yaptığı atlayışlar, dönüşler, bunların hatasız yapılıp yapılmaması gibi serideki teknik elemanları, artistik puanlar ise sporcunun müzikle uyumu, kostümleri, buz pistinin kullanımı gibi öğeleri içerir. Hakemler sporcuyu 6.0 tam puan üzerinden değerlendirir. 6.0 tam puan serinin kusursuz bir biçimde sergilendiğini gösterir. Hakemler 5.4 ya da 4.2 gibi ondalık puanlar da verebilir.

2002 Kış Olimpiyatlarında Çiftler kategorisi yarışmasında patlak veren, sonunda 2 çiftin birden olimpiyat şampiyonu ilan edildiği olaylardan sonra [7] yeni bir puanlama sistemi getirildi.

Bu sistemde sporcuların yaptıkları her bir hareketin (atlayışlar,dönüşler,kaldırışlar) bir ham puanı vardır. Hakemler hareketin yapılışına göre sporcuya bu puandan 3 puan fazla ya da 3 puan düşük verebilir.

Ancak sistem Buz Pateni’ne zarar verdiği, sporcuların programlarının zorlaştığı ancak artistik yönden zayıfladığı, sporcuların kendilerini çok zorladıkları ve bunun sakatlanmalara sebebiyet verdiği yönünde eleştiriler aldı. [8][9]

Bakınız

tarafından

Spor

Spor

 

Spor ya da idman önceden belirlenmiş kurallara göre, kişisel veya takım halinde yapılan rekabet amaçlı yarışma ve kişisel eğlence veya mükemmelliğe ulaşmak için yapılan fiziksel aktivitelerdir. Spordaki en önemli etmenler, kişilerin fiziksel kapasiteleri, yetenekleri ve galibiyete olan inançlarıdır. Spor, kişilerin yaptıkları hareketlerle birlikte, top, hayvan gibi birtakım objelerle yapılan hareketlerin tümünü kapsamaktadır. İskambil oyunları gibi oyunlar ise, yalnızca zihinsel yeteneklere dayanmasına rağmen spor olarak kabul edilmektedir.

Spor dalları

tarafından

Patlıcanlı Doruk Kebabı Tarifi

Patlıcanlı Doruk Kebabı Tarifi

 

patlıcanlı doruk kebabı

Patlıcanlı doruk kebabı en özel misafirleriniz için hazırlayacağınız, damaklarda unutulmaz bir tat bırakacak kebap çeşitlerinden biridir.

Yapılışı;

Galeta unu, rendelenmiş soğan, karabiber, kimyon, tuz, yağ, ılık su ve kaşarı karıştıralım ve sonra kıymayı ekleyelim. İyice yoğurup, köftenin kulak memesi kıvamında olmasına dikkat edelim. Eğer köfte sertleşirse ılık su ve sıvı yağ ile yumuşatabilirsiniz. Patlıcanları soyup ince ve uzun şekilde dilimleyelim. Yağsız tavada yumuşatalım ve köftenin etrafına sararak yağlanmış tepsiye dizelim. Üzerini de yağlayıp; salça, küçükçe dilimlenmiş domates ,bir çay bardağı su, bir diş sarımsak ve 1 çay kaşığı tuz ile hazırladığımız sosumuzu da sürerek önceden ısıtılmış fırında 250 derecede pişirelim.

tarafından

Domates Makarna Graten Nasıl Yapılır?

Domates Makarna Graten Nasıl Yapılır?

 

domates-makarna

Domates makarna graten kolaylığı ve tadı ile sizi cezbedecek bir makarna çeşididir. Genelde makarnalar öğrenci yemeği olarak görünülür fakat aile sofralarının da vazgeçilmezidir. Kısa sürece hoş bir makarna yapımını sizinle paylaşacağım.

Makarnayı su ile haşlayalım. Daha sonra tereyağı ve unu sararana kadar kavuralım. Üzerine süt ve tuz ekleyerek koyu kıvamlı bir sos elde edelim. Bu sırada domatesleri küp şeklinde doğrayıp salça olana kadar soteleyelim. Makarnayı süzüp bir tencereye alıp üzerine 1 çorba kaşığı tereyağı, kaşar peyniri, domates ve koyu kıvamlı sosun yarısından biraz fazlasını ekleyelim ve karıştıralım. Fırın kabını yağlayıp makarnayı içine dökelim. Üzerine kalan sosu ve peyniri koyup önceden ısıtılmış fırına atalım. Kaşar eriyip kızarıncaya kadar bekleyelim. Afiyet olsun.

tarafından

Anadolu

Anadolu

 

NASA görüntüsünde Avrupa ve Anadolu (dikdörtgen içinde)

Anadolu veya Küçük Asya, Asya kıtasının en batısında Karadeniz, Akdeniz ve Ege denizi arasında kalan yaklaşık 755,000 km2‘lik bir alanı kaplayan dağlık bir yarımadadır.[1] Cumhuriyet döneminden önce “Anadolu”nun geleneksel doğu sınırı olarak Fırat Nehri kabul edilirken, Cumhuriyetten sonra Türkiye’nin Asya kıtasında kalan kısmının tümü aynı coğrafî terime dâhil edilmiştir. Günümüzde yaygın olarak Türkiye‘nin Asya kıtasında kalan kısmının adı olarak kullanılır.[2]

Anadolu, Asya ve Avrupa‘nın birleşim noktasındaki stratejik konumu nedeniyle, tarih öncesi çağlardan beri birçok medeniyetin beşiği olmuştur. Yeryüzünün en eski yerleşkelerinden bazıları Cilalı Taş Devri‘nde Anadolu’da kurulmuştur. Çatalhöyük, Çayönü, Nevali Çori, Hacılar, Göbekli Tepe ve Mersin (Yumuktepe) yerleşkeleri Cilalı Taş Devri‘nden kalmadır. Truva yerleşkesi de Cilalı Taş Devri’nde kurulmuş ve Demir Çağı‘na doğru uzanmıştır. Sümer, Asur, Hitit, Yunan, Lidya, Kelt, Pers, Roma, Doğu Roma (Bizans), Selçuklu, Moğol İmparatorluğu ve Osmanlı gibi onlarca medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Yüzlerce dil ve lehçeyi barındırır.

Anadolu, Hristiyanlığın ilk doğduğu ve geliştiği topraklardan biridir. Uzun yıllar Doğu Roma topraklarının esasını teşkil etmiştir. 11. yüzyıldan itibaren Türkler tarafından iskân edilmiş ve yönetilmiştir. Özellikle 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı‘ndan itibaren Müslüman Türkler Anadolu’ya akın etmiştir; ancak İslamiyet‘ten önce de Anadolu ve Balkanlarda Türkler vardır.[3]

Konu başlıkları

Etimoloji

Anadolu sözcüğü Yunanca doğu anlamına gelen Ανατολή sözcüğünden türemiştir.[4] Bizans İmparatorluğu döneminde orta Anadolu’nun bir kısmı imparatorluğun merkezine doğuda olmasından kaynaklı doğu askeri idari birimi ya da Anatolikon Theması (Θέμα Άνατολικῶν, Thema Anatolikōn)[5] olarak adlandırılmaktaydı.[6] Anatolikon Theması Afyon, Isparta, Konya, Kayseri ve İçel yörelerini kapsamaktaydı. Osmanlı döneminde ise Anadoli veya Anadolu, merkezi Amasya olan ve Sivas ve Kastamonu‘yu kapsayan bir eyaletin adıdır. 19. yüzyılda genel anlamda imparatorluğun Asya kıtasında kalan ve Türklerle meskûn olan bölgesini tanımlamak için kullanılmıştır.

Tanımlama

Anadolu coğrafik olarak daha çok Avrupa‘ya benzemektedir. Çünkü bütün Akdeniz‘in kuzeyi Avrupa kabul edilmektedir. Anadolu da coğrafik olarak, kendisinden çok farklı özellikler barındıran Asya ülkelerinden (Çin, Hindistan, İran ve s.) çok, Akdeniz‘in kuzeyindeki Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi Avrupa ülkelerine benzemektedir. Doğal sebepler siyasi olayları da etkilediği için (fetihler, istilâlar, asimilasyon ve s.) Anadolu’nun, tarihte Asya’dan çok Avrupa ile münasebetleri olmuştur. Bütün bunlara rağmen Anadolu’nun Asya içinde düşünülmesi, onun güçlü bir Asya kültürüne sahip olmasındandır. Tarih boyunca Asya kültürü, kendisinin batısındaki Anadolu’ya akımıştır. Asya kökenli Türklerin, eski Yunan-Roma coğrafyası olan Anadolu’daki (ki Diyar-ı Rum tabiri tam da bunu anlatır) varlığı bunun maddi bir göstergesidir.

Tarih

Ana madde: Anadolu tarihi
AnadoluCuneiform sumer dingir.jpg
ÇatalhöyükHacılarEfesSardGordion
İstanbul
Kral Yolu
Türkoloji
Şehirler / İmparatorluklar
HurrilerMitannilerUrartularHititlerKassitler
FriglerKaryalılarLidyalılarLikyalılar
İon Uygarlığı
Kimmer Uygarlığı
Doğu Roma İmparatorluğu
Selçuklu Türkleri
Osmanlı İmparatorluğu
Anadolu Kronolojisi
Bizans imparatorları (liste)
Osmanlı İmparatorları
Dil
Çiviyazısı
Luvi dili
Akkad dili
Fenike Abecesi
Hurri dili
Türk dili
Anadolu mitolojisi
Türk mitolojisi

Anadolu’nun tarihi bir anlamda Balkanlar, Kafkasya ve Ön Asya‘dan gelen işgal, istila ve fetih dalgalarının tarihidir.

Neolitik Çağ

Eski Anadolu yerleşim birimleri

Asya ve Avrupa’nın stratejik kesişme bölgesinde olmasından dolayı Anadolu, tarih öncesi çağlardan beri pek çok uygarlık için beşik olmuştur.

Neolitik yerleşim olarak Taşhöyük Pottery Neolithic, Çayönü Pre-Potttery Neolithic A to Pottery Neolithic, Nevali Cori Pre-Pottery Neolithic B, Hacılar Pottery Neolithic (Türkiye’de şimdiki Burdur ilinin 25 km güney batısında, Göbeklitepe Pre-Pottery Neolithic A ve Mersin ile. Truva yerleşimi Neolithic çağ ile başlar ve Demir çağı içinde devam ederek ilerler.

Bronz Çağı

Tunç Çağı

Helenistik dönem

Orta Çağ

Haçlı seferleri

Ana madde: Haçlı seferleri

Anadolu beylikleri

Beylikler döneminde Anadolu’da yerleşmiş devletler

Osmanlı İmparatorluğu

Ana madde: Osmanlı İmparatorluğu

1911 yılına ait bir etnografya haritası

Anadolu dilleri

Ana madde: Anadolu dilleri
Ana madde: Anadolu ağızları

Anadolu’da MÖ 2. ve 1. binyıllarda kullanılan bir grup Hint-Avrupa diline Anadolu dilleri adı verilir. Bu diller arasında en önemlisi ve en iyi tanınanı, MÖ 1600-1100 yılları arasında yazılı belge bırakmış olan Hititçe‘dir (nesili). Hitit imparatorluğu döneminde, Hititçe ile akraba diller olan Luvice (Luwili) ve Palaca da konuşulmuştur. Luvicenin yayılım alanı Güney ve Batı Anadolu, Palaca’nınki ise Kuzeybatı Anadolu (Kastamonu yöresi)’dir.

Erken antik çağda, Luvice’den türemiş olduğu tahmin edilen Lykia dili, Lysia dili, Karia dili, Pisidia dili, Side dili ve kökenleri yeterince bilinmeyen Paphlagonia dili ile Kappadokia dili kullanılmıştır. Bu dillerin tümü MÖ 1. yüzyıla doğru Yunanca’nın egemen dil olması üzerine tarih sahnesinden çekilmişlerdir.

Günümüzde Anadolu

Günümüzde Anadolu topraklarına yerleşmiş olan Türkiye’nin topoğrafya haritası

Anadolu’da çok uluslu yapı 20. yüzyıla kadar sürmüştür. 1923 yılında üzerinde Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurulmasıyla birlikte Anadolu topraklarının büyük bir kısmı Türkiye’nin denetimine girmiştir. Şuanda Türkiye halkının demografik yapısının büyük bir kesimini Türkler oluşturmaktadır.

Günümüzde Anadolu’da yaşayan halkın büyük bir kısmı Türkçe konuşmaktadır. Anadolu Türkçe ile 11. yüzyılda Selçukluların fethi ile tanışmıştır. Buna rağmen çok kültürlü yapısını Selçuklular ve Osmanlılar döneminde devam ettirmiştir. Ayrıca kuzeydoğu Anadolu’da Laz, Gürcü ve Hemşinliler, Güney ve Doğu Anadolu’da Türklerin yanı sıra Kürtler de bulunur. Yunanca konuşan halkın (Rumlar) çoğu Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki mübadelede, Yunanistan’daki Türk kökenli halkla değiş-tokuş edilmişlerdir. Bugün Anadolu’da yaşayan halkın çoğunluğu Müslüman‘dır.

Ayrıca bakınız

tarafından

Francis Crick

Francis Crick

 

Francis Harry Compton Crick
Francis Crick.png

Francis Harry Compton Crick
Doğum 8 Haziran 1916
Weston Favell, Northamptonshire, İngiltere
Ölüm 28 Temmuz 2004
San Diego, Kaliforniya, ABD
Milliyeti İngiliz
Dalı Moleküler biyolog, Fizikçi
Çalıştığı yerler Salk biyolojik araştırmalar enstitütüsü
Öğrenim University College London, Cambridge Üniversitesi
Doktora hocası Max Perutz
Önemli başarıları DNA’nın yapısı, Bilinç
Aldığı ödüller Nobel Ödülü 1962

Francis Harry Compton Crick 8 Haziran 1916 – ö. 28 Temmuz 2004) 1953, İngiliz moleküler biyolog, fizikçi ve nörobilimci. 1953′te James D. Watson ve Maurice Wilkins ile beraber DNA molekülünün yapısını keşfederek 1962 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü paylaşmıştır.

Kariyerinin geri kalan kısmında Salk Biyolojik Araştırmalar Enstitütüsü’nde J.W. Kieckhefer Araştırma Profesörü olarak görev yaparak insan bilinci üzerine çalışmalar yapmıştır.

Aile ve eğitim

Harry Crick ve Annie Elizebeth Crick’in oğlu Francis Crick Northampton yakınlarında o zamanlar küçük bir İngiliz kasabası olan Weston Favell‘de doğmuş ve büyümüştür. Babası ve amcası burada bir bot ve ayakkabı fabrikası işletmekteydi. Crick erken yaşta bilime ilgi göstermeye başlamıştı. Çocukken ailesi tarafından kiliseye götürülmesine rağmen, 12 yaşında annesine artık kiliseye gitmek istemediğini ve dini inançlar yerine bilimsel araştırmaları tercih ettiğini söylemişti. [1]

Northampton Gramer Okulu’nun ardından 14 yaşında burslu olarak Londra’daki Mill Hill Okulu’nu kazandı ve en yakın arkadaşı John Shilston ile beraber matematik, fizik ve kimya dersleri almaya başladı. 21 yaşında University College of London‘dan Fizik dalında Bachelor of Science ünvanını alarak mezun oldu. Crick daha sonra Caius College‘da doktorasını tamamlayarak, Cavendish Laboratuarı‘nda ve Cambridge’deki Medical Research Council Moleküler Biyoloji Laboratuarında çalışmaya başladı. Caius College, Churchill College ve University College London‘dan onursal ünvanlar aldı.

Crick doktora tezi için fizikçi Edward Neville da Costa Andrade‘nin laboratuarında, yüksek sıcaklıklarda suyun viskozite‘ni ölçmeye çalıştı. Daha sonra buçalışma için “Akla hayale gelecebilecek en sıkıcı problem” demiştir.[2] II. Dünya Savaşı‘nda laboratuarın çatısından içeri düşen bir bomba bütüm deney ekipmanını yokedince Fizik kariyeri yapmaktan vazgeçti.

II. Dünya Savaşı‘nın ardından Crick 1947′de o sırada bir çok fizikçinin yaptığı gibi biyoloji alanına kaydı. Bu geçiş sırasında yaşadığı güçlükler hakkında “neredeyse yeniden doğmam gerekti” demişti. Crick, döneminde fizik dalında yapılan büyük ilerlemelerin, biyoloji dalında da mümkün olduğunu düşünüyordu.

Honor Bridget Fell yönetiminde, Cambridge’in Strangeways Laboratuarında neredeyse iki sene boyunca sitoplazma‘nın fiziksel özelleri üzerine çalıştı. Daha sonra Cavendish Laboratuarında Max Perutz ve John Kendrew‘e katıldı. O sırada Cavendish Laboratuarı 1915′te, henüz 25 yaşındayken Nobel Ödülü‘ne layık görülen Sir Lawrence Bragg tarafından yönetiliyordu.

tarafından

James Dewey Watson

James Dewey Watson

 

James Dewey Watson
James D Watson Genome Image.jpg

James Dewey Watson
Doğum 6 Nisan 1928 (85 yaşında)
Chicago, ABD
Milliyeti ABD
Dalı Genetik
Çalıştığı yerler Cold Spring Harbor Laboratory
Harvard University
University of Cambridge
National Institutes of Health
Öğrenim University of Chicago
Indiana University
Doktora hocası Salvador Luria
Önemli başarıları DNA yapısı
Moleküler biyoloji
Aldığı ödüller Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü (1962)
İmza

James Dewey Watson (d. 6 Nisan 1928, Şikago), 1954 yılında yaptığı çalışma ile DNA‘nın ikili sarmal yapısını, araştırmacı Francis Crick ile bularak Nobel Ödülü almış bilim adamıdır.

Chicago Üniversitesinde zooloji öğrenimi gördükten sonra 1950 yılında Indiana Üniversitesinde doktora yaptı. Ancak bu süreçten sonra Avrupa’ya geçmiştir. 1950 ve 1953 yılları arası önce Kopenhag, sonra da Cambridge Üniversitesinde DNA’nın yapı çözümü konusunda çalışmalarda bulundu. Cambridge Üniversitesinden Francis Crick ile giriştiği çalışmalar sonuç verdi ve 1953 yılında Nature dergisinde 900 kelimeden oluşan makalelerinin yayınlanmasıyla bilim adına önemli bir karanlık bölüm aydınlanmış oldu. Makale şöyle başlıyordu: “Deoksiribo Nükleik Asit tuzu için bir yapı önermek isteriz…

Ancak bu keşif içinde Londra’daki King’s Kolejinde kristalograf olarak çalışan Rosalind Franklin‘in de katkısı büyüktür. Eğer 38 yaşında kanserden ölmeseydi o da verilecek Nobel ödülünü paylaşabilirdi. DNA’nın çift sarmal olduğunun bulunmasında Rosalind Franklin’in X ışını resimleri kilit rol oynamıştır. Ancak kendisi X ışını resimlerini doğru yorumlayamamaktaydı.

James Watson 1956′da Harvard Üniversitesinde Moleküler Biyoloji ve Biyokimya Profesörlüğüne getirildi.

1962 yılında Dr.Crick’le DNA’nın 3 boyutlu yapısını keşfetmelerinden dolayı Nobel ödülüne layık bulundular.

1967 Yılında ise The Double Helix: A Personal Account of the Discovery of the Structure of DNA (İkili Sarmal : DNA Yapı Çözümünün Öyküsü) adlı, DNA’nın ayrıntılı çözüm öyküsünü içeren kitabını yazdı.

New York’ta bulunan Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nın başkanlığını yapan Watson, yaşantısının ileri dönemlerinde ırkçı, homofobik ve kadınları aşağılayan ifadeleriyle dikkati çeken Watson, “Afrikalıların daha düşük zekalı oldukları” yolundaki açıklamaları ve “farklı coğrafyalarda evrimleşen insanların zekâlarının aynı şekilde geliştiğini düşünmek için mantıklı bir sebep olmadığı” yolundaki iddiaları nedeniyle önemli eleştirilerin hedefi oldu[1]. Tepkilerin artması üzerine Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nın yönetim kurulu başkanı Bruce Stillman yönetim kurulunun Watson’un “tüm idari yetkilerinin askıya alınmasına” karar verdiğini açıkladı [2].

tarafından

DNA

DNA

 

DNA çift sarmalının yapısı

Deoksiribonükleik asit veya kısaca DNA, tüm organizmalar ve bazı virüslerin canlılık işlevleri ve biyolojik gelişmeleri için gerekli olan genetik talimatları taşıyan bir nükleik asittir. DNA’nın başlıca rolü bilginin uzun süreli saklanmasıdır. Protein ve RNA gibi hücrenin diğer bileşenlerinin inşası için gerekli olan bilgileri içermesinden dolayı DNA; bir kalıp, şablon veya reçeteye benzetilir. Bu genetik bilgileri içeren DNA parçaları gen olarak adlandırılır. Ama başka DNA dizilerinin yapısal işlevleri vardır (kromozomların şeklini belirlemek gibi), diğerleri ise bu genetik bilginin ne şekilde (hangi hücrelerde, hangi şartlarda) kullanılacağının düzenlenmesine yararlar.

Kimyasal olarak DNA, nükleotit olarak adlandırılan basit birimlerden oluşan iki uzun polimerden oluşur. Bu polimerlerin omurgaları, ester bağları ile birbirine bağlanmış şeker ve fosfat gruplarından meydana gelir. Bu iki iplik birbirlerine ters yönde uzanırlar. Her bir şeker grubuna baz olarak adlandırılan dört tip molekülden biri bağlıdır. DNA’nın omurgası boyunca bu bazların oluşturduğu dizi, genetik bilgiyi kodlar. Protein sentezi sırasında bu bilgi, genetik kod aracılığıyla okununca proteinlerin amino asit dizisini belirler. Bu süreç sırasında DNA’daki bilgi, DNA’ya benzer yapıya sahip başka bir nükleik asit olan RNA’ya kopyalanır. Bu işleme transkripsiyon denir.

Hücrelerde DNA, kromozom olarak adlandırılan yapıların içinde yer alır. Hücre bölünmesinden evvel kromozomlar eşlenir, bu sırada DNA ikileşmesi gerçekleşir. Ökaryot canlılar (yani hayvan, bitki, mantar ve protistalar) DNA’larını hücre çekirdeği içinde bulundururken prokaryot canlılarda (yani bakteri ve arkelerde) DNA, hücre sitoplazmasında yer alır. Kromozomlarda bulunan kromatin proteinleri (histonlar gibi) DNA’yı sıkıştırıp organize ederler. Bu sıkışık yapılar DNA ile diğer proteinler arasındaki etkileşimleri düzenleyerek DNA’nın hangi kısımlarının okunacağını kontrol eder.

Konu başlıkları

Özellikler

DNA’nın kimyasal yapısı. Hidrojen bağları noktalı çizgiler olarak gösterilmiştir.

Nükleotit olarak adlandırılan birimlerden oluşan bir polimerdir.[1][2] DNA zinciri 22 ila 26  Ångström arası (2,2-2,6 nanometre) genişliktedir, bir nükleotit birim 3,3 Å (0.33 nm) uzunluğundadır.[3] Herbir birim çok küçük olmasına rağmen, DNA polimerleri milyonlarca nükleotitten oluşan muazzam moleküllerdir. Örneğin, en büyük insan kromozomu olan 1 numaralı kromozom yaklaşık 220 milyon baz çifti uzunluğundadır.[4]

Canlılarda DNA genelde tek bir molekül değil, birbirine sıkıca sarılı bir çift molekülden oluşur.[5][6] Bu iki uzun iplik sarmaşık gibi birbirine sarılarak bir çift sarmal oluşturur. Nükleotit birimler bir şeker, bir fosfat ve bir bazdan oluşurlar. Şeker ve fosfat DNA molekülünün omurgasını oluşturur, baz ise çifte sarmaldaki öbür DNA ipliği ile etkileşir. Genel olarak bir şekere bağlı baza nükleozit, bir şeker ve bir veya daha çok fosfata bağlı baza ise nükleotit denir. Birden çok nükleotidin birbirine bağlı haline polinükleotit denir.[7]

DNA ipliğinin omurgası almaşıklı şeker ve fosfat artıklarından oluşur.[8] DNA’da bulunan şeker 2-deoksiribozdur, bu bir pentozdur (beş karbonlu şekerdir). Bitişik iki şekerden birinin 3 numaralı karbonu ile öbürünün 5 numaralı karbon atomu arasındaki fosfat grubu, bir fosfodiester bağı oluşturarak şekerleri birbirine bağlar. Fosfodiester bağın asimetrik olması nedeniyle DNA ipliğinin bir yönü vardır. Çifte sarmalda bir iplikteki nükleotitlerin birbirine bağlanma yönü, öbür ipliktekilerin yönünün tersidir. DNA ipliklerinin bu düzenine antiparalel denir. DNA ipliklerin asimetrik olan uçları 5′ (beş üssü) ve 3′ (üç üssü) olarak adlandırılır, 5′ uç bir fosfat grubu, 3′ uç ise bir hidroksil grubu taşır. DNA ve RNA arasındaki başlıca farklardan biri, içerdikleri şekerdir, RNA’da 2-deoksiriboz yerine başka bir pentoz şeker olan riboz bulunur.[6]

Çift sarmalı iki ipliğe bağlı bazlar arasındaki hidrojen bağları DNA’yı stabilize eder. DNA’a bulunan dört baz, adenin (A olarak kısaltılır), sitozin (C), guanin (G) ve timin (T) olarak adlandırılır. Bu dört baz şeker-fosfata bağlanarak bir nükleotit oluşturur, örneğin “adenozin monofosfat” bir nükleotittir.

Bazlar iki tip olarak sınıflandırılırlar: adenin ve guanin, pürin türevleridir, bunlar beş ve altı üyeli halkaların kaynaşmasından oluşmuş heterosiklik bileşiklerdir; sitozin ve timin ise pirimidin türevleridir, bunlar altı üyeli bir halkadan oluşur. Bir diğer baz olan urasil (U), sitozinin yıkımı sonucu seyrek olarak DNA’da bulunabilir. Kimyasal olarak DNA’ya benzeyen RNA‘da timin yerine urasil bulunur.

Oyuklar

DNA’nın büyük ve küçük oyukları. Büyük oyuk, Hoechst 33258 için bir bağlanma yeridir.

İki sarmal iplik DNA omurgasını oluşturur. Bu iplikler araındaki boşluklar takip edilerek iki tane hayali boşluk veya oyuk daha bulunabilir. Bu oyular baz çiftlerine bitişiktir ve onlara bağlanmak için bir yer olşuturabilirler. Bu oyuklar birbirlerinin tam karşısında olmadıkları için büyüklükleri aynı değildir. Bunlardan büyük oyuk (majör oyuk) olarak adlandırılanı 22 Å genişliğinde, küçük (minör) oyuk ise 12 Å genişliğindedir.[9] Küçük oyuğun darlığı nedeniyle bazların kenarlarına erişmek büyük oluktan daha kolaydır. Bu nedenle, DNA’daki belli baz dizilerine bağlanan, transkripsiyon faktörü gibi proteinler büyük oyuktan bazların kenarlarına temas ederler.[10] Hücredeki DNA’nın bazı bölgelerinde bu durum farklı olabilir (aşağıda “Alternatif çifte sarmal yapılar” bölüne bakınız) ama oralarda dahi, eğer DNA normal B biçimini alacak şekilde burulsaydı görülecek büyüklük farklılıklarına göre adlandırılır.

Baz eşleşmesi

Daha fazla bilgi: Baz çifti
GC DNA base pair tr.png
AT DNA base pair tr.png
Üstte, üç hidrojen bağlı bir GC baz çifti. Altta, iki hidrojen bağlı bir AT baz çifti. Bazlar arasındaki hidrojen bağları kesik çizgiler olarak gösterilmiştir.

DNA’nın bir ipliğindeki bir baz tipi, öbür iplikten tek bir baz tipi ile bağ kurar. Buna tümleyici (komplemanter) baz eşleşmesi denir: pürinler pirimidinler ile hidrojen bağı kurar, A yalnızca T’ye bağlanır, C’de yalnızca G’ye bağlanır. Çift sarmalda karşıdan karşıya birine bağlı iki baza bir baz çifti denir. Çift sarmalı kararlı kılan ayrıca hidrofobik etki ve pi istiflenmesi vardır, bunlar DNA dizisisinden bağımsızdır.[11] Hidrojen bağları kovalent bağlardan daha zayıf olduklarından kolayca kopup tekrar oluşabilirler. Dolayısıyla DNA zincirinin iki ipliği bir fermuar gibi kolayca birbirinden ayrılabilir, ya mekanik güç ile veya yüksek sıcaklıkta.[12] Komplementerliğin bir sonucu olarak bir DNA sarmalındaki iki iplikli dizideki tüm bilgi ipliklerin her birinde kopyalanmış durumdadır, bu da DNA kopyalanması için esas bir özelliktir. Aslında komplementer baz çiftleri arasındaki spesifik ve tersinir etkileşimler DNA’nın canlılardaki işlevleri için şarttır.[1]

İki tip baz çifti farklı sayıda hidrojen bağları oluşturur, AT’nin iki hidrojen bağı, GC’nin üç hidrojen bağı vardır (bakınız şekil). Dolayısıyla GC çiftleri AT baz çiftlerinden daha güçlüdür. Dolayısyla iki DNA ipliğinin birbirine bağlanma gücünü belirleyen, hem DNA çift sarmalının uzunluğu hem de onu oluşturan GC baz çiftlerinin yüzde oranıdır. Yüksek oranda GC’li uzun DNA’ların iplikleri birbirine daha sıkı bağlıdır, AT oranı yüksek kısa sarmalların iplikleri ise birbiriyle daha zayıf etkileşirler.[13] Biyolojide, DNA çifte sarmalının kolay ayrılması gereken bölgelerinde AT oranı yüksek olur, örneğin bazı promotörlerde bulunan TATAAT Pribnow kutusu.[14] Laboratuvarda bu etkileşimin gücünü ölçmek için hidrojen bağlarını koparmak için gerekli sıcaklık, ergime sıcaklığı belirlenir (bu, Tm sıcaklığı olarak da adlandırılır). DNA çifte sarmalındaki tüm baz çiftleri eridikten sonra iplikler ayrışır ve çözeltide iki bağımsız molekül olarak varlığını sürdürür. Bu iki tek iplikli DNA molekülün tek bir biçimi yoktur, ama bazı biçimler diğerlerinden daha kararlıdır.[15]

Anlam ve ters anlam

Daha fazla bilgi: Anlam (moleküler biyoloji)

Bir DNA dizisi, eğer ondan protein sentezlemeye yarayan mesajcı RNA kopyası ile aynı diziye sahipse, “anlamlı” olduğu söylenir.[16] Öbür iplikteki diziye “ters anlamlı” dizi denir. Aynı DNA ipliğinin farklı bölgelerinde anlamlı ve ters anlamlı diziler bulunabilir, yani her iki iplikte hem anlamlı hem anlamsız diziler bulunur. Hem prokaryot ve ökaryotlarda ters anlamlı, yani protein üretimine yaramayan, RNA’nın üretildiği olur, bu RNA’ların işlevi hâlen tam bilinmemektedir.[17] Bir görüşe göre ters anlamlı RNA, RNA-RNA baz eşleşmesi yoluyla gen ifadesinin düzenlenmesine yaramaktadır.[18]

Bazı DNA dizilerinde anlam ve ters anlam kavramları birbirine karışır, çünkü bazen genler birbiriye örtüşebilir.[19] Böyle durumlarda bazı DNA dizileri çifte görev yapar, bir iplik boyunca okununca bir protein kodlar, öbür iplik boyunca okununca ikinci bir protein kodlar. Bakterilerde bu tür gen örtüşmeleri gen transkripsiyonunun düzenlenmesi ile ilişkili olduğuna dair bulgular vardır,[20] virüslerde ise, genlerin örtüşmesi küçük bir viral genoma daha çok bilginin sığmasını sağlar.[21]

Süper burulma

Daha fazla bilgi: DNA süpersarımı

Süper burulma (İngilizce supercoiling) tabir edilen bir süreç ile DNA bir halat gibi burulabilir. “Gevşek” halinde DNA’daki bir iplik, her 10,4 baz çiftinde bir, çift sarmalın ekseni etrafında bir tam dönüş yapar. Ama, eğer DNA burulursa iplikler daha sıkı veya daha gevşek sarılı olabilirler.[22] Eğer DNA sarmalı sarılma yönünde burulursa buna pozitif süperburulma denir ve bazlar birbirlerine daha sıkı şekilde tutunurlar. Eğer ters yönde burulursa DNA, buna negatif süperburulma denir ve bazlar birbirlerinden daha kolay ayrışırlar. Doğadaki çoğu DNA molekülü az derecede negatif süper burguludur, bundan topoizomeraz adlı enzimler sorumludur.[23] Bu enzimlerin bir işlevi transkripsiyon ve DNA ikileşmesi gibi süreçler sırasında DNA ipliklerine etki eden burulmayı bertaraf etmektir.[24]

Alternatif çifte sarmal yapılar

Soldan sağa, A, B ve Z DNA’nın yapıları

Daha fazla bilgi: DNA yapısı

DNA’nın çeşitli biçimleri (konformasyonları) mevcuttur.[8] Ancak, canlılarda sadece A-DNA, B-DNA, ve Z-DNA gözlemlenmiştir. DNA’nın hangi biçimi aldığı DNA dizisine, süperburulmanın yönü ve miktarına, bazlardaki kimyasal değişimlere, ve çözeltinin özelliklerine (metal iyonu ve poliamin konsantrasyonu gibi) bağlıdır.[25] Bu üç biçimden yukarıda betimlenmiş olan “B” biçimi, hücrelerdebulunan şartlar altında en sık görülenidir.[26]

B biçimine kıyasla DNA’nın A biçimi daha geniş bir sarmaldır, küçük oluk daha geniş ve sığ, büyük oluk da daha dar ve derindir. A biçimli nükleik asitler, fizyolojik olmayan şartlarda, suyunu kaybetmiş DNA örneklerinde görülür, hücre içinde ise DNA ve RNA ipliklerinin birbirine sarılmasından oluşan karma (hibrit) eşleşmelerde, ayrıca bazı enzim-DNA komplekslerinde meydana gelebilir.[27][28] Metilasyonla kimyasal değişime uğrayan DNA parçaları daha büyük biçimsel değişiklik gösterip Z biçimini alabilirler. Bu durumda iplikler sarmal ekseni etrafında dönerek sol elli bir spiral oluşturur, bu daha yaygın olan B biçimimdekinin tersi yöndedir.[29] Bu sıra dışı yapılar Z-DNA bağlayıcı proteinler tarafından tanınır ve transkripsiyon kontrolü ile ilişkili olduğu sanılmaktadır.[30]

Dörtlü yapılar

Telomer tekrarlarından oluşmuş bir DNA dörtlüsünün (quadruplex) yapısı. DNA omurgasının biçimi tipik sarmal yapıdan büyük farklılık gösterir[31]

Daha fazla bilgi: G-dörtlüsü

Doğrusal kromozomların uçlarında telomer olarak adlandırılan özelleşmiş bölgeler bulunur. Bu bölgelerin ana fonksiyonu kromozom uçlarının telomeraz adlı enzim aracılığıyla kopyalanmasını sağlamaktır. DNA’yı normalde kopyalayan enzimler kromozomların en uç kısımların kopyalayamadığı için bu kopyalama telomeraz aracılığıyla yapılır.[32] Bu özelleşmiş kromozom başlıkları ayrıca DNA’nın uçlarını korurlar ve hücredeki DNA tamir sistemlerinin bunları tamir edilmesi gereken hasar olarak algılanmasını engeller.[33] İnsan hücrelerinde telomerler genelde TTAGGG dizisinin birkaç bin kere tekrarından oluşan tek iplikli DNA uzantılarıdır.[34]

Bu guanin zengini diziler normal DNA’daki baz çiftleri yerine, dört bazlı birimlerden meydana gelmiş istiflenme kümeleri ile kromozom uçlarını stabilize ederler. Burada dört guanin bazı yassı bir tabaka oluştururlar, bunlar da birbiri üzerine istiflenerek kararlı bir G-dörtlüsü (G-quadruplex) yapısı oluştururlar.[35] Bu yapıların stabilizasyonu, bazların kenarları arasındaki hidrojen bağları ve her dört bazlı birimin ortasında yer alan bir metal iyonun şelasyonu ile gerçekleşir.[36] Bu G-dörtlüleri başka yollardan da oluşabilir: tek bir ipliğin birkaç kere katlanması ile bu dörtli birim oluşabilir, veya ikiden fazla farklı paralel ipliğin her birinin ortak yapıya bir baz temin etmesi ile de bu dört baz bir araya gelebilir.

Bu istiflenmiş yapıların aynı sıra, telomerler ayrıca telomer ilmiği (T-ilmiği; İngilizce: telomere loops veya T-loops) adlı yapılar oluştururlar. Bunlarda tek iplikli DNA, telomer bağlanıcı proteinler tarafından stabilize edilmiş bir halka olarak kıvrılır.[37] Bir T-ilmiğinin en ucundaki tek iplikli DNA, çift iplikli bir DNA bölgesine bağlıdır. Bu birleşme noktasında tek iplikli telomer DNA’sı, çift iplikli DNA’nın çifte sarmalını bozup iki sarmaldan biri ile baz eşleşmesi yapar. Bu üç sarmallı yapıya yer değişim halkası (İngilizce displacement loop veya D-loop) denir.[35]

Kimyasal değişimler

Cytosin.svg 5-Methylcytosine.svg Thymin.svg
sitozin 5-metilsitozin timin
Sitozinin 5-metil grubuyla ve onsuz yapısı. Deaminasyon sonrasında 5-metilsitozin, timine dönüşür

Baz değişimleri

Daha fazla bilgi: DNA metilasyonu

Kromatin adı verilen bir yapı içinde DNA’nın paketlenmesi ile kromozomlar meydana gelir. Bu paketlenme gen ifadesine etki eder. Baz değişimi (modifikasyonu) bu paketlenmeyle ilişkilidir, öyle ki gen ifadesinin az olduğu veya hiç olmadığı yerlerde sitozin bazları yüksek derecede metilasyona uğramıştır. Örneğin, sitozin metilasyonu ile 5-metilsitozin meydana gelir, bu X kromozomu inaktivasyonu için önemlidir.[38] Ortalama metilasyon düzeyi canlıdan canlıya farkeder: solucan Caenorhabditis elegansda sitozin metilasyonu olmaz, buna karşın omurgalı DNA’sının %1′e ulaşan kadarı 5-metilsitozin içerebilir.[39] 5-metilsitozinin önemli bir baz olmasına rağmen, onun deaminasyonu sonucu bir timin bazı oluşur, bu yüzden metillenmiş sitozinler mutasyona eğilimlidirler.[40] Diğer baz modifikasyonarı arasında bakterilerde görülen adenin metilasyonu ve kinetoplastitlerde urasilin glikozilasyonu sonunda meydana gelen “J-bazı” sayılabilir.[41][42]

DNA hasarı

Daha fazla bilgi: Mutasyon

Sigara dumanında bulunan başlıca mutagen olan benzopiren ile DNA arasında oluşmuş bir eklenti (adduct)[43]

DNA çeşitli farklı mutajenler tarafından hasara uğrayabilir, bunun sonucunda DNA dizisi değişebilir. Mutajenler arasında başlıca, yükseltgen (oksitleyici) etmenler, alkilleyici etmenler ve yüksek enerjili elektomanyetik ışınlar (morötesi ışık ve X ışınları gibi) sayılabilir. DNA’da meydana gelen hasarın tipi mutagenin tipine bağlıdır. Örneğin, mor ötesi ışık timin ikilileri (timin dimerleri) oluşturarak DNA’ya hasar verir.[44] Buna karşın, serbest radikaller veya hidrojen peroksit gibi yükseltgen etmenler çeşitli farklı türden hasar oluşturabilirler, baz değişimi (özellikle guanozin) ve iki iplikli kırılmalar gibi.[45] Her bir insan hücresinde günde 500 baz yükseltgeyici zarar görür.[46][47] Bu yükseltgeyici hasarlardan en zararlısı çift zincirli kırılmalardır, çünkü bunların onarımı zordur, bunlar DNA dizilerinde noktasal mutasyonlara, insersiyonlara ve delesyonlara ayrıca kromozomal translokasyonlara yol açabilirler.[48]

Çoğu mutajen, iki baz çifti arasındaki boşluğa girer, buna enterkalasyon denir. Çoğu enterkalatörler aromatik ve düzlemsel moleküllerdir, bunlara örnek olarak etidyum bromür, daunomisin ve doksorubisin sayılabilir. Bir enterkalatörün iki baz çifti arasına girebilmesi için bunların arasının açılması, bunun olabilesi için de DNA sarmalının normalin aksi yönde burularak gevşemesi gerekir. Bunlar olunca transkripsiyon ve DNA ikilenmesi engellenir, zehirlenme ve mutasyonlar meydana gelir. Bu yüzden DNA enterkalatörleri çoğunlukla kanserojendir, bunların iyi bilinen örnekleri olarak benzopiren diol epoksit, akridin türevleri aflatoksin ve etidyum bromür sayılabilir.[49][50][51] Tüm bunlara rağmen, DNA transkripsiyonuna engel olma özelliklerinden dolayı bu toksinler aynı zamanda hızla büyüyen kanser hücrelerini engellemek amacıyla kemoterapide kullanılırlar.[52]

Biyolojik işlevleri

DNA, ökaryotlarda doğrusal kromozomlar, prokaryotlarda ise dairesel kromozomlar içinde bulunur. Bir hücredeki kromozomlar kümesine onun genomu denir; insan genomu 46 kromozom içinde yer alan yaklaşık 3 milyar baz çiftinden oluşur.[53] Protein ve diğer işlevsel RNA molekülleri kodlayan bilgi, gen adı verilen DNA parçalarının dizisinde yer alır. Genlerdeki genetik bilginin aktarılması baz eşleşmesi ile gerçekleşir. Örneğin, transkripsiyon sırasında bir DNA dizisinin ona komplementer bir RNA dizisi olarak kopyalanması, DNA ile doğru RNA nükleotitler arasındaki çekim ile mümkün olur. Protein çevrimi (translasyon) denen süreç sırasında bu RNA dizisine kaşılık gelen bir protein sentezlenirken, RNA nükleotitleri arasında gene baz eşleşmesi olur. Bir diğer önemli biyolojik süreç, hücredeki genetik bilginin kopyalanması olan DNA ikilenmesidir. Bu işlevlerin ayrıntıları başka maddelerde işlenmiştir; burada DNA ile genomun fonksiyonlarını yerine getiren diğer moleküller arasındaki etkileşimler ele alınmıştır.

Genler ve genomlar

Daha fazla bilgi: Hücre çekirdeği, Kromatin, Kromozom, Gen, kodlamayan DNA

Genomu oluşturan DNA ökaryotlarda hücre çekirdeğinde, ayrıca az miktarda mitokondrilerde bulunur. Prokaryotlardaki DNA, sitoplazma içinde yer alan, düzensiz şekilli nükleoit denen cismin içindedir.[54] Genom tarafından kodlanan bilgi genlerde yer alır, bir canlı birey tarafından taşınan bu bilginin tamamına onun genotipi denir. Gen kalıtımsal bir birimdir ve organizmanın belli bir özelliğini belirleyen bir DNA dizisi ile tanımlanır. Ayrıca, bu DNA bölgesinin transkripsiyonunu düzenleyen diziler (promotör ve hızlandırıcılar gibi) de vardır.

Çoğu biyolojik türde genomdaki dizilerin ancak ufak bir bölümü protein kodlar. Örneğin insan genomunun ancak %1′i protein eksonları kodlar, buna karşın insan DNA’sının %50′si protein kodlamayan, kendini tekrar eden dizilerden oluşur.[55] Ökaryot genomlarında bu kadar çok protein kodlamayan DNA’nın bulunması ve türlerin genom büyüklüğündeki (“C-değeri”ndeki) büyük farklılıkların nedeni henüz anlaşılamamıştır ve “C değeri muamması” olarak bilinir.[56] Ancak, protein kodlamayan (non-coding) DNA dizileri gene de işlevsel kodlamayan RNA molekülleri kodlamaktadır, bunlar da gen ifadesinin düzenlenmesinde rol oynarlar.[57]

T7 RNA polimeraz (mavi) DNA’dan (turuncu) bir mRNA üretirken.[58]

Bazı kodlamayan DNA dizileri kromozomlar için yapısal rol oynarlar. Telomer ve sentromerler tipik olarak çok az sayıda gen içerir, ama kromozomların işlev ve stabilitesi için önemlidir.[33][59] İnsanlarda bulunan kodlamayan DNA’ların önemli bir türü psödogenlerdir, bunlar mutasyon sonucu çalışmaz hale gelmiş genlerin kopyalarıdır.[60] Bu DNA dizileri genelde birer moleküler fosilden ibarettir ama bazen yeni genlerin oluşumuna ham madde olabilirler, gen ikilenmesi ve ıraksak evrim süreçleri sonucu.[61]

Transkripsiyon ve çevrim

Daha fazla bilgi: Genetik kod, Transkripsiyon (genetik), Protein biyosentezi

Genler, işlevsel moleküller kodlayan DNA dizileridir, bunlar canlının fenotipini belirler. Protein kodlayan genler durumunda DNA dizisi bir mesajcı RNA dizisini tanımlar, bu da bir veya birkaç proteinin dizisini belirler. Genlerdeki DNA dizisi ile proteinlerdeki amino asit dizisi arasındaki ilişki, biyolojik çevrim (translasyon) kuralları tarafından belirlenir, bunlar topluca genetik kod ile özetlenir. Genetik kod, üç nükleotitlik dizilere karşılık gelen, üç harfli ‘kelimelerden’ oluşur (örneğin, ACT, CAG, TTT), bu üçlüler kodon olarak adlandırılır.

Transkripsiyonda, protein kodlayan bir genin kodonları önce RNA polimeraz tarafından bir mesajcı RNA şeklinde kopyalanır. Bu RNA kopya, ardından bir ribozom tarafından deşifre edilir; ribozom, mesajcı RNA ile amino asit taşıyan taşıyıcı RNA‘lar arasında baz eşlemesi yaparak onu okur. Dört bazın 3′lü kombinasyonları olabildiği için 64 olası kodon vardır (4^3 kombinasyon). Bunlar yirmi standart amino asidi kodlarlar, böylece çoğu amino asite birden çok kodon düşer. Ayrıca, protein kodlayıcı bölgenin sonuna işaret eden üç tane de ‘stop’ veya anlamsız (nonsense) kodon vardır, bunlar TAA, TGA ve TAG kodonlarıdır.

İkileşme

Daha fazla bilgi: DNA ikileşmesi

DNA ikileşmesi. DNA çift sarmalı bir helikaz ve topoizomeraz tarafından açılır. Ardından, bir DNA polimeraz, öncü ipliği üretir. Bir diğer DNA polimeraz ise gecikmeli ipliğe (kesintili zincire) bağlanır ve onu uzatarak kesintili parçalar sentezler (bunlar Okazaki parçası olarak adlandırılır), sonra bunlar DNA ligaz tarafından birleştirilir.

Canlıların çoğalması ve (çok hücreli canlıların) büyümesi için hücre bölünmesi gereklidir. Ancak bir hücre bölünürken DNA’sını da kopyalamak zorundadır ki iki yavru hücre ana hücredeki genetik bilginin aynısına sahip olsunlar. DNA’nın iki iplikli yapısı DNA ikileşmesi (DNA duplikasyonu) için basit bir mekanizma sağlar. İki iplik ayrışırlar, sonra her bir iplikteki dizinin komplementer dizisi DNA polimeraz adlı bir enzim tarafından imal edilir. Bu enzim, tümleyici ipliği sentezlemek için gereken her bazın doğru olanını baz eşleşmesi yoluyla seçer ve onu uzamakta olan ipliğe ekler. DNA polimeraz bir DNA ipliğini ancak 5′ – 3′ yönünde uzatabildiği için, bir çifte sarmalın antiparalel ipliklerininin kopyalanması için farklı mekanizmalar mevcuttur.[62] Böylece, eski iplikteki baz, yeni ipliğe eklenen bazları belirler, sonunda hücre DNA’sının mükemmel bir kopyasını elde eder.

Proteinler ile etkileşim

DNA’nın tüm işlevleri onun proteinlerle olan etkileşimine bağlıdır. Bu protein etkileşimlerinin bazıları özgül-dışıdır (non-spesifiktir), bazılarında ise protein ancak belli bir DNA dizisine bağlanabilir. Enzimler de DNA’ya bağlanabilir ve bunlar arasında DNA baz disini transkripsiyon ve DNA ikilemesi için kopyalayan polimerazlar özellikle çok önemlidir.

DNA’ya bağlanıcı proteinler

Nucleosome 2.jpg
DNA’nın histonlarla (yukarıda, beyaz) etkileşimi. Bu proteinlerin bazik amino asitleri (altta solda, mavi) DNA’nın asidik fosfat gruplarına (altta sağda, kırmızı) bağlanırlar.

DNA’ya bağlanan yapısal proteinler, non-spesifik DNA-protein etkileşimlerinin iyi anlaşılmış örneklerindendir. Kromozomlarda bulunan DNA, yapısal proteinlerle beraber kompleksler oluşturur. Bu proteinler DNA’yı kromatin adlı kompakt yapı içinde organize ederler. Ökaryotlarda kromatinin oluşmasında DNA’nın histon adlı küçük, bazik proteinlere bağlanması önemli bir rol oynar; prokaryotlarda ise çeşitli başka protein türleri DNA’ya bağlanır.[63][64] Histonlar, nükleozom adlı disk şeklinde bir kompleks oluştururlar, çift iplikli DNA buna sarılarak iki kere bunun etrafında döner. Histonların bazik kalıntıları ile DNA’nın şeker-fosfat omurgasındaki asidik fosfatlar arasındaki iyonik bağlar, non-spesifik bir etkileşim oluşturur, baz dizisinden büyük ölçüde bağımsızdırlar.[65] Bu bazik amino asitlerin kimyasal değişimleri arasında metilasyon, fosforilasyon, ve asetilasyon sayılabilir.[66] Bu kimyasal değişimler, DNA’nın histonlarla etkileşimini etkiler, bunun sonucunda DNA’ya transkripsyon faktörlerinin erişimi ve transkripsiyon hızı değişir.[67] Kromatinde bulunan diğer non-spesifik DNA’ya bağlanıcı proteinler arasında bulunan yüksek hareketli grup proteinleri (ing. high-mobility group proteins) bükülmüş veya distorte olmuş DNA’ya bağlanır.[68] Bu proteinler, bitişik nükleozom gruplarını bükerek daha büyük ölçekli yapılar oluşturarlar ve kromozomları meydana getirirler.[69]

DNA’ya bağlanıcı proteinler arasında bulunan başlıca bir protein grubu, tek iplikli DNA’ya bağlanıcı proteinlerdir (bunlar tek iplikli DNA bağlayıcı protein olarak da adlandırılırlar). İnsanda replikasyon protein A bu protein ailesinin en iyi anlaşılmış üyesi sayılır, bu protein, cifte sarmalın ayrıştığı durumlarda, örneğin DNA ikileşmesi, rekombinasyon ve DNA tamirinde işlev görür.[70] Bu proteinler tek iplikli DNA’yı kararlı kılar, onun sap-ilmik (stem-loop) oluşturmasına veya nükleazlar tarafında yıkımına engel olurlar.

Lambda represörü DNA’daki hedef dizisine bağlanmış haliyle.[71]

Yukarıda değinilen proteinlerden farklı olarak başka proteinler belli DNA dizilerine bağlanacak şekilde evrimleşmişlerdir. Bunların en iyi araştırılmış olanları transkripsiyon faktörleridir, bular transkripsiyonu düzenleyen proteinlerdir. Her transkripsiyon faktörü belli bir DNA diziler kümesine bağlanır ve bu dizilere yakın protörleri olan genlerin transkripsiyonu etkinleştirir veya engeller. Transkripsiyon faktörleri bunu iki farklı yoldan gerçekletirir. Birincisi, transkripsiyondan sorumlu olan RNA polimeraz bağlanırlar, bunu ya doğrudan ya da aracı proteinlerle yaparlar, bunun sonucunda polimeraz promotöre yakın bir konuma yerleştitilmiş olur ve transkripsiyona başlaması mümkün hale gelir.[72] Bir diğer yolda ise, transkripsiyon faktörleri promotörde yer alan histonları kimyasal değişime uğratan enzimlere bağlanırlar; bunun sonucunda polimerazın DNA’ya erişimi değişir.[73]

Bu DNA bağlanma dizileri bir canlının genomunun her tarafında bulunabileceği için, bir transkripsiyon faktörünün etkinliğinde meydan gelen değişiklikler binlerce gene etki edebilir.[74] Dolayısıyla bu proteinler çoklukla, çevresel değişiklikler, hücresel başkalaşım ve gelişimi kontrol eden süreçlerle ilişkili olan sinyal iletim süreçlerinin hedefidirler. Bu transkripsiyon faktörlerinin DNA ile etkileşimindeki spesifisite, proteinin DNA bazlarının kenarları ile yaptığı temaslardan kaynaklanmaktadır, bu sayede bu proteinler DNA’nın dizisini “okurlar”. Bazlarla olan bu etkileşimlerin çoğu, bu bazlara kolaylıkla erişilebilen büyük olukta meydan gelir.[75]

Restriksiyon enzimi EcoRV (yeşil), substrat DNA’sı ile birlikte[76]

DNA değiştirici enzimler

Nükleaz ve ligazlar

Nükleazlar DNA iplikleri kesen enzimlerdir, fosfodiester bağlarının hidrolizini katalizlerler. DNA ipliklerinin uçlarındaki nükleotitleri hidrolizleyen nükleazlare eksonükleaz denir, ipliklerin iç kısımlarındaki bağları hidrolizleyenlere ise endonükleaz. Moleküler biyolojide en sık kullanılan endonükleazlar restriksiyon endonükleazlarıdır, bunlar DNA’yı belli dizilerde keserler. Örneğin soldaki resimde görülen EcoRV enzimi 6 bazlı 5′-GAT|ATC-3′ dizisini tanır ve dik çizgi ile gösterilen noktada onu keser. Doğada bu enzimler, restriksiyon modifikasyon sisteminin bir parçası olarak, bakterileri fajlara karşı korumaya yararlar, hücrenin içine giren faj DNA’sını sindirerek.[77] Teknolojide bu enzimler moleküler klonlama ve DNA parmakizlemesi için kullanılır.

DNA ligaz enzimleri kesilmiş veya kırık DNA ipliklerini birleştirir.[78] Ligazlar özellikle gecikmeli iplik DNA ikileşmesinde önemli bir rol oynarlar, çünkü replikasyon çatalında meydana gelen kısa DNA parçalarını birleştirirler. Ayrıca DNA tamiri ve genetik rekombinasyonda kullanılırlar.

Topoizomeraz ve helikazlar

Topoizomerazlar hem nükleaz hem de ligaz etkinliğine sahiptir. Bu proteinler DNA’daki süperburulma derecesini değiştirirler. Bu enzimlerin bazıları DNA sarmalının bir ipliğini kesip bunun öbürü etrafında dönmesini sağlar, sonra da DNA’daki kesiği tekrar birleştirir.[23] Bu enzimlerin diğerleri ise DNA sarmalının bir ipliğini kesip öbür ipliğin bu kesiğin içinden kesmesini sağlarlar, sonra kesiği tekrar birleştirirler.[79] Topoizomerazlar DNA’yla ilgili pek çok süreçte yer alırlar, DNA ikileşmesi ve transkripsiyonu gibi.[24]

Helikazlar moleküler motor özellikli proteinlerdir. Nükleozit trifosfatlarda, özellikle ATP‘de taşınan kimyasal enerjiyi kullanıp bazlar arasındaki hidrojen bağlarını kırarlar ve DNA çifte sarmalını ters yönde burarak onu tek iplikler halinde açarlar.[80] Bu enzimler DNA bazlarına erişmeye gerek duyan enzimlerin bulunduğu süreçlerde gereklidir.

Polimerazlar

Nükleik asit polimerazları, nükleozit trifosfatlardan polinükleotit zincirler sentezleyen enzimlerdir. Ürettikleri ürünler var olan polinükleotit zincirlerinin (bunlara kalıp denir) kopyalarıdır. Bu enzimler, bir DNA zincirindeki en son nükleotitin 3′ hidroksil grubuna yeni bir nükleotit ekleyerek çalışır. Dolayısıyla tüm polimerazlar 5′ – 3′ doğrultusunda ilerler.[81] Bu enzimlerin aktif bölgesinde, gelen nükleozit trifosfat kalıp ile baz eşleşmesi yapar; bu sayede polimeraz, kalıba komplementer bir ipliği doğru bir şekilde sentezleyebilir. Polimerazlar kullandıkları kalıbın tipine göre sınıflandırılır.

DNA ikileşmesinde, DNA-bağımlısı DNA polimeraz, bir DNA dizisinin kopyasını yapar. Bu süreçte hata olmaması hayatî önem taşıdığı için bu tip polimerazlarının çoğunda prova okuma aktivitesi bulunur. Bunlarda, sentez reaksiyonunda meydana gelen ender hatalar, baz eşleşmesinin doğru olmamasıyla anlaşılır. Eğer bir uyumsuzluk algılanırsa, 3′-5′ yönünde çalışan bir eksonükleaz aktivitesi etkinleştirilir ve hatalı baz çıkartılır.[82] Çoğu canlıda DNA polimerazlar replizom olarak adlandırılan ve yardımcı altbirimler (DNA kıskacı ve helikazlar gibi) içeren büyük bir kompleks içinde yer alır.[83]

RNA-bağımlısı DNA polimerazlar RNA ipliğinde bulunan diziyi DNA olarak kopyalayan özel bir polimeraz sınıfıdır. Ters transkiptazlar bu sınıfa dahildir, bunlar viral enzimler olup hücrelerin retrovirüsler tarafından enfeksiyonunda yer alırlar. Telomerazlar da bu sınıfa dahildir, bunlar da telomerlerin ikilenmesi için gereklidir.[32][84] Telomerazı diğer bu tip enzimlerden farklı kılan bir özelliği, kullandığı RNA kalbın kendi yapısının bir parçası olmasıdır.[33]

Transkripsiyon, DNA-bağımlısı RNA polimeraz tarafından gerçekleştirilir, bu enzim DNA ipliğindeki diziyi RNA olarak kopyalar. Bir genin transkripsiyonu için RNA polimeraz, DNA üzerinde promotör adlı bir bölgeye bağlanır ve DNA ipliklerini ayrıştırır. Sonra genin dizisini bir RNA zinciri olarak kopyalar, ta ki terminatör (sonlayıcı, İng. ‘terminator’) adlı bir DNA bölgesine gelip orada durup DNA’dan kopana kadar. DNA bağımlı DNA polimeraz da olduğu gibi, RNA polimeraz II (ökaryotlardaki çoğu genin transkripsiyonun yapan enzim) de çeşitli düzenleyici ve yardımcı proteinlerden oluşmuş büyük bir protein kompleksinin parçası olarak çalışır.[85]

Genetik Rekombinasyon

Holliday Junction cropped.png
Holliday junction coloured.png
Genetik rekombinasyonda Holliday bağlantısı ara ürününün yapısı. Dört farklı DNA ipliği kırmızı, mavi, yeşil ve sarı olarak renklendirilmiştir.[86]
Daha fazla bilgi: Genetik rekombinasyon

Rekombinasyon iki kromozomun (M ve F) kesilip birleştirilmesi ile iki yeni kromozomun (C1 ve C2) meydana gelmesidir.

Bir DNA sarmalı genelde başka DNA parçaları ile etkileşmez, ve hatta insan hücrelerinde farklı kromozomlar çekirdekte farklı bölgelerde yer alırlar.[87] Farklı kromozomların fiziksel olarak bu şekilde ayrı tutulması DNA’nın kararlı bir bilgi deposu olarak işlev görmesinde önemli bir rol oynar. Kromozomların birbiriyle etkileştiği zamanlar sadece rekombinasyona girdikleri krosover sırasındadır. Krosover sırasında iki DNA sarmalı kesilir, bir bölüm yer değiştirir ve kesik uçlar birleşir.

Rekombinasyon sayesinde kromozomlar arasında genetik bilgi takası olur ve yeni gen kombinasyonları meydan gelir, bunun doğal seleksiyonun verimini artırdığı ve yeni proteinlerin hızlı evrimleşmesinde önemli olduğu düşünülmektedir.[88] Genetik rekombinasyon DNA tamiriyle de ilişkilidir, özellikle çift iplikli kırılmalara hücrenin tepkisinde.[89]

Kromozom sarılmasının en yaygın şekli homolog rekombinasyondur, bunda iki kromozom birbirine çok benzer dizilere sahiptir. Non-homolog rekombinasyon hücreye zarar verici olabilir çünkü kromozomal translokasyon ve genetik anormalliklere yol açabilir. Rekombinasyon tepkimesi rekombinaz olarak adlandırılan enzimler (örneğin RAD51) tarafından katalizlenir.[90] Rekombinasyonun ilk adımı çift iplikli bir kesik oluşturulmasıdır, bu ya bir endonükleaz ya da DNA hasarı sonucunda meydana gelir.[91] Rekombinaz tarafından kısmen katalizlenen bir dizi adım sonucunda iki sarmal en az bir Holliday bağlantısı tarafından birleştirilir: her sarmalın bir ipliği, öbür sarmalda ona komplementer olan öbür iplik ile kaynaşır. Holliday bağlantısı, tetrahedral bir yapıdır, bu şekilde birleşmiş iki kromozomda bir ipliğin bir diğeriyle yer değiştirmesiyle bu yapı kromozomlar boyunca ilerler. Rekombinasyon tepkimesi, bağlantının kesilmesi ve serbest kalan DNA uçlarının tekrar birleşmesi ile son bulur.[92]

DNA metabolizmasının evrimi

Daha fazla bilgi: RNA dünya hipotezi

DNA’da bulunan genetik bilgi tüm modern canlıların işlev görmesine, yani büyümesi ve çoğalmasına olanak sağlar. Ancak, 4 milyar yıldır sürmekte olan yaşamın tarihçesi boyunca DNA’nın bu işlevi yerine getirdiği belli değildir, yaşamın en eski biçimlerinin kullanmış olduğu kalıtsal malzemenin RNA olduğu öne sürülmüştür.[81][93] RNA, hem genetik bilgi aktarma hem de ribozimlerin parçası olarak katalizör özelliğine sahip olmasından dolayı ilk hücrelerin metabolizmasında merkezî bir rol oynamış olabilir.[94] Nükleik asitlerin hem kalıtımda hem de katalizde rol oynadığı bu eski RNA dünyası, günümüz genetik kodunun dört nükleotit bazından oluşmuş şekilde evrimleşmesine etki etmiş olabilir. Bunun nedeni, bir canlıdaki bazların sayısının azlığının replikasyon verimini artıracağı ama bazların çokluğunun ise ribozimlerin katalitik verimini artıracağı, bu iki zıt etki ile kalıtsal bilgiyi kodlayan baz sayısının dört olarak dengelenmiş olabileceği öne sürülmüştür.[95]

Ne var ki, eski genetik sistemler hakkında doğrudan delil mevcut değildir, çünkü çoğu fosillerden DNA elde edilmesi mümkün değildir. Bunun nedeni, çevre etkilerine maruz kalan DNA’nın bir milyon yıldan az süre dayanması ve çözelti içinde zamanla küçük parçalara yıkımıdır.[96] Eski DNA’nın izole edilmiş olduğuna dair iddialar vardır, özellikle 250 milyon evvelden kalma bir tuz kristalı içinde canlı kalmış bir bakterinin izole edildiği iddia edilmiştir[97] ama bu iddialar tartışmalıdır.[98][99]

Teknolojide kullanım

Gen mühendisliği

Daha fazla bilgi: Moleküler biyoloji ve gen mühendisliği

Modern biyoloji ve biyokimyada rekombinant DNA teknolojisi yoğun bir şekilde kullanılır. Rekombinant DNA başka DNA parçalarından bir araya getirilmiş yapay bir DNA’dır. DNA parçaları, plazmit veya viral vektörler aracılığıyla canlıların içine transformasyon yoluyla sokulabilir.[100] Bu yolla ortaya çıkan, genetik değişime uğramış canlılar kullanılarak rekombinant proteinler üretilebilir, bunlar tibbi araştırmalarda[101] veya tarımda[102][103] kullanılabilir.

Adlî bilim

Daha fazla bilgi: DNA profillemesi

Adli bilimciler, bir suç mahalinde bulunmuş kan, meni, deri, tükürük veya saçta bulunan DNA’yı kullanarak bir failin kimliğini belirleyebilirler. Bu işleme genetik parmak izi çıkarma veya genetik profilleme denir. DNA profillemesinde, tekrarlı diziler (mikrosatelit ve minisatelit) içeren DNA’nın değişken kısımlarının uzunlukları belirlenir, bunlar farklı insanlarda karşılaştırılır. Bu yöntem bir suçlunun tanınması için son derece güvenilir bir yöntemdir.[104] Ancak, eğer suç mahaline birde fazla kişinin DNA’sı bulaşmışsa bu kimlik belirleme karmaşıklaşabilir.[105] DNA profillemesi 1984′te Britanyalı genetikçi Sir Alec Jeffreys,[106] tarafından geliştirilmiş ve adli bilimde ilk defa 1988′de Enderby cinayetleri için Colin Pitchfork’un suçlu bulnmasında kullanılmıştır.[107] Bazı tür suçları işlemiş kişiler bir veritabanında depolanmak amacıyla kendi DNA’larından bir örnek vermeye mecbur tutulabilirler. Bu sayede suç mahalinde bulunmuş DNA örneğinden başka elde hiçbir delil bulunmayan bazı eski vakalar çözülebilmiştir. DNA profillemesi katliam kurbanlarının kimliklerinin belirlenmesinde de kullanılmıştır.[108]

Biyoenformatik

Daha fazla bilgi: Biyoenformatik

DNA dizilerinin bilgisayar aracılığıyla işlenmesi, aranması ve analizi, biyoenformatik bilminin konuları arasındadır. DNA dizilerinin depolanması ve aranması için yöntemlerin geliştirilmesi sayesinde bilgisayar bilimlerinde önemli ilerlemeler katedilmiştir, özelikle dizi arama algoritmaları, makine öğrenimi ve veritabanı teorisi konularında.[109] Dizi arama ve eşlendirme algoritmaları harflerden oluşan uzun diziler içinde daha kısa harf dizilerinin bulunmasıyla ilgilidir, bunlar belli nükleotit dizilerinin bulunması için geliştirilmiştir.[110] Yazı editörü programlarının kullandığı algoritmalar DNA dizileri durumunda son derece verimsiz çalışırlar, DNA dizilerini oluşturan farklı karakterlerin küçük sayısından dolayı. Bununla ilişkili olan dizi hizalama problemi ise benzer dizileri bulmayı ve bunları birbirinden faklı kılan mutasyonları tanımlamayı amaçlar. Bu teknikler, özellikle çoklu dizi hizalaması, filogenetik ilişki ve protein işlevi araştırmalarında kullanılır.[111] Bir genomun tamamına karşılık gelen DNA dizilerinin kullanılması için bu dizilerin üzerinde genlerin ve onların düzenleyici elemanlarının yerlerinin kaydedilmesi (İng. annotation) gerekmektedir. DNA dizilerinde protein veya RNA kodlayıcı genlerin özelliklerine sahip bölgelerin tanınması, gen bulma algoritmaları sayesinde mümkündür, bunlar sayesinde bilim adamları bir genin ürününü önceden tahmin edebilirler, bu ürün laboratuvarda daha saflaştırılmadan.[112]

DNA nanoteknolojisi

Solda şematik gösterilen DNA yapısı, atom güç mikroskobu ile sağda görüntülenen yapıyı kendi kendine oluşturacaktır. DNA naonteknolojisi, DNA’nın moleküler tanıma özelliklerini kullanarak nanometre boyutlarında yapılar tasarlamayı amaçlayan bilim dalıdır. Resim kaynağı: Strong, 2004. [1]

Daha fazla bilgi: DNA nanoteknolojisi

DNA nanoteknolojisi DNA’ya has moleküler tanıma özelliklerini kullanarak faydalı özelliklere sahip, kendi kendini oluşturan, dallı DNA komplksleri imal eder. DNA böylede biyolojik bilgi taşımak için değil, yapısal bir malzeme olarak kullanılır. Bu yolla iki boyutlu periyodik dizilimler ve polihedral şekilli üç boyutlu yapılar yaratılmıştır. Nanomekanik araçlar ve algoritmik olarak oluşan yapılar da gösterilmiş, bu DNA yapıları ile başka moleküllerin (altın nano tanecikleri ve streptavidin proteinlerinin) düzenlenmesi sağlanabilmiştir.

Tarih ve antropoloji

Daha fazla bilgi: Filogenetik ve Genetik soybilim

Zaman içinde DNA’da biriken mutasyonlar sonra kalıtsal olarak aktarıldığı için, taşıdığı bilgi bir anlamda tarihseldir. Genetikçiler DNA dizlerini karşılaştırarak bir canlının evrimsel tarihi yani onun filogenetiği hakında çıkarımlar yapabilirler.[113] Filogenetik sahası evimsel biyolojide güçlü bir araçtır. Bir türün bireylerine ait DNA dizileri karşılaştırıldığında topluluk genetikçileri o topluluğun tarihine dair bilgiler edinebilirler. Ekolojik genetikten antropolojiye kadar uzanan çeşitli sahalarda bu bilgilerden yararlanılabilir. Örneğin, Tevrat‘ta söz konusu olan İsrail’in on kayıp kavmi, DNA bulguları ile tanımlanmaktadır.[114][115]

DNA ayrıca aile ilişkilerini belirlemek için kullanılmıştır, örneğin Amerikan başkanlarından Thomas Jefferson‘un kölesi Sally Hemings‘in soyundan kişiler ile Jefferson arasında akrabalık olduğunun kanıtlanmasında. Bu amaçlı kullanım, yukarda değinilen suç tahkikatlarında DNA’nın kullanılmasına benzerdir. Nitekim, bazı tahkikatların çözümlenmesi, suç mahalinde bulunan DNA’nın suçlunun akrabalarının DNA’sıyla uyuşması sayesinde olmuştur.[116]

DNA araştırmasının tarihçesi

İkili sarmal modelinin geliştiricileri James D. Watson ve Francis Crick (sağda), Maclyn McCarty ile (solda) .

Daha fazla bilgi: Moleküler biyolojinin tarihçesi

DNA ilk İsviçreli hekim Friedrich Miescher tarafından saflaştırılmıştır, kendisi 1869′da atık cerrahi pansumanlardaki irin içinde mikroskopik bir madde keşfetmiştir. Hücre çekirdeklerinde (nükleus) bulunduğu için ona “nüklein” adını vermiştir.[117] 1919′da Phoebus Levene, nükleotit birimleri oluşturan baz, şeker ve fosfatı tanımlanmıştır.[118] Levene DNA’nın, birbirine fosfat grupları ile bağlı olan nükleotit birimlerden oluşan bir zincir olduğunu öne sürmüştür. Ancak, Levene, bu zincirin kısa olduğunu ve bazları kendini tekrar eden bir sıralamaya sahip olduğunu düşünmüştür. 1937′de William Astbury DNA’nın düzenli bir yapıya sahip olduğunu gösteren ilk X ışını difraksiyon görüntülerini elde etti.[119]

1928′de Frederick Griffith, Pnömokok bakterisinin “düz” şeklini belirleyen özelliğin “buruşuk” şekilli Pnömokok bakterilere aktarılmasının mümkün olduğunu, bunun için ölü “düz” bakterilerin canlı “buruşuk” bakterilerle karıştırılmasının yettiğini gösterdi.[120] Bu deneysel sistem kullanarak Oswald Avery ve arkadaşları Colin MacLeod ve Maclyn McCarty 1943′de değiştirici etmenin DNA olduğunu gösterdiler.[121] 1952′de Alfred Hershey ve Martha Chase tarafından Hershey-Chase deneyinde T2 fajının genetik malzemesinin DNA olduğunu göstererek DNA kalıtımdaki rolü teyid ettiler.[122]

Raymond Gosling, DNA’nın X-ışını kırınım görüntüsünün (Rosalind Franklin ile birlikte) üreticisi

1953′te James D. Watson ve Francis Crick DNA’nın bugün kabul görmüş yapısını Nature dergisinde öne sürdüler.[123] Çift sarmallı moleküler modelleri tek bir X-ışını kırınım resmine dayanmaktaydı, bu resim Rosalind Franklin ve Raymond Gosling tarafından Mayıs 1952′de elde edilmişti. Modellerini dayandırdıkları bir diğer bilgi Erwin Chargaff’ın evvelki yıllarda kendilerine özel olarak iletmiş olduğu, DNA bazlarını birbiriyle eşleştiğiydi. Chargaff kuralları hem B-DNA’nın hem de A-DNA’nın çifte sarmallı biçimini tespit etmekte önemli bir rol oynamıştır.

Watson ve Crick modelinin destekleyen deneysel kanıtlar Nature dergisinin aynı sayısında yayımlanan beş makalede yer aldı.[124] Bunlardan Franklin ve Gosling’in makalesi, Watson ve Crick modelini kısmen destekleyen, kendi X-ışını kırınım verileri ve analiz yönteminin ilk yayımlanmasıydı.[125][126] Dergini aynı sayısında DNA yapısı hakkında Maurice Wilkins ve iki arkadaşının bir makalesi vardı, onların in vivo B-DNA X-ışını kırınım örüntüleri üzerinde yaptıkları analizler, iki sayfa geride Crick ve Watson tarafından önerilen çifte sarmal modelini destekliyordu.[127] 1962′de Franklin’in ölümünden sonra Watson, Crick ve Wilkins birlikte Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü‘nü kazandılar.[128] O zamanki Nobel ödülleri ancak hayatta olan kişilere ödülün vermesine izin veriyordu. Keşif için kimlerin kredi alması gerektiği hakkında tartışma devam etmektedir.[129]

Crick, 1957′de yaptığı etkili bir sunumda, moleküler biyolojinin “Temel Dogması”nı ortaya koyarak DNA, RNA ve proteinler arasındaki ilişkiyi, bu konuda kanıtlar henüz tamamen toplanmadan, özetledi, ayrıca “adaptör hipotezi”ni dile getirdi.[130] Çift sarmallı yapının ima ettiği kopyalama mekanizmasının teyidi, 1958′de yayımlanan Meselson-Stahl deneyi ile edildi.[131] Crick ve arkadaşları tarafından yapılan diğer çalışmalar genetik kodun, kodon olarak adlandırılan, örtüşmeyen baz üçlülerinden oluştuğunu gösterdi, bu sayede Har Gobind Khorana, Robert W. Holley ve Marshall Warren Nirenberg genetik kodu çözdüler.[132] Bu keşifler moleküler biyolojinin doğumuna karşılık gelir.

tarafından

William Henry Bragg

William Henry Bragg

 

William Henry Bragg
William Henry Bragg.jpg

William Henry Bragg
Doğum 2 Temmuz 1862
Cumberland, İngiltere
Ölüm 12 Mart 1942
Londra, İngiltere
Milliyeti İngiliz
Dalı Fizikçi
Çalıştığı yerler Adelaide Üniversitesi
Aldığı ödüller 1915 Nobel Fizik Ödülü

William Henry Bragg (d. 2 Temmuz 1862 – ö.12 Mart 1942), İngiliz fizikçi

Bragg, sonradan çiftçi olan, usta denizci babasının önderliğinde tanıştığı sayıları ve düzenli şekilleri seviyordu. Bu erken sevgi lise sıralarında derin bir matematik ilgisine dönüştü. Matematikte sınıf üçüncüsü olarak okulu bitirdikten sonra üniversitede Rayleigh ve J.J.Thomson yönetiminde fizik öğrenen Bragg, yirmi dört yaşında, Avustralya‘nın Adelaide Üniversitesi‘nde öğretim görevlisi oldu ve burada 1908 yılına kadar kaldı.

1903 yılında Avustralya Bilimsel Gelişme Birliği önünde yaptığı konuşma, Bragg’ın yaşamının akışını değiştirdi. Açıklamaları, radyoaktivite ve atom yapısı hakkındaki Bequerel, Curie‘ler ve diğer araştırmacıların buluşla rıydı. Öğrencilere anlatırken seven, ilgilenen ve öğrenenler gibi Bragg da o andan itibaren radyoaktivite üzerinde derinleşmeye karar verdi.

Işıma sırasında alfa parçacıkları yayıldığına göre, bunların belli bir enerji yükü ve dalga boyları olmalıydı. Bragg, 1904 yılında ele geçirdiği bir miktar radyumdan yararlanarak, yayılan alfa parçacıklarının birbirinden kesinlikle ayrılabilen birkaç dalga boyunda olduğunu saptadı. Bu, Rutherford‘un “ışıma yapan elementler, aşama aşama çözülürler ve bu nedenle farklı dalga boylarında yayılırlar.” kuramına anlam kazandırıyordu.

Bragg, yayılan alfa parçacıklarının değişik dalga boylarından anlaşıldığını saptadı ve yalnız bu gözlem bile, ışınım konusunda adını duyurmasını sağladı. Fakat kimileri bu ışınımların ses dalgaları benzeri parçacıklar olduklarını ileri sürüyor, Bragg ise elektromanyetik dalga olduğunu savunuyordu. Her ne olursa olsun dalga boyunun ölçülmesi gerekiyordu. Işınların dalga boyları, insan eliyle yapılmış işaretli cetveller üzerinde ölçülüyordu. Fakat çok kısa dalga boylarını ölçecek sıklıkta cetvel yapmak olanaksızdı.

Bu güçlüğü gidermek için, Laure’nin kristallerinin düzenli sıralanmış atom yapılarından yararlanılabileceğini ileri sürdüğünü duyan Bragg, durumu henüz üniversitede fizik öğrencisi olan oğlu William Lawrence Bragg‘a açıkladı. Baba ve oğul işbirliği yaparak, x ışınlarının dalga boylarını ölçecek yöntemleri geliştirdiler. Buldukları yöntemler, kristallerin iç yapılarının ayrıntılarıyla anlaşılmasını sağladı ve 1915 yılı Nobel Fizik Ödülü‘nü birlikte aldılar.

Oğlunun bu çalışmaya gösterdiği ilgi ve başarılı araştırmaları Bragg’a, bilimsel sorunlar gençliğe, onların kavrayabilecekleri biçimde sunulduklarında, gençlerin de buluşlar yapabilecekleri fikrini verdi. Bu amaçla, herkesin anlayabileceği dilde yazılar yazdı ve bunları “Eşyanın Yapısı Üzerine” adlı yapıtında topladı.

I. Dünya Savaşı‘nda çıkardıkları sesleri dinleyerek denizaltıların yerlerini saptama yöntem ve aygıtlarını geliştiren Bragg, bilimsel çabalarını ülke savunmasına yöneltti. II. Dünya Savaşı‘nda Gıda Bilim Komisyonu’nu yöneten Bragg, buradaki başarısının da zafere katkısı olduğunu göremeden 1942‘de öldü.

tarafından

William Lawrence Bragg

William Lawrence Bragg

 

William Lawrence Bragg
Wl-bragg.jpg
Doğum 31 Mart 1890
Kuzey Adelaide, Güney Avustralya
Ölüm 1 Temmuz 1971
Ipswich, Suffolk, İngiltere
Milliyeti Avustralyalı
Dalı Fizikçi
Çalıştığı yerler Victoria Üniversitesi, Manchester
Cambridge Üniversitesi
Öğrenim Adelaide Üniversitesi
Cambridge Üniversitesi
Doktora hocası J.J. Thompson Nobel prize medal.svg
W.H. Bragg Nobel prize medal.svg
Doktora öğrencileri John Crank
Ronald Wilfried Gurney
Aldığı ödüller Nobel prize medal.svg 1915 Nobel Fizik Ödülü
Ek bilgi Nobel Ödülü alan en genç insandır.
William Henry Bragg‘ın oğludur.

Sir William Lawrence Bragg CH, FRS, (31 Mart 18901 Temmuz 1971), Kristal yapısının x-ışınları aracılığıyla çözümlenmesinde verdikleri hizmetler için Sir William Henry Bragg ile birlikte 1915 Nobel Fizik Ödülü‘nü kazanan Avustralyalı fizikçi. Bugüne dek Nobel Ödülü almış olan en genç kişidir (25 yaşında).

Bragg, James Watson ve Francis Crick 1953 şubatında yeni bir çığır açacak şekilde DNA‘nın yapısını keşfettiklerinde Cavendish Laboratuarı‘nın müdürüydü.

tarafından

Wilhelm Conrad Röntgen

Wilhelm Conrad Röntgen

 

Wilhelm Conrad Röntgen
Roentgen2.jpg

Wilhelm Conrad Röntgen
Doğum 27 Mart 1845
Lennep Prusya
Ölüm 10 Şubat 1923
Münih Almanya
Milliyeti Almanya Alman
Dalı Fizikçi
Çalıştığı yerler Strazburg Üniversitesi
Hohenheim Üniversitesi
Giessen Üniversitesi
Würzburg Üniversitesi
Münih Üniversitesi
Öğrenim Utrecht Üniversitesi
Zürih Üniversitesi
Doktora hocası August Kundt
Doktora öğrencileri Herman March Emil Silbernagel
Önemli başarıları Röntgen ışınları
Aldığı ödüller Nobel prize medal.svg 1901 Nobel Fizik Ödülü

Wilhelm Conrad Röntgen, (d. 27 Mart 1845, RemscheidAlmanya – ö. 10 Şubat 1923, Münih). Alman asıllı, Nobel Fizik Ödülü sahibi fizikçi. Röntgen ışınlarını bulması ile tanınır.

Yaşamı

Röntgen Almanya’nın Remscheid şehrinin Lennep ilçesinde doğdu. Çocukluğu ve ilköğretim yılları Hollanda‘da ve İsviçre‘de geçti. 1865 yılında girdiği Zürih Politeknik‘te üniversite eğitimi gördü ve 1868 yılında makine mühendisi olarak mezun oldu. 1869 yılında Zürich Üniversitesi‘nden doktorasını aldı. Mezuniyetinin ardından 1876′da Strazburg’da, 1879′da Giessen ve 1888′de Würzburg Julius-Maximilians-Üniversitesi’nde fizik profesörü olarak öğretim görevi yaptı. 1900′de Münih Üniversitesi Fizik kürsüsüne ve yeni Fizik Enstitüsünün yöneticiliğine getirildi.

Karısının ölümünden dört yıl sonra 1923 yılında, I. Dünya Savaşı’nın yarattığı yüksek enflasyon ekonomisi ortamında maddi sıkıntılar içinde Münih‘te hayatını kaybetti.

X-ray

Wilhelm Conrad Röntgen’in Nobel ödülü diploması

Öğretim üyeliği görevinin yanı sıra araştırmalar da yapmaktaydı. 1885 yılında kutuplanmış bir geçirgen hareketinin, bir akımla aynı manyetik etkileri gösterdiğini açıkladı. 1890′lı yılların ortalarında çoğu araştırmacı gibi o da katot ışın tüplerinde oluşan lüminesans olayını incelemekteydi. “Crookes tüpü” adı verilen içi boş bir cam tüpün içine yerleştirilen iki elektrotdan (anot ve katot) oluşan bir deney düzeneği ile çalışıyordu. Katottan kopan elektronlar anoda ulaşamadan cama çarparak, floresan adı verilen ışık parlamaları meydana getirmekteydi. 8 Kasım 1895 günü deneyi biraz değiştirip tüpü siyah bir karton ile kapladı ve ışık geçirgenliğini anlayabilmek için odayı karartıp deneyi tekrarladı. Deney tüpünden 2 metre uzaklıkta baryum platinocyanite sarılı olan kağıtta bir parlama fark etti. Deneyi tekrarladı ve her defasında aynı olayı gözlemledi. Bunu mat yüzeyden geçebilen yeni bir ışın olarak tanımladı ve cebirde bilinmeyeni simgeleyen X harfini kullanarak “X ışını” ismini verdi. Daha sonraları bu ışınlar, “Röntgen ışınları” olarak anılmaya başlanmıştır.

Bu buluşundan sonra Röntgen farklı kalınlıktaki malzemelerin ışını farklı şiddette geçirdiğini gözlemledi. Bunu anlamak için fotoğrafsal bir malzeme kullanıyordu. Tarihteki ilk tıbbi X ışını radyografisini de (Röntgen filmi) yine bu deneyleri sırasında gerçekleştirdi ve 28 Aralık 1895 yılında bu önemli keşfini resmi olarak duyurdu.Ancak X ışınını bulduğu zaman deneylerinde elini kullandığı için aşırı dozda X ışınından parmaklarını kaybetti.

Olayın fiziksel açıklaması 1912 yılına kadar net olarak yapılamasa da, buluş fizik ve tıp alanında büyük heyecan ile karşılandı. Çoğu bilim adamı bu buluşu modern fiziğin başlangıcı saydı.

tarafından

Nobel Fizik Ödülü

Nobel Fizik Ödülü

 

Nobel Fizik Ödülü, İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından her yıl Stokholm‘de Alfred Nobel‘in ölüm günü olan 10 Aralık‘ta verilir. Bu ödül, Alfred Nobel‘in 1895 yılında isteği ile başlatılan ve 1901 yılından beri devam eden 5 Nobel Ödülü‘nden birisidir. Diğer kategoriler; Nobel Kimya Ödülü, Nobel Edebiyat Ödülü, Nobel Barış Ödülü, Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü‘dür. İlk Nobel Fizik Ödülü, x-ışını keşfinden dolayı sunduğu üstün hizmetlerden dolayı Alman Wilhelm Conrad Röntgen‘e verilmiştir.

Ödülün verilmesi

En fazla üç adaya veya iki bilimsel çalışmaya verilir.

Ödülü kazananlar

Ana madde: Nobel Fizik Ödülü kazananlar listesi
tarafından

Isaac Newton

 

Isaac Newton
Sir Isaac Newton by Sir Godfrey Kneller, Bt.jpg

Isaac Newton’ın portresi (Godfrey Kneller)
Doğum 4 Ocak 1643
Woolsthorpe, İngiltere
Ölüm 31 Mart 1727
Kensington, İngiltere
Vatandaşlığı İngiltere İngiltere
Milliyeti İngiliz
Dalı Fizik, matematik, astronomi, felsefe
Çalıştığı yerler Cambridge Üniversitesi
Royal Society
Kraliyet Darphanesi
Öğrenim Trinity College, Cambridge
İmza
Başlığın diğer anlamları için Newton sayfasına bakınız.

Isaac Newton, (Gregoryen takvimi için: d. 4 Ocak 1643 – ö. 31 Mart 1727)(Jülyen takvimi için: 25 Aralık 164220 Mart 1726), İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, filozof, ilahiyatçı.

1687’de yayınlanan kitabı Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica, klasik mekaniğin temelini yaratmıştır ve tarihte en önemli bilimsel kitaplardan biridir. Bu çalışmasında Newton evrensel kütle çekimini ve hareketin üç kanununu ortaya koymuş ve sonraki üç yüzyıl boyunca bu bakış açısı bilim dünyasına egemen olmuştur. Newton dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütle çekim kanunu ile Kepler’in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar ile göstermiştir. Newton ilk yansıtmalı teleskobu geliştirmiş, beyaz ışığın bir prizmaya tutulduğunda farklı renklerden bir tayf yaratması gözlemi sonucu bir renk kuramı oluşturmuştur.

Newton bilim adamları tarafından tarihin en etkili insanlarından biri kabul edilmektedir.

Konu başlıkları

Hayatı

Newton’ın Woolsthorpe’da doğduğu çiftlik evi

İlk yılları (1642 – 1661)

Isaac Newton 1642 yılının Noel gününde, İngiltere‘nin Grantham şehrinin yakınlarındaki Woolsthorpe’da bir erken doğum sonucu dünyaya geldi.[1] Newton oldukça zayıf bir çocuktu ve hatta ilk günlerinde hayatta kalacağı beklenmiyordu.[2] Babasını doğumundan önce kaybetmişti.[3] Newton 4 yaşındayken annesi başka biri ile evlendi ve yeni kocasının yanına yerleşti.[4] Annesi Newton’u anneannesine bıraktı ve Newton yedi yıl anneannesinin yanında kaldı.[4]

Annesi kocası yedi yıl sonra ölünce, kendisine oldukça yüklü bir miras kalarak geri döndü.[4] 12 yaşında Grantham’da King’s School’da (Kralın Okulu) eğitime başladı ve 1661′de bitirdi.[5] Bir dönem annesi onu çiftçi yapmak için okuldan aldı ama Newton çiftlik işlerine hiç ilgi duymuyordu.[6] Annesi Newton’u çiftlik işleri ile uğraşıyor zannederken Newton aslında sürekli gökyüzünü inceliyor, kitaplar okuyor ve notlar alıyordu.[6] Sonunda annesini okula gitmesi ve üniversiteye hazırlanması gerektiğine ikna etti ve okula geri döndü.[6]

19 yaşındayken yerel bir eczacının üvey kızı olan Miss Storey ile nişanlanmış, fakat Newton’ın yoğun dersleri nedeniyle ilişkileri sonlanmıştır.[7] Newton hayatı boyunca hiç evlenmemiştir, başka bir ilişkisi bilinmemektedir ve bu ilişkiyi hep hatırladığı söylenir.[7]

Newton’ın gençlik yıllarında yapılmış portresi

Cambridge’deki yılları (1661 – 1665)

Newton 1661 yılında Cambridge’de Trinity College‘e girdi.[1] Okula “sizar” olarak girmişti, hem okulda çalışıyor hem de okuyordu.[8] Cambridge’de Copernicus ve Kepler’in teorileri göz ardı ediliyor, Galileo’nun çalışmaları tanınmıyordu ve Aristoteles felsefesi hakimdi.[1] Cambridge’deki üç yıl boyunca cebir, geometri ve trigonometri dersleri aldı, Latince ve Eski Yunanca‘yı öğrendi.[1] Bu dönemde Galileo ve Kepler‘in eserleri ile tanıştı ve oldukça etkilendi.[9] Ayrıca Descartes, Gassendi, Hobbes ve özellikle Boyle’ın felsefi çalışmalarını okudu.[10] Fikirlerini yazdığı Quaestiones Quaedam Philosophicae (Bazı Felsefi Sorular) adlı defterinin başına Latince şu notu düşmüştür: “Plato arkadaşım, Aristoteles arkadaşım, ama en iyi arkadaşım gerçek.”[10]

Newton Cambridge’de geçirdiği yıllarda diğer öğrenciler arasında başarı olarak sıyrılmamıştı ve dahiliğini veba salgını nedeniyle çiftlikte geçirdiği iki yılda göstermişti.[8]

 

Newton’a ilham kaynağı olan elmanın düştüğü ağaç

Çiftlikteki çalışmaları (1665 – 1667)

1665 Ağustos’ta Londra‘da başlayan veba salgını nedeniyle Cambridge kapatıldı ve Newton 1667 Mart’a kadar Woolsthorpe’taki çiftlikte kaldı.[1] Çiftlikte geçirdiği bu iki sene oldukça verimliydi ve bu dönemde kütle çekimi üzerinde düşünmeye başlamıştı.[11] Çiftlikteki çalışmalarında diferansiyel ve integral hesaplamalarının temelini attı.[10] Geçmişte alan, yay uzunluğu, tanjant bulma gibi eskiden kullanılan yöntemleri diferansiyel hesaplamayı temel alarak birleştirdi.[10] Çiftlikte karanlık bir odada güneş ışığını bir prizmaya tutarak ışık tayfı oluşturmuş ve beyaz ışığın tek başına bir birim olmadığını fark etmiştir.[10]

Cambridge’e dönüşü (1667 – 1696)

1667′de Newton üniversite tekrar açılınca Cambridge’e geri döndü ve iki yıl sonra matematik profesörü oldu.[11] Newton yaklaşık 30 yıl Cambridge’de kaldı ve mektuplar yoluyla diğer bilim adamları ile konuşarak tek başına çalışmalarına devam etti. Bu yıllar boyunca en büyük eseri olan Principia kitabını hazırladı ve tamamladı. Işık ile ilgili çiftlikte yaptığı deneyler sonucu mercekli teleskopların kusurlar yarattığını fark etti ve kendisi bir yansıtmalı teleskop geliştirdi. 1668′de bu teleskop ile bilim dünyasının ilgisini çekti ve 1672′de Royal Society‘nin üyesi oldu.[11]

Principia’nın ilk basımı (1687)

Principia (1687)

Newton tarihin en önemli bilim eserlerinden biri olan Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri) kitabını Latince yayınladı. [12] Kitapta ispatlar geometri ile yapılmış, evrensel kütle çekimi açıklanmış ve cisimlerin kütleleri ile doğru orantılı, mesafeleri ile ters orantılı birbirlerini çektiklerini açıklamıştır.[12]

Kitap Newton tarafından üç ana bölüme ayrılmıştır.[13] Birinci bölümde Galileo’nun deneylerinden övgü ile söz eder ve Kepler kanunlarını matematiksel olarak ispatlar.[13] Bu bölümde kendi ismi ile anılan Newton hareket yasalarını açıkladı.[13] İkinci bölümde akışkan içindeki hareketleri incelemiştir ve en iyi gemi tasarımı için öneriler koymuştur.[13] Bu bölümde dalga hareketlerini matematiksel incelemesi ilgi çekmiştir.[13]

Newton’ın 1689′da yapılmış portresi (Godfrey Kneller)

Londra’daki yılları ve ölümü (1696 – 1727)

1696′da Newton’a Kraliyet darphanesinin müdürlüğü teklif edildi ve Newton kabul ederek Londra’ya yerleşti.[4] Bu işini çok ciddiye almıştı ve özellikle sahte paralara karşı büyük bir mücadele başlattı. Newton Londra’daki yaşamı sevmişti ve artık akademik çalışmalar ile çok ilgilenmek istemiyordu.[2] 1703′te Royal Society’nin başına getirildi ve ölümüne kadar bu görevde kaldı. 1705′te şövalyelik unvanı aldı.[11] Newton 31 Mart 1727′de hayatını kaybetti ve Westminister Manastırı’nda gömüldü.[11]

Opticks (1704)

Ana madde: Opticks

1704′te ışık ve renkleri konu alan The Opticks kitabını yayınladı.[11] Kitap Principia’da olduğu gibi Latince değil, İngilizce basılmıştır. Böylece Newton kitabı aracılığıyla daha geniş kitlelere ulaşabilmiştir. Kitapta yansıma ve kırınım hesapları, beyaz ışığın tayfın renklerine ayrılması, gözün çalışma yöntemi, merceklerle görüntü oluşumu, gökkuşağının renkleri, yansıma, teleskopunun yapımı gibi konulardan bahseder.

 

Newton’ın büyük bir eleştirilme ve yadırganma korkusu vardı; bu nedenle buluşlarını ilk düşündükten yıllar sonra yayınladığı düşünülmektedir.[10] Bu yönü bazı bilim adamları ile sert tartışmalara girmesine de neden olmuştur. Leibniz‘i kendi fikirlerini çalmak ile suçlamış, ününü ve gücünü kullanarak Leibniz’in kendisini savunmasına engel olmaya çalışmıştır. Başka bir fizikçi Robert Hooke ile çeşitli konularda tartışmaları olmuştur. Newton’ın Principia kitabını yayınlamak için Hooke’ın ölümü beklediği de söylenir çünkü Hooke’ın ölümünden bir sene sonra yayınlamıştır.

Bilimsel yöntemi

Newton, Galileo’nun deneyciliğini örnek almış ve deneyi doğayı araştırmanın ve bilimin tek yöntemi olarak görmüştür.[14] Principia kitabının giriş kısmında bilimin olması gereken amacını şu şekilde belirtmiştir: “Olgulardan doğanın kuvvetlerini keşfetmek, sonra da bu kuvvetler yardımıyla diğer olayları açıklamak.”[14] Önce olgular gözlemlenmeli, bu gözlemler sonucu doğanın yasaları keşfedilmeli ve oluşturulan kuram olayları açıklayabilmelidir.

Newton’a göre doğa matematiksel niteliklere sahip bölünemez küçük parçacıklardan yapılmıştır ve doğada her olay bu parçacıkların birleşmesi ve dağılması ile oluşmuştur.[14] Ona göre bilimin amacı deneyler ile birlikte bu olayları matematiksel kuramlar ile genelleştirmektir.[14]

Bilimsel çalışmaları

Matematik

Newton’ın matematikte neredeyse her dalda katkıları olmuştur. Özellikle analitik geometride eğrilerin teğetleri (diferansiyel) ve eğrilerin oluşturduğu alanları (integral) hesaplamada yöntemler geliştirmiştir.[15] Bu iki işlemin birbirlerine ters olduğunu bulmuş, eğimler ile ilgili çözümler geliştirmiş ve bunlara akış (fluxion) metotları ismini vermiştir çünkü niceliklerin bir boyuttan diğerine aktığını hayal etmiştir.[15]

Matematikte (a+b)ª ifadesinin üstel seriye açınımını veren genel iki terimli teoremini buldu.

Leibniz ile kalkülüs tartışması

Newton, “akış” yöntemlerini 1666 yılında geliştirmişti ve sadece birkaç matematikçiye özel olarak göstermişti.[15] 1675′te Paris’te Gottfried Wilhelm Leibniz da tamamen bağımsız olarak kendi diferansiyel yöntemini geliştirdi.[15] Leibniz 1684′te kendi yöntemini yayınlayınca, bilim dünyasında bu yöntemi önce kimin bulduğuna dair sert bir tartışma başladı ve 1716′da Leibniz hayatını kaybettikten sonra bile tartışma devam etti.[15] Günümüzde tarihçiler Newton ve Leibniz’in birbirlerinden tamamen habersiz bu yöntemleri geliştirdiklerini düşünüyorlar.

Mekanik

Newton’un bilime en büyük katkısı mekanik alanındadır. Merkezkaç kuvveti yasası ile Kepler yasalarını birlikte ele alarak kütle çekim yasasını ortaya koydu. Newton hareket yasaları olarak bilinen eylemsizlik ilkesi, kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğunu ifade eden yasa ve etki ile tepkinin eşitliği fiziğin en önemli yasalarındandır.

Evrensel kütle çekimi formülü

Kütle çekimi

Newton denilince ilk akla kütle çekimi gelir çünkü fizik tarihinde bu fikir bir devrim yaratmıştır.[14] Newton’dan önce Joannes Kepler, gezegenlerin eliptik hareketlerini salt matematiksel olarak açıklamıştı ama gezegenlerin neden yörüngede kaldıklarına dair bir açıklama getirmemişti.[14]

Newton kütle çekimini ilk kez 1665 yılında düşündü ama Principia kitabını 1687 tarihine kadar yayınlamadı.[16]

Newton öncelikle Kepler yasalarının doğru olması durumunda Güneş ve gezegenler arasında bir çekim kuvveti olması gerektiğini düşündü.[9] Bu tür bir kuvvet olması durumunda gezegenlerin Kepler’in tarif ettiği şekilde hareket edeceğini düşündü ve kütle çekiminin matematiksel ifadesini verdi.[9]

Formülleri

F=\frac{Gm_1m_2}{d^2}

G=0.0000000000667

m_1=birinci nesnenin kütlesi

m_2=ikinci nesnenin kütlesi

d=aralarındaki uzaklık

F=newton olarak kuvvet


F=ma

F=newton olarak kuvvet

m=kütle

a=ivmelenme

Newton mekaniği

Newton mekaniği yakın çevremizdeki hareketleri açıklayan bir bakış açısıdır, atom altı parçacıkları için kuantum mekaniği, galaktik hareketler için ise görelilik kuramları uygulanır.[17] Newton mekaniği büyük yıldız ve gezegenlerin yörüngelerini hesaplarken bazı küçük sapmalara neden olmaktadır fakat dünyadaki küçük cisimler ve mühendislik hesaplamalarında bunlar tamamen göz ardı edilebilecek kadar küçüktür.[9]

Newton hareket yasaları

Newton hareket yasaları olarak bilinen üç yasa şu şekildedir:[17]

  1. Hareketli bir cisim dışarıdan bir kuvvete maruz kalmazsa doğrusal hareketini sürdürür.
  2. Kütlesi m olan bir cisme uygulanan F kuvveti ile a ivmesi arasında F=ma bağıntısı vardır.
  3. Her etkiye karşı ona eşit bir tepki vardır.

Newton’ın hareket yasaları, evrenin bir düzen içinde ve deterministik olduğu sonucuna varmış ve sonrasında felsefeyi oldukça etkilemiştir.[18]

Beyaz ışık prizmadan geçtikten sonra tayf oluşturuyor

Optik

Newton bir ışık kaynağından çıkan ışığın bir cisme çarpıp aydınlatması olayına farklı bakmış, ışığın hareket ettiğini ve sonlu bir hızı olduğunu düşünmüştür.[19] Mercek ve prizmalar kullanarak bu ışık tayfını tekrar beyaz ışığa çevirmeyi de başarmıştır.[20]

Newton karanlık bir odada küçük bir delikten gelen güneş ışığını bir prizmadan geçirerek bir renk tayfı oluşturmuş ve gökkuşaklarının nasıl oluştuğunu açıklamıştır.[21]

Başlıca eserleri

tarafından

Albert Einstein

 

Albert Einstein
Einstein 1921 portrait2.jpg
Doğum 14 Mart 1879
Ulm, Alman İmparatorluğu
Ölüm 18 Nisan 1955 (76 yaşında)
Princeton, ABD
Milliyeti Alman İmparatorluğu (1879-96, 1914-19)
Weimar Cumhuriyeti (1919-33)
İsviçre (1901-55)
ABD (1940-55)
Çalıştığı yerler İsviçre Patent Ofisi (Bern)
Zürih Üniversitesi
Karlova Üniversitesi (Prag)
Prusya Bilim Akademisi (Berlin)
Kaiser Wilhelm Enstitüsü (Berlin)
Leiden Üniversitesi
Princeton Üniversitesi
Öğrenim ETH Zürih
Aldığı ödüller Nobel prize medal.svg 1921 Nobel Fizik Ödülü
Copley Madalyası
Max Planck Madalyası
İmza

Albert Einstein (14 Mart 1879 – 18 Nisan 1955), Yahudi asıllı Alman teorik fizikçi.

Alman İmparatorluğu‘nun Ulm kentinde dünyaya gelen Einstein, yaşamının ilk yıllarını Münih‘te geçirdi. Lise eğitimini ve yüksek eğitimini İsviçre‘de tamamladı fakat bir üniversitede iş bulmada yaşadığı zorluklar nedeniyle bir patent ofisinde müfettiş olarak çalışmaya başladı. 1905 yılı Einstein için bir mucize yıl oldu ve o dönemde kuramları hemen benimsenmemiş olsa da ileride fizikte devrim yaratacak olan dört makale yayınladı. 1914 yılında Max Planck‘ın kişisel ricası ile Almanya’ya geri döndü. 1921 yılında fotoelektrik etki üzerine çalışmaları nedeniyle Nobel Fizik Ödülü‘ne layık görüldü. Nazi Partisi‘nin iktidara yükselişi nedeniyle 1933′te Almanya’yı terk etti ve Amerika Birleşik Devletleri‘ne yerleşti. Ömrünün geri kalanını geçirdiği Princeton‘da hayatını kaybetmiştir.

Albert Einstein, özel görelilik ve genel görelilik kuramları ile iki yüzyıldır Newton mekaniğinin hakim olduğu uzay anlayışında bir devrim yaratmıştır. Sadece matematik hesaplamalar ve denklemler ile oluşturduğu kuramları sonradan deneysel olarak defalarca doğrulanmıştır. E = mc2 denklemi ile formüle ettiği kütle-enerji eşdeğerliği yıldızların nasıl enerji oluşturduğuna açıklama getirmiş ve nükleer teknolojinin önünü açmıştır. Fotoelektrik etki ve Brown hareketine getirdiği matematiksel açıklamalar, modern fiziğe diğer katkıları arasındadır. Ömrünün büyük bir kısmını bütün kuramları birleştiren bir birleşik alan kuramı yaratmaya çalışarak geçirmiş ama bu çabaları sonuçsuz kalmıştır. Einstein kuantum mekaniğinin bazı sonuçlarına, özellikle belirsizlik ilkesine oldukça şüpheci yaklaşmış fakat bu yaklaşımlar ileride geniş kabul görmüştür.

Einstein, Nazilerin nükleer bomba geliştirmesi endişesiyle ABD başkanı Roosevelt‘e bir mektup göndermiş, ABD’nin nükleer çalışmalara başlamasını tavsiye etmiştir. Holokost sonrası Yahudilerin kendi ülkelerine sahip olması gerektiği fikrini savunmuş, İsrail‘in kuruluşuna destek vermiştir. Çeşitli söyleşilerinde Yahudilik dinine ve diğer kutsal kitaplara inanmadığını belirtmiş, sosyalizme sempati duyan bir makale yayınlamıştır. Bertrand Russell ile birlikte nükleer silahlara karşı bir manifesto da yayınlamıştır.

Einstein, hayatı boyunca 300’den fazla bilimsel makale yayınlamıştır, ayrıca 150’den fazla bilim dışı çalışmaları da olmuştur. Başarıları ve eserleri nedeniyle Einstein sözcüğü, “dahi” ile eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

 

Konu başlıkları

Çocukluğu ve eğitimi

Einstein üç yaşında, 1882

Albert Einstein 14 Mart 1879’da Almanya’nın Ulm kasabasında dünyaya geldi.[1] 1880 yazında ailesi Münih’e taşındı.[1] Münih’te babası Hermann Einstein ve amcası Jakob bir elektrik şirketi kurdular. Annesi Pauline Einstein yetenekli bir piyanistti.[2] Albert iki buçuk yaşındayken kız kardeşi Maja dünyaya geldi. Okula başlamadan önce konuşma zorlukları yaşıyordu, annesi ve babası kaygılanarak onu doktora götürmüşlerdi.[3]

Dört beş yaşlarında hasta bir şekilde yataktayken babası neşelendirmek için manyetik bir pusula vermişti. Pusula ibresinin hareketini o yaşta oldukça gizemli bulmuştu ve kendisinde büyük bir merak uyandırmıştı.[4]

Hermann ve Pauline Einstein Yahudi kökenli bir çiftti fakat dindar değillerdi. [2] Dini vecibelerden daha çok çocuklarının eğitimini düşünüyorlardı. Einstein beş yaşına geldiğinde onu evlerinin yakınlarında daha iyi eğitim verdiğini düşündükleri bir Katolik Hristiyan ilkokuluna yazdırdılar.[5] Einstein okula başladıktan sonra okuldaki sıkı disiplinden ve ezberci anlayıştan rahatsız olmaya başlamıştı.[6] Ama okul ile hoşnutsuzluğuna rağmen yüksek notlar alıyordu. Birinci sınıfı atlamıştı ve çoğu dönemde sınıfında birinci olmuştu.

Einstein’ın annesi Pauline çocuklarının erken yaşta müzik ile tanışmalarını istiyordu. Pauline Albert’ı keman derslerine, kız kardeşi Maja’yı ise piyano derslerine göndermişti. Albert keman derslerine altı yaşında başladı ve on dört yaşına kadar devam etti.[7] Mozart’ın sonatlarını çok beğendi ve onları çalabilmek için tekniğini geliştirmek istedi. Sonunda iyi bir amatör kemancı olmuştu ve Mozart, Beethoven sonatları çalmaktan hoşlanıyordu.[8]

Einstein dokuz buçuk yaşındayken Katolik ilkokulundan ayrıldı ve Luitpold Gymnasium’da eğitim görmeye başladı. [9] Gymnasium Antik Yunanca ve Latince’ye büyük önem veriyordu. [6] Müfredatta ayrıca modern diller, coğrafya, edebiyat ve matematik de bulunuyordu. Einstein Latince ve matematikteki keskin mantığı seviyor ve bu derslerde en yüksek notları alıyordu. Gymnasium ilkokuldan çok daha sıkı bir disipline sahipti.[3] Einstein burada otoriter öğretmenler ile sürekli çatışıyordu ve öğretmenleri Einstein’ın bağımsız, isyankar kişiliğinden hiç hoşlanmıyordu.[3]

Einstein on üç yaşında, 1893

Einstein’ın ailesi, eski bir Yahudi geleneği olarak yoksul bir öğrenciyi evlerinde yemeğe davet ediyordu.[10] Max Talmud isminde yoksul bir Yahudi üniversite öğrencisi her hafta bir akşam yemeğine katılıyordu.[3] Talmud’un ziyaretleri Einstein on yaşındayken başlamıştı ve beş yıl boyunca sürmüştü. Einstein kendisinden büyük bir üniversite öğrencisi ile konuşmaktan hoşlanıyordu ve Talmud kısa sürede Einstein’ın sıradan bir çocuk olmadığını fark etmişti. Birlikte bilim, matematik ve felsefe konuşuyorlardı.[3] Einstein on üç yaşındayken, Talmud Immanuel Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi” kitabını getirdi. Einsten o yaşta kitabı anlamakta hiç zorlanmamış ve okulunda sürekli Kant hakkında konuşmaya başlamıştı.[3]

Talmud, Einstein’a sürekli çeşitli popüler bilim kitapları getiriyordu ve Einstein hepsini büyük bir heves ile inceliyordu.[3] Bir keresinde Talmud, Öklid’in Elemanlar kitabını getirdi.[3] Einstein kitaptaki problemler üzerinde çalışmaya başladı. Yaz bitmeden önce Einstein sadece bütün problemleri çözmek ile kalmamış, ayrıca teoremlere alternatif ispatlar da bulmuştu.

Einstein on bir yaşındayken Yahudi geleneği olarak evde din dersleri almaya başlamıştı.[7] Einstein bu dönemde büyük bir dini şevk duymaya başladı ve bütün dini vecibeleri yerine getirerek dindar olmayan ailesine örnek olmak istiyordu. Şabat günü dinleniyordu, sadece Yahudiler için helal olan gıdaları yiyordu, kendi başına dini şarkılar yazmıştı.[10] Ama Einstein’ın dini şevki uzun sürmedi. Bir yıl içerisinde okuduğu bilim kitaplarının kutsal kitaplar ile çeliştiğini gördü. Sonrasında her çeşit otoriteden kuşku duymaya başladı ve şüpheci bir tavır geliştirdi.[10]

1891 yazında mühendis amcası Jakob kendisine bir cebir kitabı getirmişti. Einstein o yaz cebir kitabını çalışmaya karar verdi ve amcasından çözmek için problemler istedi. Einstein en zor ve karmaşık problemleri bile çözebiliyordu. O yaz, Einstein Pisagor teoreminin tekrar bir ispatını yaptı. Cebir ve geometriden sonra Einstein kalkülüse yöneldi. On altı yaşına geldiğinde kendi başına diferansiyel ve integral hesaplamaları ile analitik geometriyi öğrenmişti.[3]

1894’te Einstein’ın babası ve amcasının şirketi 14 yılın ardından iflas etti. İki aile birlikte İtalya’ya gitmek ve şanslarını orada denemek istediler.[1] Ailesi Albert’ın Münih’te kalıp okulunu Gymnasium’da bitirmesine karar verdi. Bu sırada Einstein on beş yaşındaydı ve liseyi bitirmesine daha üç yıl vardı. Münih’te tek başına altı ay geçirdikten sonra Einstein bunalıma girdi ve gerginleşmeye başladı. Aile doktorunu ikna ederek sinir sorunları nedeniyle kendisinin ailesinin yanında bulunması gerektiğini belirten bir rapor aldı. Einstein ailesine haber vermeden Gymnasium’dan ayrıldı ve İtalya’daki ailesinin yanına geldi.[11]

İsviçre’deki eğitimi

Einstein, İtalya’ya geldiğinde teknik olarak bir lise terk olsa da, eğitimini yarıda bırakma niyeti yoktu. Ailesine Zürih, İsviçre’deki Federal Politeknik Okulu’na girmek için tek başına ders çalışacağına söz verdi. Politeknik kabul için bir lise diploması istemiyordu. Einstein’ın tek yapması gereken kabul sınavlarını geçmekti. Einstein için İtalya’da yaşam oldukça rahattı. Ders çalışmayı İtalya’yı gezmek ile birleştirdi, pek çok müze ve sanat galerisi gezdi.

Einstein, Almanya’nın militarizminden ve sıkı disiplininden hiç hoşlanmıyordu, zorunlu askerlik yapmak da istemiyordu. Babasına Almanya vatandaşlığından çıkmak istediğini ve İsviçre vatandaşı olmak istediğini söyledi. Babası biraz tereddüt ile onayladı ve gerekli kağıtları imzaladı. 28 Ocak 1896’da Einstein kendisini Almanya vatandaşlığından çıkaran resmi kağıtları aldı ama 1901 yılına kadar İsviçre vatandaşlığını almadı. Beş yıl boyunca Einstein vatansızdı.[12]

Einstein, 1895 Ekiminde Zürih’e gitti ve Politeknik’te kabul sınavına girdi. Sınava girmek için on sekiz yaş üstü olmak gerekiyordu ve on altı yaşında girebilmesi için özel bir izin almıştı.[13] Einstein babasının tavsiyesine uyarak mühendislik bölümüne başvurdu. Kabul sınavında matematik ve fizikte çok üstün dereceler aldı ama diğer bölümlerde başarısız olmuştu.[13] Politeknik’in yöneticisi Einstein’ın potansiyelini görmüştü ve onun bir İsviçre lisesinde diploma alıp tekrar başvurmasını tavsiye etti. Einstein’ın ailesi Politeknik’in önerisini kabul ederek Einstein’ı İsviçre’nin Aarau bölgesinde bir liseye gönderdiler.[1] Bu yıllar belki de Einstein’ın gençliğinin en güzel yıllarıydı. Zürih’ten 30 km uzaklıktaki bir köyde bulunan lise Einstein için idealdi. Saygı duyulan, açık fikirli bir öğretmen olan Jost Winteler tarafından yönetiliyordu.[3] Okulda rahat bir ortam vardı ve öğrencilerin bağımsız düşünmesi teşvik ediliyordu. Bu yaklaşım Einstein’ın kişiliğine uyuyordu. 1896’da Aarau okulunda yüksek notlar ile final sınavlarını geçti.[3]

Einstein mezun oldu ve gerekli yaştan altı ay küçük olmasına rağmen Politeknik’e kabul edildi.[1] Einstein ile birlikte yaklaşık bin yeni öğrenci o sene Politeknik’te eğitime başlamıştı. Çoğu öğrenci mühendislik okullarına katılmıştı ama Einstein fiziği tercih etti. Fizik departmanı büyük ve modern bir binadaydı ve çok iyi ekipmana sahipti. Fakülte dünya standartlarındaydı. Adolf Hurwitz ve Hermann Minkowski gibi ünlü matematikçiler, Einstein’ın profesörleri arasındaydı.[14] Einstein’ın o dönemdeki yaşamı tipik bir Avrupalı üniversite öğrencisi hayatıydı. Kafeler ve barlarda uzun saatler harcıyordu. Kahve içerek arkadaşları ile bilim ve felsefe tartışıyordu. Hangi derslere odaklanması gerektiği konusunda seçiciydi. Eğer konuyu ya da profesörü beğenmiyorsa o derslere girmiyordu.[13] Politeknik’te öğrenciler dört sene boyunca sadece iki dönem sonunda sınavlara giriyordu. Bunlar dışında not kaygısı ya da yoklama kaygıları yoktu. Einstein aldığı dersler ile hiçbir alakası olmayan, sadece ilgi duyduğu kitapları çalışıyordu. Politeknik’te profesörlerin her biri araştırmacıydı ve ders kitapları yerine kendi araştırmalarını izliyorlardı. Ders notu hiç tutmayan Einstein, hayat boyu arkadaşı kalacak olan Marcel Grossman’in titizlik ile tuttuğu ders notları ile sınavları başarılı ile geçebilmişti.[15]

Einstein ve eşi Mileva Maric, 1900

Einstein Politeknik’te ileride eşi olacak olan Sırp kökenli Mileva Maric ile tanıştı. 1896’da bir dönem eczacılık okuduktan sonra fizik bölümüne geçmişti. Einstein’ın ilk senesinde sınıf arkadaşıydılar ve bu dönemde ikisi arasında romantik bir ilişki başlamıştı. Üniversitedeki son senelerinde evlenmeye karar verdiler. Einstein ve Mileva çoğu zaman birlikte fizik çalışıyorlardı, kitaplar inceliyor ve tartışıyorlardı.[16] Mileva Maric’in Einstein’ın ilerideki makalelerine katkıları olduğu iddia edilmiş olsa da bu iddialara yönelik kanıt bulunamamıştır.[17]

Üçüncü senesinde Einstein, Profesör Heinrich Weber’in elektroteknik laboratuvarı dersini aldı. Derste sadece zorunlu deneyleri değil, kendi tasarladığı deneyleri de yapıyordu. Sadece laboratuvarda kendi çalışmalarını yapmak için başka bazı derslere girmediği oluyordu. Einstein Weber’in fiziğe giriş derslerini beğeniyordu ama daha ileri fizik konularındaki derslerini yetersiz bulmuştu. Weber Maxwell’in elektromanyetik kuramı hakkında hiç konuşmuyordu.[3] Einstein bu dönemde saygısız ve ukala olmaya başlamıştı. Einstein bu tavrının cezasını mezuniyet sonrası çekecekti. Weber Einstein’ın üniversitede akademik bir pozisyona yerleşmesine engel olmuştu. Weber’in elektrik ve manyetizm derslerinden hayal kırıklığına uğrayan Einstein, bu konuları kendi başına çalışmaya karar verdi. Elektromanyetizm konusunda pek çok kitap edindi ve bunları kendi başına çalıştı. Bu dönemde Einstein ayrıca o dönemde oldukça yaygın olan esir fikri hakkında şüpheci bir şekilde düşünüyordu.

1900 yılında Einstein üniversiteden fizik diploması ile mezun oldu. Üniversitede bir asistanlık pozisyonu bulmak istiyordu, böylece doktorası için araştırma yapabilecekti. Fakat üniversite yıllarında pek çok profesörünü isyankar tavırları ile kızdırmıştı.[15] Profesörleri ayrıca Einstein’ın derslere girmemiş olmasından, kendi istediği konuları çalışmasından hoşlanmamıştı. Profesörler tavsiye mektuplarını yazdıktan sonra Einstein Politeknik’te bir pozisyon bulamadı. Başka üniversitelerde, kendi araştırma makalelerini göndererek pozisyonlar aradı ama hiç olumlu cevap alamadı. 18 ay boyunca bir sürü denemeden sonra üniversite pozisyonları aramayı bıraktı ve Marcel Grossman’ın yardımı ile Bern, İsviçre’de bir patent ofisinde iş buldu.[15]

Bern Patent ofisi

Soldan sağa: Conrad Habicht, Maurice Solovine ve Einstein birlikte Olympia Academy grubunu kurdular

Mezun olduktan sonra Einstein iki yılını sıkıntılı bir şekilde bir öğretmenlik işi bulmak için harcadı. Eski bir sınıf arkadaşının babası kendisine Bern’de bir patent ofisinde, asistan müfettiş olarak iş buldu.[18] Elektromanyetik cihazlar için patent başvurularını inceledi.

Patent ofisinde işinin büyük kısmı elektrik sinyallerinin aktarımı ve elektriksel-mekanik zaman eşgüdümü ile ilgili sorular hakkındaydı. İki teknik soru hakkında yaptığı düşünce deneyleri, Einstein’ın ışığın doğası ile zaman uzay ve zamanın ilişkisi hakkında radikal sonuçlara varmasını sağlamıştır.

Bern’de tanıştığı birkaç arkadaşı ile, ismini mizahi bir şekilde “The Olympia Academy” koydukları küçük bir tartışma grubu oluşturmuş, bilim ve felsefe hakkında tartışmak için düzenli olarak buluşuyorlardı.[19] Okudukları arasında Henri Poincare, Ernst Mach ve David Hume vardı, bu isimler kendisinin bilimsel ve filozofik bakış açısını oldukça etkilemişlerdir.[19]

1909′da patent ofisindeki işinden ayrılmış ve Zürih Üniversitesi‘nde kuramsal fizik profesörü olmuştur.

Annus Mirabillis

1905, Einstein’ın hayatının en verimli yılı olmuştur ve bu yıla “annus mirabillis” (Latince mucizevi yıl) denmektedir. Bir yıl içerisinde Annalen der Physik dergisinde yayınladığı dört makale, modern fizik anlayışında devrim yaratmıştır. Bu makaleler:

Upper body shot of man in suit, high white collar and bow tie.

Einstein Solvay Konferansında, 1911

Yayın Tarihi Almanca Türkçe Konu Önemi
9 Haziran Über Einen die Erzeugung und Verwandlung des Lichtes betreffenden heuristischen Gesichtspunkt Işığın Oluşumu ve Dönüşümü Üzerine Bir Görüş Fotoelektrik etki Enerjinin kuantalardan oluştuğunu önerdi ve kuantum kuramının önünü açtı.
17 Temmuz Über die von der molekularkinetichen Theorie der Wärme geoforderte Bewegung von ruhenden Flüssigkeiten suspendierten Teilchen Durağan Bir Sıvı İçindeki Asıltı Parçacıklarının Moleküler Kinetik Kuramı Çerçevesindeki Hareketleri Üzerine Brown hareketi Atomların varlığına bir kanıt sundu ve istatistik fizik alanına destek sağladı.
26 Eylül Zur Elektrodynamik bewegter Körper Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği Özel görelilik Maxwell’in elektromanyetik denklemleri ile mekanik yasalarını bağdaştırdı, ışık hızının her referansa göre sabit olduğunu önerdi, esirin varlığını reddetti.
21 Kasım Ist die Trägheit eines Körpers von seinem Energieinhalt abhängig? Bir Cismin Eylemsizliği Enerji İçeriğine Bağlı mıdır? Kütle-enerji eşitliği Kütle enerji eşitliğini ünlü formülü ile gösterdi, ışığın gravitasyon ile bükülebileceğini açıkladı.

Akademik kariyeri

1908’de artık oldukça tanınmış, büyük bir bilim adamı olarak tanınıyordu ve Bern Üniversitesinde öğretmen olarak atanmıştı. Sonraki sene patent ofisindeki işinden ve öğretmenlikten ayrıldı ve Zürih Üniversitesinde fizik doçentliğine başladı. 1911 yılında Prag’da Karl-Ferdinand Üniversitesinde profesörlük ünvanı aldı. 1914 yılında Almanya’ya döndü, Kaiser Willhelm Fizik Enstitüsü’nde yönetici, Berlin Humboldt Üniversitesinde profesör oldu. Bu işlerindeki sözleşmelerinde öğretmenlik görevlerini oldukça azaltan maddeler vardı. Prusya Bilim Akademisinin bir üyesi olmuştur. 1916 yılında Einstein Deutsche Physikalische Gesellschaft (Alman Fizik Derneği)’ın başkanı olmuştur.(1916-1918)

1911 yılında, yeni genel görelilik kuramına göre, başka bir yıldızın ışığının güneş tarafından kırılacağını hesaplamıştır. Bu tahmini sonradan Arthur Eddington’un 1919’daki güneş tutulması gözleminde doğrulanmıştır. Bu olayın uluslar arası basında haberleşmesi, Einstein’ı dünyaca ünlü yapmıştır.

1921 yılında Einstein Nobel Fizik Ödülü’ne layık görülmüştür. O dönemde görelilik hala tartışmalı görüldüğü için, ödül fotoelektrik etkisini açıklaması nedeniyle verilmiştir. 1925 yılında da Royal Society tarafından Copley Medal almıştır.

Amerikan vatandaşlığı ve Princeton

Nisan 1933’te Amerikan üniversitelerini ziyaret ederken, Alman hükümetinin Yahudileri üniversitelerde öğretmenlik dahil bütün resmi konumlardan men ettiğini öğrendi. Bir ay sonra Naziler kitap yakma kampanyalarına başladı ve Einstein’ın eserleri de yakılanlar arasındaydı. Einstein bu gezisinde Almanya’ya bir daha geri dönmeyeceğini söyledi.

Mart 1933’te Avrupa’ya döndüğünde birkaç ay Belçika’da kaldı, sonrasında geçiçi olarak İngiltere’ye geçti. Aynı yıl ABD’ye göç etmeye karar verdi. Princeton, New Jersey’de, Institute for Advanced Study’de görev aldı ve 1955’te ölümüne kadar burada kaldı. Burada kendisi bir birleşik alan kuramı geliştirmeye ve kuantum fiziğinin kabul edilmiş yorumlarını çürütmeye çalıştı. Bu iki girişimi de başarısız oldu.

Manhattan Projesi

Einstein Amerikan vatandaşlığını kabul ederken, 1940

1939 yılında, fizikçi Leo Szilard dahil bir grup Macar bilim adamı Nazilerin atom bombası araştırmaları konusunda Washington’u uyardı. Grupun uyarısı ciddiye alınmadı. 1939 yazında, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı başlamadan birkaç ay önce, Einstein prestijini kullanarak Leo Szilard ile birlikte, başkan Roosevelt’e, Nazi Almanya’sının atom bombası tehlikesine karşı uyarı mektubu gönderdi. Aynı mektupta Amerikan hükümetinin uranyum araştırmaları ve zincir reaksiyonları ile ilgili araştırma yapması tavsiye ediliyordu. Einstein ve diğer mülteci arkadaşları “Alman bilim adamlarının atom bombası yarışını kazanabileceği ve Hitlerin bu silahı kullanmak için oldukça istekli olacağı” konusunda uyarıyordu.

Albert Einstein, 1947

Mektubun ABD hükümetinin savaş öncesi nükleer silahlar hakkında yoğun araştırma yapmasının önemli bir tetikleyicisi olduğu düşünülmektedir. Başkan Roosevelt, Hitlerin önce atom bombasına sahip olması riskini üstlenemezdi. Einstein’ın mektubu ve buluşmaları sonucu ABD bombayı geliştirme yarışına girdi. Savaş sırasında ABD bombayı geliştirebilen tek ülke oldu.

1954 yılında, ölümünden bir yıl önce, bu konuda arkadaşı Linus Pauling’e şunları söylemiştir. “Hayatımda tek bir büyük hata yaptım. Başkan Roosevelt’e atom bombası tavsiyesini yapmak. Ama yine de bir nedeni vardı. Almanların daha önce yapması tehlikesi”.

Ölümü ve beyninin çalınması

18 Nisan 1955’te, Albert Einstein iç kanama geçirdi. İsrail’in kuruluşunun yedinci yıl dönümü nedeniyle bir televizyon konuşmasının taslağını hazırlıyordu ama bitiremeden hayatını kaybetti. Einstein ameliyatı şu sözlerle reddetti, “İstediğim zaman gitmek istiyorum. Hayatı yapay bir şekilde uzatmak tatsız. Ben payımı kullandım, şimdi gitme zamanı ve bunu zarif bir şekilde yapmak istiyorum”. 76 yaşında, Princeton Hastanesi’nde gece saat 01.55′te yaşamını yitirdi.

Otopsisi sırasında Princeton Hastanesi patolojisti Thomas Stoltz Harvey o gece nöbetteydi ve Einstein’ın ölüm nedenini belirlemesi gerekiyordu. Beyni kafatasından çıkardıktan sonra kendi kendine “Bu dünyamız hakkında herşeyi değiştiren beyindir” demiştir. Einstein öldükten sonra vücudunun putlaştırılarak tapılmasını istemiyordu. Fikirlerine ve bilime olan katkısına odaklanması gerektiğine inanıyordu. Bunun için ailesi tarafından öldükten sonra yakılması fikri ortaya atıldı. Harvey bedeni yakılması için hazırladı. Beyni ise kendi sefer tasına koydu ve evine götürdü. Böylece Einstein’ın beyni çalınmış oldu.

Beyni çalınan Einstein’ın ailesi şoktaydı. Hükumet yetkileri ve Harvey’in meslektaşları ise çileden çıkmıştı. Herkes beynin iade edilmesini istiyordu ancak Harvey bunu kabul etmedi. Bu nedenle de işinden oldu. Ancak Harvey beyni bilimsel araştırmalarda kullanılacağına yemin edince, ailesi bu isteğinden vazgeçti. Daha sonra Einstein’ın kalıntıları ailesi tarafından yaktırıldı ve külleri bilinmeyen bir yere serpildi. Beyni ise Harvey tarafından 1985 yılına kadar hayatının anlamı oldu ve bu yılda beynin bir kısmını o yıllarda beyinle uğraşan bir uzmana gönderdi. Gönderdiği uzman tarafından bulunanlar ise basında bir sansasyona neden oldu. Çalışmalar Einstein’ın beyninde bulunan ve beyin nöronlarını besleyen glial hücrelere odaklanmıştı. Einstein’ın beyninde normal bir insana nazaran daha fazla glial hücre bulunuyordu. Fakat bu konuda bilim adamları farklı fikirler ortaya attılar.

Einstein’ın beyni 53 yıl sonunda çalındığı Princeton Hastanesi’ne geri döndü. Harvey bundan 3 yıl sonra hayatını yitirdi.

Bilimsel çalışmaları

Özel görelilik kuramı

19. yüzyılın sonlarında Michelson-Morley deneyi, ses ve başka dalga olaylarının tersine, ışık hızının referans sistemine göreceli olmadığını göstermişti.[18] O dönemde sesin hava aracılığıyla yayıldığı gibi ışığın da esir denen gizemli bir ortamda yayıldığı düşünülüyordu.[18]

Einstein, ışık hızının sabit olduğunu ve ışığın yayılması için esir ortamının gerek olmadığını ve mekan zaman ve hareketin izafi olaylar olduğunu düşündü.[20] Çalışmalarının sonucuna varırken iki ilkeyi varsaydı: görelilik ilkesi sabit hızla hareket eden bütün gözlemciler için geçerlidir ve ışığın hızı bütün gözlemciler için c’dir.[21] Einstein’ın kuramı ile sabit hızla hareket eden iki gözlemcinin matematik hesap ile aynı olayın gözlemcilere göre yer ve zamanı belirlenebiliyor.[21] Bu kuram, Newton’un her yerde aynı işleyen, herkes için aynı “mutlak zaman” fikrini yıkıyordu.[21] E=mc² düşüncesinin kökeni bu kuramdır.

Genel görelilik kuramı

Özel görelilik kuramı düzgün, doğrusal ve ivmesiz hareket eden sistemlerle sınırlıydı.[22] Genel görelilik kuramı ise birbirine göre ivmeli hareket eden sistemleri de kapsıyordu. Birinci kuram, kapsamı daha geniş olan ikinci kuramın özel bir hali sayılabilir.[22]

Genel görelilik, gravitasyon kavramına yeni bir bakış açısı getirdi.[22] Klasik mekanikte gravitasyon, kütlesel nesneler arasında çekim gücü olarak algılanıyordu.[22] Örneğin dünyayı yörüngede tutan, kütlesi daha büyük Güneş’in çekim gücüydü.[22] Genel görelilik kuramına göre ise gezegenleri yörüngelerinde tutan, yörüngenin yer aldığı uzay kesiminin Güneş’in kütlesel etkisinde kavisli bir yapı oluşturmasıdır.[22] Genel kuram ayrıca gravitasyon ile eylemsizlik ilkesini “gravitasyon alanı” adı altında birleştirdi.[22]

Kütle-enerji eşitliği

Walk of Ideas, Almanya

Albert Einstein, enerjinin ışık hızının karesiyle maddenin kütlesinin çarpımına eşit olduğunu bularak kendisine kadar süregelen bir yargıyı yıkarak bilim dünyasında yeni bir çığır açmıştır. Ondan öncesinde kütle ile enerji arasında bir bağlantı kurulmamıştır ve ayrı olgular oldukları varsayılmıştır. 19.yüzyılda kimyagerlerin hassas aygıtları olmadığı için kimsenin dönüşüm sonrası kütle kaybından haberleri yoktu. Basit tepkimeler sonrası oluşan kütle kaybı fark edilememişti. Einstein ise bütün bilinenleri yıkarak çağdaş bilimin temel taşlarını atmıştır. Ona göre her şey enerjidir, yani maddeler de çok yoğun enerjilerdir. Kimyasal reaksiyonlar sonrası küçük de olsa kütlenin bir kısmı enerjiye dönüşmektedir. Bu durumu açıklamak için eşitliğin az farklı formülasyonu E=mc² ilk defa Albert Einstein tarafından 1905′de ünlü makalelerinde yayımlanmıştır. Aynı yıl önermiş olduğu özel görelilik kuramının bir sonucu olarak türetmiştir.

Fotoelektrik etki

Ana maddeler: Foton ve Fotoelektrik etki

Einstein öncesinde ışık, kimi bilim adamları tarafından tanecikler akımı, kimileri tarafından da dalga devinimi olarak nitelendirilmişti.[18] 19. yüzyılın başlarında Young’la başlayan, Fresnel ve daha sonra Faraday ve Maxwell’in çalışmalarıyla pekişen deneyler dalga kuramına belirgin bir üstünlük sağlamıştı.[18] Einstein’ın fotoelektrik çalışması, bu gelişmeyi tersine çevirmiş, hem de Planck’ın 1900’de ortaya sürdüğü kuantum teorisini de çarpıcı bir biçimde doğrulamıştır.[18]

Üzerine ışık düşen bazı maddeler elektron salıyorlardı. Parlak ışıklar daha fazla elektron salıyor fakat enerjileri artmıyordu. Sarı ve kırmızı ışıklar pek az elektron salıyorlardı. Klasik fizik bu durumu dalga kuramı ile açıklayamıyordu. Einstein bu soruna Planck kuramını uyguladı. Sonradan foton adı verilen belirli enerjili bir kuanta, maddenin atomu tarafından soğrulmakta, böylece belirli enerjide bir elektron atomdan alınmaktadır.

Einstein bu çalışması nedeniyle 1921 yılında Fizik Nobel Ödülünü kazanmıştır.

Brown hareketi ve istatistiksel fizik

1850’lerde İngiliz botanikçisi Robert Brown, mikroskoplarla polenleri incelerken, taneciklerin su içinde rastgele sıçramalarla devinim içinde olduğunu gözlemledi; fakat bu gözlem 1905’e dek açıklamasız kaldı.[18] Molekül kavramı yeni değildi; ancak en güçlü mikroskop altında bile görülemeyecek kadar küçük olan moleküllerin varlığı, ilk kez bu açıklamayla kanıtlanmış oldu.[18]

Brown’a göre asıltının içinde bulunduğu su, Maxwell ve Boltzman kinetik kuramı çerçevesinde hareket eden moleküllerden oluşuyorsa asıltı parçacıklar gözlendiği gibi titreşirler.[5] Su içindeki bütün cisimler her yönden ve sürekli olarak moleküllerle itilirler.[5]

Einstein hareket ile molekül büyüklüğü arasındaki matematik ilişkiyi saptamış ve böylece molekül ve atomların büyüklüğünü hesaplamak mümkün olmuştu.[5] Bu açıklamadan üç yıl sonra Perrin, Brown hareketi üzerinde deneyler yaparak Einstein’ın hesaplarını doğruladı.[5]

Bose-Einstein istatistiği

Einstein ve Hintli fizikçi Nath Bose, 1925′te yoğun bir gaz kütlesinin mutlak sıfır sıcaklığına düşürüldüğünde, atomlar kendi özelliklerini kaybedecek, bir bütün halinde dev bir tek atoma dönüşecekleri sonucuna vardılar.[23] Bose’un fotonlar için kullandığı metotları ayırt edilemez parçacıklar için genelleştiren Einstein, yaptığı çalışmalarda etkileşmeyen parçacıklardan oluşan bozon gazının tek bir kuantum durumuna yoğuşabileceğini göstermiştir.[24]

Einstein Bohr konuşurken şüpheci bir şekilde dinliyor.

Einstein ve Niels Bohr, 1925

Kuantum fiziği ve belirsizlik ilkesi

1930 yılında belirlenemezlik ilkesinin zaman ve enerjinin aynı anda ve doğru olarak saptanamayacağı anlamına geldiğini fakat bunun bir deney ile geçersizliğinin gösterilebileceğini açıklıyordu. Bunu dinleyen Bohr, uykusuz bir geceden sonra Einstein’ın düşünüşündeki hataları bularak “belirlenemezlik ilkesinin” yaygın olarak kabulünü sağlıyordu.

Niels Bohr ile tartışmaları

Fotoelektrik olayını açıklayan Einstein kuantum kuramının gelişimine büyük katkıda bulunmuştu ama kuramın geliştiği yönden hiç memnun değildi. Heisenberg’in belirlenemezlik ilkesini kabul etmiyor, tanrı zar atmaz diyordu. Niels Bohr da kuantum kuramının gelişmesinde önemli rol oynamış fizikçilerden birisiydi ve Einstein’ın bu fikirlerine katılmıyordu. Einstein ve Bohr arasında birbirine saygılı bir biçimde, dostça bir tartışma sürdü. Einstein çeşitli düşünce deneyleri ile kuantum kuramının belirlenemezlik ilkesini çürütmeye çalışıyordu fakat Bohr bu eleştirilere tutarlı cevaplar vererek Einstein’ı ve dünyayı ikna ediyordu.[25] Einstein sonradan belirsizlik ilkesini çürütmeye çalışmaktan vazgeçmiş ve kuantum mekaniğinin fiziksel gerçekliği anlatmakta yetersizliği fikrini savunmaya başlamıştır.[25]

1927 yılında Solvay Konferansında Einstein ile Bohr arasında geçen o sıcak tartışmaların özünde temel kuram ve yasalar bulma saplantısı, yani son bilgi saplantısı yatıyordu. Bu çaba mutlak olanı bulma çabasıydı.[26]

Kozmoloji

Einstein evrenin sabit olduğunu düşünüyordu ve parametreler arasındaki çelişkiyi çözmek için kuramına kozmolojik sabit eklemişti.[27] Einstein sonradan belirsizlik ilkesini çürütmeye çalışmaktan vazgeçmiş ve kuantum mekaniğinin fiziksel gerçekliği anlatmakta yetersizliği fikrini savunmaya başlamıştır.[25] Sonrasında evrenin sürekli genişlediği anlaşılınca Einstein bu sabiti “en büyük hatam” olarak nitelemiş ve denklemlerinden çıkarmıştır.

Birleşik alan kuramı

Einstein, Princeton’da fizik çalışmalarını sürdürürken, genel göreliliği elektromanyetik kuramına bağlayan bir birleşik alan kuramı üzerinde çalışmış ama başarılı olamamıştır….

Görüşleri

Politik görüşleri

Einstein Almanya’da doğmuş bir Yahudi vatandaşı olarak Nazilerin yükselişi, iktidarı ve Holokost döneminde yaşamıştı. Bu nedenle ABD’ye göç etmiş ve büyük bir Nazi karşıtı görüş geliştirmiştir. ABD başkanına mektup yazarak ABD’nin Almanya’dan önce nükleer silah geliştirmesi gerektiği tavsiyesinde bulunmuştur. Yahudilerin kendi ülkelerine sahip olması gerektiğine inanmış ve İsrail’in kuruluşunu desteklemiştir.[28] Ama bu devletin sınırları ve bir ordusu olmasına karşı çıkmış ve Araplar ile birlikte iki uluslu bir ülke olması gerektiğini savunmuştur.[28]

Einstein, sosyalizm hakkında övgü dolu sözler söylemiş ve bütün dünyanın tek bir hükümet altında toplanması fikrini ifade etmiştir. Soğuk Savaş’ın başlaması ile ABD’deki anti-komünist politikalarını ifade özgürlüğünü kısıtlayacak derecede olmaları nedeniyle eleştirmiştir. Kendisi ayrıca Bertrand Russell ile birlikte bir anti-nükleer manifesto yayınlamıştır.

Niçin Sosyalizm yazısında kapitalizmi şu şekilde eleştirmiş ve sosyalizmi savunmuştur.

Bana kalırsa kapitalizmin en büyük kötülüğü bireylerin sakatlanmasıdır. Tüm eğitim sistemimiz bu beladan muzdariptir. Gelecekteki kariyerine hazırlanmak için açgözlü bir biçimde başarıya tapmak üzere eğitilmiş öğrenciye abartılı bir rekabetçi yaklaşım aşılanır. Ben bu korkunç beladan kurtulmanın tek yolu olduğuna eminim. Bu yol, toplumsal hedefler doğrultusunda yönlendirilmiş bir eğitim sisteminin eşlik ettiği sosyalist ekonominin inşasıdır. Böyle bir ekonomide toplumun kendisi üretim araçlarının sahibidir ve üretim araçları planlı bir tarzda kullanılır. Üretimi toplumun gereksinimlerine uyduran planlı bir ekonomi işi çalışabilir durumda olanlara dağıtır ve erkek, kadın, çocuk herkesin geçimini garanti eder. Bireyin eğitimi, doğuştan sahip olduğu yeteneklerin geliştirilmesinin yanında, günümüz toplumundaki güç ve başarının yüceltilmesi yerine, bireyin içinde çevresindekilere karşı sorumluluk hissi geliştirmeyi hedefler.[29]

Dini görüşleri

Einstein çeşitli röportajlarında ve mektuplarında Museviliğe inanmadığını ve bütün dinleri çocukça batıl inançlar olarak gördüğünü söylemiştir. Kendisi dinlerin çocukça ve batıl inançlardan oluşan boş inançlar olduğunu belirtmiştir. Fakat kendisini bir ateist ya da panteist olarak tanımlamayıp, değişik zaman dilimlerinde agnostik veya deist [30] görüşler belirtmiştir. Katı bir determinizme inanan Einstein, evrenin yasalarını anlamayı bir tür dini duyguya benzetmiştir.

50. yaş gününde, George Sylvester Viereck’e verdiği bir röportajda tanrı ve din ile ilgili fikirlerini şu şekilde özetlemiştir:[31]

Ben bir ateist değilim. Kendime bir panteist diyebileceğimi düşünmüyorum. İlgili soru bizim kısıtlı akıllarımız için çok geniş. Biz, pek çok değişik dilde kitapla doldurulmuş bir kütüphaneye giren küçük bir çocuğun durumundayız. Çocuk kütüphanedeki kitapları birisinin yazmış olması gerektiğini bilir. Nasıl yazıldıklarını bilmez. Yazıldıkları dilleri anlamaz. Çocuk, kitapların sıralanmasında esrarengiz bir düzen olduğundan şüphe eder, ama ne olduğunu bilmez. Bu durum, bana göre, en zeki insanın bile tanrıya göstereceği yaklaşımdır. Biz, evrenin muhteşem bir şekilde düzenlendiğini ve belirli kanunlara uyduğunu görmekteyiz, ancak bu kanunları çok bulanık bir şekilde anlayabilmekteyiz.[31]

Popüler kültürde Einstein

Albert Einstein, pek çok popüler kültür ürünü için konu veya bir ilham kaynağı olmuştur.

Einstein’ın 72. yaş gününde, UPI fotoğrafçısı Arthurr Sasse kendisini kameraya karşı gülümsetmeye çalışıyordu. Einstein o gün defalarca kameralara gülümsedikten sonra bu sefer dilini çıkardı. Bu fotoğraf Einstein’ın en ünlü fotoğraflarından biri olmuştur. 19 Haziran 2009′da orijinal fotoğraf bir açık arttırmada 74,324 dolara satılmış ve Einstein’ın en pahalı fotoğrafı olmuştur.

1999′da, ileri gelen fizikçiler Einstein’ı tarihin en büyük fizikçisi seçmişlerdir. Einstein kelimesi, dahileri tanımlamak için kullanılan bir kelimeye de dönüşmüştür.

Einstein ayrıca kurgu eserlerde çılgın bilimadamı tipleri için de bir model olmuştur. Aşırı ifadeli suratı ve farklı saç modeli çoğunlukla taklit edilmiş ve abartılmıştır. Time dergisinin yazarı Frederic Golden’a göre Einstein “bir çizgi romancının gerçeğe dönüşmüş hayaliydi”.

Eserleri

Kitapları

  • Görelilik; Özel ve Genel Kuram: Popüler Bir Yorum, 1920.
  • Görelilik’in Anlamı, 1921.
  • Tek Atomlu Đdeal Gazların Kuantum Kuramı, 1924.
  • Brown Hareketi Kuramı Üzerine Araştırmalar, 1926.
  • Siyonizm Hakkında, 1930.
  • Niçin Savaş, 1933.
  • Gördüğüm Kadarıyla Dünya, Denemeler, 1934.
  • Felsefem, 1934.
  • Fiziğin Evrimi, Leopold Infield ile birlikte, 1938.
  • Otobiyografik Notlar, Denemeler, 1949.
  • Denemeler, 1950.

Makaleleri

  • Über Einen die Erzeugung und Verwandlung des Lichtes betreffenden heuristischen Gesichtspunkt (Işığın Oluşumu ve Dönüşümü Üzerine Bir Görüş), 1905.
  • Über die von der molekularkinetichen Theorie der Wärme geoforderte Bewegung von ruhenden Flüssigkeiten suspendierten Teilchen (Durağan Bir Sıvı İçindeki Asıltı Parçacıklarının Moleküler Kinetik Kuramı Çerçevesindeki Hareketleri Üzerine), 1905.
  • Zur Elektrodynamik bewegter Körper (Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği), 1905.
  • Ist die Trägheit eines Körpers von seinem Energieinhalt abhängig? (Bir Cismin Eylemsizliği Enerji içeriğine Bağlı mıdır?), 1905.
  • Zur Theorie der Brownischen Bewegung (Brown Hareketi Kuramı Üzerine), 1906.
  • Zur Theorie der Lichterzeugung und Lichtabsorption (Işığın Salınımı ve Soğurumu Kuramı Üzerine), 1906.
  • Plancksche Theorie der Strahlung und die Theorie der Spezifischen Wärme (Işınımın Planck Kuramı ve Özgül Isı Kuramı), 1907.
  • Entwurf einer verallegemeinerten Relativitätstheorie und einer Theorie der Gravitation (Bir Kütle Çekimi Kuramı ve Genelleştirilmiş Görelilik Kuramına Bir Gönderme), 1913.
  • Die Grundlagen der allgemeinen Relativitätstheorie (Genel Görelilik Kuramı’nın Temelleri), 1916.
  • Quantentheorie der Strahlung (Işınımın Kuantum Kuramı), 1917
tarafından

Akdeniz Bölgesi

Akdeniz Bölgesi

.

Türkiyenin akdeniz sahillerini ve güneyini kapsayan bölgedir. Bölge sınırı ile il sınırları birbiri ile çakışmaz

Akdeniz Bölgesi, Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesinden biridir. Anadolu’nun güneyinde Akdeniz kıyısı boyunca uzanır. Genişliği 120-180 km arasında değişir. Batı ve kuzey batısında Ege Bölgesi, kuzeyinde İç Anadolu Bölgesi, doğusunda Güneydoğu Anadolu Bölgesi, güneyinde ise Akdeniz bulunur. Güneydoğudan Suriye ile komşudur. Türkiye’nin başka bölgelerinde olduğu gibi Akdeniz Bölgesi’nde de bölge sınırları ile yönetim birimleri olan illerin sınırları tümüyle çakışmaz.

Konu başlıkları

Coğrafya

Coğrafi konum

Adını güneyindeki denizden alan Akdeniz Bölgesi, kuzey batıda Ege Bölgesi, kuzeyde İç Anadolu Bölgesi, kuzeydoğuda Doğu Anadolu Bölgesi ve doğuda Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile komşudur.

Kıyı uzunluğu doğuda Suriye sınırından batıda Marmaris‘e kadar 1542 km’dir.

Akdeniz Bölgesinin yüz ölçümü 89.493 km2 dolayındadır; Türkiye toplam alanının yaklaşık %14′ünü kaplar.

Arazi Yapısı

Batı Toroslar, Antalya

Göksu Nehri

Türkiye’nin en büyük tatlısu gölü, Beyşehir gölü

Alanya yakınlarından bir burun

Akdeniz bölgesinin arazi yapısı oldukça dağlık ve engebelidir. Bölgenin yeryüzü şekillerinin ana çizgilerini Toroslar belirler. Antalya Körfezi’nin iki yanında yer alan Batı Toroslar, Kuzeyde Göller Yöresinde birbirine yaklaşıp sıkışır. Teke Yarımadası‘nın batısında beliren Batı Toroslar, Taşeli Platosu‘na kadar uzanır.

Genellikle kalker ve ofiyolitli kayalarından oluşan bu dağlar kırıklı ve kıvrımlı bir yapı gösterir. Batı Torosların en yüksek noktası Bey Dağlarındaki 3096 m’lik Kızlar Sivrisi Tepesidir. Göller Yöresi’nin kalker oluşumu, sarp dağlarının ortalama yüksekliği 2000-2005 m arasındadır. Yüksek kütleler arasında Avlan, Gördes, Söğüt gibi karstik kökenli çanak biçimli çukur alanlar vardır.

Bu kesim aynı zamanda düden, obruk, mağara, yer altı dereleri, suyutan ve voklüz kaynakları gibi karstik şekiller bakımından da zengindir.

Türkiye’nin, Beyşehir ve Eğridir gibi büyük tatlı su gölleri buradadır. Batı Toroslar, dik eğimli yamaçlarından inen bol sulu akarsular tarafından parçalanmış ve genellikle boylamasına uzanan derin vadiler ortaya çıkmıştır. Orta Toroslar, güney batıdaki Taşeli platosu ile kuzey doğudaki Uzun Yayla arasında uzanır. Bu kesimdeki başlıca yüksek kütleler batıdan doğuya doğru Bolkar Dağları, Aydos Dağları, Ala Dağlar, Tahtalı Dağları ve Binboğa Dağlarıdır.

Orta Toroslar’ın en yüksek noktası Ala Dağlar’da 3756 m’ye yetişen Demirkazık Tepesidir. Orta Toroslar Uzun Yayla’da 1500m yüksekliğindeki bir platoya dönüşür. Orta Toroslar kuzey-güney doğrultusunda akan bol sulu akarsular tarafından parçalanmıştır. Göksu, 130 km uzunluğundaki Limonlu Çayı, Tarsus çayı bunların başlıcalarıdır. Bu akarsular kalker oluşumlu dağlar arasında, derinliği 1000m’yi bulan vadiler açar ve yörenin yüzey şekillerinin sert bir görünüm almasına neden olur.

Nur Dağları, Toroslar dağ sisteminin en güneyindeki bölümünü oluşturur ve İskenderun Körfezinin doğusunda dik bir duvar gibi yükselir. Bu dağların, Güneydoğu Torosların başlangıcı olan Ahır Dağlarına yaklaştığı noktada yükseltisi Düziçi İlçesinin kuzeyinde Düldül Tepesi 2200 m. Osmaniye’nin Güneydoğusunda Daz Tepesi 2200 m. Dörtyol’un doğusunda Mıgır Tepesi 2243 m.yüksekliğindedir.

Lübnan topraklarından doğarak kuzeye doğru akan ve Antakya yakınlarında dik bir açıyla batıya dönen Asi Irmağı, Amik Ovasının Güneybatı ucunda, geniş tabanlı bir vadiden geçer ve Samandağı yakınlarında Akdeniz’e dökülür.

Çukurova, doğuda Amanos Dağları, batıda ise Orta Toroslar‘la sınırlanır. Bu geniş düzlük batıda Seyhan doğuda Ceyhan ırmaklarının taşıdığı alüvyonlarla oluşmuş büyük bir delta ovasıdır. Çukurova’nın kuzey kesimleri bu iki ırmağın kolları ile yeryer parçalanmış bir plato görünümündedir; buna karşılık güneyde tekdüze bir hal alır. Bölgedeki en önemli akarsular doğudan batıya doğru sırasıyla Asi, Ceyhan ve Seyhan ırmakları ile Göksu, Köprü Suyu, Aksu, Eşem ve Dalaman çaylarıdır.

Başlıca doğal göller Beyşehir, Eğirdir, Burdur ve Suğla gölleridir. Kıyılarda ise irili ufaklı birçok lagün vardır. En önemli yapay göller ise Seyhan , Çatalan, Aslantaş ve Menzelet baraj gölleridir.

Akdeniz kıyıları genellikle, az girintili çıkıntılı olması ve geniş yaylar çizmesi bakımından Karadeniz kıyılarına benzer; kıyı sahanlıklarına da pek rastlanmaz. Bölgenin en batı kesiminde ise dağlar kıyıya dik uzandığı için, burada Ege kıyılarına benzeyen daha girintili çıkıntılı bir kıyı tipi vardır. Bu kıyıların, yakın zamanlardaki bir deniz düzeyi yükselmesi sonucu oluştuğu sanılmaktadır. Engebeli kıyının içine sokulmuş küçük koylar, adalar ve yarımadalar bu yükselme nedeniyle ortaya çıkmıştır.

İklim

Akdeniz ve Ege bölgesi kıyıları ile Marmara Denizi çevresinde görülür. Bu iklimde yazlar sıcak ve kurak geçmektedir. Kışlar ise ılık ve yağışlıdır yaz ve kış mevsimindeki yağış miktarı arasında, büyük bir fark bulunmaz. İç kesimlere doğru karasal iklim görülür.

Bitki örtüsü

Dağların denize bakan yamaçlarında makilikler ve yer yer yüksek ormanlar kaplı ve arkalarında çukur alanlar ise karasal etkilerin arttığı bir iklim tipine rastlanır. Yine de Akdeniz’in etkisi nedeniyle bu kesimlerdeki iklim, İç Anadolu’daki kadar şiddetli karasal özellikler taşımaz. En sıcak ay ortalaması kıyılardaki 27-28 °C, iç kısımlar 23-25 °C dir; en soğuk ay ortalaması ise kıyıda 10 °C dolayında iken iç kısımlarda 1,5-2 °C kadar iner. Benzer biçimde, yıllık ortalama sıcaklık kıyılarda 18-20 °C, iç kısımlarda ise 12-14 °C kadardır. Yine Türkiyenin ortalama sıcaklıgı en yüksek noktası da buradadır Mersin kent merkezinin ortama sıcakklığı yıllık 22 °C dir. Bu sayede turizm gelişmiştir. Turizm bölgenin önemli geçim kaynaklarındandır. Aynı zamanda iklim şartları nedeniyli bitki örtüsü makidir ve aynı zamanda yazları sıcak ve kurak kışları ise ılık ve yağışlı geçer. Yinede bu bölgede ortalama derece yazları 18°-30° derece kışları ise ortalama 8°-10° derece arasında yer alır. Bitki örtümüz maki, defne, keçiboynuzu, zeytin gibi bodur ve kısa ağaçlardan oluşur. Ancak bu ağaçlar orman ağaçlarına nisbeten sıcağa ve soğuğa daha dayanıklıdır.

İller

Akdeniz Bölgesi sınırları içerisindeki iller şunlardır:

Nüfus ve Yerleşme

Bölgeyle özdeşleşen kent, Antalya

2007 nüfus sayımı sonuçlarına göre Akdeniz Bölgesi’nin nüfusu yaklaşık olarak 8,9 milyondur. Akdeniz Bölgesi kıyı bölgelerimize göre daha az nüfusludur. Nüfus yoğunluğunun en az olduğu yerler Teke ve Taşeli Platosu ile dağlık alanlardır. Akdeniz Bölgesi sulak ve kurak olmayan bir bölge olduğundan nüfus dağınıktır.

İllerin Toplam Nüfusları (2010 Yılı)

  • Adana: 2.085.825 merkez : 1.617.000
  • Antalya: 2.008.333 merkez : 1.043.000
  • Mersin: 1.647.899 merkez : 861.000
  • Hatay: 1.480.571 merkez : 213.000
  • Kahramanmaraş: 1.037.492 merkez : 429.000
  • Osmaniye: 464.880 merkez : 204.000
  • Isparta: 406.463 merkez : 192.000
  • Burdur: 258.803 merkez : 70.300

* 2010 Nüfus Sayımı Sonuçları (Merkez)

Sıra Kent 1990 Sayımı 2000 Sayımı 2007 Sayımı 2011 Sayımı Bağlı olduğu il
1 Adana 916.150 1.130.710 1.611.262 1.617.000 Adana
2 Antalya 378.208 603.190 1.127.634 1.043.000 Antalya
3 Mersin 422.357 537.842 1.056.331 861.000 Mersin
4 Kahramanmaraş 228.129 326.198 371.463 429.000 Kahramanmaraş
5 Tarsus 182.000 216.382 229.921 244.000 Mersin
6 Antakya 123.871 144.910 186.243 213.000 Hatay
7 Osmaniye 122.307 173.977 180.477 204.000 Osmaniye
8 İskenderun 154.807 159.149 177.294 203.000 Hatay
9 Isparta 112.117 148.496 184.735 191.900 Isparta
10 Ceyhan 85.308 108.602 103.800 107.000 Adana
11 Alanya 52.460 88.346 91.713 104.000 Antalya
12 Manavgat 38.498 71.679 75.163 94.700 Antalya
13 Kadirli 55.061 65.227 77.379 82.968 Osmaniye
14 Kozan 54.451 75.833 72.463 78.587 Adana
15 Burdur 56.432 63.363 70.157 70.389 Burdur

Turizm

Bölgenin kıyı kesimindeki elverişli iklim koşulları, doğal güzellikler ve tarihi zenginlikler turizmin gelişmesini sağlamıştır. Özellikle Antalya Bölümü’nde turizm gelişmiştir. Antalya, Alanya, Side, Kaş, Kalkan bu bölümde deniz turizminin geliştiği merkezlerdir. Akdeniz medeniyetini simgeleyen Olimpus, Patara gibi tarihi şehir kalıntıları önemli turistik çekiciliklerdir. Bölgede geniş alan kaplayan karstik şekiller, özellikle Damlataş ve İnsuyu ile Cennet – Cehennem doğa harikasıdır. Pek çok milli park ile uluslararası yarışma ve festivallere duyulan aşırı ilgi bölge turizminin gelişmesine katkıda bulunmaktadır.

Yemekleri

  • Mahluta çorbası
  • Çakıldaklı çorba
  • Toğga çorbası
  • Tirşik çorbası
  • Gülgas
  • Baba Hannuş
  • Fıstıklı Köfte
  • Mercimekli köfte
  • Çiğ köfte
  • İçli köfte
  • Etli kömbe
  • Kısır
  • Kelle paça
  • Batırık
  • Antakya Böreği
  • Künefe
  • İrmik Helvası
  • Kuşkonmaz Çorbası
  • Tahinli Antalya Piyazı
  • Radika Salatası
  • Bal Kabağı Dolması
  • Kahramanmaraş Tarhanası
  • Minbar (munbar)
  • Dondurma
tarafından

Doğu Anadolu Bölgesi

Doğu Anadolu Bölgesi

Doğu Anadolu Bölgesi

Doğu Anadolu Bölgesinin NASA uyduları tarafından kışın çekilmiş bir görüntüsü, 20 Ocak 2004

Doğu Anadolu Bölgesi, Türkiye‘nin yedi coğrafi bölgesinden biridir. Anadolu topraklarındaki konumunda doğuda yer alması nedeniyle Birinci Coğrafya Kongresi tarafından 1941 yılında böyle isimlendirilmiştir. Ülkenin, nüfus yoğunluğu ve nüfusu en az olan bölgesidir. Bunda bölgenin yüz ölçümünün büyük olması başlıca etkendir.Doğu Anadolu Bölgesinin yüz ölçümü 163 000 km2dir. Yüz ölçümü bakımından Türkiye topraklarının %21′ini kaplar.[kaynak belirtilmeli] 2000 yılındaki nüfus sayımına göre bölgenin nüfusu 6 milyon 147 bin kişi civarındadır. Başlıca geçim kaynakları hayvancılık ve tarımcılıktır.

Doğu Anadolu Bölgesi’nde dört bölüm vardır:

Konu başlıkları

Coğrafya

Ovalar ve platolar

Bölgede dağlardan sonra en fazla alan kaplayan yerşekli platolardır. Platolar, Fırat ve Aras nehirlerinin kolları tarafından parçalanmıştır. En büyük platosu Erzurum-Kars Platosu‘dur.

Göller ve nehirler

Doğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Aras ve Kura nehirleri sularını ülkemiz toprakları dışarısında Hazar Denizi‘ne dökerler. Fırat, Dicle ve Zap nehirleri ise sularını yine ülkemiz dışarısında Basra Körfezi‘ne dökerler.

Bölge akarsularının rejimi düzensizdir. Bunun nedeni; yağış rejiminin düzensizliği ve kış yağışlarının kar şeklinde düşmesidir. Kışın yağan karlar erimeden uzun süre yerde kaldığı için akarsuların debileri azalmaktadır. İlkbahar ve yaz aylarında eriyen karlar akarsuların debilerinin yükselmesine ve coşkun bir şekilde akmasına yol açar. Öte yandan bölge akarsularının hidroelektrik enerji potansiyeli yüksektir. Bunun nedeni, yükselti ve eğimlerinin fazla olmasıdır.

Bölgedeki fay hatları üzerinde göller oluşmuştur. Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü başta olmak üzere Çıldır, Nazik, Erçek, Hazar, Balık ve Bulanık gölleri bölge sınırları içerisinde yer alır.

İklim ve bitki örtüsü

Bölgedeki iklim karasal iklimdir. Sadece iki ilde, Elazığ ve Malatya illerinde bozkır bitki örtüsü görülür. Van Gölü’nün etkisi sayesinde Van ve çevre iller ılıman bir iklime sahiptir. Erzurum ili kışları soğuk olmasına rağmen yazları yemyeşil bitki örtüsüne sahiptir

İller

Doğu Anadolu’da 14 tane il vardır. Bu iller ve merkez ilçesi nüfusları:

Nüfus verileri: TÜİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2011

Doğu Anadolu Bölgesi’nin en gelişmiş illeri ve toplam nüfusları: 1:Erzurum toplam nüfus:780.847 2:Malatya toplam nüfus:757.930 3:Elazığ toplam nüfus :547.562

Nüfus ve yerleşme

Türkiye’nin nüfus yoğunluğu en az olan bölgesidir. Bunda bölgenin yüzölçümünün büyük olması başlıca etkendir. 2000 yılındaki nüfus sayımına göre bölgenin nüfusu 6 milyon 147 bin kişi civarındadır.

Türkiye’deki coğrafi bölgeler arasında nüfus miktarı ve yoğunluğu yönünden önemli farklar bulunmaktadır. Bu farkların oluşmasında fiziki faktörler (iklim özellikleri, yerşekilleri, toprak özellikleri) ve beşeri faktörler (sanayileşme, tarım, yeraltı kaynakları, turizm, ulaşım) önemli rol oynarlar.

Diğer bölgelere göçün fazla yaşandığı bölge olan Doğu Anadolu Bölgesi’nde kırsal nüfus, kent nüfusundan fazladır.

Sanayi

Sanayi kuruluşları yetersiz olan Doğu Anadolu Bölgesi halkı geçimini, başta hayvancılık olmak üzere tarımdan sağlar. Bölgenin hayvancılığa çok elverişli olan ErzurumKars Bölümü’nde yüksek nitelikli sığırlar yetiştirilir. Çok sayıda küçükbaş hayvan besleyen göçer aşiretler yazın sürülerini bölgenin öteki kesimlerindeki yüksek yaylalarda otlatır.

Bitkisel üretime elverişli alanlar, bölge yüzölçümünün ancak %10′unu kaplar. Bu alanın büyük bölümünde tahıl ekimi yapılır. Tahıldan başka baklagiller, şeker pancarı, meyve, sebze, pamuk ve az miktarda da tütün yetiştirilir. Pamuk yetiştirilen kuytu Iğdır, Malatya ve Elazığ ovalarını yanı sıra Erzincan Ovası ile Van Gölü çevresinde meyve bahçeleri çok yer tutar.

Yalnızca büyük kentler çevresinde kurulan sanayilerin başlıcaları pamuklu dokuma, iplik, şeker, süttozu, un, peynir, yem, sigara ve çimento fabrikaları ile et kombinalarıdır.

Yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin sayılan Doğu Anadolu Bölgesi’nde; Afşin ve Elbistan‘da linyit, Hekimhan ve Divriği yörelerinde bakır, Alacakaya yöresinde krom, Maden yöresinde bakır, Keban ve Baskil yöresinde de gümüşlü kurşun erzurum-aşkale’de bor madeni yatakları bulunmaktadır. Keban ve Karakaya hidroelektrik, Afşin Elbistan termik santrallerı bölgenin başlıca enerji üretim kuruluşlarıdır.

Tarımsal alanları kısıtlı, sanayi işyerleri yetersiz olan bölge halkının artan nüfusu içinde işsiz kalan kesimi, ülkenin ekonomi olanakları daha gelişmiş olan yörelerine göç etmek zorunda kalmaktadır.

tarafından

Karadeniz Bölgesi

Karadeniz Bölgesi

 

Karadeniz Bölgesi Türkiye’nin kuzeyinde Karadeniz kıyısı boyunca uzanır.

Karadeniz Bölgesi’nin yeryüzü şekilleri

Karadeniz Bölgesi, ismini Karadeniz‘den alan, Sakarya Ovası‘nın doğusundan Gürcistan sınırına kadar uzanan Türkiye‘nin yedi coğrafi bölgesinden biridir. Türkiye’deki bölgeler arasında büyüklük bakımından üçüncü sırada yer almaktadır, ayrıca doğu-batı genişliği ve bu nedenle yerel saat farkı en fazla olan bölgedir. Karadeniz Bölgesi’nin en büyük ve gelişmiş şehirleri sırasıyla 1.250.076 [1] kişilik toplam nüfusuyla Samsun ardından Trabzon ve Ordu‘dur.

Konu başlıkları

İlleri ve Merkezi Nüfusları (2012)

İlleri sırasıyla Amasya, Artvin, Bartın, Bayburt, Bolu, Çorum, Düzce, Giresun, Gümüşhane, Karabük, Kastamonu, Ordu, Rize, Samsun, Sinop, Trabzon, Tokat, Zonguldak’tır.Türkiyenin yüz ölçümü olarak en büyük iki ilinden biri olan Sivas’ın Suşehri, Akıncılar, Koyulhisar, Gölova ve Doğanşar ilçeleri ile, Erzurum’un İspir, Otlu, Olur ve Narman ilçeleri, Erzincan’ın Refahiye ilçesinin kuzey bölümü de kültür ve coğrafya Doğu Karadeniz Bölgesinde yer almaktadır.

  • Amasya  : 130.600
  • Artvin  : 215.000
  • Bartın  : 143.600
  • Bayburt  : 61.000
  • Bolu  : 126.000
  • Çorum  : 226.000
  • Düzce  : 207.000
  • Giresun  : 190.000
  • Gümüşhane : 45.700
  • Karabük  : 123.000
  • Kastamonu : 135.000
  • Ordu  : 750.000
  • Rize  : 348.776
  • Samsun  : 1.250.000
  • Sinop  : 201.000
  • Trabzon  : 800.000
  • Tokat  : 613.000
  • Zonguldak : 213.000

Akarsu ve gölleri

Akarsu açısından Türkiye’nin en zengin bölgelerinden birisi olup, Karadeniz Bölgesi’nden çıkan sular Karadeniz‘e dökülmektedir. Türkiye’nin en uzun nehri Kızılırmak, bölgenin Orta Bölgede 3 büyük şehirin gerisindeki diğer gelişmiş iller Rize Bolu Kastamonu Zonguldak Sinoptur.Karadeniz bölümü kıyısında denize dökülmektedir. Orta Karadeniz bölümünün bir diğer önemli akarsuyu da Samsun ilinin Çarşamba ilçesinden Karadeniz’e dökülen Yeşilırmak’tır. Sakarya Nehri de Marmara Bölgesi sınırları içinde denize dökülmektedir.

Çoruh Nehri, dünyanın en hızlı akan nehirlerinden biri ve en derin nehridir. Artvin ilinin en büyük akarsuyudur. Bu illerdeki hemen hemen bütün çay ve dereler Çoruh’un kollarını oluştururlar.

Kaynağını Mescid Dağı’nın (3.255 m) batı yüzünden alır. Önce batı doğrultusunda akıp Bayburt ve İspir’den geçtikten sonra bir yay çizerek. Yusufeli’nin Yokuşlu köyü önünde Artvin il sınırlarına girer. Yusufeli, Artvin ve Borçka’nın içerisinden geçtikten sonra Borçka’nın Muratlı kasabasından geçerek burada il ve ülke sınırlarını terk eder ve Batum’da Karadeniz’e dökülür. Toplam uzunluğu 376 km’dir.Doğu Karadeniz bölgesindeki en önemli akarsulardan biri de Kelkit Çayıdır.Uzunluğu 320 km olan Kelkit Çayı, Sivas’ın Karadeniz bölgesindeki Akıncılar, Suşehri, Gölova, Koyulhisar ilçeleri ile, Giresun’un Şebinkarahisar, Alucra ve Çamoluk ilçelerinden geçerek Orta Karadeniz bölgesine ulaşarak vadiler aracılığı ile Karadenize dökülür.

Karadeniz Bölgesi sınırları içinde birçok doğal ve yapay göl vardır. Başlıca doğal göller Çağa, Melen (Efteni) ve Abant gölleridir.

Karagöl, Şavşat ilçe merkezinin 48km. kuzeyinde yer almaktadır. Sahara Yaylası ise ilçe merkezine 17 km. uzaklıktadır.

Başlıca yapay göller Hasanpolatkan, Çamlıdere ve Gökçekaya Barajı ve Hidroelektrik Santrali baraj gölleri ve Tortum, Sera, Abant, Yedigöller ve Zinav gölleridir. Ordu‘nun Ulubey ilçesi Ohtamış köyünde bulunan Ohtamış Şelalesi 30 metre yüksekliğiyle Karadeniz‘in ikinci büyük şelalesidir. Turizm için ideal yerlerden biridir. Bunun dışında Karadeniz Bölgesi’nde fındık, çay, kivi gibi besinler çok üretilir. Bu da ülke ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Fındıklar yol boyunca uzanır.

Türkiye’nin kuzeyinde, Sakarya’nın doğusundan Gürcistan’a kadar Karadeniz’e paralel olarak bir şerit gibi uzanır. Gürcistan, Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Marmara Bölgeleriyle ve adını aldığı deniz ile komşulardır.

Yüzölçümü

Gerçek alanı olan 122.121 km² ile Türkiye topraklarının %18’ini kaplar. Alan bakımından 3. büyüklükteki bölgemizdir. Bölge Doğu-Batı doğrultusunda 1400 km, Kuzey-Güney doğrultusunda 100-200 km ile bir şeride benzer.

Millî Parklar

Bölge milli parklar; Kastamonu ve Bartın sınırları içinde kalan Küre Dağları Milli Parkı, Trabzon ilindeki Maçka Altındere Milli Parkı, Kastamonu ili ile Çankırı ili sınırları içerisinde yer alan Ilgaz Dağı Milli Parkı, Bolu ilinin Zonguldak iline komşu olduğu kesimde kurulan Yedigöller Milli Parkı ve büyük bir bölümü Rize ili Çamlıhemşin ilçesi, küçük bir bölümü de Artvin ili Yusufeli ilçesi sınırları içinde kalan Kaçkar Dağları Milli Parkı‘dır. 51.500 hektarlık bir alanı kaplayan Kaçkar Dağları 1994 yılında milli park ilan edilmiştir. Türkiye’deki 33 Milli Park alanından birisi olan Hatila Vadisi Milli Park sahası, merkez ilçe sınırları içerisinde, Hatila Vadisi’ndeki Hatila Deresi ve birçok yan derelerini içerir. Karagöl Sahara Milli Parkı, Türkiye’deki 33 Milli Park alanından birisidir ve Artvin’in Şavşat ilçesi sınırları içerisinde yer almakta olup iki ayrı sahadan oluşur: Bunlar Karagöl ve Sahara Yaylası’dır.

İklimi ve Bitki Örtüsü

Kıyıda yıl boyu yağışlı ve ılıman Karadeniz İklimi görülür. Bu iklimin oluşmasının sebebi; Karadeniz’den gelen nemli hava kütlelerinin kıyıya paralel uzanan Kuzey Anadolu dağ yamaçlarına bol yağış bırakmasıdır. Türkiye’nin en yağışlı bölgesi olan Karadeniz’de yağışlar bir mevsimde yoğunlaşmamış, yıl geneline yayılmıştır. Karadeniz bölgesi’nde yaz kuraklığı ve orman yangınları yaşanmaz. Nemlilik ve bulutlanmanın fazla olması nedeniyle yıllık ve günlük sıcaklık farkları en az bu bölgededir. Dağlar kıyıya paralel uzandığından, dağların gerisinde kalan iç kesimleri deniz etkisi altına alamamış ve iklim karasallaşmıştır ve kuraklaşmıştır.

Bölgenin doğal bitki örtüsü, kıyılarda nemlilik ve yağışın fazla olması sebebi ile geniş yapraklı gür ormanlardan oluşur. Türkiye ormanlarının %25′ini barındırır ve sahip olduğu ormanlar bakımından Türkiye’nin en çok orman olan bölgesidir.

Ulaşım

Eskiden denizyolundan başka ulaşım olanağı olmayan Karadeniz Bölgesi, günümüzde ulaşım olanağı açısından gelişmiş bir düzeydedir. Birçok iskelesi de bulunan bölgenin başlıca limanları Zonguldak, Samsun ve Trabzon kentlerindedir. Zonguldak ve Samsun limanları birer demiryolu hattıyla Anadolu’nun iç kesimlerine bağlanır. Karadeniz kıyı yolu, bölgenin kıyı kesiminde yer alan birçok kenti birbirine bağlar. Bu yolun en doğusunda yer alan Sarp sınır kapısı, ülkemiz ile Gürcistan arasındadır. Trabzon, Tokat, Samsun, Zonguldak ve Sinop’ta havaalanları vardır.

tarafından

Güneydoğu Anadolu Bölgesi

Güneydoğu Anadolu Bölgesi

 

Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Türkiye’nin yüzölçümü olarak en küçük bölgesidir.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Türkiye‘nin yedi coğrafi bölgesinden biridir. Güneydoğu Torosların güneyinden Suriye sınırına kadar olan yerleri kaplar. Bölge doğu ve kuzeyden Doğu Anadolu Bölgesi, batıdan Akdeniz Bölgesi, güneyden Suriye ve Irak ile çevrilidir.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Türkiye’nin en düzlük bölgelerinden biri olup, bu düzlükler Arap Yarımadası‘nın güneyindeki Hint Okyanusu‘na kadar gider. Bölge etli ve baharatlı yiyeceklere sahip olan zengin bir mutfak kültürüne sahiptir.

Konu başlıkları

Coğrafya

Arazi Yapısı

Bölgenin kuzey kesiminde Toros dağ sırasının güney yamaçları ile birlikte ikinci bir kıvrımlı dağ kuşağı uzanır. Bölgenin ortasında 1938 m yükseltiye sahip sönmüş Karacadağ Volkanı yer alır. Bölgenin batısında ise Gaziantep Platosu üzerinde yükselen Kartal Dağları önemli yükseklik yapar. İç kesimlere gidildikçe iklim karasallaşır.

Karadağ’ın batısında Harran, Suruç, Ceylanpınar ve Birecik ovaları yer alır. Dicle nehri ve kollarının toplandığı Diyarbakır Havzası geniş olmayan ancak çok verimli bir ovaya sahiptir.

Karacadağ’ın batısındaki Şanlıurfa, Gaziantep, Adıyaman platoları Fırat ve kolları tarafından derin bir şekilde yarılmıştır. Karacadağ’ın doğusu ise daha engebeli bir yapı gösterir. Bu bölümün güneyinde MardinMidyat Eşiği yer alır.

Bölgenin iki önemli akarsuyundan biri olan Fırat, kaynağını Doğu Anadolu Bölgesi’nden alır. Bölgede ise Toroslar’dan gelen Kahta ve Karadağ’dan gelen küçük akarsularla beslenir. Güneydoğu Toroslar’ın güneye bakan yamaçlarından birçok kol halinde çıkan Dicle Nehri ise bölgenin diğer önemli akarsuyudur. Her iki akarsu da Basra Körfezi’ne sularını boşaltırlar.

Bölgede doğal oluşumlu göl yoktur. Ancak Fırat ve Dicle üzerinde kurulmuş baraj gölleri bulunmaktadır. Bölgenin ve ülkenin 2. en büyük baraj gölü olan Atatürk Barajı bu bölge sınırları içinde yer alır.

İklim

Orta Fırat Bölümü

Bu bölümde Akdeniz iklimi görülür. Bölgenin içlerine doğru iklim karasallaşır. Kış sıcaklık ortalaması, Dicle Bölümü’ne göre daha yüksektir. Bölümün kış sıcaklık ortalaması 0 °C’nin altına pek düşmez. Yağış en fazla kış mevsiminde görülür. Yıllık yağış tutarı 700 mm dir. Yaz aylarında yağışların azalması ve sıcaklığın yüksek olması kuraklığı arttırmıştır. İç kesimlerde karasal iklim görülür.

Dicle Bölümü

Dicle Bölümü’nde karasal iklim etkilidir. Bölümde yazlar çok sıcak ve kurak, kışlar ise soğuktur. Bölümün yüksek kesimlerinde kar yağışları görülür. Kış mevsiminde sıcaklık 0 °C nin altına düşer. Bölümdeki yıllık yağış miktarı 500-600 mm’dir. Son zamanlarda özellikle Diyarbakır çevrelerinde ekonomik anlamda büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.

Bitki örtüsü

Bölgenin doğal bitki örtüsü bozkırdır. İç Anadolu bozkırlarına göre çok fakirdir. Bölgede antropojen bozkırlarda geniş yer kaplamaktadır. Ormanların en az olarak kapladığı bölge olan Güneydoğu Anadolu`da mevcut ormanların büyük bölümü de tahrip edilmiştir.

Ekonomi

Coğrafi yönden GAP‘ın (Güneydoğu Anadolu Projesi) giriş kapısı, sanayisi ve ticari hacmi ile de GAP kalkınmasında temel teşkil eden Gaziantep ekonomik yönden çevresindeki 17 ili etkisi altında tutmaktadır.

Tarım ve hayvancılık

Bölge ekonomisi Gaziantep dışında tarım ve hayvancılığa dayanır. Geniş düzlüklerin olması bölgede tarım için büyük bir avantaj iken, yaz kuraklığının şiddetli olması üretimi olumsuz etki en çok ihtiyaç duyan bölge lös adı verilen çok verimli topraklar bulunur. Bölgenin Dünyada en bilinen tarım ürünü antepfıstığıdır. Türkiye’de en çok yetişir. Ayrıca buğday, pamuk, keten, susam, nohut, zeytin, incir, karpuz, kırmızı mercimekte yetiştirilir. Bölgede ağırlıklı olarak küçükbaş hayvancılık yapılır. Çok az miktarda sığır da vardır.Ayrıca hayvancılığa dayalı olarak Diyarbakır‘da Türkiye‘de bir ilk olan Organize Hayvancılık Bölgesi kurulmaktadır.

Yeraltı zenginlikleri

Bölge yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin sayılabilir. Fosfat ve linyitin yanında bölgede petrol de çıkarılır. Batman, Diyarbakır ve Kahta‘da Türkiye’nin önemli petrol yatakları bulunur ve Batman rafinerisinin işlediği petrol bölgeden sağlanır.

İller

Güneydoğu Anadolu Bölgesinin İlleri

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin 9 ili vardır: İllerin Merkezi Nüfusları (2011 sayımı)

tarafından

İç Anadolu Bölgesi

İç Anadolu Bölgesi

 

İç Anadolu Bölgesi

İç Anadolu Bölgesi, Anadolu‘nun orta kısmında yer alan Türkiye‘nin yedi coğrafi bölgesinden biridir. Türkiye’de gelişmiş bölgeler arasında yer alır. Bu konumu sebe­biyle bu bölgeye “Orta Anadolu” da denir. İç Anadolu Bölgesi’nin yüz ölçümü 151.000 km² olup bu alan Türkiye topraklarının %21′ini kaplar.[1] Doğu Anadolu‘dan sonra ikinci büyük bölgemizdir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi dışında diğer bölgelerin hepsiyle komşudur. Aynı zamanda Türkiye’de “tahıl ambarı” olarak da anımsanır.

İl merkezleri temel alındığında, İç Anadolu Bölgesi sınırları içinde yer alan 13 ili şunlardır: Merkezi Nüfusları (2011sayımı)

 

Bu illerden Ankara, Eskişehir, Çankırı ve Yozgat’ın bazı ilçeleri Karadeniz Bölgesi‘ne, Sivas’ın bazı ilçeleri Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgesi‘ne, Konya, Karaman ve Niğde’nin güney ilçeleri Akdeniz Bölgesi‘ne, Kayseri’nin bazı ilçeleri Akdeniz ve Doğu Anadolu Bölgeleri’ne girer. Ayrıca Afyonkarahisar, Bilecik, Çorum ve Tokat illerinin bazı ilçeleri bu bölgeye girer.

Sanayi

  • Aksaray’da: Mercedes-Benz Türk Kamyon Fabrikası, Sütaş Süt Fabrikası, Balküpü Şeker Fabrikası, Un fabrikaları,
  • Sivas’ta: Lokomotif, benzin, motor, çimento ve inşaat malzemeleri sanayii ile devlet demir yollarının tren, vagon imalatı yapan TÜDEMŞAŞ fabrikası vardır.
  • Ankara’da: Makine, uçak, savunma sanayii, elektrikli ev aletleri, elektronik, dokuma, gıda ve içki, tarım araçları, çimento, alçı ve mobilya sanayii,elektrik üretimi-kömür madeni,trona madeni üretimi ve soda külünün ihracatı
  • Konya’da: Tarım araçları, besin, motor, çimento, süt ürünleri ve inşaat malzemeleri sanayi, EREĞLİ ŞEKER,Çumra Şeker Fabrikası,ILGIN ŞEKER fabrikası ve Konya şeker fabrikası bulunmaktadır.
  • Niğde’de: Rot başı fabrikası,halı fabrikası,şeker fabrikası,gazoz fabrikası,beton santrali,otomotiv yan sanayi
  • Kayseri’de: Halıcılık, mobilya, şeker fabrikası, yem, savunma sanayi, kimyasal ürünler, elektronik, beyaz eşya, cnc tezgah üretim sanayi, meyve suyu, pamuklu dokuma, pastırma ve sucuk üretim merkezleri gibi azami 1100 fabrika ile anadolunun üretim lokomotifi.
  • Kırıkkale’de: Orta Anadolu petrol rafinerisi, silah fabrikası, demir -çelik endüstrisi
  • Eskişehir’de: Besin, yem, çimento endüstrisi, raylı sistemler, lokomotif(Tülomsaş), hava sanayi(Tusaş,TEI)
  • Yozgat’ta: Çimento,linyit kömür madeni,Şeker fabrikası,besin,tekstil
  • Karaman’da : Bisküvi (Bifa, Saray), gofret, şekerleme, süt fabrikası (Halk). Tahıl ürünleri, buğday, mısır, ayçekirdeği ve özellikle yurtdışına ihracı yapılan elma üretimi

Kaynakça

tarafından

Marmara Denizi

Marmara Denizi

Vikipedi’ye katkıda bulunabilirsiniz.

Marmara Denizi, fiziki haritası

Marmara Denizi, Karadeniz‘i Ege Denizi ve Akdeniz‘e bağlayan bir iç denizdir. Karadeniz’e İstanbul Boğazı, Ege Denizi’ne Çanakkale Boğazı ile bağlanır. Türkiye‘nin Asya ve Avrupa kısımlarını da birbirinden ayırır. Marmara Adasında bol miktarda mermer bulunması yüzünden adaya ve denize, Yunanca mermer anlamına gelen “Marmaros” denmiştir. Denizin bir diğer eski adıda “Propontis” tir. Türkiye’nin en büyük şehirlerinden İstanbul ve İzmit bu denizin kıyısında, diğer bir büyük şehri Bursa ise hızla deniz kıyısına doğru genişlemektedir.

Konu başlıkları

Coğrafya

Yaklaşık olarak 240 km uzunluğa ve 70 km genişliğe, 11,500 km² yüzölçümüne sahip[1] ve en derin yeri -1270m olan Marmara denizinde, görülen akıntı tipi, normal deniz ve okyanuslardaki dairesel tip yerine, doğu batı yönünde bir akıntıdır. Denizin yüzeyi Karadeniz kökenli, dibi ise Ege-Akdeniz kökenli tuz, sıcaklık ve oksijen oranı bakımından farklı su kütlerinden oluşur.

Alg patlaması yüzünden daha açık renk gözüken Marmara

Marmara’daki körfezler

Marmara’daki adalar

Ayrıca bakınız: Marmara Denizi adaları

Marmara Denizindeki adalar; İmralı Adası, Marmara Adaları ve Prens Adaları olarak gruplandırılır. Yüzölçümlerine göre en büyük üç ada şu sıradadır;

Marmara’ya dökülen akarsular

Ayrıca bakınız: Türkiye’deki akarsular

Marmara Denizine dökülen başlıca akarsular şunlardır.

Anadolu

Trakya

Çukurlar

Marmara Denzinin kuzeyinde yer alan bu derin noktalar doğudan, batıya şunlardır

  • Çınarcık Çukuru
  • Marmara Ereğlisi Çukuru
  • Tekirdağ Çukuru

Jeoloji

Denizin Oluşumu

Miyosen döneminde geniş Karadeniz haritası

Marmara denizi, jeolojik periodlar içinde özellikle buzulçağ dönemlerinde göle, kimi zamanda denize dönüşerek sürekli bir değişim yaşamıştır. Örneğin Miyosen döneminde(20 milyon yıl kadar önce) Marmara Denizi, Karadeniz, Hazar denizi ve Macaristana kadar uzanan bir iç denizle birlikte daha büyük bir denizin parçasıdır. Denizin yakın jeolojik dönemi incelendiğinde 12 bin yıl öncesinde deniz seviyesinin -85m’e olduğu ve Marmara’nın bir göl olduğu anlaşılır. Marmaranın son kez denize dönüştüğü dönem 6500-7000 yıl öncesine tarihlenir.[2] Bu dönemde İstanbul boğazının suyla dolması sonucu oluşan Karadeniz Tufanı ile Marmara denizi, göl olan Karadeniz’inde su seviyesinin yükselmesine ve denize dönüşmesine aracılık etmiştir.

Jeolojik Değişimler

Marmara denizinde jeolojik olarak çok yakın döneme denk gelen başlıca değişimler şunlardır;

Kapıdağ Yarımadası: Tarihsel olarak adayken ve yüzölçümü düşünüldüğünde Marmara Denizinin en büyük adasıyken, karayla birleşerek (Tombolo) yarımadaya dönüşmüştür.

Büyükçekmece ve Küçükçekmece Gölleri: İki gölde, akarsuların aşındırdığı bir vadi iken, deniz seviyesinin yükselmesi sonucunda koya dönüşmüştür. Zamanla koyun ağzında biriken alüvyonlar, deniz kulağı adlı verilen alüvyon setleri oluşturarak, koyun ağzını daraltıp ya da kapatıp koyun göle dönüşmesine neden olmuştur.

Vordonisi Adası: Battığı düşünülen Prens Adalarından biri. Günümüzde Manastır kayalıkları olarak adlandıran bölge, Bizans döneminde MS 1000 yılında gerçekleşen bir deprem neticesinde battığı düşülmektedir. Yapılan dalışlarda bulunan MS 500 yılına ait manastır kalıntısıda bölgenin geçmişte bir ada olduğunu kanıtlamaktadır.[3]

Faylar ve Depremler

Marmara denizi altında Marmara Fayı ya da fayları olarakda bilinen, Kuzey Anadolu Fay hatının batısında yeralan, sismik olarak harketli bir fay bölgesi vardır. Tarih boyunca ürettiği depremlerle büyük yıkıma yol açan bu faylar 1509 Büyük İstanbul Depremi ve 1999 Gölcük Depremi gibi depremlerin sorumlusudur. Ayrıca günümüzde bu denizde tsunami olma riski vardır. Bunun için denize bir tusinami uyarı sistemi kurulmuştur.[4]

Tarih

Marmara denizi, 1785

Boğazlar dışarda bırakılırsa Marmara Denizi ile ilgili tarihsel olarak bahsedilecek ilk şey Argonotlar Seferidir. İason önderliğinde altın post‘u aramak için Karadeniz’e doğru yol alan bu denizcilerin mitolojik öyküsünde, denizciler Marmara kıyılarınada uğrar. Helenistik dönemde boğazlar ve Marmara Denizi, balık göç yolları üzerinde olduğu için kıyı kentlerinde balıkçılık ön plana çıkar. Byzantion gibi kentlere ait sikkelerde balık motifinin kullanımı buna örnektir.

Moby Dick romanın yazarı Melville, İstanbul’da yaşamış Bizanslı tarihçi Prokopios’un M.S. 10.yy Marmara Denizi’nde gemilere saldıran bir balinadan söz ettiğini anlatır. Bir başka tarihi yazar Ahmet Mithat Efendi “Sayyadane Bir Cevelan” adlı kitabında, İstanbul Surlarına asılmış balina kemiklerinden bahseder. Kaldırılan kemikler nedeniyle denizin bereketi kaçınca Padişahın, kemiklerin bulunup yerine asılmasının emreden bir fetva yayınladığından bahseder.

Marmara denizi, tarihsel batıklar açısında zengin bir denizdir. Marmaray kazıları sırasında keşfedilen Bizans’ın en büyük limanı olan Theodosius Limanı ve liman batıklarının dışında, denizin farklı bölgelerinde 6yy’dan 13.yy kadar dayanan bir çok başka batıkta bulunmaktadır.[5] Bunlar dışında 1. Dünya Savaşına tarihlenen Osmanlı ve yabancı ülkelere ait batıklar ise Marmara denizinde yaşanan çarpışmalarını göstermesi sebebiyle deniz tarihi açısından önemlidir.

Batırılan Barbaros Hayreddin zırhlısı

Osmanlı döneminde Marmara’da batan bazı askeri ve sivil deniz araçları şunlardır;

  • AE2, Marmara girmeyi başaran ilk düşman denizaltısı. Avustralya kökenli bu denizaltı Türk Kruvazörü Sultan Hisarı tarafından Çanakkale Karaburun açıklarında batırılmıştır.
  • Barbaros Hayreddin zırhlısı, Bolayır, Gelibolu önlerinde İngiliz denizaltısı E-11 tarafından batırıldı.
  • Samsun Destroyer’i, 14 Ağustos 1915′de İngiliz Denizaltısı E-11 tarafından batırılmıştır.
  • Bahrisefit Vapuru, Erdek limanında 19 Ağustos 1915′te İngiliz denizaltısı E-2 tarafından batırıldı.
  • Bitinye Vapuru, 2 Haziran 1915′te Akbaş önlerinde İngiliz denizaltısı E-11 tarafından batırıldı.
  • Nur ül Bahir (Nur-ek Bahir , Nurel Bahir) Gambotu, 1 Mayıs 1915′te İngiliz denizaltısı E-14 tarafından batırıldı.
  • Seyhun Vapuru, 5 Ağustos 1915′te Akbaş önlerinde İngiliz denizaltısı E-11 tarafından batırıldı.
  • Peleng-i Derya, 23 Mayıs 1915′te Bakırköy önlerinde İngiliz denizaltısı E-11 tarafından batırıldı.
  • Rehber Vapuru
  • Hünkar İskelesi Vapuru, 23 Ağustos 1915′te Şarköy önlerinde İngiliz denizaltısı E-11 tarafından batırıldı.

Egemenlik

Marmara Denizi’nin ilginç bir özelliği de orta kesimlerinin kıyıdan uzaklığının 12 deniz milinden daha fazla olmasıdır. Böylece uluslararası deniz hukukuna göre bu orta kesimler Türk karasularının dışında kalmaktadır. Fakat başka herhangi bir kıyıdaş devlet bulunmadığından ve her yönde Türkiye karasuları ile kuşatılmış olduğundan dolayı Marmara Denizi’nin tamamı Türk karasuları durumundadır. Ayrıca denizin her noktası Türkiye kıyılarına 200 milden daha az uzaklıkta olduğundan Türkiye’ye ait münhasır ekonomik bölge durumundadır.

Yerleşim

Gürpınar‘dan Marmara Denizi’nin görünümü

Marmara kıyısındaki idari birimler;

Direy

  • 1950′lerde İstanbul kıyılarında bile görülebilen Akdeniz fokları, denizde yaşayan durumu en kritik canlı türüdür. Tüm dünyada 600 bireyin kaldığı düşünülen bu memelilerin Marmara popülasyonu, denizinin güneyinde Kapıdağ Yarımadası ve civar adalarda yaşarlar[6]
  • Caretta caretta isimli deniz kaplumbağalarının günümüzde Marmarada, Kazanağzı mevkiinde yaşayan popülasyonunun ile ilgili yapılan çalışmalar, türü ait bireylerin tespit edilememesi ile sonuçlanmıştır.[7] Buda türün Marmara denizinde yok olduğunu düşündürmektedir. Buna rağmen zaman zaman başka deniz kaplumbağaları denizde görülmektedir. Örneğin 1997 yılında Marmara’da ağlara takılan Deri sırtlı deniz kaplumbağası.[8]

Bunların dışında zaman zaman yakalanan köpekbalıkları ve İstanbul kıyılarında da gözlene bilen çeşitli yunus türleri Marmara direyinin diğer parçalarıdır.

Ekonomi

Marmara denizinde antik çağlardan beri balıkçılık önemli bir uğraştır. 2010 yılında denizde avlanan balıklık, Türkiye balıkçılığın %8,36′sini oluşturur.[9] Fakat günümüzde aşırı avlanma, kirlilik gibi kimi faktörler Marmaradaki balık stoklarını tehdit etmektedir. Ticari değere sahip olan tür sayısı ve avlanan balık miktarı düşüş eğilimindedir. TÜİK verilerine göre 2004′te Marmarada avlanan 68 bin ton balığa karşı, 2009′da 31 bin ton balık avlanmıştır.[9]

Madencilik konusunda Türkiye denizlerindeki ilk doğal gaz yatağı, TPAO tarafında Kuzey Marmara sahasında 1,200m derinlikte Kuzey Marmara-1 kuyusunun 1988 yılındaki sondajı ile bulunmuştur. Saha, Silivri’nin 5 km batısında sahilden 2.5 km uzaklıkta bulunmaktdır.[10] Kuzey Marmara sahasında doğal gaz üretimine 1997 yılında geçilmiştir.[11]

Deniz turizm açısında Silivri, Marmaraereğlisi, Yalova kıyıları ve Avşa adası bölge içinde ön plana çıkmıştır.

Tehditler

Kirlilik, Marmara denizin başlıca sorunlarındandır. Özellikle denizin kuzeydoğusundaki İstanbul ve İzmit gibi yoğun nüfuslu şehirlerin atıkları ile İzmit Körfezi etrefındaki ağır sanayi tesisleri, denizi kirliliğin nedenleridir. Günde yaklaşık olarak 0,3 milyon metreküp sanayi, 2,1 milyon metreküp evsel atık bırakılmaktadır.[12] Denizdeki yoğun denizanası popülasyonu [13] bu kirliliğin işareti olarak kabul edilir.

Küresel Isınma ile değişen deniz yapısı ve istlacı türler marmara denizine yönelik yeni tehditlerdir. Zehirli denizanaları [14] ve balonbalığı [15] Marmaradaki örnek istilacı türlerdendir.

Kazalar

Boğazlar dışında sadece Marmara denizinde gerçekleşen ölümle ya da büyük çapta kirlilik ile sonuçlanan kazalar şunlardır;[16][17]

  • 1975, 30 Ocak günü THY ait F-28-1000 Fokker Fellowship tipi Bursa isimli yolcu uçağı denize düştü. Kazada 41 kişi yaşamını yitirdi.
  • 1997, 13 Şubat günü TPAO isimli tanker Pendik Tersanesinde bakım onarım sırasında yanmıştır. Yangın sonucunda 1500 ton fuel-oil denize yayılmıştır.
  • 1999, 07 Kasım günü Semele ve Şipka adlı gemiler Yenikapı açıklarında çarpışmış, kaza sonucunda 10 ton fuel-oil denize yayılmıştır. Semele isimli gemi batmıştır.
  • 1999, 29 Aralık günü Volganeft 248 isimli tanker hava muhalefeti sebebi ile Florya açıklarında ikiye ayrılmış, bu parçalardan biride batmıştır. Kaza nedeniyle tahminen 1500 ton fuel-oil denize yayılmıştır.

Ulaşım

Bandırma İskelesinde İDO‘ya ait deniz otobüsü

İDO tarafında İstanbul, Yenikapı İskelesi en büyük merkez olmak üzere, İstanbul kıyılarına ve adalarına, Yalova, Mudanya, Bandırma ve Marmara Adalarına seferler vardır. İzmit Körfezinde yapılan EskihisarTopçular feribot seferleri ise diğer bir ulaşım türüdür. Yük taşımacılığı amaçlı Bandırma, İstanbul arası roro seferleri ise Marmara denizindeki son önemli ulaşım türüdür.

Projeler

Ayrıca bakınız

tarafından

Marmara Bölgesi

Marmara Bölgesi

 

Marmara Bölgesi Türkiye’nin kuzeybatısındadır.

Köprü niteliği ile Avrupa ve Asya‘yı birbirine bağladığı söylenebilir. Yaklaşık 67.000 km²’lik bir yüzölçüme sahip olup Türkiye’nin %8,5′ine karşı gelir.[1] Marmara Denizi de yaklaşık 11,000 km2′lik yüzölçümüyle bu bölgenin bir iç denizi durumunda olup bölgenin tam ortasını kaplar. Marmara Bölgesi’nin toplam nüfusu TÜİK 2009 yılı nüfus sayımına göre 23 milyondan fazladır. Marmara Bölgesinde sanayi, ticaret, turizm ve tarım gelişmiştir. Bölgedeki en gelişmiş sanayi İstanbul-Bursa-Kocaeli şehirlerinde olmakla birlikte bölgenin diğer yörelerinde de yaygın sanayi faaliyetleri vardır. Başlıca sanayi ürünleri olarak; otomotiv endüstrisi parçaları,çeşitli metal ürünler, işlenmiş gıda, dokuma, hazır giyim, çimento, kimya, kâğıt, petrokimya ürünleri, beyaz eşya sayılabilir.

Ekili alanların yaklaşık yarısı buğday olup buğdayı şekerpancarı, mısır ve ayçiçeği izler. Bölge, Türkiye’nin ayçiçeği üretiminin yaklaşık %73′ünü, mısır üretiminin ise yaklaşık %30′unu gerçekleştirir. Bağcılık da hayli gelişmiş olup Tekirdağ, Şarköy, Mürefte, Avşa ve Bozcaada üzüm ve şarapları meşhurdur.

Yedi coğrafi bölge içinde yükseltisi en az olan bölgedir. Ekili-dikili arazi oranı %30′dur. Ormanlık alan oranı %11,5′dir. Kümes hayvancılığı ve ipek böcekçiliği yaygındır. Nüfus ve nüfus yoğunluğu, göç alması nedeniyle çok yüksektir. Enerji tüketimi ve turizm gelirleri en yüksek bölgedir.

İstanbul, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli, Yalova, Kocaeli tamamen bölge sınırları içinde; Sakarya ve Bilecik‘in Karadeniz Bölgesi‘nde toprakları olup; Bursa ve Balıkesir‘in Ege Bölgesi‘nde de toprakları vardır. Çanakkale ilinin topraklarının çok büyük bir bölümü Marmara Bölgesi içinde olup sadece Edremit Körfezi çevresindeki yerleşim yerleri Ege Bölgesi sınırları içinde kalır.

Marmara bölgesi’nin en büyük kenti İstanbul’dur.

Yüzölçümü ve nüfusuyla özgür en küçük olan Marmara Bölgesi kenti, Yalova kentidir . En yoğun nüfus buralardadır. Kütahya’nın Domaniç ilçesi diye tabir edilen kuzey bölümü de Marmara bölgesi’ndedir.

İstanbul, Marmara bölgesinin yoğun nüfuslu olmasında önemli bir rol oynar.

İl merkezleri baz alındığında Marmara Bölgesinde yer alan iller şunlardır.

İstanbul
Edirne
Kırklareli
Tekirdağ
Çanakkale
Kocaeli
Yalova
Sakarya
Bilecik
Bursa
Balıkesir
Kısmen Düzce de Marmara’da yer alır.

Marmara Denizi’ne Kıyısı Bulunan İller

Marmara Denizi’ne Kıyısı Bulunmayan İller

Marmara Bölgesi’nin, yine bölge bazında olan 3 komşusu vardır. Güneyde Ege Bölgesi, doğuda Karadeniz Bölgesi ve güneydoğuda İç Anadolu Bölgesi karadan bölgeyi kuşatmıştır. Bölgenin adını aldığı Marmara Denizi haricinde;

İstanbul, Tekirdağ, Kırklareli, Kocaeli ve Sakarya illeri aracılığı ile Karadeniz‘e; Çanakkale, Edirne ve Balıkesir illeri aracılığı ile de Ege Denizi‘ne kıyısı vardır.

Konu başlıkları

Bölümler

Çatalca-Kocaeli Bölümü

Adapazarı Ovası‘nın doğusundan başlayarak, Silivri‘ye kadar devam eder. Marmara Bölgesi’nin kuzeydoğu topraklarını kapsayan bu bölüm İstanbul Boğazı ile ikiye bölünür. Doğudaki kısım Kocaeli Yarımadası ve Adapazarı Ovası, batıdaki kısım ise Çatalca Yarımadası‘dır. Bölüm akarsular ile parçalanmış olup, yer yer tepeliklere sahiptir. Ortalama 150 – 200 metre yükseklik gösteren bu tepeler plato özelliği taşır.

Bölümün Karadeniz kıyılarını bakan taraflarında ormanlar görülürken, Marmara Denizi kıyısında bitki örtüsü yerini maki ve zeytinliklere bırakır. Bölümde toprakları bulunan İstanbul, Kocaeli ve Sakarya illerinin üçünde de kuzayde yerleşim seyrektir. Nüfus yoğunluğu daha ılıman iklime sahip olan, güneydedir. Kuzeydeki en önemli yerleşim merkezi Şile‘dir. Buna karşılık güneyde en önemli yerleşim birimleri, İzmit, Gölcük ve İstanbul‘dur.

şeker pancarı, zeytin, sebze üretimi ve tahıl çeşitleridir. Silivri ve Çatalca ilçelerinde önemli ölçüde hayvansal gıda üretilir. Tereyağı, peynir ve yoğurt bunların başlıcalarıdır.

Çatalca ilçesindeki ocaklardan çıkarılan grafit işlenmesi için İstanbul‘a gönderilir. Durusu Gölü çevresinde çıkarılan linyit İstanbul‘da yakacak ihtiyacı için kullanılır.

Bölümün böylesine gelişmesinin sebebi Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan Boğaz Köprülerinin bu bölüm içinde İstanbul ilinde olmasıdır. İstanbul ticaret, sanayi, bankacılık, kültür, sanat, medya, ulaşım, tekstil, kimya, dericilik, kundura, ilaç, cam, besin ve turizm bakımından Türkiye‘nin merkezidir. Tüm bu sunduğu imkânlar dahilinde İstanbul uzun yıllar durmak bilmez bir göç dalgası ile karşı karşıya kalmış ve bugün Türkiye‘nin toplam nüfusunun 8/1′nin bünyesinde bulundurur. Aldığı nüfus ile hızla büyüyen İstanbul ili yaşayanlara yeterli altyapı ve konut sunamamaktadır ve plânsızca büyümektedir. Devlete ve özel sektörün çabalarıyla şehirde kentsel dönüşüm seferberliği başlatışmış, gecekondulaşmanın yerini toplukonutlar ile çözme yoluna gidilmiştir. Günümüzde İzmit, Adapazarı ve Gölcük, İstanbul‘un hemen arkasında hızla büyümektedir. İstanbul ve Adapazarı arası büyük bir sanayi sahasıdır. Buralarda devlete ve özel sektöre ait birçok tersane, çimento, beyaz eşya fabrikaları, alüminyum ve petrokimya tesisleri bulunur. Gölcük ilçesi bir donanma üssü ve askerî araçların yapıldığı bir sanayi merkezidir.

Yıldız Dağları Bölümü

Yıldız Dağları Bölümü, Marmara Bölgesi’nin kuzeybatısını oluşturur. İsmini alanın büyük bir alanını kaplayan Yıldız Dağları’ndan alır. Batıda, Bulgaristan sınırından, doğuda Durusu Gölü‘ne kadar uzanır. Yıldız Dağları‘nın Karadeniz‘e bakan yamaçlarında Karadeniz iklimi etkilidir. Doğal bitki örtüsü makilik olup, yaklaşık 150 metre yükseklikten sonra ormanlar başlamaktadır. Yıldız Dağları‘nın batı kısımları plâto özelliği taşır, ve bu alandaki verimli tarım arazilerinde buğday, ayçiçeği, şeker pancarı ve mısır tarımı yapılır. Küçükbaş hayvancılık oldukça gelişmiştir ve buna bağlı olarak bölümde birçok mandıra ve peynir imalâthanesi vardır.

Ergene Bölümü

Ergene Bölümü, adını içine alan bu bölüm Yıldız Dağları ile Koru Dağları arasında kalmış bölümü kapsar. Tekirdağ ve Edirne illerinin bütünü ile Kırklareli‘nin yarıya yakınını ve Çanakkale‘nin Gelibolu ilçesinin çok küçük bir alanını kapsar.

Marmara Bölgesi’nin, en soğuk, en az yağış alan, bitki örtüsünün en cılız olduğu yer Ergene Bölümüdür. Genel bitki örtüsü bozkırlardır. Bölümde yetiştirilen başlıca ürünler; buğday, mısır, çeltik, şeker pancarı, ayçiçeği, susam ve patatestir. Bağcılık ve ayçiçeği üretimi çok gelişmiş olduğundan, buna bağlı olarak da alkollü içecek ve yağ sanayii gelişmiştir. En önemli yerleşim merkezleri, Uzunköprü, Meriç, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu, Çerkezköy, Malkara, Keşan, Edirne, Tekirdağ ve İpsala‘dır. Hamitabat beldesinde çıkarılan doğalgazdan elektrik üretilir.

Güney Marmara Bölümü

Güney Marmara Bölümü yeryüzü şekilleri bakımından Marmara Bölgesi’nin en fazla çeşitlilik gösterdiği bölümdür. Plâtolar, ovalar, göller, akarsular, körfezler bölümün başlıca yer şekilleridir. Saros Körfezi ile İzmit Körfezi‘nin güneyinde kalan, Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Yalova, Bilecik illeri ile, İzmit ve Sakarya illerinin bir kısmını kapsayan alandır. Bölümdeki ovalarda buğday, ayçiçeği,tekirdağ şeker pancarı ekimi ile dutluklar ve meyve bahçeleri vardır. Küçükbaş hayvancılık çok gelişmiştir. Bursa yöresinde ipek böcekçiliği yapılır. Gelibolu ve Kapıdağ yarımadaları ile Çanakkale ilinin genelini kapsayan Biga Yarımadası nüfusun en seyrek olduğu yerlerdir. Buralarda engebe fazladır. Çanakkale Boğazı, Gelibolu Yarımadası ile Biga Yarımadası‘nı birbirinden ayırır.

Bölüm akarsu, göl, körfez ve adalar yönünden oldukça zengindir. Bölgenin en önemli akarsuyu Susurluk Çayı‘nın vadisi Marmara Denizi‘nin ılıman havasının iç kesimlere ulaşmasını sağlar. Biga Çayı ile Gönen Çayı diğer önemli akarsulardır. İznik, Ulubat ve Kuş Gölü bu bölümde bulunur. Bunlar içinde Kuş Gölü dünyaca üne sahip bir millî parktır.

Bölümün en önemli yerleşim birimi Bursa‘dır. Bir süre Osmanlı Devleti‘ne başkentlik yapmış Bursa, tarihî, doğal ve ekonomik ve kültürel yönden gelişmiş bir turizm şehridir. Diğer önemli yerleşim merkezleri Balıkesir, Çanakkale, Erdek, Gemlik, Karacabey, Mustafakemâlpaşa, Bandırma, Biga, Gönen‘dir. Art bölgesin gelişmiş olması, bölümünde gelişmesine sağlamıştır. Bursa, Bandırma,Balıkesir, Çanakkale, Yalova ve Bilecik‘te gıda sanayiinde, Balıkesir‘de şeker ve kâğıt sanayiinde, Bursa‘da tekstil, otomotiv ve konserve sanayiinde Bandırma‘da kimya sanayiinde gelişmiştir.

Çanakkale‘ye bağlı Biga ve Çan ilçelerinde hâlâ faal olan linyit ocakları mevcuttur. Bandırma limanı bölge için çok önemlidir. İstanbulBandırma arasında arabalı feribot taşımacılığı yapılır. Gönen‘de kaplıca turizmi, Susurlukta bor çıkarımı, Bilecik ve Marmara Adası‘nda ise mermercilik yapılmaktadır.

Nüfus ve yerleşme

Bazı içeriklerin kaynağı belirtilmemiş

Marmara Bölgesi’nin nüfusu 23 milyondan fazladır. (2009 sayımında.) Kilometrekareye 250 kişiden daha fazla insan düşer. Nüfusun yarısından fazlası İstanbul il sınırları içerisinde bulunur. Aşağıda iller ve nüfusları verilmiştir *

Bazı ilçe nüfusları:

*Veriler 2010 yılı nüfus sayımı sonuçlarıdır.[kaynak belirtilmeli]

Sıra Kent 1990 Sayımı 2000 Sayımı 2007 Sayımı 2011 yılı Bağlı olduğu il
1 İstanbul 6.629.431 8.803.468 10.757.327 12.533.478 İstanbul
2 Bursa 834.576 1.194.687 1.431.172 2.997.851 Bursa
4 Tuzla 345.590 195.800 525.520 610.530 İstanbul
3 Sakarya 272.039 283.752 377.683 345.000) Sakarya
4 Gebze 159.116 253.487 310.815 319.738 Kocaeli
5 Sultanbeyli 82.298 175.700 272.758 283.962 İstanbul
6 Esenyurt 70.280 148.981 253.084 263.837 İstanbul
7 İzmit 190.741 195.699 248.424 255.956 Kocaeli
8 Balıkesir 170.589 215.436 241.404 266.000 Balıkesir
9 Çorlu 74.681 141.525 190.792 223.000 Tekirdağ
10 Edirne 102.345 119.298 136.070 144.000 Edirne
11 Tekirdağ 80.442 107.191 133.322 146.000 Tekirdağ
12 İnegöl 71.120 105.959 130.448 173.000 Bursa
13 Beylikdüzü 2.500 39.884 112.131 122.452 İstanbul
14 Samandıra 22.888 67.438 112.653 117.933 İstanbul
15 Derince 66.141 93.997 113.991 116.806 Kocaeli
16 Darıca 53.559 85.818 109.580 112.975 Kocaeli
17 Bandırma 77.444 97.419 110.248 120.000 Balıkesir
18 Körfez 63.194 81.938 97.535 99.859 Kocaeli
19 Lüleburgaz 52.384 79.002 95.466 98.000 Kırklareli
20 Yalova 65.823 70.118 87.372 89.837 Yalova
21 Çanakkale 53.995 75.180 86.544 104.000 Çanakkale
22 Sarıgazi 22.125 48.466 76.855 80.911 İstanbul
23 Gemlik 50.237 63.710 78.945 93.634 Bursa
24 Çekmeköy 13.523 37.502 70.683 75.423 İstanbul
25 Gölcük 65.600 55.790 71.538 73.788 Kocaeli
26 Kıraç 2.239 28.810 63.293 68.219 İstanbul
27 Arnavutköy 21.143 45.557 62.492 64.911 İstanbul
28 Silivri 26.049 44.530 62.247 64.376 İstanbul
29 Çerkezköy 23.102 41.638 60.907 63.660 Tekirdağ
30 Kırklareli 43.017 53.221 59.970 60.967 Kırklareli
31 Bozüyük 33.162 47.469 54.422 62.173 Bilecik
32 Keşan 40.656 42.755 54.366 55.172 Edirne
33 Mustafakemalpaşa 37.938 46.731 54.029 55.976 Bursa
34 Yakuplu 2.841 31.676 51.862 54.746 Edirne
35 Orhangazi 31.889 44.426 53.189 54.442 Bursa
36 Karacabey 31.665 40.624 52.016 53.213 Bursa
37 Yenidoğan 1.200 28.447 49.593 52.614 İstanbul
38 Gürsu 12.730 21.518 47.180 50.846 Bursa
39 Gürpınar 10.191 31.068 45.682 47.770 İstanbul
40 Hendek 24.029 28.537 45.090 47.455 Sakarya

Türkiye’de tarım alanlarının en iyi değerlendirildiği yer Marmara Bölgesi’dir. En fazla ekili dikili alan bu bölgede bulunur. Fakat bölge kendine yetmediğinden, dışardan ürün almaktadır. Bölgenin sağladığı iş istihdamı nedeniyle bölge hâlâ yoğun göç almaktadır.

Bölgeye bağlı 21 ada vardır. Adaların çoğunda yerleşim vardır. Ege Denizi‘nde bulunan Gökçeada ve Bozcaada da Marmara Bölgesi sınınrları içindedir. Karadeniz’e kıyısı olan Kefken Adası bölgenin sınırları içinde bulunur .

Bursa iline bağlı ada

  1. İmralı Adası

Balıkesir iline bağlı adalar

  1. Marmara Adası
  2. Avşa adası
  3. Ekinlik Adası
  4. Mamalı adası
  5. Paşalimanı Adası
  6. Kuş Adası
  7. Yerada

Dağları

Marmara Bölgesi’nde Yıldız dağları, Biga dağları, Kapıdağ, Uludağ, Samanlı dağları, Domaniç Dağı, Koru dağı, Işıklar dağı, Armutçuk dağı, Kazdağı, Elmacık dağ‘ları bulunmaktadır. Bunların en büyüğü Bursa’daki Uludağ‘dır. Yüksekliği 2543 metredir. Ayrıca bölgedeki Edirne ilinde herhangi bir dağ bulunmamaktadır.

Akarsu ve göller

Bölge genelinde, küçük ölçekli olmalarına rağmen sık bir akarsu ağı vardır. Sakarya, Ergene, Susurluk, Meriç ve Biga Çayı bölgedeki başlıca akarsulardır. Bölge’de irili ufaklı bir çok doğal ve yapay göl bulunur. Büyükçekmece Gölü, Küçükçekmece Gölü, Durusu Gölü, İznik Gölü, Sapanca Gölü, Uluabat Gölü ve Manyas Gölü, açık havası olan tatlı su gölleridir. Bunların haricinde özellikle Güney Marmara Bölümü’nde Biga Yarımadası üzerinde sulama yapılır.

İklim ve bitki örtüsü

Marmara Bölgesi’nin iklimini, tek bir iklim adı ile başlıklandırmak doğru olmaz, Marmara Bölgesi’nde hüküm süren iklim Karadeniz İklimi, Karasal İklim ve Akdeniz İklimi arasında bir geçiş evresidir. Bölgede yıllık yağış 500 – 1000 mm arasındadır. En çok yağış kış mevsiminde Aralık, Ocak, Şubat aylarında düşer. En kurak aylar ise Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarıdır. Karlı, soğuk ve donlu günlerin sayısı kıyı kesimlerde en azdır. İç kesimlere gidildikçe karasallık etkisi artar. Ege ve Marmara denizi kıyılarında makiler, güney Marmara sahillerinde ise zeytinlikler bulunur. Makiler 200 metre yüksekliğe kadar baskın bitki örtüsüdür. Ergene Havzası’nda bozkırlar oluşmuşsa da bölgenin tamamında yaygınlık göstermez. Yükseltinin olduğu yerlerde, özellikle Trakya‘da ormanlara rastlanır.

Hava sıcaklığının 0 °C nin altında geçtiği gün sayısı çok kısadır. Marmara Bölgesi’nin yıllık sıcaklık değerleri: ortalama 14 -16 °C, en sıcak ay ortalaması: 23-25 °C, en soğuk ay ortalaması: 5-6 °C’dir. Yıllık yağış miktarı 600–700 mm civarındadır. Marmara bölgesinde hâkim rüzgârlar genelde Kuzey ve Kuzeydoğu yönlerinden eser.

Bölgedeki millî parklar

  1. Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı (Çanakkale)
  2. Kazdağı Millî Parkı (Balıkesir)
  3. Gala Gölü Millî Parkı (Edirne)
  4. Uludağ Millî Parkı (Bursa)
  5. Manyas Kuş Cenneti Milli Parkı (Bandırma)
tarafından

Ege Bölgesi

Ege Bölgesi

 

Ege Bölgesi’nin Coğrafi sınırları

İzmir, Ege Bölgesinin en büyük şehri olduğu için bölgeyle özdeşleşmiştir.

Kente hâkim bir konumda bulunan tarihî Afyonkarahisar Kalesi

Muğla‘da bir koy ( MuğlaMilas arasında Akbük sahili

Doğa Harikası Denizli Pamukkale

El yapımı Eşme kilimi

Mesir Macunu Festivali Manisa 2010

Yörük Ali Efe. Resim-Alıntısı: 1919 Tarihli İstiklal Harbi Gazetesi-sayı:93 tarih:28 Ağustos 1919

Kuşadası‘nda gün batımı

Ege Bölgesi, Türkiye‘nin yedi coğrafi bölgesinden biridir. İsmini kıyısında olduğu Ege Denizi‘nden alır. Ege (Asıl Ege, Kıyı Ege) ve İç Batı Anadolu (İç Ege)[1] olmak üzere iki bölüme ayrılır. Kuzeyde Marmara, doğuda İç Anadolu, güneyde Akdeniz bölgeleriyle ve son olarak batıda Ege Deniziyle çevrilidir. Türkiyenin en uzun kıyı şeridine sahip bölgesidir.

Konu başlıkları

Coğrafya

Sınırlar

Bölgenin Sınırları;

Kuzey; Kaz Dağı, Madra Dağı, Simav Dağları ve Dominiç Dağıdır.

Doğuda; Türkmen Dağı ve Emir Dağlarıdır

Güneyde; Karakuş Dağı ve Göreli Dağıdır.

Batıda; Çanakkaleye bağlı Bababurundan başlayarak tüm Edremit Körfezi, İzmir ve Aydın illerinin tüm kıyı şeritleri ve Muğla’da, Köyceğiz hariç olmak üzere, kuzeyden güneye Köyceğiz kıyılarına kadardır.

Ovalar: Orta Çağ Ege Bölümü’nde horstlar arasında kalan grabenler birer alüvyon ovasıdır. Bunlar Bakırçay, Gediz, Büyük ve Küçük Menderes grabenleridir. Bu graben ler fiziksel bir haritada yeşil renk ile gösterilir. Gediz ağzında Menemen Delta ovası, Büyük Menderes ağzında Balat Delta ovasından oluşmuştur.

Nüfus ve Toplumsal Yapı

Kentleşmenin en yoğun yaşandığı bölge konumundadır. Ülkemiz nüfusunun 1/8 kadarı Ege Bölgesi’nde yaşamaktadır. Bu nüfusun yarıdan fazlası (%62,2) kentlerdedir. Ege Bölgesi’nin ortalama nüfus yoğunluğu ise Türkiye ortalamasının üzerindedir. Nüfus yoğunluğu açısından Marmara Bölgesi’nden sonra ikinci sırada bulunur. Ege Bölümü’ndeki ovalar üzerinde fazla olan nüfus yoğunluğu, İç Batı Anadolu Bölümü’nde ve Menteşe Yöresi’nde azalır.

Nüfus bakımından Ege Bölgesi’ndeki illerin sırası şöyledir [2]:

  1. İzmir 3.987.000
  2. Manisa 1.351.000
  3. Aydın 999.000
  4. Denizli 942.000
  5. Muğla 833.000
  6. Afyonkarahisar 698.000
  7. Kütahya 564.000
  8. Uşak 340.000

Merkezi nüfus[3] bakımından sıralama şöyledir:

  1. İzmir :3.730.202
  2. Denizli :512.000[4]
  3. Manisa :301.000[5]
  4. Kütahya :213.000
  5. Aydın :191.000
  6. Uşak :185.000
  7. Afyonkarahisar :180.000
  8. Muğla :62.500

* Veriler 2011 yılı nüfus sayımı sonuçlarıdır.

Sıra Kent 1990 Sayımı 2000 Sayımı 2007 Sayımı 2011 sayımı Bağlı olduğu il
1 İzmir 1.758.780 2.232.265 2.606.294 2.656.148 İzmir
2 Denizli 275.800 323.500 480.000 512.000 Denizli
3 Manisa 158.900 214.400 291.800 301,000 Manisa
4 Kütahya 130.944 167,000 213,00 212,000 Kütahya
5 Aydın 107.000 143.300 168.000 191.000 Aydın
6 Uşak 105.300 137.000 173.000 185.000 Uşak
7 Afyonkarahisar 144.276 159.302 159.967 180.207 Afyonkarahisar
8 Aliağa 95.600 129,000 160,000 163.000 İzmir
9 Turgutlu 73.634 93.727 111.000 120.000 Manisa
10 Nazilli 80.277 105.665 103.759 110.000 Aydın
11 Salihli 70.861 83.137 96.600 97.500 Manisa
12 Akhisar 73.944 81.510 96.400 105.000 Manisa
13 Ödemiş 51.620 61.896 71.219 75.072 İzmir
14 Soma 49.977 60.600 70.700 76.100 Manisa
15 Söke 50.900 62.400 66.200 68.300 Aydın
16 Torbalı 21.167 38.099 62.080 123.000 İzmir
17 Bergama 42.554 52.173 58.212 60.700 İzmir
18 Tavşanlı 38.214 47.224 55.240 64.242 Kütahya
19 Menemen 29.006 46.079 53.940 124.000 İzmir

Ekonomi ve Yerleşim

Tarım

Ege Bölgesi’nde nüfusun çoğunluğu iklim toprak koşulları ve ulaşım kolaylıklarının da elverişliliğiyle geçimini tarımdan sağlar. Ege bölümünde Akdeniz iklimine uygun bazı bitkiler (zeytin, üzüm vb.) ağır basar. Ege bölümünden, İçbatı Anadolu bölümüne geçildikçe, tarımın niteliği değişir; tahıl ekimi artar ve hayvancılık geçimde daha önemli yer tutar. Tahıl ekiminde buğday başta gelir, onu arpa ve mısır izler. Buğday özellikle Afyon ve Denizli’de üretilir bu illeri İzmir, Aydın ve Muğla izler. Arpa ise Afyon ve Manisa illerinde, mısırın da başlıca ekim alanı Manisa’dır. Pirinç ekimine ovalarda az miktarda yer verilir. Bölgede yaş ve kuru sebze üretimine de önem verilir. İklim koşulları uygun olduğu için, turfanda sebze (domates, fasulye vb.) yetiştirilerek öbür bölgelere yollanır. Soğan ve patates ekimi yaygındır; baklagillerden en çok nohut ekilir. Kavun ve karpuz üretimi de yaygın biçimde yapılmaktadır.[kaynak belirtilmeli]

Bölgede yetiştirilen sanayi bitkileri arasında tütün, pamuk, susam, keten ve şekerpancarı baş sıralarda yer alır. Edremit Körfezi kıyıları yağ zeytini üretimi kesir ağaç sayısı bakımından başta gelir bakımından önemlidir. Üzüm bağlarına da bölgenin her yerinde rastlanır. Üzüm ayrıca şarap ve pekmez yapımında da kullanılır. Kuru üzüm Manisa-İzmir civarında, kış soğuna dayanamayan incir ise kıyı kesimlerde özellikle Aydın’da yetişir. Ülkemizdeki incir ağaçlarının yaklaşık olarak %81’i Ege Bölgesi’ndedir. Turunçgiller bölgenin özellikle güney kesiminde yetişir; Bodrum’da mandalina; Aydın ve Nazilli arasında portakal, limon, mandalina ve turunç yetişir.[kaynak belirtilmeli]

Hayvancılık

Didim’de Apollon tapınağındaki Medusa kabartması.

Ege bölgesinde hayvancılık çok gelişmemiştir. Üstelik yakın dönemde otlakların daralması nedeniyle, hayvan sayısında azalma gözlenmektedir. Kıyı kesimde daha çok kıl keçisi, tiftik keçisi ve koyun, iç kesimlerde sığır ve manda besiciliği yaygındır. Balıkçılık ise eski önemini kaybetmiştir. Özellikle İzmir Körfezi’nin sularının pis olmasından dolayıdır. Yine eski önemini yitirmiş olmakla birlikte Bodrum kıyılarında sünger avcılığı yapılmaktadır.Aynı zamanda Ege Bölgesi’nde kümes hayvancılığı ve arıcılık da yapılır.

Sanayi

Afyonkarahisar Bayat Türkmen Kilimi

Sanayi bakımından Marmara Bölgesi‘nden sonra ikinci sırada gelir. Bölümler arasında gelişmişlik ve sanayi oranı bakımından büyük farklılık vardır. Asıl Ege Bölümü sanayi bakımından daha gelişmiştir. Zaten bölgenin en büyük ve gelişmiş kenti İzmir de bu bölümde yer alır. İzmir sanayisi, fuarı, ve ihracat limanı ile bölgenin önemli kentidir. İzmir’de Aliağa Petrol Rafinerisi de bulunmaktadır. İzmir’de otomotiv, madeni eşya, kimya, seramik, dokuma, çimento, sigara ve zeytinyağı, Edremit ve Ayvalık‘ta zeytinyağı, Aydın ve Manisa‘da zeytinyağı, Denizli ve Uşak‘ta dokuma, Uşak‘ta şeker, seramik, kümes hayvancılığı, altın madenciliği ve deri Afyonkarahisar‘da şeker, çimento ve mermer, Uşak, Gördes, Kula, Demirci ve Simav‘da halıcılık sektörleri, Aydın da incir işleme fabrikaları vardır.

Ege Bölgesi’nde üretilen incir, zeytin vb. gibi ürünlerin sanayileri yapılır. İzmir’de toplanmış olan başlıca sanayi kolları arasında dokumacılık da vardır. Dokumacılık ve tekstil Denizli ve Uşak’ın ilçelerinde oldukça fazladır.

Turizm

Ege Bölgesi turizm potansiyeli olarak Türkiye‘de Akdeniz Bölgesinden sonra gelmektedir. Birçok tarihi eser, yapıt, kalıntı Efes, Didim, Pamukkale gibi tarihi yerler ve buna ilave olarak doğa harikası sahilleri Fethiye, Bodrum, Marmaris, Didim, Kuşadası ve Çeşme gibi önemli plajları mavi bayraklı sahilleri ile gözde turizm ve tatil bölgeleri mevcuttur.

Ulaşım

Kara yolu ulaşımı

Ege bölgesinde karayolu ulaşımı oldukça gelişmiştir. Başlıca ulaşım merkezleri: İzmir ve Afyonkarahisar önemli kavşak yolları üzerindedir.

Deniz yolu ulaşımı

İzmir, Çeşme, Aliağa,Ayvalık, Edremit, Didim, Bodrum, Fethiye, Marmaris.

Hava yolu ulaşımı

İzmir, Dalaman, Bodrum, Denizli,Edremit,Uşak.

Demiryolu ulaşımı

Bölgede demiryolu ulaşımı özellikle yük ve yolcu taşımacılığında kullanılır. Türkiye’nin ilk demiryolu İzmir ve Aydın arasına döşenmiştir.İzmir içinde İZBAN kullanılır.

Yerleşme Özellikleri, Ticareti ve Turizmi

Ege Bölgesi’ndeki kentler, çoğunlukla ana yolların geçtiği oluklar ve verimli ovaların kenarlarında yer alır; kıyı kesiminde ise körfezlerin kenarlarında bulunur. Kırsal yerleşmeler, genellikle ovalardaki akarsu kenarlarında ve vadi içlerinde görülür.

tarafından

Akdeniz

Akdeniz

 

Akdeniz ve bu iç denizi çevreleyen ülkelerin uydu görüntüsü (NASA)

Akdeniz haritası

Akdeniz bölgesi rölyefi

Akdeniz (Osmanlı Türkçesi: بحر سفيد Bahr-i Sefīd[1] , آق دڭيز Akdeniz[2] ya da بحر متوسط, Bahr-i Mutavassıt[3]), Atlas Okyanusu‘na bağlı, kuzeyinde Avrupa, güneyinde Afrika, doğusunda Asya kıtaları bulunan deniz. 2.5 milyon km² bir alan kaplayan deniz Cebelitarık Boğazı ile Atlas Okyanusu‘ndan; Süveyş Kanalı ile de Kızıldeniz‘den ayrılır. Akdeniz’in tuzluluk oranı ‰ 38 (binde 38) olup tuz oranı fazla olan denizler grubunda değerlendirilir.

Konu başlıkları

Etimoloji

İngilizcede Mediterranean Sea denilir. Bu da Latincedeki Mediterraneustan (Medi: Orta + terra: Toprak, yer) gelmektedir. Yunancada Mesogeios denir. Arapçadaki karşılığı البحر الأبيض المتوسط (El Bahre-l Ebyedu’l-Mutavassit) “’ortada yer alan beyaz deniz’” anlamındadır. Farsça‘da Akdeniz için kullanılan Bahr-i Sefid ismi Osmanlı dönemi haritalarında da gözükmektedir. Romalılar da Mare Nostrum derler ki bu da Bizim Deniz anlamına geliyordu.

“Akdeniz” isminin kaynağıyla ilgili inanılan iddialardan bir diğeri de eski Türklerde “mavi” rengin doğunun, “ak” rengin batının, “kırmızı” rengin güneyin ve “kara” rengin kuzeyin sembolü olarak kullanılmış olmasıdır. Bu iddiaya göre Akdeniz adlandırmasını ortaya koyan dil bilincinde Ege ve Akdeniz’i tek bir deniz olarak gören yaklaşım vardır. Bu yaklaşıma göre Türkiye‘nin kuzeyindeki denize Karadeniz adının verilmesinin sebebi de budur.[4]

Denizanası Akdeniz’de sık rastlanılan bir hayvandır.

Coğrafya

Dünyanın en büyük iç denizidir. Derin bir denizdir ve derinliği 4000 metreyi geçen birçok çukura sahiptir. Doğu Akdeniz Havzası, Batı Akdeniz Havzası’ndan daha derindir. Özellikle Doğu Akdeniz olmak üzere tuzluluk oranı yüksektir. Kıbrıs ile Mısır arasındaki kısımda tuzluluk oranı binde 39′a ulaşır.

Bölümler

Alt Denizler

Boğazlar

Körfezler

İklim

Akdeniz bölgesi şehirlerinde sıcaklık (°C)
Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık
Marsilya [1] 13 13 13 14 16 18 21 22 21 18 16 14
Barselona [2] 13 13 13 14 17 20 23 25 23 20 17 15
Valencia [3] 14 13 14 15 17 21 24 26 24 21 18 15
Napoli [4] 15 14 14 15 18 22 25 27 25 22 19 16
Malaga [5] 16 15 15 16 17 20 22 23 22 20 18 16
Cebelitarık [6] 16 15 16 16 17 20 22 22 22 20 18 17
Atina [7] 16 15 15 16 18 21 24 24 24 21 19 17
Kandiye [8] 16 15 15 16 19 22 24 25 24 22 20 18
Malta [9] 16 16 15 16 18 21 24 26 25 23 21 18
Antalya [10] 14 15 18 21 25 30 34 34 31 26 20 16
Larnaka [11] 18 17 17 18 20 24 26 27 27 25 22 19
Mersin [12] 18 18 19 22 24 25 27 29 28 26 24 22
Tel Aviv [13] 18 17 17 18 21 24 26 28 27 26 23 20
tarafından

Karadeniz

Karadeniz

 

Karadeniz haritası

Karadeniz: NASA uydu fotoğrafı

Karadeniz (Bulgarca: Черно море (Çerno more); Rumence: Marea Neagră; Rusça: Чёрное море (Çyornoye more); Ukraynaca: Чорне море (Çorne more); Gürcüce: შავი ზღვა (Şavi Zğva); Abhazca: Амшын Еиқәа (Amşın Eyk’wa); Lazca/Megrelce: უჩა ზუღა (Uça Zuğa), güneydoğu Avrupa ile Anadolu yarımadası arasında yeralan kuzeyinde Ukrayna, kuzeydoğusunda Rusya, doğuda Gürcistan; güneyde Türkiye ve batıda Romanya ve Bulgaristanla çevrili, Atlantik Okyanusu‘na Akdeniz, Ege Denizi ve Marmara Denizi aracılığıyla bağlanan bir iç denizdir. İstanbul boğazı vasıtasıyla Marmara, Kerç boğazı Azak Denizi‘ne bağlanmaktadır.

Karadeniz, 8 bin 350 kilometre kıyı şeridine sahip, 461.000 km² alan kaplayan (Azak Denizi dahil, Marmara Denizi hariç), en geniş yeri doğudan batıya 1.175 km, en derin noktası 2.210 m olan, Marmara Denizi vasıtasıyla Ege Denizi’ne bağlanan, batıdan doğuya böbrek formunda bir denizdir. Karadeniz üzerinde bulunan önemli liman kentleri Köstence, Mangalia, Burgaz, Varna, Odessa, Sivastopol, Yalta, Kerç, Novorossiysk, Soçi, Suhum, Poti, Batum, Hopa, Trabzon, Samsun, Ordu, Giresun ve Zonguldak‘tır.

Konu başlıkları

Genel özellikler

Tuzluluk oranı %1,8 dolayındadır. M.Ö. 6. bin yıla dek bir tatlı su gölü olan Karadeniz, bu tarihten sonra tuzlu bir denize dönüşmüştür. Amerikalı deniz jeologları William Ryan ve Walter Pitman Buz Çağı’nın ertesinde Akdeniz’in sularının 150 metre daha alçak olan Karadeniz’e boğaziçi setini yıkarak birden bire dolarak Karadeniz Tufanı adı verilen sel baskınına [1] sebep olduğunu bu olayın Nuh Tufanı efsanesininde kaynağı olduğunu iddia etmiştir. Okyanusbilimci Robert Ballard‘ın Sinop açıklarında yaptığı çalışmalarda bulunanlar [2] bu tezi doğrulamışsa da çeşitli bilim adamları alternatif görüşler öne sürmüştür. Karadeniz sürekli bir su buharı ve ısı kaynağıdır, suları fazla donmaz. Karadeniz kıyılarının uzunluğu 1600 km civarındadır. Dağlar kıyıya paralel uzandığından fazla girintili çıkıntılı değildir.

Büyük beş ırmak Karadeniz’e dökülür: Dinyeper, Dinyester, Don Irmağı, Kuban Irmağı, bütün doğu ve orta Avrupa’yı kapsayan Tuna. Tuna tek başına her yıl 203 kilometre küp tatlı suyu Karadeniz’e taşır [3]. Bu miktar Kuzey Denizi’ne akan bütün tatlı sulardan fazladır. Türkiye’den ise belli başlı dört ırmak Karadeniz’de sonlanır: Sakarya, Kızılırmak, Yeşilırmak ve Çoruh (sonuncusunun büyük bölümü Türkiye’de olmasına karşın Gürcistan’da Batum’dan denize dökülür). Bu denize dökülen Avrupa ve Asya akarsularıyla birlikte Karadeniz havzasının alanı denizin kendisinden 5 kat daha geniştir ve yaklaşık 2.2 milyon km2‘dir. Karadeniz ve Çevre tuzluluk oranı oldukça fazladır.

Karadeniz’in flora ve faunası evsel ve endüstriyel kirlenme nedeniyle her geçen gün fakirleşmektedir. [4] Irmaklardan gelen organik madde miktarı deniz suyundaki bakterilerin normalde ayrışabileceğinden daha fazla olduğundan, bakteriler deniz suyunda normalde bulunan çözünmüş oksijen yerine deniz suyunun bir bileşeni olan sülfür iyonlarından oksijeni temin ederler. Bu işlemin sonucunda ortaya son derece zehirli hidrojen sülfür (H2S) gazı çıkar ve 200 metrenin altında yaşamı engeller. Karadeniz dünyanın en büyük hidrojen sülfür rezervidir. 150-200 metre arasında değişen derinliklerin altında yaşam yoktur. Suda oksijen bulunmaz ve H2S yüklüdür. Hidrojen Sülfür bulunduğu yerdeki tüm ekosistemi öldürür, sahil balıkçılığını yok eder ve eğer yüzeye çıkarsa gemilerin altını yarattığı kimyasal bileşimle siyah renge boyar. Özellikle Tuna Nehri tüm Orta ve Doğu Avrupa ile Balkanlar‘ın endüstri ve evsel atık sularının boşaltıldığı bir yüzeysel su olup, doğal yaşam için ölümcül miktarda organik ve inorganik maddeyi Karadeniz’e getirmekte kirlilik oradan Boğazlar yoluyla da Marmara Denizi’ne taşınmaktadır. 1980′lerin ortasında bir geminin balast suyu ile Karadeniz’e gelen ve orijini Doğu Amerika kıyıları olan Mnemiopsis leiydi (Taraklı deniz anası) adlı canlı türünün doğal düşmanı olmadığı için Karadeniz’i istila etmiş, balık larvalarının temel besinleri olan zooplanktonları ve bizzat balık larvalarını yiyerek balık sayısında önemli oranda düşme yaşanmasına sebep olmuştur.

SamsunSarp Sınır Kapısı arasında 542 kilometrelik mesafede inşa edilen ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yatırımlarından birisi olarak gösterilen Karadeniz Sahil Yolu inşası sırasında sahil boyunca yapılan dolguların deniz canlılarına zarar verdiği çok sayıda bilim adamınca iddia edilmiş ve yolun yapımı bitmiş olmasına karşın, inşaası ve sonuçları kamuoyunda hararetli tartışmalara sebep olmuştur.[5]

Doğal yaşam

Et çeşitliliği açısından zengin olmayan denizde açık sularda, yunus ve domuz balığı kolonilerinin yanı sıra arasında kıyılara dek vuran palamut ve hamsi sürülerine rastlanmaktadır. Bununla birlikte ekolojik sorunlar yüzünden günümüzde uskumru balığı kaybolmuş, palamut ve lüfer miktarı azalmış hamsi ise soyunu korumuştur. Çünkü o sadece Karadeniz’özgüdür. Pisi, dere pisisi, kalkan balıklarının ve çaça azalmış, kofana, torik, çinekop cinsleri tükenmiştir. Dünyanın en lezzetli balığı hamsinin stoku, boyu ve ağırlığı azalmış, havyarı için avlanan ve nehir ağızlarında yaşayan Mersin balığının, kirlilik ve aşırı avlanma sonucu nesli tükenmiştir. [6]

Karadeniz’e kıyısı olan şehirler

tarafından

Kastamonu (il)

Kastamonu (il)

 

Kastamonu
—  İl  —
İlin Türkiye'deki konumu

İlin Türkiye’deki konumu

Kastamonu haritası

Kastamonu haritası

Ülke Türkiye
Coğrafi bölge Karadeniz
Yönetim
 – Vali Erdoğan Bektaş
Yüz ölçümü
 – Toplam 13,108 km2 (5,1 mi2)
Nüfus (2012)[1]
 – Toplam 359.808
 – Yoğunluk 28/km² (72,5/sq mi)
 – Kır 157.802
 – Şehir 202.006
Zaman dilimi DAZD (+2)
 – Yaz (YSU) DAYZD (+3)
İl alan kodu (366)
İl plaka kodu 37
Web sitesi: kastamonu.gov.tr

Kastamonu, Türkiye Cumhuriyeti‘nin Karadeniz bölgesinde yer alan ve Sinop, Çorum, Çankırı, Karabük ve Bartın ile sınırı bulunan Karadeniz kıyısında bulunan bir ildir, merkez ile birlikte toplam 20 ilçesi mevcuttur.

Konu başlıkları

Tarihçe

Kastamonu kalesi ve çevresi

Ilıca Şelalesi, Pınarbaşı

Gideros Koyu, Cide

Kastamonu

Ön geçmişi

Kastamonu’nun bilinen geçmişi, Hitit İmparatorluğu ile başlar. Hititlerden sonra Frigya ve Lidya Krallıklarının egemen olduğu bu topraklar M.Ö. 4.yy’da Perslerin eline geçmiştir. M.Ö. 4.yy’da Büyük İskender Anadolu ile birlikte Kastamonu topraklarını da Makedonya’ya katmıştır.

İskender’den sonra yöreyi ele geçiren Pontus Krallığı M.Ö. 1.yy’da Romalılar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Uzun yıllar Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalan Kastamonu M.S. 395 yılında İmparatorluğun bölünmesiyle bütün Anadolu gibi Bizans İmparatorluğuna katılmıştır.

Romalı ve Bizanslılar dönemi

Bugün Kastamonu ve çevresindeki illeri de içine alan ve Romalılar devrinde adına Paflagonya (Pophlagonia) denilen bölgede yer almaktadır.

Romalılar devrinde Taşköprü’nün (Pophlagonia) eyalet merkezi olduğu zamanlar Kastamonu küçük bir kasaba olup, Bizans devrinde ve özellikle imparatorluk hanedanlarından olan Komnenler soyunun memleketi olan şehirin iktidarları döneminde gelişmeye başlamıştır. Bu hanedan zamanında buraya bir kale yapılmış ve Komnenler‘in kalesi anlamında “Kastra Komneni” denilmiştir[2]. Bu kelimenin Türkmenlerin bölgeye yerleşmesiyle zamanla (“Kastamoni”, “Kastamonu”) bugünki şekline dönüşmüştür.

Selçuklu ve Osmanlı dönemi

Moğol istilası önünde Türkistan ve İran’dan kaçan Türklerin, ikinci büyük göç dalgasından da en fazla etkilenen şehirlerin başında Kastamonu gelmiş ve İç Anadolu’da Moğollara karşı tutunamayan birçok Türk boyu Ilgaz Dağlarının kuzeyine yani Kastamonu’ya sığınmıştır. Yirmi dört Oğuz boyunun neredeyse tamamı Kastamonu çevresinde yurt tuttuğu gibi, Alpı, Alpağut, Dânişmendli, Kıpçak, Karluk, Çiğil, Yağma gibi Türk boyları da Kastamonu’ya yerleşmişlerdir.[3] Kastamonu’da hâlen birçoğu yaşatılan Kayı, Bayat, Çavundur, Kınık, Îğdir, Afşar, Kıyık, Büğdüz, Bayındır, Çepni, Karaevli gibi yer adları Oğuz iskânının mahiyetini çok iyi ifade etmektedir. 1260’lı yıllarda İbn Sa’d bu kente “Türkmenlerin Başkenti” adını vermiştir[kaynak belirtilmeli]. Yine onun kaydına göre, bu tarihlerde Kastamonu bölgesinde 100 bin çadır halkı yığılmıştır.[4]

Kastamonu’nun ilk defa Türklerin eline geçmesi Danişmentliler zamanında Ahmet Gazinin Oğlu Gümüş tekin devrinde “1105 yılında” gerçekleşmiştir. 100 yıla yakın bir zaman Danişment idaresinde kalan şehir ve çevresi 15 yıl süre ile tekrar Bizanslılara geçmiş, 1213 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın emriyle Selçuklu kumandanı Hüsamettin Çobanbey tarafından zaptedilmiştir.

Moğollar tarafından bölgenin ikinci kez zaptına memur edilen Şemsettin Yaman Candar kumandasındaki ordu 1292 yılında Kastamonu’ya giderek Muzafferettin Yavlak Arslan birliğini bozguna uğratmış kendisi de öldürülmüştür. Muzafferettin Yavlak Arslanın oğlu Mahmutbey, babasının intikamını almak için mücadeleye girmiş ve Şemsettin Yaman Candar’ı buradan batıya sürmeyi başarmıştır. Şemsettin Yaman Candar’ın ölümünden sonra Süleyman Paşa tarafından 1309 yılında Kastamonu yeniden zaptedilmiş, toprakları genişletilerek “Candaroğulları Beyliği”ni kurmuş ve Çobanlar hakimiyetine son vermiştir.

Osmanlı devletinin kuruluş sürecinde Bizans’a karşı düzenlenen seferlerde Kastamonu’da yerleşik türkler, Osmanlı Beyliğine yoğun bir destek vermişlerdir.

1333’lerde Kastamonu’ya uğrayan ünlü gezgin İbn Batuta,

Kastamonu (Anadolu’daki) şehirlerin en büyük ve en güzellerindendir… Hiçbir ülkede fiyatları bu şehirden daha ucuz bir yer görmedim.[5] şeklindeki açıklamalarıyla şehrin büyüklüğüne ve hayat şartlarının elverişliliğine ışık tutmuştur.

İsfendiyarbeyden sonra “İsfendiyaroğulları” adını da alan Kastamonu beyliği 1460 yılında Osmanlı İdaresine girinceye kadar önemli bir ilim ve kültür merkezi olmuş, bir çok ilim adamı yetiştirmiş, Osmanlılar zamanında da bu özelliğini devam ettirmiştir.

Kastamonu, Fatih Sultan Mehmet’in 1460 yılında Sinop’la birlikte bu şehri alarak Candaroğulları beyliğini ortadan kaldırmasından sonra Osmanlı devletine katılmıştır.

Osmanlı döneminde önemli bir eyalet merkezi olan Kastamonu, uzun süre Üsküdar’a kadar olan bölge ile Sinop,Çankırı,Zonguldak,Bolu,Çorum illerinin yönetim merkezi olmuştur.

Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemi

Kastamonu Ulusal (Milli) Mücadele sırasında lojistik destek açısından en güvenilir bölge olması nedeniyle büyük yarar sağlamıştır. Özellikle Ankara’ya İnebolu-Kastamonu yoluyla yiyecek, giyecek, para, cephane ve silah gönderimi yapılmıştır. Ve Kurtuluş Savaşı‘nda cepheye en çok asker gönderen ildir.

Türk egemenliğine geçtikten sonra hiç düşman istilasına uğramamış olan Kastamonu, Çanakkale ve İstiklâl savaşında en fazla şehit veren illerimizden biridir.İl, Çanakkale Savaşında 2.527 şehit verdi. Meşhur “Çanakkale Türküsü“,Kastamonu’lu aşık Yorgansız Hakkı’ya aittir.

Coğrafya

Türkiye’nin Batı Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Kastamonu İli doğusunda Sinop, batısında Bartın ve Karabük, güneyinde Çankırı ve güney-doğusunda Çorum İl’ i ile sınır oluşturmaktadır. Kuzeyinde ise Karadeniz ile çevrilidir. 13.108 km2 alan üzerinde yer alan Kastamonu Türkiye topraklarının %1,7′sini oluşturmaktadır. İl merkezinin denizden yüksekliği 780 metredir. Karadeniz’e 170km’lik sahil kıyısı ile açılır.

Bitki örtüsü

Kastamonu İlinde iklim, topografya ve ana madde farklılıkları nedeniyle çeşitli büyük toprak grupları oluşmuştur.Bunların yanı sıra toprak örtüsünden yoksun bazı arazi tipleri de görülmektedir. Kastamonu İli toprak varlığının büyük bir kısmı organik maddece zengin orman toprağı içermektedir. İklim ve fizyoğrafik yapının müsaade ettiği kadar üzerinde her türlü kuru tarım ve sulanabilen alanlarda da sulu tarım kültürü yapılması uygundur.bu nedenle tarım yapılabilir.

Nüfus

Kastamonu il nüfus bilgileri
Yıl Toplam Değişim Sıra Yüzde Kır – Şehir Erkek – Kadın
1965[6] 441.638 29  %1.41 374.475
  %85
%15
 67.163 209.389  %47.4  %52.6 232.249
1970[7] 446.601 %1 Steel Fire.svg 35  %1.25 364.500
  %82
%18
 82.101 214.490  %48  %52 232.111
1975[8] 438.243 -%2 YellowDwn.svg 38  %1.09 350.640
  %80
%20
 87.603 214.148  %48.9  %51.1 224.095
1980[9] 450.946 %3 Steel Fire.svg 40  %1.01 351.266
  %78
%22
 99.680 216.207  %48  %52.1 234.739
1985[10] 450.353 -%0 YellowDwn.svg 43  %0.89 328.003
  %73
%27
 122.350 216.132  %48  %52 234.221
1990[11] 423.611 -%6 YellowDwn.svg 46  %0.75 274.901
  %65
%35
 148.710 202.583  %47.8  %52.2 221.028
2000[12] 375.476 -%11 YellowDwn.svg 51  %0.55 201.456
  %54
%46
 174.020 181.511  %48.3  %51.7 193.965
2007[13] 360.366 -%4 YellowDwn.svg 50  %0.51 175.681
  %49
%51
 184.685 176.954  %49.1  %50.9 183.412
2008[14] 360.424 %0 Steel Fire.svg 50  %0.5 176.196
  %49
%51
 184.228 176.832  %49.1  %50.9 183.592
2009[15] 359.823 -%0 YellowDwn.svg 50  %0.5 169.839
  %47
%53
 189.984 177.152  %49.2  %50.8 182.671
2010[16] 361.222 %0 Steel Fire.svg 50  %0.49 166.163
  %46
%54
 195.059 178.875  %49.5  %50.5 182.347
2011[17] 359.759 -%0 YellowDwn.svg 50  %0.48 162.055
  %45
%55
 197.704 177.666  %49.4  %50.6 182.093

Değişim, bir önceki nüfus sayımına göre değişimin yüzde olarak oranıdır. Sıra, Kastamonu il nüfusunun Türkiye illeri arasındaki sıralamasıdır. Yüzde, Kastamonu il nüfusunun, Türkiye nüfusuna oranıdır.

İdare

Kastamonu ilinde ilçe sayısı 20’dir ve merkez dahil olma üzere 21 Belediye, 1071 köy bulunmaktadır. Köy sayısı bakımından Türkiye’de ikinci sırada yer almaktadır. Ayrıca köylere bağlı 2.558 adet yerleşim birimi vardır.

İlçeler

Ana madde: Kastamonu ilinin ilçeleri

Kültürel Yapı

Tarihçesi binlerce yıl öncesine dayanan önemli uygarlıklar merkezi olan ve kültür şehri olarak gelişen Kastamonu zengin tarihi ile arkeolojik bakımdan zengin illerimizden biridir.

Kastamonu,Anadolu Türk-İslâm kültürü’nün önemli merkezlerinden biridir.Bu kültür, yörenin türkler tarafından fethinden sonra Beylikler-Selçuklu-Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde inşaa edilen ve bir kısmı günümüze kadar gelen mimarî eserler ve yer isimleri yanında halkın günlük yaşantısında etkili örf-adet ve geleneklerde de kendini göstermektedir.

İl’in görülmeye değer başlıca tarihî-kültürel eserleri arasında camiler,külliyeler, medreseler, türbeler ve kale bulunmaktadır.

Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesi ilin en büyük ve en önemli dini turizm merkezidir. Hisarardı semtinde yer alan külliye; Camii, Türbe, Asa Suyu,Şadırvan, Kütüphane ve Ahşap Konaklardan meydana gelmektedir. Külliyede M.1575-1900 yılları arasında yapılanmalar ile genişlemiştir. Buna ek olarak Karanlık Evliya Türbesi, Aşıklı Sultan Türbesi, Atabey Gazi Türbesi, Hepkebirler Türbesi, Müfessir Alaaddin Türbesi, Hatun Sultan Türbesi, Şeyh Mehmet Efendi (Sacayaklı Sultan) Türbesi, Yılanlı Külliyesi, Nasrullah Külliyesi ve içerisinde yer alan Münire Medresesi (Bayraklı Medrese), Benli Sultan Külleyisi diğer başlıca turizm noktaları arasında yerini almaktadır.

El sanatları çarşısı

Taşköprü ilçesinde Pompeipolis (Zımbıllı) harabeleri ve hâlen kullanılan-ilçeye ismini veren tarihî “taşköprü”, Kastamonu Endüstri Meslek Lisesi yanında Ev-Kaya mezarı, İsmailbey Şehinşah kaya mezarları, Arslantaş mezar odası, Tekkeşin ve Ömerli köyleri arasında Kalenderağa kaya mezarları, Emirler köyünde Berat kaya mezarları, Kayalı köyünde İnönü mağaraları, Kavak köyünde Arı kayası, Baltacıkuyucağında Molla Ahmet kayası, Pınarbaşında Ilgarini Mağaraları arkeolojik alanlardan bir kaçıdır.

Kastamonu Arkeolojik ve Etnoğrafya Müzesi Batı Karadeniz bölgesinin Milli Sanat ve kültür kalıntılarının toplandığı bir müzedir. Müze binası Mimar Celaleddinbey tarafından 1909 yılında planı çizilmiş ve 1910 yılında İttihak ve Terakki Kulubü olarak inşa edilmiştir. İstiklal Savaşı yıllarında Kastamonu Gençlik Teşkilatı, sonra İstiklal Mahkemesi olarak kullanılmıştır. Daha sonra Halk Fırkası ve Türk Ocağı burada faaliyetini sürdürmüştür

Mustafa Kemal Atatürk’ün 23 Ağustos 1925′te Kastamonu’yu ziyaretinde Şapka ve Kıyafet İnkılabı bu binada ilan edilmiştir. Atatürk’ün şapka devrimini Kastamonu’da gerçekleştirme kararını ve bunun sebebini kendi sözleriyle şöyle özetliyor: “Niçin Kastamonu’yu seçtiğimi bilmezsin. Dur, anlatayım. Bütün vilayetler beni tanırlar; ya üniformayla veya fesli, kalpaklı sivil elbiseyle görmüşlerdir. Yalnız Kastamonu’ya gidemedim. İlk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, Türkiye beni öyle görür, yadırgamazlar. Üstelik, bu vilayetin hemen hepsi, asker ocağından geçmişlerdir, itaatlidirler, munistirler. Bunun için şapkayı orada giyeceğim.” der.

Bina 1940 yılında Eski Eserler Deposu olarak kullanılmıştır. 1952 yılında da Müze Müdürlüğü haline getirilmiştir. Müzede Jeolojik fosil kalıntıları ile Prehistorik çağlardan zamanımıza kadar gelen çeşitli medeniyetlerin kültür kalıntıları ve etnoğrafik eserler teşhir edilmektedir.

Batı Anadolu ağzı kullanılmaktadır.[18]

Eğitim

Üniversite/Yüksekokullar

Spor

Kastamonu’da çeşitli spor dallarında takımlar bulunmaktadır.

Futbol

Kastamonuspor ilin futbol takımıdır. 1967 yılında kurulmuş ve 1967-1969 yılları arasında 2. ligde mücadele etmiştir. 1969′da 3. lige düşen kulüp, 1969-1977 yılları arasında 3. ligde mücadele etmiş ve 1977′de Amatör Lige düşmüştür. 1984-85 sezonunda yeniden 3. lige alınan kulüp, o tarihten beri 3. ligde mücadele etmektedir.

Voleybol

Kastamonu Sağlıkspor ilin voleybol takımıdır. İlçesi Bozkurt’un voleybol takımı Bozkurt Belediyespor ise Aroma Erkekler Voleybol 1.lig’inde mücadele etmiştir.

Hentbol

Hentbol Bayanlar Süper Ligi’nde, Kastamonu Sağlıkspor ve Kastamonu Üniversitesi Gençlikspor olarak iki takım ile temsil edilmektedir.

Görüntüler

  • Kastamonu’da eski bir han

  • Kastamonu’da bir han

  • Kastamonu’dan bir görünüm arkada Kastamonu kalesi

  • Kastamonu’nun Ilgaz Dağları’nda bir yayla köyü (Ankara-Kastamonu karayolu’ndan görünüm)

  • Kastamonu’da eski bir hamam

  • Kastamonu’da klasik mahalleler

  • Kastamonu’da klasik mahalleler

  • Kastamonu’da bir okul yapısı

  • Kastamonu’nun bir köyü (Daday – Çömlekçiler)]]

  • Kastamonu’nun bir köy manzarası (Hışımlar/Tekkekızıllar/Devrekani)

  • Kastamonu’da bir köy evi (Devrekani – Tekkekızıllar Köyü)

  • Kastamonu’da bir köy evinin avlusu

  • Kastamonu15.jpg
  • Kastamonu16.jpg
  • Kastamonu17.jpg
tarafından

Mersin (il)

Mersin (il)

 

Mersin
—  İl  —
İlin Türkiye'deki konumu

İlin Türkiye’deki konumu

Mersin haritası

Mersin haritası

Ülke Türkiye
Coğrafi bölge Akdeniz
İl merkezi Mersin
Yönetim
 – Vali Hasan Basri Güzeloğlu
Yüz ölçümü
 – Toplam 15.853 km2 (6.120,9 mi2)
Nüfus (2012)[1]
 – Toplam 1.682.848
 – Yoğunluk 103,94/km² (269,2/sq mi)
 – Kır 354.978
 – Şehir 1.327.870
Zaman dilimi DAZD (+2)
 – Yaz (YSU) DAYZD (+3)
İl alan kodu 324
İl plaka kodu 33
Web sitesi: T.C. Mersin Valiliği

Mersin, Türkiye‘nin güneyinde Akdeniz kıyısındadır.

Kentin kuzeyindeki Yumuktepe höyüğünde yapılan kazılarda birçok katman ortaya çıkarılmıştır. Bunların en eskisi, MÖ 6300′lere, en yenisi ise Selçuklu dönemine tarihleniyor. Kazılardan çıkarılan eserler, Adana Arkeoloji Müzesi ve Mersin Müzesi’nde sergileniyor.

Mersin’in tarih sahnesine çıkışı 19. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Bu dönemde henüz bir köy olan bölge, konar göçer bir Türkmen aşiretine ev sahipliği yapmış ve adını da bu aşiretten almıştır. Ayrıca Kapadokya bölgesinden gelen Rumlar kent nüfusuna hakim hale gelmişler ve 1850′de kentte 5.250 Ortodoks Rum’a karşılık 1.600 Müslüman yaşamaktaydı.

Kentin kaderi özellikle Amerikan İç Savaşı sırasında dünyadaki pamuk kıtlığını gidermek amacıyla Çukurova’da gelişen pamuk üretimi ve bölgenin 1866′da demiryolu ağına bağlanması ile değişmiştir. Bu dönemde Mersin hızla, Çukurova’nın tarım ürünlerinin ihraç edildiği bir liman ve ticaret merkezi haline gelmiştir.

Şehrin bugünkü durumuna gelmesinde, şu anda azınlık olsalar da Hıristiyan Levantenlerin önemi yadsınamaz. Şehirde halen Levantenlere ait iki katedral bulunmaktadır, Latin-İtalyan Katedrali ve Arap-Ortodoks Katedrali. Ayrıca şehrin kuzeyine Rumlar için bir kilise yapılması da gündemdedir.

Konu başlıkları

Günümüzde Mersin

Hızla hayata geçirilen GAP Projesi, Ataş Rafinerisi ve sahip olduğu geniş hinterland sayesinde Mersin Limanı, Türkiye’nin en büyük limanı olma özelliğini taşıyor. Limanda bulunan 27 iskelenin 8 tanesi birbirlerine raylı bir sistemle bağlanmış. 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana yaklaşık 85 milyon dolar harcanarak yenilenen Mersin Limanı’nın kapasitesi, son üç yıldır her sene %10 oranında artmıştır.

Kentin ticari açıdan önemi göz önüne alınarak, Türkiye’nin dört serbest bölgesinden ilki ve en büyüğü burada kurulmuş. 785.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulan Mersin Serbest Bölgesi, başta tekstil firmaları olmak üzere yaklaşık 300 şirkete ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca, Mersin-Adana karayolu üzerinde cam, soda, gübre, tekstil, meyve suyu gibi sektörlerde faaliyet gösteren birçok önemli fabrika da bulunuyor. Türkiye’nin en yüksek üçüncü gökdeleninin (Mertim Kulesi: 177 metre) bulunduğu Mersin Devlet Opera ve Balesi‘nin bulunduğu 3. kenttir.

Tarih

İlde İnanç Turizmi açısından önemli olan iki merkez vardır. Birincisi İsa‘nın Havarilerinden St. Paul‘un Tarsus‘ta bulunan Evi ve Kuyusu Vatikan tarafından Hac Yeri ilan edilmiştir. Diğeri Müslüman ve Hıristiyan alemince önemli olan ve Silifke/Taşucu’nda yer alan erken Hıristiyan devrinde Hac Yeri olarak kabul edilen Azize Aya Tekla (Meryemlik)(Meryem’inde kabrinin Mersinde olduğu ancak hiçbir zaman bulunamayacağı İncilde acıkca yazılmıstır(kilikya mektupları paftası)) önemli dini ziyaret merkezleridir. Ayrıca dini açıdan önemli ziyaret yerlerinden olan Tarsus Ashab-ı Kehf Mağarası da il sınırları içerisinde bulunmaktadır.

Toroslar merkez ilçe sınırlarında yer alan Yumuktepe Höyüğü’nde yapılan kazılarda bulgular MÖ 6300′lere kadar gitmektedir.

Tarihi ve turistik açıdan görülmesi gereken başlıca yerler; Alahan Manastırı (Mut), Kravga Köprüsü, Kızkalesi, Yumuktepe, Kanlıdivane (Neapolis), Anamuryum Harabeleri, Viranşehir ( Soli), Tarsus – Aziz St. Paul Kilisesi, Silifke-Uzuncaburç, Karaduvar, Ayaş, Çamlıyayla Namrun Kalesi (Lampron) ve Sinap Kalesi, Alahan (Alacahan) Manastırı, Narlıkuyu, Zeus (Jupiter) tapınağı, Cennet Cehennem mağaraları, Çukurpınar Mağarası, Korikos Kalesi, Mamure Kalesi, Aslanköy Kaya Mezarları, Adam Kayalar, Tarsus-Ulu Cami, Tarsus-Eski Cami, Büyükeceli Kaya mezarları sayılabilir.

Tabiplerin piri Lokman Hekim Tarsus’ta yaşamıştır. Aynı zamanda yılanların padişahı Şahmeran ile ilgili rivayet de şöyledir: Şahmeran yörenin kralının kızına aşık olur, cadının bir tanesi prensesin hamama geleceğini ve görmek isterse onu hamamda bir odaya gizlice alacağını söyler. Şahmeran her ne kadar biraz şüphelense de aşk gözünü karartır ve gider. Orada katledilir. Tarsus’Ta halen ayakta olan eski hamamın göbek taşındaki kızıllığın şahmeranın kanı olduğuna inanılır.

Coğrafya

İl yüzölçümünün %87′si dağlıktır.
En yüksek tepesi: Medetsiz Tepesi (3524 m)
Önemli geçişleri: Sertavul, Gülek Boğazları
Belli başlı akarsuları:

Berdan Çayı (90 km)
Göksu (299 km)

İlde bulunan belli başlı ovalar ve yüzölçümleri şu şekildedir:

  • Tarsus Ovası 105.000 hektar,
  • Berdan Ovası 70.000 hektar,
  • Anamur Ovası 9.900 hektar.

İklim

Mersin ve çevresinde, tipik sıcak ve ılıman astropikal iklimi hakimdir. Yaz ayları sıcak ve aşırı nemli, ortalama 28 °C nemlilik ise %88 ler civarında kış ayları ise (15 °C) ılık ve yağışlıdır. (Yıllık yağış ortalaması 1096 mm. İlin uzun yıllar sıcaklık ortalaması ise 23 °C derecedir ve bu özelliğiyle Türkiye’nin en sıcak kesimidir. Ancak yaz aylarında özellikle aşırı nem bunaltıcı olabilmektedir. İl en fazla yağışı Aralık-Ocak döneminde alır, 2001′de yaşanan sel felaketinde 2 gün içerisinde metrekareye 669 kg yağış düşmüştür.

Sıcaklık verileri

Aylar Oca Şub Mar Nis May Haz Tem Ağu Eyl Eki Kas Ara Yıl
Ort. En Yüksek °C 16 17 20 22 27 28 42 42 41 35 28 23 26
Ort. En Düşük °C 14 15 16 18 21 25 31 32 30 25 23 16 19

[2]

Nüfus

2010 yılı verilerine göre il nüfusu 1.647.899[3], Mersin merkez nüfusu ise 843.429[3] ‘dur.

Mersin ili nüfus varlığı olarak Türkiye’nin önemli illeri arasında yer almaktadır. DİE 2000 Genel Nüfus sayım verilerini incelediğimizde tablodaki Tarsus ilçesinin bağlı olduğu Mersin ilinin 1927-2000 yılları arasında nüfus sürekli artmıştır. Mersin ilinde en düşük nüfus artışı ….-…. yılları arasında %10,7, en yüksek nüfus artışı 1985-1990 yılları arasında %40,6 olmuştur. Mersin ilinin 1990-2000 yılları arasında yıllık nüfus artış hızı %26,5 olduğu görülmektedir. Buradan Mersin ilinin yıllık nüfus artış hızının düştüğü görülmektedir.

Mersin il nüfus bilgileri
Yıl Toplam Değişim Sıra Yüzde Kır – Şehir Erkek – Kadın
1965[4] 511.273 18  %1.63 321.891
  %63
%37
 189.382 262.008  %51.3  %48.8 249.265
1970[5] 590.943 %16 Steel Fire.svg 19  %1.66 344.643
  %58
%42
 246.300 300.197  %50.8  %49.2 290.746
1975[6] 714.817 %21 Steel Fire.svg 16  %1.77 381.917
  %53
%47
 332.900 369.269  %51.7  %48.3 345.548
1980[7] 843.931 %18 Steel Fire.svg 12  %1.89 419.387
  %50
%50
 424.544 429.721  %50.9  %49.1 414.210
1985[8] 1.034.085 %23 Steel Fire.svg 10  %2.04 467.666
  %45
%55
 566.419 527.092  %51  %49 506.993
1990[9] 1.266.995 %23 Steel Fire.svg 7  %2.24 479.711
  %38
%62
 787.284 645.244  %50.9  %49.1 621.751
2000[10] 1.651.400 %30 Steel Fire.svg 8  %2.44 652.180
  %39
%61
 999.220 829.742  %50.2  %49.8 821.658
2007[11] 1.595.938 -%3 YellowDwn.svg 8  %2.26 539.607
  %34
%66
 1.056.331 801.112  %50.2  %49.8 794.826
2008[12] 1.602.908 %0 Steel Fire.svg 9  %2.24 373.477
  %23
%77
 1.229.431 796.911  %49.7  %50.3 805.997
2009[13] 1.640.888 %2 Steel Fire.svg 9  %2.26 370.267
  %23
%77
 1.270.621 823.453  %50.2  %49.8 817.435
2010[14] 1.647.899 %0 Steel Fire.svg 10  %2.24 366.851
  %22
%78
 1.281.048 819.515  %49.7  %50.3 828.384
2011[15] 1.667.939 %1 Steel Fire.svg 10  %2.23 364.921
  %22
%78
 1.303.018 831.244  %49.8  %50.2 836.695

Değişim, bir önceki nüfus sayımına göre değişimin yüzde olarak oranıdır. Sıra, Mersin il nüfusunun Türkiye illeri arasındaki sıralamasıdır. Yüzde, Mersin il nüfusunun, Türkiye nüfusuna oranıdır.

Ekonomi

Hızla hayata geçirilen GAP Projesi, Ataş Rafinerisi ve sahip olduğu geniş hinterland sayesinde Mersin Uluslararasi Limanı, Türkiye’nin en önemli ve en işlek limanıdır.[kaynak belirtilmeli]

Türkiye’nin en büyük Serbest Bölgesi olan Mersin serbest bölgesi burada kurulmuştur ve 300 şirkete ev sahipliği yapmaktadır. Mersin-Tarsus Organize Sanayi Bölgesi’nde 150′ye yakın firma faaliyet göstermektedir. İşleticisi MESBAŞ’tır.

Türkiye’nin en önemli iç turizm merkezidir. Son yıllarda turizmde yapılan atamalar ve sahile yapılan yeni otellerle Türkiye’nin yeni turizm bölgesi olma yolundadır. Yat turizminin gelişmesi amacıyla uluslararası standartlara uygun 500 yat bağlama ve 300 yat karaya alma kapasiteli Mersin Ana Yat Limanı tamamlanmış olup ihaleye çıkılmıştır. Mersin coğrafi açıdan lojistik merkez özelliğine sahip bir kenttir. Halihazırda bulunan liman, demiryolu taşımacılığının yanı sıra karayolu taşımacılığında da Mersin önemli bir noktadadır. Mersin Büyükşehir Belediyesi, Uluslararası Nakliyeciler Derneği ve Mersin Valiliği ile ortak olarak Mersin Lojistik Merkezi’ni kurma çalışmalarını tamamlamak üzeredir. Doğu Anadolu, Batı Akdeniz ve İç Anadolu’daki şirketler ithalat ve ihracatını Mersin üzerinden yapar. Mersin’de iş merkezlerinin çokluğu, nakliye ve gümrük firmalarının sayıca fazlalığı bu yüzdendir. Mersin Serbest Bölgesi de benzer özellikleri ile Mersin ve ülke ticaretinde önemli bir yer tutar. Yapıldığında Türkiye’nin en uzun binası konumundaki Metropol Ticaret Merkezi 52 katlıdır ve Akdeniz ilçesindedir.

Alışveriş merkezleri Mersin’de yatırımlarını sıklaştırmaktadır. 2009 yılında Avrupa’nın en iyisi seçilen Forum Alışveriş Merkezi, Marinavista, Beymen Mall, Carrefour ve Kipa Outlet vb. Ticaret merkezleri Mersin’de çoğalmaktadır. Ayrıca Media Markt ve Vatan Computer ucuz bilişim malzemeleri ile rekabeti sağlamaktadır.

Tarım

2004 yılı verilerine göre Mersin’de arazi varlığının takriben yüzde 55′i orman ve fundalık arazi yüzde 35′i işlenen arazi, yüzde 4 civarı çayır ve mera, geri kalan araziler ise yerleşim alanı veya tarıma elverişsiz alanlardır.

Mersin’de üretilen Anamur muzu dünyaca ünlenmiştir. Tarıma dayalı sanayi gelişme göstermektedir. Mersin merkezde kayısı, ceviz, kiraz, şeftali ve sebze yaygın olarak üretilirken son yıllarda tropikal meyve ve sebzeler de üretilmeye başlanmıştır. Batı Mersin’de daha çok Anamur, Bozyazı, Aydıncık, Silifke ve Erdemli ilçelerinde muz, turunçgiller, çilek, papaya, pepino, ananas ve kahve yetiştirilmektedir.

Eğitim

Şehirde üç üniversite vardır. Bunların ikisi vakıf , biri devlet üniversitesidir. Şehrin kendi adıyla anılan Mersin Üniversitesi, 1992 yılında açılmıştır. Şu an bünyesinde 11 adet fakülte ve 8 adet meslek yüksekokulu ile 20.000 öğrenci barındırmakta olup, gelişmekte olan bir üniversitedir. İldeki bir diğer üniversite ise Yenice‘de bulunan Çağ Üniversitesi‘dir. Son açılan üniversite ise Toros Üniversitesi‘dir.

Turizm

Mersin Sahili

Mersin 321 km sahil şeridi ile Türkiye’nin önemli bir sahil kentidir. Mersin kıyılarının yaklaşık 108 km’lik bölümünü doğal kumsallar oluşturmaktadır. Önemli tarihi ve turistik mekanlara sahip olmasıyla turizmde son yıllarda adını sıkça duyurmaya başlamıştır.

Alahan Manastırı, Cennet ve Cehennem, Kızkalesi, Ayaş, Yumuktepe, Soli-pompeipolis, Eshab-ı Kehf Mağarası, Anemurium tarihi kalıntıları, Kleopatra Kapısı gibi turizmde ilgi çekici mekanlara ev sahipliği yapmaktadır.

Önemli plajları ise Anamur, Kızkalesi, Susanoğlu ve Ayaştır.

Tisan, Taşucu, Narlıkuyu ve Dana Adası ise özellikle yerli turistlerin sıklıkla ziyaret ettiği bölgelerdir.

Yayla turizminde beğenilen ve ilgi çeken yaylalar ise Gözne, Ayvagediği, Soğucak, Fındıkpınarı,Çamlıyayla Namrun ve Sorgun Yaylalarıdır.

Papa XVI. Benedictus‘un 2008 yılını “Saint Paul Yılı” İlan Etmesi ile Mersinin Tarsus ilçesi Hristiyan turistlerin uğrak yeri olmuştur.

2008 yılında Mut ilçesinde bulunan Alahan Manastırı ve Tarsus ilçesinde bulunan St.Paul Kuyusu ve Anıt Müzesi UNESCO Dünya Miras Alanları kapsamındaki yerler listesine alınmıştır.

Kültür

Kentte kültür düzeyi ve kültürel çalışmalar son derece yoğundur. Mersin ilinde, okuma yazma bilenlerin oranı %99′dur.

Mersin’de Türkiye’nin dördüncü devlet opera ve balesi mevcuttur. Mersin Devlet Opera ve Balesi gösterilerini Mersin Kültür Merkezi’nde sergilemektedir.

Kentte düzenli olarak Mersin Uluslararası Mersin Müzik Festivali, Mersin Türk Sanat Müziği Festivali ve Mersin Uluslararası Nevit Kodallı Çoksesli Korolar Festivali gibi aktiviteler de düzenlenmektedir.

Mersin Olba Fotoğraf Derneği (MOF)
Mersin Fotoğraf Derneği (MFD),
Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu,
İçel Sanat Kulübü,
Mersin Polifonik Korolar Derneği,
Mersin Sinema Derneği (Mersinema) gibi önemli kültür ve sanat kurumlarıdır.

Büyükşehir belediyesinin yanında, Akdeniz ve Yenişehir ilçe belediyeleri de kurdukları tiyatrolarla değişik zamanlarda halka ücretsiz tiyatro gösterileri sunmaktadır.

Tarihî, kültürel ve tabiî güzellik mekânları

Eshab-ı Kehf Mağarası, Cennet ve Cehennem Obrukları, Kleopatra Kapısı, Gümüşkum, Çamdüzü, Erdemli Çamlığı, Pullu, Karaekşi, Karabucak ve Bahçeyeri Orman İçi Dinlenme Yerleri, Narlıkuyu Mağarası, Susanoğlu, Kapızlı, Gözne, Fındık Pınarı, Çamlıyayla(Namrun) ve Sorgun Yaylaları,Çamlıyayla Cehennem deresi ve papazın bahçesi, Pompeiopolis, Tarsos, Neopolis, Krykos, Kilindria, Selevkeia ve Anemurion İlkçağ Kent Kalıntıları, Anamur, Meydancık, Kız Kalesi, Silifke Kalesi, Soli, Alahan Manastırı, Haghia Thekla Bazilikası, Uzuncaburç, Akkale, Gözlükule Yerleşmeleri, Tarsus Camii, Lal Ağa Camisi, Erdemli, Silifke, Tarsus ve Narlıkuyu Mozaik Müzeleri örnek gösterilebilir…

Kültürel etkinlikler

  • Uluslararası Tarsus Yarış Maratonu
  • Akdeniz Belediyesi Çocuk Tiyatroları Festivali
  • Mersin Üniversitesi Kültür ve Spor Şenliği
  • Uluslararası Silifke Kültür Haftası
  • Yenice Barış ve Kültür Festivali
  • Tarsus Karacaoğlan Şiir Akşamları
  • Mersin Müzik Festivali
  • Mersin Uluslararası Müzik Festivali
  • Mersin Sanat Müziği Festivali
  • Mersin Turunçgil Festivali
  • Mersin Yemek Kültürü (tantuni,cezerye,kerebiç)

İlçeler

Mersin ilinde 4′ü merkez ilçe olmak üzere toplam 13 ilçe bulunmaktadır.

Merkez İlçeler

  • Akdeniz, Mersin : Şehir Merkezi konumundadır ve kalabalık bir gayrimüslim nüfusa ev sahipliği yapar. 2010 nüfusu 282.139′dür.
  • Toroslar : Mersin şehir merkezinde yer alır. 2010 Nüfusu 274.948′dir.
  • Yenişehir, Mersin : Mersin’de şehrin genişleme alanı denilebilir. Konut sektörü ve ticaret gelişmiştir. 2010 yılı nüfusu 196.206′dır.
  • Mezitli, Mersin : Yeni kurulan bir ilçedir. Bir kısmı dağ bir kısmı sahildir. Çoğunlukla şehrin yerlileri, memurlar ve üniversite öğrencilerinin bulunduğu modern bir ilçedir. 2010 nüfusu 138.168′dir.

Spor

Futbolda Spor Toto Süper Lig‘te Mersin İdman Yurdu, TFF 3.Lig’te Tarsus İdman Yurdu, Basketbol erkek ve bayanlarda Mersin Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü-Tarsus Belediyesi Spor Kulübü Hentbol birinci ligindeki temsilcilcisi Yenişehir Belediye Spor Mersin’in profesyonel liglerdeki önemli temsilcileridir.

Mersin İdman Yurdu’nun teknik direktörlüğünü Nurullah Sağlam yapmaktadır. Mersin İdman Yurdu maçlarını 12 bin kişilik Tevfik Sırrı Gür Stadyumu’nda, Tarsus İdman Yurdu ise Burhanettin Kocamaz Stadyumu’nda oynamaktadır.

Mersin özellikle atletizm alanında önemli başarılar elde etmiştir. Olimpiyat Şampiyonu güreşçi Ahmet Kirişçi Mersinlidir ve Mersinli Ahmet olarak bilinir. Ayrıca Mersinli bir atlet olan Nevin Yanıt, Barcelona’da düzenlenen 2010 Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda 100 metre engelli koşusunda yarı final ve finalde kendisine ait Türkiye rekorlarını yenileyerek 12,63 saniyelik derecesiyle Avrupa Şampiyonu olan sporcudur.

Mersin, Türkiye tarihinde 2. kez 20-30 Haziran 2013 yılında düzenlenecek olan Akdeniz Oyunları’na evsahipliği yapacaktır.

Düzenli olarak Yamaç Paraşütü ve Doğa Sporları Festivali düzenlenir. Arslanköy, yamaç paraşütüne en uygun doğal ortamı oluşturmaktadır.

tarafından

Adana

Adana

 

Adana
—  Büyükşehir  —
yukarıdan aşağıya ve soldan sağa: Adana Garı, Taşköprü, Adana Hospital, Varda Köprüsü ve Demirköprü

yukarıdan aşağıya ve soldan sağa: Adana Garı, Taşköprü, Adana Hospital, Varda Köprüsü ve Demirköprü

Adana

Adana

Adana’nın Türkiye‘deki konumu

Koordinatlar: 37°0′N 35°19′E
Ülke Türkiye Türkiye
Bölge Akdeniz
Bölüm Adana
İl Adana
İdari birimler 13 ilçe
Yönetim
 – Belediye başkan vekili Zihni Aldırmaz (Bağımsız)
 – Vali Hüseyin Avni Coş
Yüz ölçümü
 – Kent 14,256 km2 (5,5 mi2)
Rakım 23 m (75 ft)
Nüfus (2011)
 – Yoğunluk 198/km² (512,8/sq mi)
 – Şehir 1,747,589
Zaman dilimi DAZD (+2)
 – Yaz (YSU) DAYZD (+3)
Alan kodu (+90) 322
Plaka kodu 01
Web sitesi: www.adana.bel.tr

Adana, 2.125.981[1] nüfusuyla Türkiye‘nin İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa‘dan sonraki 5. büyük şehridir. Şehir merkezi, güney Anadolu’da Akdeniz‘den 30 km içerde Seyhan Nehri‘nin üzerinde bulunmaktadır. Adana ilinin idari merkezidir.

Doğudan batıya 100 kilometre boyunca uzanan Adana-Mersin Büyükşehir Bölgesi, 2,87 milyon nüfusa sahiptir. Türkiye’deki dördüncü büyük metropolitan alan olup ülkenin önde gelen bir ticaret ve kültür merkezidir.

Maden zengini 4. bölge olan Adana; krom, demir ve manganez, kurşun, çinko yatakları açısından önem taşımaktadır.

Adana’nın merkezi; Mersin, Adana, Osmaniye ve Hatay illerini kapsayan coğrafi, ekonomik ve kültürel bir bölge olan Çukurova‘nın merkezinde bulunur. Yaklaşık 5,62 milyon insana ev sahipliği yapan bölgenin büyük bir bölümü, tarıma oldukça elverişli, geniş ve düz bir arazidir.

Konu başlıkları

Etimoloji

Birçok kaynağa göre Adana ismi Hitit İmparatorluğu egemenliğindeki Kizzuvatna krallığının Adanya URU adlı şehrinin isminden türemiştir.[2] Başka iddialar ise ismin; Mısır‘dan gelip Yunan şehri Argos‘a yerleşen mitolojik Yunan kabilesi Danaoi ya da efsanevi karakter Danaus‘la ilgili olduğu şeklindedir. Danaja adındaki bir ülkeyle bağlantılı olan erken Mısır metinleri Thutmosis II (MÖ 1437) ve Amenophis III (MÖ 1390-1352)’dan kalan yazıtlardır.[3] Miken Uygarlığı‘nın çöküşünden (MÖ 1200) sonra Ege‘deki bazı mülteciler Kilikya sahillerine gitmişlerdir. Dananayim ya da Danuna sakinleri; Ramesses III hükümdarlığı sırasında MÖ 1191 yılında Mısır’a saldıran bir grup denizci olarak tanımlanır.[4] Denyen ise Adana şehrinin sakinleri olarak bilinir. Ayrıca söz konusu ismin PIE dilinde da-nu (nehir) Dana-na-vo (nehir kenarında yaşayan insanlar) (İskitli göçmenler) ve Rigveda (Danavas)’da yaşayan iblisler ile bir bağlantısı olması mümkündür.[5]

Homeros‘un İlyada‘sında şehir Adana olarak anılır. Helenistik dönemde Kilikya’daki Antiohya (Yunanca: Ἀντιόχεια τῆς Κιλικίας) ya da Antiochia ad Sarum (Yunanca: Ἀντιόχεια ἡ πρὸς Σάρον; “Sarus üzerindeki Antiohya”) olarak da bilinirdi. The Helsinki Atlas editörleri Adana’yı geçici olarak Quwê olarak tanımlamışlardır (çünkü çivi yazısı kitabelerinde o şekilde belirtilmiştir). İsim bazı kaynaklarda aynı zamanda Coa olarak da gösterilir ve Kitab-ı Mukaddes‘te belirtilen Kral Süleyman‘ın atlarını temin ettiği yer olduğu yönünde yaklaşımlar bulunmaktadır.[6] Şehrin Ermenice ismi Ատանա Atana ya da Ադանա Adana ‘dır.

Bir antik Grek-Roman efsanesi‘ne göre Adana ismi kökenini; Seyhan Nehri (Sarus) yakınlarında bir yere gelip Adana’yı kuran Uranus‘un iki oğlu Adanus ve Sarus’tan almaktadır. Şehrin ismine ilişkin daha eski bir efsaneye göre ise Akad, Sümer, Babil, Asur ve Hitit mitolojileri tarafından ormanın yakınlarında yaşadığına inanılan ve Tesup veya Ishkur olarak da bilinen gök gürültüsü tanrısı Adad‘ın ismi bu bölgeye verilmiştir. Bu savı kanıtlayan Hititlilerin isimleri ve el yazmaları o bölgede bulunmuştur. Bu teori Gökgürültüsü Tanrısı’nın çok fazla yağmur getirmesi ve bu yağmurun bölgeye büyük bir bolluk sağlamasından beridir devam eder. Bu tanrı yörenin sakinleri tarafından sevilir ve saygı duyulurdu. Onun şerefine, söz konusu bölge “Uru Adaniyya;” diğer bir deyişle “Adana Bölgesi” olarak anılmaya başlanmıştır.

Coğrafya

Adana, tarihte Batılılar tarafından daha çok Kilikya olarak bilinen Çukurova‘ya bir giriş kapısı olarak hizmet eden Akdeniz‘in kuzeydoğu kenarında bulunmaktadır. Bu geniş düzlük Toros Dağları‘nın güneydoğusu boyunca uzanır.

Adana’dan Çukurova’nın batısındaki Tarsus’a giden yol Toros Dağları eteklerindeki tepelerden geçer. Sıcaklık, her yükseltiyle beraber düşer, çünkü yol yaklaşık olarak 4000 m’lik bir rakıma ulaşır ve kayalıklı bir geçit olan Gülek Boğazı‘ndan geçer ve İç Anadolu düzlüklerine doğru devam eder.

Şehrin kuzeyini hidroelektrik santrali ve 1956 yılında yapımı tamamlanan Seyhan haznesi kuşatır. Baraj hidroelektrik kuvveti için yapılmış olup alçak Çukurova düzlüğünü sulamak amaçlıdır. Ovaya dökülen şehrin iki sulama kanalı, şehir merkezi boyunca doğudan batıya doğru geçer. Yüreğir Ovasını sulama amaçlı yapılan başka bir kanal da bulunmaktadır.

İklim

Adana, tipik Akdeniz iklimine sahiptir. Kışları ılık ve yağışlı, yazları ise sıcak ve kuraktır. En yüksek sıcaklık 12 Haziran 2012‘de 53,0 °C olarak ölçülmüştür. En düşük sıcaklıksa 30 Ocak 1980‘de −4,2 °C olarak kayıtlara geçmiştir.

 

Ortalama Veriler
Aylar Oca Şub Mar Nis May Haz Tem Ağu Eyl Eki Kas Arl
Ortalama °C 9,6 10,5 13,6 17,6 21,8 25,7 28,2 28,5 26,1 21,6 15,4 10,9
Ort.En Yüksek °C 15,1 16,2 19,6 23,8 28,2 31,7 33,7 34,4 33,1 29,1 22,2 16,7
Ort.En Düşük °C 5,4 6,1 8,6 12,3 16,1 20,2 23,6 23,8 20,8 16,3 10,7 6,9
Ort. Güneşlenme Süresi (saat) 4,7 5,2 5,8 6,9 9,1 10,5 10,6 10,2 8,8 7,2 5,7 4,5
Ortalama Yağışlı Gün Sayısı 9,7 9,9 10,0 9,9 6,5 3,4 1,9 1,8 3,2 5,7 7,8 10,6
Kaynak: [5]

Tarihçe

Bağdat Demiryolu‘ndan bir görünüm

Adana’nın tarihçesi 3.000 yıl kadar öncesine dayanmaktadır; bölgedeki arkeolojik bulgular Paleolitik Çağ’a değin uzanan insan yerleşkelerini gün yüzüne çıkarmıştır. Arkeologların taş bir duvar ve bir şehir merkezi buldukları Tepebağ Höyüğü Neolitik Çağ’da inşa edilmiştir ve Çukurova bölgesindeki en eski şehir olarak düşünülmektedir. Adana isminde bir yer Sümer destanlarından biri olan Gılgamış Destanı‘nda söz edilmektedir; ancak bu çalışmanın coğrafyası sözü geçen yerin konumunu belirlemek için çok muğlaktır.

Hattuşaş (Boğazkale)’de bulunan Hitit Kava yazıtlarına göre Kizzuwatna, MÖ 1335 dolaylarında Hititlilerin koruması altında Adana’yı yöneten ilk krallıktı. Aynı zamanda şehir Uru Adaniya ve sakinleri ise Danuna olarak anılırdı. MÖ 1191-1189′a rastlayan yıllarda Hitit İmparatorluğu‘nun çöküşüyle başlayan batı kaynaklı akınlar ovanın denetiminin çok sayıda küçük çaplı krallıklara geçmesine neden olmuştur, akabininde de Asurlular, MÖ 9. yüzyıl; Persler, MÖ 6. yüzyılda MÖ 333′te Büyük İskender; Selevkoslar; Kilikya korsanları; Romalı devletadamı Pompey; ve Kilikya Ermeni Krallığı (Kilikya Krallığı) bölgenin denetiminde söz sahibi olmuşlardır.

Adana’nın tarihçesi özü itibarıyla Tarsus’un tarihçesiyle bir bağlantısı vardır; Seyhan Nehri’ne komşu olan bu iki şehrin konumu nehir tarafından değiştirildiğinden bu şehirler sıklıkla aynı kent olarak anılır ve ismi de asırların seyrine göre değişmiştir. Romalılar döneminde Adana’nın göreceli olarak az bir önem arz etmekteydi ve bu sıralarda bölgenin metropolü konumunda Tarsus bulunmaktaydı. Gnaeus Pompeius Magnus devrinde ise şehir Kilikya korsanları için bir hapishane olarak kullanılmıştır. Birkaç yüzyıl sonra şehirde doğuya giden Roma askeri yolu üzerinde yerel bir istasyon kurulmuştur. MS 395′te Roma İmparatorluğu‘nun kesin çöküşünün ardından bölge Bizans İmparatorluğu‘nun bir parçası haline gelmiş ve muhtemelen Julianus‘un hükümdarlığı zamanında gelişmişti. Büyük köprülerin, yolların, hükümet binalarının, sulama ve fidanlıkların inşasıyla beraber Adana ve Kilikya bölgenin en önemli ve gelişkin ticaret merkezi haline gelmiştir. Özellikle Kilikyalılar devrinde Ayas (bugünkü adıyla Yumurtalık) ve Kozan (eski adıyla Sis) bölgedeki diğer büyük şehir ve yönetim merkezleriydi.

Orta Çağ

7. yüzyılın ortalarında şehir Araplar tarafından ele geçirilmiştir. Arap kökenli bir kaynağa göre şehrin ismi Yazene’nin torunu Ezene’den gelmektedir.

Bizans 964′te Adana’yı yeniden ele geçirmiştir. 1071‘de Alp Arslan‘ın Malazgirt Meydan Muharebesi zaferinin ardından Selçuklular Bizans İmparatorluğu’nun büyük bir kısmını hakimiyeti altına almıştır. 1071 yılından bir süre önce Adana’ya ulaşıp şehri ele geçirmişlerdir; ve 1097′de Birinci Haçlı Seferi önderi Tancred Adana’yı ele geçirene kadar şehri ellerinde tutmuşlardır.

1132 yılında I. Levon komutası altındaki Kilikya Ermeni Krallığı tarafından ele geçirilmiştir. 1137′de ise bölgeye Bizans kuvvetlerince el konulmuştur fakat Ermeniler 1170 dolaylarında şehri yeniden hakimiyetleri altına almışlardır. 1268′de şehrin büyük bir bölümünü yıkan şiddetli bir deprem meydana gelmiştir. Deprem sonrasında Adana yeniden inşa edilip 1359′a kadar Kilikya Ermeni Krallığı’nın bir bölümü olarak kalmıştır ancak yapılan bir barış antlaşması sonucu şehir III. Konstantin tarafından Mısır‘ın Memlük Sultanı’na devredilmiştir. Memlüklülerin şehre girmesiyle beraber birçok Türk ailesinin Adana’ya yerleşmesine olanak sağlanmıştır. Memlükler tarafından getirilen Ramazanoğulları Osmanlılar Adana’yı ele geçirene dek şehirde hüküm sürmüş Türk ailelerinden birisidir.

Yakın tarih

I. Dünya Savaşı‘ndan sonra Adana ve çevresi Fransa tarafından işgal edildi. Mustafa Kemal Atatürk‘ün Kurtuluş Savaşı esnasında gösterdiği diplomatik başarı sonucu yapılan 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Anlaşması ile Fransa, Adana ve çevresinden çekilmek zorunda kaldı (5 Ocak 1922).

II. Dünya Savaşı sırasında (30 Ocak 1943) İngiltere Başbakanı Winston Churchill ve İsmet İnönü, Adana’ya 23 kilometre uzaklıktaki Yenice’de bir araya gelmiştir. Toplantıda Churchill, Türkiye’nin müttefikler yanında II. Dünya Savaşı’na katılmasını istemiş, ancak İnönü bunu reddetmiştir. Tarihte bu zirve Adana Buluşması olarak bilinir.

1955 yılında Demokrat Parti hükümetinin ABD ile yaptığı anlaşma gereği olarak, Adana’nın 10 km doğusundaki İncirlik Beldesinde NATO Hava Üssü kuruldu. Soğuk savaş yıllarında, 1991 Körfez Savaşı‘nda ve 2003 Irak Savaşı‘nda etkin olarak kullanılmıştır.

1956 yılında Seyhan Barajı ve Hidroelektrik Santrali hizmete açıldı.

1998 yılında 6.2 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiştir. Ceyhan Depremi olarak bilinen depremde çoğu Ceyhan’da olmak üzere toplam 145 kişi yaşamını kaybetti.

Kronoloji

Luvi Krallığı (MÖ 1900), Arzava Krallığı (MÖ 1500-1333), Hitit İmparatorluğu (MÖ 1900-1200), Asurlular (713-663 BC), Pers İmparatorluğu (MÖ 550-333), Helen Antik Yunan Uygarlığı (MÖ 333-323), Selevkos İmparatorluğu (MÖ 312-133), Kilikya Prensliği (178-112), Romalılar (MÖ 112 -395), Bizans İmparatorluğu (395-638; 964-1071), Abbasiler, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Memlükler, Ramazanoğlu Beyliği, Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye.

Yönetim

Şehrin Eski Meclisi

Adana şehri, Adana Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisindeki alan olarak tanımlanmaktadır. Bu alan, ilin dışındaki alanlar hariç şehir meclisi etrafındaki 35 km 2‘lik alanı kaplamaktadır.[7]

Hükümetin dört ayrı alanı şehrin yönetiminde söz sahibidir; yerel hükümet, il idaresi, büyükşehir belediyesi ve iç belediyeleri. Ankara’daki Türkiye Hükümeti çoğu gücü elinde tutmaktadır; sağlık, eğitim, polis ve ilgili diğer hizmetler atanmış vali tarafından Ankara’dan yönetilmektedir. Yerel hükümet aynı zamanda yasama, hakim ve diğer tüm yönetim tabakaları ve mahalli yönetim olarak işlev görmektedir. Yarı demokratik il yönetim organı Adana İl Özel İdaresi daha küçük bir yetki alanına sahiptir, çoğunlukla ilkokullarının, huzurevlerinin, diğer devlet binalarının yapımı ve bakımı ayrıca sosyal hizmetlerle ilgilenmektedir.[8] Şehir, 61 üyeli Adana İl Meclisi’nde 5 metropol ilçeden seçilmiş 33 üye ile temsil edilmektedir.[9] Belediye yönetimmi iki tabakalı yapı tarafından idare edilmektedir; Metrol Belediyesi üst katmanı, ilçe belediyeleri ise alt katmanı oluşturmaktadır. büyükşehir belediyesinin sorumluluğunda büyük yol ve parkların yapımı ve bakımı, yerel geçişler ve itfaiye hizmetlerini işletmek vardır.[10]

İlçe belediyeleri ise mahalle sokakları, parkları, çöp toplama işlemleri ve cenaze hizmetlerinden sorumludur. İlçe belediyeleri, en küçük yönetim birimleri olan mahallelere ayrılmaktadır.

Büyükşehir Belediyesi

Belediye Salonu

Adana Belediyesi, 1871 yılında kurulmasına rağmen şehir Muhtesip sistemi ile 1877‘ye kadar Gözlüklü Süleyman Efendi tarafından yönetilmeye devam edilmiştir. İlk modern belediye yönetimi, ikinci kaymakam Kirkor Bezdikyan ve ardılı Sinyor Artin ile başlamıştır. Yollar genişletilmiş ve yollara park taşı döşenmiştir, kanalizasyon ve siper sistemi devreye sokulmuştur, daha da önemlisi ilk belediye düzenlemeleri yürürlüğe girmiştir. Cumhuriyetin kuruluşunun ardından büyük alt yapı projeleri tamamlanmış ve şehrin kuzeyine planlanmış ilk mahalleler inşa edilmiştir. Turhan Cemal Beriker bu dönemde 12 yıl boyunca kaymakam ve vali olarak hizmet vermiştir. 1956‘da Seyhan Barajı‘nın tamamlanmasıyla şehirde büyük gelişmeler meydana gelmiş hatta şehir, logar sistemlerini kurmak ve yerleşim alanlarını yol ve kamu alanlarına dönüştürmek gibi büyük ölçekli alt yapı projelerini başlatan dönemin başbakanı Adnan Menderes‘in ilgisini çekmiştir. 1984′ten günümüze şehir manzarasında, büyük park ve bulvarların yapımı ve Seyhan Nehri’nin ıslahıyla önemli değişikler olmuştur.[11]

Büyükşehir Belediyesi 1989′da kurulmuş ve belediye yönetimi, büyükşehir belediyesi ve ilçe belediyeleri olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Daha sonra Adana Belediyesi, büyükşehir belediyesi sıfatına sahip olmuş ve yeni iki ilçe belediyesi kurulmuştur; Seyhan ve Yüreğir. Karaisalı 2006′da şehre dahil edilmişti, Çukurova ve Sarıçam ilçeleri sırasıyla Seyhan ve Yüreğir ilçelerinin katılımıyla 2008′de kurulmuştur. 3 Şubat 2012‘de, Karataş Belediye Konseyi Adana Büyükşehir Belediyesi’ne bağlanma hareketi kabul edilmiştir, böylelikle geçiş işlemi tamamlandığında Karataş şehrin sekizinci ilçesi olacaktır.[12]

Büyükşehir belediyesi üç organdan oluşmaktadır; Büyükşehir Meclisi, Belediye Başkanı ve Encümen. İlçelerin belediye meclisleri büyükşehir konseyinde ilçelerini temsil etmek için üyelerinin beşte birini seçer. Bu nedenle büyükşehir konseyi, 10′u Seyhan ilçesinden, 8′i Yüreğir’den, 8′i Çukurova’dan, 6′sı Sarıçam’dan ve 2′si Karaisalı’dan ve seçmenler tarafından doğrudan seçilen büyükşehir belediye başkanı olmak üzere 35 encümenden oluşmaktadır.[13] İcra kurulu olan encümen, 5′i büyükşehir encümeni ve diğer 5′i de büyükşehir belediye başkanı tarafından büyükşehir salonuna seçilen yöneticilerden meydana gelmektedir.[14]

Aytaç Durak, Adana eski büyükşehir belediyesi başkanıdır ve beş dönem hizmet verdiği için şu anda en uzun süre koltukta kalmış belediye başkanıdır. Büyükşehir belediyesi bağlı bir encümenin onun hakkında ettiği sözlü bir iddianın ardından Durak 28 Mart 2010′da İç İşleri Bakanlığı tarafından belediye hizmetine son verilmiştir.[15] Encümen üyesi Zihni Aldırmaz, soruşturmalar tamamlanana dek başkan vekili olarak atanmıştır.

İlçeler

Adana şehri, büyükşehir belediyesine bağlı 5 metropol ilçeden oluşmaktadır: Seyhan, Yüreğir, Çukurova, Sarıçam ve Karaisalı. Seyhan ilçesi tamamiyle şehir merkezi sınırlarında kabul edilirken Yüreğir, Çukurova, Sarıçam ve Karaisalı ilçelerinin şehrin dışında kırsal alanları da mevcuttur.

Adana ili içersindeki ilçeleri

Seyhan Nehri’nin batı kanadında yer alan Seyhan ilçesi şehrin kültür ve iş merkezidir. D-400 devlet yolu (şehir sınırları içerisinde Turhan Cemal Beriker Bulvarı olarak da kabul edilir) şehri kuzey ve güney olmak üzere ikiye bölen ekonomk bir sınır gibidir. Seyhan’nın D-400 karayolunun kuzeyinde kalan kısmı, şehrin ekonomik olarak gelişmiş yeridir. D-400 boyunca, oteller, kültür merkezleri, ticaret ve iş binaları sıralanmaktadır. D-400′ün güneykısmında kalan şehrin eski merkezi geleneksel ve modern mağazaların şehir sakinlerine sunulduğu pazar alanıdır. Buranın güneyi ise düşük gelirle sakinlerin tercih ettiği bir yerleşim alanıdır.

Çukurova, Seyhan ilçesinin kuzeyinde ve Seyhan Havzası’nın güneyinde bulunan modern bir yerleşim alanıdır. İlçe, şehrin kuzeyindeki 3,000 hektarlık az verimli araziyi değerlendirmek için dağınık şehri bu araziye yönlendirmek amacıyla 1980′lerin ortalarında planlanmıştır. Yeni Adana olarak isimlendirilen proje göl sahili boyunca uzanan villaları ve yeni açılan Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Kenan Evren bulvarları boyunca boy gösteren çok katlı apartman dairelerini bünyesinde barındırmaktadır.[16]

Yüreğir ilçesi, nehrin doğu yakasında bulunmakta olup düşük gelirli birçok yerleşim alanına ve büyük ölçekteki sanayii bölgelerine ev sahipliği yapmaktadır. Nehir üzerinde yapılan yeni köprüler ve ilçe sınırları içerisine metro hattının döşenmesiyle beraber Yüreğir gittikçe önem kazanmaya başlamıştır. Adana Adalet Bakanlığı yeniden ilçeye dönmüş ve Kazım Karabekir mahallesine 47.5 hektarlık sağlık kampüsü yapılması planlanmaktadır.[17] Sinanpaşa, Yavuzlar, Köpürülü ve Kışla mahallelerini modern yerleşim alanlarına dönüştürecek kampsamlı kentsel imar planı ilçede uygulanmaktadır.[18]

Sarıçam ilçesi, Yüreğir’in kuzeydoğusunda bulunmaktadır ve 2008 yılında Adaha şehriyle birleştirilen eski belediyelerden oluşmaktadır. Sarıçam’daki bazı büyük kurum ve kuruluşlar şunlardır: Çukurova Ünibersitesi, İncirlik Hava Üssü ve Organize Sanayi Bölgesi.

Karaisalı, Seyhan Havzası’nın kuzeyinde, şehir merkezinin dışında bulunan küçük bir ilçedir. İlçenin büyük çoğunluğu kırsal alanda olup Seyhan nehri boyunca uzanan eğlence alanlarına ve kuzeydeki yüksek alanlarda yazlıklara ev sahipliği yapar.

Mahalleler

Mahalleler muhtar ve mahalle ihtiyar heyeti tarafından yönetilen ilçe belediyeleri içerisinde yer alan yönetim birimleridir. Mahalle sakinleri tarafından seçilmesine rağmen muhtarın görev yelpazesi kısıtlıdır, bu nedenle yerel hükümetin yöneticisi olarak işlev görür. Muhtar, mahallenin sorunlarını ilçe belediyesine duyurabilir ve şehirdeki kamu kuruşlarının koordinasyonu için kurulmuş şemsiye organizayonu olan Adana Şehir Meclisi’nde koltuk sahibidir.[19] Mahalle yönetiminin ne sosyal hizmetler sağlasa ne de mahallede sorun yaşayan sakinlerle ilgilenmeyi artırmak için fona sahip olsa da, birçok şehir sakini , özellikle de düşük gelirli alanlardaki mahalleleriyle kendilerini kimliklendirmektedir.

Şehirde toplamda 254 mahalle vardır. Seyhan’ın 99 mahallesi vardır, 69′u şehir merkezi içerisinde, 30′u eski belediyeler ve mahalleye dönüştürülen eski köylerdir. Yüreğir’in 99 mahallesi vardır, 38′i şehir merkezinde ve 61′i kırsal kesimdedir. Sarıçam’da 29 mahalle, Çukurova’da 16 mahalle ve Karaisalı ilçesinde 11 mahalle vardır. Bir mahallenin nüfusu, şehir merkezinde veya kırsal kesimde olması durumuna göre 150′den 63,000′e kadar değişiklik göstermektedir.[20] Çukurova ilçesindeki bazı yerler başta olmak üzere baz mahalleler neredeyse bir ilçe kadar büyük olduğu için sakinlerin muhtara ulaşması güçtür.

Tepebağ, Kayalıbağ, Kuruköprü, Ulucami, Sarıyakup ve Alidede, Adana’nın tarihi mahalleleridir. Cumhuriyet döneminde planlanmış mahalleler olan Reşatbey, Cemalpaşa, Kurtuluş ve Çınarlı şehirdeki kültürel hayatın merkezidir. Güzelyalı, Karslılar ve Kurttepe, Seyhan Havzası’na bakan manzaralı mahalleler arasındadır.

Ekonomi

Adana, Seyhan Kıyıları ve Kurttepe

Adana, ilk sanayileşen şehirlerden biri olmuştur. Seyhan Barajı‘nın inşasıyla ve tarım tekniklerindeki gelişimlerle beraber 1950′li yıllarda tarımsal verimde büyük gelişmeler yaşanmıştır.

Adana; pamuk, buğday, soya fasulyesi, arpa, üzüm ve narenciyenin büyük miktarlarda üretildiği Çukurova tarım bölgesinin pazarlama ve dağıtım merkezidir. Türkiye yetilen mısır ve soya fasulyesinin yarısını Adana’da üretilmektedir. Türkiye’deki yerfıstığının %34′ü ve portakalın %29′u Adana’da yetiştirilmektedir.[21] Bölgedeki çiftçilik ve tarım kaynaklı şirketlerin çoğu genel müdürlüklerini Adana’da açmıştır.

Tekstil ve deri sanayi Adana’nın üretiminin %29′unu oluşturan[22] büyük sanayi kollarıdır ve bitkisel yağ ile işlenmiş yiyecek üreten tesisler de sayıca fazladır. 2008 itibarıyla Adana’da Türkiye’de en üst sıralarda yer alan 500 sanayi firmasının 11′ine ev sahipliği yapar.[23] Otomotiv sanayide Adana’nın en büyük firması olan Temsa‘nın 2.500′den fazla çalışana sahip olup yıllık 4.000 otobüs üretmektedir. Marsan-Adana, Türkiye’deki en büyük margarin ve bitkisel yağ fabrikasıdır.[24] Advansa Sasa, 2.650 kişiye istihdam sağlamakta olup Avrupa’nın en büyük polyester üreticisidir.[25] Adana Organize Sanayi Bölgesi’nin 1,225 hektar alan üzerine kuruludur ve küçük-orta ölçekli 300 civarı tesise ev sahipliği yapmaktadır.

TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi, fuarlara, iş konferanslarına ev sahipliği yapar ve şu anda Çukurova’daki işletmeler için temel buluşma noktasıdır.[26] Akademi yönelik 2000 kişilik Kültür ve Kongre Merkezi, 2010 yılında Çukurova Üniversitesi kampüsüne açılmıştır.[27] Hilton International, Seyhan ve Sürmeli otelleri şehrin 5 yıldızlı otelleridir. Sheraton ve Türkmen Otel’inin ise nehrin doğu yakasında inşası sürmektedir.[28]

Adana’da medya ulusal ve yerel acentalar aracılığıyla yürütülmektedir. 1918′de yayınlanmaya başlanan Yeni Adana, Adana’nın en eski gazetelerinden olup hâlâ yayın hayatına devam etmektedir.[29] Ekspres, Toros ve Bölge gazeteleri hem Adana’da hem de Çukurova’da hizmet veren diğer yerel gazetelerdir. Çukurova TV, Adana’daki en büyük yayın şirketidir. Kanal A, Akdeniz TV ve Kent TV diğer büyük yayın şirketleridir. Birçok ulusal gazetenin bölgesel yayımcılık merkezi Adana’da bulunmaktadır. Hürriyet gazetesinin eki Hürriyet Çukurova 48.000 tiraja sahip en popüler bölgesel gazetedir.

Ticaret

Alper Akınoğlu Kongre Merkezi

Güney Türkiye’deki önde gelen ticari merkezlerden biri olan şehir birçok şirketin ve kamu kuruluşunun bölgesel müdürlüklerine ev sahipliği yapmaktadır. TÜYAP Sergisi ve Kongre Merkezi fuarlar ve iş konferanslarına ev sahipliği yapmakla birlikte şu anda Çukurova’daki iş meseleleri konusunda ana buluşma noktasıdır.[30] Akademiye yönelik 2000 koltuklu Alper Akınoğlu Kongre Merkezi 2012 yılında Çukurova Üniversitesi kampüsüne açılması beklenmektedir.[31]

Dilberler Sekisi’ndeki ATO tesisi

Hilton Otel

Adana Ticaret Odası (ATO) 1894 yılında pamuk ticaretine rehberlik etmek ve düzenlemek için kurulmuş olup Türkiye’deki ilk ticaret odalarından biridir. Günümüzde bu ticaret odası 25,000′den fazla şirket üyesi, ve buna ek olarak iş hisseleri ve onlar adına destekçilere sahiptir.[32] Adana Ticaret Borsası, 1913′te kurulmuş olup tarım ürünlerinin çiftlik hayvanlarının ticaretini güvenli ve açık bir biçimde düzenlemekle sorumludur. Borsanın şu anda 1350 üyesi vardır ve Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nun karşısında bulunmaktadır.[33]

Turizm endüstrisi Seyhan Nehri’nin her iki yakasına ve şehir merkezine inşa edilmekte olan birçok otelle beraber gelişmektedir. Ceyhan ve Yumurtalık ilçelerinin sahil bölgelerinin Enerji merkezli Sanayi Bölgeleri olarak kabul edilmesi Adana’yı otel inşası konusunda cazip bir noktaya taşımıştır. 4200 misafir kapasiteli 29 otel iki yıl içinde ikiye katlanacaktır; otel yataklarının toplam sayısı 8400′e yükselmektedir.[34] Şu anda şehrin 5 yıldızlı otelleri olan Hilton, Seyhan ve Sürmeli Otelleri şu anda inşa halinde olan nehrin yakasındaki Sheraton ve Türkmen, şehir merkezindeki Ramada ve Divan otelleri, şehrin batı ucundaki Anemon otelleri tarafından tamamlanacaktır.[35]

TEMSA Diamond

Tarım

Alüvyonların getirdiği verimli toprakları nedeniyle senelerdir bir cazibe merkezi olan, ülkenin en verimli ovalarından Çukurova’da buğday, ayçiçeği, zeytin, nar, mısır, narenciye (portakal, turunç, mandalina ve limon), muz, kivi, baklagiller, şekerkamışı, patates, domates, biber, marul, lahana, soğan, pirinç, soya, pamuk, üzüm, yerfıstığı, bakla, börülce, fasulye, hıyar, badem, karpuz, kavun, yenidünya gibi birçok ürün üretilmektedir.Ama bu ürünlerin en önemlisi pamuktur. Üretim klasik sulama sistemlerinden, yağmurlama (damla sulama) teknolojisine geçilmektedir.

Hayvancılık

Tarım ile birlikte hayvancılık da coğrafi koşulların imkan vermesiye Adana ekonomisine ülke ekonomisinin ortalamasının üstünde katkı sağlamaktadır. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılığın yanı sıra, Akdeniz’e kıyısı bulunan Adana’nın ilçeleri Yumurtalık ve Karataş‘ta deniz mahsülleri üretimi de önemli bir yer tutmaktadır.

Adana ili genelinde hayvan mevcudu ilin coğrafi durumu, iklim şartları ve tarımsal karakterine göre değişiklik göstermektedir. Ova kısımlarında tüm alanlar ekime ayrıldığından daha çok ahır hayvancılığı yapılmaktadır. Şehir merkezine yakın yerlerde besi hayvancılığı ve tavukçuluk, dağlık ve ormanlık yerlerde ise koyun ve keçi beslenmektedir.

Adana’dan komşu il ve ülkelere her zaman hayvan sevkiyatı yapılmaktadır. Bunun yanında %80 oranında Doğu Anadolu Bölgesi ve Güney Doğu Anadolu Bölgesinden canlı hayvan ve ürünlerinin girişi yapılmaktadır. Özellikle kurban bayramı döneminde bu oranın arttığı görülmektedir. Kaçak girişlerin engellenememesi sağlıklı değerlere ulaşılmasını zorlaştırmaktadır. [36]

Madencilik

Metalik madenler içinde krom, demir ve manganez, kurşun, çinko, enerji hammaddelerinden kömür ve endüstriyel hammadde kaynaklarından kuvars ve kuvarsit, kil, barit, kireçtaşı ve kum agregası ve pomza bu zenginliklerin başında gelmektedir.

Krom madenciliğinde Türkiye genelinde 4. bölgeyi oluşturan Adana ili, komşu olduğu Mersin ve Hatay limanlan sayesinde önemli ihraç potansiyeline sahiptir.

Bugüne kadar maden ürünleri içinde Adana’ya en fazla döviz kazandıran kromitin son yıllarda düşen fiyatları sebebiyle şu anda durma noktasında görünmesine rağmen, yakın gelecekte kromit madenciliğinde bir canlanma beklenmektedir.

İl içindeki ikinci derecede öneme sahip demir ve manganez de özellikle İsdemir için üretilmektedir. Son yıllarda yanlış politikalar yüzünden ithal cevhere yönelen İsdemir‘in yerli cevhere gereken önemi vermesi kaçınılmaz olup, bu sektörde canlanma olacağı beklenmektedir.

Tufanbeyli ilçe sınırları içinde yer alan ve termik santral kurmaya uygun 300 milyon tondan daha büyük bir rezerve sahip ortalama 1100-1300 kcal/kg’lık linyit yatakları ihale aşamasındadır. Adana ili için yine önemli miktarda kuvars kumu ve kuvarsit yatakları bulunmuş olup, Mersin’deki Anadolu Cam Sanayi, İzocam gibi sanayi kuruluşlarına uzun süreli potansiyel yaratmaktadır.

Aynı şekilde kırmataş teknolojisine uygun çok fazla kireçtaşı ve beton agreası bulunan Adana’da çok iyi kalitede olmasa da ihtiyaçları fazlasıyla karşılayacak kil yatakları da mevcuttur. Adana il sınırları içinde Türkiye rezervinin %7,4′ünü oluşturan pomza yatakları da geleceğe yönelik önemli bir hammaddedir.

Sonuç olarak 21. yüzyıla girerken Adana madencilik sektöründe de iddialı olabilecek ve ülke ekonomisine katkılar sağlayacak potansiyele sahiptir. Enerji açığını kapatmak amacıyla çevre dostu domestik yakıt üretimine elverişli kaliteli kömür ithalatı da Adana il sınırları içerisindeki Toros Gübre ve Kimya Sanayi limanından gerçekleştirilmektedir. [37]

Ulaşım

Demiryolu

Tren İstasyonu; Ziyapaşa

Adana’ya ilk demiryolu hattı İngilizler tarafından 1886 yılında kurulmuştur. Adana-Mersin arasındaki hatta günümüzde dizel lokomotifli trenlere ilaveten, raybüs ve DMU tipi hızlandırılmış banliyö trenleri çalışmakta olup, Adana-Mersin arasında günde karşılıklı 27′şer tren sefer yapmakta ve seyahat süresi 45 dakikaya inmiştir. Anahat trenleri olarak ise; İstanbul Haydarpaşa’ya İç Anadolu Mavi Treni; Ankara’ya Çukurova Mavi Treni, Kayseri’ye Erciyes Ekspresi ve Elazığ’a da Fırat Ekspresi yolcu taşımaktadır.

Karayolu

Otoyolla Adana’dan Ankara, Mersin, Gaziantep ve Hatay yönünde ulaşım mümkündür. D-400 Karayolu ve milletlerarası TEM otoyolu ile Adana`ya ulaşılır. Ankara’dan Aksaray, Pozantı üzerinden 472 km, İzmir’den Afyon-Konya-Ereğli üzerinden 873 km, İstanbul’dan Bolu, Ankara, Aksaray-Pozantı rotasıyla 909 km sonra Adana`ya ulaşılabilir. Şehir merkezine uzaklığı 5 km olan otobüs terminalinden Türkiye`nin her yerine otobüs seferleri düzenlenmektedir.

Havayolu

Şehrin hava ulaşımı, 1937 yılından bu yana Şakirpaşa Havalimanı‘ndan sağlanır. İç ve dış hat seferlerinin gerçekleştiği Adana Havalimanı, Türkiye’de yolcu taşınması sıralamasında 7. sırada yer almaktadır. Havalimanı iç hatlardan İstanbul Atatürk ve Sabiha Gökçen ile Ankara-Esenboğa, İzmir, Antalya ve Trabzon’a; dış hatlardan KKTC-Lefkoşa ve Almanya’nın bazı şehirlerine direkt uçuşlar düzenlenmektedir. Şehirde ayrıca askerî gayeli olarak kullanılan İncirlik Havaalanı’da bulunmaktadır.

Denizyolu

Adana il sınırları içerisinde milletlerarası petrol ve yük taşımacılığına açık Botaş Limanı ve Toros Gübre Fabrikaları Limanı bulunmaktadır.

Şehir içi ulaşım

Şehir ulaşımında, Büyükşehir Belediyesi Otobüsleri ve özel halk otobüsleri, dolmuşlar ve taksiler kullanılmaktadır. Ayrıca 14 km güzergahı ve bunun üzerinde 13 istasyonu bulunan Adana metrosu, 2010 yılında hizmete açılmıştır. 2007′den bu yana Adana Büyükşehir Belediyesi Otobüsleri, özel halk otobüsleri ve Hafif Raylı Sistemi/Metroda Kentkart akıllı bilet kartları kullanılmaktadır. Adana Büyükşehir Belediyesi, 229 otobüsten oluşan bir filoyla şehir içinde hizmet vermektedir.

Nüfus ve demografik yapı

Adana’da şehir nüfusu 1927-2011
Yıl 1927 1935 1940 1945 1950 1955 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 1997 2000 2007 2008 2009 2010 2011
Nüfus 72.577 76.473 88.100 100.367 117.642 231.548 289.219 347.454 475.384 574.515 763.769 916.150 1.037.924 1.130.710 1.366.027 1.525.115 1.563.545 1.591.518 1.617.284

Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1893 yılında yapılan nüfus sayımı sonucuna göre Adana merkezin nüfusu 70.702 kişidir. Bunun %82′sini Türkler, %14′ünü Ermeniler, %2′sini Rumlar ve %2′sini Katolik oluşturmaktaydı.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen yardımlar ve başlayan endüstriyel yatırımlar ile büyüme sürecine giren Adana’nın merkez nüfusu, 2009 yılı TÜİK verilerine göre 1.563.545[38] kişiye ulaşmıştır. Adana nüfusunun %87′si şehirlerde, %13′ü ise köylerde yaşamaktadır.[39]

Turizm

Mimari

Adana mimarisinin altın çağı 15. yüzyılın sonları ve Ramazanoğulları‘nın Adana’yı başkenti olarak seçtiği 16. yüzyıldır. Şehir o dönemde birçok yeni mahallelerin kurulmasıyla beraber süratle büyür. Adana’nın tarihi açıdan dönüm noktası sayılabilecek birçok yapısı bu dönemde inşa edildiği için Memlüklü ve Selçuklu mimarisi Adana’nın mimarlık tarihinde önemli bir yer tutar. Roma-Bizans Devri’nde kalan tek eser Taşköprü olup birkaç kamu binası Osmanlı hükümdarlığı sırasında şehre inşa edilmiştir.

Tepebağ‘daki sıra evler

Tepebağ‘ın tarihi mahallesindeki ilk imar çalışmaları neolitik çağa uzanır. Seyhan Nehri’nin karşısındaki tepede bulunan Tepebağ’ın surlarla çevrilmesinin ardından Taşköprü‘nün uzağında kalmıştır. Varlıklı bir Ermeni mahallesi Osmanlı döneminde ortaya çıkmıştır ve Tepebağ şehrin Ermeni mimarisini tarihi evleri ve taşokullarıyla yansıtır. Günümüzde Tepebağ bir arkeolojik parka çevrilmekte olup, arkeolojik kazıların yanında 18. yüzyıldan kalma evler ve kamu binaları restore edilip butik otellere, kafelere ve restoranlara dönüştürülmektedir.

Şehrin içinden geçen Seyhan nehri üzerindeki köprülerden en dikkat çekeni 4. yüzyıldan kalma bir Roma köprüsü olan Taşköprü‘dür.[40] 2007 yılına kadar motorlu araçlara açık olan bu köprü dünyadaki en eski köprü unvanına sahipken günümüzde sadece yaya ve bisiklet trafiğine açıktır. Berlin-Bağdat Demiryolu Projesinin bir ayağı olan Demirköprü, 1912′de inşa edilen bir tren köprüsüdür. Şehir merkezinin güneyinde bulunan Regülatör köprü ise nehir suyu için bir regülatör olarak kullanılan bir köprüdür. Aynı zamanda yayalara tahsis edilen üç köprü de bulunmaktadır, bunlar; Seyhan ve Mustafakemalpaşa köprüleri, metro köprüsü ve O-50 otoyolunun köprüsüdür.

1882 yılında Adana valisi tarafından inşa edilen Büyük Saat, 32 metre yüksekliğiyle Türkiye’deki en uzun saat kulesidir. Fransız işgali sırasında hasar görmüştür ama 1935′te yeniden inşa edilmiştir ve şehrin armasında sergilenmektedir. Kazancılar Çarşısı, Büyük Saat civarında kurulmuştur.

Ramazanoğlu Konağı, 1495 yılında Halil Bey’in hükümdarlığı sırasında inşa edilmiştir. Üç katlı olan konak hem taş hem de tuğlayla örülmüştür ve Türkiye’deki en eski ev örneklerinden biri olarak kabul edilir. Ramazanoğlu ailesinin yaşadığı yer Harem bölümüdür. Kalıntıları günümüze ulaşamayan Selamlık bölümü ise devlet işlerinin görüşüldüğü yerdi.

Çarşı Hamam 1529′da Ramazanoğlu Piri Paşa tarafından inşa edilmiştir ve Adana’daki en büyük hamamdır. Beş kubbesi bulunan hamamın iç bölümleri mermerle kaplanmıştır. Hamamın inşa edildiği yıllarda değirmen çarkları ve kanallar aracılığıyla hamama su taşınırdı.[41]

Irmak Hamam Seyhan Belediye Binası’nın yanında bulunur ve antik Roma hamamlarının kalıntıları üzerine Ramazanoğlu Halil Bey tarafından 1494′te inşa edilmiştir]. Suyu nehirden geldiği için bu ismi almıştır. Şehirdeki diğer tarihi hamamlar ise Mestenzade Hamamı ve Yeni Hamam’dır.

Camiler

Sabancı Merkez Camii tarihi bir geçmişe sahip olmamasına rağmen Adana’da en çok ziyaret edilen camidir, bunu sebebi de Orta Doğu’daki en büyük camilerden biri olmasıdır. Osmanlı Mimarisi‘ne sadık kalınarak inşa edilen cami 1998 yılında hizmete açılmıştır ve 28,500 kişiye kadar kapasitesi vardır. Caminin altı minaresi bulunmakla beraber bunların dördünün yüksekliği 99 metredir. Kubbesi 32 metre çapındadır ve ibadet alanından 54 metre yüksektedir. Seyhan Köprüsü’nün köşesinde ve Seyhan Nehri’nın batı kanadında bulunmaktadır. Bu sayede geniş bir alandan görülebilmektedir.[42]

1541 yılında Ramazanoğlu devrinde külliye biçiminde inşa edilen Ulu Cami ise medresesi ve türbesiyle Adana’nın en çok ilgi gören ortaçağ mimarisine sahip bir yapısıdır. Pencerelerinin etrafında göze çarpan süsleme sanatlarının yanı sıra camide siyah ve beyaz mermer taşlarına rastlanır. Bunlar iç mekanda kullanılan 16. yüzyıl İznik çiniciliği ile ünlüdür. Minarelerde ise kullanılan dik şemalarla Memlüklerin etkisi görülmektedir.

St. James’in Kilisesi 1501 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından camiye Yağ Camii çevrilmiştir.[43] İleriki zamanlarda 1525′te Piri Mehmet Paşa tarafından camiye bir minare ve 1558′de de bir medrese eklenmiştir. Camide Selçuklu mimarisi görülmekle beraber cami sarı taştan yapılmış bir kapıya sahiptir.

Abdülrezzak Antaki tarafından 1724 yılında inşa edilen Yeni Camii günümüzde bazı kesimlerce hâlâ Antaki Cami olarak anılmaktadır. Camide memlük mimarisinin etkisi görülmektedir. Cami dikdörtgen biçiminde yapılmıştır ve güney cephesindeki duvarlarda taş işlemeciliği bulunmaktadır.[44]

Alemdar Mescidi, Şeyh Zülfi Mescidi, Kızıldağ Ramazanoğlu Camii, Hasan Ağa Camii (Çivi kullanılmadan inşa edilmiş 16. Yüzyıl mimarisi) tarihi değere sahip diğer camiilerdeir.

Kiliseler

19. yüzyılda şehrin dört kilisesi vardı:: 2 Ermeni, 1 Yunan ve 1 Latin. Bebekli Kilise 1870 yılında inşa edilmiş olup 1915′e kadar bir Ermeni Kilisesi olarak kullanıldı. Günümüzde ise şehrin Romalı Katolik kesimine hizmet vermektedir. Şehir merkezinde 5 Ocak Meydanı’nda bulunmaktadır. Abidinpaşa Caddesi’nde ise daha büyük bir Ermeni Kilisesi bulunurdu.[45] Cumhuriyet dönemi sırasında kilise yıkılıp yerine Merkez Bankası kurulmuştur. Latin Kilisesi de 1845 yılında Kuruköprü alanında inşa edilmiştir ve 1924′de müzeye çevrilmiştir.

Parklar ve bahçeler

Merkez Park‘ta yürüyüş yolu

Adana, büyük bir çoğunluğu koruma altına alınmış birçok park ve bahçeye ev sahipliği yapmaktadır.[46] Şehrin sahip olduğu ılıman iklim sayesinde, park ve bahçeler kış bakımına ihtiyaç duymaksızın tüm yıl açık kalabilmektedir.

Seyhan Nehri‘nin her iki yakasında bulunan gezi patikaları, şehrin tamamından Seyhan Havzası’nın en güney ucuna kadar sürmektedir. Gezi patikaları daha sonra, Seyhan Havzası’nın güney kıyıları boyunca devam eden Adnan Menderes Bulvarı’yla kesişmekte ve bulvarın geniş kaldırımları, havzanın batı ucundaki patikaya kadar uzanmaktadır. Eski ve yeni baraj arasında bulunmakta olan Dilberler Sekisi nehrin batı yakası boyunca uzanmakta olup patikanın en manzaralı bölümüdür. Eski barajın patikası üzerinden Seyhan nehri’ni geçen ve sulama kanalının batı yakası boyunca devam eden gezi patikaları doğu yönünden şehrin batı ucuna kadar uzanmaktadır. Bu patika yolunun bazı kısımları henüz tamamlanmamıştır. Şehir içerisinde birkaç parkı bağlayan yaklaşık 30 km lik patika yolu bulunmaktadır.

Merkez Park, Seyhan Nehri’nin her iki yakasında ve Sabancı Camii’nin hemen kuzeyinde bulunan 33 hektarlık şehir parkıdır. Açık bir alanda çok sayıda ağaç ve bitki türlerine ev sahipliği yapan parkın manzarası büyük ilgi çekmektedir. 2,100 koltuklu amfitiyatro, bir Çin üsulü bahçe ve iki kafesiyle şehrin merkezi eğlence alanıdır. Ayrıca Parkta pek çok kürekçinin cazibe merkezi konumunda bulunan Kürekçilik Kulübü vardır.

Atatürk Park Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulmuş 4.7 hektarlık bir şehir parkıdır. Merkezi olarak ticari bölgede bulunmaktadır. Söz konusu parka bir Atatürk büstü vardır ayrıca halka açık törenlere ev sahipliği yapmaktadır.

Süleyman Demirel Parkı, Çukurova Üniversitesi araştırmacılarının özel çalışmaları için oluşturulmuş odunsu bitkilerin canlı koleksyonunu bünyesinde barındıran büyük bir botanik bahçedir. Bu ağaç parkı ayrıca eğitim amaçlı ya da şehir sakinleri tarafından eğlence amaçlı kullanmaktadır. Parkta 512 tür bitki vardır.[47]

İnönü Botanik Parkı, Adana Adalet Sarayı’nın bitişinde bulunmakta olup birçok türde Çukurova çiçekleri burada sergilenmektedir.

Çobandede Parkı, Seyhan Havzası’nın batı kıyısındaki 16.5 hektarlık bir parktır. Bir tepede bulunmakta olup Havza ve çevresinin manzarasına sahiptir. Ayrıca parkta Karslı Köyü’nün ilerigelenlerinden Çoban Dede’nin mezarı bulunmaktadır. Birçok insan onun mezarını ibadet etme ve ona dua etmek için ziyaret etmektedir.

Yaşar Kemal Korusu, Seyhan Nehri’nin doğu yakasında Dilberler Sekisi’nin karşısında bulunan bir yürüyüş alanıdır. Aslen Çukurovalı olan ünlü yazar Yaşar Kemal adına yaptırılmıştır.

Çatalan Korusu, Çatalan ve Seyhan Havzaları arasında eğlence alanıdır.

Komana

Misis Mozaik Müzesi

2009 yılında Adana’yı ziyaret eden yabancı turist sayısı 81.736 dır.[48] Bunun %50′sini Almanlar, %23′ünü KKTC vatandaşları, %4′ünü Hollandalılar ve %3′ünü İngilizler teşkil eder. Gelen turistlerin 80.702′si Şakirpaşa Havaalanı’ndan, 1.034′ü Botaş Limanı’ndan giriş yapmıştır.

Şehirde turistik mekanlardan bazıları:

Adana Şehir Merkezi

Adana Çevresi

Otelleri

Hilton Otel

Adana her ne kadar Türkiye’nin gelişmiş şehirlerinden biri olsa da otel bakımından fakir şehirlerinden biridir. Bu durum Adana’nın önemli bir eksiğidir.

Mevcut Oteller:

 

Sanat ve Kültür

Tarihi Taşköprü’de Sanat Sergisi, Sabancı Tiyatro Festivali

Adana’daki ilk şehir tiyatrosu Osmanlı yıllarında, 1880 yılında, Ziya Paşa tarafından kurulan Adana Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Adana Şehir Tiyatroları’dır. Devlet Tiyatroları Adana Sahnesi ise 1981 yılından beri sanatseverlere çeşitli temsiller sunmaktadır. Klasik müzikseverler için kentteki en önemli kurum 1992′de kurulan Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası‘dır. Orkestra her cuma akşamı ve her cumartesi sabahı Büyükşehir Belediyesi Konser Salonunda klasik müzik konserleri düzenlemektedir.

Altın Koza Film Festivali

Çukurova’nın ürünü pamuğu simgeleyen “Altın Koza Film Festivali” ilk kez 1969 yılında ‘Altın Koza Film Şenliği’ adıyla Adana Belediyesi ve Adana Sinema Kulübü öncülüğünde gerçekleştirildi.[49] Türk Film Arşivi’nin katkılarını da yanına alan Altın Koza Film Festivali, o tarihten bu yana her yıl zenginleşen içeriği ile sadece Çukurova Bölgesi’nin değil, ülkemizin en önemli kültür–sanat etkinliklerinden biri oldu.[50]

Şenlik, ilk kez düzenlendiği 1969 yılından itibaren Türk sinemasına verdiği ödüllerle destek olmaya başladı. İlk yıl, Metin Erksan, Kuyu filmi ile En İyi Yönetmen ve En İyi Film dallarında Altın Koza’yı evine götürürken, Fatma Girik, Ezo Gelin ile En İyi Kadın Oyuncu, Yılmaz Güney, Seyyit Han ile En İyi Erkek Oyuncu ödüllerine sahip olan ilk Altın Koza’lı sanatçılar oldu.

1973 yılına kadar Şenlik beş kez sinemaseverlerle buluştu. Ancak Altın Koza, ekonomik imkânsızlıklar nedeniyle onsekiz yıl sürecek bir suskunluğa gömüldü. 1992 yılında Adana Belediyesi, Adanalılar ve sanat dünyasından gelen “Altın Koza yeniden canlansın” talebini sonuçsuz bırakmayarak Şenliği, Türk sanat dünyasına yeniden armağan etti. Altın Koza, bu süreçte Adana kültür-sanat yaşamındaki boşluğu doldurması gerektiğini düşünerek sinema şenliğini bir kültür-sanat festivaline dönüştürdü.

Altın Koza Kültür ve Sanat Festivali, 1992′de düzenlediği Ulusal Uzun Film Yarışması’nın yanı sıra Türk Sineması’nın geleceğine de sahip çıktı. Festival, Öğrenci Filmleri Yarışması’nı da programına ekledi ve Türkiye’de ilk kez bu alanda yarışma düzenleyen Festival oldu. Altın Koza Kültür ve Sanat Festivali ayrıca resim, tiyatro, müzik, fotoğraf ve düşünsel çalışmaları Adanalı sanatseverlerin beğenisine sundu.

1998′de Adana depremine duyarsız kalamayan Büyükşehir Belediyesi Yönetimi o yıl Altın Koza bütçesini depremzedeler için kullanarak Festivali düzenlememe kararı aldı. 1999′da ise Marmara depremi nedeniyle ülkede ulusal yas ilan edilmesi sonucu Festival gerçekleştirilemedi. Festival bütçesi o yıl da Marmara depreminden zarar gören depremzedelere aktarıldı.

1999 yılı itibarıyla Altın Koza yıla yayılan kültür sanat etkinlikleriyle devam etti. 7 yıllık aradan sonra 12. Altın Koza Film, Kültür ve Sanat Festivali 2005 yılında 31 Mayıs–05 Haziran tarihleri arasında yapıldı. 2005 yılından bu yana kesintisiz devam eden Festival, programına eklediği ‘Dünya Sineması’ ve ‘Akdeniz Filmleri Seçkisi’ ile uluslararası kimliğe bürünmüş ‘Akdeniz Ülkeleri Uluslararası Kısa Film Yarışması’ ile de bu kimliğini pekiştirmiştir.

Altın Koza Film Festivali, Akdeniz Ülkeleri’nin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri’nden Japonya’ya kadar dünyanın pek çok ülkesinden filmi, sektörün her alanında görev yapan sinema profesyonelini konuk eden bir sinema platformu haline gelmiştir.

Sabancı Uluslararası Tiyatro Festivali

1998 yılından itibaren her yıl Sabancı Vakfı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Devlet Tiyatroları işbirliğiyle düzenlenen Devlet Tiyatroları Sabancı Uluslararası Tiyatro Festivali çerçevesinde çok sayıda yabancı ve yerli tiyatro topluluğu oyunlarını sergilemektedir.

Her yıl düzenlenen ve 1 ay süren tek milletlerarası festival olma özelliğine de sahip festival süresince sergilenen oyunları 20.000′e yakın tiyatrosever izlemektedir. Festival programındaki oyunlar 2005 yılına kadar sadece Adana’da sergilenirken, bu oyunların bir bölümü 2005 yılından beri İstanbul’da Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi’nde de sahneye konmaktadır.

Uluslararası Hava Oyunları Festivali

18-19-20 Mayıs 2012 tarihli Adana Uluslararası Hava Oyunları Festivali, çok hafif motorlu hava araçları sınıfında Türkiye’de düzenlenen ilk festivaldir.

Sağlık

Adana’da birçok kamu ve özel hastahane ve poliklinik sağlık hizmetlerini yürütmektedir. Bunların başlıcaları aşağıdaki gibidir.

  • Acıbadem Hastahanesi
  • Adana Asker Hastahanesi
  • Adana Devlet Hastahanesi
  • Adana Ekrem Tok Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesi
  • Başkent Üniversitesi Kışla Hastahanesi
  • Başkent Üniversitesi Seyhan Hastahanesi
  • Başkent Üniversitesi Yüreğir Hastahanesi
  • BSK Metropark Hastanesi
  • Can Hastahanesi
  • Çocuk Hastanesi
  • Çukurova Devlet Hastahanesi
  • Çukurova Göz Hastahanesi
  • Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastahanesi
  • Galeria Kulak Burun Boğaz Hastahanesi
  • Göğüs Hastahanesi
  • Kadın Doğum Hastahanesi
  • Maya Göz Kliniği
  • Metro Hastahanesi
  • Numune Eğitim ve Araştırma Hastahanesi
  • Ortadoğu Hastahanesi
  • Ortopedia Hastanesi
  • Özel Adana Hastahanesi
  • Seyhan Uygulama ve Eğitim Hastahanesi

Eğitim ve Öğrenim

Günümüzde Adana’da 514 okul öncesi eğitim kurumunda 19.644 öğrenci ve 720 ilköğretim okulunda 324.288 öğrenci eğitim görmektedir.[39] Şehirde ayrıca 121 genel ve 100 meslek lisesi bulunmakta olup, bu liselerde toplam 119.000 öğrenci eğitim hayatını sürdürmektedir.

Ayrıca Adana’da önlisans ve lisans düzeyinde üniversite öğrenimi gören kişi sayısı 47.136 kişidir.[kaynak belirtilmeli]

Şehirde bulunan 17 halk kitaplığından her sene 400.000 ila 500.000 kişi faydalanmaktadır.[39]

Adana’da Çukurova Üniversitesi ve Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi yükseköğrenim hizmeti vermektedir.

Üniversiteler

Adana Mutfağı

Dünyaca ünlü Adana Kebabı

Dünyanın en önemli mutfaklarından biri olarak kabul gören ve geleneksel Türk ve Akdeniz Mutfağının birçok özelliğini içerisinde barındıran Adana mutfak kültüründe; acı, ekşi, narenciye, deniz ürünleri, zeytinyağı ve yeşillikler sıkça kullanılmaktadır. Adana Mutfağı’nda et oldukça önemli bir malzemedir ve mutfak ürünlerinin çoğunda et kullanılmaktadır. Adana Mutfağı’nın en ünlü yemeği tabiki lezzetiyle bağımlılık yapan, dünyaca meşhur Adana Kebaptır. Kebap, genellikle bol salata çeşidinin yanı sıra yanında şalgam ile tüketilir. Son yıllarda Adana Kebabı Adana Ticaret Odası tarafından tescillenmiş ve restoranlarda Adana Kebabı olarak kebap satılmasına çeşitli hijyen ve lezzet standartları getirilmiştir. Adana Mutfağı’nın diğer ünlü yemekleri ise şunlardır:

Spor

Şehirde iki tane bilinen takım bulunmaktadır. Bunlardan biri Adana Demirspor diğeri Adanaspor‘dur. Adanaspor ve Adana Demirspor 1.Lig‘de birlikte mücadele etmektedirler. Her iki takım da maçlarını 1938 yılında hizmete açılan 17.000 seyirci kapasiteli 5 Ocak Stadyumu‘nda oynamaktadır. Ayrıca şehrin tek kadın futbol takımı olan Adana İdman Yurdu da Kadınlar 1. Ligi‘nde mücadele etmektedir.

Şehrin basketbol kulüplerinden biri olan Adana Botaş Spor Kulübü, TKBL‘de mücadele etmektedir. Takım, Türkiye Ligi Şampiyonu, Cumhurbaşkanlığı Kupası Şampiyonu ve Türkiye Kupası Şampiyonu olmuştur. Birçok defa Avrupa’da Türkiye’yi temsil etme başarısı gösteren Adana Botaş Spor Kulübü Avrupa Kupası finalisti olarak Avrupa da final oynayan ilk Türk takımı olmuştur. Ayrıca bir diğer basketbol kulübü olan Ceyhan Belediyesi‘de TKBL‘de mücadele etmektedir.

Adana’nın bir diğer basketbol kulübü ise Adanaspor’un basketbol şubesidir. Türkiye Erkekler Bölgesel Basketbol Ligi‘nde mücadele etmektedir.

1938 yılında Adana Belediye başkanı Turhan Cemal Beriker ve Beden Terbiyesi Bölge Müdürü Rıza Salih Saray’ın girişimleri ile Adana’da bir yüzme havuzunun yapılması için karar verilmiştir. 1939 yılında yapılan Atatürk Yüzme Havuzu’nun açılmasıyla birlikte Adana’nın su sporundaki büyük başarılarıda gelmeye başlamıştır. Özellikle Adana Demirspor Kulübü Yüzme ve Sutopu takımı Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük sutopu oyuncusu Muharrem Gülergin’in önderliğinde 17 yıl hiç yenilmeden, 22 yılda tek mağlubiyet alarak toplamda 29 defa Türkiye şampiyonu olmuştur. Bu takım İstanbul ve bütün Türkiye’de “Yenilmez Armada” olarak anılmıştır. Atatürk Yüzme Havuzu’nda yetişen sporcular yüzmenin her branşında ve her mesafede sayısız Türkiye rekorları kırmışlardır. Manş Denizini birçok ülke sporcuları yüzerek geçmiştir. Ancak rekor Adana Demirsporlu Erdal Acet’indir. Manş’ı ilk kez hem de bütün zamanların en iyi derecesi ile geçen Erdal Acet ayrıca 5 kez milletlerarası İstanbul Maratonunu kazanmıştır.

Yerel yönetim

Şehirde 17 Ağustos 2011‘de atanan Hüseyin Avni Coş Adana Valisi olarak görev yapmaktadır. Adana Büyükşehir Belediyesi’nde ise Zihni Aldırmaz 17 Haziran 2010‘dan beri görev yapmaktadır.[51]

Adana Belediye Başkanları
İsim Görev Yılı
Said Efendi 1868-1870
Abdülkadir Efendi 1883-1884
Ahmet Tevfik Bey 1884-1886
Ramazanoğlu Kasım Bey 1890-1892
Debbağzade Hacı Ali Efendi 1892-1895
Ramazanoğlu Kasım Bey 1890-1892
Debbağzade Hacı Ali Efendi 1892-1895
İbrahim Rasıh Efendi 1895-1899
Debbağzade Hacı Ali Efendi 1892-1895
Hacızade Ali Efendi 1895-1899
Süphi Paşa 1899-1903
Süleyman Vahit Efendi 1913-1915
Ramazanoğlu Tevfik Kadri Bey 1906-1908 / 1918-1919
Diblanzade Mehmet Fuat Bey 1919-1922
Alimünif Bey 1922-1926
Turhan Cemal Beriker 1926-1938
Kasım Ener 1939-1946
Fazlı Meto 1946-1947
Hazım Savcı 1947-1950
Numan Güreli 1950-1951
Zahit Akdağ 1951-1954
Ali Bozdanoğlu 1955-1956
Galip Avşaroğlu 1956-1958
Daniş Arıkoğlu 1958-1959
Ali Sepici 1954-1955 / 1959-1960 / 1963-1968
Erdoğan Özlüşen 1968-1973
Ege Bağatur 1973 – 1977
Selahattin Çolak 1977-1980
Nuri Korkmaz 1980-1981
Ali Mehmet Kelecek 1981-1984
Aytaç Durak 1984-1989
Selamettin Gölü 1989-1994
Aytaç Durak 1994-

 

Yargı

Yapımı tamamlanan Adliye binasıyla şehre 2. ağır ceza, 1. çocuk, 4. sulh ceza ile 3. icra mahkemeleri kuruldu. Ayrıca şehirde 31 savcı ve 37 hakim görev yapmaktadır.[52].

Kardeş şehirler

Galeri

tarafından

Konya

Konya

 

Konya
—  Büyükşehir  —
Konya'dan görüntüler

Konya’dan görüntüler

Slogan: Gez dünyayı,gör Konya’yı.
Konya İlinin Konumu

Konya İlinin Konumu

Koordinatlar: 37°52′N 32°30′E
Ülke Türkiye Türkiye
Kurucu Shorasan
Yönetim
 – Vali Aydın Nezih Doğan
 – Belediye Başkanı Tahir Akyürek
Rakım 1.016 m (3.333 ft)
Zaman dilimi Doğu Avrupa (+1)
 – Yaz (YSU) Doğu Avrupa (+2)
Alan kodu +332
Web sitesi: Konya Büyükşehir Belediyesi

Konya, Konya ilinin merkezi şehiridir. Trafik plaka numarası 42′dir. 1875′te kurulan Konya Belediyesi, 1984′te çıkarılan 3030 sayılı yasa gereğince “Büyükşehir” statüsüne kavuşmuş olup 1989′dan beri belediye hizmetleri bu statüye göre yürütülmektedir. Karatay, Meram, Selçuklu olmak üzere büyükşehir belediyesine bağlı 3 merkez ilçeden oluşmaktadır.

Ekonomik açıdan Türkiye’nin gelişmiş kentlerinden biri olan Konya doğal ve tarihsel zenginlikleriyle de önem taşır.Dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olan Çatalhöyük UNESCO Dünya Miras Listesi‘ne alınmıştır.Şehir Anadolu Selçukluları’nın ve Karamanoğulları’nın başkentliğini yapmıştır. Türkiye’nin en önemli sanayi kentlerindendir.Anadolu Kaplanları‘ndandır.Şehrin futbol takımı Konyaspordur.Konya’nın simgeleri arasında Mevlana Müzesi (Kubbe-i Hadrâ), çift başlı kartal, etliekmek sayılabilir.

 

Konu başlıkları

Tarihçe

Tarih öncesi dönem

Konya, Türkiye‘deki en eski yerleşim birimlerinden biridir. Konya’da yerleşimin Prehistorik (Tarih öncesi) çağdan başladığı görülmektedir. Konya’nın merkezinde yer alan ve aynı zamanda bir höyük olan, Anadolu Selçuklu sultanı II. Alaeddin Keykubad‘a nispetle Alâeddin Tepesi adı verilen suni tepe ve çevresinde yapılan araştırmalar sonucu, Prehistorik çağ içinde gerek Neolitik (Cilalı Taş Devri) ve Kalkolitik ve gerekse Erken Bronz Çağlarına ait kültürel bulgulara rastlanmıştır.

Yine Prehistorik çağa ait höyüklerden, merkeze 15 km mesafede yer alan ve Konya’nın bugünkü merkez Harmancık mahallesinde yer alan Karahöyük ve Konya Ovası üzerinde, bulunmuş en eski ve en gelişmiş Neolitik devir yerleşim merkezi olan Çatalhöyük bulunmaktadır.

Roma dönemi

Anadolu ve Suriye topraklarında büyük bir imparatorluk kuran Hititler Konya’ya da hakim olmuşlardır. Hititler’den sonra Friglerin egemenliğine giren Konya (Kavania) daha sonra Lidyalılar, Persler ve Büyük İskender‘in istilalarına uğramıştır. Sonraları Anadolu‘da Roma hakimiyeti sağlanınca Konya İconium olarak varlığını korumuştur.

Önemini Roma ve Bizans dönemleri boyunca korumuş olan şehir, Hıristiyanlığın ilk yıllarında dini bir merkez hüviyeti de kazanmıştır. Aziz Paul Anadoludaki dinî seyahatleri sırasında Konya’ya da uğramıştır.

Selçuklu dönemi

İslamiyetin doğuşuyla beraber Doğu Roma İmparatorluğu aleyhine büyüyen İslam Devleti, İstanbul’u hedef alan harekatları sırasında Konya üzerine de akınlar düzenlemişlerdir. Anadolu‘da ve Konya çevresinde ilk İslami oluşumlar bu devirde ortaya çıkmıştır.

1071 senesinde Malazgirt Ovası’nda yapılan Malazgirt Savaşı‘ndan önce Anadolu üzerine keşif harekatları düzenleyen Türkler ve Anadolu’yu tanıyan Büyük Selçuklular, bu savaş sonucu Anadolu’nun büyük bir kısmı ile beraber Konya’yı da, ele geçirmişler ve bölgedeki uzun Bizans hakimiyetine son vermişlerdir.

Süleyman Şah 1076 tarihinde Konya’yı Anadolu Selçukluları‘nın başkenti yapmış, bilahare başkent 1080 tarihinde İznik‘e nakledilmiştir. İlk haçlı seferi sırasında İznik şehri tekrar Bizans’ın eline geçmiş, sultan I. Kılıçarslan da 1097 tarihinde başşehri tekrar Konya’ya taşımıştır. Bu tarihten 1277 tarihine kadar Konya aralıksız Anadolu Selçuklu Devleti‘nin başkenti olmuştur.

Tarihi Katalan Atlası‘na göre Karamanoğulları Beyliği’nin bayrağı.

Karamanoğulları dönemi

Karamanoğullarının kökeni Azerbaycan‘dan Sivas‘a göç eden Hoca Saadettin’in oğlu Nur-i Sufi’ye dayanmaktadır. Buradan Torosların eteğinde olan Larende kasabasına gelip yerleşmişlerdir.Karamanoğulları Oğuzların Avşar boyundandırlar. Nur-i Sufi’nin oğlu Kerimeddin Karaman Bey 13. yüzyılda buradan başlamak üzere Kilikya bölgesinin büyük bir kısmında güç sahibi olmuş. Bunun üzerine Anadolu Selçuklu Devleti sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından bölgenin beyi olarak atanmıştır.Karamanoğlu Mehmet Bey Konya’yı 1277 yılında beyliğine katmış ve Anadolu Selçuklu Devleti’ne son vermiştir. Konya şehrini Karamanoğulları topraklarına katmış ve beyliğinin başkenti yapmıştır. Tam 16 kez Osmanoğulları ve Karamanoğulları arasında el değiştirmiştir.

Osmanlı dönemi

Şehir 1442 tarihinde Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Sultan II. Murad Konya’yı zaptederek Karamanoğlu hakimiyetine son vermiştir.

Kurtuluş Savaşı Dönemi

Milli mücadelenin başlamasıyla Konya bu kutsal mücadelenin içinde yer almış, ancak istenmeyen ve Konya halkınca pek tasvip görmeyen bazı olayların gelişmesi, bir takım yanlış anlamalara, gerçekle pek alakası olmayan yorumlara yol açmıştır.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Vali’nin Artin Cemal’in yanı sıra Konya’daki Amerikalı Miss Kouchman, İngiliz Rahip Rew Frew, Dr. İpokrat, Kirkor Şişmanyan, Rodoslu Nikola Samarcidis ve Kıbrıslı Kemal Subhuezel gibi ajanların, azınlık temsilcilerinin tabi Damat Ferit ve Zeynel Abidin’in her türlü engelleme, çabalarına rağmen kurulmuştur. Tabi en önemlisi Konya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Kadınlar Şubesinin kurulması da önemlidir.

Konya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Sivaslı Ali Kemal’in çalışmaları, çabaları Mustafa Kemal Paşa tarafından takdir edilmiştir. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bu çalışmalar içinde önemsediğim İşgale ve işgalcilerin uygulamalarına karşı düzenlenen protesto mitingleridir. Bu mitinglerle Konya halkının tepkisi dile getirilmiş, hem de halkın birlik beraberliğinin oluşması sağlanmıştır. Hele o günlerde ilk kadın mitingi Konya’da yapılmış, işgale karşı Konyalı kadınlarımızın tepkisi bu mitingle ifade edilmiştir.

Konya, işgal görmeyen Ankara, Kayseri, Yozgat, Çorum, Çankırı gibi iç Anadolu şehirleriyle birlikte kurtuluş savaşında ordunun ihtiyaçlarının karşılandığı lojistik merkezi olmuştur. Cephede savaşan ordunun ihtiyaçları Konya’da toplanmış ve cepheye buradan gönderilmiştir. Konya, cepheden gelen yaralı ve hastaların tedavi gördüğü merkez olmuştur.[1]

Atatürk ve Konya

Konya’da Mevlevi Dergahı Postnişini Abdulhalim Çelebi ve Mevlevilerle

Milli Mücadelenin başlaması ile Mustafa Kemal Paşa çeşitli Zamanlarda Ankara’dan, bezende cepheden Konya’ya gelmiş kalabalık halk tarafından coşkuyla karşılanmıştır. Bazı gelişlerinde yerli ve yabancı konukları olmuş onarlara Konya’yı gezdirmiş, konuklarına Konya’yı, Mevlana’yı tanıtmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın Konya ve Mevlana ile ilgili güzel sözleri de vardır. Bir Konya ziyareti sırasında söylediği şu sözler Hz. Mevlana’ya gösterdiği sevgi ve saygının delili gibidir:

“-Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Hz. Mevlana düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçi…”demiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmalarından önemsediğim 4 Ağustos günü öğle sonu Hükümet alanında yaptığı konuşmadır. Mustafa Kemal Paşa, iç ve dış düşmanların açık ve gizli düşünceleri hakkında geniş bilgi verdiği konuşmasında, “Milli amaçlara ihanet eden bedbahtlar, yine milletin iradesi ile cezalarını bulacak, hatalarını anlayacaklardır.” demiş, millet Kuva-yı Milliye ile hemfikirdir diyerek Konya halkına ve Türk Milletine olan güvenini dile getirmiştir. Zaman bu konuşmanın haklılığını göstermiştir.

Mustafa Kemal Paşa beraberindekilerle birlikte 5 Ağustos günü Konya’dan Akşehir’e ayrılır, Akşehirliler paşaya ve beraberindekilere büyük sevgi gösterisinde bulundular. Mustafa Kemal Paşa; Akşehirlilerin bu coşkulu karşılamasına memnuniyetini ifade etmiştir. Mustafa Kemal Paşa 6 Ağustos günü Akşehir’den Konya halkına bir teşekkür telgrafı göndermiştir. Telgraf metni şöyledir;

“ Konya’nın muhterem memurları ve ahalisinin hakkımızda ibraz ettikleri Mihman-ı Muvazi (misafirperverlik) bizi pek ziyade mütehassıs etmiştir. Vilayetin hududunda pek tatlı hissiyat ile veda ederken teşekküratımızı takdim eder, bütün umuma iblağını rica ederiz”

Atatürk yukarıdaki telgraf metninde olduğu gibi Konya’ya ve Konya halkına karşı her zaman sevgi ve muhabbet duyguları beslemiştir. Konya’ya sık sık ziyaretler yapmak sureti ile bu duygularını göstermiştir. Hemen şunu belirtmekte fayda var Konya Atatürk’ün İstanbul ve İzmir’den sonra en çok geldiği ve şehirlerden biridir. Atatürk Milli Mücadele’nin başlangıcından ölümüne kadar geçen süreçte Konya’ya 13 kez gelmiş, bu gelişlerinde toplam 33 gününü Konya’da geçirmiştir.[2]

Coğrafi özellikleri

39.000 km2‘lik yüzölçümü ile Türkiye’nin en geniş ili olan ve Orta Anadolu yaylası üzerinde Ankara, Aksaray, Niğde, Mersin, Karaman, Antalya, Isparta, Afyon ve Eskişehir illeri ile komşu olan Konya, 36° 22′ ve 39° 08′ kuzey paralelleri ile 31° 14′ ve 34° 05′ doğu meridyenleri arasında yer alır. Başta büyük ilçeleri Ereğli, Beyşehir, Akşehir’dir. Toplam 31 ilçesi vardır. Konya büyükşehir nüfusu 2011 sonu itibariyle 1.085.000 olup Türkiye genelinde 7. sıradadır. İl genelinde ise 2.100.000 olan nüfusuyla Konya ili Türkiye’nin en kalabalık 6. ilidir.

İklimi

Ortalama Veriler
Aylar Oca Şub Mar Nis May Haz Tem Ağu Eyl Eki Kas Ara
Ortalama Değerler °C -0,3 1,0 5,4 10,9 15,6 20,1 23,5 22,9 18,6 12,4 5,7 1,4
Ort. En Yüksek °C 4,6 6,6 11,8 17,5 22,2 26,7 30,2 30,0 26,3 20,0 12,4 6,0
Ort. En Düşük °C -4,2 -3,6 -0,3 4,4 8,5 12,8 16,1 15,5 11,2 6,0 0,5 -2,5
Ort. Güneşlenme Süresi(saat) 3,2 4,6 6,1 7 8,6 10,4 11,3 11,0 9,6 7,2 5,0 3,0
Yağışlı Gün Sayısı 9,5 9,0 8,6 10,6 10,9 6,2 3,2 2,4 3,4 6,6 7,3 9,5
kaynak: www.meteor.gov.tr

Yüksekten Konya

Konya’da karasal iklim hüküm sürer. Yazları kuru ve sıcak, kışları soğuk ve yağışlıdır. Gece – gündüz arası sıcaklık farkı yazın 16-22 derece arasındadır. Baharları ve kışları nemden dolayı bu fark 9-12 °C’ye kadar düşer. Kar ortalama 3 ay yerde kalır. Çevresindeki sıcak – soğuk hava merkezlerinden çok etkilenir. İç Anadolu’nun en güney bölgesinde yer almasına rağmen diğer İç Anadolu şehirlerinden daha soğuk olur. Bunun nedeni orta torosların deniz etkisini tamamen önlemesidir. Konya, 1. jeolojik zamanda Anadolu’daki Tetis denizinin yükselerek yok olması nedeniyle tam bir deniz tabanı ovasına dönüşmüştür. Düzlüğün asıl nedeni budur. İlkbaharda konveksiyonel yağışlar (kırkikindi) sıklıkla görülür. En yağışlı ay nisan ve mayıstır. Konya ikliminin diğer bir özelliği ise yazların çok geç başlaması, kışların da çok geç bitmesidir. Step ikliminin özelliği olan yaz kuraklığı Türkiye’deki en kaliteli buğdayların yetişmesine neden olmuştur. Baharda nem ve yağmurla yeşeren otlar yazın yerini kuruluk ve sıcaktan dolayı sarıya bırakır. Türkiye’de sis yoğunluğu ve sisli gün sayısı en fazla olan il Konya’dır. Nedeni ise Konya ovasının bir çanak şeklinde bulunmasıdır. Uzun zamanlarda ölçülen en düşük sıcaklık -29 °C, en yüksek sıcaklık ise 41 °C’dir. En çok kar yağan ay şubat, en soğuk ay ocaktır. En sıcak aylar temmuz ve ağustosdur. Diğer bir özellik ise yaz akşamları çevresinde bulunan dağlardaki yüksek basınç alanlarından, ovada bulunan alçak basın alanlarına esen rüzgardır. Günlük sıcaklık farkının en belirgin özelliği de budur. Ocak ayı sıcaklık ortalaması -0.5 °C, temmuz ayı sıcaklık ortalaması ise 23 °C’dir. Türkiye’nin en az yağış alan ili Konya’dır.

Yönetim

Selçuklu ilçesi Nalçacı Caddesi

İhtisap Ağalığı ( Çarşı Ağalığı)

Konya’da ilk mahalli teşkilatın 1830 yılında Çarşı Ağalığı (İhtisap Ağalığı) adı altında kurulduğu belirtilmektedir. Bu teşkilatın 1876 yılında belediye teşkilatı haline dönüştürülmesiyle Konya İlk belediyesine sahip olmuştur. Konya Belediyesi’nin kuruluş tarihiyle ilgili olarak bazı kaynaklarda 1868 yılı verilmektedir.Belediye Başkanı olarak Muhasebeci Rahmi Bey’in adı geçmekte olup görevden ayrılış tarihi 1869’dur. 1869 -1876 yılları arasında herhangi bir belediye başkanı kaynakta belirtilmediğinden, Belediye’nin kuruluş tarihini 1876 olarak kabul etmek daha doğru olacaktır.

Seyyahlar 1800 ve daha sonraki yıllarda Konya nüfusunu 15.000 – 20.000 arasında göstermiştir. 1853 yılında Konya’ya gelmiş olan Jeolog P.D. Techihatchef şehrin nüfusunun 22.500, 1890 yılında ise Seyyah M.Gine 44.000 olduğunu yazmaktadır.

1868 yılı salnamesi Konya nüfusunu 16.732 Sille ve Hatunsaray ile birlikte 17.649 olarak göstermektedir. 1884 salnamesine göre nüfus 40.795’tir. 1894 salnamesine göre ise, 9.265 hanede 42.318 Müslüman, 1566 Ermeni, 899 Rum olmak üzere toplam 44.762’dir

Seyyahnamelerin ve salnamelerin verdiği rakamlar Konya nüfusunun uzun yıllar 20.000 – 40.000 arasında olduğunu, fazla bir değişiklik göstermediğini, şehrin çeşitli nedenlerle gelişemediğini belirtmektedir.

1923 yılında Belediye’nin bütçesi, 64.000 TL’dir. Belediye hizmet sahası 110 km² ‘dir. Şehirde elektrik yoktur ve içme suyu, Su Komisyonu tarafından işletilmektedir. Bu yıllarda belediye su dağıtım işleriyle ilgilenmemektedir.İçme suyu kaynağı olarak o yıllarda Çayırbağı kaynağı kullanılmaktaydı.

Büyükşehir Belediyesine Geçiş 1989 yılı Mart ayında yapılan mahalli ( yerel) seçimlere Konya Büyükşehir ve üç merkez ilçe (Meram-Selçuklu-Karatay) olarak girilmiş ve artık Konya biri Büyükşehir olmak üzere dört belediye başkanıyla idare edilmeye başlamıştır.

13 Temmuz 1987’de temeli atılan Hafif Raylı Sistem, Eylül 1992’de hizmete girmiştir. 28.09.1989 tarihinde Konya Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü kurulmuş ve BESO son bulmuştur.BESO’nun su ile ilgili görevleri ve Fen Müdürlüğü tarafından yürütülen kanalizasyon işleri, KOSKİ’ye geçmiştir.BESO’ya ait otobüs işletmesi, Otobüs İşletmeleri Genel Müdürlüğü adı altında faaliyetlerine devam ettikten sonra Eylül 1992’de Hafif Raylı Sistem’in de devreye girmesiyle Toplu Ulaşım İşletmesi adını almıştır.

1993 yılında Konya Büyükşehir Belediyesi, Japonya’da dünyanın en başarılı on belediyesinden birisi olarak adını dünyaya duyurmuştur.[3]

Bağlı ilçeler

Konya

Ekonomi ve Sanayi

Konya sanayisi günümüzde birçok sektörde üretim yaparak, tarihsel olarak kullanılan tahıl ambarı kimliğinin yanına sanayi şehri kimliğini de eklemiştir.

Konya’nın bir özelliği de; sanayisinin belli tür ürünlere dayalı olmayıp oldukça geniş bir sektörel alanda üretim yapmasıdır. Diğer bir ifade ile makine sanayisinden kimyaya, tekstilden otomotiv yedek parçaya, elektrik-elektronikten gıdaya, ambalajdan kağıt sanayine kadar oldukça değişik üretim alanlarında faaliyet göstermektedir.Konya, 130 ülkeye ihracat yapmaktadır.[4]

Ulaşım

Karayolu

Karayoluyla, Ankara’ya 3, Antalya’ya 4, Eskişehir’e 5, İstanbul’a 9, Adana’ya 5 saat uzaklıktadır.

Ankara-Konya Hızlı Tren

Konya Tramvayı

Demiryolu

Ankara-Konya hızlı tren hattının tamamlanması ile Konya-Ankara arası Tren garlarından ulaşım sağlanabilir. Hızlı Tren şu an Konya-Ankara arasını 1 saat 45 dakikaya indirmiştir. Bu süre yeni trenlerin alımıyla 1 saat 30 dakikaya inecektir. Günlük iki yönlü 16 sefer ile şu an hizmettedir.[5] İstanbul’dan başlayan tarihi Hicaz Demiryolu hattı, şehir merkezinden geçmektedir. Günümüzde demiryolu ulaşımı bu hattan sağlanmaktadır.

Havayolu

İstanbul-Konya uçak seferleri Konya Havaalanından sağlanmaktadır.

Raylı Sistem

Alaaddin Tepesi ile Selçuk Üniversitesi Kampüsü arasındaki takriben 20 km.lik hatta, 60 tramvay vagonu ile 24 saat boyunca yolcu taşımacılığı yapılır.[6]

Turizm

2009 yılında Konya’yı 1 milyon 717 bin 942 yerli ve yabancı turist ziyaret etti. Bu rakamın 1 milyon 338 bin 113′ünü yerli, 353 bin 233′ünü ise yabancı ziyaretçiler oluşturdu.[7]

Alâeddin Camii

Alâeddin Camii, 1220 yılında Konya‘da Anadolu Selçuklu Devleti sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından aynı adı taşıyan tepe üzerinde (Alâeddin Tepesi) inşa ettirilmiş cami.

Sekiz Anadolu Selçuklu Sultanı burada gömülüdür.

Alâeddin Tepesi‘nin 1849′da çizilen gravürü.

II. Kılıçarslan Köşkü

Şehitler Anıtı

 

Alâeddin Tepesi

Alâeddin Tepesi, Türkiye‘nin Konya ilinin merkezine bağlı Karatay ilçesinde yer alan tepe. 450 x 350 metre boyunda olup, 20 metre yüksekliğinde olan tepe, höyük olarak adlandırılan protohistorik yerleşim yerlerinden biriydi.

Mevlana Müzesi

Çatalhöyük’de kazı alanı

Mevlana Müzesi, Konya‘da bulunan, eskiden Mevlâna‘nın dergâhı olan yapı kompleksinde, 1926 yılından beri faaliyet gösteren müzedir. “Mevlana Türbesi” olarak da anılır.

(Yeşil Kubbe) denilen Mevlana’nın türbesi dört fil ayağı (kalın sütun) üzerine yapılmıştır. O günden sonra yapı faaliyetler hiç bitmemiş, 19. yüzyılın sonuna kadar yapılan eklemelerle devam etmiştir. Osmanlı sultanlarının bir kısmının Mevlevi tarikatından olması Türbe’ye özel bir önem verilmesini ve iyi korunmasını sağlamıştır.

Müze alanı bahçesi ile birlikte 6.500 m² iken, yeri istimlak edilerek Gül Bahçesi olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18.000 m²ye ulaşmıştır.

Bağlı bulunduğu Kültür Bakanlığı‘na en çok gelir getiren ikinci müzedir. (Birinci Topkapı Sarayı müzesi.)

Mevlana hakkında menkıbelerin anlatıldığı Ahmed Eflaki’nin kitabı “Arifler’in Menkıbeleri”nde[1] Mevlana’nın babası için türbe yaptırmak isteyen devrin sultanına “gök kubbeden daha görkemlisini yapamayacağınıza göre zahmet etmeyin” dediği rivayeti yer alır. Türbe, Mevlana’nın ölümünden sonra inşa edilmiştir.

Camiler

  • Alaaddin Camii
  • İplikçi Camii
  • Sahipata Camii
  • Sadrettin Konevi Camii
  • Şems-i Tebrizi Camii
  • Kadı Mürsel Camii
  • Tursunoğlu Camii
  • Selimiye Camii
  • Aziziye Camii
  • Şerafettin Camii
  • Kapu Camii
  • Nakiboğlu Camii

Kiliseler

  • Aya Elenia Kilisesi
  • Konya Saint Paul Kilisesi
  • Sille Siyata Manastırı

Çatalhöyük

Mevlana Müzesi

Çatalhöyük günümüz Konya Şehri’nin güneydoğusunda, Hasandağı‘nın yaklaşık olarak 136 kilometre uzağında, Konya Ovası’na hakim buğdaylık arazide bulunmaktadır. Doğu yerleşimini, en son Cilalı Taş Devri sırasında ovadan 20 metre yüksekliğe kadar ulaşan bir yerleşim birimi oluşturmaktadır. Ayrıca, batıya doğru da ufak bir yerleşim birimi ve birkaç yüz metre doğuya doğru da bir Bizans yerleşimi bulunmaktadır.

 

 

İnce Minareli Medrese

Kültür

Müzeler

Şehirde çeşitli müzeler de bulunmaktadır.

  1. Mevlana Müzesi
  2. Konya Arkeoloji Müzesi
  3. Konya Atatürk Evi Müzesi
  4. Karatay Medresesi (Çini Eserler Müzesi)
  5. Sırçalı Medrese (Mezar Anıtları Müzesi)
  6. İnce Minare (Taş-Ahşap Eserleri Müzesi)
  7. Konya Etnoğrafya Müzesi
  8. Konya İzzet Koyunoğlu Şehir Müzesi

Tiyatro

Konya Devlet Tiyatrosu, 1997 aralık ayından bu yana, başta Konya olmak üzere, çevre il ve ilçelere çalışmalarını kesintisiz olarak sürdüren, bölge tiyatrosudur.[8]

Devlet Tiyatrosu olarak hizmet veren bina; anıt alanında, 1946 yılında Halkevi olarak yapılmış, Halkevleri kapatıldıktan sonra ise, sinema salonu olarak faaliyet göstermiş, daha sonra da İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmış bir mekandır. 1981 yılında Atatürk’ün doğumunun 100. yıl dönümünü Kutlama Koordinasyon Kurulu Başkanlığı ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü katkılarıyla gerekli onarım ve tefrişi yapılarak Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne tahsisi sağlanmıştır.1997 yılında Yerleşik Bölge Tiyatrosu olarak Hizmet vermeye başlayan Tiyatro Binamız 257 salon, 36’sı balkon olmak üzere toplam 293 koltuktan oluşmaktadır. Konya Devlet Tiyatrosunun ilk açılış oyunu 19.12.1997 yılında Refik Erduran’ın yazdığı Tansu AYTAR ’yönettiği “TAMİRCİ”adlı oyundur.[9]

Sinema

  • Cinemaximum Oval Çarşı – Bosna
  • Cinemaximum (Kent Plaza)
  • Cinens Kipa – Selçuklu
  • Konya Kampüs Gençlik Merkezi
  • Kule Site Avşar – Selçuklu
  • Real Avşar

Kütüphane

  • Yusuf Aga Kütüphanesi
  • Konya İl Halk Kütüphanesi
  • Selçuk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi
  • A.R.İzzet Koyunoğlu Şehir Müze ve Kütüphanesi

Kültür ve Sanat Merkezleri

  • Kılıçarslan Gençlik Merkezi Bosna
  • Mevlana Kültür Merkezi
  • Zindankale Sanat Galerisi

Kültürel Etkinlikler

Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri (Şeb-i Arûs Törenleri)

Şeb-i Arûs lügat manası düğün gecesi demektir. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi kendi ölümüne rabbine duyduğu aşktan dolayı sevgiliye kavuşma yani düğün gecesi demiştir. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi’nin ölüm yıl dönünlerinde 17 Aralık tarihlerine denk gelen haftalarda yapılan ve “Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri” olarak isimlendirilmeye başlanılan törenler, halk arasında Şeb-i Arus Şenlikleri olarak da anılmaktadır.

Konya Uluslararası Mistik Müzik Festivali

İlk kez 2004 yılında düzenlenen Konya Uluslararası Mistik Müzik Festivali önceleri Aralık ayındaki Vuslat Yıldönümü Anma Törenleri (Şeb-i Arûs) kapsamında yer alırken, 2008 yılından beri Eylül ayında, kapanış gecesi 30 Eylül’e, yani Hz. Mevlâna’nın doğum gününe gelecek şekilde düzenlenmektedir. Bu uygulama ile Hz. Mevlâna’yı anma ve anlamaya yönelik yeni bir zaman dilimi oluşturulması hedeflenmekte, “Konya Uluslararası Mistik Müzik Festivali”nin dünyanın sayılı festivalleri arasına girmesi için yoğun gayret sarf edilmektedir.[10]

Konya Mutfağı

  • Arabaşı Çorbası
  • Bamya çorbası
  • Tirit
  • Düğün Pilavı
  • Etliekmek
  • Fırın kebabı
  • Sac Arası
  • Yoğurt çorbası

Alışveriş Merkezleri

  • Makro avm
  • Kule Site Avm
  • M1 Merkez Avm
  • Kipa Avm
  • Selçuklu Kipa Avm
  • Oval Çarşı Bosna Avm
  • Koçtaş Avm
  • Kentplaza Avm
  • Akyurt Avm
  • BİM Avm

Eğitim imkânları

Konya; Ankara, İstanbul, İzmir, Eskişehir ve Mersin gibi birden fazla üniversiteye sahip olan illerdendir. Konya’da 2 adet devlet üniversitesi ve 2 adet vakıf üniversitesi bulunur.

İldeki üniversiteler:

Devlet Üniversiteleri

Vakıf Üniversiteleri

Sportif faaliyetler

Şehirde 2 adet profesyonel futbol kulübü bulunmaktadır.Konyaspor ve Anadolu Selçukluspor.Bank Asya 1. Ligde mücadele eden Konyaspor, Konya şehrini temsil etmektedir. Ayrıca Selçuk Üniversitesi’nin basketbol takımı da Türkiye Basketbol 2.liginde Konya’yı temsil etmektedir.

Havacılığı sevdirmek amacıyla kurulan Mevlana Sportif Havacılık Kulübü’nün merkezi Meram’dadır. Yamaç paraşütü ve model uçak alanlarında hizmet vermektedir. Kulüp üyeleri özellikle yaz ve bahar aylarında hafta sonları toplanarak etkinlikler düzenlemekte, model uçak gösterileri yapmaktadır. Octocopter adı verilen hava aracı ile firmaların havadan fotoğraf çekimi ihtiyacına cevap verilmektedir.

Kardeş Kentler

Resim galerisi

 

tarafından

İzmir

İzmir

İzmir
—  Büyükşehir  —
Yukarıdan aşağıya saat yönünde : Konak, İzmir; İzmir Saat Kulesi; Tarihi Asansör;Dokuz Eylül Üniversitesi; İzmir Körfezi ve İzmir Cumhuriyet Meydanı

Yukarıdan aşağıya saat yönünde : Konak, İzmir; İzmir Saat Kulesi; Tarihi Asansör;Dokuz Eylül Üniversitesi; İzmir Körfezi ve İzmir Cumhuriyet Meydanı

Slogan: Ege’nin İncisi
İzmir

İzmir’in Türkiye‘deki konumu

Koordinatlar: 38°26′N 27°09′E
Ülke Türkiye
Bölge Ege Bölgesi
İl İzmir
Yönetim
 – Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu (CHP)
Yüz ölçümü
 – Kent 11,973 km2 (4,6 mi2)
Rakım m (7 ft)
Nüfus
 – Kent 3,606,326 (merkez)
 – Metropol 3,948,848 (il)
[1]
Zaman dilimi DAZD (+2)
 – Yaz (YSU) DAZD (+3)
Web sitesi: http://www.izmir.bel.tr

İzmir, Türkiye‘nin üçüncü büyük metropolü,[2] ve önemli bir fuar merkezi olan liman kenti.

İzmir’in batısında denizi, plajları ve termal merkezleriyle Çeşme Yarımadası uzanır. Antik çağların en ünlü kentleri arasında yer alan Efes, Roma’nın imparatorluk devrinde dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Tüm İyonya kültürünün zenginliklerini bünyesinde barındıran Efes, yoğun sanatsal etkinliklerle de adını duyuruyordu. Bu maksatla da bu şehre “Güzel İzmir”, “Eski İzmir” ve “la Perle de l’Ionie” (İyonya’nın İncisi) deniyordu.

İzmir, yatlar ve gemilerle çevrilmiş uzun ve dar bir körfezin başında yer almaktadır. Sahil boyunca palmiye, hurma ağaçları ve geniş caddeler bulunmaktadır. İzmir Limanı, Mersin Limanı’ndan sonra Türkiye’nin en büyük limanıdır. Canlı ve kozmopolit bir şehir olan İzmir, uluslararası sanat festivalleri ve İzmir Enternasyonal Fuarı ile de önemli bir yer tutar.[kaynak belirtilmeli]

Konu başlıkları

Etimoloji

“İzmir” kelimesi Eski İyon Lehçesi’nde Smyrne, Atina Lehçesi’nde ise Smyrna diye yazılırdı.[kaynak belirtilmeli] Bugünkü Hellenler bu kentin adını Zmirni biçiminde telaffuz etmekte, son yıllarda Antik Efes kenti civarında da bu adla anılan bir köy yerleşimi izlerine rastlanmıştır.[kaynak belirtilmeli] Olasılıkla İzmir’den Efes’e giden bir kraliçenin adını yerleştikleri köye de koydukları düşünülmektedir ki bununla ilgili bilgilere eski kaynaklarda da rastlanmaktadır.

“Smyrna” sözcüğü Yunanca değildir. Ege Bölgesi’ndeki birçok yerleşim adı gibi Anadolu kökenlidir. MÖ 2000′in başlarına ait Kültepe (Kayseri) yerleşiminden kalan bazı tablet metinlerinde Tismurna adına rastlanmaktadır.[kaynak belirtilmeli] Tismurna’daki ti bir ön ek olup büyük olasılıkla bir kişi ya da bir yer adını belirtmektedir. Hellenler ya da Bayraklı Höyüğü’nü (2) mesken tutanlar da bu ön eki atıp kente Smyrna demişlerdir.[kaynak belirtilmeli]

Tarih

Ana madde: İzmir tarihi

Eski İzmir kenti (Smyrna), körfezin kuzeydoğusunda yer alan ve yüzölçümü yaklaşık yüz dönüm olan bir adacık üzerinde kurulmuştu.[kaynak belirtilmeli] Son yüzyıllar boyunca Meles Çayı‘nın ve bugünkü Yamanlar Dağı’ndan gelen sellerin getirdikleri mil ile bugünkü Bornova ovası oluştu ve yarım adacık, bir tepe hâline dönüştü.[kaynak belirtilmeli]

Şimdi Tepekule adını taşıyan bu höyüğün üzerinde TEKEL Müdürlüğü’nün İzmir Şarap ve Bira Fabrikası‘na ait numune bağı bulunmaktadır. 1955′ten beri yoğun gecekondu bölgesi olan bu çevrede İzmir’deki ilk yerleşim yeri olarak tespit edilen İzmir Höyüğü bulunur. Buradaki ilk kazılarda Türk Tarih Kurumu ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü“nün katkıları büyük olmuştur.

Batı Anadolu kıyılarındaki ilk yerleşimler -ki bunlar Troya Savaşlarından sonra kurulan Aiol, İyon ve Dor kökenlidir- genelde küçük yarımadalar üzerinde kurulmuştur. Bunlar, Pitanes (Çandarlı), Phokaia (Foça), Smyrna (İzmir), Klazomenai (Kilizman), Milet ve İasos gibi yerleşimlerdir. Böylece yarımada yerleşikleri hem iki limana sahiptiler, hem de karadenizden gelecek saldırılara karşı güvence içindeydiler. Elverişsiz havalarda limanlardan biri uygun olmadığı takdirde gemiciler diğer limanı kullanma şansına sahiplerdi. Bayraklı Höyüğü, körfezin kuzeydoğu köşesinde, kuzeyine sarp kayalı Yamanlar Dağı’nı da alarak karadan gelecek saldırılara karşı rahat bir konumdaydı. Güneyi imbata açıktı. Eski İzmir yerleşimi yaklaşık 3000 yıl boyunca bu yarımada üzerinde ver aldı. MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısında büyük nüfus artışı yüzünden bugünkü Kadifekale (Pagos) eteklerine taşındı.

Demir Çağı

Konak Pier’den Pasaport’un görünümü

Pasaport Vapur İskelesi (solda) ve Kordon

Hititler çağında {MÖ 1800-1200) Anadolu’da yazı kullanılıyordu ve bundan ötürü o dönemde tarih çağına ulaşılmış bulunuluyordu. Ancak MÖ 1200′lerde Troya VII ve Hititler başkenti Hattuşaş‘ın Balkanlar’dan gelen kavimlerce yıkılmasından sonra Orta ve Batı Anadolu yeniden yazısız ve karanlık bir çağa, Demir Çağı’na girdi. Demir Çağı, Anadolu’da yazının yeniden kullanılması ile Frigya Krallığı‘nda MÖ 730, geri kalan Orta ve Batı Anadolu’da ise MÖ 650 yıllarına kadar sürmüştür.

Kazılarda fazla miktarda çıkarılan keramik ürünlerden anlaşıldığına göre, Demir Çağı boyunca Eski İzmir’de bugünkü Yunanistan bölgesinden göç eden, Aioller ve İyonlar yaşıyordu.[kaynak belirtilmeli] Yarımadada yerli halkın yaşadığına dair herhangi bir bulguya ise rastlanmamıştır. Bayraklı Höyüğü’nün MÖ 1050 yıllarında kurulmaya başlayan yerleşmesinin Grek kökenli olduğu anlaşılmaktadır.[kaynak belirtilmeli]

400 yıl devam eden bu ilkel dönem boyunca başlıca beş yerleşme katı saptanmıştır. Bunlar:

  • 1. Aiol yerleşmesi (MÖ 1050-MÖ 1000)
  • 2. Erken, Orta ve Geç Protogeometrik yerleşme (MÖ 1000-MÖ 875)
  • 3. Erken ve Orta Geometrik yerleşme (MÖ 875- MÖ 750)
  • 4. Geç Geometrik yerleşme (MÖ 750-MÖ 675)
  • 5. Subgeometrik yerleşme (MÖ 675-MÖ 650)

Söz konusu beş tabaka denizden 6,40 metre yükseklikte başlamakta ve 9,50 metrede son bularak 3 metre kalınlığında bir tabaka oluşturmaktadır. Kazılarda elde edilen Aiol keramiği Submyken orijinlidir. Protogeometrik ve Geometrik stildeki kap-kaçak ise genelde Attika vazoculuğunun bir devamıdır diyebiliriz.

İzmir Kordonboyu’ndan görünüm

Konak’ın sahil kesimi ve Alsancak’taki gökdelenler

Demir Çağı boyunca İzmir evleri, büyüklü küçüklü tek odalı yapılardan oluşmakta idi. Gün yüzüne çıkarılan en eski ev MÖ 925 ile MÖ 900′e tarihlenmektedir. İyi korunmuş halde ortaya çıkarılan bu tek odalı evin (2,45 x 4 m) duvarları kerpiçten, damı ise sazdan yapılmıştı. Erken Geometrik dönemden itibaren (MÖ 875′ler) bu tek odalı evler at nalı biçimli bir avlunun üç bir yanını çevirmekte idiler.

Eski İzmirliler kentlerini MÖ 850′lerde kerpiçten yapılmış kalın bir surla korumaya başladılar. Bu tarihten itibaren Eski İzmir’in bir kent devlet kimliği kazanmış olduğu söylenebilir. Kenti “Basileus” adı verilen bir beyin idare ettiği olasıdır. Göçleri gerçekleştirenler ve kent ileri gelenleri soylu tabakayı oluşturuyordu. Kent duvarları içinde yaşayan nüfus olasılıkla bin kişi civarındaydı. Geç Geometrik ve Subgeometrik seramikle açıklanan dönemde (MÖ 750-650) ise yarımadanın nüfusu daha kalabalık olup belki de 1500 kişiyi aşıyordu. Kent devlete ait halkın büyük bir bölümü civar köylerde yaşıyordu. Bu köylerde, bu çağdaki Eski İzmir’in tarlaları, zeytin ağaçları, bağları, çömlekçi ve taşçı işlikleri yer alıyordu. Geçimi tarım ve balıkçılıkla sağlanıyordu.

Kentin en önemli kutsal yapısı Athena Tapınağı idi. Bu tapınağın günümüze değin korunan en eski kalıntısı MÖ 725-700 yılları arasına tarihlenmektedir. Daha önceki dört dönemde (MÖ 1050- 750), büyük bir olasılıkla yine Tanrıça Athena’ya tapınılıyordu, ancak o tarihlerde kadın tanrıçanın heykeli herhalde küçük bir niş (naiskos) içinde bulunuyordu. Bilindiği gibi Homeros’un destanı İlyada, Aiol ve İyon lehçelerinin karışık olduğu bir dille yazılmıştır. Bu nedenle dünya tarihinin bu çok önemli destansı yapıtı büyük olasılıkla bu iki lehçenin konuşulduğu sınır bölgesi olan İzmir’de oluşturulmuştur. Nitekim Helenistik dönem İzmirlileri Homeros için ‘Homeraion’ adlı bir yapı inşa etmişlerdir.

Parlak Dönem (MÖ 650-545)

Cumhuriyet Meydanı

Kordonboyu

Konak’ta Türk Fırkateyni

Eski İzmir’in parlak dönemi MÖ 650-545 yılları arasına denk düşer. Yaklaşık yüzyıl süren bu süre, bütün İyonya uygarlığının en güçlü dönemini oluşturur. Bu dönemde Miletos’un liderliğinde Mısır’da, Suriye ve Lübnan’ın yavuz kenti Batı kıyılarında, Propontis’te (Marmara Bölgesi), Pontus’ta (Karadeniz) koloniler kurulur ve Doğu Helen dünyası kıta Yunanistan’ı ile rekabet ederek birçok alanda ve konuda onun yerini almaya başlamıştır. Bu dönemde İzmir’in tarımcılıkla yetinmeyip Akdeniz ticaretine de ortak olduğunu görmekteyiz. Bu dönem katlarında bulunan Fenike kökenli eserler, Kıbrıs kökenli heykel ve heykelcikler, Ön Asya ya da Akdeniz orijinli fayans figürcükler bu uluslararası ticaretin günümüze kalmış eserleridir.

Parlak dönemin İzmir’deki önemli belirtilerinden biri MÖ 650′den beri yazının yaygınlaşmaya başlamasıdır. Kadın tanrıça Athena’ya sunulan armağanların birçoğunda sunu yazıtları bulunmaktadır. Kent halkının sayısı fazla olmasa da bir bölümü okuryazardır. Kazılarda ortaya çıkarılan Athena Tapınağı (MÖ 640-580), Doğu Helen dünyasının en eski mimarlık eseridir. En eski ve en güzel sütun başlıkları şu ana kadar İzmir’de bulunmuştur. Samos, Milet, Efes, Erythrai ve Phokaia’da çıkarılan sütun başlıkları MÖ 6. yüzyılın ikinci yarısından (MÖ 575-550) tarihinden önce değildir. Helken sanatının en özgün mimarlık ögeleri olan Aiol ve İyon türü başlıklar ile İyon ve Midilli biçimi “kymation”lar (yaprak ya da yumurta şekilli mimarlık süslemesi) doğuşlarını Eski İzmir’de gün ışığına çıkan ve büyük ölçüde Anadolu Hitit sanatından esinlenmiş olan bu başlıklara borçludurlar

Helen dünyasının çok odalı ev tipinin en eski örneği Eski İzmir’de bulunmuştur.[kaynak belirtilmeli] Gerçekten MÖ 7. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olan iki katlı, beş odalı, ön avlulu çifte “megaron”, Helenlerin bugün için bilinen, bir çatı altındaki en eski çok odalı evdir. Ondan önceki Yunan evleri yan yana dizilmiş “megaron”lardan oluşuyordu. Eski İzmir’in cadde ve sokakları daha 7. yüzyılın ikinci yarısında ızgara planlı idi, caddeler ve sokaklar kuzeyden güneye ve doğudan batıya uzanıyor, evler genellikle güneye bakıyordu.

İlerde MÖ 5. yüzyılda Hippodamos tipi adını alacak olan bu kent planı özünde Yakındoğu’da çoktan biliniyordu. Bayraklı şehir planı bu tür kent dokusunun Batı dünyasındaki en erken örneğidir. İyon uygarlığının en eski parke döşeli yolu Eski İzmir’de gün ışığına çıkarılmıştır.[kaynak belirtilmeli]

Helen dünyasının en eski sivil mimarlık eseri Eski İzmir’de 7. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan güzel taş çeşmedir.[kaynak belirtilmeli] Bir zamanlar Yamanlar Dağı üzerinde yükselen Tantalos mezarı, “tholos” biçimli anıtsal mezarların güzel bir temsilcisidir. Tantalos tümülüsünün mezar odası, adı geçen çeşmenin planında idi ve onun gibi “Isopata” tipi adını taşıyan yapı türünde idi. Yani planı dörtgendi ve üstü bindirme tekniğindeki bir tonozla örtülü bulunuyordu. Tantalos mezarı adı ile anılan bu anıtsal eser Eski İzmir’de MÖ 520-580 tarihlerinde yönetimi elinde tutan Basileus’un ya da Tyra’nın mezarı olmalıdır.

Eski İzmir’de, çömlekçi işlikleri, arkeoloji literatüründe “Oryantalizan” ya da “Friz Stili” adı ile anılan seramik türünün güzel örneklerini üretiyor, taşçı ustaları mimarlık eserlerinden başka anıtsal boyda heykeller ve heykelcikler yontuyor ve bütün bu sanat yaratılarının bir bölümü dış pazarlara sürülüyordu.

Bilindiği gibi MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında o zamanki antik dünyanın kültür merkezi Batı Anadolu idi. Özellikle Milet’te tarihte ilk defa batıl inançlardan ve her çeşit din etkisinden kurtulmuş, özgür düşünceye dayalı bilimsel araştırmalar başlamıştı. Doğu dünyasının zengin bilgi ve deneyim hazinelerinden yararlanarak ve özellikle özgür düşünce yöntemiyle Thales, Anaksimenes ve Anaksimandros gibi doğa filozofları bugünkü Batı uygarlığının temellerini atmışlardı. Thales dünyada ilk defa bir doğa olayını, MÖ 28 Mayıs 585 tarihinde olagelen güneş tutulmasını oluşundan önce hesaplamıştır. Böylece kültür ve bilim alanında tarihin başlangıcından beri 2500 yıl boyunca Mezopotamya ve Mısır’ın elinde olan önderlik, Batı Anadolu’ya geçmiştir. Batı Anadolu bu önderliğini İranlıların Anadolu’yu işgal ettikleri 545 yılına değin korumuştur. Ancak İran işgali ile filozoflar, bilim adamları ve sanatçılar Atina‘ya göç edince kültür ve ilim alanındaki önderlik Atina’ya geçmiştir.

Milet, Efes, Samos gibi İzmir de 6. yüzyılın başlarında büyük olasılıkla düşünce ve bilim alanında önde gelen kentlerden biriydi. Ancak Eski İzmir MÖ 640-545 tarihlerinde döneminin en ileri kültür merkezlerinden biri olduğu hâlde, daha sonraları önemini yitirdiği için, çalışmalarda eskisi hızını kaybetmişti. Eski İzmir’in edebiyat, şiir, tarih, felsefe ve bilim konularında ne düzeyde olduğu hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Mimarlık konusunda ise önemli bir merkezdi.

Herodot, Eski İzmir’i Lidya kralı Alyattes’in aldığından bahseder.[kaynak belirtilmeli] Kazılarda da bu olay MÖ 500 sıralarına tarihlenir. Kent ve Athena tapınağı tahrip olsa da İzmirliler MÖ 590 yıllarında tapınağı tekrar inşa ederler.

Daha sonra Persler tarafından 6. yüzyılın ortalarında ele geçirilen kent, bu olayla birlikte parlak devrini tamamlamıştır. Bu tarihten sonra Athena tapınağına hediye edilmiş hiçbir armağan bulunamaması da bu tahribatın önemli göstergelerinden birisidir.

Gerileme Dönemi (MÖ 500-300)

Athena Tapınağı MÖ 545 tarihlerinde terk edilmişse de yerleşim sürmüş, ancak bundan sonra 200 yıl kadar bir süre eski İzmir önemini ve işlevini yitirmiştir.

MÖ 5. yüzyıl boyunca küçük ancak zengin bir yerleşmenin yer aldığı Bayraklı Höyüğü MÖ 5. yüzyılın sonunda ve özellikle 4. yüzyıl süresince yoğun bir iskâna sahne olmuştur. Bu dönemde, ortalarında büyük avlular olan biri 5, biri 8 ve diğeri 15 odalı olmak üzere üç ev gün ışığına çıkarılmıştır. Bunların, kenti idare eden ve muhtemelen dönemlerindeki Pers etkisine uyarak yakın civardaki Larissa‘da olduğu gibi, birer tiran olan beylere ait olmaları akla yakın gelmektedir. Nitekim Yamanlar Dağı‘nda hala kısmen korunmuş olan ve önemli kişilerin mezarları olması gereken düzgün krepisli birkaç 4. yüzyıl tümülüsü bu düşünceyi desteklemektedir.

Söz konusu merkezi avlulu büyük üç evden başka birçoğu megarondan bozma dörtgen planlı küçük evler bulunmuştur. Bayraklı höyüğünün bütün üst düzeyinin 4. yüzyıl boyunca evlerle kaplı olduğu söylenebilir. Öyle anlaşılıyor ki Anadolu‘daki Pers işgali 4. yüzyılda gücünü yitirmiş ve İyon kentlerinin büyümesine neden olmuştur. Meydana gelen nüfus patlaması ile yüz dönümlük Bayraklı Höyüğü, İzmirlilere küçük gelmeye başladığından, MÖ 300 tarihlerinde Kadifekale (Pagos) eteklerinde yeni İzmir kenti kurulmuştur.

Roma İmparatorluğu Dönemi (MÖ 133-MS 395)

Bergama harabeleri

İzmir Agora’sı

Büyük İskender‘in İssos‘ta (İskenderun) Pers Kralı Darius‘u yenmesinden (MÖ 333) ve arkasından bütün doğuyu ele geçirmesinden sonra Helen dünyası büyük bir refah çağına erişti. Kentler nüfus patlamalarına sahne oldu. Helenistik Dönem‘de İskenderiye, Rodos, Bergama ve Efes kentlerinden her biri 100 binin üstündeki bir nüfusa eriştiler. Küçük bir tepeciğin üzerinde kurulmuş olan eski İzmir kentinin duvarlarının içinde yalnız birkaç bin kişi yaşayabiliyordu. Bu nedenle en geç MÖ 300 sıralarında Kadifekale’nin eteklerinde, yeni ve büyük bir kent kuruldu.

MÖ 323 yılında Büyük İskender’in ölümü üzerine çıkan iç savaşta İzmir (zamanın ismiyle Smyrna), önce Lysimakhos’un, sonra Lysimakhos’u MÖ 281 yılında yapılan Corupedion Savaşı’nda yenen Selevkosların kralı 1. Selevkos’un eline geçti. Selevkos egemenliği MÖ 190 yılında yapılan Magnesia (bugün Manisa) Savaşı’na kadar sürdü. Selevkoslar, Romalılara karşı kaybettiği bu savaştan 2 yıl sonra yapılan Apameia (bugün Dinar) savaşıyla Bergama Krallığı’na verildi. Bergama’nın egemenliği, Kral 3. Attalos’un ölümüne dek sürdü ve bu tarihte Romalıların eline geçti ve Asya Eyaleti’ne bağlandı.

Tarihçi Strabon, Smyrna’nın kendi zamanında yani MÖ 1. yüzyıla geçiş sırasında en güzel İyon kenti olduğunu belirtmektedir. O dönemde kentin küçük bir bölümü Kadifekale‘nin (Pagos) üzerindeydi. Büyük bölüm ise düz arazi üzerinde bulunan liman çevresine toplanmıştı. Ana tanrıçanın tapınağı ile “gymnasion” da bu hat üzerinde yer alıyordu. Caddeler düzdü ve tamamı büyük taşlarla düzgün bir biçimde kaplanmıştı. Aristeides, kentin doğu-batı yönünde uzanan iki ana yolunun (Kutsal yol ve Altın yol) bulunduğunu ve bu yollarla kentin, denizden gelen esinti ile serinlediğini anlatmaktadır.[kaynak belirtilmeli] Strabon İzmir’de Homereion olarak adlandırılan bir stoanın varlığından söz eder (belki de bir perystil ev). Bu evin içinde Homeros‘un bir heykeli bulunuyordu.

Roma Çağı’nda İzmir’de inşa edilen yapılar arasında, Kadifekale‘nin kuzeybatı eteğindeki antik tiyatro ve batıdaki stadyumun her ikisinden de pek az iz kalmıştır. Diğer taraftan Smyrna Agora’sı oldukça iyi korunmuş olup, bugün kısaca Agora olarak bilinmektedir. Agora’nın ölçüsü 120×80 metre uzunluğundadır ve geniş bir avlusu vardı. Doğusunda ve batısında birer stoası vardı. Her iki yapı 1 7,5 m olup ikişer katlıydı. Ayrıca 28 m uzunlukta bir bazilika da mevcuttu. MÖ 2. yüzyılda Romalıların egemenliğine giren İzmir ikinci kez altın dönemini yaşamaya başlar. MÖ 88 yılında Pontus Kralı 6. Mithridates’in eline geçtiyse de 2 yıl sonra Romalılar şehri geri aldı.

İncil‘de sözü edilen “Yedi Kilise”den bir tanesinin bulunduğu Smyrna, Hristiyanlığın gelişmesinde önemli bir rol oynar. İzmir’in ilk başpiskoposu olan Aziz Polikarp havari ve İncil yazarı St. John‘un ilk müritlerinden biridir. Yaklaşık MS 70 yılında Anadolu’da doğmuş, inancından ötürü 23 Şubat 155 tarihinde, İzmir akropolü üzerinde bulunan stadyumda Romalılar tarafından yakılarak ölüme mahkûm edilmiştir. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, İzmir, çağdaş dönemde “Bizans İmparatorluğu” olarak tanınacak Doğu Roma İmparatorluğu‘nun bir parçası olur.

Doğu Roma İmparatorluğu dönemi

Kadifekale girişi (eski ismiyle Pagos)

Doğu Roma İmparatorluğu döneminde Araplar, Selçuklular, Haçlılar ve Cenevizliler kenti ele geçirmek için birbirleriyle savaşırlar. Kenti ilk önce Araplar 672 yılında denizden zapt edip İstanbul‘a yaptıkları akınlarda bir üs olarak kullanırlar. Türkler İzmir’i ilk kez 1081′de Selçuklu akıncılarından ve zamanla ilk Türk denizcisi olan Çaka Bey‘in komutasında ele geçirirler.[3] İzmir’den hareketle Ege Adaları ve Çanakkale Boğazı‘na düzenlediği akınlarla Bizanslılara korku salan Çaka Bey’in ölümünden sonra Bizanslılar kenti 1098′de geri alırlar ve şehrin kıyı tarafı 1204 yılında Rodos Şövalyeleri’nin eline geçer.

1310′da Aydınoğlu Umur Bey tüm şehri ele geçirir. 1344 yılında Cenevizliler kıyıdaki St. Peter kalesini ele geçirirler. Cenevizliler aşağı kenti kontrollerinde tutarken Aydınoğulları Beyliği yukarı kentte (Kadifekale) hâkimiyet kurar. Gavur İzmir deyimi o dönemden kalmadır ve Cenevizlilerin elinde kalan aşağı kenti tanımlamak için kullanılmıştır.[kaynak belirtilmeli] 14. yüzyıl ortalarında St. Peter kalesi ve aşağı kent bu kez Rodos Şövalyeleri tarafından ele geçirilir. Bu arada Osmanlı Devleti 1398′de İzmir üzerinde hâkimiyet kurdu. Ankara Savaşı‘nı kazanarak Osmanlı Devleti’ni mağlup etmiş olan Timur‘un 1403′te bizzat komuta ettiği Moğol ordusu kenti istila edip, St. Peter kalesini yerle bir eder. Bu fetih Timur’un Hıristiyan güçlere karşı yapmış olduğu tek savaş olması nedeniyle ayrıca önemlidir. Osmanlı Devleti’nin toparlanmasından sonra 1422 yılında II. Murad kenti zapt eder ve İzmir bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu‘nun bir parçası olur.

Osmanlı İmparatorluğu Dönemi

1862 yılında İzmir’in görünümü

Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye kitabında İzmir Körfezi

1880’lerde Kadifekale

Osmanlı idaresinin ilk yüzyıllarında ikinci derece bir sancak olan İzmir’in ilk Osmanlı yöneticisi Karasubaşı Hasan Ağa‘dır. İzmir 1605-1606 yıllarında Celali İsyanları kapsamında Arap Sait ve Kalenderoğlu ayaklanmalarına sahne olmuştur. Ancak kent, Osmanlı İmparatorluğunun 1620 yılında yabancılara tanıdığı kapitülasyonlardan sonra giderek İmparatorluğun en önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelir.

1619′da Fransız, 1620′de İngiliz konsoloslukları açılır. Bu arada şehrin nüfus yapısı da değişmeye başlar. 16. yüzyıl kaynakları İzmir’de 19 cami, 18 havra ve sadece 1 Rum Ortodoks kilisesi bulunduğunu, kentin 9 mahallesinden sadece birinde Hristiyanların yaşadığını belirtmektedir. Dolayısıyla, o dönemde şehir merkezinde MüslümanTürkler çoğunlukta, önemli ve köklü bir Musevi cemaati mevcut (Sabetay Sevi 17. yüzyılda İzmir Musevi cemaatinin içinden çıkmıştır) ve Hristiyan Rumlar azınlıkta olmalıdır. Evliya Çelebi de, 1672′de İzmir’i ziyaretinde, nüfus yapısındaki değişimin ilk gözlemlerini kaydeder ve Punta (Alsancak) mahallesinde giderek artan sayıda yerli gayrimüslimlerin, Levantenlerin ve Batılı tüccarların yoğunlaştığını yazar.

İzmir’de 1676′da yaklaşık 30 bin kişinin öldüğü bir veba salgını, 1742′de şehrin yarısının yandığı büyük bir yangın olur. Osmanlılarca İzmir’e paşa düzeyinde yapılan ilk atama, 1707′de yabancı tüccarlarca düzenlenen Buca Ayaklanması’ndan sonra 1716′da tayin edilen Köprülü Abdullah Paşa‘dır. 18. yüzyıl ve 19. yüzyıllarda kent Fransız, İngiliz, Hollandalı ve İtalyan tüccarların gözdesidir. Bu gelişmeye paralel olarak, eyalet merkezi (Aydın Eyaleti) önce 1841′de geçici olarak, sonra da 1850′de temelli İzmir’e aktarılmıştır. Aynı yıl Sultan Abdülmecit, 1863′te de Sultan Abdülaziz İzmir’i ziyarete gelmişler, 1871′de kurulan belediyenin ilk başkanı da Yenişehirlizade Ahmet Efendi olmuştur. Çokuluslu bir ticaret şehri hâline gelen ve servet birikimi yaratarak metropolleşen İzmir civarında aşayişi korumak her zaman zorlu bir uğraş olmuştur. Bu bağlamda, bölgenin ünlü Rum eşkiyalarından Katırcı Yani 1853′te Buca’da yakalanabilmiş, başta Çakırcalı Mehmet Efe olmak üzere, efeler ve eşkiyalar İzmir’e özel ilgi göstermişler, çoğu kez resmî görevlilerden, yerli, levanten ve yabancı tacirlerden ve azınlıklardan oluşan çetrefil bir ilişkiler ağı içinde rol oynamışlardır.

İzmir I. Dünya Savaşı’ndan sonra 15 Mayıs 1919′da Yunan ordusu tarafından işgal edilir. Bu işgal 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in Kurtuluşu ile sona erer. Ancak, İzmir 13 Eylül 1922 sabahı tarihinin belki de en büyük felaketlerinden birini yaşamaktan kurtulamaz. Basmane semtinde başlayan yangın 2.600.000 metrekarelik bir alanda 20.000′den fazla ev ve iş yerini tahrip eder. Bu yangın ne yazık ki kentin geleneksel alanının dörtte üçünü tahrip etmiştir. Fakat yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte İzmir kendi külleri içinden yeniden doğmuştur. Yangın alanında bugün İzmir Enternasyonal Fuarı bulunmaktadır.

İklim

[gizle]Nuvola apps kweather.svg İzmir iklimi Weather-rain-thunderstorm.svg
Aylar Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık Yıl
En yüksek sıcaklık rekoru,  °C 22,4 23,8 30,5 32,2 37,5 41,3 42,6 43,0 40,1 36,0 29,0 25,2 43,0
Ortalama en yüksek sıcaklık, °C 12,6 13,4 16,5 21,0 26,1 31,0 33,3 32,8 29,1 24,0 18,3 13,9 22,6
Ortalama sıcaklık, °C 8,9 9,4 11,8 16,0 20,9 25,7 28,1 27,6 23,6 18,9 13,8 10,3 17,9
Ortalama en düşük sıcaklık, °C 6,0 6,2 8,0 11,6 15,7 20,2 22,8 22,7 18,8 14,8 10,5 7,5 13,7
En düşük sıcaklık rekoru,  °C −11 −11 −7 −1 3 10 11 12 6 −1 −7 −7 −11
Ortalama yağış, mm 114,8 104,7 79,3 46,3 25,7 9,8 6,0 4,0 22,1 52,5 105,8 130,8 701,8
Kaynak: bbc.co.uk[4] Türkiye Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü[5]

Nüfus

1893 yılı Osmanlı nüfus sayımına göre İzmir merkezde yaşayan kişi sayısı 207.548 kişidir. İzmir’de yaşayan Türk sayısı 79.288 kişi olup, nüfusun % 38′ini teşkil etmekteydi. Rumlar %26, Osmanlı tebaasında olmayan yabancılar %25, Yahudiler %7, Ermeniler ise nüfusun %3′ünü teşkil etmekteydi. İzmir’deki nüfusun %55′i Hristiyan, %38′i Müslüman ve %7′si Museviydi.[kaynak belirtilmeli]İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı metropol ilçeler ile İzmir’in nüfusu 2009 TÜİK verilerine göre 2.727.968 kişidir. Buna diğer ilçe merkezleri eklenince İzmir’in nüfusu 3.525.202’e çıkmaktadır. İzmir ilinin toplam nüfusu ise 3.868.308’dir.[1] Kentin nüfusu 1970-1985 arasında çok artmıştır. 1945′e kadar Türkiye‘nin ikinci büyük şehriydi.

Tüik Adnks verilerine göre İzmir aldığı göç en çok 186.000 kişiyle Manisa,130.000 Mardin,126.000 Erzurum,120.000 Konya , 84.000 Aydın , 83.000 Afyonkarahisar ve diğer illerin nüfuslarına kayıtlı önemli bir nüfus vardır. Diğer şehirlerden önemli oranlarda göç almıştır. Kadifekale’den İzmir panoraması

Ulaşım

Kent içi toplu ulaşım İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yetki ve sorumluluğundadır. Toplu ulaşım hizmetlerinin hat ve güzergâhları ile birbirini tamamlaması için otobüs-vapur-metroda ulaşım hizmet bütünlüğü sağlanmıştır. Tüm toplu taşıma araçlarında bilet yerine geçen Kentkart adlı elektronik bir kart İzmir ulaşımının bütünlüğünü sağladığı gibi ulaşımı hızlandırmaktadır.

  • Belediye Otobüsleri
Otobüs hizmetleri Büyükşehir Belediyesi bünyesinde olan Eshot Genel Müdürlüğü ve İzulaş (İzmir Ulaşım) tarafından kent içi ve 12 ilçe arasında yapılmaktadır. Ulaşım hizmetleri 291 den fazla hatta hizmet vermektedir. İlk binişlerde belli bir ücret kesildikten sonra 90 dk. içindeki ikinci ve diğer binişlerde herhangi ücret talep edilmez. Bunların yanında öğrenci kartıyla binilen 525 Bornova Metro – Ege Üniversitesi Kampüs güzergâhlarında çalışan otobüsler vardır.
  • Metro
Metro istasyonları: İzmir metro hattında; Hatay, İzmirspor, Üçyol, Konak, Çankaya, Basmane, Hilal, Halkapınar, Stadyum, Sanayi, Bölge, Bornova, Ege Üniversitesi ve Evka-3 olmak üzere toplam 14 istasyon bulunmaktadır.
Sefer sıklığı: 06-24 saatleri arasında hizmet veren metronun ortalama 7,5 dakika olan sefer aralığı, yoğun saatlerde “4 dakikada bire inmektedir. Metro ile en uzun hat olan Hatay’dan Evka-3’e 25 dakikada ulaşılmaktadır.
Metro aktarma istasyonları: Bornova ve Üçyol aktarma istasyonlarından otobüs, Halkapınar istasyonunda hem otobüs hem de banliyö (İZBAN A.Ş), Konak İstasyonunda ise hem otobüs hem de vapur bağlantısı vardır. Ayrıca 2013 yılının sonuna kadar Hilal İstasyonundan da İZBAN aktarmasına olanak sağlayacak düzenlemenin tamamlanması planlanmaktadır.

Basmane Garı

  • Hafif Metro (Banliyö)
İzmir’de banliyö sistemi İZBAN A.Ş tarafından yürütülmektedir. Banliyö hattı AliağaMenderes arasında kuzey-güney yönünde konuşlanmıştır. Hattın toplam uzunluğu 80km’dir. Banliyö sistemi içerisinde 31 adet modern istasyon ve metro standardında trenlerle taşımacılık yapılmaktadır. Kuzey hattı sırasıyla; Aliağa, Biçerova, Hatundere, Menemen, Egekent-2, Ulukent, Egekent, Ata Sanayi Sitesi, Çiğli, Mavişehir, Şemikler, Demirköprü, Nergis, Karşıyaka, Alaybey, Naldöken, Turan, Bayraklı, Salhane, Halkapınar ve Alsancak istasyonlarından oluşmaktadır. Güney Hattı ise; Alsancak, Halkapınar, Kemer, Şirinyer, Koşu, İnkilap, Semt Garajı, Esbaş, Gaziemir, Sarnıç, Havaalanı ve Cumaovası istasyonlarından oluşur. Hat üzerinde 15 aktarma merkezi bulunmaktadır. Ayrıca Halkapınar istasyonundan İzmir Metrosu’na geçiş yapılabilir.

30 Ağustos’ta Cumaovası-Alsancak-Halkapınar hattı, 5 Aralık’ta Çiğli-Cumaovası ve 30 Ocak’ta Aliağa-Cumaovası arası hizmete açılmıştır.[6]

  • Vapurlar ve İskeleler
Yolcu vapuru seferleri: “Toplu ulaşımda bütünlük” amacıyla körfez vapurlarının sayısı ve sefer sıklığı arttırılmış, ulaşımda kolaylık ve rahatlık sağlanmıştır. Karşıyaka ve Bostanlı ile Konak arasındaki sefer aralığı 20 dakikaya indirilmiş ve iskeleler yeniden düzenlenmiştir. Bostanlı, Karşıyaka, Bayraklı, Alsancak, Pasaport, Konak, Göztepe ve Üçkuyular olmak üzere 8 iskeleden sefer yapılmaktadır.
Araba vapuru seferleri: Üçkuyular ve Bostanlı iskeleleri arasında sürekli sefer yapan araba vapurları ile şehir içi trafiğine girmeden 25 dakikada ulaşım sağlanmaktadır.Bostanlı’dan ilk sefer, hafta içi ve Cumartesi günleri 07:20’de, Pazar günü 10.00’da; son sefer ise her gün 22.40’dadır. Üçkuyular’dan hafta içi ve Cumartesi 7.20’de, Pazar günleri 10:00’da başlayan seferler 23.20’ye kadar sürmektedir. Üçkuyular ve Bostanlı iskelelerindeki aktarma istasyonlarına otobüslerle kolaylıkla ulaşılmaktadır. Ek seferler konularak Buca heykel ile Bornova Ege Üniversitesi arası sabah 07:00 ile 10:00 akşam 17:00 ile 19:00 arasıdır.
  • Gece yarısından sabaha kadar ulaşım hizmeti
24 saat çalışan otobüs hatları koyularak gece yarısından sonra toplu taşım araçları ile ulaşım olanağı sağlanmıştır. Buna göre; Otobüsler Konak’ta Bahri Baba otobüs durağından (Varyant başlangıcı)hareket eder;

63 Konak-Bornova (Konak, Montrö, Alsancak, Zafer Payzın, Manavkuyu)
104 Konak-Buca (Varyant, Eşrefpaşa, Menderes Cad., Heykel, Buca Üçkuyular)
152 Konak-Gaziemir (Üçyol, Karabağlar, Sosyal Konutlar)
180 Konak-Balçova (Varyant, İnönü Cad., F.Altay)
542 Çiğli-Konak (Kahveler Durağı, Anadolu Cad., Girne Bulvarı, Karşıyaka, Altınyol, Talatpaşa, Konak)
Bu otobüsler ilk servislerine Karşıyaka ve Çiğli’den karşılıklı olarak 00:55’te başlarlar ve 1 saat ara ile 05.55’e kadar devam eder.
Vapurlar ise gece son seferlerini, Konak’tan 01.00, Alsancak’tan 01.15, Karşıyaka’dan 00.30’da hareket ederek yapmaktadırlar.

İzmir şehirlerarası otobüs terminali 1996 yılından bu yana Işıkkent’teki yeni yerinde hizmet vermektedir. İzmir’in ilk şehirler arası otobüs garajı bugünkü 9 eylül meydanı yanındaki Dünya Ticaret Merkezi inşaat alanının olduğu yerdir. Zamanla bu otobüs garajı yetersiz kalınca Halkapınar’da Yeni Garaj adı altında otobüs garajı hizmet vermeye başlamıştır. Gelişen İzmir ile paralel Halkapınar’ın şehir içi trafiğinde olması ve artan sefer sayıları göz önüne alınarak Işıkkent’teki yeni yerine geçmiştir. Türkiye’nin dört bir yanından otobüs seferleri vardır. Ayrıca Selçuk’tan,Aydın’dan,Nazilli’den,Ödemiş’ten demiryolu ile ulaşım sağlanabilir.(Bu demiryolları son derece moderndir.)

Bazı Kentlere Olan Mesafeler

  • İzmir-İstanbul > 562 km [7]
  • İzmir-Ankara > 579 km[7]
  • İzmir-Bursa > 322 km[7]
  • İzmir-Antalya > 446 km[7]
  • İzmir-Eskişehir > 412 km[7]
  • İzmir-Afyonkarahisar > 327 km[7]
  • İzmir-Manisa > 36 km[7]
  • İzmir-Aydın > 126 km[7]
  • İzmir-Konya > 550 km[7]
  • İzmir-Hakkari > 1800 km[7]
  • İzmir-Tokat > 1668 km[7]
  • İzmir-Muğla > 225 km[7]
  • İzmir-Balıkesir > 173 km[7]
  • İzmir-Mersin> 970 km[7]

Eğitim

İzmir’deki Üniversiteler

Kültür

Medya

Yerel TV Kanalları

Yerel Radyo Kanalları

Gazeteler

Fuar

Ana madde: İzmir Enternasyonal Fuarı

İzmir Kültürpark 9 Eylül Kapısı

İzmir Enternasyonel Fuarı Lozan Girişi

İzmir Enternasyonal Fuarı İzmir Fuarı veya özellikle İzmir içinde kısaca “Fuar”, her yılın Eylül ayında İzmir’in kurtuluş günü olan 9 Eylül’ü içine alacak 10 günlük bir zaman dilimi içinde düzenlenen Türkiye’nin en köklü, en tanınmış ve en kapsamlı fuarıdır. 2003-2004 yılları arasında İzmir Enternasyonal Fuarı‘nda düzenlenen WWE adlı organizasyonda, Batista Triple H Rey Mysterio Jeff Hardy Matt Hardy ve Undertaker‘a ev sahipliği yapmıştır. 2006 yılında 75. İzmir Enternasyonal Fuarı, 1 Eylül – 10 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. İzmir Kültürpark’ta (bu park alanı da bazen kısaca Fuar olarak adlandırılır) düzenlenir. Ancak İzmir Enternasyonal Fuarı (İEF), esasında, örneğin 2005 yılı için İzmir Kültürpark alanında düzenlenmiş olan ve çoğu zaten uluslararası nitelikli 37 fuardan sadece bir tanesidir

İzmir, dünyanın en büyük organizasyonlarından biri olan EXPO‘yu düzenlemek için başvurmuş ve “Daha iyi bir dünya için yeni yollar ve herkes için sağlık” teması ile Expo 2015 fuarı için resmî adaylardan biri olmuştur. Ancak 31 Mart 2008′de, 151 BIE delegesinin katılımıyla Paris‘te gerçekleştirilen oylama sonucunda, Expo 2015‘in İtalya‘nın Milano kentinde yapılmasına karar verilmiştir.

Mutfak

Türkiye’nin zeytinlerinin yetiştiği Ege Bölgesi, zeytinyağlı yemekleri ve mezeleri ile ünlüdür. Ancak İzmir’in mutfak kültüründen bahsederken rafine bir mutfak kültüründen söz edemeyiz. Çünkü İzmir mutfağında Osmanlı yemek geleneklerinin yanı sıra, Musevi, Ermeni ve Rum lezzetleri de görülür. Öte yandan İzmir mutfağında İtalyan ve Fransız etkileri de hissedilir.

Ege’nin lezzetli balıklarının yanı sıra, İzmir mutfağının en önemli özelliği otlar ve zeytinyağlı yemeklerdir. Deniz börülcesi, ıspanak, cibez otu, arapsaçı, ısırganotu gibi çeşitli otla yapılan salataları meşhurdur. Bunun yanında da İzmir köftesi meşhurdur.

Spor

Bostanlı sahilinin iskele tarafı

Spor Tesisleri

Spor Kulüpleri

Eğlence ve Dinlenme Tesisleri

İnciraltı’ndan görünüm

Konak’ta iskele ile Konak Meydanı arasındaki üst geçit

  • Teleferik Tesisleri :
Balçova Adatepe’de ormanlık alan üzerine kurulu, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Teleferik Tesislerinde kendin pişir kendin ye, çay bahçesi, market, kafe ve bar alanları ile hoşça vakit geçirilecek bir dinlenme alanıdır. Tesisler 3 Kasım 2007 tarihinden beri hizmet vermemektedir.
  • Bostanlı Yasemin Restoran – Kafe :
Yeniden düzenlenerek spor ve aktivite alanı olarak kullanıma sunulan Bostanlı Kıyı alanında yer alan Yasemin/Vitamin Kafe, her türlü organizasyonlar için uygun bir mekan özelliğini taşımakta ayrıca, Pazar günleri 09.30 ile 12.30 saatleri arasında kahvaltı hizmeti verilmektedir.
  • Yassıcaada İşletmesi :
Konak ve Karşıyaka’dan kalkan vapurlarla ulaşılan Yassıcaada’da günübirlik deniz keyfi yaşarken, çeşitli yiyecek ve içecek alternatifleri sunmaktadır.
  • Turizm ve Seyahat :
Özellikle Alsancak ve Çeşme ilçelerinde yoğunlaşan tur operatörleri, oteller ve araç kiralama firmaları bulunmaktadır.
  • Peterson Köşkü Kafeteryası:
Bornova merkez çarşının bulunduğu caddedeki açık alan içinde restore edilen Peterson Köşkü bahçesinde hizmet vermektedir.
  • İtfaiye Restoran – Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi
  • Murat Köşkü: Bornova’nın Erzene muhitindedir. 125 yıllık bina (eski köşk) İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmiştir ve şu an Ege Üniversitesi Gençlik Merkezi olarak hizmet etmektedir.
  • Doğal Yaşam Parkı : Çiğli‘dedir. Başta İzmir halkının takdirini ve beğenisini kazanarak, Türkiye’nin modern yüzünü temsil etmek, dünyanın sayılı doğal yaşam parkları sıralamasında yerimizi üst noktalara taşımak, koruduğu değerler ile insanlara doğa sevgisini üst seviyede sunmak ve nesli tehlike altında olan canlıları korumak.Bunları hepsi Doğal Yaşam Parkı‘ında bulunmakta.Kentsel gelişim süreci içerisinde, toplumun doğaya olan özlemini gidermek, doğal ve korunaklı ortamlar yaratmak, çevre bilincine ve tehlike altında olan ekolojik değerlere vurgu yaparak, İzmir halkının doğa ve hayvan sevgisini arttırmak, yaşanabilir bir kent ortamı yaratılmasına katkıda bulunmaktadır.Doğal Yaşam Parkı 30.11.08′de açılmıştır.İzmir Doğal Yaşam Parkı hafta içi ve hafta sonları 09.00 – 17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir. * İzmir Doğal Yaşam Parkı giriş ücretleri öğrenci (indirimli) 50 Kuruş, tam bilet ise 2.00 TL olarak belirlenmiştir.
  • Konak Gençlik Tiyatrosu : 14 Şubat 2009′da Euterpe Sanat’ın kurucuları Ulaş Tuzak ve Atilla Ertörer tarafından Konak Kent Konseyi Gençlik Meclisi çatısı altında kurulmuş olup etkisini tüm İzmir’de hissettirerek kısa süre içerisinde büyümüş, güçlenmiş ve 27 Mart 2011 itibariyle Konak Kent Tiyatrosu ismiyle Konak Belediye Başkanı Dr. Hakan Tartan’ın destekleriyle şu anki faaliyetlerini sürdürmektedir.

Kardeş kentler

İzmir’in toplam 31 tane kardeş şehri vardır.[8]

tarafından

Ankara

Ankara

Ankara
—  Büyükşehir, Başkent  —
Saat yönünde: Söğütözü; Anıtkabir; Gençlik Park; Kızılay Meydanı; Kocatepe Camii ve Atakule

Saat yönünde: Söğütözü; Anıtkabir; Gençlik Park; Kızılay Meydanı; Kocatepe Camii ve Atakule

Slogan: Türkiye’nin Kalbi[1][2]
Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin sınırları

Ankara Büyükşehir Belediyesi‘nin sınırları

Ankara ilinin Türkiye'deki konumu

Ankara ilinin Türkiye‘deki konumu

Ankara
<div style=”position: absolute; z-index: 2; top: İfade hatası: * için eksik terim%; left: -129.6%; height: 0; width: 0; margin: 0; padding: 0;”>

Ankara

Ankara’nın Türkiye‘deki konumu

Ülke Türkiye Türkiye
Bölge İç Anadolu
Bölüm Yukarı Sakarya
İl Ankara
İdari birimler
Yönetim
 – Belediye Başkanı Melih Gökçek (AK Parti)
 – Vali Alaaddin Yüksel
Yüz ölçümü
 – Toplam 2.516 km2 (971,4 mi2)
Rakım 938 m (3.077 ft)
Nüfus (2012)
 – Toplam 4,965,542 [3]
 – Yoğunluk 155.100/km² (401.707,2/sq mi)
[3][4]
Zaman dilimi DAZD (+2)
 – Yaz (YSU) DAYZD (+3)
Alan kodu 0312
Plaka kodu 06
Web sitesi:Ankara Büyükşehir Belediyesi
T.C. Ankara Valiliği
T.C. Ankara Kalkınma Ajansı

Ankara, Türkiye Cumhuriyeti‘nin başkenti,[5] Ankara ilinin merkezi, Türkiye’nin en kalabalık ikinci ve dünyanın en kalabalık otuz sekizinci kenti. Topraklarının büyük bölümü İç Anadolu Bölgesi‘nin Yukarı Sakarya bölümünde yer alır. Türkiye’nin coğrafi merkezine yakın olduğu için, hem konum hem de işlev itibariyle Türkiye’nin kalbi benzetmesi yapılır.[1][2] Ortalama 938 metre rakıma sahip olan[6] kentin nüfusu, 2012 yılı nüfus sayımına göre 4,965,542′dir.[7][3]

Bilinen tarihi en az 10 bin yıl öncesine, Eski Taş Çağı‘na ulaşan[8] Ankara, Hattileri, Hititleri, Frigleri, Lidyalıları, Ahamenişleri (Persler), Makedonyalıları, Galatları (Keltler), Romalıları, Selçukluları ve Osmanlıları ağırlamış, Batı ve Doğu medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Geçmişte, Galatların bir boyu olan Tektosaglara[9] ve sonrasında Friglere[10] başkentlik yapmış olan kent, 13 Ekim 1923′ten beri Türkiye’ye[5] başkentlik etmektedir.

Ankara; kedisi, keçisi, tiftiği, tavşanı, armudu, balı, çiğdemi ve Kalecik Karası denilen misket üzümü ile ünlüdür.[11]

Konu başlıkları

Etimoloji

Ana madde: Ankara (isim)

Roma İmparatoru Gallienus döneminden bir Ankyra sikkesi, Ankara adının çapadan geldiği efsanesini yansıtıyor[12]

Frigya dili ve Yunancada Ἄγκυρα (telâffuz: Anküra), gemi çapası demektir. Bazı efsanelere göre Ankara, Frig Kralı Midas’ın bir gemi çapası bulduğu yerdir.[13] Büyük İskender‘in Doğu Seferi sırasında Anküra’ya MÖ 333′de geldiği kayıtlara geçmiştir.[13] 2. yüzyıla ait ve Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen bazı paralarda gemi çapası figürü bulunmaktadır.[14]

Frigler, Galatlar ve Romalılar tarafından Ἄγκυρα olarak bilinen şehrin adı, Latin harfleri ile Batılı kaynaklara Ankyra ve Ancyra olarak geçti.[15][16] Kentin adı, Türklerin Anadolu‘ya gelmesinden sonra Ankara, Engürü ve Engüriye olarak değişime uğradı. Batı dillerine de Angora olarak geçti. 16. yüzyıla ait çeşitli resmî Osmanlı evraklarında Ankara (انقره) adı geçmektedir.[17]

Türkiye Cumhuriyeti devleti, 28 Mart 1930′da yabancı ülkelerden Türk şehirleri için Türkçe adların kullanılmasını resmen talep etti.[18] Bu tarihten sonra posta idaresi Angora olarak adreslenmiş mektupları Ankara’ya ulaştırmadı.[19] Böylece zamanla Ankara adı evrenselleşti.

Tarihçe

Ana madde: Ankara tarihi

Ankara, Sakarya Nehri‘ni besleyen Ankara Çayı‘nın geçtiği ovanın doğu kenarında kurulmuştur. Çubuk Ovası, kenti çevreleyen verimli bir tarım alanıdır. Sonradan Ankara Kalesi‘nin kurulduğu tepenin ve eteklerinin sarp yamaçlı olması, tarihte bölgeyi düşman saldırılarına karşı korunaklı kılmaktaydı. Bentderesi’nin dar vadisi, Ankara Kalesi’nin bulunduğu volkanik tepeyi, yaylanın ovaya hakim dik kenarından ayırdığından, askeri öneme haizdi.[20] Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber,[9] kentin bilinen tarihi Eski Taş Çağına (yak. MÖ 2 milyon – MÖ 10 bin)[21] kadar uzanmaktadır. Bu döneme ait çeşitli eserlere Gâvurkale, Ergazi, Lodumlu ve Maltepe’de rastlanmıştır.

Hattiler ve Hititler

Hitit Uygarlığı‘nın simgesi sayılan ve Ankara’nın da amblemi olan Hitit Güneş Kursu.

Ankara’nın bilinen ilk sakinleri, MÖ 2500-1700 yılları arasında tüm Anadolu yarımadasında bir medeniyet kurmuş olan Hattilerdir. Şehir devletlerinden oluşan ve haklarında fazla bir bilgiye sahip olunmayan Hattiler zamanla Hititlerin hakimiyetine girmiş ve Hitit bünyesinde erimişlerdir.[22] Ancak Hatti dili, dini ve sanatı Hitit medeniyetini büyük oranda etkilemiş, Anadolu’nun adı da yaklaşık 17 asır boyunca Hatti ülkesi olarak kalmıştır.[22]

Hint-Avrupalı bir kavim olan Hititler (MÖ 1660-1190), Anadolu’ya boğazlar yoluyla gelmişlerdir. Hititlerin Anadolu’ya göç tarihleri, kesin olarak bilinmemektedir.[23] Ankara ve çevresinde Hitit dönemine ait yerleşkelerin kalıntıları, Balıkhisar, Ballıkuyumcu, Bitik, Karaoğlan, Gâvurkale ve Kültepe höyükleridir.[24] MÖ 2. bin yılın sonlarına doğru Hititlerin siyasal olarak çöktüğü ve yerini Friglere bıraktığı görülmektedir.[25]

Frigler ve Lidyalılar

MÖ 2. bin yılın sonlarında bölgede, hızla büyüyen bir Frigya kasabası vardı.[9] Frig Krallığı’nın başkenti olan Gordion kentinin kalıntıları Polatlı‘nın 29 km kuzeybatısında bulunmaktadır. Bugün Yassıhöyük denen bölgede bulunan Gordion, en parlak dönemini Frigya Kralı Midas zamanında (MÖ 725-675) yaşamıştır.[26] Ankara’da, Frigler dönemine ait kalıntılar arasında bulunan Yumurtatepe Tümülüsü‘nün bulunduğu yerin, kurulduğu dönemlerde çok önemli bir yerleşim olmasa da stratejik bir noktada olduğu düşünülmektedir.[15] Frigler, MÖ 700′lü yıllarda Kafkaslardan gelen Kimmerler tarafından ortadan kaldırıldı.[27]

Tunç Çağının sonlarında Frigler ile birlikte Anadolu’ya gelen ve Batı Anadolu’da varlıklarını sürdüren Lidyalılar, Friglerin ortadan kalkmasını fırsat bilerek Ankara’yı da kapsayan Kızılırmak yöresini ele geçirdiler. MÖ 7. yüzyılda Anadolu’ya hakim oldular ve 140 yıl hüküm sürdüler.[28] Lidyalıların madeni parayı icat ettikleri kabul edilir.[29] Lidyalılar döneminde Anadolu’da pazar ekonomisi gelişmiş, tahıl üretimi, hayvancılık, zeytinyağı ve şarap üretimi ilerlemiştir. Orta Anadolu’nun ana ulaşım yolu üzerinde bulunan Ankara kenti de bu gelişmelerden istifade etmiştir.[28] Medlerle ve Perslerle savaşan Lidyalılar, komşuları Ahameniş Pers Hükümdarı Kiros ile MÖ 547′de Kızılırmak kavisi içinde yaptıkları savaşı kaybederek tarih sahnesinden silinmişlerdir.[28]

Ahameniş Persler ve Büyük İskender

Ahameniş İmparatorluğu ve Kral Yolu (kahverengi hat)

Persler, MÖ 545′ten itibaren Anadolu’ya egemen olarak, Anadolu’daki Helen kültürüne son verdiler.[30] MÖ 5. yüzyılda Herodot, Pers İmparatorluğu‘nun ordu, ticaret ve posta hattı olarak kullanılan Kral Yolu‘nun Ankara’dan geçtiğini yazar. Kral Yolu Efes‘te başlıyor, Sardes şehrinden Lidya’yı, sonra Gordion, Ankyra ve Kızılırmak’tan geçerek, Kapadokya üzerinden Kilikya‘ya, oradan Fırat ve Dicle nehirlerini geçip Asur‘dan Susa kentine ulaşıyordu.[31] Kent, bu dönemde önemli bir ticaret ve konaklama merkeziydi.[32]

Ankara, MÖ 334′te[9] Makedonya Kralı Büyük İskender tarafından Ahameniş Pers İmparatorluğu‘ndan alındı. Büyük İskender, MÖ 334-333 kışını, ünlü Gordion Düğümü‘nü kestiği Gordion’da, ilkbaharı da Ankara’da Persleri bekleyerek geçirdi. Ankara Anadolu’daki kavşak noktalarından biri olduğu için, buraya yürüyen Makedon birlikleri civardaki birçok kenti de ele geçirdiler.[33] İskender’in MÖ 323′te ölmesi üzerine kent, önce Antigonos‘un eline, Antigonos’un ölümünden sonra da Lysimakhos’un eline geçti. Lysimakhos’un Lidya’da Kurupedion Savaşı’nda yenilmesinden sonra ise Selevkosların eline geçti. Bu dönemde Helen Uygarlığı yeniden Anadolu’da yayıldı.[34]

Galatlar

Hint-Avrupalı bir Kelt kavmi olan savaşçı Galatlar, Orta ve Batı Avrupa‘nın RenTuna havzasındaki yurtlarını terkederek MÖ 278-189 yılları arasında üç kabile olarak Anadolu’ya göçtüler. Yerleştikleri Frigya ve Kapadokya topraklarına Galatya dendi. Galatya günümüzdeki Ankara ve Kırıkkale illerinin tamamını kapsıyordu.[35] Ankara, Galatların Tektosaglar boyuna MÖ 3. yüzyılda başkentlik etmiştir.[9] Strabon, ünlü eseri Geographika‘da, Ankara Kalesi‘nin Tektosaglar tarafından inşa edildiğini söyler.[36] Daha sonra bölgede siyasal birliği kuran[37] Roma İmparatoru Caesar Divi Filius Augustus, MÖ 25 yılında Ankara’yı ele geçirmiştir.[9]

Roma İmparatorluğu

Ankara, Roma İmparatorluğu’nun Galatia Prima eyaletinin başkentiydi.[38] 2. yüzyılda, İmparator Hadrianus döneminde kent metropol oldu.[39]

3. yüzyıl ortalarında Roma İmparatorluğu‘nda ortaya çıkan sosyal ve ekonomik çöküntüye paralel olarak kent, o günlere kadar koruduğu açık kent niteliğini yitirdi, İmparator Caracalla döneminde çevresi surlarla çevrildi. Roma İmparatorluğu‘nun başkenti Bizantion‘a (İstanbul) taşınınca, Ankara’dan geçen ve başkenti doğuya bağlayan yolların önemi daha da arttı.[15]

4. yüzyılda Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte Ankara önemli bir dinî merkez oldu.[40] M.S. 395 yılında yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Ankara Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kaldı. 10. yüzyıla kadar Ankara diğer Doğu Roma kentleri gibi para ekonomisinin geliştiği, örgütlü bir ekonomik yapısı olan önemli bir merkez özelliği kazandı. Bu dönemde kent planının temel öğeleri, kenti düşman saldırılarına karşı koruyan kalın surlar, pazar yeri işlevini gören agora ve kilisedir.[15]

Ankara’da Doğu Roma hakimiyeti zaman zaman kesintilere uğradı. M.S. 654 yılında Müslüman Araplar kısa süreliğine kentin kontrolünü ele geçirdiler. 833 ve 842 yıllarında Abbasi Halifesi Mutasım ve Türk komutanı Afşin Ankara’yı kısa süreliğine ele geçirdi. 871 yılında Pavlikian mezhebinden Hristiyanlar şehrin kontrolünü yaklaşık bir yıllığına ele geçirdiler. Bu kesintilerden sonra her seferinde Bizanslılar şehri geri alarak otoriteyi temin ettiler.[41]

Osmanlı İmparatorluğu

Ankara’nın 18. yüzyıldan kalma bir resmi. Bu anonim eser Hollanda‘daki Rijksmuseum’dadır.

Ankara’nın Büyük Selçuklu İmparatorluğu‘nun eline geçmesi, Malazgirt Savaşı‘ndan sonra 1073 yılına rastlar.[42] 12. ve 13. yüzyıllarda Selçuklu Sultanlarının da çabasıyla transit ticarette gelişme gösteren Ankara, önce Ahiler‘e, ardından 1304′te göreli özerklik verilerek Osmanlı İmparatorluğu‘na bağlandı. I. Murat zamanında kesin olarak Osmanlı topraklarına bağlanan kentte, 1402 yılında Büyük Timur İmparatorluğu Hükümdarı Timur ile Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid arasında Ankara Savaşı yapıldı.[42][43][44] Yıldırım Bayezid’in savaşı kaybetmesi ve Timur’a esir düşmesi sonucu Osmanlı Devleti, Fetret Devri denen bunalım ve iktidar boşluğu dönemine girdi. Ankara Savaşı’nda kent ve çevresi büyük ölçüde harap olmuş, Anadolu birliğini yeniden kuran II. Murat zamanında kent, yeniden onarılmıştır.[15] 1841 yılında Anadolu Eyaleti kaldırılıp yerine vilayetler kurulunca kent bir vilayet oldu.[45] Ankara, Çorum, Yozgat, Kayseri ve Kırşehir sancakları bu vilayete bağlandı. Ankara Vilayeti, varlığını 1922 yılında kadar sürdürdü.[45]

Osmanlı hakimiyetinin sonlarına doğru Ankara 1917′de 3 gün süren büyük bir yangın geçirmiş[46] ve yangın 1900 kadar hanenin yanması ile sonuçlanmıştır.[47]

Kurtuluş Savaşı ve başkent oluşu

1924′te hazırlanan imar planı

1932′de hazırlanan, Jansen Planı olarak da bilinen imar planı

Mustafa Kemal, Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandıktan sonra, Padişah VI. Mehmet tarafından 30 Nisan 1919′da 9. Ordu Müfettişliğine atandı.[48] 19 Mayıs 1919′da Refet Bey (Bele), Kâzım Bey (Dirik), ‘Ayıcı’ Mehmet Arif Bey ve Hüsrev Bey (Gerede) ile birlikte Samsun‘a çıktı.[48] Anadolu’da Havza ve Amasya Genelgesi‘ni yayınlayan ve Sivas ile Erzurum Kongresi‘ni düzenleyen Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti ile Amasya Protokolü‘nü imzaladı. Bu protokol üzerine Meclis-i Mebusan açılmıştır.

Mustafa Kemal, meclis çalışmalarını daha yakından izleyebilmek için 27 Aralık 1919′da Ankara’ya geldi.[49][42] Ankara’ya gelmesinin nedenleri arasında buranın demiryolu ağına sahip olması, İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmemiş olması, merkezi bir konumda bulunması ve Batı Cephesi‘ne yakınlık gibi nedenler de etkili olmuştur. Meclis, 28 Ocak 1920′de oybirliği ile Misak-ı millî‘yi kabul etti. Bunun üzerine İstanbul işgal edildi ve meclis kapatıldı. Mustafa Kemal, 19 Mart 1920′de illere ve kolordu komutanlıklarına bir genelge gönderdi ve Ankara’da olağanüstü bir meclisin açılacağını duyurdu.

Seçimlerin ardından 23 Nisan 1920′de Ankara’da TBMM açıldı ve hükümet kuruldu. Kurtuluş Savaşı bu meclisten yönetilmiş, savaşın kazanılmasının ardından Lozan Antlaşması imzalanmış ve I. TBMM seçim kararı almış ve yerini II. TBMM‘ye bırakmıştır. İnkılap Meclisi olarak da anılan bu meclis 13 Ekim 1923′te Ankara’yı başkent ilan etti.[50][51][52]

Coğrafya

Expedition 19 uzay ekibi tarafından çekilmiş Ankara’nın uydu görüntüsü (11 Nisan 2009)

Ana madde: Ankara coğrafyası

Ankara, doğuda Kırıkkale ili‘ne bağlı Bahşılı ve Yahşihan, kuzeydoğuda Ankara ili‘ne bağlı Kalecik, kuzeyde Çankırı ili‘ne bağlı Şabanözü, ve Ankara ili‘ne bağlı Kızılcahamam, kuzeybatı ve batıda Ankara ili‘ne bağlı Güdül ve Beypazarı, güneyde Ankara ili‘ne bağlı Polatlı ve Haymana, güneydoğuda ise Ankara ili‘ne bağlı Bala ile komşudur.[53]

Sakarya Nehri‘nin kollarından Ankara Çayı, kentin merkezinden geçmektedir.[54] Bu çayın üzerinde, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad zamanında yaptırılan Akköprü bulunmaktadır.[55][56]

İklim

Genel olarak Karasal İklimin hüküm sürdüğü Ankara’da, kışlar soğuk ve kar yağışlı, yazlar ise sıcak ve kuraktır. Yağışlar en çok ilkbahar mevsimindedir. Karın yerde kalma süresi ortalama 62 gündür. Gece ile gündüz, yaz ile kış mevsimi arasında önemli sıcaklık farkları bulunur. En sıcak aylar Temmuz (ortalama 23,4 °C) ve Ağustos (ortalama 23,9 °C), en soğuk aylar ise Ocak (ortalama 0,6 °C) ve Şubat (ortalama 1 °C) olarak belirlenmiştir.[57]

[gizle]Nuvola apps kweather.svg Ankara iklimi Weather-rain-thunderstorm.svg
Aylar Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık Yıl
En yüksek sıcaklık rekoru,  °C 16 19 25 30 33 37 41 42 35 32 24 17 42
Ortalama en yüksek sıcaklık, °C 1 4 10 15 20 24 27 28 24 18 10 4 15
Ortalama sıcaklık, °C 0,4 1,9 6,0 11,2 15,9 19,9 23,4 22,9 18,5 12,9 6,6 2,3 10
Ortalama en düşük sıcaklık, °C −6 −5 −1 3 6 9 12 12 8 3 −1 −3 3
En düşük sıcaklık rekoru,  °C −31 −31 −27 −11 −6 2 3 3 −2 −8 −18 −25 −31
Ortalama yağış, mm 40 31 36 51 52 39 17 15 18 32 36 48 415
Kaynak: Worldweather.org[58] Weatherbase.com,[59] Türkiye Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü[60]

Yönetim

Belediye başkanları

Sıra Belediye Başkanı Tarih
1 Kütükçü Ali Bey
2 Vehbi Demirel
3 Mehmet Ali Bey
4 Ali Haydar Yuluğ 1921-1926
5 Asaf Bey 1926-1928
6 Nevzat Tandoğan 1929-1946
7 Osman Sabri Adal 1946
8 İzzettin Çağpar 1946-1948
9 Ragıp Tüzün 1948-1950
10 Fuat Börekçi 1950-1951
11 Atıf Benderlioğlu 1951-1954
12 Kemal Aygün 1954-1955
13 Orhan Eren 1955-1958
14 Dilaver Argün 1958-1960
15 İrfan Baştuğ 1960
16 İhsan Olgun 1960-1961
17 Nuri Teoman 1961-1962
18 Enver Kuray 1962-1963
19 Halil Sezai Erkut 1963-1968
20 Ekrem C. Barlas 1968-1973
21 Vedat Dalokay 1973-1977
22 Ali Dinçer 1977-1980
23 Süleyman Önder 1980-1984
24 Mehmet Altınsoy 1984-1989
25 Murat Karayalçın 1989-1993
26 Vedat Aydın 1993-1994
27 Melih Gökçek[61] 1994-

Nüfus

Ankara Şehir Merkezi Nüfusu
2012 4.630.735
2011 4.550.662
2010 4.431.719
2009 4.306.105
2008 4.194.939
2007 3.763.591
2000 3.203.362
1997 2.917.602
1990 2.559.511
1985 2.228.398
1980 1.800.587
1975 1.606.040
1970 1.236.152
1965 905.660
1960 650.067
1955 451.241
1950 288.536
1945 226.712
1940 157.242
1935 122.720
1927 74.553
Y & G

Ankara’daki yaklaşık 21 bin Ermeni tehcir esnasında 17 Eylül 1915′e kadar Halep ve Deyr-i Zor Vilayetlerine gönderildi. Bu tarihten sonra Ankara merkezde sadece 733 Ermeni kaldı.[62][63]

Ankara, başkent olmadan önce otuz bin kişilik bir nüfusa sahipti; ancak başkent olduktan sonra önce İstanbul ve İzmir‘den sonra en kalabalık üçüncü kent oldu, ardından İzmir’i geçerek İstanbul’dan sonra Türkiye’nin en kalabalık kenti oldu. Ankara bugün dünyanın en kalabalık 38. kentidir. Kent nüfusu bugün beş milyon civarında olmakla birlikte her geçen gün büyümektedir. Kent, ülkenin en çok göç alan kentlerindendir. İl nüfusu 4.965.542,[64] merkez nüfusu 4.630.735 kişidir.[7] 1990 yılında 2.583.963 olan nüfus 2000 yılında %21.48 artarak bu orana ulaşmıştır.[3] Bu oran %15.78 olan İç Anadolu Bölgesi ve %18.28 olan Türkiye ortalamasından yüksektir. Kent nüfusunun %97′si kentlerde, geriye kalan %3′ü köylerde yaşar.[3] Ayrıca 11.608.868 kişilik İç. Anadolu nüfusunun yaklaşık üçte biri Ankara’da yaşar. İl nüfusunun %93′i merkezde yaşar.[3]

Ankara’da 2011 yılında altı yaşın üstündeki 120.076 kişi okuma yazma bilmemektedir. Bunun 16.629′ü erkek, 103.447′sı kadındır. 146.854 kişinin okuma yazma bilip bilmediğine dair bilgi olmamakla birlikte 4.178.387 kişi okuma yazma bilmektedir.[65]

(2011)[66]
0 - 4 331.158
Erkek Kadın
5 - 9 345.329
10-14 357.559
15-19 354.576
20-24 419.914
25-29 431.961
30-34 398.132
35-39 373.252
40-44 342.467
45-49 310.850
50-54 257.265
55-59 195.040
60-64 140.901
65-69 104.618
70-74 74.064
75-79 62.950
80+ 48.894

Ankara’da yaşayan nüfusun 1.576.158′si nüfusa Ankara adına kayıtlı iken geri kalan nüfus diğerillerden göçenler ve yabancılardan oluşmaktadır. Diğer illerden gelen nüfus içinde en büyük oran 368.594 kişiyle Çorum‘a aittir. Çorum‘u 323.611 kişiyle Yozgat, 236.288 kişiyle Çankırı, 192.559 kişiyle Kırşehir, 180.595 kişiyle Kırıkkale 149.766 kişiyle Sivas izler. İç Anadolu Bölgesi‘nden olmayanlar içinde en yoğun nüfus ise 100.884 kişiyle Erzurum‘a aittir. Bu ili 81.889 kişiyle Bolu, 81.830 kişiyle Kars izler. Ankara’da en az nüfusa sahip iller ise, 4.303 kişiyle Kırklareli, 2.418 kişiyle Hakkâri, 1.300 kişiyle Yalova‘dır.[67]

Şive

Ankara merkez ilçelerinde kullanılan şive; Prof. Dr. Leyla Karahan‘ın Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması[68] adlı çalışmasına göre “Batı Anadolu ağızları” içinde ve “Ankara, Haymana, Bala, Şereflikoçhisar, Çubuk, Kırıkkale, Keskin, Kalecik, Kızılırmak, Çorum, Yozgat, Çankırı, Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Kayseri, Şarkışla, Gemerek” grubundadır.

Ekonomi

Atatürk Bulvarı, Ankara.

Ankara Türkiye‘nin İstanbul‘dan sonra ekonomisi en gelişmiş ikinci ilidir. Nüfusunun dörtte üçü hizmet sektöründe çalışmaktadır ve bu sektör ilin gayrisafi milli hasılasında en büyük paya sahiptir. Bu sektörün bu kadar gelişmesinin nedeni, göçle gelen nüfusa isthidam sağlayacak kadar büyük sanayinin bulunmamasıdır. Ankara il genelinde toprakların %60′ı tarım alanı olarak kullanılmaktadır ve bu oran Türkiye ortalamasının oldukça üzerindedir.[69]

Kent, Türkiye gayrisafi millî hasıla‘sının %9′una sahiptir. Ülkenin toplam vergi gelirlerinin %12′si, bütçe gelirlerinin %12,3′ü kentten toplanır; buna karşılık ilin ülke bütçesinden aldığı pay %6,4′tür. 2006 yılında Ankara’nın bütçe gelirlerine 16,5 milyar TL, bütçe gelirlerine katkısı 21,1 milyar TL olup, bütçeden aldığı pay 11,3 milyar TL‘dir.[69] 2006 yılında toplam 1.355.000 kişinin istihdam edildiği Ankara’daki işsiz sayısı, 185 bin kişidir ki bu oran olarak %12,1′e denk gelmektedir.[69]

Pricewaterhouse Coopers’ın “Dünyada En Büyük Şehir Ekonomileri Hangileri ve Bu 2020 Yılında Nasıl Değişecek” raporuna göre dünyanın en büyük 100 kenti arasında 2005 yılında 94. olan kent, 2008′de 80. sıraya yerleşmiştir. İlin 2020 yılında dünya kentleri sıralamasında 115 milyar $ gelirle 74. sıraya yerleşmesi planlanmaktadır.[70][71]

Kent, 2008 yılı Türkiye ihracatında 4.617.354 $‘lık dışsatımla, İstanbul, Bursa, Kocaeli ve İzmir‘den sonra beşinci, 19.062.872 $‘lık dışalımla İstanbul ve İzmir’den sonra üçüncü olmuştur.[69]

Turizm

Atakule, Ankara.

Hamamönü rekreasyon alanı

Ankara’ya 2001 yılında 208.101 yabancı giriş yapmıştır. Aylara dağıtıldığında en çok turist 40.403 kişiyle temmuz ayında, en az turist 9.099 kişiyle kasım ayında gelmiştir.[72]

Turist sayısını artırmak için kongre ve eğlence turizmi odaklı bir politika izlenmektedir. Bunun için Yenimahalle‘de bir kongre sarayı[73] ve Aşağı Yurtçu-Ballıkuyumcu’da bir Disneyland kurulması planlanmıştır. Disneyland‘ın yapımı 3 milyon alana yapılacak olup yaklaşık 1 milyar $‘a malolması beklenmektedir. Yapımı en az birkaç yıl sürecek olan Disneyland Türkiye‘de alışılageldik Disney karakterlerinin yanı sıra Türk dünyasından motiflere ve kahramanlara da yer verilmesi düşünülmektedir. Hedef kitle olarak Orta Doğu ve Batı Avrupa halkları belirlenmiştir.[74]

Altyapı

Ulaşım

Kent içi ulaşımda son zamanlarda en yoğun taşımacılık metro ile yapılmaktadır. EGO Genel Müdürlüğü tarafından işletilen Ankara metrosu günde yaklaşık 150.000 yolcu taşımaktadır.[75] 2006 yılında tamamen yenilenip kapasitesi ve işlevi çağdaşlaştırılmıştır. Havalimanını kentmerkezine bağlayan yol da tamamen yenilenmiş ve yeni geçitler devreye sokulmuştur. Havayolu ile kente ulaşmanın bir başka yolu da ordunun hizmetindeki Etimesgut Askeri Havalimanıdır. Bu havalimanı sivil uçuşlar için kullanılmasa da gerektiğinde alternatif olarak kullanılabilmektedir.Kaynak hatası: <ref> etiketi için </ref> kapanışı eksik (Bkz: Kaynak gösterme)

Sağlık

Ana madde: Ankara hastaneler listesi

Ankara’da 2009 itibarıyla 33 tane Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı‘na bağlı olan, 8 üniversitelere bağlı, 2 askeri, 3 resmi, 20 özel, 1 belediye hastanesi olmak üzere toplam 67 hastane ve 1 ağız ve diş sağlığı merkezi bulunmaktadır.Kaynak hatası: <ref> etiketi için </ref> kapanışı eksik (Bkz: Kaynak gösterme)

Kentte kişi başına düşen yeşil alan miktarı 2009 yılında 14.91 , Türkiye Büyük Millet Meclisi, Atatürk Orman Çiftliği, Cumhurbaşkanlığı tesisleri ve Askeri tesisler dahil edilince 72 ‘dir. Toplam yeşil alan miktarı 230.920.125 olup, bu alanın büyütülmesine uğraşılmaktadır. 1994-2007 yılları arası, yaklaşık 4.6 milyon adet boylu ağaç, fidan, çalı ve çiçek dikilen kentte, yılda ortalama 1.3 milyon adet çiçek, 30 bin adet fidan üretimi yapılmaktaktadır. 2009 yılında 1.113.300 adet fidan ve çalı dikimi ile 4967 adet ağaç dikimi gerçekleştirilmiştir. Kentte ağaç, fidan, çiçek dikimi ve bakımı ile uğraşan 412 kişi istihdam edilmektedir.[76]

Atatürk Orman Çiftliği

Ana madde: Atatürk Orman Çiftliği

Atatürk Orman Çiftliği; Hayvanat Bahçesi, Atatürk evi, piknik alanı ve doğal parktan oluşmaktadır.Kaynak hatası: <ref> etiketi için </ref> kapanışı eksik (Bkz: Kaynak gösterme) Bunların en önemlileri şunlardır:

  • Anadolu Medeniyetleri Müzesi: Atpazarı semtinde, Ankara Kalesi’nin dış duvarının güneydoğusundaki iki Osmanlı yapısında yer alır. Bu yapılardan biri Mahmut Paşa Bedesteni, diğeri Kurşunlu Han’dır.[77] Anadolu‘nun arkeolojik eserlerini sergileyen ve dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan bir müzedir.[15][78][79]
  • Etnografya Müzesi: Önceleri Arkeoloji müzesi yapılması düşünülen yapıya sonraları Resim ve Heykel Müzesi kurulması kararlaştırılmış, Mustafa Kemal Atatürk’ün mezarı Anıtkabir yapılana kadar burada saklanmıştır.[79][80]

Eski Ankara semtleri

  • Kurtuluş Savaşı Müzesi: I. TBMM binasında hizmet veren bir müzedir. 23 Nisan 1961′de “Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi” adıyla halkın ziyaretine açılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100. yılını kutlama programı çerçevesinde, 1981 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon ve teşhir-tanzim çalışmaları sonucu 23 Nisan 1981 tarihinde “Kurtuluş Savaşı Müzesi” adıyla yeniden ziyarete açılmıştır.[79][82]
  • Cumhuriyet Müzesi: II. TBMM binasında hizmet veren müzedir. Müzede ilk üç Cumhurbaşkanı dönemini yansıtan olaylar, onların kendi sözleri, fotoğrafları, bazı özel eşyaları ile o dönemde mecliste alınan kararlar ve kanunlar sergilenmektedir.[79][83]

Anıtlar ve heykeller

Ana madde: Ankara’daki anıtlar ve heykeller

Ankara’da birçok anıt ve heykel bulunmaktadır. Bunların en önemlilerinden Ulus semtindeki Atlı Atatürk ve Mareşal Atatürk Anıtları, Pietro Canonica tarafından 1927 yılında yapılmıştır.[15][85]

Ulus‘taki bir başka heykel olan Zafer Anıtı, Heinrich Krippel 1927 yılında tarafından yapılmıştır.[15]

Önemli anıtlardan Güvenpark Anıtı, Anton Hanak ve Joseph Thorak tarafından yapılmış ve Kızılay Meydanına yerleştirilmiştir. Heykelin Açılışı 1935 yılında yapılmıştır. Bu anıta Güvenlik ya da Emniyet Anıtı da denir.[85]

Çağdaş anıtlardan Hitit Güneş Kursu Anıtı, Nusret Suman tarafından yapılmış ve Sıhhiye Meydanına yerleştirilmiştir. Açılışı 1978 yılında yapılmıştır. Taşankara ise Jørgen Haugen Sørensen tarafından yapılmış ve Sakarya Caddesine yerleştirilmiştir. Açılışı 1992 yılında yapılmıştır.[15]

Arkeolojik alanlar

Augustus Tapınağı‘nın bir minyatürü.

Ankara’da birçok arkeolojik alan vardır. Bunların en önemlilerinden Roma Hamamı, Ulus Meydanı‘ndan Yıldırım Beyazit Meydanına uzanan Çankırı Caddesi üzerinde yer alır, 3. yüzyılda Septimius Severus‘un oğlu Roma İmparatoru Caracalla tarafından Sağlık Tanrısı Asklepios adına yapılmıştır.[79][86][87][88] Diğer bir önemli yapı olan Augustus Tapınağı, Ulus‘ta Hacı Bayram Camisi bitişiğindedir. Aslen MÖ 2. yüzyılda Frigya tanrısı Men adına yapılmış olan tapınak zamanla yıkılmıştır. Bugün kalıntıları bulunan tapınak ise son Galatya hükümdarı Amintos’un oğlu kral Pilamenes tarafından Roma İmparatoru Caesar Divi Filius Augustus adına bir bağlılık nişanesi olmak üzere yaptırılmıştır.[15][79][89] Augustus’un ölümünden önce Vesta rahibelerine verdiği dört adet belge Monumentum Ancyranum (Ankara Anıtı) ve Resgestae (Yazıt) olarak bilinirdi. Tapınaktaki bu taş yazıt, dünyadaki en uzun ve sağlam Latince kitabedir.[90]

Romalılar‘a ait Jülian Sütunu, Ulus’ta bulunur. Sütün 362 yılında Roma İmparatorluğu İmparatoru Julian‘ın Ankara ziyareti onuruna dikilmiştir.[15][79] Julian Sütunu, Belkıs Minaresi olarak da adlandırılır.[91]

Kentteki en önemli Selçuklu yapısı olan Akköprü, Yenimahalle ilçesinin Varlık Mahallesi’nde bulunur. Köprü Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad zamanında yaptırılmıştır.[55][56]

Çağdaş yapılar

Ankara’da çağdaş yapılar içinde en önemlileri Atakule, Kocatepe Camisi ve Armada‘dır.

Atakule, Çankaya‘nın Cinnah Caddesi ile Çankaya Caddesi’nin kesiştiği, Zübeyde Hanım Meydanı’nda bulunur. Cumhurbaşkanlık ve Başbakanlık konutlarının yakınındadır.[92] Bu iş merkezi, Ankara’nın başkent oluşunun 66. yıldönümü nedeniyle 13 Ekim 1989′da açılmıştır. Ankara’nın açılan ilk, Türkiye‘nin ikinci alışveriş merkezi olan Atakule, 125 m yüksekliğe ve kulenin tepesinde döner restorana sahiptir.[93][94][95]

Çankaya‘nın Kocatepe semtindeki Kocatepe Camisi‘nin yapımına 1967′de başlanmış ve 1987′de bitirilmiştir. 88 m uzunluğunda dört minaresi vardır.[96] Ana mekânı 4 fil ayağı üzerine oturan bir merkezi kubbe ile dört yarım kubbeden oluşur.[97]

Cumhuriyet döneminde yapılan diğer bir önemli cami olan Maltepe Camisi, Çankaya‘da bulunur. Mimari açından Osmanlı mimarisi‘ne benzeyen cami, yeşil bir kubbeye sahiptir. Eni 20 m, boyu 20 m yüksekliği 30 m olan Maltepe Camisi, beyaz taş ve tuğladan inşa edilmiştir. Caminin birer şerefeli 50 m yüksekliğinde iki minaresi vardır. Minarelerde 142 merdiven ile şerefeye çıkılır.[98]

Armada, 133 m yüksekliğinde, 33 katlı bir iş merkezidir. 28 Eylül 2002′de açılan yapının 4. katında, alışveriş merkezi olan yapının diğer katlarında stüdyo daire şeklinde, evler bulunmaktadır. Anteni ile birlikte yüksekliği toplam 140 m‘dir.[99]

Şenlikler

Kentte geleneksel hale getirilen birçok şenlik vardır. Ankara’daki sinema alanındaki önemli organizasyonlardan biri Ankara Uluslararası Film Festivali‘dir.[100] 1998 yılından beri düzenlenen festival, belgesel, uzun film ve kısa film yarışmaları barındırır. Yaklaşık 17 dalda ödül dağıtılır.

Tiyatro alanındaki önemli bir şenlik, Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf tarafından 1996 yılından beri gerçekleştirilen Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali‘dir.[101] Bunların dışında Ankara’da 1983′ten beri Ankara Uluslararası Müzik Festivali[102] ve 1996′dan beri de Ankara Caz Festivali gerçekleştirilir.[103]

Eğitim

Eğitim ve öğretim açısından Türkiye’nin önemli merkezlerinden biri olan Ankara’da 150′den fazla ilk ve orta dereceli okul ile halk eğitim merkezi vardır.[104] Ayrıca 18 üniversite, bir harp okulu ve bir polis akademisi hizmet vermektedir. Bu üniversiteler il genelinden öğrencilere eğitim verdiği gibi, il dışından ve öğrenci değişim programları ile yurtdışından gelen öğrencilere de eğitim vermektedir.[105][106][107]

Üniversiteler

Ana madde: Ankara’daki üniversiteler

Ankara’da bulunan üniversitelerin bir bölümü Türkiye’nin[108], bir bölümü, Avrupa‘nın ve dünyanın en önemli üniversiteleri arasında gösterilir.[109] Ayrıca Ankara’nın altı yaş ve üzeri nüfusunun 442.315′i en az bir üniversiteden mezun, 44.598′i yüksek lisans mezunu, 16.239′u ise doktora mezunudur.[110]

Ankara’da eğitim veren üniversiteler şunlardır:

Devlet: Ankara Üniversitesi[111], Gazi Üniversitesi[112], Hacettepe Üniversitesi[113], Orta Doğu Teknik Üniversitesi[114],Yıldırım Beyazıt Üniversitesi[115]
Özel: Atılım Üniversitesi[116], Başkent Üniversitesi[117], Bilkent Üniversitesi[118], Çankaya Üniversitesi[119],TED Üniversitesi[120], TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi[121], Turgut Özal Üniversitesi[122],Türk Hava Kurumu Üniversitesi[123], Ufuk Üniversitesi[124] Altın Koza Üniversitesi, Bilge Üniversitesi, TED Üniversitesi.

Türk Silahlı Kuvvetleri‘nin karacı muvazzaf subay ihtiyacını karşılayan ve 1834′te Mekteb-i Harbiye adıyla İstanbul‘da kurulan Kara Harp Okulu, 1936′da Ankara’ya taşınmıştır.[125] 1991 yılından beri, 4 yıllık askeri eğitimin yanı sıra, lisans düzeyinde sistem mühendisliği eğitimi vermektedir.[126]

Spor

Futbol

Kentte en çok rağbet gören spor futboldur. Kentin Spor Toto Süper Lig‘de bulunan bir takımı vardır. Bu takım Gençlerbirliği‘dir.MKE Ankaragücü Bank Asya 1. Ligde mücadele eder. Buğsaşspor, Etimesgut Şekerspor,Kızılcahamamspor ,Tff 2.Ligde yer alır.Ankara Demirspor,Hacettepespor,Keçiörengücü takımları ise TFF 3.ligde mücadele ederler..Profesyonel liglerde yer alan Ankaraspor‘un 2.ligden devam etmesi beklenmektedir.. [127] . Futbol takımlarından; MKE Ankaragücü, Gençlerbirliği 19.209 kişilik Ankara 19 Mayıs Stadyumu‘nu[128], Ankaraspor 19.626 kişilik Yenikent ASAŞ Stadyumu‘nu , Hacettepespor 4.000 kişilik Yenimahalle Hasan Doğan Stadyumu ‘nu ,Ankara Demirspor 37.000 kişilik Cebeci İnönü Stadını, Kızılcahamamspor ; Kızılcahamam İlçe Stadyumu’nu,Buğsaşspor Ankara Ostim Stadyumu’nu kullanmaktadır.[129]

Basketbol

Kent, İstanbul’da düzenlenen[130] 1959 Avrupa Basketbol Şampiyonası‘ndan sonra Türkiye’de düzenlenen ikinci Avrupa Basketbol Şampiyonası‘na 2001 yılında ev sahipliği yapmıştır.[130][131] Bu şampiyonada Türkiye Millî Basketbol Takımı, Yugoslavya’nın ardından ikinci olmuştur.[132] Ankara, 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası‘na[133] ev sahibi olan dört şehirden biridir. Kentin basketbol takımları, Beko Basketbol Ligi‘nde Hacettepe Üniversitesi ve Türk Telekom Basketbol Takımı, Türkiye Bayanlar Basketbol Ligi‘nde Çankaya Üniversitesi Spor Klübü‘dür. Bu takımlardan Türk Telekom Basketbol Takımı, üç kez Cumhurbaşkanlığı Kupası, iki Kez Türkiye Kupasını kazanmıştır.[134]

Voleybol

Kent Aroma Bayanlar Voleybol 1. Ligi’nin 2009-10 sezonunda İller Bankası[135] ve Ankaragücü[136] takımları tarafından temsil edilmektedir.[137]

Uluslararası ilişkiler

Kardeş kentler

Ankara’nın 40[138] tane kardeş kenti vardır. İzmir Caddesi’nde Ankara’nın 2003 yılına kadarki kardeş kentleri için bir anıt bulunmaktadır.[139][140][141]

Afrika
Amerika
Asya

İzmir Caddesi’nde bulunan ve 2003 yılına kadarki kardeş kentleri gösteren anıt.

Avrupa

Görüntüler

tarafından

istanbul

İstanbul

İstanbul
—  Büyükşehir  —
yukarıdan aşağıya ve soldan sağa doğru: Tarihi Yarımada; Nostaljik tramvay; Kız Kulesi; Maslak iş merkezi; Sultan Ahmet Camii ve İstanbul Boğazı  (arkada, Levent ticaret bölgesindeki gökdelenler)

yukarıdan aşağıya ve soldan sağa doğru: Tarihi Yarımada; Nostaljik tramvay; Kız Kulesi; Maslak iş merkezi; Sultan Ahmet Camii ve İstanbul Boğazı (arkada, Levent ticaret bölgesindeki gökdelenler)

Slogan: Yedi Tepeli Kent
İstanbul'un il genelindeki konumu

İstanbul’un il genelindeki konumu

İstanbul ilinin Türkiye'deki konumu

İstanbul ilinin Türkiye‘deki konumu

İstanbul

İstanbul

İstanbul’un Türkiye‘deki konumu

Koordinatlar: 41°01′N 28°58′E
Ülke Türkiye Türkiye
Bölge Marmara
İl İstanbul
İdari birimler
Yönetim
 – Belediye başkanı Kadir Topbaş (AK Parti)
 – Vali Hüseyin Avni Mutlu
Yüz ölçümü
 – Kent 5,343 km2 (2,1 mi2)
Rakım 100 m (328 ft)
En yüksek Rakım 537 m (1.762 ft)
En düşük rakım 0 m (0 ft)
Nüfus (2012)
 – Yoğunluk 2,392/km² (6,2/sq mi)
 – Şehir 13,854,740
[1]
Zaman dilimi DAZD (+2)
 – Yaz (YSU) DAZD (+3)
Alan kodu (+90) 212 (Avrupa yakası)
(+90) 216 (Asya yakası)
Web sitesi: istanbul.gov.tr

İstanbul, Türkiye‘nin en kalabalık, iktisadi ve kültürel açıdan en önemli şehri.[2][3][4]

Şehir, iktisadi büyüklük açısıdan dünyada 34., nüfus açısından belediye sınırları göz önüne alınarak yapılan sıralamaya göre Avrupa’da, Moskova’dan sonra, ikinci sırada gelir.[5][6]

İstanbul Türkiye’nin kuzeybatısında, Marmara kıyısı ve Boğaziçi boyunca, Haliç‘i de çevreleyecek şekilde kurulmuştur.[7] İstanbul kıtalararası bir şehir olup, Avrupa‘daki bölümüne Avrupa Yakası veya Rumeli Yakası, Asya‘daki bölümüne ise Anadolu Yakası veya Asya Yakası denir. Tarihte ilk olarak üç tarafı Marmara Denizi, Boğaziçi ve Haliç’in sardığı bir yarım ada üzerinde kurulan İstanbul’un batıdaki sınırını İstanbul Surları oluşturmaktaydı. Gelişme ve büyüme sürecinde surların her seferinde daha batıya ilerletilerek inşa edilmesiyle 4 defa genişletilen şehrin [8] 39 ilçesi vardır.[9] Sınırları içerisinde ise büyükşehir belediyesi ile birlikte toplam 40 belediye bulunmaktadır.

Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan İstanbul, M.S. 330 – 395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395 – 1204 ile 1261 – 1453 yılları arasında Doğu Roma İmparatorluğu, 1204 – 1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1453 – 1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu‘na başkentlik yaptı.[10] Ayrıca İstanbul, hilafetin Osmanlı İmparatorluğu’na geçtiği 1517′den kaldırıldığı 1924′e kadar Sünni İslam‘ın da merkezi oldu.[11]

Konu başlıkları

Etimoloji

William R. Shepherd tarafından 1923 yılında çizilmiş İstanbul haritası
İstanbul’un tarihi
Byzantion
   Byzantium
   Augusta Antonina
   Nova Roma
Konstantinopolis
   Kostantiniyye
İstanbul
İstanbul’un fethi
İstanbul’un işgali

İstanbul’a çağlar boyunca değişik adlar verilmiştir. Bu kent adları, kent tarihinin farklı dönemleriyle ilişkilidir. Bu adlar tarihsel sırayla, Byzantion, Augusta Antonina, Nova Roma, Konstantinopolis, Kostantiniyye, İslambol ve bugünkü İstanbul adlarıdır.

Byzantion

Byzantion (Yunanca: Βυζάντιον, Latince: Byzantium), İstanbul’un bilinen ilk adıdır. MÖ 667′de Antik Yunanistan‘daki Megara kent devleti‘nden gelen Dorlu Yunanlı yerleşimciler bugünkü İstanbul üzerinde bir koloni kurdu ve yeni koloniye kralları Byzas veya Byzantas’ın (Yunanca: Βύζας veya Βύζαντας) şerefine Byzantion adını verdiler.[12][13]

Byzantium, orijinal adı Byzantion olan antik kentin adının 1. yüzyılda, kenti Romalılar ele geçirince, onlar tarafından Latinceleştirilmiş hâlidir.

Augusta Antonina

Augusta Antonina, İstanbul’un 3. yüzyılın başında Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından oğlu Antonius’un (sonraki Roma İmparatoru Caracalla) şerefine koyduğu kentin kısa süreli adıdır.[14]

Nova Roma

330 yılında Roma İmparatoru I. Konstantin tarafından kent Roma İmparatorluğu‘nun başkenti ilan edilince, kente Latince “Yeni Roma” anlamına gelen Nova Roma (Yunanca: Νέα Ρώμη, Nea Roma) adını koydu ve bu adı teşvik etmeye çalıştıysa da bu ad hiç benimsenmedi.[15]

Konstantinopolis

Ancak 337 yılında İmparator I. Konstantin’in ölümüyle kentin adı, onun şerefine “Konstantin’in kenti” anlamına gelen Konstantinopolis‘e (Yunanca: Κωνσταντινούπολις, Kōnstantinoúpolis, Latinceleştirilmiş:Constantinopolis) çevrildi. Konstantinopolis, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu boyunca kentin resmi adı olarak kaldı. Ama Konstantinopolis, kentin yerlileri tarafından sadece Yunanca “kent” anlamına gelen (Πόλις, Polis) olarak anılırdı.[16]

1453 yılında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed önderliğinde Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethinden sonra bile, Konstantinopolis, Batı’da kullanılan en yaygın ad olarak kaldı. 29 Ekim 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bile, Cumhuriyet’in neredeyse ilk 7 yılı boyunca Konstantinopolis adı Batılılar tarafından kullanılmaya devam edildi.

Kostantiniyye

Kostantiniyye (Arapça: القسطنطينية, al-Qusṭanṭiniyah, Osmanlı Türkçesi: قسطنطينيه, Kostantiniyye), Konstantinopolis’in Arapça şeklidir ve kentin İslam dünyasında bilinir hâle gelen ve en çok kullanılan adı oldu. Yunancada “Konstantin’in kenti” anlamına gelen Konstantinopolis’in aksine, Kostantiniyye Arapça’da “Konstantin’in yeri” anlamına geliyor.

1453 yılında fetihten sonra, kent Osmanlı İmparatorluğu’nun dördüncü başkenti ilan edildi ve Kostantiniyye Osmanlı İmparatorluğu tarafından kentin resmî adı olarak kullanıldı ve 1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne kadar, çoğu zaman bu ad kullanımda kaldı. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu ve mahkemeleri, Kostantiniyye’de yayımlanan resmî belgelerin kaynağını belirtmek için, “be-Makam-ı Darü’s-Saltanat-ı Kostantiniyyetü’l-Mahrusâtü’l-Mahmiyye” gibi başlıklar kullanılırdı.[17]

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de şehir için kullanılan adlardan birisi de “Kostantiniyye”’dir.[18]

Ancak, bazı dönemlerde Osmanlı yetkilileri kent için diğer adlardan yanaydı. Hem kent için hem de Osmanlı hükûmetini tanımlamak ve diplomatik yazışmalar için özellikle bu yüceltici adlar eş anlamlı kullanılırdı ve teşvik edilirdi:

  • Dersaadet (Arapça: در سعادت, “Mutluluk Kapısı”)
  • Derâliye (Arapça: در عاليه, “Yüce Kapı”)
  • Bâb-ı Âli (Arapça: باب عالی, “Yüce Kapı”)
  • Pâyitaht (Farsça: پایتخت, “Tahtın Ayağı” veya “Başkent”)
  • Asitane (Farsça: آستانه, “Devletin Eşiği”).

İslambol

Tarihte şehir için kullanılan adlar içinde İslambol, dar kullanım alanına sahip olsa da kayıtlarda görülen adlardandır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde “Kostantiniyye” adıyla beraber birçok cildinde söz konusu “İslambol” (اسلامبول) kelimesi de kullanılmıştır. Söz konusu seyahatnamede bu ad, diğer adlardan daha yoğun bir kullanıma sahiptir.[19] Halk etimolojisi örneklerinden biridir.

İstanbul

Etimolojik olarak İstanbul adının kökeni (Türkçe sesletim: [isˈtanbuɫ], ve halk arasında bazen [ɯsˈtambuɫ]) Ortaçağ (Bizans) Yunancası’nda “kent’e” veya “kent’de” anlamına gelen (Yunanca telaffuz:[εἰς τὴν Πόλιν], [is tin ˈpolin]) kelimelerinin Türkçeleştirilmesiyle oluşmuştur.[20]

İstanbul, Osmanlı döneminde resmi ad olmasa da, resmi belgelere girdi ve sıkça kullanıldı. Ayrıca Osmanlı Ordusu’nda İstanbul’un merkez ordu komutanı için resmen İstanbul ağası ve İstanbul’un en yüksek sivil hakimi için resmen İstanbul efendisi sıfatları kullanılırdı.

29 Ekim 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bile, Cumhuriyet’in neredeyse ilk 7 yılı boyunca Konstantiniyye ve yurtdışında Batılılar tarafından Konstantinopolis adları kullanılmaya devam edildi.

Ancak, 28 Mart 1930 yılında Türk Posta Hizmet Kanunu ile kentin adı resmen değiştirilerek İstanbul adını almıştır. Konstantinopolis (ve Konstantiniyye) adı ise tamamen yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca Türk makamları yabancılardan kendi dillerinde kentin tek adı olarak resmen İstanbul adını kullanılmasını talep etmiştir ve uygulamaya koymuştur. Cumhuriyet dönemiyle birlikte İstanbul kentin resmi ve uluslararası adı ilan edildikten sonra “Konstantinopolis” adının mektuplarda veya diğer yazışmalarda ve uluslararası alanlarda kullanılması yasaklandı. Örneğin yurtdışından İstanbul’a gönderilen mektuplarda adres olarak “Konstantinopolis” (yanında İstanbul yazsa bile) yazıldıysa bu mektuplar geri gönderilmeye başlandı.[21][22]

Tarih

Ana madde: İstanbul’un tarihi

Genel tarih

İstanbul’daki Tarihi Yerler*
UNESCO Dünya Miras Listesi

Istanbul siluet.jpg

Ülke  Türkiye
Tür Kültürel
Kriter i, ii, iii, iv
Referans 356
Bölge** Avrupa ve Asya
Tescil bilgisi
Tescil 1985  (9. Oturum)
* Dünya Mirası resmi listesi.
** UNESCO resmi sınıflandırması.

İstanbul, yerleşim tarihi son yapılan Yenikapı‘daki kazılarla bulunan liman doğrultusunda 8500 yıl, kentsel tarihi yaklaşık 3.000, başkentlik tarihi 1600 yıla kadar uzanan Avrupa ile Asya kıtalarının kesiştiği noktada bulunan bir dünya kentidir.[23] Şehir çağlar boyunca farklı uygarlık ve kültürlere ev sahipliği yapmış, yüzyıllar boyu çeşitli din, dil ve ırktan insanların bir arada yaşadığı kozmopolit ve metropolit yapısını korumuş ve tarihsel süreçte eşsiz bir mozaik hâlini almıştır. Uzun zaman dilimleri boyunca her alanda merkez olmayı ve iktidarda kalmayı başaran dünyadaki ender yerleşim yerlerinden biri olan İstanbul geçmişten günümüze bir dünya başkentidir.

İstanbul’un tarihi ana hatlarıyla beş büyük döneme ayrılabilir:

  • Tarih öncesi dönemi
  • Byzantion dönemi
  • Konstantinopolis dönemi
  • Konstantiniyye dönemi
  • İstanbul dönemi

Tarih öncesi çağlar

İstanbul’un tarihi üç yüz bin yıl önceye kadar uzanmaktadır. Küçükçekmece Gölü kenarında bulunan Yarımburgaz Mağarasında yapılan kazılarda insan kültürüne ait ilk izlere rastlandı.[24] Bu dönemde gölün çevresinde Neolitik ve Kalkolitik insanların yasadığı sanılmaktadır. Çeşitli dönemlerde yapılan kazılarda, Dudullu yakınlarında Alt Paleolitik Çağ’a, Ağaçlı yakınlarında ise, Orta Paleolitik Çağ ile Üst Paleolitik Çağ’a özgü aletlere rastlandı.[25]

Kuruluş dönemi ve Byzantion

İstanbul’un en önemli tarihi yapılarından Galata Kulesi, 2010

2008 yılında İstanbul metrosu için yapılan Marmaray tüp geçidi kazıları sırasında Cilalı Taş Devri‘nin sürdüğü MÖ 6500′lü yıllara ait kalıntılara rastlanan şehrin,[26][27][28] Anadolu Yakası’ndaki Fikirtepe’de yapılan kazılarda ise Bakır Çağı‘nın sürdüğü MÖ 5500–3500 yıllarına ait kalıntılar bulundu.[29] Bunun yanında Kadıköy‘de Fenikelilere ait kalıntılar bulundu. Traklar, kentin yakınlarına MÖ 13. yüzyıl ve 11. yüzyıllarda Semistra kentini kurdu.[30] Kral Lygos zamanında Sarayburnu‘na, bugünkü Topkapı Sarayı‘nın bulunduğu yerde bir Akropolis kuruldu. MÖ 685′te Megara‘dan gelen Yunanlar burada bir koloni kurdu, Kral Byzas’ın hükümsürdüğü MÖ 667 yılında ise Byzantion kuruldu.[31] Kente Roma İmparatorluğu hakim olunca, kentin adı Septimius Severus tarafından kısa süreliğine oğlunun adı Augusta Antonina kondu,[32] ardından İmparator I. Konstantin zamanında kent Roma İmparatorluğu‘nun başkenti ilan edildi. Bu sırada Nova Roma olarak değiştirilen kentin adı benimsendi ve 337 yılında İmparator I. Konstantin‘in ölümüyle Konstantinopolis‘e çevrildi.

Bizans İmparatorluğu Dönemi

Bizans Dönemi’nin en önemli eserlerinden Aya Sofya Müzesi, 2004

Bu dönem 324 – 1453 yılları arasını kapsadı. I. Konstantinus şehri ele geçirip Roma İmparatorluğu’nun başkenti yaptıktan sonra, şehir ayrıca Roma’nın doğusunun yönetim merkezi oldu. Romalı nüfusu bu dönemde, Romalı soyluların göçü de dahil olmak üzere önemli boyutta arttı. Bu dönemde; yeni bir mimari yapıyla şehir oldukça genişledi. 100.000 kişilik bir hipodromun (Sultanahmet Meydanı) yanı sıra, limanlar ve su tesisleri yapıldı.

Konstantinus’un döneminde şehre Nova Roma dese de; 11 Mayıs 330 da şehrin ismi Konstantinopolis oldu. Döneminde Dünya’nın en büyük katedrali olan Ayasofya‘yı 360′da kuran Konstantin; böylece Roma İmparatorluğu’nun dinini de Hıristiyanlık olarak değiştirdi. Pagan Roma dinine inanan batı ile ilk kopuş da bu dönemde başladı. Her ne kadar; Bizans İmparatorluğu I. Theodosius‘un ölümü ile başlasa da; Bizans İmparatorluğu Konstantinus Hristiyanlığı getirmesine duyduğu saygıdan kendisini hep bir Bizans İmparatoru olarak gördü; 1453′deki çöküşüne kadar da 10 İmparatorunun daha ismi Konstantinus oldu. Bu dönemde İstanbul’un rolü oldukça stratejikti; Avrupa ve Asya arasında bir kapı oldu. Bu vesile ile, ticaret, kültür ve diplomasinin yapıldığı bir merkezdi. Bu dönemde şehrin ismi “Poli” (şehir) de oldu.[33]

476′da Batı Roma’nın yıkılması sonrasında da; Batı Roma İmparatorluğu’ndaki Romalıların büyük bir çoğunluğu buraya göç etti, ve Bizans İmparatorluğu’nun da başkenti İstanbul oldu. 543′de nüfusun yarısının ölümüne sebebiyet veren veba salgınından sonra; şehir İmparator I. Jüstinyen döneminde yeniden inşa edildi.

700lü yıllarda Sasaniler ve Avarlar’ın saldırısına uğrayan şehir; 800lü yıllarda Bulgarlar ve Arapların, 900lü yıllarda ise Ruslar ve Bulgarların saldırısına uğradı.

Ancak; saldırılar arasında en yıkıcı olanı 1204 yılında oldu. Haçlılar tarafından; 4. Haçlı Seferi’nde 1204 yılında ele geçirilen şehir yağmalandı; halkın büyük bir çoğunluğu şehirden kaçtı; yoksul ve enkaz içinde bir kente dönüştü. Bunun sebebi Batı Roma’da büyüyen Latinlerin; Katolik Hristiyanlık anlayışı ile Bizans’daki Ortodoks Hristiyanlık inanışı arasındaki farklılıklar ve uyumsuzluklardır. Bu dönem sonrasında, 1261 yılında Palailogos Hanedanından; Michael VIII Palaeologus şehri tekrar ele geçirmiş ve Latin’lerin dönemini sona erdirdi.

Bu dönemden sonra giderek küçülen Bizans; Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1391′den sonra kuşatılmaya başlandı; en sonunda 29 Mayıs 1453′de Osmanlı İmparatorluğu‘nun himayesine geçti. İstanbul’un fethi, Dünya tarihinde Orta Çağ‘ın sonunu simgelemektedir.

Bizans’ın son imparatoru Konstantin fetihten önce İstanbul’u çok iyi savunuyordu.Suda bile yanan Grejuva,deniz seferlerini zorlaştırıyordu.Surların güçlülüğü ise şehre girmeyi %70-80 oranında zorlaştırıyordu.Fakat Fatih Sultan Mehmet,zoru başararak yeni bir çağ açtı…

Osmanlı İmparatorluğu dönemi

19.yüzyıl sonlarında Galata Köprüsü ve arka planda Yeni Camii,İstanbul.

Bu dönem 1453 – 1923 yılları arasını kapsadı. 29 Mayıs 1453′de; Osmanlı İmparatorluğu padişahı Fatih Sultan Mehmet‘in 53 gün süren kuşatması sonrasında; İstanbul Osmanlı’nın 4′üncü ve son başkenti oldu.

Osmanlının ele geçirmesinden sonra; Topkapı Sarayı ve Kapalı Çarşı‘nın da kurulması ardından birçok okul ve hamam açıldı. Dünya’nın ve İmparatorluğun dört bir yanından insanların taşındığı şehirde Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların beraber yaşadığı kozmopolit bir toplum oluştu. Bizans döneminden kalan, eski binalar ve surlar onarıldı.[34] Fetihten 50 yıl sonra; Dünya’nın en büyük şehirlerinden biri hâline gelen İstanbul’da “Küçük Kıyamet” olarak da adlandırılan; 14 Eylül 1509 İstanbul Depremi sonrasında (8 şiddetinde olduğu ileri sürülmektedir); 45 gün süren artçı sarsıntılarla binlerce bina yıkıldı ve birçok insan yaşamını kaybetti.[35]

1510 yılında; Sultan II. Beyazıd; 80.000 kişinin çalışmasıyla şehri yeniden kurdu. Günümüzde de var olan eserlerin büyük bir çoğunluğu bu dönemden kaldı. Mimar Sinan‘ın camileri ve diğer binaları kurduğu Kanuni Sultan Süleyman döneminde; mimari ve sanat konularına önem verildi. Lale Devri döneminde; Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1718 yılından itibaren; itfaiye‘yi kurdu, ilk matbaayı açtı ve fabrikalar kurdu. 3 Kasım 1839′da ilan edilen Tanzimat Fermanı sonrasında da batılaşma süreci hızlandığı dönemde birçok alanda yenilikler yaşandı.[36]

Haliç‘in üzerine köprü; Karaköy‘e tünel, demiryolları, kentin içindeki deniz taşımacılığı, belediye örgütlerinin, hastanelerin kurulmasıyla modern bir şehir hâlini alan İstanbul, 1894 yılında Üçyüzon Depremi ile birlikte tekrar büyük bir zarar gördü. I. Dünya Savaşı‘nın sonlarında ise 13 Kasım 1918′de İtilaf Devletleri donanmasınca da işgal edildi.[37] İstanbul’un 2500 yıllık başkentlik dönemi 29 Ekim 1923′de sona erdi.

1890lı yıllarda Galata Kulesi‘nden manzara.

Osmanlı ve Bizans kayıtlarında, 1402′de Yıldırım Bayezıd döneminde İstanbul’un alınması amacıyla yapılan kuşatma kaldırılırken, yapılan anlaşma gereği Sirkeci’de bir Türk mahallesi kurulması şartına uygun olarak Göynük ve Taraklı’dan 760 hane Manav İstanbul’a yerleştirildi. Yani İstanbul’a yerleştirilen ilk yerli Türklerin, bu yöreden giden Manavlar olduğu kaynaklarca da doğrulanmaktadır. Özellikle Anadolu Yakası’ndaki Türklerin kökeni manavlardır.[38]

Cumhuriyet dönemi

Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.
Napolyon Bonapart[39]

Cumhuriyet sonrası 1923-1950 yılları arasında fiziksel atılımlar oldu. 1900′lerin başında 1 milyon olan nüfus, 1927′de 690.000′e düştü, 1935′de 740.000 ve 1945′de tekrar 900.000′e ulaştı.[40] 1950′lerde Balkanlar‘dan göç alan şehirde, bu dönemde şehirleşmede gecekondular ön plana çıkmaktadır. 1960′larda ise gecekonduların yanında, apartmanlaşma başladı. 1970′lerde ise hızlı nüfus artışı ile konut ve ulaşım sorunları önem kazandı. Bu dönemde otomobil sayısının artması ve sonucunda trafiğin artması Boğaziçi Köprüsü‘nün yapılmasında etkili oldu ve ulaşımda önemli bir noktaya varıldı. İstanbul metropoliten alanı 1970-1975 yılları arasında merkezde 50 kilometre yarıçaplı iken 1980′de 60 kilometre yarıçapa ulaştı. 1990′ların nüfus artışı, nüfusun dış taraflara yayılması ile sonuçlandı ve sonucunda İETT‘nin yetersiz gelmesi ile dolmuş ve minibüsler bu açığı kapatmaya çalıştılar. 70’li yıllarda eski hızı ile olmasa da imar faaliyetleri canlanan şehirde 1973 yılında Boğaziçi Köprüsü açıldı.[41]

Sanat

Kent, çok kez el değiştirip, yıprandığından kentte, Roma İmparatorluğu Dönemine ait fazla yapı kalmadı.Kalanlar içinde en önemlileri: 330 yılında İmparator I. Konstantin onuruna kentin yedi tepesinden birine dikilen anıt. Sütun her biri 3 ton ağırlığında ve 3 metre çapında olan bileziklerle birbirine bağlanmış toplam 8 adet sütun ve bir kaidenin üst üste konulmasıyla oluşturuldu.[31] Bu dönemden günümüze kalan bir başka yapı da Bozdoğan Kemeri’dir. Kentin su rezerv sisteminin inşası İmparator Hadrianus döneminde başladı.[32] I. Konstantin zamanında kentin yeniden yapılanması ve büyümesiyle birlikte hızla artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için sistemin daha da genişletilmesine gerek duyuldu.[33] Kemer, suyunu Kağıthane ile Marmara Denizi[34] arasında kalan tepelerin yamaçlarından alan ve Trakya’nın tepelik bölgelerinden kente kadar uzanarak kentin su gereksinimini karşılayan geniş kemerler ve kanallar sisteminin son noktasında yer aldı. O zamanlar kente gelen bu su, toplam kapasitesi 1 milyon metreküpten fazla olan üç açık ve Yerebatan Sarnıcı gibi yüzden fazla yeraltı sarnıcında depolandı.[35] Bugün Sultanahmet Meydanı olarak bilinen Hipodrum Meydanı ise Circus Maximus tarafından inşa edildi.

Doğu Roma İmparatorluğu

Doğu Roma İmparatorluğu, kentte bin yıl kadar hüküm sürdü ve burayı başkent olarak kullandı. Bu özelliğinden dolayı İstanbul’da çok sayıda Doğu Roma yapısı vardır. Bunların en önemlileri Eminönü‘nde toplanmıştır. Bu yapılar içinde en önemlisi, kilise olarak açılan Ayasofya Müzesi‘dir. Ayasofya Doğu Roma İmparatoru I. Jüstinyen tarafından M.S. 532 – 537 yılları arasında inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup, 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesiyle Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürüldü ve günümüzde müze olarak hizmet verir.[42][43] Ayasofya’dan sonra yapılan önemli yapılardan biri Fethiye Camisi‘di. Kilise olarak, 13. yüzyıl sonlarında Doğu Roma‘nın ileri gelenlerinden Mihail Glabas Tarkaniotes tarafından inşa ettirildi.[44] İstanbul’un fethinden sonra 1454 yılında patrikhane olarak kullanıldı, 1590 yılında İran savaşlarında Gürcistan ve Azerbaycan‘ın fethedilmesiyle, fethin hatırası olarak camiye dönüştürüldü. Gene önemli yapılardan Kariye Müzesi, manastır olarak 534 yılında Doğu Roma İmparatoru I. Jüstinyen döneminde Aziz Theodius tarafından yapıldı. 11. yüzyılda I. Aleksios‘un kayınvalidesi Maria Doukaina tarafından yeniden inşa ettirildi. 1204-1261 yıllarındaki Latin İmparatorluğu döneminde harap olan manastır, Theodoros Metokhites tarafından 14. yüzyılda onarıldı. Dış narteks ve parekklesion bu dönemde yapıya eklendi.

Osmanlı İmparatorluğu

Yeni Barok tarzda yapılan Ortaköy’deki Büyük Mecidiye Camii

İmparatorluk devri boyunca sayısız eser yapılmıştır. Saray tipi 19. asırda Batı‘dan gelerek girmiştir. Bir asır yaşayan ve son yarım asrını mimarbaşı olarak geçiren Sinan şu eserleri yapmıştır. 81 cami, 50 mescid, 55 medrese,19 türbe, 14 imaret, 3 hastahane, 7 su bendi (baraj), 8 köprü, 16 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 6 mahzen, 7 d’arulkurrâ. Bu 441 eser bütün imparatorluğa dağılmıştır.[45] 1839 yılında Tanzimat Fermanı‘nın ilanı ile Avrupalılaşma yolunda önemli adımlar atılmıştır. Osmanlı, 18. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa tarzını benimsemiş ve bunu mimariye ve sanata yansıtmıştır. Avrupa’da yaygınlaşan barok stili İstanbul’da da birçok eserin yapımında uygunlanmıştır. Barok ve rokoko tarzında yapılan Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı ve Ortaköy Camii dünyada bu tür için önemli bir yer teşkil eder.

Coğrafya

İstanbul Boğazı’nın uydudan görünümü.

Şehrin uydudan gece çekilmiş görüntüsü. Nüfusu yoğun alanlar rahatça görülebiliyor

İstanbul 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır. Batıda Çatalca Yarımadası, doğuda Kocaeli Yarımadası‘ndan oluşur. Kuzeyde Karadeniz, güneyde Marmara Denizi ve ortada İstanbul Boğazı‘ndan oluşan kent, kuzeybatıda Tekirdağ‘a bağlı Saray, batıda Tekirdağ‘a bağlı Çerkezköy, Tekirdağ, Çorlu, Tekirdağ, güneybatıda Tekirdağ‘a bağlı Marmara Ereğlisi, kuzeydoğuda Kocaeli‘ne bağlı Kandıra, doğuda Kocaeli‘ne bağlı Körfez, güneydoğuda Kocaeli‘ne bağlı Gebze ilçeleri ile komşudur.[46] İstanbul’u oluşturan yarımadalardan Çatalca Avrupa, Kocaeli ise Asya anakaralarındadır. Kentin ortasındaki İstanbul Boğazı ise bu iki kıtayı birleştirir. Boğazdaki Fatih Sultan Mehmet ve Boğaziçi Köprüleri kentin iki yakasını birbirine bağlar. İstanbul Boğazı boyunca ve Haliç‘i çevreleyecek şekilde Türkiye‘nin kuzeybatısında kurulmuştur.

Havadan İstanbul’un kalbi

Jeoloji

İstanbul’a, yakın yerde bulunan Kuzey Anadolu Fay Hattı, Kuzey Anadolu‘dan başlayarak Marmara Denizi‘ne kadar uzanır.[47] İki tektonik plaka olan Avrasya ve Afrika birbirlerini iterler ve buda fayın hareket etmesine sebep olur. Bu fay hattı nedeniyle bölgede tarih boyunca çok şiddetli depremler meydana gelmiştir.[48] 1509 yılında meydana gelen Büyük İstanbul Depremi bunun en büyük örneğidir. Bu deprem İstanbul’da, 100 camiinin yıkılmasına ve 10 bin insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. 1766 yılındaki depremde ise, Topkapı Sarayı, Ayasofya, Eyüp Sultan Camii ve Kapalıçarşı gibi yapılar büyük hasar aldı. 1999 Gölcük Depremi‘nde de 18 bin insan ölmüş ve birçok insanda evsiz kalmıştır.[49] Sismolojistler, 2025 yılından önce 7 büyüklüğünde bir depreminde olabileceğini belirtmektedirler.[50]

İklim

İstanbul’un iklimi, Karadeniz iklimi ile Akdeniz iklimi arasında geçiş özelliği gösteren bir iklimdir, dolayısıyla İstanbul’un iklimi ılımandır.[51]

İstanbul’un yazları sıcak ve nemli; kışları soğuk, yağışlı ve bazen karlıdır. Nem yüzünden, hava sıcak olduğundan daha sıcak; soğuk olduğundan daha soğuk hissedilebilir. Kış aylarındaki ortalama sıcaklık 2 °C ile 9 °C civarındadır ve genelde yağmur ve karla karışık yağmur görülür.[51] Kar da yağar. Kış aylarında bir iki hafta kar yağabilir. Yaz aylarındaki ortalama sıcaklık 18 °C ile 28 °C civarındadır ve genelde yağmur ve sel görülür.[51]

En sıcak aylar Temmuz ve Ağustos aylarıdır ve ortalama sıcaklık 23 °C dir, en soğuk aylar da Ocak ve Şubat aylarıdır ve ortalama sıcaklık 5 °C dir.[51] İstanbul’da yılın ortalama sıcaklığı 13,7 derecedir.[51]

Toplam yıllık yağış 843,9 mm dir ve tüm yıl boyunca görülür.[52] Yağışların % 38′i kış % 18′i ilkbahar, % 13′ü yaz, % 31′ sonbahar mevsimindedir. Yaz en kuru mevsimdir, ama Akdeniz iklimlerinin aksine kurak mevsim yoktur. İstanbul 1994 yılına kadar susuzluk çekmiştir fakat alınan önlemlerle herhangi bir su sıkıntısı kalmamıştır. Bunlardan biri Melen projesidir.

Şu ana kadar en yüksek hava sıcaklığı; 12 Temmuz 2000′de 40.5 °C olarak kaydedilmiştir. En düşük hava sıcaklığı ise; 9 Şubat 1929′da -16.1 °C olarak kaydedilmiştir.[53]

Şehir oldukça rüzgârlıdır; rüzgârın ortalama hızı saatte 17 km dir.

[gizle]Nuvola apps kweather.svg İstanbul iklimi Weather-rain-thunderstorm.svg
Aylar Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık Yıl
Ortalama en yüksek sıcaklık, °C 8,7 9,1 11,2 16,5 21,4 26,0 28,4 28,5 25,0 19,1 15,3 11,1 18,4
Ortalama sıcaklık, °C 5,8 5,9 7,6 12,1 16,7 21,0 23,4 23,6 20,2 16,0 11,9 8,2 14,3
Ortalama en düşük sıcaklık, °C 2,9 2,8 3,9 7,7 12,0 16,0 18,5 18,7 15,5 12,0 8,5 5,3 10,3
Ortalama yağış, mm 98,4 80,2 69,9 45,8 36,1 34,0 38,8 47,8 61,4 96,9 110,7 123,9 843,9
Kaynak: Worldweather.org[54] Türkiye Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü (DMİ)[55]

Doğal Yaşam

Çok zengin bir bitki topluluğuna sahip olan İstanbul yöresinde şimşir, meşe, çınar, kayın, gürgen, akçaağaç, kestane, çam, ladin ve servi gibi 2500 kadar bitki türü yetişir. Bu bitkilerden bir kısımı bu yöreye endemiktir. Genellikle ormanları oluşturan ağaçlar, İstanbul’un kuzeydoğusu, Alemdağ’ın kuzeyi ve Polenezköy çevresinde görülen kayın, kestane ve saplı meşedir. Bitki örtüsüne iklimin etkisinin yanında toprağında etkisi vardır. Kayın ağaç topluluğun bulunduğu alanları kireçsiz kahverengi orman toprakları kaplarken, meşe ve kestane topluluğunda bu topraklar kireçsizdir. Yaklaşık 2500 civarında doğal bitki türüne sahip olan İstanbul, bu özelliği ile İngiltere gibi Avrupa ülkelerini tek başına geride bırakabilir durumdadır. Bu aynı zamanda Türkiye’de doğal olarak yetişen on binden fazla bitkinin, yaklaşık 1/4’ünü İstanbul’da barınması demektir; ve bu bitkilerden bazıları endemiktir, yani tüm dünya üzerinde sadece İstanbul’da yaşamaktadır. [56] İstanbul çiğdemi (Crocus olivieri subsp. istanbulensis) bu endemik bitkilere örnektir.

Hayvan yaşamı yönünden de zengin olan İstanbul’da, kızılgeyik, karaca, alageyik, yaban domuzu, yaban kedisi, çakal], ve tilki gibi bulunan memeli hayvanlar bulunabilir. Bununla beraber önemli bir kuş göç yolu üzerinde yer alan İstanbul’da her ilkbahar ve sonbaharda leylek, kartal, şahin ve atmaca gibi çeşitli kuş türleri gözlemlenebilir. İstanbul’da en yaygın bulunan kuşlar ise serçe, güvercin, kumru, karga ve artık kentin bir simgesi hâline gelen martıdır.

Şehir yapısı

1922 ylında İstanbul’un şehir sınırlarını gösteren bir harita.

İstanbul’un toplam 39 ilçesi vardır. Bu ilçelerin 25′i Avrupa Yakası‘nda, 14′ü ise Anadolu Yakası‘ndadır. İstanbul’un ilçeleri üç ana bölgeye ayrılmaktadır:

  • Eski İstanbul’un tarihi yarımadası olan Fatih ve Eminönü (Eminönü ilçesi 2008 yılında bir yasa ile Fatih ilçesine bağlanmıştır. Günümüzde yarımadayı Fatih ilçesi oluşturmaktadır.) 15. yüzyıl’ın İstanbul’unu oluşturmaktaydı. Bu bölgenin kuzey kıyılarında Haliç bulunmaktaktadır. Batıdaki İstanbul Surları‘na kadar uzanır. Güney sınırını Marmara Denizi denizi oluşturur. Doğuda ise Boğaz‘ın girişi bulunmaktadır.[57]
  • Haliç‘in kuzeyinde bulunan Beyoğlu ve Beşiktaş ilçeleri tarih açısından büyük öneme sahiptir. Son Osmanlı Padişahları‘nın sarayı Dolmabahçe Sarayı Kabataş‘dadır.[58] İstanbul Boğazı kıyıları boyunca Ortaköy ve Bebek gibi eski semtler birbirlerini takip etmektedir. Şehrin her iki yakasındada Boğaz boyu devam eden lüks yalılar mevcuttur.
  • Üsküdar (antik Chrysopolis) ve Kadıköy (antik Chalcedon) ilçeleri eski zamanlarda birer şehir iken zamanla değiştirilerek İstanbul’un ilçesi hâline gelmişlerdir. İstanbul’un Anadolu Yakası‘ndaki en eski ilçeleridir.[59][60] Günümüzde, birçok çağdaş yerleşim alanlarına ve iş sahası bakımından büyük öneme sahiptir. Şehrin nüfusunun üçte birine ev sahipliği yapmaktadır.

İstanbul’un tarihi semtlerinden batıya ve kuzeye gidildikçe büyük bir farklılaşma görülür. En yüksek gökdelenler ve ofis binaları Avrupa Yakası‘da özellikle Levent, Mecidiyeköy ve Maslak‘ta toplanırken, Anadolu Yakası‘nda ise Kadıköy ilçesindeki Kozyatağı mahallesi dikkat çeker. 20. yüzyılda şehrin hızla büyümesi, doğudan batıya büyük bir göçün başlamasına neden olmuştur.[61] Böylece şehirdeki gecekondulaşma büyük bir hız kazanmıştır. Kaçak olarak hazine veya özel arazilere yapılan bu binalar, kısa sürede ve düşük kalitede yapılır. Türkiye‘nin en büyük şehirleri arasında bulunan Ankara ve İzmir‘de bu yapılar yaygındır. Gecekondular, çarpık kentleşmeye büyük ölçüde neden olmaktadır.[62]

Galata Kulesi‘nden tarihi yarımadanın görünümü.

Kentleşme

Haliç ve tarihi yarımada.[63]

İstanbul’un şehir yapısı ve şekli sürekli değişmektedir. Yunan, Roma ve Bizans dönemleri boyunca Konstantinopolis‘in tarihi yarımadasında, Galata‘da (Pera. sonraki adıyla Beyoğlu), Chalcedon (Kadıköy) ve Chrysopolis‘te (Üsküdar) önemli derecede yenilenme ve büyümeler yaşanmıştır. Antik zamanlarda şuanki İstanbul’un tüm ilçeleri birer bağımsız şehirdiler. Bugün İstanbul, eski Konstantinopolis‘in metropol hâli olarak kabul edilebilir. Çünkü şehir o dönemlerden beri genişletilmekte ve yenilenmektedir.

Son yıllarda inşa edilen çok yüksek yapılar, nüfusun hızlı büyümesi göz önüne alınarak yapılmışlardır. Şehrin hızla genişlemesinden dolayı konutlaşma, genellikle şehir dışına doğru ilerlemektedir. Şehrin sahip olduğu en yüksek çok katlı ofis ve konutlar, Avrupa Yakası‘nda bulunan Levent, Mecidiyeköy ve Maslak semtlerinde toplanmıştır. Levent ve Etiler’de çok sayıda alışveriş merkezi toplanmıştır. Türkiye’nin en büyük şirket ve bankalarının önemli bir kısmı bu bölgede bulunmaktadır.

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, özellikle Anadolu Yakası‘nda denize yakın yazlık konutların ve lüks köşklerin yapımına hız verilmiştir. Kadıköy ilçesindeki Bağdat Caddesi genişliği ve uzunluğuyla birçok alışveriş merkezi ve restoranı barındırmaktadır. Bu gelişmelerde bölgenin gelişimine olumlu katkıda bulunmuştur. Yaka da, son yıllarda gerçekleşen nüfus büyümesinin en büyük faktörü Anadolu‘dan gelen göçtür. Günümüzde, İstanbul halkının %66′sı Avrupa Yakası’nda yaşamaktadır.

Yönetim

İstanbul’un hâlen görevde bulunan Belediye başkanı, Kadir Topbaş‘tır.[64] Şehrin valisi ise Hüseyin Avni Mutlu‘dur.[65]

İstanbul, partili sistem ile başa gelen başkanlar tarafından yönetilir. Bu yönetim şekli 3 Nisan 1930′da İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin kurulmasından beri devam etmektedir. Belediye şehrin tüm karar yetkisini elinde bulundurmaktadır. Şehrin yönetimi 3 ana organda toplanmıştır. 1. Belediye Başkanı (her 5 yılda bir seçilir.), 2. Büyükşehir Konseyi, 3. Büyükşehir yönetim kurulu.

Bugünkü İstanbul Büyükşehir Belediye Binası Fatih ilçesinin Saraçhane adıyla bilinen bölgesinde bulunmaktadır. Bina, 17 Aralık 1953 yılında tamamlanmış, 26 Mayıs 1960 tarihinde belediye binası olarak hizmet vermeye başlamıştır.[66]

Nüfus yapısı

1975 ve 2011 yılları arasında İstanbul’un nüfus artışı (gri kısımlar binalardır)

Türkiye İstatistik Kurumu‘nun (TÜİK) hazırlamış olduğu 2012 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre İstanbul’un (İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve bağlı belediyelerin sınırları içindeki nüfus) toplam nüfusu 13.710.512 kişidir.[67]

İstanbul’un 14′ü Anadolu Yakasında, 25′i Avrupa Yakasında olmak üzere toplam 39 ilçesi vardır. İstanbul’un 39 ilçesi nüfus sayısı bakımından 2012 yılı verilerine göre incelendiğinde en yüksek nüfusa sahip ilçesi Bağcılar (749.024), en az nüfusa sahip ilçesi de Adalar (14.552) olmuştur.[68] İstanbul’da yaşayanların % 64,71′i (8.872.324) Avrupa Yakası; % 35,28′i de (4.838.188) Anadolu Yakasında ikamet eder. İstanbul Nüfuslarına göre en kalabalık şehirler listesi‘nde dünyanın en kalabalık 2. şehiridir.

Belediye Nüfusları

İlçelere göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve bağlı belediyelerin sınırları içindeki nüfus;

        İlçe Nüfus
Adalar 14.552
Arnavutköy 198.165
Ataşehir 395.758
Avcılar 395.274
Bağcılar 749.024
Bahçelievler 600.162
Bakırköy 221.336
Başakşehir 311.095
Bayrampaşa 269.774
Beşiktaş 186.067
        İlçe Nüfus
Beykoz 220.364
Beylikdüzü 229.115
Beyoğlu 246.152
Büyükçekmece 201.077
Çatalca 36.863
Çekmeköy 188.290
Esenler 458.694
Esenyurt 553.369
Eyüp 349.470
Fatih 428.857
        İlçe Nüfus
Gaziosmanpaşa 488.258
Güngören 307.573
Kadıköy 521.005
Kağıthane 421.356
Kartal 443.293
Küçükçekmece 721.911
Maltepe 460.955
Pendik 622.200
Sancaktepe 277.312
Sarıyer 258.035
        İlçe Nüfus
Silivri 137.861
Sultanbeyli 302.388
Sultangazi 492.212
Şile 13.260
Şişli 318.217
Tuzla 197.657
Ümraniye 645.238
Üsküdar 535.916
Zeytinburnu 292.407

Nüfus Piramidi

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne göre 2011 yılı itibariyle İstanbul İli nüfusunun yaş gruplarına göre dağılımı;

(2011)[69]
0 - 4 1.084.589
Erkek Kadın
5 - 9 1.033.568
10-14 1.085.691
15-19 1.056.759
20-24 1.117.306
25-29 1.331.316
30-34 1.411.980
35-39 1.190.655
40-44 956.148
45-49 906.704
50-54 690.238
55-59 585.538
60-64 407.682
65-69 275.906
70-74 194.453
75-79 146.506
80-84 93.147
85-89 43.309
90+ 12.745

Tarihsel nüfus

İstanbul’un nüfusu tarih boyunca tahmini olarak (1927-2010 sayımlarının, 1927 öncesi tahmini rakamlarıdır) şöyledir:

İstanbul’un geçmişteki nüfus sayısı
Yıl Nüfus Yıllık artış oranı(%)
330 40.000
400 400.000 3,34
530 550.000 0,25
545 350.000 -2,97
715 300.000 -0,09
950 400.000 0,12
1200 150.000 -0,39
1453 36.000 -0,56
Yıl Nüfus Yıllık artış oranı(%)
1477 14.803[70] -3,64
1566 600.000 4,25
1817 500.000 -0,07
1860 715.000 0,84
1885 873.570 0,80
1890 874.000 0,01
1897 1.059.000 2,78
1901 942.900 -2,86
Yıl Nüfus Yıllık artış oranı(%)
1914 909.978 -0,27
1927 680.857 -2,21
1935 741.148 1,07
1940 793.949 1,39
1945 860.558 1,62
1950 983.041 2,70
1955 1.268.771 5,24
1960 1.466.535 2,94
Yıl Nüfus Yıllık artış oranı(%)
1965 1.742.978 3,51
1970 2.132.407 4,12
1975 2.547.364 3,62
1980 2.772.708 1,71
1985 5.475.982 14,58
1990 6.629.431 3,90
2000 8.803.468 2,88
2009 12.782.960 4,52
Yıl Nüfus Yıllık artış oranı(%)
2010 13.120.596 2,64
2011 13.483.052 2,76
2012 13.710.512 1,68

Din

İstanbul dünyadaki çoğu metropol gibi birçok insan topluluğu tarafından şekillendirilmiştir. Şehirdeki en büyük mensubu bulunan din İslamiyet‘tir. Dini azınlıkları ise Yunan Ortodoks Kilisesi, Ermeni Apostolik Kilisesi ve Sefarad ve Aşkenaz Yahudiler oluşturmaktadır. 2000 yılı nüfus sayımına göre; 2,691 faal camii, 123 faal kilise, 26 faal sinagog mevcuttur. Ayrıca 109 Müslüman mezarlığı, 57′de gayrimüslim mezarlığı bulunmaktadır. Sayıları çok azalmadan önce, belirli ilçelerde bu dini azınlıklar yaşamaktaydı. Örneğin Kumkapı‘da Ermeni nüfusu, Balat‘da Yahudi nüfusu ve Fener‘de ise Rum nüfusu vardı. Rum Ortodoks Patrikhanesi‘nin ruhani lideri I. Bartholomeos, Fatih‘in Fener semtinde bulunmaktadır. Bu patrikhane Hıristiyanlık dininin önemli bir kesimini oluşturan Ortodoks mezhebinin merkezidir.

İstanbul’daki en önemli camilerden biri olan Sultan Ahmet Camii‘nin iç avlusundan bir görünüm.

Müslümanlar

Şehrin en büyük dini grubunu Müslümanlar oluşturmaktadır. Bunların yanı sıra, Müslümanların en kalabalık mezhep formunu Sünniler, bu mezhebi takibende Aleviler nüfusça fazladır. 2007 yılındaki sayıma göre şehirde ki toplam camii sayısı 2,994′tür.[71] İstanbul, İslam Hilafeti’nin son merkezi olmuştur.[72] 1517 yılında Yavuz Sultan Selim ile başlayan halifelik, 3 Mart 1924 yılında Abdülmecit ile sona ermiştir.[73] 2 Eylül 1925 yılında da tekkeler kapatılmış, tarikat yasaklanmıştır. Böylelikle ülkede laik sistem başlamış ve bu değişimden en çok etkilenen il İstanbul olmuştur. Halifeliğin kaldırılmasının hemen ardından Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.[74] Osmanlı İmparatorluğu döneminde var olan en yüksek yetkiye sahip Şeyhülislamlar da yerini Diyanet İşleri Başkanına bırakmıştır.

Hristiyanlar

Fatih’in Fener semtinde bulunan Aya Yorgi Kilisesi’nin içi.

Şehir 4. yüzyıldan beri Rum Ortodoks Patrikhanesi‘nin merkezi olmuş ve diğer Ortodoks kiliselerinde merkezi olarak hizmet vermeye devam etmektedir. Aynı zamanda şehir, Türk Ortodoks Patrikhanesi ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi‘ninde merkezidir. Eski yıllarda Bulgar Piskopsluğu ön planda iken bu zamanla yerini Ortodoks Kiliselerine bırakmıştır. İstanbul’da yaşayan özellikle Rumlar ve Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu‘nun çöküşü sırasında Türkler ile zaman zaman çatışmalar yaşamış fakat Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurulmasıyla düzen yeniden sağlanmıştır. Savaşlar nedeniylede 1914 ve 1927 yılları arasında şehirde bulunan Hristiyan nüfusu hızlı bir düşüş yaşayarak 450,000′den, 240,000′e gerilemiştir.[75] 1923 yılında yapılan Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi‘den İstanbul’da yaşayan Yunan Ortodoks toplumu muaf tutulmuştur.[76] Ancak İkinci Dünya Savaşı yılları bu azınlık için bir dizi vergiler getirilmiştir. (bkz. Varlık Vergisi)[77] 1955 yılında meydana gelen Rum azınlıklara yönelik tahrip ve yağma hareketi olan 6-7 Eylül Olayları‘ı 11 Rum’un ölümüne ve 30 ile 300 kişinin yaralanmasına neden olmuştur. Bu olay sonucundada İstanbul’dan, Yunanistan‘a hızlı bir şekilde göç artmıştır ve 12,000 Rum vatandaşlıktan çıkarılmıştır.[78]

İstanbul’un Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi ile birlikte birçok kilise, camiiye çevrilmiştir. Küçük Ayasofya Camii, Fenari İsa Camisi, Arap Camii, Kocamustafapaşa Sümbül Efendi Camii gibi eski yapılarda İstanbul’un Osmanlı hakimiyetine geçmesinden sonra camiiye çevrilen kiliselerdendir. Bu camilerden en büyüğü ve en önemlisi Fatih‘in Eminönü semtinde bulunan Ayasofya‘dır. Ayasofya Atatürk‘ün isteğiyle ibadete kapatılmış ve Bakanlar Kurulu‘nun da onayıyla 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla[79] müzeye çevrilmiştir.

Yahudiler

Sefarad Yahudileri 500 yılı aşkın süredir bu şehirde yaşamaktadırlar. İstanbul’daki Yahudiler’in bugünkü nüfusu 22,000 civarındadır. Aşkenaz Yahudileri, Sefarad Yahudileri’ne nispeten daha yeni ve çok daha küçük bir topluluktur. Yahudiler’in ibadethaneleri sinagoglardır. Şehirde bulunan aktif sinagog sayısı ise 20′dir.[80] Bu sinagogların içinde en büyük taşıyanı Beyoğlu ilçesinin Karaköy semtinde bulunan Neve Şalom Sinagogu‘dur. 1951 yılında ibadete açılan sinagog en büyük cemaate de sahiptir.[81] Sefarad Yahudiler’in dili olan Ladino dili (Yahudi İspanyolcası) 65 yaş üzeri kişiler tarafından konuşulur, 65 yaşın altındaki Yahudiler tarafından anlaşılsa bile artık konuşulamamaktadır. Bu yüzden Ladino ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Ekonomi

İstanbul, Türkiye’nin iktisadi açıdan en önemli şehridir.

İstanbul, Türkiye‘nin en büyük şehri ve siyasi olarak eski başkentidir. Kara ve deniz ticaret yollarının bir kavşağı olması ve stratejik konumu nedeniyle Türkiye’de ekonomik yaşamın merkezi olmuştur. Şehir aynı zamanda en büyük sanayi merkezidir. Türkiye’deki sanayi istihdamının %20′sini karşılamaktadır. Yaklaşık olarak %38′lik endüstriyel alana sahiptir. İstanbul ve çevre iller bu alanda; meyve, zeytinyağı, İpek, pamuk ve tütün gibi ürünler elde etmektedir. Ayrıca gıda sanayi, tekstil üretimi, petrol ürünleri, kauçuk, metal eşya, deri, kimya, ilaç, elektronik, cam, teknolojik ürünler, makine, otomotiv, ulaşım araçları, kağıt ve kâğıt ürünleri ve alkollü içkiler, kentin önemli sanayi ürünleri arasında yer almaktadır. Forbes Dergisi’nin yaptığı araştırmaya göre 2008 yılı Mart itibariyle 35 milyardere sahip şehir dünya sıralamasında dördüncü olmuştur.[82] İstanbul’da ilk olarak 1866 yılında hizmete giren Dersaadet Tahvilat Borsası, 1986 yılı başlarında mevcut yapı değiştirilerek bugünkü İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) açılmıştır.[83][84] 19. ve 20. yüzyıl başlarında Galata semtinde bulunan Bankalar Caddesi Osmanlı İmparatorluğu için finans merkezi olmuştur. Bu bölgede Osmanlı’nın merkez bankası olan Bank-ı Osmanî (1856 yılından sonra yeniden düzenlerek 1863 yılından itibaren Bank-ı Osmanî-i Şahane)[85] ve Osmanlı Borsası bulunurdu.[86] Bankalar Caddesi, 1990 yılına kadar finans ve ekonomi merkezi olmayı korumuş fakat yenileşme hareketi başlaması sonucu modern iş merkezleri Levent ve Maslak bölgeleri olmuştur. 1995 yılında İMKB, Sarıyer‘in İstinye semtinde bulunan bugünkü binasına taşınmıştır.[87]

Günümüzde İstanbul, Türkiye‘nin %55 üretimine ve %45′lik ticaret hacmine sahiptir. Ülkede Gayrisafi millî hasıla‘nın %21.2′lik kısmını oluşturur. Toplam ihracattaki payı %45,2, ithalâttaki payı ise %52,2′dir.[88]

Turizm

İstanbul’un tarihi, anıtlar ve yapıtların fazlalığı, ve Boğaz‘a sahip olması nedeniyle gözde turizm merkezlerinden biridir. Turistler arasında en büyük pay Almanlara aittir. Almanları Ruslar, Amerikalılar, İtalyanlar ve Fransızlar izler. 2011 yılında kente 8 milyon 58 bin turist gelmiştir. [89] Istanbul’da her bütçeye uygun otel bulmak mümkündür. 5 yıldızlı zincir otellerden, butik aile işletmesi otellere kadar 1180′den fazla otel bulunmaktadır. Son yıllarda dünya çapında isim yapmış zincir oteller İstanbul’a yoğun ilgi göstermektedirler.

Halk hizmetleri

Eğitim

Ana madde: İstanbul’daki üniversiteler listesi

İstanbul’da yedisi devlet yirmi dördü vakıf olmak üzere otuz bir üniversite vardır. Özellikle kamuya ait öğretim kurumları ülkenin en saygın ve en donanımlı üniversitelerindendir. Ancak son yıllarda da özel üniversitelerin sayısında bir yükselme olmuştur. Türkiye’nin en eski 3 devlet üniversitesinden ikisi İstanbul’dadır. İstanbul Üniversitesi 1453 yılında kurulmuştur ve Türkiye’nin en eski üniversitesidir.[90] İstanbul Teknik Üniversitesi (1773) ise dünyanın en eski üçüncü teknik üniversitesidir ve tamamen mühendislik bilimleri adanmıştır.[91][92] İstanbul’da tanınmış diğer devlet üniversiteleri; Boğaziçi Üniversitesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi‘dir. Ayrıca ülkenin en eski 4 vakıf üniversitesinden üçü bu kenttedir. Bunlar 1992 yılında kurulan Kadir Has Üniversitesi ve Koç Üniversitesi‘dir.

Türkiye’nin en eski teknik üniversitesi İTÜ‘nün mimarlık fakültesi binası

İstanbul’da eğitim veren Universiteler :

Hemen hemen İstanbul’daki tüm özel lise ve üniversitelerde İngilizce, Fransızca ve Almanca gibi ana yabancı dil veya ikincil yabancı dil eğitimi verilmektedir. Galatasaray Lisesi, 1481 yılında Galata Sarayı Enderun-u Hümayunu adılya kurulmuştur. Daha sonraki adıyla Galatasaray Mekteb-i Sultanisi şehrin en eski lisesi olmakla birlikte, en eski ikinci eğitim veren kurumudur.[127]

Galatasaray Lisesi ve ön bahçesi.

İstanbul Lisesi (1884) daha çok bilinen adıyla İstanbul Erkek Lisesi, uluslararası alanda tanınmış en eski liselerden biridir.[128]

Cağaloğlu Anadolu Lisesi, (eski adıyla İstanbul Kız Lisesi) 1850 yılında I. Abdülmecit‘in annesi Bezmiâlem Valide Sultan‘ın isteği üzerine kurulmuş, Osmanlı‘nın ilk sivil lisesi unvanına sahiptir. İlk olarak Valide Mektebi ve ardından Darülmaarif isimlerini almış, 1911-1933 yılları arasında İnas İdadisi(erkek öğretmen lisesi), 1933-1983 yılları arasında Türkiye’nin ilk kız lisesi İstanbul Kız Lisesi olarak hizmet vermiş, 1983 yılında ise bugünkü hâlini almıştır.[129]

Üsküdar‘ın Çengelköy semtindeki Kuleli Askeri Lisesi ise şehrin tek askeri lisesidir.

Nişantaşı Anadolu Lisesi (1905) , English High School for Boys adıyla özellikle İngiliz topluluğu mensuplarının çocuklarına sağlıklı bir eğitim vermek amacıyla kurulmuştur.1979 yılında MEB’e bağlanmış ve şimdiki adını almıştır.

Kadıköy Anadolu Lisesi (1955), eski ve daha iyi bilinen adıyla Kadıköy Maarif Koleji, Türkiye Cumhurriyeti’nin dünya çapında tanınan köklü ve seçkin liselerinden biridir. Kısaca Kadıköy Maarif veya KAL olarak bilinir. Ulusal Başarı ödülüne sahip ilk ve tek öğretim kurumu olan Kadıköy Maarif, aynı zamanda İstanbul Teknik Üniversitesi‘ne en çok başarılı öğrenci gönderen okul olarak RAGIP DEVRES ödülünün de sahibidir.[130]

Türkiye’de eğitim veren lise türlerinden biri olan Anadolu Liseleri grubuna giren Kadıköy Anadolu Lisesi, Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi, Pertevniyal Lisesi, Kabataş Lisesi Türkiye ve dünya çapında tanınmış liselerdendir.[130] İstanbul’da çok sayıda yabancı azınlık bulunmasından dolayı 19. yüzyıl’da yabancı liselerde artış görülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurulmasından sonra birçok yabancı okul Milli Eğitim Bakanlığı idaresine girmiştir. Fakat bazı liseler hâlen yabancı idaresi altındadır. Özel İtalyan Lisesi, İtalya hükûmeti tarafından yönetilmekte ve İtalyan devlet okulu olarak kabul edilmektedir. Ayrıca finansman ve öğretmen ihtiyacı Başkent Roma‘dan sağlanmaktadır.[131] 1863 yılında kurulan Robert Koleji ve diğer birçok okul bunların arasında sayılabilir.[132]

İstanbul, çoğu Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait geniş koleksiyonları içeren çok sayıda kütüphaneye sahiptir.[133] Tarihi belge koleksiyonları açısından en önemli kütüphaneler, Topkapı Sarayı Kütüphanesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Kütüphanesi, Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Süleymaniye Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve İBB’ ne bağlı olarak hizmet veren Atatürk Kitaplığı’dır.

Sağlık

İstanbul çok sayıda hastane, klinik ve laboratuvarla birlikte ülkenin tıbbi araştırma merkezidir. Bu tesislerin çoğu yüksek teknolojik ekipmanlara sahiptir. Bu imkânların tıbbi turizme etkisi vardır ve kent bu alanda çok hızlı ilerlemektedir.[134] Öyleki İngiltere ve Almanya gibi Batı Avrupa ülkeleri dar gelirli hastalarını yüksek teknolojik tıbbi tedavi ve operasyonlar için İstanbul’a göndermektedir.[135] İstanbul özellikle lazer Oftalmoloji (Göz cerrahi) ve plastik cerrahi için küresel bir durak hâline gelmiştir.[134]

Kentte özellikle hava kirliliği sağlık için büyük bir sorun oluşturmaktadır. Özel araçların artması ve kamu ulaşımının yavaş ve yetersiz olması bu sorunu artırmaktadır. Bu sorunla ilgili olarak Ocak 2006′da yalnızca kurşunsuz benzin kullanımı planlanıyordu.[136]

Alt yapı

Yerebatan Sarnıcı‘nın iç görünümü.

Bozdoğan Kemeri‘nin günümüzdeki hâli.

Kentin su ihtiyacını karşılamak için yapılan sistemler şehrin kuruluş dönemine kadar uzanmaktadır. İki en önemli su kemeri, Roma döneminde inşa edilmiş Mazul Kemeri ve Bozdoğan Kemeri (Valens Kemeri)’dir. Şehrin Kuruluş dönemlerinde su ihtiyacı, yeraltı kaynaklarından sağlanıyordu. İlk önemli su tesisleri Roma döneminde yapılmıştır.[137] Roma İmparatorları’ndan Valens, Halkalı civarından Beyazıt’a kadar su getirtmiş ve bu su yolu için Mazul Kemer ile Bozdoğan Kemeri’ni inşa ettirmiştir.[138] Ayrıca Valens zamanında Belgrad Ormanları‘nda bir bent de yaptırılmıştır. Kağıthane Deresi’nin suları ızgaralarda toplanarak şehrin su ihtiyacını karşılamak için kullanılmıştır. Toplananlar sular şehrin çeşitli sarnıçlarına toplanmıştır. Bu sarnıçların en büyük ve en önemlileri Binbirdirek Sarnıcı (Philoxenos) ve Yerebatan Sarnıcı‘dır. Şehirde nüfusun giderek artması sonucu yine su sıkıntıları çekilmeye başlanmış, bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman bu sorunun çözülmesi için “Ser Mimaran-ı Cihan ve Mühendisan-ı Devran” diye ma’ruf Mimar Sinan‘ı görevlendirdi. Böylece 1555 yılında Kırkçeşme Su Tesislerinin inşaasına başlanmış oldu.[137] Daha sonraki yıllarda suya olan ihtiyacın ve halkında isteği sonucu, küçük ikmal şebekleriyle halkın kullanımına açık çeşmeler yapılmaya başlandı.

Bugün, suları klorlama, Atık su arıtma, dezenfekte etme ve dağıtma gibi hizmetler İSKİ (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi) tarafından yürütülmektedir.[139] Ayrıca bazı özel kuruluşlarda temiz su dağıtımı yapmaktadır. İstanbul’da elektrik dağıtımı ve bakımı ise Türkiye Elektrik İletim A.Ş. tarafından yapılmaktadır.[140] Kentin ilk elektrik üretim tesisi ise 1914 yılında kurulan ve 1983 yılına kadar hizmet veren Silahtarağa Elektrik Santrali‘dir.[141]

Osmanlı İmparatorluğu‘nda ilk Posta ve Telgraf Bakanlığı 23 Ekim 1840 yılında, Tanzimat Fermanı ile yaşanan gelişmelerin sonucu olarak kurulmuştur.[142] İlk postane ofisi olan Postahane-i Amire Yeni Cami avlusu yakınlarındaydı.[142] İlk Uluslararası ise 1876 yılında kurulmuş, 1901 yılında ise havale türü ve kargo gibi işlemlerin kabulüne başlanmıştır.[142] 1847 yılında Samuel Morse tarafından telgrafın patenti alınmıştır. Samuel Morse’un bu yeni buluşu, eski Beylerbeyi Sarayı‘nda (Beylerbeyi Sarayı 1861-1865 yıllarında aynı yere yenisi inşa edildi.) bizzat Padişah Abdülmecit tarafından test edilmiştir.[143] Bu başarılı deneme sonrasında, İstanbul ve Edirne arasında ilk telgraf hattı kurulumu 9 Ağustos 1847 yılında başlamıştır. 1855 yılında Telgraf İdaresi kurulmuş,[142] 23 Mayıs 1909 yılındada 50 hat kapasiteli ilk manuel telefon santrali Büyük Postane adıyla Sirkeci‘de hizmet vermeye başlamıştır.

Önemli mekânlar

Yapılar

İstanbul Surları

İstanbul Surları

İstanbul’un etrafını çeviren surlar tarihte 7. yy.dan başlayarak inşa edilmiş, yıkılmalar ve yeniden yapmalarla dört defa elden geçmiştir. Son yapımı M.S. 408′den sonradır. II. Theodosius (408-450) zamanında İstanbul surları Sarayburnu‘ndan Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray’a bu taraftan ve Marmara kıyısı boyunca Yedikule‘ye, Yedikule’den Topkapı‘ya, Topkapı’dan Ayvansaray’a uzanıyordu.[144] Surların uzunluğu 22 km.’dir . Haliç surları 5.5 km., kara 6,5 km., Marmara Surları ise 9 km.’dir.

Kara surları üç bölümden oluşur. Hendek, dış sur,iç sur. Hendekler bugün tarım alanı olmuştur. Sura bitişik ve 50 m. aralıklarla kara surları tarafında, birçoğu yıkılmış, çatlamış durumda 96 burç bulunmaktadır. Bu burçlar, boydan boya uzanan sur duvarlarından 10 metrelik çıkıntıda, çoğunlukla kare planlı ve 25 metre yüksekliğindedir.

Dolmabahçe Sarayı

Haliç

Beylerbeyi Sarayı

Topkapı Sarayı

Yıldız Sarayı

Çırağan Sarayı

Dolmabahçe Sarayı

Dolmabahçe Sarayı, Karaköy‘den Sarıyer‘e uzanan sahil şeridinin Kabataş ile Beşiktaş arasında kalan bölümünde, Marmara Denizi‘nden Boğaziçi‘ne deniz yoluyla girişte sol sahilde, Üsküdar‘ın karşısında yer alan saray. Denizden yer alınıp doldurulmasıyla ortaya çıkan alana yapıldığı için dolmabahçe adını almıştır. Yapımı için dış devletlerden borç alınmıştır.[145] Dolmabahçe Sarayı’nın bugün bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Osmanlı Kaptan-ı Derya‘sının gemileri demirlediği, Boğaziçi‘nin büyük bir koy‘u idi. Dolmabahçe sarayı hâlâ eski güzelliğini korumaktadır. Geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy zamanla bir bataklık hâline geldi. 17. yüzyıl’da doldurulmaya başlanan koy, padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir “hasbahçe”ye dönüştürüldü. Bu bahçede çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu, uzun süre Beşiktaş Sahilsarayı adıyla anıldı.[146]

Haliç

Ana madde: Haliç

Haliç, (batılıların deyişi ile Altın Boynuz) İstanbul’un bir koyudur. Haliç’in kelime anlamı, nehir ağızındaki koy demektir. Yunan efsanesine göre; Megaralılar, kralları Beyaz’ın annesi Keroessa için Altın Boynuz ismini vermişlerdir. Bizans döneminde kolonileşme de burada başlamıştır. Aynı zamanda Bizans İmparatorluğu’nun denizcilik merkeziydi.Sahil boyunca uzanan duvarlar,şehri bir deniz filosu atağından korumak için inşa edilmiştir. Haliç’in girişinde istenmeyen gemilerin girişini engellemek için, şehirden karşıya eski Galata kulesi’nin kuzeydoğu ucuna uzanan geniş bir zincir vardı. Bu kule Latin haçlılarınca 4.Haçlı seferinde 1204 yılında geniş bir şekilde tahrip edildi. Fakat Ceneviz‘liler yanına yeni bir kule inşa ettiler. Bu kule meşhur Galata Kulesi 1348 Christea Turris (Tower of Christ:İsa’nın Kulesi) diye adlandırılır. Osmanlı döneminde Yoğun Bektaşi nüfusun yaşadığı bir bölge idi. Karaağaç tekkesi,Karyağdı Baba tekkesi,Giresunlu Tekkesi gibi birçok Bektaşi tekkesi bu bölgede idi

Beylerbeyi Sarayı

Beylerbeyi sarayı 1861-1865 yıllarında, eski ahşap bir sahil sarayının yerinde Sultan Abdülaziz tarafından Sarkis Balyan‘a yaptırılmıştır.[147] Yazlık bir saray olarak inşaa edilen Beylerbeyi Sarayı, boğazı izleyebilecek bir yere yerleştirilmiştir. Saray, çok büyük olmamakla beraber, güzel işlemeleri ile göz kamaştırır. Sarayın mimarisi, Avrupa mimarisinden çok etkilenmiş olmakla beraber, Osmanlı’ya özgü süslemeler gayet rahat görülebilir. Sarayın içerisi rengarek çinilerle süslenmiş olup içeride Avrupa’dan getirlen mobilyalar ve değerli eşyalar kullanılmıştır. Sarayın tavanlarında ve duvarlarında özellikle gemi resimleri dikkat çeker.

Topkapı Sarayı

Ana madde: Topkapı Sarayı

Topkapı Sarayı, İstanbul’da yer alan ve dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskisi ve genişidir.[148] Konumu, Haliç’i, Boğaziçi’ni ve Marmara denizi gören, İstanbul’un ilk kuruluş yeri olan bilinen akropol tepesidir. Tarihi İstanbul üçgen yarımadasının en uç noktasında, 5 km’yi bulan surlarla çevrili, 700.000 m2 özel araziye sahip bir komplekstir. Bu özelliği ile saraydan çok küçük bir şehri andıran Topkapı Sarayı, 500 yılı aşkın bir süredir kullanılmıştır. Sonradan padişah, yeni yapılan Dolmabahçe Sarayı’na taşınınca saray, uzun bir süre bakımsız bırakıldı. Saray, Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan restorasyon sayesinde eski görkemine geri kavuştu. Şu an bir müze olarak kullanılan sarayda padişaha ait eşyalar segilenir. Müze kolleksiyonunun en değerli parçaları arasında Muhammed‘in hırkası, dişi, ayak izi ve kılıcı sayılabilir. Bu nesneler, Yavuz Sultan Selim döneminde Kahire’den getirlmiştir. Başka bir değerli parça ise dünyaca meşhur Kaşıkçı Elması‘dır. Topkapı Hançeri ise müzede sergilenen başka bir değerli eşyadır.

Yıldız Sarayı

Ana madde: Yıldız Sarayı

Yıldız Sarayı ilk kez Sultan III. Selim‘in annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmış, özellikle Osmanlı padişahı II. Abdülhamit zamanında Osmanlı İmparatorluğunun ana sarayı olarak kullanılmış, günümüzde Beşiktaş İlçesi’nde yer alan bir saraydır.[149][150] Dolmabahçe Sarayı gibi tek bir bina hâlinde değil, Marmara denizi sahilinden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselip sırt çizgisine kadar tüm yamacı kaplayan bir bahçe ve koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ve parklar bütünüdür.

Çırağan Sarayı

Galata Kulesi

İstanbul, Beşiktaş ilçesi, Çırağan Caddesi üzerinde bulunan tarihi saray. Haliç ve Boğaziçi’nin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray ve köşkleri için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların birçoğu yok olmuştur. Büyük bir saray olan Çırağan da 1910 yılında yanmıştı.[151] Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmıştı. Dört yılda 4 milyon altına mâl olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Taş işçiliğinin üstün örnekleri sütunları zengin döşenmiş, mekânlar tamamlardı. Odalar nadide halılarla, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü. Boğaziçi’nin diğer sarayları gibi Çırağan da birçok önemli toplantıya mekân olmuştu. Renkli mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi. Yıllar boyu harabe hâlinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile beş yıldızlı, güzel bir sahil oteline dönüştürülmüştür. Bahçesinde süs havuzu, bir iskele ve bir helikopter pisti bulunmaktadır. Günümüzde birçok sosyal aktiviteye ev sahipliği yapmaktadır.[152][153]

Galata Kulesi

Ana madde: Galata Kulesi

İstanbul Beyoğlu’nda Galata semtinde bulunan 528 yılında inşa edilmiş kuledir. Kuleden şehir panoramik bir şekilde izlenebilmektedir. Bizans imparatoru Anastasius tarafından inşa edilmiştir. Daha sonra 1204 yılında 4.Haçlı Seferleri ile büyük ölçüde tahrip olan kule 1348 yılında İsa Kulesi olarak Cenevizliler tarafından Galata Surlarına tekrar ek olarak yapılmıştır. Bugün çok canlı mekanlardan biri olan Galata Meydanı da kulenin yanındadır.

Meydanlar

Taksim Meydanı

Taksim Meydanı

Ana madde: Taksim Meydanı

Taksim semti ve meydanı adını, Osmanlı Devleti‘nde zamanında sucuların; suyu, halka taksim ettikleri yer olduğundan verilmiştir.[154]

Meydan olmadan önce, eski evlerin sıralandığı dar bir bölge olan semt, meydan hâline getirilip genişletildikten sonra, zamanla bugünkü görünümünü almıştır. Meydanın ortasındaki Cumhuriyet Anıtı ve çevresi bugün tören yeri olarak kullanılıyor ve buluşma yeri işlevini üstleniyor.[155] Meydan’ın başlangıcından Tünel’e kadar Nostaljik tramvay çalışır.[156]

Taksim Meydanı’nın simgesi hâline gelen Cumhuriyet Anıtı İtalyan heykeltraş Pietro Canonica‘ya yaptırılmış, 1928 yılında yerine yerleştirilmiştir. Anıtın yapımı 2,5 yıl sürmüş, anıt taş ve bronz kullanılarak yapılmıştır.[157] Cumhuriyet dönemi anıtlarından ilk defa figüratif bir anlatımla Atatürk‘ü ve yeni düzeni anlatan bir heykeldir.[158]

Sultanahmet Meydanı

Sultanahmet Meydanı

İstanbul’un en önemli meydanlarından biri. Bizans devrinde Hipodrom olarak bilinirdi. “Hipodrom” Yunanca “hippos” (at) ve “dromos” (yol) sözcüklerinin bileşiminden oluşan ve “atyolu” anlamına gelen bir kelimedir. Osmanlı döneminde buraya At Meydanı denirdi.[159] [160]

Günümüze çok az kalıntıları kalan Bizans devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti. “Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı. Bu Saraydan günümüze bir büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir. Şehrin en önemli meydanı Agusteion ve burası ile cadde arasında Milerium zafer takı bulunurdu. Cadde Roma’ya kadar uzanan yolun başlangıcı idi ve ilk kilometre taşı da buradaydı.[161]

Meydanda bulunan sütunlardan ilki aynı zamanda aralarından en eskisidir. Üzerinde hiyeroglifler bulunan bu taş, firavun I. Tutmosis‘in mezarından taşınmıştır. 2000 yıllık tarihi ile bu taş, aslında Bizans İmparatorluğu’ndan bile daha eskidir. İkinci sütun ise “Yılanlı Sütun” ya da “Burmalı Sütun” olarak adlandırlmaktadır. Bu sütun tunçtan yapılmış olup, birbirine sarılan üç yılan şeklinde yapılmıştır. Sütun Delfi‘den getirlmiş olup, kente yılan gelmesini önlediği söylenir. Şu an sütundaki yılanları başları olmayıp, sadece birinin üst çenesi İstanbul Arkeoloji Müzesi‘nde sergilenmektedir. Eskiden tepesinde altın, gümüş ve bakırdan yapılma bir kazanın olduğu söylense de doğruluğu ıspatlanamamıştır. Üçüncü sütuna ise “Örmeli Sütun” denilir. Bu sütunun taşlarının her biri ayrı bir yerden olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerinden geldiği rıvayet edilir. Eskiden üzeri altın yaldızlı levhalarla kaplı iken o levhalar kentin yağmalanmasından sonra çalınmıştır. Bu sütunun içinde bir mıknatıs bulunduğu, kenti depremden koruyacağı ve kıyamete kadar dayanacağı rıvayet edilir.

Osmanlı zamanında da Yeniçeri isyanları bu bölgede olur, kırk gün kırk gece süren şehzade sünnet düğünleri, şenlikler burada yapılırdı. Halide Edip‘in İstanbul’un işgaline karşı konuşma yaptığı Sultanahmet mitingi de burada yapılmıştır.[162] Meydanın orta yerinde Kayzer II. Wilhelm‘in ziyaret hatırası olarak yapılmış olan Alman Çeşmesi bulunmaktadır. [163] Meydanın batısında ise İstanbul Adliyesi yer almaktadır. Meydan günümüzde İstanbul’un en önemli turistik merkezidir.

Beyazıt Meydanı

Beyazıt Meydanı

Ana madde: Beyazıt Meydanı

Tarihî yarımada içerisinde bulunan tarihi bir meydandır. İstanbul Üniversitesi ve Tarihi Kapalı Çarşı‘ya ev sahipliği yapmaktadır.Beyazıt Camiini de içinde bulunduran meydan turistlerin uğrak noktasıdır.

Özgürlük Meydanı

Bakırköy ilçesi İstanbul’un en kalabalık ilçelerinden birisidir. Bu ilçenin en popüler mekânlarından biri de Özgürlük Meydanı veya eski adıyla Cumhuriyet Meydanıdır.

Gülhane Parkı

Parklar

Gülhane Parkı

Gülhane Parkı, İstanbul’un Fatih ilçesinde yer alan bir parktır. Park, eskiden Topkapı Sarayı’nın bir bahçesi idi. Padişahın Dolmabaçe Sarayı’na taşınması ile bahçedeki ağaçlar da saraya taşınmıştır. Bu yüzden bahçe, o zamanlar harap bir hâlde idi. 2003 yılında park olarak yeniden düzenlenen bahçe, yeniden eski hâlini alır. Ayrıca parkın Sarayburnu‘na doğru olan tarafından, İstanbul’un belki de en güzel manzaralarından biri izlenebilir. Ayrıca parkın tam oratsında Gotlar Sütunu adı verilen bir sütun yer alır.

Kültür ve Modern Yaşam

Sahne ve güzel sanatlar

İstanbul Arkeoloji Müzesi, Topkapı Sarayı‘nın bitişiğindedir.

İstanbul giderek kültürel açıdan daha önemli bir merkez hâline gelmektedir. Şehir, 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmiştir [164][165]

Dünyaca ünlü pop starlar İstanbul stadyumlarını doldururken, opera, bale ve tiyatro gibi sanat dallarında eserler yıl boyu sahnelenir. Mevsimsel festival boyunca, dünyaca ünlü orkestralar, koral müzik grupları ve caz müziğinin efsane isimleri konser vermektedirler. 1982 yılından beri düzenlenmekte olan Uluslararası İstanbul Film Festivali, Avrupa‘daki en önemli film festivallerinden birisidir.[166] Güzel sanatlarla ilgili olarak 2 yılda İstanbul Bienali düzenlenmektedir.

2004 yılında açılan İstanbul Modern Sanat Müzesi sık sık Türk ve yabancı sanatçıların sergilerine ev sahipliği yapmaktadır.[167] Ayrıca Pera Müzesi ve Sakıp Sabancı Müzesi‘de dünyanın ünlü sanatçılarının sergilerini barındıran kentin önemli müzelerindendir.[168][169] Haliç‘in kıyısında kurulan Rahmi M. Koç Müzesi‘nde genellikle sanayi, ulaşım, endüstri ve iletişim tarihine ait 1800 ve 1900′lü yılların araba, lokomotif, tekne, denizaltı ve uçakları sergilenmektedir.

Çinili Köşk Müzesi

1881 yılında kurulan İstanbul Arkeoloji Müzesi kendi türünde dünyanın en büyük müzelerinden biridir.[170] Müzede Akdeniz Havzası, Balkanlar, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya‘ya ait 1 milyon arkeolojik parça bulunmaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin bünyesine ayrıca Çinili Köşk Müzesi de bulunur. Müzede Selçuklu ve Osmanlı devirlerinden kalma İznik çinisi ve seramik örnekleri sergilenmektedir. Sultanahmet Meydanı‘nda bulunan Büyük Saray Mozaikleri Müzesi geç Roma İmparatorluğu dönemi ve erken Bizans İmparatorluğu dönemine ait Büyük Saray‘ın taban mozikleri ve duvar süslerini barındırır. Bu müzeye oldukça yakın olan Türk ve İslam Eserleri Müzesi‘nde ise çeşitli İslam uygarlıklarına ait geniş bir koleksiyon bulunmaktadır. Türkiye‘nin ilk özel müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi‘de eski Anadolu uygarlıklarından, Osmanlılara kadar uzanan geniş bir yelpazede birçok eser içerir.[171]

Aya İrini

Beşiktaş ilçesinde yer alan Yıldız Sarayı, İstanbul Antika Fuarı’na ev sahipliği yaparak Doğu ve Batı’dan birçok antika eseri bir araya getirmiştir.[172] Şişli‘nin Mecidiyeköy semtinde bulunan Çok katlı Mecidiyeköy Antikacılar Çarşısı şehrin en büyük antikacılar çarşısıdır. 1455 – 1461 yılları arasında II. Mehmet tarafından yaptırılan Eminönü‘ndeki Kapalı Çarşı mücevher, halı, sanat eseri ve antika eşyalar satan sayısız dükkân vardır.[173] Beyazıt Meydanı‘ndaki tarihi ve nadir kitapların satıldığı Sahaflar Çarşısı, dünyanın en eski kitap çarşılarından birisidir. Sürekli olarak geç Roma, Bizans ve Osmanlı döneminden bu yana faaliyet göstermektedir.[174]

Canlı gösteriler ve konserler için ev sahipliği yapan bir numaralı tarihi mekânlar Aya İrini, Rumeli Hisarı, Yedikule Hisarı, Topkapı Sarayı avlusu ve Gülhane Parkı‘dır. Önemli bir kültür öğelerinden biride Türk Hamamı‘dır. Osmanlı döneminde yapılan ve buna en iyi örnek olan Çemberlitaş Hamamı (1584), Fatih‘in Çemberlitaş semtindedir.[175]

Rekreasyon

Geleneksel plajlar su kirliliği nedeniyle yavaş yavaş kaybolmaktadır. Ancak son zamanlarda şehirde eski plajlar yeniden açılmaktadır. Kentin yüzme için en çok tercih edilen yerleri, Bakırköy, Küçükçekmece, Sarıyer ve Boğaz‘dır. Şehir dışında kalan Adalar, Silivri ve Tuzla‘nın yanı sıra Karadeniz‘e kıyısı bulunan Kilyos ve Şile de yüzmek ve dinlenmek için tercih edilmektedir.

Prens Adaları, Marmara Denizi‘ndeki bir grup adadan oluşmaktadır. Kartal ve Pendik ilçelerinin güneyinde kalan adalarda 19. ve 20. yüzyıl başlarından kalma birçok çam ve fıstık çamı vardır. Ayrıca bu dönemden kalma neoclassical and art nouveau tarzında Osmanlı yazlık konkları vardır. Adalarda başlıca balık ve deniz yemekleri yaygındır. İstanbul’a uzak mesafede bulunan Şile ilçesi yazlık ve dinlenme yeri olma özelliği ile bilinir. Şehir merkezine uzaklığı 50 kilometredir. Bozulmamış beyaz kum plajı bulunur.

Kapalı Çarşı, dünyanın en büyük ve en eski kapalı alışveriş merkezlerinden birisidir.

Alışveriş

İstanbul’da çok sayıda tarihi çarşı vardır. Kapalı Çarşı (1461), Mahmutpaşa Çarşısı (1462) ve Mısır Çarşısı bunlardan en önemlileridir. İlk modern alışveriş merkezi ise Bakırköy ilçesinde bulunan Galleria‘dır. 20. yy’ın son yıllarında daha ziyade “alışveriş merkezi” adı verilen modern çarşıların sayısı artmıştır. Bunların en önemlileri, Akmerkez 1993, Capitol Alışveriş Merkezi 1994, Profilo Alışveriş Merkezi 1998, Cevahir Alışveriş Merkezi 2002, Avrupa’nın ve Dünya’nın en iyi alışveriş merkezi ödülünü kazanan Metrocity (2003), Kanyon Alışveriş Merkezi (2006), İstinye Park (2008), Meydan Alış Veriş Merkezi (Ümraniye[176]Merter[177] – 2009).

Restoranlar

İstanbul, geleneksel Türk lokantaları ile birlikte, Avrupa ve Uzak Doğu‘lu birçok restoran ve diğer mutfakları bünyesinde barındırmaktadır. Kentin en önemli meyhane ve barları şehrin en canlı yerlerinden biri olan Beyoğlu ilçesindeki İstiklal Caddesi‘nde toplanmıştır. 1876 yılında açılan Çiçek Pasajı, pek çok tarihi meyhane, bar ve restoranı içerisinde bulundurmaktadır. 1870 yılındaki büyük Beyoğlu yangını sonucu yanarak yıkılan Naum Tiyatrosu‘nun yerine Hristaki Zografos Efendi tarafından inşa ettirilmiştir. Rum Cleanthy Zanno’nun mimarlığında yeni bir tip çarşı binası olarak Cité de Péra adıyla açılmıştır.

Diğer tarihi bar ve kahvehaneler Tünel Pasajı çevresindeki alanlarda ve Asmalımescit Sokağı yakınlarında ve yine Çiçek Pasajı’nın arka darafına düşen Nevizade Sokağı’nda yoğunlukla bulunur. İstiklal Caddesi çevresindeki bazı tarih mahalleler farklı şekillerde yeniden restore edilmiştir. Galatasaray Lisesi yakınlarındaki Cezayir Sokağı‘nda resmi olmayan adıyla bilinen La Rue Française[178][179] de (Fransız Sokağı) frankofon barlar, kafeler ve canlı müzik dinletisi sunan restaronlar bulunmaktadır.[180]

İstanbul da tarihi balık lokantalarıda oldukça ünlüdür. En popüler balık lokantaları genellikle Boğaz‘da ve şehrin güneyindeki Marmara Denizi kıyılarındadır.[181][182] Ayrıca Marmara Denizi’ndeki en büyük Prens Adaları (Büyükada, Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada) ve İstanbul Boğazı‘nın kuzey girişinde bulunanAnadolu Kavağı‘da tarihi balık restoranlarıyla ünlüdür.

Gece hayatı

Şehirdeki pek çok gece kulübü, barlar, restoranlar ve tavernalar canlı müzik ile birlikte insanlara hizmet vermektedir. Gece kulüpleri, restoran ve barların sayısında artışla birlikte yaz aylarında artan sıcaklık insanları bu yerlere çekmektedir. Özellikle İstiklal Caddesi ve Nişantaşı çevrelerinde kafeler, restoranlar, barlar, kulüpler, sanat galerileri, tiyatro ve sinemalar yoğunlaşmıştır. Babylon[183] ve Nu Pera Beyoğlu‘daki yaz ve kış hizmet veren gece kulüplerindendir.

En popüler açık hava gece kulüpleri İstanbul Boğazı kıyılarında bulunur. Ortaköy semtinde bulunan Sortie[184],[185] Reina[186][187] ve Anjelique[188] bunlardan bazılarıdır. Ortaköy semtinin bir diğer önemli mekânlarından Q Caz Bar ise canlı caz müziği ile insanlara şık bir ortam sunmaktadır.

Maslak semtindeki İstanbul Arena ve Boğaziçi‘ndeki Kuruçeşme Arena[189] dünyanın dört bir köşesinden gelen ünlü şarkıcı ve orkestraların canlı konserlerine ev sahipliği yapmaktadır. Maslak semtindeki bir başka yerlerden birisi olan Parkorman[190], Music TV‘nin 2002 yılındaki canlı konser ve partilerine ev sahipliği yapmıştır.

Ulaşım

Ana madde: İstanbul halk taşımacılığı

Kent dışı ulaşım

Karayolu ile ulaşımda kullanılan Büyük İstanbul Otogarı, 1980′li yıllarda Topkapı‘da bulunan İstanbul Trakya Otogarı’nın yetersiz gelmesi üzerine, 1987′de yapımına başlanmış, 1994 yılında hizmete girmiştir.[191]

Kente demiryolu ile ulaşım için kullanılan Haydarpaşa Garı, 1908′de İstanbul – Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilmiştir. Gar, TCDD‘nin ana istasyonudur. İstanbul’un Anadolu Yakası‘nda Kadıköy‘de bulunur. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde bu istasyondan Bağdat Demiryolu yanında Hicaz Demiryolu seferleri de yapılmaya başlanmıştır.[192] Şehrin Avrupa yakasında Eminönü‘nde bulunan Sirkeci Garı Trakya ve Avrupa’ya demiryolu ulaşımının başlangıcıdır.

Kente havayolu ile ulaşım için Atatürk Havalimanı[193] ile Sabiha Gökçen Havalimanları mevcuttur.[194] 3. Havalimanının da yapılması gündemdedir.

Kentin Türkiye’deki önemli merkezlere uzaklığı şöyledir: Kayseri 770 Adana 939, Hatay 1171, Ankara 454, Antalya 724, Bursa 243, Edirne 227, Diyarbakır 1372, Gaziantep 1136, İzmir 565, Konya 663, Kayseri 770, Samsun 733, Trabzon 1067 km.[195]

Kent içi ulaşım

İstanbul Raylı Sistem Haritası

İlde kent içi ulaşımda kullanılmak üzere İETT ve Ulaşım AŞ tarafıdan[196] işletilen metro, tramvay, metrobüs otobüslerin yanında dolmuş ve İDO tarafından işletilen deniz otobüsleri ve feribotlar da kullanılmaktadır. İstanbul, 1876′da yapılan Tünel ile toplu taşımada metronun ilk kullanıldığı yerlerdendir. Yapımına 2004 yılında başlanan Marmaray tamamlandığında, Avrupa yakası ile Asya yakası arasında raylı sistem ile yolculuk yapılabilecektir.[197] Kentte onüç adet raylı sistem hattı vardır ve bu hatların uzatılması ve yenilerinin yapılması projeleri vardır.[198] Kentte ayrıca 1510 m uzunluğundaki Fatih Sultan Mehmet ve 1071 m uzunluğundaki Boğaziçi Köprüsü ile Avrupa Yakası ile Asya Yakası arasındaki ulaşım sağlanır. 3. Köprünün ihalesi bugünlerde yapılmaktadır.

Metro

Ana madde: İstanbul metrosu

İstanbul Teknik Üniversitesi Müzesi’nde, son senelerde eski kitaplar arasında bulunarak sergilenen, Avant Projet d’un Metropoliain a Constantinople (İstanbul’da bir metro ön projesi) L. Guerby Ing. imzasını taşıyor. Projenin eldeki mavi ozalit kopyası 1/5.000 ölçeğinde. Güzergah üzerindeki 24 istasyon Topkapı suriçi tramvay durağından başlayarak Şişli tramvay durağında son buluyor. İstasyonlarda peron uzunlukları 75 m; en uzun ara 975 m, en kısa ara 220 m olarak önerilen proje, 10 Ocak 1912 tarihini taşıyor.

İstanbul Metrosu ile ilgili yapılan son proje IRTC kapsamında 1987′de gerçekleştirilen çalışmadır. Bu konsorsiyum İstanbul Metrosu ile birlikte “Boğaz demiryolu tüneli” projesini de birlikte hazırlamıştır. Bu etütte metro güzergahı 16.207 m olup istasyonları Topkapı – Şehremini – Cerrahpaşa – Yenikapı – Unkapanı – Şişhane – Taksim – Osmanbey – Şişli – Gayrettepe – Levent – 4.Levent olan bir hat önermiştir. Bu projenin ŞişhaneHacıosman arası açılmış olup[199], kalan kısımları inşa hâlindedir: Güneyinde Yenikapı’ya uzatma çalışmaları sürmektedir.

2004 yılında temelleri atılan ve yapımı devam eden Marmaray Projesi‘nin 2013 yılının sonlarına kadar tamamlanması planlanmaktadır. Avrupa ve Asya yakasını İstanbul Boğazı‘nın altından birleştirecek banliyö hattı iyileştirme projesidir. Adının ilham kaynağı olan Ankaray ve Bursaray‘dan tamamen farklıdır. Zira Ankaray ve Bursaray birer metrodur. Marmaray ise Manş Denizi‘ndeki Eurotunnel benzeri bir demiryolu projesidir. Bununla beraber İstanbul metrosuna aktarma bağlantıları da vardır.[200]

Anadolu Yakası’nda ise 2005 yılında Kadıköy-Kaynarca Metrosu‘nun temeli atılmıştır. Hat, Temmuz 2012 tarihinde Kadıköy-Kartal olarak hizmete girecek, Kaynarca uzatması açıldığında 26,5 KM uzunluğuyla İstanbul’un en uzun metrosu olarak 19 istasyona sahip olacaktır. Hattın Sabiha Gökçen Havaalanı ile bağlantısının yapılması da gündemdedir.

Ayrıca Üsküdar-Çekmeköy metro projesinin de 2012 Mart ayı itibariyle inşaatına başlandı. Projenin 38 ayda bitirilmesi planlanmaktadır.

Medya

İlk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi, 1 Ağustos 1831 tarihinde Bâb-ı Âli semtinde basıldı.[201] Bâb-ı Âli böylece medyanın en önemli merkezi hâline gelmiştir. İstanbul, Türkiye‘nin medya başkenti olmakla birlikte çeşitli yerli ve yabancı basın kuruluşları arasında büyük bir rekabet vardır. Türkiye’nin önemli ulusal medya ve yayın kuruluşlarının merkezide çoğunlukla İstanbul’dadır. Aynı zamanda Ankara ve İzmir‘de de yayın merkezleri vardır.[202] İstanbul merkezli büyük gazete kuruluşları olan; Posta, Zaman, Hürriyet, Milliyet, Sabah, Radikal, Cumhuriyet, Türkiye, Akşam, Star, BirGün, Tercüman, Vatan, Takvim, Yeni Şafak ve Türkiye‘nin ilk İngilizce gazetesi olan Hürriyet Daily News[203] ile Today’s Zaman bunların başlıcalarıdır. Ayrıca çok sayıda yerel – ulusal TV ve radyo istasyonlarıda İstanbul’da bulunmaktadır. TNT, STV, CNBC-e, CNN Türk, Ulusal Kanal, MTV Türkiye, FOX, TRT (Ana binasının biri de Ankara’dadır.) NTV, Kanal D, ATV, Show TV, Star TV, Cine5, Skytürk 360, TGRT Haber, Kanal 7, KanalTürk, Flash TV ve diğer birçok sayıdaki TV kuruluşları bunların arasındadır. Şehirde yüzü geçkin FM radyo istasyonuda bulunmaktadır.[204]

Spor

Bizans ve Roma dönemlerinden beri birçok spor faaliyetine ev sahipliği yapan İstanbul; günümüzde futbol, basketbol, voleybol ve çeşitli motor yarışlarına ev sahipliği yapar. Türkiye liglerinin üç büyüğü Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş‘ın antrenman ve maç sahaları burada bulunmaktadır.[205][206] Bunun yanında basketbolda Anadolu Efes, Galatasaray Medical Park, Fenerbahçe Ülker ve Beşiktaş ile voleybolda Eczacıbaşı, Galatasaray Daikin, Beşiktaş Bahçeşehir Üniversitesi, Fenerbahçe ve Vakıfbank hentbolda Beşiktaş tekerlekli sandalye basketbolunda ise Beşiktaş RMK Marine ve Galatasaray gibi takımlar şehrin önemli kulüpleridir.

Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena, Atatürk Olimpiyat Stadı ve Şükrü Saraçoğlu Stadı UEFA‘nın beş yıldızlı stadları arasındadır ve Atatürk Olimpiyat Stadı, 2005 Şampiyonlar Ligi Finali‘ne ev sahipliği yapmıştır.[207] Aynı şekilde Şükrü Saraçoğlu Stadı da 2009 UEFA Kupası Finali‘ne ev sahipliği yapmıştır.

Dünyanın en büyük spor organizasyonlarından biri olan Formula 1 yarışlarına ev sahipliği yapmakta olan İstanbul Park Pisti, toplam 2 milyon 215 bin m2′lik bir alanı kaplamaktadır.[208]

Türkiye’nin en önemli hipodromu olan Veliefendi Hipodromu kentteki önemli yarışlara ev sahipliği yapmaktadır.

2012-2013 Sezonu Kulüpleri; bulundukları ligler, kullandıkları stadlar ve spor salonları

Futbol

Süper Lig

Kulüp Saha Kapasite Kuruluşu
İstanbul BŞB Atatürk Olimpiyat Stadyumu 82.576 1990
Galatasaray Türk Telekom Arena 52.650 1905
Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu 50.530 1907
Beşiktaş BJK İnönü Stadyumu 32.145 1903
Kasımpaşa Recep Tayyip Erdoğan Stadyumu 14.234 2004

1. Lig

Kulüp Saha Kapasite Kuruluşu
Kartalspor Kartal Stadyumu 15.000 1949

2. Lig

Kulüp Saha Kapasite Kuruluşu
Sarıyer Yusuf Ziya Öniş Stadyumu 10.000 1940
İstanbul Güngörenspor Mimar Yahya Baş Stadyumu 7.589 1983
Pendikspor Pendik Stadyumu 4.000 1950
Gaziosmanpaşaspor Gaziosmanpaşa Stadyumu 4.000 1965
Tepecikspor Tepecik Belediye Stadyumu 3.000 1988
Bayrampaşaspor Çetin Emeç Stadyumu 2.500 1959
Eyüpspor Eyüp Stadyumu 2.500 1919

3. Lig

Kulüp Saha Kapasite Kuruluşu
Sancaktepe Belediyespor Hakan Şükür Stadyumu 7.000 2008
Fatih Karagümrük Vefa Stadyumu 6.500 1926
Beylerbeyi Beylerbeyi 75. Yıl Stadyumu 5.500 1903
Anadolu Üsküdar 1908 Beylerbeyi 75. Yıl Stadyumu 5.500 1908
Maltepespor Maltepe Hasan Polat Stadyumu 5.000 1923
İstanbulspor Bahçelievler İl Özel İdare Stadyumu 4.350 1926
Silivrispor Silivri Stadyumu 3.000 1957
Ümraniyespor Ümraniye Belediye İlçe Stadyumu 655 1938

Basketbol

Beko Basketbol Ligi

Kulüp Saha
Anadolu Efes Ayhan Şahenk Spor Salonu
Beşiktaş BJK Akatlar Arena
Fenerbahçe Ülker Ülker Sports Arena
Galatasaray Medical Park Abdi İpekçi Arena

TKBL

Kulüp Saha
Beşiktaş BJK Akatlar Arena
Fenerbahçe Ülker Sports Arena
Galatasaray Abdi İpekçi Arena
İstanbul Üniversitesi B.G.D. Prof. Dr. Turgay Atasü Spor Salonu

TTSB

Kulüp Saha
Beşiktaş RMK Marine Süleyman Seba Spor Salonu
Galatasaray Ahmet Cömert Spor Salonu

Voleybol

Acıbadem Bayanlar Voleybol 1. Ligi

Kulüp Saha
Bakırköy Belediyesi Yeşilyurt Yeşilyurt Spor Salonu
Beşiktaş Bahçeşehir Üniversitesi BJK Akatlar Arena
Eczacıbaşı Vitra Eczacıbaşı Spor Salonu
Fenerbahçe Burhan Felek Spor Salonu
Galatasaray Daikin Burhan Felek Spor Salonu
Sarıyer Belediyesi Spor Kulübü Sarıyer Spor Salonu
Vakıfbank Burhan Felek Voleybol Salonu

Acıbadem Erkekler Voleybol 1. Ligi

Kulüp Saha
Fenerbahçe Grundig Burhan Felek Spor Salonu
Galatasaray Burhan Felek Spor Salonu
İstanbul BŞB Haldun Alagaş Spor Salonu

Hentbol

Türkiye Erkekler Hentbol Süper Ligi

Kulüp Saha
Beşiktaş Süleyman Seba Spor Salonu
Yeditepe Spor Hakkı Başar Spor Salonu

Türkiye Kadınlar Hentbol Süper Ligi

Kulüp Saha
Maltepe Belediyesi Gençlik Spor Yakacık İTO Spor Salonu
Üsküdar Belediyesi Spor Haldun Alagaş Spor Salonu

Kardeş kentler

İstanbul’un dört kıtadan 64 kardeş kenti vardır. Bu sayı 1993 yılından beri yaklaşık iki kat artmıştır.[209][210]

Görüntüler

Ayrıca bakınız

Notlar ve Kaynakça

  1. ^ “İl ve cinsiyete göre il/ilçe merkezi, belde/ köy nüfusu ve nüfus yoğunluğu”. Türkiye İstatistik Kurumu. 2012. Erişim tarihi: 2013-01-28.
  2. ^Cumhuriyet Dönemi’nde Ankara başkent yapılmışsa da İstanbul kültürel başkent olma özelliğini korumuştur.İstanbul, Anadolu Yayıncılık (1983), s.4086.
  3. ^ İstanbul Büyükşehir ve metropol
  4. ^İki kıta üzerine kurulu İstanbul, Türkiye’nin siyasi ve iktisadi merkezi olmayı sürdürmektedir.” (“À cheval sur deux continents Istanbul demeure le pôle culturel et économique de la Turquie.“) Istanbul, Michelin (2011), s. 106. ISBN 2-06-715438-9, 9782067154384
  5. ^ List of cities proper by population
  6. ^ PriceWaterhouseCoopers: U.K. Economic Outlook and Global City GDP Ranking 2005-2020 Full Report (PDF)
  7. ^ İstanbul kent haritası
  8. ^ “İstanbul’a merhaba”. istanbul.gov.tr T.C. İstanbul Valiliği. Erişim tarihi: 2009-07-28.
  9. ^ İstanbul ilçeleri
  10. ^ [1] T.C. Kültür Bakanlığı Osmanlı başkentleri sayfası.
  11. ^ “Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılması” (pdf). hacettepe.edu.tr (Hacettepe Üniversitesi). Erişim tarihi: 2009-07-29.
  12. ^ Georgacas, Demetrius John (1947). “The Names of Constantinople”. Transactions and Proceedings of the American Philological Association (The Johns Hopkins University Press) 78: 347–67. doi:10.2307/283503.
  13. ^ Evans 2000, sayfa 16
  14. ^ Necdet Sakaoğlu (1993). “İstanbul’un adları”. Dünden bugüne İstanbul ansiklopedisi. Türkiye Kültür Bakanlığı.
  15. ^ Room 2006, sayfalar 177
  16. ^ Constantinople, Thomas K. Wukitsch, B.A., M.S
  17. ^ Necdet Sakaoğlu (1993). “Kostantiniyye”. Dünden bugüne İstanbul ansiklopedisi. Türkiye Kültür Bakanlığı.
  18. ^ Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 5. Kitap, “Hazırlayan”: Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman, İbrahim Sezgin, YKY Yayınları, İstanbul 2001, s. 44, 109, 119, 137, 157. ISBN 975-08-0235-7
  19. ^ Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 5. Kitap, “Hazırlayan”: Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman, İbrahim Sezgin, YKY Yayınları, İstanbul 2001, s. 7, 8, 10… ISBN 975-08-0235-7
  20. ^ Lexicorient, Istanbul
  21. ^ Richard D. Robinson (1965). The First Turkish Republic: A Case Study in National Development. Cambridge University Press.
  22. ^ Stanford and Ezel Shaw (1977). History of the Ottoman Empire and Modern Turkey. Cambridge University Press.
  23. ^ 3sat HD, Ein Film von Albrecht Knechtel & Tuğrul Artunkal, Kamera Frank-Peter Lehmann, Produktion Albert Knechtel/Rilana Film im Auftrag des 2DF in Zusammenarbeit mit arte, 2010
  24. ^ Yarımburgaz Mağarası kazıları 01 Nisan 2009
  25. ^ İstanbul’un Tarihçesi, harika.istanbul.gov.tr 2009-07-28 tarihinde erişildi.
  26. ^ BBC: “Istanbul’s ancient past unearthed” Published on January 10, 2009. Retrieved on January 11, 2009.
  27. ^ “Hürriyet: Bu keşif tarihi değiştirir (2 October 2008)”. Hurriyet.com.tr. 2009-05-23. Erişim tarihi: 2009-05-28.
  28. ^ “Hürriyet: Photos from the Neolithic site, circa 6500 BC”. Fotogaleri.hurriyet.com.tr. Erişim tarihi: 2009-05-28.
  29. ^ “Cultural Details of Istanbul”. Republic of Turkey, Minister of Culture and Tourism. Erişim tarihi: 2007-10-02.
  30. ^ Vailhé, S. (1908). “Constantinople”. Catholic Encyclopedia. 4. New York: Robert Appleton Company. Erişim tarihi: 2007-09-12.
  31. ^ “The Early History of Constantinople”. Erişim tarihi: 2008-07-12.
  32. ^ İstanbul. Britannica Online. 2007-09-27.
  33. ^ “İstanbul’un tarihteki isimleri”. Istanbulhotels.net. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  34. ^ Fetihle gelen yenilikler
  35. ^ 1509 Büyük İstanbul Depremi
  36. ^ Tanzimat Fermanı yenilikleri
  37. ^ İstanbul’un işgali
  38. ^ [2]
  39. ^ 15. Dünya Ekonomi Kongresi 26 Temmuz 2009 tarihinde ulaşıldı.
  40. ^ Türkiye cumhuriyeti nüfus sayımları
  41. ^ 1973 yılı Boğaziçi Köprüsü’nün açılış videosu. 2009-07-28 tarihinde erişildi.
  42. ^ Britannica/Hagia Sophia
  43. ^ Archnet/Hagia Sophia
  44. ^ “2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul, Fethiye Camii”. ibb.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  45. ^ Osmanlı Sanatı
  46. ^ Resim:Istanbul districts.png, Resim:Tekirdağ districts.png ve Resim:Kocaeli districts.png incelendiğinde çıkan sonuç
  47. ^ “Kuzey Anadolu Fay Hattı”. Marmara Üniversitesi. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  48. ^ “Geçmişten günümüze İstanbul depremleri”. iski.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  49. ^ “Heightened odds of large earthquakes near Istanbul: An interaction-based probability calculation”. Science. 2000.
  50. ^ “Quake increases risk for temblor in Istanbul”. MIT News Office. 1999-09-25. Erişim tarihi: 2006-08-20.
  51. ^ a b c d e İstanbul’un iklimi
  52. ^ “Yıllık Toplam Yağış Verileri – Meteoroloji Genel Müdürlüğü”. Meteor.gov.tr. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2010.
  53. ^ “İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne Bağlı İstasyonlarda Ölçülen Ekstrem Değerler”. Meteor.gov.org. Erişim tarihi: 27 Temmuz 2010.
  54. ^ Worldweather.org
  55. ^ İstanbul Yıllık Toplam Yağış Verileri – Türkiye Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü (DMİ)
  56. ^ Skylife Türk Hava Yolları’nın Aylık Dergisi – Nisan 2008 “İstanbul’un ormanlarında ilkbahar” Yazan: Mehmet Tokcan Fotoğraf: Aykut İnce
  57. ^ “Fatih İlçesi’nin sınırları”. fatih.bel.tr (Fatih Belediyesi). Erişim tarihi: 2009-07-28.
  58. ^ “Dolmabahçe Sarayı resmi web sitesi”. dolmabahce.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-28.
  59. ^ T.C. İstanbul Valiliği, Kadıköy İlçesi’nin tanıtımı. istanbul.gov.tr 2009-07-28 tarihinde erişildi.
  60. ^ T.C. İstanbul Valiliği, Üsküdar İlçesi’nin tanıtımı. istanbul.gov.tr 2009-07-28 tarihinde erişildi.
  61. ^ “Türkiye’de Doğu’dan Batı’ya göç” (ppt). İstanbul Teknik Üniversitesi. Erişim tarihi: 2009-07-28.
  62. ^ “Türkiye’de kentleşme, sanayileşme, arazi kullanımı ve çevre sorunları”. hacettepe.edu.tr (Hacettepe Üniversitesi). Erişim tarihi: 2009-07-28.
  63. ^ Istanbul Istanbul Helikopter resimleri
  64. ^ “Istanbul”. Britannica. 2008. Erişim tarihi: 2008-05-15.
  65. ^ “Istanbul”. Governorship of Istanbul. 2009. Erişim tarihi: 2009-04-08.
  66. ^ “İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarihçesi”. ibb.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  67. ^ Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Nüfus Sayımı 2012 İstatistikleri
  68. ^ Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Nüfus Sayımı 2012 İstatistikleri
  69. ^ “TUİK, İl yaş grubu ve cinsiyete göre nüfus – 2011, İstanbul”. Erişim tarihi: 26 Ocak 2011.
  70. ^ Ortaylı, İlber. İstanbul’dan Sayfalar. İstanbul: Alkım Yayınevi. ss. s. 286. ISBN 9944-1-4801-6.
  71. ^ Tahsin Öz, İstanbul Camileri ı,ıı, TTK Ankara 97.3.bs.
  72. ^ Halifeliğin son merkezi İstanbul Atatürk Araştırma Merkezi başkanlığı resmi web sitesi, 23 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
  73. ^ T.C. Milli Eğitim Bakanlığı resmi web sitesi, 3 Mart 1924 Halifeliliği kaldırılması. 23 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
  74. ^ T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı resmi web sitesi.
  75. ^ Globalization, Cosmopolitanism, and the Dönme in Ottoman Salonica and Turkish Istanbul. Marc Baer. University of California, Irvine.
  76. ^ “Batı Trakya Türkleri”. http://www.hrw.org. Erişim tarihi: 22.06.2009.
  77. ^ “Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olayları” (pdf). Marmara Üniversitesi. Erişim tarihi: 2009-07-28.
  78. ^ The European Union and Border Conflicts: The EU and Cultural Change in Greek-Turkish Relations
  79. ^ Nikolaus Himmler, Ruth Lochar, Hildegard Toma, ed. (2008). “Türkiye”. Museums of the World. 1. Münih. ss. 690, 691, 692, 693, 694, 695.
  80. ^ İstanbul’da ki sinagogların listesi, İngilizce Vikipedi
  81. ^ Neve Şalom Sinagogu Vakfı web sitesi. Türkçe, 24 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
  82. ^ “Turkey’s new rich find the Midas touch”. The Sunday Times. 2008-03-09. Erişim tarihi: 2009-06-18.
  83. ^ İstanbul Menkul Kıymetler Borsası resmi web sitesi 24 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
  84. ^ İMKB’nin tarihçesi 24 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
  85. ^ “Ottoman Bank Museum: History of the Ottoman Bank”. Obarsiv.com. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  86. ^ “Ottoman Bank Museum”. Ottoman Bank Museum. Erişim tarihi: 2009-06-18.
  87. ^ “Istanbul Stock Exchange: “İMKB’nin Kuruluşundan İtibaren Önemli Gelişmeler” (Timeline of important events since 1985)”. Imkb.gov.tr. 2000-07-31. Erişim tarihi: 2009-07-14.
  88. ^ http://www.aktifhaber.com/ithalat-ve-ihracak-rekoru-kiran-sehirler-520502h.htm
  89. ^ http://www.haberler.com/istanbul-a-gelen-turist-sayisi-8-milyona-ulasti-3237594-haberi/
  90. ^ İ.Ü. Bilgisayar Bilimleri. “History of Istanbul University (Turkish)”. Istanbul.edu.tr. Erişim tarihi: 2009-07-27.
  91. ^ “T.C. MEB, Kuruluş Yıllarına Göre Üniversitelerimiz sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  92. ^ “World Oldest Universities”. Topuniversities.com. Erişim tarihi: 2009-07-27.
  93. ^ “Boğaziçi Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  94. ^ “Galatasaray Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  95. ^ “İstanbul Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü (İngilizce)”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  96. ^ “İstanbul Teknik Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  97. ^ “Marmara Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  98. ^ “Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  99. ^ “Yıldız Teknik Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  100. ^ “İstanbul Medeniyet Üniversitesi resmî sitesi”. Erişim tarihi: 12 Ağustos 2011.
  101. ^ “Üniversitesi resmî sitesi”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  102. ^ “Bahçeşehir Üniversitesi resmî sitesi, Ulaşım bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  103. ^ “Beykent Üniversitesi resmî sitesi”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  104. ^ “Doğuş Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  105. ^ “Fatih Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  106. ^ “Haliç Üniversitesi resmî sitesi, Yerleşke bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  107. ^ “Işık Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  108. ^ “İstanbul Arel Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  109. ^ “İstanbul Aydın Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  110. ^ “İstanbul Bilgi Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  111. ^ “İstanbul Bilim Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  112. ^ “Yapi.com.tr, Kemerburgaz’a Üniversite Kurulacak haberi”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  113. ^ “İstanbul Kültür Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  114. ^ “İstanbul Şehir Üniversitesi resmî sitesi”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  115. ^ “İstanbul Ticaret Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  116. ^ “Kadir Has Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  117. ^ “Koç Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  118. ^ “Maltepe Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  119. ^ “Okan Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  120. ^ “Özyeğin Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  121. ^ “Piris Reis Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  122. ^ “Sabancı Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  123. ^ “Yeditepe Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  124. ^ “tumgazeteler.com, İki yeni vakıf üniversitesi yolda haberi”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  125. ^ “Nişantaşı Üniversitesi resmî sitesi”.
  126. ^ “Üsküdar Üniversitesi resmî sitesi”.
  127. ^ “Galatsaray Lisesi Tarihi”. gsu.edu.tr. Erişim tarihi: 27 Temmuz 2009.
  128. ^ İstanbul Erkek Lisesi web sitesi 27 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
  129. ^ Cağaloğlu Anadolu Lisesi Web Sitesi 21 Ekim 2010 tarihinde erişildi.
  130. ^ a b Kadıköy Anadolu Lisesi web sitesi 27 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
  131. ^ “Official website of the Liceo Italiano Statale I.M.I. in Istanbul”. Liceoitaliano.net. Erişim tarihi: 2009-07-27.
  132. ^ “Official website of Robert College in Istanbul”. robcol.k12.tr. Erişim tarihi: 2009-07-27.
  133. ^ İstanbul’daki Kütüphanelerin listesi, Türkçe Vikipedi 2009-07-28 tarihinde erişildi.
  134. ^ a b Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (2006). Emerging Turkey. Oxford Business Group. ss. 176. ISBN 1902339479.
  135. ^ Briggs, Helen (2006-12-19). “Health – Personal story: IVF in Istanbul”. BBC News. Erişim tarihi: 2009-07-27.
  136. ^ “CIA — The World Factbook”. CIA. Erişim tarihi: 2009-07-27.
  137. ^ a b “İstanbul’da suyun tarihi”. iski.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-27.
  138. ^ “İSKİ İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi: Tarihce”. Istanbul water and sewerage administration (history). Erişim tarihi: 2009-03-27.
  139. ^ “İSKİ Administration”. Istanbul water and sewerage administration. Erişim tarihi: 2006-03-11.
  140. ^ Türkiye Elektrik İletim A.Ş. 27 Temmuz 2009 tarihinde erişilmiştir.
  141. ^ “Silahtarağa Elektrik Santrali”. eyub.bel.tr (Eyüp Belediyesi). Erişim tarihi: 2009-07-27.
  142. ^ a b c d “Posta Nezareti’nin kurulması”. ptt.gov.tr (PTT Genel Müdürlüğü). Erişim tarihi: 2009-07-27.
  143. ^ Istanbul City Guide: Beylerbeyi Palace
  144. ^ [3] T.C Kültür Bakanlığı, İstanbul Surları sayfası.
  145. ^ Radikal Gazetesi Borç girdabında 50 yıl, 18 Ağustos 2002
  146. ^ Denizce.com. “Dolmabahçe Sarayı”.
  147. ^ [4] T.C. Kültür Bakanlığı Beylerbeyi Sarayı sayfası.
  148. ^ Topkapı Sarayı Müzesi tarihi, istanbul.gov.tr 2009-07-28 tarihinde erişilmiştir.
  149. ^ [5] İstanbul Yıldız Sarayı.
  150. ^ [6] T.C. Kültür Bakanlığı Yıldız Sarayı sayfası.
  151. ^ [7] 1910 Çırağan Sarayı yangını.
  152. ^ İBB Çırağan Sarayı.
  153. ^ [8] İstanbul Çırağan Sarayı tanıtımı.
  154. ^ “İstanbul semtlerinin adı nereden geliyor?”.
  155. ^ [9] Taksim Cumhuriyet Anıtı.
  156. ^ [10] İett Nostaljik tramvay sayfası.
  157. ^ [11] T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Taksim Cumuriyet Anıtı sayfası.
  158. ^ Çelebi, Mevlüt (2006). Taksim Cumhuriyet Anıtı. Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi. ISBN 975-16-1910-6.
  159. ^ [12] Şehri- İstanbul At Meydanı sayfası.
  160. ^ İstanbul SultanAhmet Meydanı.
  161. ^ Bizans Dönemi Ayasofya meydanı.
  162. ^ Sultanahmet Mitingi İstanbul Sultanahmet Mitingi, 6 Haziran 1919
  163. ^ Alman Çeşmesi.
  164. ^ 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul
  165. ^ [backPid=1 “İstanbul’u 2010 Avrupa Kültür Başkentliği süreci”]. istanbul2010.org. 2009-07-10. Erişim tarihi: 2009-07-29.
  166. ^ Istanbul Film Festival history, erişim tarihi: 10.06.2009
  167. ^ İstanbul Modern Sanat Müzesi resmi web sitesi. 25 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
  168. ^ Pera Müzesi web sitesi. 25 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
  169. ^ Sakıp Sabancı Müzesi web sitesi. 25 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
  170. ^ “İstanbul Arkeoloji Müzesi”. istanbul.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  171. ^ “Sadberk Hanım Museum official website”. 2009 Büyükdere Piyasa Cad. No: 27- 29 Sarıyer, İstanbul. Erişim tarihi: 2009-06-09.
  172. ^ “İstanbul: Yıldız Sarayı”. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  173. ^ “Kapalı Çarşı”. istanbul.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  174. ^ “Sahaflar Çarşısı tarihi, 2010 Avrupa Kültür Başkenti tanıtımı.”. ibb.gov.tr (İstanbul Büyükşehir Belediyesi). Erişim tarihi: 2009-07-28.
  175. ^ “Istanbul’s Hamam”. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  176. ^ “Meydan AVM Resmi Veb Sitesi”.
  177. ^ “Meydan AVM Resmi Veb Sitesi”.
  178. ^ “La Rue Française”. La Rue Française. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  179. ^ Beyoğlu’na Fransız Sokağı
  180. ^ “Fransız Sokağı”. Governorship of Istanbul. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  181. ^ Zeynep Üner (February 2008). “En iyi balıkçılar”. TimeOut Istanbul. Erişim tarihi: 2009-07-24.
  182. ^ Dale M. Brown (1999-10-14). “Hooked on Istanbul seafood”. CNN TravelGuide. Erişim tarihi: 2009-07-25.
  183. ^ “Official website of Babylon night club in Istanbul”. Erişim tarihi: 2009-07-25.
  184. ^ “Official website of Sortie Beyoğlu and Sortie Ortaköy night clubs in Istanbul”. Erişim tarihi: 2009-07-25.
  185. ^ “Fashion TV Formula 1 Grand Prix Party at Sortie, Istanbul”. Fashion TV. 2007. Erişim tarihi: 2009-07-25.
  186. ^ “Official website of Reina night club in Ortaköy, Istanbul”. Erişim tarihi: 2009-07-25.
  187. ^ “Formula 1 Party at Reina, Istanbul”. YouTube. 2006. Erişim tarihi: 2009-07-25.
  188. ^ “Official website of Istanbul Doors – Anjelique night club in Istanbul”. Erişim tarihi: 2009-07-25.
  189. ^ “Official website of Kuruçeşme Arena”. Erişim tarihi: 2009-06-24.
  190. ^ “Parkorman resmi web sitesi”. Erişim tarihi: 2009-07-25.
  191. ^ “Büyük İstanbul Otogarı resmi sitesi, Genel Bilgiler sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  192. ^ “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları resmi sitesi, Tarihçe sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  193. ^ “İstanbul Uluslararası Atatürk Havalimanı resmi sitesi, Ulaşım sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  194. ^ “İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı resmi sitesi,”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  195. ^ http://www.kgm.gov.tr/Sayfalar/KGM/SiteTr/Uzakliklar/illerArasiMesafe.aspx
  196. ^ http://www.istanbul-ulasim.com.tr/default.asp
  197. ^ “Marmaray resmi sitesi, Tarihçe sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  198. ^ http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul_Ula%C5%9F%C4%B1m
  199. ^ http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.aspx?NewsID=19452
  200. ^ Marmaray.com.tr Marmaray Projesi tanıtımı, 24 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
  201. ^ “Takvim-i Vekayi”. Erişim tarihi: 2009-07-26.
  202. ^ “CIA — The World Factbook”. CIA. Erişim tarihi: 2007-07-24.
  203. ^ “Turkish Daily News Doğan Grubu’na katıldı”. Hürriyet. 21 Ocak 2010. Erişim tarihi: 16 Mart 2010.
  204. ^ “Predavatel Europa – Radio Stations in Istanbul”. Predavatel.com. Erişim tarihi: 2009-07-26.
  205. ^ Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı.
  206. ^ Beşiktaş İnönü Stadı.
  207. ^ UEFA’nın 5 yıldızlı stadları listesi (İngilizce)
  208. ^ “Formula 1 İstanbul Park web sitesi” (Türkçe). Erişim tarihi: 28 Temmuz 2009.
  209. ^ “Radikal gazetesi resmi sitesi, İstanbul’a 49 kardeş sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  210. ^ “İstanbul’un kardeşlik, işbirliği ve iyi niyet protokolleri imzaladığı şehirler”. İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Erişim tarihi: 5 Mart 2009.
  211. ^ “Milli Gazete resmi sitesi, İstanbul’un 29. kardeş şehri Şam sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
  212. ^ http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.aspx?NewsID=20463

    İstanbul

    Vikipedi, özgür ansiklopedi
    Atla: kullan, ara
    Bu sayfa İstanbul ilinin merkezi olan İstanbul’u anlatmaktadır. Başlığın diğer anlamları için İstanbul (anlam ayrımı) sayfasına bakınız.

    Koordinatlar: 41°01′N, 28°58′E (Harita)

    İstanbul
    —  Büyükşehir  —
    yukarıdan aşağıya ve soldan sağa doğru: Tarihi Yarımada; Nostaljik tramvay; Kız Kulesi; Maslak iş merkezi; Sultan Ahmet Camii ve İstanbul Boğazı  (arkada, Levent ticaret bölgesindeki gökdelenler)

    yukarıdan aşağıya ve soldan sağa doğru: Tarihi Yarımada; Nostaljik tramvay; Kız Kulesi; Maslak iş merkezi; Sultan Ahmet Camii ve İstanbul Boğazı (arkada, Levent ticaret bölgesindeki gökdelenler)

    Slogan: Yedi Tepeli Kent
    İstanbul'un il genelindeki konumu

    İstanbul’un il genelindeki konumu

    İstanbul ilinin Türkiye'deki konumu

    İstanbul ilinin Türkiye‘deki konumu

    İstanbul

    İstanbul

    İstanbul’un Türkiye‘deki konumu

    Koordinatlar: 41°01′N 28°58′E
    Ülke Türkiye Türkiye
    Bölge Marmara
    İl İstanbul
    İdari birimler
    Yönetim
     – Belediye başkanı Kadir Topbaş (AK Parti)
     – Vali Hüseyin Avni Mutlu
    Yüz ölçümü
     – Kent 5,343 km2 (2,1 mi2)
    Rakım 100 m (328 ft)
    En yüksek Rakım 537 m (1.762 ft)
    En düşük rakım 0 m (0 ft)
    Nüfus (2012)
     – Yoğunluk 2,392/km² (6,2/sq mi)
     – Şehir 13,854,740
    [1]
    Zaman dilimi DAZD (+2)
     – Yaz (YSU) DAZD (+3)
    Alan kodu (+90) 212 (Avrupa yakası)
    (+90) 216 (Asya yakası)
    Web sitesi: istanbul.gov.tr

    İstanbul, Türkiye‘nin en kalabalık, iktisadi ve kültürel açıdan en önemli şehri.[2][3][4]

    Şehir, iktisadi büyüklük açısıdan dünyada 34., nüfus açısından belediye sınırları göz önüne alınarak yapılan sıralamaya göre Avrupa’da, Moskova’dan sonra, ikinci sırada gelir.[5][6]

    İstanbul Türkiye’nin kuzeybatısında, Marmara kıyısı ve Boğaziçi boyunca, Haliç‘i de çevreleyecek şekilde kurulmuştur.[7] İstanbul kıtalararası bir şehir olup, Avrupa‘daki bölümüne Avrupa Yakası veya Rumeli Yakası, Asya‘daki bölümüne ise Anadolu Yakası veya Asya Yakası denir. Tarihte ilk olarak üç tarafı Marmara Denizi, Boğaziçi ve Haliç’in sardığı bir yarım ada üzerinde kurulan İstanbul’un batıdaki sınırını İstanbul Surları oluşturmaktaydı. Gelişme ve büyüme sürecinde surların her seferinde daha batıya ilerletilerek inşa edilmesiyle 4 defa genişletilen şehrin [8] 39 ilçesi vardır.[9] Sınırları içerisinde ise büyükşehir belediyesi ile birlikte toplam 40 belediye bulunmaktadır.

    Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan İstanbul, M.S. 330 – 395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395 – 1204 ile 1261 – 1453 yılları arasında Doğu Roma İmparatorluğu, 1204 – 1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1453 – 1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu‘na başkentlik yaptı.[10] Ayrıca İstanbul, hilafetin Osmanlı İmparatorluğu’na geçtiği 1517′den kaldırıldığı 1924′e kadar Sünni İslam‘ın da merkezi oldu.[11]

    Konu başlıkları

    Etimoloji

    William R. Shepherd tarafından 1923 yılında çizilmiş İstanbul haritası
    İstanbul’un tarihi
    Byzantion
       Byzantium
       Augusta Antonina
       Nova Roma
    Konstantinopolis
       Kostantiniyye
    İstanbul
    İstanbul’un fethi
    İstanbul’un işgali

    İstanbul’a çağlar boyunca değişik adlar verilmiştir. Bu kent adları, kent tarihinin farklı dönemleriyle ilişkilidir. Bu adlar tarihsel sırayla, Byzantion, Augusta Antonina, Nova Roma, Konstantinopolis, Kostantiniyye, İslambol ve bugünkü İstanbul adlarıdır.

    Byzantion

    Byzantion (Yunanca: Βυζάντιον, Latince: Byzantium), İstanbul’un bilinen ilk adıdır. MÖ 667′de Antik Yunanistan‘daki Megara kent devleti‘nden gelen Dorlu Yunanlı yerleşimciler bugünkü İstanbul üzerinde bir koloni kurdu ve yeni koloniye kralları Byzas veya Byzantas’ın (Yunanca: Βύζας veya Βύζαντας) şerefine Byzantion adını verdiler.[12][13]

    Byzantium, orijinal adı Byzantion olan antik kentin adının 1. yüzyılda, kenti Romalılar ele geçirince, onlar tarafından Latinceleştirilmiş hâlidir.

    Augusta Antonina

    Augusta Antonina, İstanbul’un 3. yüzyılın başında Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından oğlu Antonius’un (sonraki Roma İmparatoru Caracalla) şerefine koyduğu kentin kısa süreli adıdır.[14]

    Nova Roma

    330 yılında Roma İmparatoru I. Konstantin tarafından kent Roma İmparatorluğu‘nun başkenti ilan edilince, kente Latince “Yeni Roma” anlamına gelen Nova Roma (Yunanca: Νέα Ρώμη, Nea Roma) adını koydu ve bu adı teşvik etmeye çalıştıysa da bu ad hiç benimsenmedi.[15]

    Konstantinopolis

    Ancak 337 yılında İmparator I. Konstantin’in ölümüyle kentin adı, onun şerefine “Konstantin’in kenti” anlamına gelen Konstantinopolis‘e (Yunanca: Κωνσταντινούπολις, Kōnstantinoúpolis, Latinceleştirilmiş:Constantinopolis) çevrildi. Konstantinopolis, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu boyunca kentin resmi adı olarak kaldı. Ama Konstantinopolis, kentin yerlileri tarafından sadece Yunanca “kent” anlamına gelen (Πόλις, Polis) olarak anılırdı.[16]

    1453 yılında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed önderliğinde Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethinden sonra bile, Konstantinopolis, Batı’da kullanılan en yaygın ad olarak kaldı. 29 Ekim 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bile, Cumhuriyet’in neredeyse ilk 7 yılı boyunca Konstantinopolis adı Batılılar tarafından kullanılmaya devam edildi.

    Kostantiniyye

    Kostantiniyye (Arapça: القسطنطينية, al-Qusṭanṭiniyah, Osmanlı Türkçesi: قسطنطينيه, Kostantiniyye), Konstantinopolis’in Arapça şeklidir ve kentin İslam dünyasında bilinir hâle gelen ve en çok kullanılan adı oldu. Yunancada “Konstantin’in kenti” anlamına gelen Konstantinopolis’in aksine, Kostantiniyye Arapça’da “Konstantin’in yeri” anlamına geliyor.

    1453 yılında fetihten sonra, kent Osmanlı İmparatorluğu’nun dördüncü başkenti ilan edildi ve Kostantiniyye Osmanlı İmparatorluğu tarafından kentin resmî adı olarak kullanıldı ve 1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne kadar, çoğu zaman bu ad kullanımda kaldı. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu ve mahkemeleri, Kostantiniyye’de yayımlanan resmî belgelerin kaynağını belirtmek için, “be-Makam-ı Darü’s-Saltanat-ı Kostantiniyyetü’l-Mahrusâtü’l-Mahmiyye” gibi başlıklar kullanılırdı.[17]

    Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de şehir için kullanılan adlardan birisi de “Kostantiniyye”’dir.[18]

    Ancak, bazı dönemlerde Osmanlı yetkilileri kent için diğer adlardan yanaydı. Hem kent için hem de Osmanlı hükûmetini tanımlamak ve diplomatik yazışmalar için özellikle bu yüceltici adlar eş anlamlı kullanılırdı ve teşvik edilirdi:

    • Dersaadet (Arapça: در سعادت, “Mutluluk Kapısı”)
    • Derâliye (Arapça: در عاليه, “Yüce Kapı”)
    • Bâb-ı Âli (Arapça: باب عالی, “Yüce Kapı”)
    • Pâyitaht (Farsça: پایتخت, “Tahtın Ayağı” veya “Başkent”)
    • Asitane (Farsça: آستانه, “Devletin Eşiği”).

    İslambol

    Tarihte şehir için kullanılan adlar içinde İslambol, dar kullanım alanına sahip olsa da kayıtlarda görülen adlardandır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde “Kostantiniyye” adıyla beraber birçok cildinde söz konusu “İslambol” (اسلامبول) kelimesi de kullanılmıştır. Söz konusu seyahatnamede bu ad, diğer adlardan daha yoğun bir kullanıma sahiptir.[19] Halk etimolojisi örneklerinden biridir.

    İstanbul

    Etimolojik olarak İstanbul adının kökeni (Türkçe sesletim: [isˈtanbuɫ], ve halk arasında bazen [ɯsˈtambuɫ]) Ortaçağ (Bizans) Yunancası’nda “kent’e” veya “kent’de” anlamına gelen (Yunanca telaffuz:[εἰς τὴν Πόλιν], [is tin ˈpolin]) kelimelerinin Türkçeleştirilmesiyle oluşmuştur.[20]

    İstanbul, Osmanlı döneminde resmi ad olmasa da, resmi belgelere girdi ve sıkça kullanıldı. Ayrıca Osmanlı Ordusu’nda İstanbul’un merkez ordu komutanı için resmen İstanbul ağası ve İstanbul’un en yüksek sivil hakimi için resmen İstanbul efendisi sıfatları kullanılırdı.

    29 Ekim 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bile, Cumhuriyet’in neredeyse ilk 7 yılı boyunca Konstantiniyye ve yurtdışında Batılılar tarafından Konstantinopolis adları kullanılmaya devam edildi.

    Ancak, 28 Mart 1930 yılında Türk Posta Hizmet Kanunu ile kentin adı resmen değiştirilerek İstanbul adını almıştır. Konstantinopolis (ve Konstantiniyye) adı ise tamamen yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca Türk makamları yabancılardan kendi dillerinde kentin tek adı olarak resmen İstanbul adını kullanılmasını talep etmiştir ve uygulamaya koymuştur. Cumhuriyet dönemiyle birlikte İstanbul kentin resmi ve uluslararası adı ilan edildikten sonra “Konstantinopolis” adının mektuplarda veya diğer yazışmalarda ve uluslararası alanlarda kullanılması yasaklandı. Örneğin yurtdışından İstanbul’a gönderilen mektuplarda adres olarak “Konstantinopolis” (yanında İstanbul yazsa bile) yazıldıysa bu mektuplar geri gönderilmeye başlandı.[21][22]

    Tarih

    Ana madde: İstanbul’un tarihi

    Genel tarih

    İstanbul’daki Tarihi Yerler*
    UNESCO Dünya Miras Listesi

    Istanbul siluet.jpg

    Ülke  Türkiye
    Tür Kültürel
    Kriter i, ii, iii, iv
    Referans 356
    Bölge** Avrupa ve Asya
    Tescil bilgisi
    Tescil 1985  (9. Oturum)
    * Dünya Mirası resmi listesi.
    ** UNESCO resmi sınıflandırması.

    İstanbul, yerleşim tarihi son yapılan Yenikapı‘daki kazılarla bulunan liman doğrultusunda 8500 yıl, kentsel tarihi yaklaşık 3.000, başkentlik tarihi 1600 yıla kadar uzanan Avrupa ile Asya kıtalarının kesiştiği noktada bulunan bir dünya kentidir.[23] Şehir çağlar boyunca farklı uygarlık ve kültürlere ev sahipliği yapmış, yüzyıllar boyu çeşitli din, dil ve ırktan insanların bir arada yaşadığı kozmopolit ve metropolit yapısını korumuş ve tarihsel süreçte eşsiz bir mozaik hâlini almıştır. Uzun zaman dilimleri boyunca her alanda merkez olmayı ve iktidarda kalmayı başaran dünyadaki ender yerleşim yerlerinden biri olan İstanbul geçmişten günümüze bir dünya başkentidir.

    İstanbul’un tarihi ana hatlarıyla beş büyük döneme ayrılabilir:

    • Tarih öncesi dönemi
    • Byzantion dönemi
    • Konstantinopolis dönemi
    • Konstantiniyye dönemi
    • İstanbul dönemi

    Tarih öncesi çağlar

    İstanbul’un tarihi üç yüz bin yıl önceye kadar uzanmaktadır. Küçükçekmece Gölü kenarında bulunan Yarımburgaz Mağarasında yapılan kazılarda insan kültürüne ait ilk izlere rastlandı.[24] Bu dönemde gölün çevresinde Neolitik ve Kalkolitik insanların yasadığı sanılmaktadır. Çeşitli dönemlerde yapılan kazılarda, Dudullu yakınlarında Alt Paleolitik Çağ’a, Ağaçlı yakınlarında ise, Orta Paleolitik Çağ ile Üst Paleolitik Çağ’a özgü aletlere rastlandı.[25]

    Kuruluş dönemi ve Byzantion

    İstanbul’un en önemli tarihi yapılarından Galata Kulesi, 2010

    2008 yılında İstanbul metrosu için yapılan Marmaray tüp geçidi kazıları sırasında Cilalı Taş Devri‘nin sürdüğü MÖ 6500′lü yıllara ait kalıntılara rastlanan şehrin,[26][27][28] Anadolu Yakası’ndaki Fikirtepe’de yapılan kazılarda ise Bakır Çağı‘nın sürdüğü MÖ 5500–3500 yıllarına ait kalıntılar bulundu.[29] Bunun yanında Kadıköy‘de Fenikelilere ait kalıntılar bulundu. Traklar, kentin yakınlarına MÖ 13. yüzyıl ve 11. yüzyıllarda Semistra kentini kurdu.[30] Kral Lygos zamanında Sarayburnu‘na, bugünkü Topkapı Sarayı‘nın bulunduğu yerde bir Akropolis kuruldu. MÖ 685′te Megara‘dan gelen Yunanlar burada bir koloni kurdu, Kral Byzas’ın hükümsürdüğü MÖ 667 yılında ise Byzantion kuruldu.[31] Kente Roma İmparatorluğu hakim olunca, kentin adı Septimius Severus tarafından kısa süreliğine oğlunun adı Augusta Antonina kondu,[32] ardından İmparator I. Konstantin zamanında kent Roma İmparatorluğu‘nun başkenti ilan edildi. Bu sırada Nova Roma olarak değiştirilen kentin adı benimsendi ve 337 yılında İmparator I. Konstantin‘in ölümüyle Konstantinopolis‘e çevrildi.

    Bizans İmparatorluğu Dönemi

    Bizans Dönemi’nin en önemli eserlerinden Aya Sofya Müzesi, 2004

    Bu dönem 324 – 1453 yılları arasını kapsadı. I. Konstantinus şehri ele geçirip Roma İmparatorluğu’nun başkenti yaptıktan sonra, şehir ayrıca Roma’nın doğusunun yönetim merkezi oldu. Romalı nüfusu bu dönemde, Romalı soyluların göçü de dahil olmak üzere önemli boyutta arttı. Bu dönemde; yeni bir mimari yapıyla şehir oldukça genişledi. 100.000 kişilik bir hipodromun (Sultanahmet Meydanı) yanı sıra, limanlar ve su tesisleri yapıldı.

    Konstantinus’un döneminde şehre Nova Roma dese de; 11 Mayıs 330 da şehrin ismi Konstantinopolis oldu. Döneminde Dünya’nın en büyük katedrali olan Ayasofya‘yı 360′da kuran Konstantin; böylece Roma İmparatorluğu’nun dinini de Hıristiyanlık olarak değiştirdi. Pagan Roma dinine inanan batı ile ilk kopuş da bu dönemde başladı. Her ne kadar; Bizans İmparatorluğu I. Theodosius‘un ölümü ile başlasa da; Bizans İmparatorluğu Konstantinus Hristiyanlığı getirmesine duyduğu saygıdan kendisini hep bir Bizans İmparatoru olarak gördü; 1453′deki çöküşüne kadar da 10 İmparatorunun daha ismi Konstantinus oldu. Bu dönemde İstanbul’un rolü oldukça stratejikti; Avrupa ve Asya arasında bir kapı oldu. Bu vesile ile, ticaret, kültür ve diplomasinin yapıldığı bir merkezdi. Bu dönemde şehrin ismi “Poli” (şehir) de oldu.[33]

    476′da Batı Roma’nın yıkılması sonrasında da; Batı Roma İmparatorluğu’ndaki Romalıların büyük bir çoğunluğu buraya göç etti, ve Bizans İmparatorluğu’nun da başkenti İstanbul oldu. 543′de nüfusun yarısının ölümüne sebebiyet veren veba salgınından sonra; şehir İmparator I. Jüstinyen döneminde yeniden inşa edildi.

    700lü yıllarda Sasaniler ve Avarlar’ın saldırısına uğrayan şehir; 800lü yıllarda Bulgarlar ve Arapların, 900lü yıllarda ise Ruslar ve Bulgarların saldırısına uğradı.

    Ancak; saldırılar arasında en yıkıcı olanı 1204 yılında oldu. Haçlılar tarafından; 4. Haçlı Seferi’nde 1204 yılında ele geçirilen şehir yağmalandı; halkın büyük bir çoğunluğu şehirden kaçtı; yoksul ve enkaz içinde bir kente dönüştü. Bunun sebebi Batı Roma’da büyüyen Latinlerin; Katolik Hristiyanlık anlayışı ile Bizans’daki Ortodoks Hristiyanlık inanışı arasındaki farklılıklar ve uyumsuzluklardır. Bu dönem sonrasında, 1261 yılında Palailogos Hanedanından; Michael VIII Palaeologus şehri tekrar ele geçirmiş ve Latin’lerin dönemini sona erdirdi.

    Bu dönemden sonra giderek küçülen Bizans; Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1391′den sonra kuşatılmaya başlandı; en sonunda 29 Mayıs 1453′de Osmanlı İmparatorluğu‘nun himayesine geçti. İstanbul’un fethi, Dünya tarihinde Orta Çağ‘ın sonunu simgelemektedir.

    Bizans’ın son imparatoru Konstantin fetihten önce İstanbul’u çok iyi savunuyordu.Suda bile yanan Grejuva,deniz seferlerini zorlaştırıyordu.Surların güçlülüğü ise şehre girmeyi %70-80 oranında zorlaştırıyordu.Fakat Fatih Sultan Mehmet,zoru başararak yeni bir çağ açtı…

    Osmanlı İmparatorluğu dönemi

    19.yüzyıl sonlarında Galata Köprüsü ve arka planda Yeni Camii,İstanbul.

    Bu dönem 1453 – 1923 yılları arasını kapsadı. 29 Mayıs 1453′de; Osmanlı İmparatorluğu padişahı Fatih Sultan Mehmet‘in 53 gün süren kuşatması sonrasında; İstanbul Osmanlı’nın 4′üncü ve son başkenti oldu.

    Osmanlının ele geçirmesinden sonra; Topkapı Sarayı ve Kapalı Çarşı‘nın da kurulması ardından birçok okul ve hamam açıldı. Dünya’nın ve İmparatorluğun dört bir yanından insanların taşındığı şehirde Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların beraber yaşadığı kozmopolit bir toplum oluştu. Bizans döneminden kalan, eski binalar ve surlar onarıldı.[34] Fetihten 50 yıl sonra; Dünya’nın en büyük şehirlerinden biri hâline gelen İstanbul’da “Küçük Kıyamet” olarak da adlandırılan; 14 Eylül 1509 İstanbul Depremi sonrasında (8 şiddetinde olduğu ileri sürülmektedir); 45 gün süren artçı sarsıntılarla binlerce bina yıkıldı ve birçok insan yaşamını kaybetti.[35]

    1510 yılında; Sultan II. Beyazıd; 80.000 kişinin çalışmasıyla şehri yeniden kurdu. Günümüzde de var olan eserlerin büyük bir çoğunluğu bu dönemden kaldı. Mimar Sinan‘ın camileri ve diğer binaları kurduğu Kanuni Sultan Süleyman döneminde; mimari ve sanat konularına önem verildi. Lale Devri döneminde; Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1718 yılından itibaren; itfaiye‘yi kurdu, ilk matbaayı açtı ve fabrikalar kurdu. 3 Kasım 1839′da ilan edilen Tanzimat Fermanı sonrasında da batılaşma süreci hızlandığı dönemde birçok alanda yenilikler yaşandı.[36]

    Haliç‘in üzerine köprü; Karaköy‘e tünel, demiryolları, kentin içindeki deniz taşımacılığı, belediye örgütlerinin, hastanelerin kurulmasıyla modern bir şehir hâlini alan İstanbul, 1894 yılında Üçyüzon Depremi ile birlikte tekrar büyük bir zarar gördü. I. Dünya Savaşı‘nın sonlarında ise 13 Kasım 1918′de İtilaf Devletleri donanmasınca da işgal edildi.[37] İstanbul’un 2500 yıllık başkentlik dönemi 29 Ekim 1923′de sona erdi.

    1890lı yıllarda Galata Kulesi‘nden manzara.

    Osmanlı ve Bizans kayıtlarında, 1402′de Yıldırım Bayezıd döneminde İstanbul’un alınması amacıyla yapılan kuşatma kaldırılırken, yapılan anlaşma gereği Sirkeci’de bir Türk mahallesi kurulması şartına uygun olarak Göynük ve Taraklı’dan 760 hane Manav İstanbul’a yerleştirildi. Yani İstanbul’a yerleştirilen ilk yerli Türklerin, bu yöreden giden Manavlar olduğu kaynaklarca da doğrulanmaktadır. Özellikle Anadolu Yakası’ndaki Türklerin kökeni manavlardır.[38]

    Cumhuriyet dönemi

    Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.
    Napolyon Bonapart[39]

    Cumhuriyet sonrası 1923-1950 yılları arasında fiziksel atılımlar oldu. 1900′lerin başında 1 milyon olan nüfus, 1927′de 690.000′e düştü, 1935′de 740.000 ve 1945′de tekrar 900.000′e ulaştı.[40] 1950′lerde Balkanlar‘dan göç alan şehirde, bu dönemde şehirleşmede gecekondular ön plana çıkmaktadır. 1960′larda ise gecekonduların yanında, apartmanlaşma başladı. 1970′lerde ise hızlı nüfus artışı ile konut ve ulaşım sorunları önem kazandı. Bu dönemde otomobil sayısının artması ve sonucunda trafiğin artması Boğaziçi Köprüsü‘nün yapılmasında etkili oldu ve ulaşımda önemli bir noktaya varıldı. İstanbul metropoliten alanı 1970-1975 yılları arasında merkezde 50 kilometre yarıçaplı iken 1980′de 60 kilometre yarıçapa ulaştı. 1990′ların nüfus artışı, nüfusun dış taraflara yayılması ile sonuçlandı ve sonucunda İETT‘nin yetersiz gelmesi ile dolmuş ve minibüsler bu açığı kapatmaya çalıştılar. 70’li yıllarda eski hızı ile olmasa da imar faaliyetleri canlanan şehirde 1973 yılında Boğaziçi Köprüsü açıldı.[41]

    Sanat

    Kent, çok kez el değiştirip, yıprandığından kentte, Roma İmparatorluğu Dönemine ait fazla yapı kalmadı.Kalanlar içinde en önemlileri: 330 yılında İmparator I. Konstantin onuruna kentin yedi tepesinden birine dikilen anıt. Sütun her biri 3 ton ağırlığında ve 3 metre çapında olan bileziklerle birbirine bağlanmış toplam 8 adet sütun ve bir kaidenin üst üste konulmasıyla oluşturuldu.[31] Bu dönemden günümüze kalan bir başka yapı da Bozdoğan Kemeri’dir. Kentin su rezerv sisteminin inşası İmparator Hadrianus döneminde başladı.[32] I. Konstantin zamanında kentin yeniden yapılanması ve büyümesiyle birlikte hızla artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için sistemin daha da genişletilmesine gerek duyuldu.[33] Kemer, suyunu Kağıthane ile Marmara Denizi[34] arasında kalan tepelerin yamaçlarından alan ve Trakya’nın tepelik bölgelerinden kente kadar uzanarak kentin su gereksinimini karşılayan geniş kemerler ve kanallar sisteminin son noktasında yer aldı. O zamanlar kente gelen bu su, toplam kapasitesi 1 milyon metreküpten fazla olan üç açık ve Yerebatan Sarnıcı gibi yüzden fazla yeraltı sarnıcında depolandı.[35] Bugün Sultanahmet Meydanı olarak bilinen Hipodrum Meydanı ise Circus Maximus tarafından inşa edildi.

    Doğu Roma İmparatorluğu

    Doğu Roma İmparatorluğu, kentte bin yıl kadar hüküm sürdü ve burayı başkent olarak kullandı. Bu özelliğinden dolayı İstanbul’da çok sayıda Doğu Roma yapısı vardır. Bunların en önemlileri Eminönü‘nde toplanmıştır. Bu yapılar içinde en önemlisi, kilise olarak açılan Ayasofya Müzesi‘dir. Ayasofya Doğu Roma İmparatoru I. Jüstinyen tarafından M.S. 532 – 537 yılları arasında inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup, 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesiyle Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürüldü ve günümüzde müze olarak hizmet verir.[42][43] Ayasofya’dan sonra yapılan önemli yapılardan biri Fethiye Camisi‘di. Kilise olarak, 13. yüzyıl sonlarında Doğu Roma‘nın ileri gelenlerinden Mihail Glabas Tarkaniotes tarafından inşa ettirildi.[44] İstanbul’un fethinden sonra 1454 yılında patrikhane olarak kullanıldı, 1590 yılında İran savaşlarında Gürcistan ve Azerbaycan‘ın fethedilmesiyle, fethin hatırası olarak camiye dönüştürüldü. Gene önemli yapılardan Kariye Müzesi, manastır olarak 534 yılında Doğu Roma İmparatoru I. Jüstinyen döneminde Aziz Theodius tarafından yapıldı. 11. yüzyılda I. Aleksios‘un kayınvalidesi Maria Doukaina tarafından yeniden inşa ettirildi. 1204-1261 yıllarındaki Latin İmparatorluğu döneminde harap olan manastır, Theodoros Metokhites tarafından 14. yüzyılda onarıldı. Dış narteks ve parekklesion bu dönemde yapıya eklendi.

    Osmanlı İmparatorluğu

    Yeni Barok tarzda yapılan Ortaköy’deki Büyük Mecidiye Camii

    İmparatorluk devri boyunca sayısız eser yapılmıştır. Saray tipi 19. asırda Batı‘dan gelerek girmiştir. Bir asır yaşayan ve son yarım asrını mimarbaşı olarak geçiren Sinan şu eserleri yapmıştır. 81 cami, 50 mescid, 55 medrese,19 türbe, 14 imaret, 3 hastahane, 7 su bendi (baraj), 8 köprü, 16 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 6 mahzen, 7 d’arulkurrâ. Bu 441 eser bütün imparatorluğa dağılmıştır.[45] 1839 yılında Tanzimat Fermanı‘nın ilanı ile Avrupalılaşma yolunda önemli adımlar atılmıştır. Osmanlı, 18. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa tarzını benimsemiş ve bunu mimariye ve sanata yansıtmıştır. Avrupa’da yaygınlaşan barok stili İstanbul’da da birçok eserin yapımında uygunlanmıştır. Barok ve rokoko tarzında yapılan Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı ve Ortaköy Camii dünyada bu tür için önemli bir yer teşkil eder.

    Coğrafya

    İstanbul Boğazı’nın uydudan görünümü.

    Şehrin uydudan gece çekilmiş görüntüsü. Nüfusu yoğun alanlar rahatça görülebiliyor

    İstanbul 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır. Batıda Çatalca Yarımadası, doğuda Kocaeli Yarımadası‘ndan oluşur. Kuzeyde Karadeniz, güneyde Marmara Denizi ve ortada İstanbul Boğazı‘ndan oluşan kent, kuzeybatıda Tekirdağ‘a bağlı Saray, batıda Tekirdağ‘a bağlı Çerkezköy, Tekirdağ, Çorlu, Tekirdağ, güneybatıda Tekirdağ‘a bağlı Marmara Ereğlisi, kuzeydoğuda Kocaeli‘ne bağlı Kandıra, doğuda Kocaeli‘ne bağlı Körfez, güneydoğuda Kocaeli‘ne bağlı Gebze ilçeleri ile komşudur.[46] İstanbul’u oluşturan yarımadalardan Çatalca Avrupa, Kocaeli ise Asya anakaralarındadır. Kentin ortasındaki İstanbul Boğazı ise bu iki kıtayı birleştirir. Boğazdaki Fatih Sultan Mehmet ve Boğaziçi Köprüleri kentin iki yakasını birbirine bağlar. İstanbul Boğazı boyunca ve Haliç‘i çevreleyecek şekilde Türkiye‘nin kuzeybatısında kurulmuştur.

    Havadan İstanbul’un kalbi

    Jeoloji

    İstanbul’a, yakın yerde bulunan Kuzey Anadolu Fay Hattı, Kuzey Anadolu‘dan başlayarak Marmara Denizi‘ne kadar uzanır.[47] İki tektonik plaka olan Avrasya ve Afrika birbirlerini iterler ve buda fayın hareket etmesine sebep olur. Bu fay hattı nedeniyle bölgede tarih boyunca çok şiddetli depremler meydana gelmiştir.[48] 1509 yılında meydana gelen Büyük İstanbul Depremi bunun en büyük örneğidir. Bu deprem İstanbul’da, 100 camiinin yıkılmasına ve 10 bin insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. 1766 yılındaki depremde ise, Topkapı Sarayı, Ayasofya, Eyüp Sultan Camii ve Kapalıçarşı gibi yapılar büyük hasar aldı. 1999 Gölcük Depremi‘nde de 18 bin insan ölmüş ve birçok insanda evsiz kalmıştır.[49] Sismolojistler, 2025 yılından önce 7 büyüklüğünde bir depreminde olabileceğini belirtmektedirler.[50]

    İklim

    İstanbul’un iklimi, Karadeniz iklimi ile Akdeniz iklimi arasında geçiş özelliği gösteren bir iklimdir, dolayısıyla İstanbul’un iklimi ılımandır.[51]

    İstanbul’un yazları sıcak ve nemli; kışları soğuk, yağışlı ve bazen karlıdır. Nem yüzünden, hava sıcak olduğundan daha sıcak; soğuk olduğundan daha soğuk hissedilebilir. Kış aylarındaki ortalama sıcaklık 2 °C ile 9 °C civarındadır ve genelde yağmur ve karla karışık yağmur görülür.[51] Kar da yağar. Kış aylarında bir iki hafta kar yağabilir. Yaz aylarındaki ortalama sıcaklık 18 °C ile 28 °C civarındadır ve genelde yağmur ve sel görülür.[51]

    En sıcak aylar Temmuz ve Ağustos aylarıdır ve ortalama sıcaklık 23 °C dir, en soğuk aylar da Ocak ve Şubat aylarıdır ve ortalama sıcaklık 5 °C dir.[51] İstanbul’da yılın ortalama sıcaklığı 13,7 derecedir.[51]

    Toplam yıllık yağış 843,9 mm dir ve tüm yıl boyunca görülür.[52] Yağışların % 38′i kış % 18′i ilkbahar, % 13′ü yaz, % 31′ sonbahar mevsimindedir. Yaz en kuru mevsimdir, ama Akdeniz iklimlerinin aksine kurak mevsim yoktur. İstanbul 1994 yılına kadar susuzluk çekmiştir fakat alınan önlemlerle herhangi bir su sıkıntısı kalmamıştır. Bunlardan biri Melen projesidir.

    Şu ana kadar en yüksek hava sıcaklığı; 12 Temmuz 2000′de 40.5 °C olarak kaydedilmiştir. En düşük hava sıcaklığı ise; 9 Şubat 1929′da -16.1 °C olarak kaydedilmiştir.[53]

    Şehir oldukça rüzgârlıdır; rüzgârın ortalama hızı saatte 17 km dir.

    [gizle]Nuvola apps kweather.svg İstanbul iklimi Weather-rain-thunderstorm.svg
    Aylar Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık Yıl
    Ortalama en yüksek sıcaklık, °C 8,7 9,1 11,2 16,5 21,4 26,0 28,4 28,5 25,0 19,1 15,3 11,1 18,4
    Ortalama sıcaklık, °C 5,8 5,9 7,6 12,1 16,7 21,0 23,4 23,6 20,2 16,0 11,9 8,2 14,3
    Ortalama en düşük sıcaklık, °C 2,9 2,8 3,9 7,7 12,0 16,0 18,5 18,7 15,5 12,0 8,5 5,3 10,3
    Ortalama yağış, mm 98,4 80,2 69,9 45,8 36,1 34,0 38,8 47,8 61,4 96,9 110,7 123,9 843,9
    Kaynak: Worldweather.org[54] Türkiye Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü (DMİ)[55]

    Doğal Yaşam

    Çok zengin bir bitki topluluğuna sahip olan İstanbul yöresinde şimşir, meşe, çınar, kayın, gürgen, akçaağaç, kestane, çam, ladin ve servi gibi 2500 kadar bitki türü yetişir. Bu bitkilerden bir kısımı bu yöreye endemiktir. Genellikle ormanları oluşturan ağaçlar, İstanbul’un kuzeydoğusu, Alemdağ’ın kuzeyi ve Polenezköy çevresinde görülen kayın, kestane ve saplı meşedir. Bitki örtüsüne iklimin etkisinin yanında toprağında etkisi vardır. Kayın ağaç topluluğun bulunduğu alanları kireçsiz kahverengi orman toprakları kaplarken, meşe ve kestane topluluğunda bu topraklar kireçsizdir. Yaklaşık 2500 civarında doğal bitki türüne sahip olan İstanbul, bu özelliği ile İngiltere gibi Avrupa ülkelerini tek başına geride bırakabilir durumdadır. Bu aynı zamanda Türkiye’de doğal olarak yetişen on binden fazla bitkinin, yaklaşık 1/4’ünü İstanbul’da barınması demektir; ve bu bitkilerden bazıları endemiktir, yani tüm dünya üzerinde sadece İstanbul’da yaşamaktadır. [56] İstanbul çiğdemi (Crocus olivieri subsp. istanbulensis) bu endemik bitkilere örnektir.

    Hayvan yaşamı yönünden de zengin olan İstanbul’da, kızılgeyik, karaca, alageyik, yaban domuzu, yaban kedisi, çakal], ve tilki gibi bulunan memeli hayvanlar bulunabilir. Bununla beraber önemli bir kuş göç yolu üzerinde yer alan İstanbul’da her ilkbahar ve sonbaharda leylek, kartal, şahin ve atmaca gibi çeşitli kuş türleri gözlemlenebilir. İstanbul’da en yaygın bulunan kuşlar ise serçe, güvercin, kumru, karga ve artık kentin bir simgesi hâline gelen martıdır.

    Şehir yapısı

    1922 ylında İstanbul’un şehir sınırlarını gösteren bir harita.

    İstanbul’un toplam 39 ilçesi vardır. Bu ilçelerin 25′i Avrupa Yakası‘nda, 14′ü ise Anadolu Yakası‘ndadır. İstanbul’un ilçeleri üç ana bölgeye ayrılmaktadır:

    • Eski İstanbul’un tarihi yarımadası olan Fatih ve Eminönü (Eminönü ilçesi 2008 yılında bir yasa ile Fatih ilçesine bağlanmıştır. Günümüzde yarımadayı Fatih ilçesi oluşturmaktadır.) 15. yüzyıl’ın İstanbul’unu oluşturmaktaydı. Bu bölgenin kuzey kıyılarında Haliç bulunmaktaktadır. Batıdaki İstanbul Surları‘na kadar uzanır. Güney sınırını Marmara Denizi denizi oluşturur. Doğuda ise Boğaz‘ın girişi bulunmaktadır.[57]
    • Haliç‘in kuzeyinde bulunan Beyoğlu ve Beşiktaş ilçeleri tarih açısından büyük öneme sahiptir. Son Osmanlı Padişahları‘nın sarayı Dolmabahçe Sarayı Kabataş‘dadır.[58] İstanbul Boğazı kıyıları boyunca Ortaköy ve Bebek gibi eski semtler birbirlerini takip etmektedir. Şehrin her iki yakasındada Boğaz boyu devam eden lüks yalılar mevcuttur.
    • Üsküdar (antik Chrysopolis) ve Kadıköy (antik Chalcedon) ilçeleri eski zamanlarda birer şehir iken zamanla değiştirilerek İstanbul’un ilçesi hâline gelmişlerdir. İstanbul’un Anadolu Yakası‘ndaki en eski ilçeleridir.[59][60] Günümüzde, birçok çağdaş yerleşim alanlarına ve iş sahası bakımından büyük öneme sahiptir. Şehrin nüfusunun üçte birine ev sahipliği yapmaktadır.

    İstanbul’un tarihi semtlerinden batıya ve kuzeye gidildikçe büyük bir farklılaşma görülür. En yüksek gökdelenler ve ofis binaları Avrupa Yakası‘da özellikle Levent, Mecidiyeköy ve Maslak‘ta toplanırken, Anadolu Yakası‘nda ise Kadıköy ilçesindeki Kozyatağı mahallesi dikkat çeker. 20. yüzyılda şehrin hızla büyümesi, doğudan batıya büyük bir göçün başlamasına neden olmuştur.[61] Böylece şehirdeki gecekondulaşma büyük bir hız kazanmıştır. Kaçak olarak hazine veya özel arazilere yapılan bu binalar, kısa sürede ve düşük kalitede yapılır. Türkiye‘nin en büyük şehirleri arasında bulunan Ankara ve İzmir‘de bu yapılar yaygındır. Gecekondular, çarpık kentleşmeye büyük ölçüde neden olmaktadır.[62]

    Galata Kulesi‘nden tarihi yarımadanın görünümü.

    Kentleşme

    Haliç ve tarihi yarımada.[63]

    İstanbul’un şehir yapısı ve şekli sürekli değişmektedir. Yunan, Roma ve Bizans dönemleri boyunca Konstantinopolis‘in tarihi yarımadasında, Galata‘da (Pera. sonraki adıyla Beyoğlu), Chalcedon (Kadıköy) ve Chrysopolis‘te (Üsküdar) önemli derecede yenilenme ve büyümeler yaşanmıştır. Antik zamanlarda şuanki İstanbul’un tüm ilçeleri birer bağımsız şehirdiler. Bugün İstanbul, eski Konstantinopolis‘in metropol hâli olarak kabul edilebilir. Çünkü şehir o dönemlerden beri genişletilmekte ve yenilenmektedir.

    Son yıllarda inşa edilen çok yüksek yapılar, nüfusun hızlı büyümesi göz önüne alınarak yapılmışlardır. Şehrin hızla genişlemesinden dolayı konutlaşma, genellikle şehir dışına doğru ilerlemektedir. Şehrin sahip olduğu en yüksek çok katlı ofis ve konutlar, Avrupa Yakası‘nda bulunan Levent, Mecidiyeköy ve Maslak semtlerinde toplanmıştır. Levent ve Etiler’de çok sayıda alışveriş merkezi toplanmıştır. Türkiye’nin en büyük şirket ve bankalarının önemli bir kısmı bu bölgede bulunmaktadır.

    20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, özellikle Anadolu Yakası‘nda denize yakın yazlık konutların ve lüks köşklerin yapımına hız verilmiştir. Kadıköy ilçesindeki Bağdat Caddesi genişliği ve uzunluğuyla birçok alışveriş merkezi ve restoranı barındırmaktadır. Bu gelişmelerde bölgenin gelişimine olumlu katkıda bulunmuştur. Yaka da, son yıllarda gerçekleşen nüfus büyümesinin en büyük faktörü Anadolu‘dan gelen göçtür. Günümüzde, İstanbul halkının %66′sı Avrupa Yakası’nda yaşamaktadır.

    Yönetim

    İstanbul’un hâlen görevde bulunan Belediye başkanı, Kadir Topbaş‘tır.[64] Şehrin valisi ise Hüseyin Avni Mutlu‘dur.[65]

    İstanbul, partili sistem ile başa gelen başkanlar tarafından yönetilir. Bu yönetim şekli 3 Nisan 1930′da İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin kurulmasından beri devam etmektedir. Belediye şehrin tüm karar yetkisini elinde bulundurmaktadır. Şehrin yönetimi 3 ana organda toplanmıştır. 1. Belediye Başkanı (her 5 yılda bir seçilir.), 2. Büyükşehir Konseyi, 3. Büyükşehir yönetim kurulu.

    Bugünkü İstanbul Büyükşehir Belediye Binası Fatih ilçesinin Saraçhane adıyla bilinen bölgesinde bulunmaktadır. Bina, 17 Aralık 1953 yılında tamamlanmış, 26 Mayıs 1960 tarihinde belediye binası olarak hizmet vermeye başlamıştır.[66]

    Nüfus yapısı

    1975 ve 2011 yılları arasında İstanbul’un nüfus artışı (gri kısımlar binalardır)

    Türkiye İstatistik Kurumu‘nun (TÜİK) hazırlamış olduğu 2012 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre İstanbul’un (İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve bağlı belediyelerin sınırları içindeki nüfus) toplam nüfusu 13.710.512 kişidir.[67]

    İstanbul’un 14′ü Anadolu Yakasında, 25′i Avrupa Yakasında olmak üzere toplam 39 ilçesi vardır. İstanbul’un 39 ilçesi nüfus sayısı bakımından 2012 yılı verilerine göre incelendiğinde en yüksek nüfusa sahip ilçesi Bağcılar (749.024), en az nüfusa sahip ilçesi de Adalar (14.552) olmuştur.[68] İstanbul’da yaşayanların % 64,71′i (8.872.324) Avrupa Yakası; % 35,28′i de (4.838.188) Anadolu Yakasında ikamet eder. İstanbul Nüfuslarına göre en kalabalık şehirler listesi‘nde dünyanın en kalabalık 2. şehiridir.

    Belediye Nüfusları

    İlçelere göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve bağlı belediyelerin sınırları içindeki nüfus;

            İlçe Nüfus
    Adalar 14.552
    Arnavutköy 198.165
    Ataşehir 395.758
    Avcılar 395.274
    Bağcılar 749.024
    Bahçelievler 600.162
    Bakırköy 221.336
    Başakşehir 311.095
    Bayrampaşa 269.774
    Beşiktaş 186.067
            İlçe Nüfus
    Beykoz 220.364
    Beylikdüzü 229.115
    Beyoğlu 246.152
    Büyükçekmece 201.077
    Çatalca 36.863
    Çekmeköy 188.290
    Esenler 458.694
    Esenyurt 553.369
    Eyüp 349.470
    Fatih 428.857
            İlçe Nüfus
    Gaziosmanpaşa 488.258
    Güngören 307.573
    Kadıköy 521.005
    Kağıthane 421.356
    Kartal 443.293
    Küçükçekmece 721.911
    Maltepe 460.955
    Pendik 622.200
    Sancaktepe 277.312
    Sarıyer 258.035
            İlçe Nüfus
    Silivri 137.861
    Sultanbeyli 302.388
    Sultangazi 492.212
    Şile 13.260
    Şişli 318.217
    Tuzla 197.657
    Ümraniye 645.238
    Üsküdar 535.916
    Zeytinburnu 292.407

    Nüfus Piramidi

    Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne göre 2011 yılı itibariyle İstanbul İli nüfusunun yaş gruplarına göre dağılımı;

    (2011)[69]
    0 - 4 1.084.589
    Erkek Kadın
    5 - 9 1.033.568
    10-14 1.085.691
    15-19 1.056.759
    20-24 1.117.306
    25-29 1.331.316
    30-34 1.411.980
    35-39 1.190.655
    40-44 956.148
    45-49 906.704
    50-54 690.238
    55-59 585.538
    60-64 407.682
    65-69 275.906
    70-74 194.453
    75-79 146.506
    80-84 93.147
    85-89 43.309
    90+ 12.745

    Tarihsel nüfus

    İstanbul’un nüfusu tarih boyunca tahmini olarak (1927-2010 sayımlarının, 1927 öncesi tahmini rakamlarıdır) şöyledir:

    İstanbul’un geçmişteki nüfus sayısı
    Yıl Nüfus Yıllık artış oranı(%)
    330 40.000
    400 400.000 3,34
    530 550.000 0,25
    545 350.000 -2,97
    715 300.000 -0,09
    950 400.000 0,12
    1200 150.000 -0,39
    1453 36.000 -0,56
    Yıl Nüfus Yıllık artış oranı(%)
    1477 14.803[70] -3,64
    1566 600.000 4,25
    1817 500.000 -0,07
    1860 715.000 0,84
    1885 873.570 0,80
    1890 874.000 0,01
    1897 1.059.000 2,78
    1901 942.900 -2,86
    Yıl Nüfus Yıllık artış oranı(%)
    1914 909.978 -0,27
    1927 680.857 -2,21
    1935 741.148 1,07
    1940 793.949 1,39
    1945 860.558 1,62
    1950 983.041 2,70
    1955 1.268.771 5,24
    1960 1.466.535 2,94
    Yıl Nüfus Yıllık artış oranı(%)
    1965 1.742.978 3,51
    1970 2.132.407 4,12
    1975 2.547.364 3,62
    1980 2.772.708 1,71
    1985 5.475.982 14,58
    1990 6.629.431 3,90
    2000 8.803.468 2,88
    2009 12.782.960 4,52
    Yıl Nüfus Yıllık artış oranı(%)
    2010 13.120.596 2,64
    2011 13.483.052 2,76
    2012 13.710.512 1,68

    Din

    İstanbul dünyadaki çoğu metropol gibi birçok insan topluluğu tarafından şekillendirilmiştir. Şehirdeki en büyük mensubu bulunan din İslamiyet‘tir. Dini azınlıkları ise Yunan Ortodoks Kilisesi, Ermeni Apostolik Kilisesi ve Sefarad ve Aşkenaz Yahudiler oluşturmaktadır. 2000 yılı nüfus sayımına göre; 2,691 faal camii, 123 faal kilise, 26 faal sinagog mevcuttur. Ayrıca 109 Müslüman mezarlığı, 57′de gayrimüslim mezarlığı bulunmaktadır. Sayıları çok azalmadan önce, belirli ilçelerde bu dini azınlıklar yaşamaktaydı. Örneğin Kumkapı‘da Ermeni nüfusu, Balat‘da Yahudi nüfusu ve Fener‘de ise Rum nüfusu vardı. Rum Ortodoks Patrikhanesi‘nin ruhani lideri I. Bartholomeos, Fatih‘in Fener semtinde bulunmaktadır. Bu patrikhane Hıristiyanlık dininin önemli bir kesimini oluşturan Ortodoks mezhebinin merkezidir.

    İstanbul’daki en önemli camilerden biri olan Sultan Ahmet Camii‘nin iç avlusundan bir görünüm.

    Müslümanlar

    Şehrin en büyük dini grubunu Müslümanlar oluşturmaktadır. Bunların yanı sıra, Müslümanların en kalabalık mezhep formunu Sünniler, bu mezhebi takibende Aleviler nüfusça fazladır. 2007 yılındaki sayıma göre şehirde ki toplam camii sayısı 2,994′tür.[71] İstanbul, İslam Hilafeti’nin son merkezi olmuştur.[72] 1517 yılında Yavuz Sultan Selim ile başlayan halifelik, 3 Mart 1924 yılında Abdülmecit ile sona ermiştir.[73] 2 Eylül 1925 yılında da tekkeler kapatılmış, tarikat yasaklanmıştır. Böylelikle ülkede laik sistem başlamış ve bu değişimden en çok etkilenen il İstanbul olmuştur. Halifeliğin kaldırılmasının hemen ardından Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.[74] Osmanlı İmparatorluğu döneminde var olan en yüksek yetkiye sahip Şeyhülislamlar da yerini Diyanet İşleri Başkanına bırakmıştır.

    Hristiyanlar

    Fatih’in Fener semtinde bulunan Aya Yorgi Kilisesi’nin içi.

    Şehir 4. yüzyıldan beri Rum Ortodoks Patrikhanesi‘nin merkezi olmuş ve diğer Ortodoks kiliselerinde merkezi olarak hizmet vermeye devam etmektedir. Aynı zamanda şehir, Türk Ortodoks Patrikhanesi ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi‘ninde merkezidir. Eski yıllarda Bulgar Piskopsluğu ön planda iken bu zamanla yerini Ortodoks Kiliselerine bırakmıştır. İstanbul’da yaşayan özellikle Rumlar ve Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu‘nun çöküşü sırasında Türkler ile zaman zaman çatışmalar yaşamış fakat Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurulmasıyla düzen yeniden sağlanmıştır. Savaşlar nedeniylede 1914 ve 1927 yılları arasında şehirde bulunan Hristiyan nüfusu hızlı bir düşüş yaşayarak 450,000′den, 240,000′e gerilemiştir.[75] 1923 yılında yapılan Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi‘den İstanbul’da yaşayan Yunan Ortodoks toplumu muaf tutulmuştur.[76] Ancak İkinci Dünya Savaşı yılları bu azınlık için bir dizi vergiler getirilmiştir. (bkz. Varlık Vergisi)[77] 1955 yılında meydana gelen Rum azınlıklara yönelik tahrip ve yağma hareketi olan 6-7 Eylül Olayları‘ı 11 Rum’un ölümüne ve 30 ile 300 kişinin yaralanmasına neden olmuştur. Bu olay sonucundada İstanbul’dan, Yunanistan‘a hızlı bir şekilde göç artmıştır ve 12,000 Rum vatandaşlıktan çıkarılmıştır.[78]

    İstanbul’un Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi ile birlikte birçok kilise, camiiye çevrilmiştir. Küçük Ayasofya Camii, Fenari İsa Camisi, Arap Camii, Kocamustafapaşa Sümbül Efendi Camii gibi eski yapılarda İstanbul’un Osmanlı hakimiyetine geçmesinden sonra camiiye çevrilen kiliselerdendir. Bu camilerden en büyüğü ve en önemlisi Fatih‘in Eminönü semtinde bulunan Ayasofya‘dır. Ayasofya Atatürk‘ün isteğiyle ibadete kapatılmış ve Bakanlar Kurulu‘nun da onayıyla 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla[79] müzeye çevrilmiştir.

    Yahudiler

    Sefarad Yahudileri 500 yılı aşkın süredir bu şehirde yaşamaktadırlar. İstanbul’daki Yahudiler’in bugünkü nüfusu 22,000 civarındadır. Aşkenaz Yahudileri, Sefarad Yahudileri’ne nispeten daha yeni ve çok daha küçük bir topluluktur. Yahudiler’in ibadethaneleri sinagoglardır. Şehirde bulunan aktif sinagog sayısı ise 20′dir.[80] Bu sinagogların içinde en büyük taşıyanı Beyoğlu ilçesinin Karaköy semtinde bulunan Neve Şalom Sinagogu‘dur. 1951 yılında ibadete açılan sinagog en büyük cemaate de sahiptir.[81] Sefarad Yahudiler’in dili olan Ladino dili (Yahudi İspanyolcası) 65 yaş üzeri kişiler tarafından konuşulur, 65 yaşın altındaki Yahudiler tarafından anlaşılsa bile artık konuşulamamaktadır. Bu yüzden Ladino ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

    Ekonomi

    İstanbul, Türkiye’nin iktisadi açıdan en önemli şehridir.

    İstanbul, Türkiye‘nin en büyük şehri ve siyasi olarak eski başkentidir. Kara ve deniz ticaret yollarının bir kavşağı olması ve stratejik konumu nedeniyle Türkiye’de ekonomik yaşamın merkezi olmuştur. Şehir aynı zamanda en büyük sanayi merkezidir. Türkiye’deki sanayi istihdamının %20′sini karşılamaktadır. Yaklaşık olarak %38′lik endüstriyel alana sahiptir. İstanbul ve çevre iller bu alanda; meyve, zeytinyağı, İpek, pamuk ve tütün gibi ürünler elde etmektedir. Ayrıca gıda sanayi, tekstil üretimi, petrol ürünleri, kauçuk, metal eşya, deri, kimya, ilaç, elektronik, cam, teknolojik ürünler, makine, otomotiv, ulaşım araçları, kağıt ve kâğıt ürünleri ve alkollü içkiler, kentin önemli sanayi ürünleri arasında yer almaktadır. Forbes Dergisi’nin yaptığı araştırmaya göre 2008 yılı Mart itibariyle 35 milyardere sahip şehir dünya sıralamasında dördüncü olmuştur.[82] İstanbul’da ilk olarak 1866 yılında hizmete giren Dersaadet Tahvilat Borsası, 1986 yılı başlarında mevcut yapı değiştirilerek bugünkü İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) açılmıştır.[83][84] 19. ve 20. yüzyıl başlarında Galata semtinde bulunan Bankalar Caddesi Osmanlı İmparatorluğu için finans merkezi olmuştur. Bu bölgede Osmanlı’nın merkez bankası olan Bank-ı Osmanî (1856 yılından sonra yeniden düzenlerek 1863 yılından itibaren Bank-ı Osmanî-i Şahane)[85] ve Osmanlı Borsası bulunurdu.[86] Bankalar Caddesi, 1990 yılına kadar finans ve ekonomi merkezi olmayı korumuş fakat yenileşme hareketi başlaması sonucu modern iş merkezleri Levent ve Maslak bölgeleri olmuştur. 1995 yılında İMKB, Sarıyer‘in İstinye semtinde bulunan bugünkü binasına taşınmıştır.[87]

    Günümüzde İstanbul, Türkiye‘nin %55 üretimine ve %45′lik ticaret hacmine sahiptir. Ülkede Gayrisafi millî hasıla‘nın %21.2′lik kısmını oluşturur. Toplam ihracattaki payı %45,2, ithalâttaki payı ise %52,2′dir.[88]

    Turizm

    İstanbul’un tarihi, anıtlar ve yapıtların fazlalığı, ve Boğaz‘a sahip olması nedeniyle gözde turizm merkezlerinden biridir. Turistler arasında en büyük pay Almanlara aittir. Almanları Ruslar, Amerikalılar, İtalyanlar ve Fransızlar izler. 2011 yılında kente 8 milyon 58 bin turist gelmiştir. [89] Istanbul’da her bütçeye uygun otel bulmak mümkündür. 5 yıldızlı zincir otellerden, butik aile işletmesi otellere kadar 1180′den fazla otel bulunmaktadır. Son yıllarda dünya çapında isim yapmış zincir oteller İstanbul’a yoğun ilgi göstermektedirler.

    Halk hizmetleri

    Eğitim

    Ana madde: İstanbul’daki üniversiteler listesi

    İstanbul’da yedisi devlet yirmi dördü vakıf olmak üzere otuz bir üniversite vardır. Özellikle kamuya ait öğretim kurumları ülkenin en saygın ve en donanımlı üniversitelerindendir. Ancak son yıllarda da özel üniversitelerin sayısında bir yükselme olmuştur. Türkiye’nin en eski 3 devlet üniversitesinden ikisi İstanbul’dadır. İstanbul Üniversitesi 1453 yılında kurulmuştur ve Türkiye’nin en eski üniversitesidir.[90] İstanbul Teknik Üniversitesi (1773) ise dünyanın en eski üçüncü teknik üniversitesidir ve tamamen mühendislik bilimleri adanmıştır.[91][92] İstanbul’da tanınmış diğer devlet üniversiteleri; Boğaziçi Üniversitesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi‘dir. Ayrıca ülkenin en eski 4 vakıf üniversitesinden üçü bu kenttedir. Bunlar 1992 yılında kurulan Kadir Has Üniversitesi ve Koç Üniversitesi‘dir.

    Türkiye’nin en eski teknik üniversitesi İTÜ‘nün mimarlık fakültesi binası

    İstanbul’da eğitim veren Universiteler :

    Hemen hemen İstanbul’daki tüm özel lise ve üniversitelerde İngilizce, Fransızca ve Almanca gibi ana yabancı dil veya ikincil yabancı dil eğitimi verilmektedir. Galatasaray Lisesi, 1481 yılında Galata Sarayı Enderun-u Hümayunu adılya kurulmuştur. Daha sonraki adıyla Galatasaray Mekteb-i Sultanisi şehrin en eski lisesi olmakla birlikte, en eski ikinci eğitim veren kurumudur.[127]

    Galatasaray Lisesi ve ön bahçesi.

    İstanbul Lisesi (1884) daha çok bilinen adıyla İstanbul Erkek Lisesi, uluslararası alanda tanınmış en eski liselerden biridir.[128]

    Cağaloğlu Anadolu Lisesi, (eski adıyla İstanbul Kız Lisesi) 1850 yılında I. Abdülmecit‘in annesi Bezmiâlem Valide Sultan‘ın isteği üzerine kurulmuş, Osmanlı‘nın ilk sivil lisesi unvanına sahiptir. İlk olarak Valide Mektebi ve ardından Darülmaarif isimlerini almış, 1911-1933 yılları arasında İnas İdadisi(erkek öğretmen lisesi), 1933-1983 yılları arasında Türkiye’nin ilk kız lisesi İstanbul Kız Lisesi olarak hizmet vermiş, 1983 yılında ise bugünkü hâlini almıştır.[129]

    Üsküdar‘ın Çengelköy semtindeki Kuleli Askeri Lisesi ise şehrin tek askeri lisesidir.

    Nişantaşı Anadolu Lisesi (1905) , English High School for Boys adıyla özellikle İngiliz topluluğu mensuplarının çocuklarına sağlıklı bir eğitim vermek amacıyla kurulmuştur.1979 yılında MEB’e bağlanmış ve şimdiki adını almıştır.

    Kadıköy Anadolu Lisesi (1955), eski ve daha iyi bilinen adıyla Kadıköy Maarif Koleji, Türkiye Cumhurriyeti’nin dünya çapında tanınan köklü ve seçkin liselerinden biridir. Kısaca Kadıköy Maarif veya KAL olarak bilinir. Ulusal Başarı ödülüne sahip ilk ve tek öğretim kurumu olan Kadıköy Maarif, aynı zamanda İstanbul Teknik Üniversitesi‘ne en çok başarılı öğrenci gönderen okul olarak RAGIP DEVRES ödülünün de sahibidir.[130]

    Türkiye’de eğitim veren lise türlerinden biri olan Anadolu Liseleri grubuna giren Kadıköy Anadolu Lisesi, Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi, Pertevniyal Lisesi, Kabataş Lisesi Türkiye ve dünya çapında tanınmış liselerdendir.[130] İstanbul’da çok sayıda yabancı azınlık bulunmasından dolayı 19. yüzyıl’da yabancı liselerde artış görülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurulmasından sonra birçok yabancı okul Milli Eğitim Bakanlığı idaresine girmiştir. Fakat bazı liseler hâlen yabancı idaresi altındadır. Özel İtalyan Lisesi, İtalya hükûmeti tarafından yönetilmekte ve İtalyan devlet okulu olarak kabul edilmektedir. Ayrıca finansman ve öğretmen ihtiyacı Başkent Roma‘dan sağlanmaktadır.[131] 1863 yılında kurulan Robert Koleji ve diğer birçok okul bunların arasında sayılabilir.[132]

    İstanbul, çoğu Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait geniş koleksiyonları içeren çok sayıda kütüphaneye sahiptir.[133] Tarihi belge koleksiyonları açısından en önemli kütüphaneler, Topkapı Sarayı Kütüphanesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Kütüphanesi, Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Süleymaniye Kütüphanesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve İBB’ ne bağlı olarak hizmet veren Atatürk Kitaplığı’dır.

    Sağlık

    İstanbul çok sayıda hastane, klinik ve laboratuvarla birlikte ülkenin tıbbi araştırma merkezidir. Bu tesislerin çoğu yüksek teknolojik ekipmanlara sahiptir. Bu imkânların tıbbi turizme etkisi vardır ve kent bu alanda çok hızlı ilerlemektedir.[134] Öyleki İngiltere ve Almanya gibi Batı Avrupa ülkeleri dar gelirli hastalarını yüksek teknolojik tıbbi tedavi ve operasyonlar için İstanbul’a göndermektedir.[135] İstanbul özellikle lazer Oftalmoloji (Göz cerrahi) ve plastik cerrahi için küresel bir durak hâline gelmiştir.[134]

    Kentte özellikle hava kirliliği sağlık için büyük bir sorun oluşturmaktadır. Özel araçların artması ve kamu ulaşımının yavaş ve yetersiz olması bu sorunu artırmaktadır. Bu sorunla ilgili olarak Ocak 2006′da yalnızca kurşunsuz benzin kullanımı planlanıyordu.[136]

    Alt yapı

    Yerebatan Sarnıcı‘nın iç görünümü.

    Bozdoğan Kemeri‘nin günümüzdeki hâli.

    Kentin su ihtiyacını karşılamak için yapılan sistemler şehrin kuruluş dönemine kadar uzanmaktadır. İki en önemli su kemeri, Roma döneminde inşa edilmiş Mazul Kemeri ve Bozdoğan Kemeri (Valens Kemeri)’dir. Şehrin Kuruluş dönemlerinde su ihtiyacı, yeraltı kaynaklarından sağlanıyordu. İlk önemli su tesisleri Roma döneminde yapılmıştır.[137] Roma İmparatorları’ndan Valens, Halkalı civarından Beyazıt’a kadar su getirtmiş ve bu su yolu için Mazul Kemer ile Bozdoğan Kemeri’ni inşa ettirmiştir.[138] Ayrıca Valens zamanında Belgrad Ormanları‘nda bir bent de yaptırılmıştır. Kağıthane Deresi’nin suları ızgaralarda toplanarak şehrin su ihtiyacını karşılamak için kullanılmıştır. Toplananlar sular şehrin çeşitli sarnıçlarına toplanmıştır. Bu sarnıçların en büyük ve en önemlileri Binbirdirek Sarnıcı (Philoxenos) ve Yerebatan Sarnıcı‘dır. Şehirde nüfusun giderek artması sonucu yine su sıkıntıları çekilmeye başlanmış, bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman bu sorunun çözülmesi için “Ser Mimaran-ı Cihan ve Mühendisan-ı Devran” diye ma’ruf Mimar Sinan‘ı görevlendirdi. Böylece 1555 yılında Kırkçeşme Su Tesislerinin inşaasına başlanmış oldu.[137] Daha sonraki yıllarda suya olan ihtiyacın ve halkında isteği sonucu, küçük ikmal şebekleriyle halkın kullanımına açık çeşmeler yapılmaya başlandı.

    Bugün, suları klorlama, Atık su arıtma, dezenfekte etme ve dağıtma gibi hizmetler İSKİ (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi) tarafından yürütülmektedir.[139] Ayrıca bazı özel kuruluşlarda temiz su dağıtımı yapmaktadır. İstanbul’da elektrik dağıtımı ve bakımı ise Türkiye Elektrik İletim A.Ş. tarafından yapılmaktadır.[140] Kentin ilk elektrik üretim tesisi ise 1914 yılında kurulan ve 1983 yılına kadar hizmet veren Silahtarağa Elektrik Santrali‘dir.[141]

    Osmanlı İmparatorluğu‘nda ilk Posta ve Telgraf Bakanlığı 23 Ekim 1840 yılında, Tanzimat Fermanı ile yaşanan gelişmelerin sonucu olarak kurulmuştur.[142] İlk postane ofisi olan Postahane-i Amire Yeni Cami avlusu yakınlarındaydı.[142] İlk Uluslararası ise 1876 yılında kurulmuş, 1901 yılında ise havale türü ve kargo gibi işlemlerin kabulüne başlanmıştır.[142] 1847 yılında Samuel Morse tarafından telgrafın patenti alınmıştır. Samuel Morse’un bu yeni buluşu, eski Beylerbeyi Sarayı‘nda (Beylerbeyi Sarayı 1861-1865 yıllarında aynı yere yenisi inşa edildi.) bizzat Padişah Abdülmecit tarafından test edilmiştir.[143] Bu başarılı deneme sonrasında, İstanbul ve Edirne arasında ilk telgraf hattı kurulumu 9 Ağustos 1847 yılında başlamıştır. 1855 yılında Telgraf İdaresi kurulmuş,[142] 23 Mayıs 1909 yılındada 50 hat kapasiteli ilk manuel telefon santrali Büyük Postane adıyla Sirkeci‘de hizmet vermeye başlamıştır.

    Önemli mekânlar

    Yapılar

    İstanbul Surları

    İstanbul Surları

    İstanbul’un etrafını çeviren surlar tarihte 7. yy.dan başlayarak inşa edilmiş, yıkılmalar ve yeniden yapmalarla dört defa elden geçmiştir. Son yapımı M.S. 408′den sonradır. II. Theodosius (408-450) zamanında İstanbul surları Sarayburnu‘ndan Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray’a bu taraftan ve Marmara kıyısı boyunca Yedikule‘ye, Yedikule’den Topkapı‘ya, Topkapı’dan Ayvansaray’a uzanıyordu.[144] Surların uzunluğu 22 km.’dir . Haliç surları 5.5 km., kara 6,5 km., Marmara Surları ise 9 km.’dir.

    Kara surları üç bölümden oluşur. Hendek, dış sur,iç sur. Hendekler bugün tarım alanı olmuştur. Sura bitişik ve 50 m. aralıklarla kara surları tarafında, birçoğu yıkılmış, çatlamış durumda 96 burç bulunmaktadır. Bu burçlar, boydan boya uzanan sur duvarlarından 10 metrelik çıkıntıda, çoğunlukla kare planlı ve 25 metre yüksekliğindedir.

    Dolmabahçe Sarayı

    Haliç

    Beylerbeyi Sarayı

    Topkapı Sarayı

    Yıldız Sarayı

    Çırağan Sarayı

    Dolmabahçe Sarayı

    Dolmabahçe Sarayı, Karaköy‘den Sarıyer‘e uzanan sahil şeridinin Kabataş ile Beşiktaş arasında kalan bölümünde, Marmara Denizi‘nden Boğaziçi‘ne deniz yoluyla girişte sol sahilde, Üsküdar‘ın karşısında yer alan saray. Denizden yer alınıp doldurulmasıyla ortaya çıkan alana yapıldığı için dolmabahçe adını almıştır. Yapımı için dış devletlerden borç alınmıştır.[145] Dolmabahçe Sarayı’nın bugün bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Osmanlı Kaptan-ı Derya‘sının gemileri demirlediği, Boğaziçi‘nin büyük bir koy‘u idi. Dolmabahçe sarayı hâlâ eski güzelliğini korumaktadır. Geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy zamanla bir bataklık hâline geldi. 17. yüzyıl’da doldurulmaya başlanan koy, padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir “hasbahçe”ye dönüştürüldü. Bu bahçede çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu, uzun süre Beşiktaş Sahilsarayı adıyla anıldı.[146]

    Haliç

    Ana madde: Haliç

    Haliç, (batılıların deyişi ile Altın Boynuz) İstanbul’un bir koyudur. Haliç’in kelime anlamı, nehir ağızındaki koy demektir. Yunan efsanesine göre; Megaralılar, kralları Beyaz’ın annesi Keroessa için Altın Boynuz ismini vermişlerdir. Bizans döneminde kolonileşme de burada başlamıştır. Aynı zamanda Bizans İmparatorluğu’nun denizcilik merkeziydi.Sahil boyunca uzanan duvarlar,şehri bir deniz filosu atağından korumak için inşa edilmiştir. Haliç’in girişinde istenmeyen gemilerin girişini engellemek için, şehirden karşıya eski Galata kulesi’nin kuzeydoğu ucuna uzanan geniş bir zincir vardı. Bu kule Latin haçlılarınca 4.Haçlı seferinde 1204 yılında geniş bir şekilde tahrip edildi. Fakat Ceneviz‘liler yanına yeni bir kule inşa ettiler. Bu kule meşhur Galata Kulesi 1348 Christea Turris (Tower of Christ:İsa’nın Kulesi) diye adlandırılır. Osmanlı döneminde Yoğun Bektaşi nüfusun yaşadığı bir bölge idi. Karaağaç tekkesi,Karyağdı Baba tekkesi,Giresunlu Tekkesi gibi birçok Bektaşi tekkesi bu bölgede idi

    Beylerbeyi Sarayı

    Beylerbeyi sarayı 1861-1865 yıllarında, eski ahşap bir sahil sarayının yerinde Sultan Abdülaziz tarafından Sarkis Balyan‘a yaptırılmıştır.[147] Yazlık bir saray olarak inşaa edilen Beylerbeyi Sarayı, boğazı izleyebilecek bir yere yerleştirilmiştir. Saray, çok büyük olmamakla beraber, güzel işlemeleri ile göz kamaştırır. Sarayın mimarisi, Avrupa mimarisinden çok etkilenmiş olmakla beraber, Osmanlı’ya özgü süslemeler gayet rahat görülebilir. Sarayın içerisi rengarek çinilerle süslenmiş olup içeride Avrupa’dan getirlen mobilyalar ve değerli eşyalar kullanılmıştır. Sarayın tavanlarında ve duvarlarında özellikle gemi resimleri dikkat çeker.

    Topkapı Sarayı

    Ana madde: Topkapı Sarayı

    Topkapı Sarayı, İstanbul’da yer alan ve dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskisi ve genişidir.[148] Konumu, Haliç’i, Boğaziçi’ni ve Marmara denizi gören, İstanbul’un ilk kuruluş yeri olan bilinen akropol tepesidir. Tarihi İstanbul üçgen yarımadasının en uç noktasında, 5 km’yi bulan surlarla çevrili, 700.000 m2 özel araziye sahip bir komplekstir. Bu özelliği ile saraydan çok küçük bir şehri andıran Topkapı Sarayı, 500 yılı aşkın bir süredir kullanılmıştır. Sonradan padişah, yeni yapılan Dolmabahçe Sarayı’na taşınınca saray, uzun bir süre bakımsız bırakıldı. Saray, Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan restorasyon sayesinde eski görkemine geri kavuştu. Şu an bir müze olarak kullanılan sarayda padişaha ait eşyalar segilenir. Müze kolleksiyonunun en değerli parçaları arasında Muhammed‘in hırkası, dişi, ayak izi ve kılıcı sayılabilir. Bu nesneler, Yavuz Sultan Selim döneminde Kahire’den getirlmiştir. Başka bir değerli parça ise dünyaca meşhur Kaşıkçı Elması‘dır. Topkapı Hançeri ise müzede sergilenen başka bir değerli eşyadır.

    Yıldız Sarayı

    Ana madde: Yıldız Sarayı

    Yıldız Sarayı ilk kez Sultan III. Selim‘in annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmış, özellikle Osmanlı padişahı II. Abdülhamit zamanında Osmanlı İmparatorluğunun ana sarayı olarak kullanılmış, günümüzde Beşiktaş İlçesi’nde yer alan bir saraydır.[149][150] Dolmabahçe Sarayı gibi tek bir bina hâlinde değil, Marmara denizi sahilinden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselip sırt çizgisine kadar tüm yamacı kaplayan bir bahçe ve koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ve parklar bütünüdür.

    Çırağan Sarayı

    Galata Kulesi

    İstanbul, Beşiktaş ilçesi, Çırağan Caddesi üzerinde bulunan tarihi saray. Haliç ve Boğaziçi’nin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray ve köşkleri için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların birçoğu yok olmuştur. Büyük bir saray olan Çırağan da 1910 yılında yanmıştı.[151] Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmıştı. Dört yılda 4 milyon altına mâl olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Taş işçiliğinin üstün örnekleri sütunları zengin döşenmiş, mekânlar tamamlardı. Odalar nadide halılarla, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü. Boğaziçi’nin diğer sarayları gibi Çırağan da birçok önemli toplantıya mekân olmuştu. Renkli mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi. Yıllar boyu harabe hâlinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile beş yıldızlı, güzel bir sahil oteline dönüştürülmüştür. Bahçesinde süs havuzu, bir iskele ve bir helikopter pisti bulunmaktadır. Günümüzde birçok sosyal aktiviteye ev sahipliği yapmaktadır.[152][153]

    Galata Kulesi

    Ana madde: Galata Kulesi

    İstanbul Beyoğlu’nda Galata semtinde bulunan 528 yılında inşa edilmiş kuledir. Kuleden şehir panoramik bir şekilde izlenebilmektedir. Bizans imparatoru Anastasius tarafından inşa edilmiştir. Daha sonra 1204 yılında 4.Haçlı Seferleri ile büyük ölçüde tahrip olan kule 1348 yılında İsa Kulesi olarak Cenevizliler tarafından Galata Surlarına tekrar ek olarak yapılmıştır. Bugün çok canlı mekanlardan biri olan Galata Meydanı da kulenin yanındadır.

    Meydanlar

    Taksim Meydanı

    Taksim Meydanı

    Ana madde: Taksim Meydanı

    Taksim semti ve meydanı adını, Osmanlı Devleti‘nde zamanında sucuların; suyu, halka taksim ettikleri yer olduğundan verilmiştir.[154]

    Meydan olmadan önce, eski evlerin sıralandığı dar bir bölge olan semt, meydan hâline getirilip genişletildikten sonra, zamanla bugünkü görünümünü almıştır. Meydanın ortasındaki Cumhuriyet Anıtı ve çevresi bugün tören yeri olarak kullanılıyor ve buluşma yeri işlevini üstleniyor.[155] Meydan’ın başlangıcından Tünel’e kadar Nostaljik tramvay çalışır.[156]

    Taksim Meydanı’nın simgesi hâline gelen Cumhuriyet Anıtı İtalyan heykeltraş Pietro Canonica‘ya yaptırılmış, 1928 yılında yerine yerleştirilmiştir. Anıtın yapımı 2,5 yıl sürmüş, anıt taş ve bronz kullanılarak yapılmıştır.[157] Cumhuriyet dönemi anıtlarından ilk defa figüratif bir anlatımla Atatürk‘ü ve yeni düzeni anlatan bir heykeldir.[158]

    Sultanahmet Meydanı

    Sultanahmet Meydanı

    İstanbul’un en önemli meydanlarından biri. Bizans devrinde Hipodrom olarak bilinirdi. “Hipodrom” Yunanca “hippos” (at) ve “dromos” (yol) sözcüklerinin bileşiminden oluşan ve “atyolu” anlamına gelen bir kelimedir. Osmanlı döneminde buraya At Meydanı denirdi.[159] [160]

    Günümüze çok az kalıntıları kalan Bizans devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti. “Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı. Bu Saraydan günümüze bir büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir. Şehrin en önemli meydanı Agusteion ve burası ile cadde arasında Milerium zafer takı bulunurdu. Cadde Roma’ya kadar uzanan yolun başlangıcı idi ve ilk kilometre taşı da buradaydı.[161]

    Meydanda bulunan sütunlardan ilki aynı zamanda aralarından en eskisidir. Üzerinde hiyeroglifler bulunan bu taş, firavun I. Tutmosis‘in mezarından taşınmıştır. 2000 yıllık tarihi ile bu taş, aslında Bizans İmparatorluğu’ndan bile daha eskidir. İkinci sütun ise “Yılanlı Sütun” ya da “Burmalı Sütun” olarak adlandırlmaktadır. Bu sütun tunçtan yapılmış olup, birbirine sarılan üç yılan şeklinde yapılmıştır. Sütun Delfi‘den getirlmiş olup, kente yılan gelmesini önlediği söylenir. Şu an sütundaki yılanları başları olmayıp, sadece birinin üst çenesi İstanbul Arkeoloji Müzesi‘nde sergilenmektedir. Eskiden tepesinde altın, gümüş ve bakırdan yapılma bir kazanın olduğu söylense de doğruluğu ıspatlanamamıştır. Üçüncü sütuna ise “Örmeli Sütun” denilir. Bu sütunun taşlarının her biri ayrı bir yerden olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerinden geldiği rıvayet edilir. Eskiden üzeri altın yaldızlı levhalarla kaplı iken o levhalar kentin yağmalanmasından sonra çalınmıştır. Bu sütunun içinde bir mıknatıs bulunduğu, kenti depremden koruyacağı ve kıyamete kadar dayanacağı rıvayet edilir.

    Osmanlı zamanında da Yeniçeri isyanları bu bölgede olur, kırk gün kırk gece süren şehzade sünnet düğünleri, şenlikler burada yapılırdı. Halide Edip‘in İstanbul’un işgaline karşı konuşma yaptığı Sultanahmet mitingi de burada yapılmıştır.[162] Meydanın orta yerinde Kayzer II. Wilhelm‘in ziyaret hatırası olarak yapılmış olan Alman Çeşmesi bulunmaktadır. [163] Meydanın batısında ise İstanbul Adliyesi yer almaktadır. Meydan günümüzde İstanbul’un en önemli turistik merkezidir.

    Beyazıt Meydanı

    Beyazıt Meydanı

    Ana madde: Beyazıt Meydanı

    Tarihî yarımada içerisinde bulunan tarihi bir meydandır. İstanbul Üniversitesi ve Tarihi Kapalı Çarşı‘ya ev sahipliği yapmaktadır.Beyazıt Camiini de içinde bulunduran meydan turistlerin uğrak noktasıdır.

    Özgürlük Meydanı

    Bakırköy ilçesi İstanbul’un en kalabalık ilçelerinden birisidir. Bu ilçenin en popüler mekânlarından biri de Özgürlük Meydanı veya eski adıyla Cumhuriyet Meydanıdır.

    Gülhane Parkı

    Parklar

    Gülhane Parkı

    Gülhane Parkı, İstanbul’un Fatih ilçesinde yer alan bir parktır. Park, eskiden Topkapı Sarayı’nın bir bahçesi idi. Padişahın Dolmabaçe Sarayı’na taşınması ile bahçedeki ağaçlar da saraya taşınmıştır. Bu yüzden bahçe, o zamanlar harap bir hâlde idi. 2003 yılında park olarak yeniden düzenlenen bahçe, yeniden eski hâlini alır. Ayrıca parkın Sarayburnu‘na doğru olan tarafından, İstanbul’un belki de en güzel manzaralarından biri izlenebilir. Ayrıca parkın tam oratsında Gotlar Sütunu adı verilen bir sütun yer alır.

    Kültür ve Modern Yaşam

    Sahne ve güzel sanatlar

    İstanbul Arkeoloji Müzesi, Topkapı Sarayı‘nın bitişiğindedir.

    İstanbul giderek kültürel açıdan daha önemli bir merkez hâline gelmektedir. Şehir, 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmiştir [164][165]

    Dünyaca ünlü pop starlar İstanbul stadyumlarını doldururken, opera, bale ve tiyatro gibi sanat dallarında eserler yıl boyu sahnelenir. Mevsimsel festival boyunca, dünyaca ünlü orkestralar, koral müzik grupları ve caz müziğinin efsane isimleri konser vermektedirler. 1982 yılından beri düzenlenmekte olan Uluslararası İstanbul Film Festivali, Avrupa‘daki en önemli film festivallerinden birisidir.[166] Güzel sanatlarla ilgili olarak 2 yılda İstanbul Bienali düzenlenmektedir.

    2004 yılında açılan İstanbul Modern Sanat Müzesi sık sık Türk ve yabancı sanatçıların sergilerine ev sahipliği yapmaktadır.[167] Ayrıca Pera Müzesi ve Sakıp Sabancı Müzesi‘de dünyanın ünlü sanatçılarının sergilerini barındıran kentin önemli müzelerindendir.[168][169] Haliç‘in kıyısında kurulan Rahmi M. Koç Müzesi‘nde genellikle sanayi, ulaşım, endüstri ve iletişim tarihine ait 1800 ve 1900′lü yılların araba, lokomotif, tekne, denizaltı ve uçakları sergilenmektedir.

    Çinili Köşk Müzesi

    1881 yılında kurulan İstanbul Arkeoloji Müzesi kendi türünde dünyanın en büyük müzelerinden biridir.[170] Müzede Akdeniz Havzası, Balkanlar, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya‘ya ait 1 milyon arkeolojik parça bulunmaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin bünyesine ayrıca Çinili Köşk Müzesi de bulunur. Müzede Selçuklu ve Osmanlı devirlerinden kalma İznik çinisi ve seramik örnekleri sergilenmektedir. Sultanahmet Meydanı‘nda bulunan Büyük Saray Mozaikleri Müzesi geç Roma İmparatorluğu dönemi ve erken Bizans İmparatorluğu dönemine ait Büyük Saray‘ın taban mozikleri ve duvar süslerini barındırır. Bu müzeye oldukça yakın olan Türk ve İslam Eserleri Müzesi‘nde ise çeşitli İslam uygarlıklarına ait geniş bir koleksiyon bulunmaktadır. Türkiye‘nin ilk özel müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi‘de eski Anadolu uygarlıklarından, Osmanlılara kadar uzanan geniş bir yelpazede birçok eser içerir.[171]

    Aya İrini

    Beşiktaş ilçesinde yer alan Yıldız Sarayı, İstanbul Antika Fuarı’na ev sahipliği yaparak Doğu ve Batı’dan birçok antika eseri bir araya getirmiştir.[172] Şişli‘nin Mecidiyeköy semtinde bulunan Çok katlı Mecidiyeköy Antikacılar Çarşısı şehrin en büyük antikacılar çarşısıdır. 1455 – 1461 yılları arasında II. Mehmet tarafından yaptırılan Eminönü‘ndeki Kapalı Çarşı mücevher, halı, sanat eseri ve antika eşyalar satan sayısız dükkân vardır.[173] Beyazıt Meydanı‘ndaki tarihi ve nadir kitapların satıldığı Sahaflar Çarşısı, dünyanın en eski kitap çarşılarından birisidir. Sürekli olarak geç Roma, Bizans ve Osmanlı döneminden bu yana faaliyet göstermektedir.[174]

    Canlı gösteriler ve konserler için ev sahipliği yapan bir numaralı tarihi mekânlar Aya İrini, Rumeli Hisarı, Yedikule Hisarı, Topkapı Sarayı avlusu ve Gülhane Parkı‘dır. Önemli bir kültür öğelerinden biride Türk Hamamı‘dır. Osmanlı döneminde yapılan ve buna en iyi örnek olan Çemberlitaş Hamamı (1584), Fatih‘in Çemberlitaş semtindedir.[175]

    Rekreasyon

    Geleneksel plajlar su kirliliği nedeniyle yavaş yavaş kaybolmaktadır. Ancak son zamanlarda şehirde eski plajlar yeniden açılmaktadır. Kentin yüzme için en çok tercih edilen yerleri, Bakırköy, Küçükçekmece, Sarıyer ve Boğaz‘dır. Şehir dışında kalan Adalar, Silivri ve Tuzla‘nın yanı sıra Karadeniz‘e kıyısı bulunan Kilyos ve Şile de yüzmek ve dinlenmek için tercih edilmektedir.

    Prens Adaları, Marmara Denizi‘ndeki bir grup adadan oluşmaktadır. Kartal ve Pendik ilçelerinin güneyinde kalan adalarda 19. ve 20. yüzyıl başlarından kalma birçok çam ve fıstık çamı vardır. Ayrıca bu dönemden kalma neoclassical and art nouveau tarzında Osmanlı yazlık konkları vardır. Adalarda başlıca balık ve deniz yemekleri yaygındır. İstanbul’a uzak mesafede bulunan Şile ilçesi yazlık ve dinlenme yeri olma özelliği ile bilinir. Şehir merkezine uzaklığı 50 kilometredir. Bozulmamış beyaz kum plajı bulunur.

    Kapalı Çarşı, dünyanın en büyük ve en eski kapalı alışveriş merkezlerinden birisidir.

    Alışveriş

    İstanbul’da çok sayıda tarihi çarşı vardır. Kapalı Çarşı (1461), Mahmutpaşa Çarşısı (1462) ve Mısır Çarşısı bunlardan en önemlileridir. İlk modern alışveriş merkezi ise Bakırköy ilçesinde bulunan Galleria‘dır. 20. yy’ın son yıllarında daha ziyade “alışveriş merkezi” adı verilen modern çarşıların sayısı artmıştır. Bunların en önemlileri, Akmerkez 1993, Capitol Alışveriş Merkezi 1994, Profilo Alışveriş Merkezi 1998, Cevahir Alışveriş Merkezi 2002, Avrupa’nın ve Dünya’nın en iyi alışveriş merkezi ödülünü kazanan Metrocity (2003), Kanyon Alışveriş Merkezi (2006), İstinye Park (2008), Meydan Alış Veriş Merkezi (Ümraniye[176]Merter[177] – 2009).

    Restoranlar

    İstanbul, geleneksel Türk lokantaları ile birlikte, Avrupa ve Uzak Doğu‘lu birçok restoran ve diğer mutfakları bünyesinde barındırmaktadır. Kentin en önemli meyhane ve barları şehrin en canlı yerlerinden biri olan Beyoğlu ilçesindeki İstiklal Caddesi‘nde toplanmıştır. 1876 yılında açılan Çiçek Pasajı, pek çok tarihi meyhane, bar ve restoranı içerisinde bulundurmaktadır. 1870 yılındaki büyük Beyoğlu yangını sonucu yanarak yıkılan Naum Tiyatrosu‘nun yerine Hristaki Zografos Efendi tarafından inşa ettirilmiştir. Rum Cleanthy Zanno’nun mimarlığında yeni bir tip çarşı binası olarak Cité de Péra adıyla açılmıştır.

    Diğer tarihi bar ve kahvehaneler Tünel Pasajı çevresindeki alanlarda ve Asmalımescit Sokağı yakınlarında ve yine Çiçek Pasajı’nın arka darafına düşen Nevizade Sokağı’nda yoğunlukla bulunur. İstiklal Caddesi çevresindeki bazı tarih mahalleler farklı şekillerde yeniden restore edilmiştir. Galatasaray Lisesi yakınlarındaki Cezayir Sokağı‘nda resmi olmayan adıyla bilinen La Rue Française[178][179] de (Fransız Sokağı) frankofon barlar, kafeler ve canlı müzik dinletisi sunan restaronlar bulunmaktadır.[180]

    İstanbul da tarihi balık lokantalarıda oldukça ünlüdür. En popüler balık lokantaları genellikle Boğaz‘da ve şehrin güneyindeki Marmara Denizi kıyılarındadır.[181][182] Ayrıca Marmara Denizi’ndeki en büyük Prens Adaları (Büyükada, Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada) ve İstanbul Boğazı‘nın kuzey girişinde bulunanAnadolu Kavağı‘da tarihi balık restoranlarıyla ünlüdür.

    Gece hayatı

    Şehirdeki pek çok gece kulübü, barlar, restoranlar ve tavernalar canlı müzik ile birlikte insanlara hizmet vermektedir. Gece kulüpleri, restoran ve barların sayısında artışla birlikte yaz aylarında artan sıcaklık insanları bu yerlere çekmektedir. Özellikle İstiklal Caddesi ve Nişantaşı çevrelerinde kafeler, restoranlar, barlar, kulüpler, sanat galerileri, tiyatro ve sinemalar yoğunlaşmıştır. Babylon[183] ve Nu Pera Beyoğlu‘daki yaz ve kış hizmet veren gece kulüplerindendir.

    En popüler açık hava gece kulüpleri İstanbul Boğazı kıyılarında bulunur. Ortaköy semtinde bulunan Sortie[184],[185] Reina[186][187] ve Anjelique[188] bunlardan bazılarıdır. Ortaköy semtinin bir diğer önemli mekânlarından Q Caz Bar ise canlı caz müziği ile insanlara şık bir ortam sunmaktadır.

    Maslak semtindeki İstanbul Arena ve Boğaziçi‘ndeki Kuruçeşme Arena[189] dünyanın dört bir köşesinden gelen ünlü şarkıcı ve orkestraların canlı konserlerine ev sahipliği yapmaktadır. Maslak semtindeki bir başka yerlerden birisi olan Parkorman[190], Music TV‘nin 2002 yılındaki canlı konser ve partilerine ev sahipliği yapmıştır.

    Ulaşım

    Ana madde: İstanbul halk taşımacılığı

    Kent dışı ulaşım

    Karayolu ile ulaşımda kullanılan Büyük İstanbul Otogarı, 1980′li yıllarda Topkapı‘da bulunan İstanbul Trakya Otogarı’nın yetersiz gelmesi üzerine, 1987′de yapımına başlanmış, 1994 yılında hizmete girmiştir.[191]

    Kente demiryolu ile ulaşım için kullanılan Haydarpaşa Garı, 1908′de İstanbul – Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilmiştir. Gar, TCDD‘nin ana istasyonudur. İstanbul’un Anadolu Yakası‘nda Kadıköy‘de bulunur. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde bu istasyondan Bağdat Demiryolu yanında Hicaz Demiryolu seferleri de yapılmaya başlanmıştır.[192] Şehrin Avrupa yakasında Eminönü‘nde bulunan Sirkeci Garı Trakya ve Avrupa’ya demiryolu ulaşımının başlangıcıdır.

    Kente havayolu ile ulaşım için Atatürk Havalimanı[193] ile Sabiha Gökçen Havalimanları mevcuttur.[194] 3. Havalimanının da yapılması gündemdedir.

    Kentin Türkiye’deki önemli merkezlere uzaklığı şöyledir: Kayseri 770 Adana 939, Hatay 1171, Ankara 454, Antalya 724, Bursa 243, Edirne 227, Diyarbakır 1372, Gaziantep 1136, İzmir 565, Konya 663, Kayseri 770, Samsun 733, Trabzon 1067 km.[195]

    Kent içi ulaşım

    İstanbul Raylı Sistem Haritası

    İlde kent içi ulaşımda kullanılmak üzere İETT ve Ulaşım AŞ tarafıdan[196] işletilen metro, tramvay, metrobüs otobüslerin yanında dolmuş ve İDO tarafından işletilen deniz otobüsleri ve feribotlar da kullanılmaktadır. İstanbul, 1876′da yapılan Tünel ile toplu taşımada metronun ilk kullanıldığı yerlerdendir. Yapımına 2004 yılında başlanan Marmaray tamamlandığında, Avrupa yakası ile Asya yakası arasında raylı sistem ile yolculuk yapılabilecektir.[197] Kentte onüç adet raylı sistem hattı vardır ve bu hatların uzatılması ve yenilerinin yapılması projeleri vardır.[198] Kentte ayrıca 1510 m uzunluğundaki Fatih Sultan Mehmet ve 1071 m uzunluğundaki Boğaziçi Köprüsü ile Avrupa Yakası ile Asya Yakası arasındaki ulaşım sağlanır. 3. Köprünün ihalesi bugünlerde yapılmaktadır.

    Metro

    Ana madde: İstanbul metrosu

    İstanbul Teknik Üniversitesi Müzesi’nde, son senelerde eski kitaplar arasında bulunarak sergilenen, Avant Projet d’un Metropoliain a Constantinople (İstanbul’da bir metro ön projesi) L. Guerby Ing. imzasını taşıyor. Projenin eldeki mavi ozalit kopyası 1/5.000 ölçeğinde. Güzergah üzerindeki 24 istasyon Topkapı suriçi tramvay durağından başlayarak Şişli tramvay durağında son buluyor. İstasyonlarda peron uzunlukları 75 m; en uzun ara 975 m, en kısa ara 220 m olarak önerilen proje, 10 Ocak 1912 tarihini taşıyor.

    İstanbul Metrosu ile ilgili yapılan son proje IRTC kapsamında 1987′de gerçekleştirilen çalışmadır. Bu konsorsiyum İstanbul Metrosu ile birlikte “Boğaz demiryolu tüneli” projesini de birlikte hazırlamıştır. Bu etütte metro güzergahı 16.207 m olup istasyonları Topkapı – Şehremini – Cerrahpaşa – Yenikapı – Unkapanı – Şişhane – Taksim – Osmanbey – Şişli – Gayrettepe – Levent – 4.Levent olan bir hat önermiştir. Bu projenin ŞişhaneHacıosman arası açılmış olup[199], kalan kısımları inşa hâlindedir: Güneyinde Yenikapı’ya uzatma çalışmaları sürmektedir.

    2004 yılında temelleri atılan ve yapımı devam eden Marmaray Projesi‘nin 2013 yılının sonlarına kadar tamamlanması planlanmaktadır. Avrupa ve Asya yakasını İstanbul Boğazı‘nın altından birleştirecek banliyö hattı iyileştirme projesidir. Adının ilham kaynağı olan Ankaray ve Bursaray‘dan tamamen farklıdır. Zira Ankaray ve Bursaray birer metrodur. Marmaray ise Manş Denizi‘ndeki Eurotunnel benzeri bir demiryolu projesidir. Bununla beraber İstanbul metrosuna aktarma bağlantıları da vardır.[200]

    Anadolu Yakası’nda ise 2005 yılında Kadıköy-Kaynarca Metrosu‘nun temeli atılmıştır. Hat, Temmuz 2012 tarihinde Kadıköy-Kartal olarak hizmete girecek, Kaynarca uzatması açıldığında 26,5 KM uzunluğuyla İstanbul’un en uzun metrosu olarak 19 istasyona sahip olacaktır. Hattın Sabiha Gökçen Havaalanı ile bağlantısının yapılması da gündemdedir.

    Ayrıca Üsküdar-Çekmeköy metro projesinin de 2012 Mart ayı itibariyle inşaatına başlandı. Projenin 38 ayda bitirilmesi planlanmaktadır.

    Medya

    İlk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi, 1 Ağustos 1831 tarihinde Bâb-ı Âli semtinde basıldı.[201] Bâb-ı Âli böylece medyanın en önemli merkezi hâline gelmiştir. İstanbul, Türkiye‘nin medya başkenti olmakla birlikte çeşitli yerli ve yabancı basın kuruluşları arasında büyük bir rekabet vardır. Türkiye’nin önemli ulusal medya ve yayın kuruluşlarının merkezide çoğunlukla İstanbul’dadır. Aynı zamanda Ankara ve İzmir‘de de yayın merkezleri vardır.[202] İstanbul merkezli büyük gazete kuruluşları olan; Posta, Zaman, Hürriyet, Milliyet, Sabah, Radikal, Cumhuriyet, Türkiye, Akşam, Star, BirGün, Tercüman, Vatan, Takvim, Yeni Şafak ve Türkiye‘nin ilk İngilizce gazetesi olan Hürriyet Daily News[203] ile Today’s Zaman bunların başlıcalarıdır. Ayrıca çok sayıda yerel – ulusal TV ve radyo istasyonlarıda İstanbul’da bulunmaktadır. TNT, STV, CNBC-e, CNN Türk, Ulusal Kanal, MTV Türkiye, FOX, TRT (Ana binasının biri de Ankara’dadır.) NTV, Kanal D, ATV, Show TV, Star TV, Cine5, Skytürk 360, TGRT Haber, Kanal 7, KanalTürk, Flash TV ve diğer birçok sayıdaki TV kuruluşları bunların arasındadır. Şehirde yüzü geçkin FM radyo istasyonuda bulunmaktadır.[204]

    Spor

    Bizans ve Roma dönemlerinden beri birçok spor faaliyetine ev sahipliği yapan İstanbul; günümüzde futbol, basketbol, voleybol ve çeşitli motor yarışlarına ev sahipliği yapar. Türkiye liglerinin üç büyüğü Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş‘ın antrenman ve maç sahaları burada bulunmaktadır.[205][206] Bunun yanında basketbolda Anadolu Efes, Galatasaray Medical Park, Fenerbahçe Ülker ve Beşiktaş ile voleybolda Eczacıbaşı, Galatasaray Daikin, Beşiktaş Bahçeşehir Üniversitesi, Fenerbahçe ve Vakıfbank hentbolda Beşiktaş tekerlekli sandalye basketbolunda ise Beşiktaş RMK Marine ve Galatasaray gibi takımlar şehrin önemli kulüpleridir.

    Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena, Atatürk Olimpiyat Stadı ve Şükrü Saraçoğlu Stadı UEFA‘nın beş yıldızlı stadları arasındadır ve Atatürk Olimpiyat Stadı, 2005 Şampiyonlar Ligi Finali‘ne ev sahipliği yapmıştır.[207] Aynı şekilde Şükrü Saraçoğlu Stadı da 2009 UEFA Kupası Finali‘ne ev sahipliği yapmıştır.

    Dünyanın en büyük spor organizasyonlarından biri olan Formula 1 yarışlarına ev sahipliği yapmakta olan İstanbul Park Pisti, toplam 2 milyon 215 bin m2′lik bir alanı kaplamaktadır.[208]

    Türkiye’nin en önemli hipodromu olan Veliefendi Hipodromu kentteki önemli yarışlara ev sahipliği yapmaktadır.

    2012-2013 Sezonu Kulüpleri; bulundukları ligler, kullandıkları stadlar ve spor salonları

    Futbol

    Süper Lig

    Kulüp Saha Kapasite Kuruluşu
    İstanbul BŞB Atatürk Olimpiyat Stadyumu 82.576 1990
    Galatasaray Türk Telekom Arena 52.650 1905
    Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu 50.530 1907
    Beşiktaş BJK İnönü Stadyumu 32.145 1903
    Kasımpaşa Recep Tayyip Erdoğan Stadyumu 14.234 2004

    1. Lig

    Kulüp Saha Kapasite Kuruluşu
    Kartalspor Kartal Stadyumu 15.000 1949

    2. Lig

    Kulüp Saha Kapasite Kuruluşu
    Sarıyer Yusuf Ziya Öniş Stadyumu 10.000 1940
    İstanbul Güngörenspor Mimar Yahya Baş Stadyumu 7.589 1983
    Pendikspor Pendik Stadyumu 4.000 1950
    Gaziosmanpaşaspor Gaziosmanpaşa Stadyumu 4.000 1965
    Tepecikspor Tepecik Belediye Stadyumu 3.000 1988
    Bayrampaşaspor Çetin Emeç Stadyumu 2.500 1959
    Eyüpspor Eyüp Stadyumu 2.500 1919

    3. Lig

    Kulüp Saha Kapasite Kuruluşu
    Sancaktepe Belediyespor Hakan Şükür Stadyumu 7.000 2008
    Fatih Karagümrük Vefa Stadyumu 6.500 1926
    Beylerbeyi Beylerbeyi 75. Yıl Stadyumu 5.500 1903
    Anadolu Üsküdar 1908 Beylerbeyi 75. Yıl Stadyumu 5.500 1908
    Maltepespor Maltepe Hasan Polat Stadyumu 5.000 1923
    İstanbulspor Bahçelievler İl Özel İdare Stadyumu 4.350 1926
    Silivrispor Silivri Stadyumu 3.000 1957
    Ümraniyespor Ümraniye Belediye İlçe Stadyumu 655 1938

    Basketbol

    Beko Basketbol Ligi

    Kulüp Saha
    Anadolu Efes Ayhan Şahenk Spor Salonu
    Beşiktaş BJK Akatlar Arena
    Fenerbahçe Ülker Ülker Sports Arena
    Galatasaray Medical Park Abdi İpekçi Arena

    TKBL

    Kulüp Saha
    Beşiktaş BJK Akatlar Arena
    Fenerbahçe Ülker Sports Arena
    Galatasaray Abdi İpekçi Arena
    İstanbul Üniversitesi B.G.D. Prof. Dr. Turgay Atasü Spor Salonu

    TTSB

    Kulüp Saha
    Beşiktaş RMK Marine Süleyman Seba Spor Salonu
    Galatasaray Ahmet Cömert Spor Salonu

    Voleybol

    Acıbadem Bayanlar Voleybol 1. Ligi

    Kulüp Saha
    Bakırköy Belediyesi Yeşilyurt Yeşilyurt Spor Salonu
    Beşiktaş Bahçeşehir Üniversitesi BJK Akatlar Arena
    Eczacıbaşı Vitra Eczacıbaşı Spor Salonu
    Fenerbahçe Burhan Felek Spor Salonu
    Galatasaray Daikin Burhan Felek Spor Salonu
    Sarıyer Belediyesi Spor Kulübü Sarıyer Spor Salonu
    Vakıfbank Burhan Felek Voleybol Salonu

    Acıbadem Erkekler Voleybol 1. Ligi

    Kulüp Saha
    Fenerbahçe Grundig Burhan Felek Spor Salonu
    Galatasaray Burhan Felek Spor Salonu
    İstanbul BŞB Haldun Alagaş Spor Salonu

    Hentbol

    Türkiye Erkekler Hentbol Süper Ligi

    Kulüp Saha
    Beşiktaş Süleyman Seba Spor Salonu
    Yeditepe Spor Hakkı Başar Spor Salonu

    Türkiye Kadınlar Hentbol Süper Ligi

    Kulüp Saha
    Maltepe Belediyesi Gençlik Spor Yakacık İTO Spor Salonu
    Üsküdar Belediyesi Spor Haldun Alagaş Spor Salonu

    Kardeş kentler

    İstanbul’un dört kıtadan 64 kardeş kenti vardır. Bu sayı 1993 yılından beri yaklaşık iki kat artmıştır.[209][210]

    Görüntüler

    Ayrıca bakınız

    Notlar ve Kaynakça

    1. ^ “İl ve cinsiyete göre il/ilçe merkezi, belde/ köy nüfusu ve nüfus yoğunluğu”. Türkiye İstatistik Kurumu. 2012. Erişim tarihi: 2013-01-28.
    2. ^Cumhuriyet Dönemi’nde Ankara başkent yapılmışsa da İstanbul kültürel başkent olma özelliğini korumuştur.İstanbul, Anadolu Yayıncılık (1983), s.4086.
    3. ^ İstanbul Büyükşehir ve metropol
    4. ^İki kıta üzerine kurulu İstanbul, Türkiye’nin siyasi ve iktisadi merkezi olmayı sürdürmektedir.” (“À cheval sur deux continents Istanbul demeure le pôle culturel et économique de la Turquie.“) Istanbul, Michelin (2011), s. 106. ISBN 2-06-715438-9, 9782067154384
    5. ^ List of cities proper by population
    6. ^ PriceWaterhouseCoopers: U.K. Economic Outlook and Global City GDP Ranking 2005-2020 Full Report (PDF)
    7. ^ İstanbul kent haritası
    8. ^ “İstanbul’a merhaba”. istanbul.gov.tr T.C. İstanbul Valiliği. Erişim tarihi: 2009-07-28.
    9. ^ İstanbul ilçeleri
    10. ^ [1] T.C. Kültür Bakanlığı Osmanlı başkentleri sayfası.
    11. ^ “Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılması” (pdf). hacettepe.edu.tr (Hacettepe Üniversitesi). Erişim tarihi: 2009-07-29.
    12. ^ Georgacas, Demetrius John (1947). “The Names of Constantinople”. Transactions and Proceedings of the American Philological Association (The Johns Hopkins University Press) 78: 347–67. doi:10.2307/283503.
    13. ^ Evans 2000, sayfa 16
    14. ^ Necdet Sakaoğlu (1993). “İstanbul’un adları”. Dünden bugüne İstanbul ansiklopedisi. Türkiye Kültür Bakanlığı.
    15. ^ Room 2006, sayfalar 177
    16. ^ Constantinople, Thomas K. Wukitsch, B.A., M.S
    17. ^ Necdet Sakaoğlu (1993). “Kostantiniyye”. Dünden bugüne İstanbul ansiklopedisi. Türkiye Kültür Bakanlığı.
    18. ^ Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 5. Kitap, “Hazırlayan”: Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman, İbrahim Sezgin, YKY Yayınları, İstanbul 2001, s. 44, 109, 119, 137, 157. ISBN 975-08-0235-7
    19. ^ Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 5. Kitap, “Hazırlayan”: Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman, İbrahim Sezgin, YKY Yayınları, İstanbul 2001, s. 7, 8, 10… ISBN 975-08-0235-7
    20. ^ Lexicorient, Istanbul
    21. ^ Richard D. Robinson (1965). The First Turkish Republic: A Case Study in National Development. Cambridge University Press.
    22. ^ Stanford and Ezel Shaw (1977). History of the Ottoman Empire and Modern Turkey. Cambridge University Press.
    23. ^ 3sat HD, Ein Film von Albrecht Knechtel & Tuğrul Artunkal, Kamera Frank-Peter Lehmann, Produktion Albert Knechtel/Rilana Film im Auftrag des 2DF in Zusammenarbeit mit arte, 2010
    24. ^ Yarımburgaz Mağarası kazıları 01 Nisan 2009
    25. ^ İstanbul’un Tarihçesi, harika.istanbul.gov.tr 2009-07-28 tarihinde erişildi.
    26. ^ BBC: “Istanbul’s ancient past unearthed” Published on January 10, 2009. Retrieved on January 11, 2009.
    27. ^ “Hürriyet: Bu keşif tarihi değiştirir (2 October 2008)”. Hurriyet.com.tr. 2009-05-23. Erişim tarihi: 2009-05-28.
    28. ^ “Hürriyet: Photos from the Neolithic site, circa 6500 BC”. Fotogaleri.hurriyet.com.tr. Erişim tarihi: 2009-05-28.
    29. ^ “Cultural Details of Istanbul”. Republic of Turkey, Minister of Culture and Tourism. Erişim tarihi: 2007-10-02.
    30. ^ Vailhé, S. (1908). “Constantinople”. Catholic Encyclopedia. 4. New York: Robert Appleton Company. Erişim tarihi: 2007-09-12.
    31. ^ “The Early History of Constantinople”. Erişim tarihi: 2008-07-12.
    32. ^ İstanbul. Britannica Online. 2007-09-27.
    33. ^ “İstanbul’un tarihteki isimleri”. Istanbulhotels.net. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    34. ^ Fetihle gelen yenilikler
    35. ^ 1509 Büyük İstanbul Depremi
    36. ^ Tanzimat Fermanı yenilikleri
    37. ^ İstanbul’un işgali
    38. ^ [2]
    39. ^ 15. Dünya Ekonomi Kongresi 26 Temmuz 2009 tarihinde ulaşıldı.
    40. ^ Türkiye cumhuriyeti nüfus sayımları
    41. ^ 1973 yılı Boğaziçi Köprüsü’nün açılış videosu. 2009-07-28 tarihinde erişildi.
    42. ^ Britannica/Hagia Sophia
    43. ^ Archnet/Hagia Sophia
    44. ^ “2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul, Fethiye Camii”. ibb.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    45. ^ Osmanlı Sanatı
    46. ^ Resim:Istanbul districts.png, Resim:Tekirdağ districts.png ve Resim:Kocaeli districts.png incelendiğinde çıkan sonuç
    47. ^ “Kuzey Anadolu Fay Hattı”. Marmara Üniversitesi. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    48. ^ “Geçmişten günümüze İstanbul depremleri”. iski.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    49. ^ “Heightened odds of large earthquakes near Istanbul: An interaction-based probability calculation”. Science. 2000.
    50. ^ “Quake increases risk for temblor in Istanbul”. MIT News Office. 1999-09-25. Erişim tarihi: 2006-08-20.
    51. ^ a b c d e İstanbul’un iklimi
    52. ^ “Yıllık Toplam Yağış Verileri – Meteoroloji Genel Müdürlüğü”. Meteor.gov.tr. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2010.
    53. ^ “İstanbul Bölge Müdürlüğü’ne Bağlı İstasyonlarda Ölçülen Ekstrem Değerler”. Meteor.gov.org. Erişim tarihi: 27 Temmuz 2010.
    54. ^ Worldweather.org
    55. ^ İstanbul Yıllık Toplam Yağış Verileri – Türkiye Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü (DMİ)
    56. ^ Skylife Türk Hava Yolları’nın Aylık Dergisi – Nisan 2008 “İstanbul’un ormanlarında ilkbahar” Yazan: Mehmet Tokcan Fotoğraf: Aykut İnce
    57. ^ “Fatih İlçesi’nin sınırları”. fatih.bel.tr (Fatih Belediyesi). Erişim tarihi: 2009-07-28.
    58. ^ “Dolmabahçe Sarayı resmi web sitesi”. dolmabahce.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-28.
    59. ^ T.C. İstanbul Valiliği, Kadıköy İlçesi’nin tanıtımı. istanbul.gov.tr 2009-07-28 tarihinde erişildi.
    60. ^ T.C. İstanbul Valiliği, Üsküdar İlçesi’nin tanıtımı. istanbul.gov.tr 2009-07-28 tarihinde erişildi.
    61. ^ “Türkiye’de Doğu’dan Batı’ya göç” (ppt). İstanbul Teknik Üniversitesi. Erişim tarihi: 2009-07-28.
    62. ^ “Türkiye’de kentleşme, sanayileşme, arazi kullanımı ve çevre sorunları”. hacettepe.edu.tr (Hacettepe Üniversitesi). Erişim tarihi: 2009-07-28.
    63. ^ Istanbul Istanbul Helikopter resimleri
    64. ^ “Istanbul”. Britannica. 2008. Erişim tarihi: 2008-05-15.
    65. ^ “Istanbul”. Governorship of Istanbul. 2009. Erişim tarihi: 2009-04-08.
    66. ^ “İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarihçesi”. ibb.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    67. ^ Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Nüfus Sayımı 2012 İstatistikleri
    68. ^ Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Nüfus Sayımı 2012 İstatistikleri
    69. ^ “TUİK, İl yaş grubu ve cinsiyete göre nüfus – 2011, İstanbul”. Erişim tarihi: 26 Ocak 2011.
    70. ^ Ortaylı, İlber. İstanbul’dan Sayfalar. İstanbul: Alkım Yayınevi. ss. s. 286. ISBN 9944-1-4801-6.
    71. ^ Tahsin Öz, İstanbul Camileri ı,ıı, TTK Ankara 97.3.bs.
    72. ^ Halifeliğin son merkezi İstanbul Atatürk Araştırma Merkezi başkanlığı resmi web sitesi, 23 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
    73. ^ T.C. Milli Eğitim Bakanlığı resmi web sitesi, 3 Mart 1924 Halifeliliği kaldırılması. 23 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
    74. ^ T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı resmi web sitesi.
    75. ^ Globalization, Cosmopolitanism, and the Dönme in Ottoman Salonica and Turkish Istanbul. Marc Baer. University of California, Irvine.
    76. ^ “Batı Trakya Türkleri”. http://www.hrw.org. Erişim tarihi: 22.06.2009.
    77. ^ “Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olayları” (pdf). Marmara Üniversitesi. Erişim tarihi: 2009-07-28.
    78. ^ The European Union and Border Conflicts: The EU and Cultural Change in Greek-Turkish Relations
    79. ^ Nikolaus Himmler, Ruth Lochar, Hildegard Toma, ed. (2008). “Türkiye”. Museums of the World. 1. Münih. ss. 690, 691, 692, 693, 694, 695.
    80. ^ İstanbul’da ki sinagogların listesi, İngilizce Vikipedi
    81. ^ Neve Şalom Sinagogu Vakfı web sitesi. Türkçe, 24 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
    82. ^ “Turkey’s new rich find the Midas touch”. The Sunday Times. 2008-03-09. Erişim tarihi: 2009-06-18.
    83. ^ İstanbul Menkul Kıymetler Borsası resmi web sitesi 24 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
    84. ^ İMKB’nin tarihçesi 24 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
    85. ^ “Ottoman Bank Museum: History of the Ottoman Bank”. Obarsiv.com. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    86. ^ “Ottoman Bank Museum”. Ottoman Bank Museum. Erişim tarihi: 2009-06-18.
    87. ^ “Istanbul Stock Exchange: “İMKB’nin Kuruluşundan İtibaren Önemli Gelişmeler” (Timeline of important events since 1985)”. Imkb.gov.tr. 2000-07-31. Erişim tarihi: 2009-07-14.
    88. ^ http://www.aktifhaber.com/ithalat-ve-ihracak-rekoru-kiran-sehirler-520502h.htm
    89. ^ http://www.haberler.com/istanbul-a-gelen-turist-sayisi-8-milyona-ulasti-3237594-haberi/
    90. ^ İ.Ü. Bilgisayar Bilimleri. “History of Istanbul University (Turkish)”. Istanbul.edu.tr. Erişim tarihi: 2009-07-27.
    91. ^ “T.C. MEB, Kuruluş Yıllarına Göre Üniversitelerimiz sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    92. ^ “World Oldest Universities”. Topuniversities.com. Erişim tarihi: 2009-07-27.
    93. ^ “Boğaziçi Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    94. ^ “Galatasaray Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    95. ^ “İstanbul Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü (İngilizce)”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    96. ^ “İstanbul Teknik Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    97. ^ “Marmara Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    98. ^ “Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    99. ^ “Yıldız Teknik Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    100. ^ “İstanbul Medeniyet Üniversitesi resmî sitesi”. Erişim tarihi: 12 Ağustos 2011.
    101. ^ “Üniversitesi resmî sitesi”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    102. ^ “Bahçeşehir Üniversitesi resmî sitesi, Ulaşım bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    103. ^ “Beykent Üniversitesi resmî sitesi”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    104. ^ “Doğuş Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    105. ^ “Fatih Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    106. ^ “Haliç Üniversitesi resmî sitesi, Yerleşke bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    107. ^ “Işık Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    108. ^ “İstanbul Arel Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    109. ^ “İstanbul Aydın Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    110. ^ “İstanbul Bilgi Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    111. ^ “İstanbul Bilim Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    112. ^ “Yapi.com.tr, Kemerburgaz’a Üniversite Kurulacak haberi”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    113. ^ “İstanbul Kültür Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    114. ^ “İstanbul Şehir Üniversitesi resmî sitesi”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    115. ^ “İstanbul Ticaret Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    116. ^ “Kadir Has Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    117. ^ “Koç Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    118. ^ “Maltepe Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    119. ^ “Okan Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    120. ^ “Özyeğin Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    121. ^ “Piris Reis Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    122. ^ “Sabancı Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    123. ^ “Yeditepe Üniversitesi resmî sitesi, İletişim bölümü”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    124. ^ “tumgazeteler.com, İki yeni vakıf üniversitesi yolda haberi”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    125. ^ “Nişantaşı Üniversitesi resmî sitesi”.
    126. ^ “Üsküdar Üniversitesi resmî sitesi”.
    127. ^ “Galatsaray Lisesi Tarihi”. gsu.edu.tr. Erişim tarihi: 27 Temmuz 2009.
    128. ^ İstanbul Erkek Lisesi web sitesi 27 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
    129. ^ Cağaloğlu Anadolu Lisesi Web Sitesi 21 Ekim 2010 tarihinde erişildi.
    130. ^ a b Kadıköy Anadolu Lisesi web sitesi 27 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
    131. ^ “Official website of the Liceo Italiano Statale I.M.I. in Istanbul”. Liceoitaliano.net. Erişim tarihi: 2009-07-27.
    132. ^ “Official website of Robert College in Istanbul”. robcol.k12.tr. Erişim tarihi: 2009-07-27.
    133. ^ İstanbul’daki Kütüphanelerin listesi, Türkçe Vikipedi 2009-07-28 tarihinde erişildi.
    134. ^ a b Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (2006). Emerging Turkey. Oxford Business Group. ss. 176. ISBN 1902339479.
    135. ^ Briggs, Helen (2006-12-19). “Health – Personal story: IVF in Istanbul”. BBC News. Erişim tarihi: 2009-07-27.
    136. ^ “CIA — The World Factbook”. CIA. Erişim tarihi: 2009-07-27.
    137. ^ a b “İstanbul’da suyun tarihi”. iski.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-27.
    138. ^ “İSKİ İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi: Tarihce”. Istanbul water and sewerage administration (history). Erişim tarihi: 2009-03-27.
    139. ^ “İSKİ Administration”. Istanbul water and sewerage administration. Erişim tarihi: 2006-03-11.
    140. ^ Türkiye Elektrik İletim A.Ş. 27 Temmuz 2009 tarihinde erişilmiştir.
    141. ^ “Silahtarağa Elektrik Santrali”. eyub.bel.tr (Eyüp Belediyesi). Erişim tarihi: 2009-07-27.
    142. ^ a b c d “Posta Nezareti’nin kurulması”. ptt.gov.tr (PTT Genel Müdürlüğü). Erişim tarihi: 2009-07-27.
    143. ^ Istanbul City Guide: Beylerbeyi Palace
    144. ^ [3] T.C Kültür Bakanlığı, İstanbul Surları sayfası.
    145. ^ Radikal Gazetesi Borç girdabında 50 yıl, 18 Ağustos 2002
    146. ^ Denizce.com. “Dolmabahçe Sarayı”.
    147. ^ [4] T.C. Kültür Bakanlığı Beylerbeyi Sarayı sayfası.
    148. ^ Topkapı Sarayı Müzesi tarihi, istanbul.gov.tr 2009-07-28 tarihinde erişilmiştir.
    149. ^ [5] İstanbul Yıldız Sarayı.
    150. ^ [6] T.C. Kültür Bakanlığı Yıldız Sarayı sayfası.
    151. ^ [7] 1910 Çırağan Sarayı yangını.
    152. ^ İBB Çırağan Sarayı.
    153. ^ [8] İstanbul Çırağan Sarayı tanıtımı.
    154. ^ “İstanbul semtlerinin adı nereden geliyor?”.
    155. ^ [9] Taksim Cumhuriyet Anıtı.
    156. ^ [10] İett Nostaljik tramvay sayfası.
    157. ^ [11] T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Taksim Cumuriyet Anıtı sayfası.
    158. ^ Çelebi, Mevlüt (2006). Taksim Cumhuriyet Anıtı. Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi. ISBN 975-16-1910-6.
    159. ^ [12] Şehri- İstanbul At Meydanı sayfası.
    160. ^ İstanbul SultanAhmet Meydanı.
    161. ^ Bizans Dönemi Ayasofya meydanı.
    162. ^ Sultanahmet Mitingi İstanbul Sultanahmet Mitingi, 6 Haziran 1919
    163. ^ Alman Çeşmesi.
    164. ^ 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul
    165. ^ [backPid=1 “İstanbul’u 2010 Avrupa Kültür Başkentliği süreci”]. istanbul2010.org. 2009-07-10. Erişim tarihi: 2009-07-29.
    166. ^ Istanbul Film Festival history, erişim tarihi: 10.06.2009
    167. ^ İstanbul Modern Sanat Müzesi resmi web sitesi. 25 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
    168. ^ Pera Müzesi web sitesi. 25 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
    169. ^ Sakıp Sabancı Müzesi web sitesi. 25 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
    170. ^ “İstanbul Arkeoloji Müzesi”. istanbul.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    171. ^ “Sadberk Hanım Museum official website”. 2009 Büyükdere Piyasa Cad. No: 27- 29 Sarıyer, İstanbul. Erişim tarihi: 2009-06-09.
    172. ^ “İstanbul: Yıldız Sarayı”. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    173. ^ “Kapalı Çarşı”. istanbul.gov.tr. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    174. ^ “Sahaflar Çarşısı tarihi, 2010 Avrupa Kültür Başkenti tanıtımı.”. ibb.gov.tr (İstanbul Büyükşehir Belediyesi). Erişim tarihi: 2009-07-28.
    175. ^ “Istanbul’s Hamam”. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    176. ^ “Meydan AVM Resmi Veb Sitesi”.
    177. ^ “Meydan AVM Resmi Veb Sitesi”.
    178. ^ “La Rue Française”. La Rue Française. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    179. ^ Beyoğlu’na Fransız Sokağı
    180. ^ “Fransız Sokağı”. Governorship of Istanbul. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    181. ^ Zeynep Üner (February 2008). “En iyi balıkçılar”. TimeOut Istanbul. Erişim tarihi: 2009-07-24.
    182. ^ Dale M. Brown (1999-10-14). “Hooked on Istanbul seafood”. CNN TravelGuide. Erişim tarihi: 2009-07-25.
    183. ^ “Official website of Babylon night club in Istanbul”. Erişim tarihi: 2009-07-25.
    184. ^ “Official website of Sortie Beyoğlu and Sortie Ortaköy night clubs in Istanbul”. Erişim tarihi: 2009-07-25.
    185. ^ “Fashion TV Formula 1 Grand Prix Party at Sortie, Istanbul”. Fashion TV. 2007. Erişim tarihi: 2009-07-25.
    186. ^ “Official website of Reina night club in Ortaköy, Istanbul”. Erişim tarihi: 2009-07-25.
    187. ^ “Formula 1 Party at Reina, Istanbul”. YouTube. 2006. Erişim tarihi: 2009-07-25.
    188. ^ “Official website of Istanbul Doors – Anjelique night club in Istanbul”. Erişim tarihi: 2009-07-25.
    189. ^ “Official website of Kuruçeşme Arena”. Erişim tarihi: 2009-06-24.
    190. ^ “Parkorman resmi web sitesi”. Erişim tarihi: 2009-07-25.
    191. ^ “Büyük İstanbul Otogarı resmi sitesi, Genel Bilgiler sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    192. ^ “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları resmi sitesi, Tarihçe sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    193. ^ “İstanbul Uluslararası Atatürk Havalimanı resmi sitesi, Ulaşım sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    194. ^ “İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı resmi sitesi,”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    195. ^ http://www.kgm.gov.tr/Sayfalar/KGM/SiteTr/Uzakliklar/illerArasiMesafe.aspx
    196. ^ http://www.istanbul-ulasim.com.tr/default.asp
    197. ^ “Marmaray resmi sitesi, Tarihçe sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    198. ^ http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul_Ula%C5%9F%C4%B1m
    199. ^ http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.aspx?NewsID=19452
    200. ^ Marmaray.com.tr Marmaray Projesi tanıtımı, 24 Temmuz 2009 tarihinde erişildi.
    201. ^ “Takvim-i Vekayi”. Erişim tarihi: 2009-07-26.
    202. ^ “CIA — The World Factbook”. CIA. Erişim tarihi: 2007-07-24.
    203. ^ “Turkish Daily News Doğan Grubu’na katıldı”. Hürriyet. 21 Ocak 2010. Erişim tarihi: 16 Mart 2010.
    204. ^ “Predavatel Europa – Radio Stations in Istanbul”. Predavatel.com. Erişim tarihi: 2009-07-26.
    205. ^ Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı.
    206. ^ Beşiktaş İnönü Stadı.
    207. ^ UEFA’nın 5 yıldızlı stadları listesi (İngilizce)
    208. ^ “Formula 1 İstanbul Park web sitesi” (Türkçe). Erişim tarihi: 28 Temmuz 2009.
    209. ^ “Radikal gazetesi resmi sitesi, İstanbul’a 49 kardeş sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    210. ^ “İstanbul’un kardeşlik, işbirliği ve iyi niyet protokolleri imzaladığı şehirler”. İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Erişim tarihi: 5 Mart 2009.
    211. ^ “Milli Gazete resmi sitesi, İstanbul’un 29. kardeş şehri Şam sayfası”. Erişim tarihi: 4 Haziran 2009.
    212. ^ http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/Pages/Haber.aspx?NewsID=20463
tarafından

Pepsi

Pepsi

 

Pepsi logo 2008.svg
Tip Kola
Üretici PepsiCo.
Köken Amerika Birleşik Devletleri Amerika
İlk üretim yılı 1903
Renk Karamel

Pepsi, 1903 yılında ABD‘de açılmış olan kola üretim ve pazarlama şirketidir.

Tarihçesi

ABD’nin Kuzey Karolina eyaletinde doğan Caleb Bradham tarafından bulunmuştur. 1898 yılında New Bern, North Carolina’da “Brad’s Drink” (“Brad’in İçeceği”) olarak piyasaya sürüldü ve Bradham, içeceği eczanesinde yaptı. Bradham 1898 yılında rakibinden 100 dolar karşılığında “Pep Cola” ticari ismini satın alarak kullanmaya başlamıştır.[1] Daha sonradan Pepsi Cola adını aldı ve muhtemelen adı, yapımında kullanılan sindirim enzimi pepsin ile kola fındığından gelmektedir.[2] Kimyacı olan Caleb Bradham, Pepsi’yi sindirime yardımcı olması ve enerji vermesi amacıyla geliştirmiştir.[3] İlk Pepsi 1893 yılında satışa sunulmuştur. 1906 yılında ABD Gıda Enstitüsünün içecek içerisinde zararlı bir madde olmadığını görmesiyle satışı serbest bırakılmıştır. Artan talebin de etkısıyle ilk şişeleme fabrikaları Kuzey Karolina eyaletinin Durham ve Charlotte kentlerinde kurulmuştur. Bugün dünyanın bir çok ülkesinde şişeleme ve üretim fabrikası bulunan Pepsi, hemen hemen tüm ülkelerde satılmakta ve büyük bir pazar payına sahiptir.

2012 tarihinde Coca-Cola ve Pepsi şirketleri ABD yasaları uyarınca ürünlerinin üzerine kanser uyarı etiketi konulmaması için içeceğe karamel rengi veren 4 – metilimidazol maddesini azaltacaktır. [4] Şirketler ürünlerinde herhangi bir kanser riski olmadığı ama bunun önlem almak adına gerekli olduğunu belirttiler. Aynı zamanda ürünlerin tadında herhangi bir değişiklik olmayacağını söylediler.

tarafından

Powerade

Powerade

 

POWERade
Tip Spor içeceği
Üretici The Coca-Cola Company
Köken ABD
İlk üretim yılı 1988
Değişik biçimleri Powerade Zero

POWERade, 1988 yılından beri Pepsi‘nin Gatorade ürününe karşı rekabet amacıyla The Coca-Cola Company tarafından üretilen bir spor içeceğidir. Temmuz 2001‘den beri kullanılan formülü enerji metabolizmasında rol oynayan B3, B6 ve B12 vitaminlerini içerir. Powerade’in Temmuz 2005‘de şişesi ve logosu yenilenmiştir. 2008 yılında sıfır kalori elektrolitli Powerade Zero üretilmeye başlandı. Sonradan Powerade Zero’nun üretimi durdurulmuştur. 2009 yılında Powerade, terle birlikte kaybolan ve 4 temel elektrolit içeren Powerade ION4′ü üretmeye başladı.

Powerade, Türkiye‘de ilk kez 2002‘de satışa sunulmuştur.[1]

tarafından

Red Bull

Red Bull

 

Red Bull
Redbull.png
Tip Enerji içeceği
Üretici Red Bull GmbH
Köken Avusturya[1]
İlk üretim yılı 1987
Renk Koyu Sarı
Bağlantılı ürünler Red Bull Energy Drink
Red Bull Sugarfree

Red Bull, Tayland‘daki bir enerji içeceğinin Avrupalı damak tadına uyarlanması ile oluşturulmuş Avusturyalı içecek ve aynı marka altında sportif organizasyonlar düzenleyen firma.[2][3][4][5]

Red Bull projesi 1984 ve 1987 arasındaki özenli çalışmalardan hızla yükselen ve şu anda dünyanın önde gelen enerji içeceklerinin arasındadır. Sloganları “Red Bull bedeni ve zihni canlandırır.” ve “Red Bull kanatlandırııır!” dır. Türkiye’de 250ml ve 355ml’lik kutuda Red Bull ve Red Bull Sugarfree adlarıyla satılmaktadır. Kutu üzerinde de belirtildiği üzere alkolle birlikte karıştırılarak veya beraber tüketilmemesi Gerekir. Yine ticari ambalajı üzerinde özellikle çocuklar, 18 yaş altı kişiler, yüksek tansiyonu olanlar, diyabetikler, gebe ve emzikli kadınlar, matabolik olarak kafeine duyarlı olanlar tarafından tüketilmemesi açıkça önerilmemektedir. Üretici, ayrıca ürünün günlük 500ml’den fazla tüketilmesini önermemektedir. Tüketicinin bu önerilere uymaması durumunda vücutta dehidrasyona, hassas bünyelerde ise kalp krizine kadar yol açabilen sorunlara sebep olabilir.
Avusturya‘daki popülerlikleri durmadan yükselirken, satışlarındaki en büyük patlama uluslararası alana açılmayla gerçekleşti. İçecekleri ilk kez Almanya tarafından 1994‘te onaylandı. 1997 ise Amerika, Avustralya ve Güneydoğu Asya gibi denizaşırı genişleme sürecinden geçti. Japon pazarına ise 2006‘da girildi.[6][7][8]

Red Bull projesine göre, “Önemli olan tek şey, tüketicinin Red Bull kutusunu elinde tuttuğu zaman ne düşündüğü.[9]

Firmanın Formula 1 başta olmak üzere motor sporları dünyasında sayısız sponsorlukları, Red Bull Air Race adında akrobasi ağırlıklı uçak yarışı organizasyonu, Art of Can adıyla sanat ve yaratıcılık alanında düzenlenen yarışması gibi sayısız etkinliğe sahiptir.

tarafından

Burn (içecek)

Burn (içecek)

 

Burn 500 ml

Burn, yüksek miktarda şeker ve kafein içeren narenciye aromalı enerji içeceğidir. The Coca-Cola Company tarafından üretilmektedir.

Konu başlıkları

İçindekiler

Küresel dağıtım

Burn’ün satışta bulunduğu ülkeler aşağıda listelenmiştir.[1]

Kıta – Bölge Ülkeler
Afrika Cezayir, Burkina Faso, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Mısır, Gana, Gine, Liberya, Mauritius, Fas, Nijerya, Reunion Adası, Senegal, Sierra Leone, Güney Afrika Cumhuriyeti, Tunus, Kenya
Amerika Brezilya, Bolivya[2] Şili, Kosta Rika, Meksika, Panama, Peru, Uruguay, Paraguay
Avrasya Rusya, Türkiye, Gürcistan
Avrupa Ermenistan, Avusturya, Azerbaycan, Belarus, Belçika, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Fransa, Gürcistan, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İzlanda, İtalya, İrlanda, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Makedonya Cumhuriyeti, Malta, Moldova, Hollanda, Norveç, Polonya, Portekiz, İrlanda Cumhuriyeti, Romanya, Rusya, Sırbistan, Karadağ, Slovakya, Slovenya, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye, Ukrayna
Asya Bahreyn, Ürdün, Maldivler, Umman, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Batı Şeria – Gazze, Hindistan
Okyanusya Avustralya, Yeni Zelanda

Diğer versiyonları

Burn Day

  • Buzz (Burn Japonya’da Buzz olarak biliniyor[3]; Buzz mango ananas aromalıdır)
  • Burn Day
  • Burn Juiced Energy (Normal Burn’le tropikal meyve suyu karışımı)
  • Burn Juiced Berry
  • Burn Mocha Energy (Gazlı içecek sınıfında değil ve kahve aromalı)
  • Burn Citrus
tarafından

Nestea

Nestea

 

Nestea
220px
Tip Buzlu çay
Üretici Nestlé & The Coca-Cola Company
Dağıtıcı Nestlé
Köken İsviçre İsviçre
İlk üretim yılı 1977
Bağlantılı ürünler Lipton Ice Tea

Nestea, Nestlé & The Coca-Cola Company ortaklığıyla üretilen bir buzlu çay markasıdır. Alkolsüzdür. 1977 yılından itibaren Unilever & Pepsi ortaklığının ürettiği Lipton Ice Tea‘ye karşı rekabet amacıyla üretilmeye başlanmıştır. Şu anda Türkiye‘nin de içinde olduğu birçok ülkede bulunmaktadır.

tarafından

Cappy

 

Cappy
Cappy logo.jpg
Tip Meyve suyu
Üretici The Coca-Cola Company
Köken Avrupa
Değişik biçimleri Cappy Selectii
Cappy Ice Fruit
Bağlantılı ürünler Minute Maid
Fruitopia

Cappy, Avrupa‘da The Coca-Cola Company tarafından üretilen bir meyve suyu markasıdır. 1994′den beri üretilmektedir.[1]

Konu başlıkları

Bulunduğu ülkeler

Cappy; Avusturya, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Gürcistan, Macaristan, İtalya, Kazakistan, Letonya, Litvanya, Makedonya, Malta, Moldova, Filistin, Polonya, Romanya, Sırbistan, Slovakya, Slovenya, Sudan, Nijerya ve Türkiye‘de bulunmaktadır.

Ürünleri

Cappy 2003 yılında doğal aromalar içeren ve şekersiz olan Cappy Selectii’yi üretmeye başladı. Cappy Selectii’nin %99′undan fazlası doğal meyve suyudur. Cappy Selectii bazı ülkelerde “Cappy Juice“ olarak tanınır. Ayrıca Cappy’nin sadece Polonya‘da bulunan Cappy Ice Fruit adlı bir çeşidi vardır. Cappy’nin aromaları şunlardır:

  • Elma
  • Elma & Kayısı & Portakal
  • Elma & Nane
  • Elma & Şeftali
  • Elma & Armut
  • Kayısı
  • Vişne
  • Turunçgil karışımı
  • Turunçgil & Portakal
  • Kuş üzümü
  • Egzotik
  • Üzüm
  • Greyfurt
  • Greyfurt & Portakal
  • Kivi & Limon
  • Limon
  • Portakal
  • Greyfurt & Liçi
  • Portakal & Ananas
  • Portakal & Mandalina
  • Portakal & Mandalina & Limon
  • Şeftali
  • Armut
  • Ananas
  • Kiraz
  • Çilek
  • Domates
  • Karpuz

Türkiye’de Cappy

Cappy, Türkiye‘de 1994 yılından beri üretilmektedir[2].

tarafından

Kvas

 

Cam Kavanozda Kvas

Kvas

Kvass ya da kvas (Rusça Квас), kelimesinin etimolojik kökeni eski doğu slav dilinde “maya” anlamına gelen “квасъ, kvasŭ, kelimesine dayanır. Belaruscada: квас, kvas, сиривець, siriviets; Litvanyacada: gira; Rusçada: квас, kvas; Ukrayincede: квас, хлібний квас or сирівець, kvas, khlibnyy kvas ya da syrivets; (Lehçede kwas; 16. yüzyılda “asit” anlamında kullanılmaktaydı.) İngilizcede zaman zaman “Ekmek İçeceği” olarak adlandırılmıştır. Ukrayincede kvass kelimesi bölgeler arasında değişerek “ekşi” ya da “mayalamak” anlamlarına gelmektedir.

Bir zamanlar komünist kola diye adlandırılan Kvas, esmer ya da normal çavdar ekmeğinin mayalanması ile üretilen bir içecektir. Böyle adlandırılmış olsa da tarihi komünizmden çok daha eskidir.

Rusya, Belarus Ukrayna, Litvanya, Polonya, tüm eski Sovyet bloku ülkeleri ve orta Avrupa ülkelerinde oldukça popüler bir içecek olan Kvas, 0.05-1.44% oranında alkol içermektedir. Alkol içeriğinin düşüklüğü nedeniyle Rus standartlarında, alkolsüz içecekler arasında gösterilmektedir. Görünümü ve rengi üretiminde kullanılan ekmeğin çeşidine bağlıdır.

Rusya‘nın votkadan sonra milli içeceği Kvas, Rus içecekleri arasında en popüler olanlardan birisidir. Kvas kullanımı o kadar popülerdir ki, insanların sudan daha fazla tercih ettikleri içecek olarak gösterilir.

Konu başlıkları

Tarihi

Kvass Doğu Avrupa’da antik çağlardan bu yana yaygın bir içecektir. Antik Sümer ve Mısır’da arpadan mayalanarak üretilen Bira, Afrika’da “Millet” adı verilen tahıl grubundan mayalanan “Millet Birası”, Asya’nın pirinç şarapları, manyok ve mısır bitkileri ile mayalanan (Cassava ve Chicha) Amerika içecekleri ve Türklerin at sütünden mayaladıkları Kımız ve bulgurdan mayalanan Boza ile kıyaslanabilir.

Kvas’ın adına ilk defa 989 yılından kalma eski Rus tarih kayıtlarında rastlanır. “Büyük Petro” döneminde her sınıftan Rus arasında yaygın bir içecekken, 19. yüzyıldan itibaren daha çok köylüler, alt tabaka ve keşişler tarafından ve “sudan daha çok” içildiği belirtilmektedir. Hem evlerde hem de ticari olarak üretilegelmiştir.

Genellikle “Slav” halkları arasında ve eski Sovyet bloğu ülkelerinde popülerdir ve bu ülkelerde hemen her yerde sokak satıcıları tarafından sunulmaya devam etmektedir. Günümüzde Kvas üretimi multi milyon dolarlık bir endüstri halini almıştır.

Moskova’nın batısında yer alan Zvenigorod kasabası, Ortodoks manastırının bodrumunda üretilen, otantik ve koruyucu içermeyen Kvas’ı ile tanınmaktadır.

Yapılışı

Orjinal Kvas çavdar ekmeğiyle yapılsa da, buğday ya da arpa ekmeklerinin mayalanmasıyla da üretilmektedir. Üretiminde üzümsü meyveler, çilek ve huş ağacı usaresi aromatik bileşen olarak kullanılabilmektedir. Modern ev yapımı Kvas çoğunlukla küçük doğranmış ve fırınlanarak kurutulmuş “Suhari” adı verilen esmer ya da normal çavdar ekmeği, şeker ve aromatik olarak da meyve ya da kuru üzüm eklenerek yapılmaktadır. Üretim sırasında bu bileşenlere maya kültürü ve “Zakvaska” adı verilen mayalanma başlatıcısı eklenir.

Ticari üretimde ve özellikle de ucuz olan türlerde sadece şeker, karbondioksit ilaveli su, malt özütü ve tatlandırıcılar kullanılmaktadır. İyi markalar ve özellikle de bira üreticileri tarafından üretilen daha kaliteli Kvaslar ise geleneksel yöntemler uyarlanarak ve mayalanarak üretilmektedir. Kvas geleneksel olarak filtre edilmeden ve içeriğindeki mayadan kaynaklanan yüksek B vitaminini ve özel tadını kaybetmeden tüketilir. Filtre edilmemiş maya ve yüksek B vitamini içeriğiyle Kvas, antioksidant ve immün sistemi desteği olarak özel bir içecektir.

Kültürel Referanslar

Rus kültüründe Kvas köklü bir geleneğe sahiptir. Ve bu gelenek Rus edebiyatında kendini ortaya koyar. Bir Rus tarafından yazılıp da Rusları anlatan bir edebiyat eserinde Kvas’a rastlamamak zordur:

Fyodor Dostoyevski Karamazov Kardeşler romanında, akşam yemeği sırasında içilen ve civarda ünlü olan “Manastır Kvasından” bahseder. Ve bir başka yerde de sadece bir parça ekmek yemiş ve bir bardak da “Kvas” içmiş olan Alyoşa gururundan dolayı babası Fyodor Pavloviç Karamazov’un akşam yemeği teklifini reddeder. Ezilenler’de ılık şampanyayı kafasına diken Sizobryuhov: “Sen buna şampanya mı diyorsun? Daha çok Kvas’a benziyor.” der.

Kvas Leo Tolstoy’un birçok eserinde yer alır: Anna Karenina‘sında Kvas satıcısı bir çocuk gözlerini tren istasyonundaki Anna’dan ayırmaz. Çocukluğum‘da kendisine bir bardak Kvas doldururken sürahiyi devirip masa örtüsünü kirletir. Kroyçer Sonat‘ta ana karakter Pozdnişev tren yolu inşasında çalışan mujiklerden bahsederken “Köylülerin neyle beslendiğini bilirsin.” der. “Ekmek, kvas ve soğan”Diriliş‘te Nehludov köylülerin hayatını merak eder. Konuştuğu yaşlı kadın eksik dişlerini gösterir. “Yemeklerimiz iyidir. İlk öğünde ekmek ve kvas ve bir sonrakinde ise kvas ve ekmek…” Savaş ve Barış‘ta Türklerle yapılan barış için şükran ayininden sonra kalabalık katedralden çıktığında Kvas, zencefilli ekmek ve haşhaş tohumu tatlısı satan işportacılar kalabalığa doğru üşüşür.

Maksim Gorki’nin Foma Gordeyev adlı ilk romanında Rus usulü öğlen başlayan bir zengin sınıf akşam yemeği anlatılır. “Önce İçinde çavdar peksimetiyle etsiz, yağlı bir ekşi kabak çorbası sunulur. Sonra aynı çorba, içinde ufak doğranmış etle birlikte tekrar servis edilir. Sonra fırınlanmış etler (domuz,kaz, dana ya da işkembe) yulaf lapasıyla yenir. Sonra bir kase daha şehriyeli çorba ve genellikle tatlı takip eder. Yabanmersini, ardıç meyvesi ya da sade ekmekle yapılan kvas içerler. Antonina İvanovna her zaman çeşitli türlerde Kvas stoğu bulundurur.” Niluşka adlı kısa öyküsünde, babasının hala sarhoş olup olmadığı sorulan çocuk: “Hayır ayık. Tek içebildiği Kvas ve kabak çorbası.” der.

Anton Çehov’un Vişne Bahçesi oyununun başlarında Tüccar Lopahin karakteri hizmetçi Dunyaşa’ya “Çok narinsin Dunyaşa. Bir hanımefendi gibi giyiniyorsun ve saçlarının şekli de bir hanımefendininki gibi. Böyle yapmamalısın. Konumunu bileceksin.” der ve birazdan ekler. “Bana biraz Kvas getir.” Oyunda kendini hasta hisseden memur Yepihodov hastalığının belirtilerinden birisi olarak “Mesela biraz Kvas içsem aldığım tat neden tahta kurusu gibi geliyor.” der.

Benzer İçecekler

Kvas’a benzer düşük alkollü ve mayalı geleneksel içecekler:

Türkiye’de Kvas

First Kvas – Manavgat şehrinde 2007 yıllında açılmıştır.

tarafından

Sprite

 

Sprite
Sprite
Tip LimonMisket limonu aromalı gazoz
Üretici The Coca-Cola Company
Köken ABD
İlk üretim yılı 1961
Değişik biçimleri Sprite Zero
Sprite Ice
Sprite Super Lemon
Sprite on Fire
Sprite Remix
Sprite Duo
Sprite Dry Lemon
Sprite 3G
Sprite Recharge
Chinotto
Sprite Super Chilled
Sprite Green
Bağlantılı ürünler 7 Up
Sierra Mist
Mountain Dew

Sprite, limon ve misket limonu aromalı bir gazozdur. Kafein içermez. The Coca-Cola Company tarafından 1961‘den beri üretilmektedir.

Tarihi

Sprite, ilk olarak 1961 yılında ABD‘de 7 Up‘a karşı rekabet amacıyla üretilmiştir. Baştan içki karıştırıcı olarak üretilirken, 1980′li yıllarda limonlu gazoz olarak üretilmeye başlandı. 1978 yılında limonlu gazoz sektörünün lideri haline geldi. 2004 yılında Sprite’ın diyet versiyonu Sprite Zero ‘yu üretmeye başladı. 2006 yılında logosunu değiştirip, bu logoya geçmiştir. 1990′lı yıllardan beri Kobe Bryant, Tim Duncan ve Lebron James‘e sponsorluk yapmaktadır. Sprite şu anda 190′dan fazla ülkede tüketilmektedir. Ürünün Türkiye‘deki sloganı Susuzluğunu dinle Sprite iç ‘dir.

Çin’de Sprite

Sprite şişeleri

 

 

tarafından

Fanta

 

Fanta
Tip Gazlı içecek
Üretici The Coca-Cola Company
Köken Almanya
İlk üretim yılı 1940

Fanta, The Coca-Cola Company firmasının ürettiği ve ilk kez 1940‘ta Almanya‘da tanıtılan meyveli meşrubat markasıdır.

Fanta ilk Nazi Almanyası‘nda, II. Dünya Savaşı‘nın ortalarında Coca Cola Company tarafından üretilmiştir.

‘Fanta’ adı Almanca hayal dünyası anlamına gelen Fantasieden gelmektedir. Fantasie adı ortaya atıldıktan sonra, satıcı Joe Knipp bunu anîden Fanta olarak değiştirmeyi öne sürmüştür.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Fanta ABD‘de Coca-Cola tarafından satışa sunulmuş, 1960 yılında da “tescilli marka” ünvanını almıştır. Portakallı Fanta, en popüler Fanta aromasıdır ve 180 ülkede satışa sunulmuştur. Dünyada en büyük Fanta tüketicisi Brezilya‘dır. Fanta, Avrupa ve Güney Amerika‘da, Amerika Birleşik Devletleri‘nden daha yaygındır.

Bazı ülkelerde bazı aromalar sadece birkaç bölgede satışa sunulsa da, dünya çapında 70′ten fazla Fanta aroması vardır. Örneğin, Romanya‘da (ve bazı diğer ülkelerde), “Fanta Shokata” adlı içecek, geleneksel Rumen içeceği “Socată“dan kaynağını alır. İsviçre ve Hollanda‘da da yerel meyve, frenk üzümü Fanta üretiminde yaygın olarak kullanılmıştır. Bazı özdeş aromalar, farklı marketlerde farklı isimler almışlardır. Örneğin klasik portakal tadı, 2003 yılında kuzey ülkeleri ve Belçika’da “Fanta Funky Orange” adıyla satışa sunulmuşken diğer ülkelerin tamamında, ürün “Fanta Portakal” adıyla bilinmiştir. 2005 yılında ise, Fanta, reklamlarda da sık sık duyulan Bambaacha (veya Bamboocha) adı ile anılmıştır. Daha sonra, 2005 yılında, Fanta yeni bir ürün, Fanta zero ile Birleşik Krallıkta’ki çeşitlerine bir yenisini eklemiştir.

 

 

Konu başlıkları

Ülkelere/Bölgelere Göre Fanta Çeşitleri

ABD

  • Portakal
  • Elma
  • Dut (kaldırıldı)
  • Huş Birası
  • Siyah Vişne
  • Vişne
  • Turunçgiller (Citra; bölgesel aroma)
  • Soğuk Muz
  • Soğuk Yabanmersini
  • Soğuk Vişne
  • Zencefilli Gazoz
  • Üzüm
  • Limon (kaldırıldı)
  • Orange Cream
  • Çilek
  • Kayısı (ülkenin güneydoğusuna ulaşılabilir)
  • Ananas
  • Pembe Greyfurt (kaldırıldı)
  • Red Creme Soda (90′lı yıllarda kaldırıldı)
  • Kırmızı Mandalina
  • Kök Birası (şimdiki adı Barq’s)
  • Şekersiz Portakal (diyet içecek. Alabama, Florida, Georgia, Louisiana, Mississippi, Iowa ve Teksas‘ta ulaşılabilir)

Almanya

  • Klare Zitrone [=Clear Citrus] ( yeni adı Sprite)
  • Orange [=Portakal]
  • Mandarine [=mandalina]
  • Tropical Orange plus Peach
  • Fanta Zero
  • Lemon [=Limon]

Arjantin

Fanta Limón 2 L pet şişesi – Arjantin

  • Naranja (Portakal)
    • Light Naranja (Diyet/light portakal)
  • Naranja-Mandarina (Portakal & Mandalina)
  • Limón (limon, sadece bazı bölgelerde satışa sunuldu)
  • Tónica (tonic water)
  • Manzana (elma, kaldırıldı)
  • Calypso (vahşi meyveler, sınırı üretim)

Avustralya

  • Portakal
  • Portakal & Mango
  • Portakal & Passionfruit
  • Fanta Zero Orange (diyet portakal)

Fanta Raspberry ve Fanta Tropical 1.25 L pet şişeleri – Avustralya (soldan sağa)

Önceki aromalar:

  • Karpuz
  • Elma
  • Yeşil limon
  • Orange Spider [=Portakal]
  • Chocolate Orange Spider [=Çikolata-Portakal]
  • Stawberry Spider [=Çilek]
  • Passionfruit
  • Üzüm
  • Green Goblin
  • Vahşi meyveler
  • Limon
  • Blue Lemonade (Sprite temelli)
  • Franbuaz
  • Tropik
  • Ekşi elma (2005)
  • Ekşi karpuz (2005)
  • Ananas
  • Blue berry [=Mavi, taneli myve]

Belçika

  • Portakal
    • Light Funky Orange (2003) (Light Portakal)
  • Sapaya (2002, kaldırıldı)
  • Dorango (2003, kaldırıldı)
  • Limon
    • Light Icy Lemon (2005) (Light Limon)
  • Skwiiz (2004) (Pomelo olarak da bilinir)
  • Light Pembe Öpücük (2005)
  • Fanta World Thailand Mango (2006) (sınırlı üretim 2006)
  • Fanta World Apple Jamaica (2006) (sınırlı üretim 2006)

Bosna Hersek

  • Portakal
  • Limon
  • Yeşil limon
  • Shokata
  • Mandalina Portakal

Brezilya

  • Laranja (portakal)
  • Limão (Limon, 1984 yılında Sprite‘la değiştirildi)
  • Morango (Çilek, kaldırıldı)
  • Uva (Üzüm)
  • Maçã (Elma, kaldırıldı)
  • Citrus (kaldırıldı)
  • Mix Tangerina e Laranja (Karışık Mandalina ve portakal)
  • Laranja Vermelha (Kan Portakalı)

Bulgaristan

  • Ananas (üretimden kalktı)
  • Egzotik (üretimden kalktı)
  • Vahşi Meyveler (üretimden kalktı)
  • Limon (üretimden kalktı)
  • Madness (Mürver çiçeği) (üretimden kalktı)
  • Dizzzy (frenk üzümü) (üretimden kalktı)
  • Latina (eskiden Exotic) (üretimden kalktı)
  • Mango (üretimden kalktı)
  • Buzlu Limon
  • Portakal
  • Üzüm
  • Jamaika Diyarı (meyve ve yeşil limon)

Büyük Britanya

  • Portakal
  • Buzlu limon
  • Meyve karmaşasın
  • Zero Orange (diye/light)
  • Zero Lemon (diyt/light)
  • Zero Summer Fruits (diyt/light)
  • Zero Apple (diyt/light)
  • Donmuş Böğürtlen
  • Donmuş meyve Karmaşası

Çin

  • Elma
  • Yeşil elma
  • Üzüm
  • Üzüm
  • Yeşil limon
  • Portakal
  • Orange Mint
  • Ananas
  • Beetroot

Danimarka

  • Funky Orange (1964) (Fanta Portakal)
    • Light Orange (1991) (Diyet/Light)
  • Icy Lemon (1991) (Fanta Limon)
  • Exotic Thrill (2002) (Fanta Egzotik)
  • Shakin’ Shokata (2003) (Fanta Shokata)
  • Groovy Apple (2004) (Yeşil elma)

Dominik Cumhuriyeti

  • Portakal
  • Üzüm
  • Böğürtlen

Endonezya

Fanta Soda Water şişesi – Endonezya

  • Rasa Strawberi [=Çilek]
  • Elektrik Melon [=Kavun]
  • Oranggo [=Portakal/Mango]
  • Rasa Fruit Punch [=Karışık meyve aromalı]
  • Üzüm
  • Elma

Estonya

  • Elma
  • Limon
  • Orange
  • Ananas/Greyfurt
  • Kivi
  • Egzotik
  • Vişne

Finlandiya

  • Mandalina (Finlandiya’daki ilk aroma) (Kaldırıldı)
  • Funky Orange (1983) (Fanta Portakal)
    • Free Orange (Diet/Light) (Fanta Portakal Light)
  • Exotic (retired)
  • Lime (retired 2004)
  • Crazy Wildberry (2003) (Fanta Vahşi Meyveler)
  • Shakin’ Shokata (2004) (Fanta Shokata)
  • Groovy Apple (2005) (Fanta Yeşil Elma)
  • Juicy Citrus (2006) (Fanta Citrus)
  • Icy Lemon (2001) (Fanta Limon) (2004′te kaldırıldı)
  • Free Ananas Greippi Ananas Greyfurt (2004 Diyet/Light)
  • Free Apple Lime (2005 Diyet/Light)
  • Free Tropical Berry (2004 Diyet/Light) (2005‘te kaldırıldı)
  • Free Kırmızı Meyveler (2006 Diyet/Light)

Fransa

  • Orange
  • Citron Frappé (Icy Lemon : Buzlu limon)
  • Greenz (Elma/Kavun/Yeşil limon)
  • Madness
  • Latina (Kaldırıldı)
  • Free Framboise et Pamplemousse rose (Ahududu/Greyfurt) (diyet/light)
  • Free Orange Peche (Portakal/Şeftali) (diyet/light)
  • Free Pomme Citron Vert (Apple/Lime) (diyet/light)
  • World Fruit de la Passion/Citron (Passion Fruit ve Limon)
  • World Orange Sanguine/Fruits Rouges (Kan portakalı ve Berry)
  • World Fruits des bois/Citron (Böğürtlen gibi taneli meyveler ve Limon)

Grenada

  • Muz
  • Meyve patlaması
  • Zencefil
  • Üzüm
  • Portakal

Güney Afrika

  • Portakal
  • Üzüm
  • Ananas
  • Şeftali (kaldırıldı)
  • Tropik patlama (kaldırıldı)
  • Elma
  • Zero (şekersiz Fanta portakal)

Güney Kore

  • 오렌지 (Portakal)
  • 그레프 (Üzüm)
  • 파인애플 (Ananas)
  • 아이스베리 (Buzlu böğürtlen)
  • 비타레몬 (Vita-Limon)

Gürcistan

  • Portakal

Hırvatistan

  • Portakal
  • Limon
  • Shokata
  • Fanta World Jamaica Elma-Yeşil Limon

Hindistan

  • Portakal
  • Ananas
  • Yeşil elma

Hollanda

  • Siyah frenk üzümü
  • Portakal
  • Kan portakalı (Cadılar bayramıyla sınırlı kaldı)
  • Icy Lemon[=Buzlu Limon]
  • Kırmızı meyveler
  • Frambuaz
  • Greyfurt
  • Taze elma
  • Pomelo – ya da Funky Pomelo
  • Portakal Light (diyet)
  • Limon Light (diyet)
  • Pomelo Light (diyet)

Hong Kong

  • Portakal
  • Üzüm
  • Blueberry

Kanada

  • Portakal
  • Ladin Birası (kaldırıldı)
  • Kavun
  • Kök Birası
  • Yeşil Limon
  • Limonata

Şili

  • Portakal
    • Light Portakal (Diyet/Light Versiyon)
  • Sol (kaldırıldı)
  • Fru (kaldırıldı)
  • Çilek (kaldırıldı)
  • Ananas (kaldırıldı)
  • Şeftali (kaldırıldı)
  • Mandalina
  • Egzotik Meyveler (sınırlı)

Kosta Rika

  • Bamboocha
  • Herbosa
  • Kolita
  • Limón (Limon)
  • Naranja (Portakal)
  • Piña (Ananas)
  • Uva (Üzüm)
  • Zarza (Kök birası)

Kıbrıs

  • Orangeade
  • Limonata
  • Karpuz (sadece yaz mevsiminde)
  • Berry (durduruldu)

Mısır

  • Portakal
  • Elma
  • Ananas
  • Böğürtlen-Ahududu
  • Çilek

Macaristan

  • Narancs [=Portakal]
  • Citrom [=Limon]
  • Vadmálna [=Vahşi böğürtlen]
  • BodzaSokk [=ElderflowerShock] (Romanya’daki “Fanta Shokata”nın aynısı)
  • Kéxőlő[Kék szőlő=mavi üzüm]
  • Szőlő [Üzüm, popüler içecek Traubisoda‘nın bir kopyası]

İzlanda

  • Meyve karmaşası
  • Ananas-Greyfurt (Diyet/Light)
  • Portakal (Diyet/Light)
  • Ekşi elma
  • Buzlu limon
  • Portakal

İran

  • Portakal
  • Limon

İrlanda

  • Portakal
  • Limon
  • Egzotik
  • Greenz [=Elma, Yeşil limon ve Kavun]
  • Portakal Light
  • Elma

İsrail

  • Portakal
  • Limon
  • Üzüm
  • Egzotik
  • Greyfurt
  • Kavun
  • Elma

İtalya

  • Amara [=ekşi]
  • Aranciata [=portakal]
  • Chinotto [=bir çeşit yerel portakal cinsi]
  • Icy Gusto Limone [=limon]
  • Red Emotion [=kan portakalı]
  • Pompelmo [=üzüm]
  • Free Orange (diyet/light)

Japonya

  • オレンジ – orenji/Portakal
  • グレープ – gureepu/Üzüm
  • メロン – meron/Kavun
  • メロンソーダ – meron sooda/Kavun Soda
  • トロピカルフルーツ – toropikaru furuutsu/Tropik meyveler
  • すもも – sumomo/Erik
  • クラブソーダ – kurabu sooda/Kulüp Soda
  • アップル – appuru/Elma
  • レモン – remon/Limon
  • ゴールデングレープ – gooruden gureepu/Altın Üzüm
  • フルーツパンチ – furuutsu panchi/Meyve patlaması
  • パインフルーツ – pain furuutsu/Pine Meyveler (pine = pineapple = ananas)
  • アップルミックス – appuru mikkusu/Elma karışımı
  • ストロベリー – sutoroberii/Çilek
  • パインアップル – painappuru/Ananas
  • ピーチ – piichi/Şeftali
  • トロピカルパンチ toropikaru panchi/Tropik patlama
  • 青りんご – ao ringo/Yeşil elma
  • マスカット – masukatto/Muskat üzümü
  • ガラナ – garana/Guarana
  • グレープフルーツ – gureepufuruutsu/Greyfurt
  • スカッシュパンチ – sukasshu panchi/Meyve patlaması
  • クリアーパイン – kuria pain/Ananas
  • ゴールデンパイナップル – gooruden painappuru/Altın ananas
  • グリーンマスカット – guriin masukatto/Altın Muskat Üzümü
  • クリアピーチ – kuria piichi/Şeftali
  • 南の島ブレンド – minami no shima burendo/güney Adası Blend
  • さっぱりリンゴ – sappari ringo/Tazeleyen elma
  • すっきりライチ – sukkiri raichi/Clear Lychee
  • あっさりベリー – assari berii/Simply Berry
  • ファンキーレモンC – fankii remon C/Funky Limon C
  • ラ・フランス – ra furansu/Armut
  • フルーティーグレープフルーツ – furuutii gureepufuruutsu/Meyveli greyfurt
  • ホワイトピーチ – howaito piichi/Beyaz şeftali
  • ゴールデンアップル – gooruden appuru/Atın elma
  • スウィーティー – suiitii/Şeker
  • さっぱりピーチ – sappari piichi/Tazeleyen şeftali
  • ライチ – raichi/Lychee
  • ホワイトストロベリー – howaito sutoroberii/Beyaz çilek
  • ウィンターアップル – uintaa appuru/Kış elması
  • フルーティーメロン – furuutii meron/Meyveli kavun
  • スウィートグレープフルーツ – suiito gureepufuruutsu/Tatlı greyfurt
  • ビタミンCスカッシュ – bitamin C sukasshu/C Vitamini patlaması
  • アミノサイダー – amino saidaa/Aminoasit
  • みかん – mikan/Satsuma Portakalı
  • あんず – anzu/Kayısı
  • ゆず – yuzu/Yuzu
  • ルートビアー – ruuto biaa/Kök birası
  • キウィ – kiwi/Kivi
  • ハニーレモン – hanii remon/Bal limonu
  • ラブズベリー – rabuzuberii/Franbuaz
  • ホワイトバナナ – howaito banana/Beyaz muz

Letonya

  • Portakal
  • Limon
  • Magic [=Üzüm]
  • Ananas/Greyfurt
  • Elma
  • Shokata
  • Kiraz (sınırlı)

Litvanya

  • Portakal
  • Limon
  • Magic [=Üzüm]
  • Ananas/Greyfurt

Makedonya

  • Portakal
  • Egzotik
  • Limon
  • Shokata
  • Kiraz
  • Bambaacha
  • Vişne

Madagaskar

  • Portakal
  • Citrus (Limon)

Malawi

  • Portakal
  • Ananas
  • Çilek

Meksika

  • Naranja [Portakal]
  • Fresa [Çilek]
  • Uva [Üzüm]
  • Piña [Ananas]
  • Tamarindo [Yerel bir meyve]
  • Tutti-Frutti [Meyve patlaması]
  • Sangría [Sangria aroması]
  • Durazno [Şeftali]
  • Mandarina [Mandalina]
  • Free Portakal (diyet/light)

Karadağ

  • Portakal
  • Limon
  • Shokata
  • Egzotik
  • Kiraz
  • Jamaica (yeşil elma ve limon)

Yeni Zelanda

Güncel aroma:

  • Portakal

Önceki aromalar:

  • Ahududu
  • Yeşil limon
  • Passionfruit
  • Ananas
  • Tropik
  • Elma
  • üzüm
  • Yaz meyveleri (sınırlı üretim)
  • Portakal Choc Chip Spider (sınırlı)
  • Çilek Spider (sınırlı)
  • Ekşi Elma (sınırlı)
  • Ekşi Karpuz (sınırlı)
  • Light Portakal (diyet)

Nijerya

  • Portakal
  • Ananas
  • Çilek
  • Limon
  • Siyah frenk üzümü
  • Tropik

Norveç

  • Funky Orange
  • Jazzy Lemon
  • Exotic Thrill
  • Free Orange (Diet/Light)
  • Free Pineapple Grapefruit (Diet/Light)
  • Free Red Berries (Diet/Light)

Pakistan

  • Portakal
  • Ananas

Peru

  • Portakal
  • Pachanga (sınırlı üretim)
  • Ananas (kaldırıldı)
  • Çilek

Polonya

  • Siyah kiraz
  • Kiraz
  • Egzotik
  • Egzotik (FIFA World Cup ’06 Special)
  • Üzüm
  • Greyfurt [kaldırıldı]
  • Portakal
  • Limon

Portekiz

  • Laranja [=Portakal]
  • Limão [=Limon]
  • Ananás [=Ananas]
  • Latina (kaldırıldı)
  • Maracuja [=Passion Fruit]
  • Uva [=Üzüm]

Rusya

  • Апельсин [Portakal]
  • Экзотик [Egzotik]
  • Pineapple
  • Лимон [Limon]
  • Lime
  • Яблоко [Elma] (Kaldırıldı)
  • Citrus Blend
  • Berry
  • Peach [Şeftali]

Romanya

  • Pink Grapefruit (1999, was retired but is distributed again with a Thailand form)
  • Green Apple (2004, retired)
  • Exotic (2000, retired)
  • Latina (summer 2003, retired)
  • Orange
  • Lemon
  • Shokata (same as “Fanta Bodza Sokk” in Hungary, 2002)
  • Fructe de pădure (Wild Berry, 2001)
  • Cinnamon Rum (2003?, Christmas Edition)
  • Madness (grapes, 2002)
  • Cherry (2005)
  • Mango Beat (2006)

Sırbistan

  • Orange
  • Lemon
  • Shokata
  • Exotic
  • Cherry (2005)
  • Bamboocha
  • Sour cherry
  • Jamaica (Apple and Lime)

İspanya

  • Naranja (Portakal)
  • Limón (Limon)
  • Fresa (Çilek)
  • Free Naranja / Bajo en calorías (Diyet/light)
  • Free Limón / Bajo en calorías (Dyiet/light)
  • Frutas exóticas (Tropik meyveler)
  • Frutas del bosque
  • Sandia (Karpuz) (yaza özel)
  • Frambuesa (Frambuaz) (yaza özel)
  • Mandarina (Mandalina) (yaza özel)
  • Piña (Ananas) (2001, kaldırıldı) [1]
  • Fanta World Brasil Sabor Uva (Üzüm) (Yaza özel)
  • Fanta World Tailandia Pomelo rosa (Greyfurt) (yaza özel)
  • Fanta World Shokata Maldivas Sabor Cítrico y Elderflower

İsveç

  • Black Orange [=kola+portakal] (kaldırıldı)
  • Citron [=limon] (kaldırıldı)
  • Yeşil limon (kaldırıldı)
  • Portakal (Fanta Apelsin)
  • Egzotik meyveler (Fanta Exotiska frukter)
  • Çılgın vahşi meyveler (Fanta Vilda bär)
  • Freaky Fläder (2002) (Fanta Shokata) (Fanta Fläder)
  • Yeşil elma (2003) (Fanta Gröna Äpplen)
  • Portakal Mango (2005)
  • Free Portakal (Diyet/Light)
  • Free Ananas Greyfurt (2004 Diyet/Light)
  • Free Kırmızı meyveler (2005 Diyet/Light)

 

Laktik Beyaz Üzüm Fanta 600mL’lik pet şişesi – Tayvan

Tayvan

  • Portakal
  • Limon
  • Elma
  • Üzüm
  • Bal Kavunu
  • Laktik Beyaz Üzüm
  • Mango
  • Ananas
  • Çilek
  • Şeftali + Elma
  • Toffee

Tayland

  • Blueberry (kaldırıldı)
  • Karpuz (kaldırıldı)
  • Lychee (kaldırıldı)
  • Mango (kaldırıldı)
  • Yeşil limon (kaldırıldı)
  • Grape (kaldırıldı)
  • Kök birası (kaldırıldı)
  • Portakal
  • Yeşil Soda
  • Kırmızı Soda
  • Berry Love (2006)

Ukrayna

  • Апельсин (Portakal)
  • Лимон (Limon)
  • Лісові ягоди (Vahşi meyveler)(kaldırıldı)

Coca-Cola’nın websitesinden alınmış aroma listesi

  • Elma
  • Elma, Kivi
  • Elma, Yeşil Limon, Kavun
  • Elma, Vanilya
  • Muz
  • Taneli meyveler
  • Berry Cherry [=Kiraz]
  • Berry Floral
  • Birch Beer
  • Bitter Limon
  • Bitter Portakal
  • Bitter Su
  • Siyah Kiraz
  • Blackcurrant Limon
  • Blueberry [Blue=Mavi Berry=Küçük, taneli meyve]
  • Bubble Gum
  • Candy Cane
  • Chamoy Portakalı
  • Kiraz
  • Çikolata Portakal
  • Cinnamon Rum
  • Citrus Blend
  • Clear Elma
  • Club Soda
  • Hindistan cevizi, Ananas
  • Collins
  • Mısır
  • Salatalık, Kavun
  • Currant
  • Çiçeksi limon
  • Meyve patlaması
  • Zencefil
  • Üzüm
  • Greyfurt
  • Greyfurt, Limon, Yeşil limon
  • Greyfurt, Ananas
  • Grenadine
  • Bal kavunu
  • Japon limonu
  • Japon kavunu
  • Kiwi Lime
  • Kiwi Starfruit
  • Kiwi Strawberry
  • Lemon
  • Lemon Lime
  • Lemon Orange
  • Lime
  • Lime Orange
  • Lychee
  • Mandarin Orange
  • Mandarin Tangerine
  • Mango
  • Mango Orange
  • Melon
  • Orange
  • Orange Passionfruit
  • Orange Peach
  • Orange Raspberry
  • Orange Tangerine
  • Orange Vanilla
  • Passionfruit
  • Peach
  • Pineapple
  • Plum
  • Raspberry
  • Raspberry Strawberry Vanilla Cream
  • Root Beer
  • Strawberry
  • Strawberry Yogurt
  • Tamarind
  • Tangerine
  • Tropical Fruit Punch
  • Tutti-Fruti
  • Vanilla Cream
  • Watermelon
tarafından

Coca-Cola

 

Coca-Cola logo.svg
Tip Kola
Üretici The Coca-Cola Company
Köken Amerika Birleşik Devletleri ABD
İlk üretim yılı 1886
Renk Karamel
Bağlantılı ürünler Pepsi
Cola Turka

Coca-Cola, Amerika Birleşik Devletleri kökenli, karamelize şekerle tatlandırılmış, alkolsüz içecek markası. Coca-Cola ve çeşitli alkolsüz içecek markalarının sahibi, merkezi ABD’nin Georgia Eyaleti’nde, Atlanta şehrinde bulunan çok uluslu şirket The Coca-Cola Company‘dir. 1886′da kurulan şirketin hisseleri, New York Borsası’nda KO kısaltması ile işlem görür.

Tarihçe

Coca Cola içen süslü kıyafetli kadın (Hilda Clark) gösteren reklam afişi. Aynada Drink Coca-Cola 5¢”, masa üzerindeki kartta “Home Office, The Coca-Cola Co. Atlanta, Ga. Branches: Chicago, Philadelphia, Los Angeles, Dallas“. yazıları yer almaktadır (1890′lu yıllar).

II. Dünya Savaşı‘ndan sonra Amerikan yaşam tarzının bir simgesi olarak önce Avrupa‘da, ardından tüm dünyada yaygın reklam kampanyaları ile büyük pazar payı kazandı. Soğuk Savaş ardından eski Sovyetler Birliği topraklarında ve Doğu Avrupa‘da üretim ve satışa başladı, bu bölgelerde de alkolsüz içecek pazarında güçlü duruma geldi. Yönetim Kurulu Başkanı (CEO) Türk işadamı Muhtar Kent‘tir.[1]

Coca Cola ve Pepsi‘yi üreten şirketler, California yasaları gereği ürünlerine kanser uyarısı konmaması için bu içeceklerin formülünü değiştiriyor. Yeni formüle göre içeceklere karamel rengini veren 4 – metilimidazol maddesinden daha az kullanılacak. 4 – metilimidazol, California eyaletinin kansere yol açtığı düşünülen maddeler listesinde yer alıyor. Coca Cola ve Pepsi’yi üreten şirketler, California’da satılan ürünlerinde zaten yeni formülü kullanmaya başlamıştı.

Ancak yeni formülün artık ABD genelinde de yaygın şekilde kullanılacağı, bunun üretim açısından daha verimli olduğu belirtiliyor. Coca Cola şirketinin temsilcisi Diana Garza-Ciarlante Associated Press haber ajansına yaptığı açıklamada, ‘bilimsel açıdan bir temeli olmadığını’ savunduğu uygulamadan zarar görmemek için bu kararı aldıklarını, ancak ürünlerinin bir sağlık riski taşımadığını vurguladı.

Söz konusu kimyasal madde, bir araştırmada kullanılan denek farelerde kansere yol açtı. Ancak Amerikan İçecekleri Birliği bunun insanlar için risk taşıdığına dair bir kanıt olmadığını belirtiyor. ABD Gıda ve İlaç Dairesi de laboratuar deneylerinde farelere verilen miktarda kimyasalın kana karışması için bir insanın bin kutu Coca Cola ya da Pepsi içmesi gerekeceğini iddia ediyor.

Gıda sektöründeki gelişmeleri takip eden Beverage Digest adlı araştırma şirketine göre Coca Cola ve PepsiCo, gazlı içecek pazarının yaklaşık yüzde 90′ında paya sahip bulunuyor. Her iki şirkette içeceklerin lezzetinde bir değişiklik farkedilmeyeceğinin altını çiziyor.[2]

tarafından

Işıklı Saat Yapımı

Işıklı Saat Yapımı

 

ışıklı saat

Siz de kendinize bunun gibi dekoratif, şık görünümlü bir saat yapabilirsiniz. Bunun için devam edelim.

 

 

 

 

 

ev yapımı saat

 

Gerekli Malzemeler:

– Şablon (eski bir saatten çıkarabileceğiniz gibi hazır bir şablon kullanabilirsiniz.
– Tahta
– Yapıştırıcı
– Masa lambası

 

 

ev yapımı saat

 

 

 

Şablonumuza uygun bir tahta parçası kesiyoruz.

ev yapımı saat

 

 

 

 

 

 

 

 

Şablonumuzu kestiğimiz parçanın üzerine yapıştırıyoruz.

 

 

 

ev yapımı saat

 

 

Projemizin en zahmetli kısmına geldik. Burada saatimizi sayıların üzerilerinden deliyoruz.

ev yapımı saat

 

 

 

 

 

 

Delme işlemini bitirdik şimdi sıra saatimizi ışıklandırmaya geldi.

ev yapımı saat

 

 

 

 

 

 

 

Işıklandırma için masa lambası kullanıyoruz.

 

 

 

 

ev yapımı saat

 

 

 

 

Lambayı saatimizin arkasına monte ederek ışıklı saatimizi tamamlıyoruz.

 

 

 

ışıklı saat

tarafından

Kağıttan Kuş Yapımı

Kağıttan Kuş Yapımı

 

kağıttan kuş

Burada anlatılanları aşamalar halinde takip ederek siz de kendinize bir origami kuşu yapabilirsiniz. Japon kağıt katlama sanatı olan origami hem ekonomik hem de öğrenmesi kolay bir sanattır. İlk başta karışık gibi görünse de yöntemi kavradıktan sonra birkaç dakika içerisinde bu origami kuşunu yapabilirsiniz. İhtiyacımız olan malzeme sadece kağıt. Kağıtlarımız desenli olursa daha çekici çalışmalar elde edebiliriz. Hazırsak yapıma geçelim.

 

kağıttan kuş

 

 

 

Kağıdımızı değişik şekillerde katlayarak kat yerleri oluşturuyoruz. Kat yerlerimiz belirgin olursa sonraki aşamalar bizim için daha kolay olur.

 

 

 

 

kağıttan kuş

 

 

 

Kat yerlerimiz hazır. Şimdi kağıdı gösterilen şekilde katlıyoruz. Burada katlamanın nasıl yapıldığına dikkat edelim.

 

 

 

 

kağıttan kuş

 

 

 

 

Katladığımız yerlerden kapattık ve küçük bir kare elde ettik.

 

 

 

 

kağıttan kuş

 

 

 

Elde ettiğimiz kareyi resimdeki gibi katlıyoruz ancak bu kat keskin olmamalıdır.

 

 

 

 

 

origami kuşu

 

 

 

Kare şeklimizi eski haline getirdik ve buradaki gibi kat yerinden kaldırıyoruz.

 

 

 

 

 

origami kuşu

 

 

 

Açtığımız yeri üzerine bastırarak düzleştiriyoruz.

 

 

 

 

 

origami kuşu

 

 

 

Şeklimizi ters çevirelim ve açıp düzleştirme işlemlerini bu taraf için de yapalım. Böyle bir şekil elde ediyoruz.

 

 

 

 

origami kuşu

 

 

 

 

Yan kısmı açalım.

 

 

 

 

origami kuşu

 

 

 

 

Katlayıp içeriye doğru alıyoruz.

 

 

 

 

origami kuşu

 

 

 

Parçayı içeri yerleştirdikten sonra bastırarak düzleştiriyoruz.

 

 

 

 

 

origami kuşu

 

 

 

Aynı işlemi diğer taraf için de yaptıktan sonra kafasını yapmak için uç taraftan katlıyoruz. Kuşumuz belirmeye başladı.

 

 

 

 

origami kuşu

 

 

 

 

Kanat kısımlarını da katlayarak origami kuşumuzu tamamlıyoruz.

tarafından

Kağıttan Balon Yapımı

Kağıttan Balon Yapımı

 

kağıttan balon

Origami projeleriyle devam ediyoruz. Daha önceki kağıttan gemi, kağıttan kuş yapımı gibi çalışmalardan sonra şimdi de kağıttan balon yapacağız. Diğer origami çalışmalarımıza da göz atabilirsiniz. Bu çalışmada da ihtiyacımız olan sadece bir A4 kağıdı. Diğer aşamalara geçmek için devam edelim.

 

 

kağıttan balon

 

 

Kağıdımızın fazlalık kısmını kesip kare şekli elde ediyoruz. Bunu köşelerden katlayarak kat yerlerini oluşturalım.

 

 

 

 

 

kağıttan balon

 

 

 

Şimdi de ortadan bir defa katlayalım.

 

 

 

 

kağıttan balon

 

 

 

Kat yerlerimiz düzgün ve belirgin olmalı. Kağıt ortadan bastırınca içeri girmeli.

 

 

 

 

kağıttan balon

 

 

 

Ortadan bastırıp kağıdı içe doğru katlıyoruz.

 

 

 

 

kağıttan balon

 

 

 

Üçgen şekli elde ettik.

 

 

 

 

origami projeleri

 

 

 

Üçgenin alttaki köşesinden kağıdı yukarıya doğru katlıyoruz. Aynı işlemi diğer taraf için de yapıyoruz.

 

 

 

 

origami projeleri

 

 

 

Baklava dilimi şekline getirdik.

 

 

 

 

origami projeleri

 

 

Yanlardan içe doğru katlıyoruz. Aynı işlemi diğer taraflar için de yapıyoruz.

 

 

 

 

 

origami projeleri

 

 

 

Yeni şeklimiz bu olmalı.

 

 

 

 

origami projeleri

 

 

Çalışmamızın en dikkat gerektiren yerine geldik. Katladığımız yerlerin içinde kalan kısımları çıkararak üçgen şekli elde edeceğiz. Aynı işlemi diğer taraflar için de yapıyoruz.

 

 

 

 

origami projeleri

 

 

Çıkardıktan sonra bastırarak düzleştirelim.

 

 

 

 

 

origami çalışmaları

 

 

 

 

 

 

 

 

origami çalışmaları

 

 

 

Üfleyince şişmesi için balonun üst ve alt köşelerini katlayıp tekrar eski haline getiriyoruz. Bunu yaptıktan sonra dört tarafı da açıyoruz.

 

 

 

 

origami çalışmaları

 

 

 

Balonun altında küçük bir delik göreceksiniz. Bu delikten üfleyerek balonunuzu şişirin.

 

 

tarafından

Kağıttan Kurbağa Yapımı

Kağıttan Kurbağa Yapımı

 

kağıttan kurbağa

Bu yazıda kağıttan kurbağa yapmayı öğreneceğiz. Fazla zorluğu olmayan bu çalışmamızı yapmak için sadece biraz dikkat ve sabır gerekiyor. Tekniği öğrendikten sonra kolaylıkla yapabileceğiniz bir çalışmadır. Yapıma başlıyoruz.

 

 

 

kağıt katlama örnekleri

 

 

A4 kağıdımızı ortadan ikiye katlıyoruz. Daha sonra resimdeki gibi kat yerlerini oluşturuyoruz. Beyaz kağıt kullanabileceğiniz gibi yeşil renk de kullanabilirsiniz.

 

 

 

 

 

kağıt katlama örnekleri

 

 

 

Bir kat yeri daha oluşturduk.

 

 

 

 

 

kağıt katlama örnekleri

 

 

 

Biraz elbecerisi göstermemiz gereken yere geldik. Kağıdımızı gösterildiği gibi katlayalım.

 

 

 

 

origami çalışmaları

 

 

 

Yanlara doğru açarak düzleştiriyoruz böylelikle üçgen elde ettik.

 

 

 

 

 

origami çalışmaları

 

 

 

 

 

 

 

 

 

origami çalışmaları

 

 

 

Kurbağamızın ayaklarını yapıyoruz.

 

 

 

 

 

origami çalışmaları

 

 

Yan tarafı içe doğru katlıyoruz aynı şeyi diğer taraf için de yapalım.

 

 

 

 

 

 

origami çalışmaları

 

 

 

Katlamaları doğru biçimde gerçekleştirdiysek bu aşamaya kadar geldik.

 

 

 

 

 

kendin yap

 

 

 

Dikkat gerektiren bir aşamaya daha geldik. Kağıdımıza gösterildiği gibi şekil veriyoruz. Açıya dikkat edelim.

 

 

 

 

kendin yap

 

 

 

 

 

 

 

 

 

kendin yap

 

 

 

Kağıda açı verdiğimiz yerden katlıyoruz.

 

 

 

 

 

origami kurbağa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

origami kurbağa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

origami kurbağa

 

 

 

Kağıdımızı yanlara doğru açıp buradaki gibi katlıyoruz.

 

 

 

 

 

origami kurbağa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

origami kurbağa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

origami kurbağa

 

 

 

Çalışmamızın çoğu kısmını tamamladık.

 

 

 

 

 

origami kurbağa

 

 

 

Ayakları yapıyoruz.

 

 

 

 

 

origami kurbağa

 

 

 

Kurbağamızı ortadan katlıyoruz. Bu kısımda zorluk yaşayabilirsiniz fakat kağıt ne kadar ince olursa katlaması o kadar kolay olur.

 

 

 

 

kağıt şekilleri

 

 

 

 

 

 

 

 

 

kağıt şekilleri

 

 

 

 

 

 

 

 

 

kağıt şekilleri

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ilginç tasarımlar

 

 

 

 

 

 

 

 

 

tarafından

Kağıttan Gemi Yapımı

Kağıttan Gemi Yapımı

 

kağıttan gemi

Bu projemizde kağıttan gemi yapmayı öğreneceğiz. Yapması basit olan bu projemiz için ihtiyacımız olan bir A4 kağıdı. Küçük ebatlarda kağıt kullanırsanız katlamakta zorlanabilirsiniz. A4 kağıt büyüklüğü bizim için yeterlidir. Yapım aşamalarına geçmek için devam edelim.

 

kağıttan gemi

 

 

 

Kağıdımızın fazlalık kısmını keserek kare haline getiriyoruz. Bunu yaptıktan sonra resimdeki gibi kat yerlerini oluşturalım. Kat yerlerinin keskin olmasına dikkat edelim.

 

 

 

 

kağıttan gemi

 

 

 

Kare şeklindeki kağıdımızı görüldüğü gibi katlayarak dikdörtgen elde ediyoruz.

 

 

 

 

 

kağıttan gemi

 

 

 

Katladığımız kısımları birleştirdik. Sonraki aşamalarda zorlanmamak için katlarımızın keski olmasına dikkat ediyoruz.

 

 

 

 

origami gemi

 

 

 

Köşelerden kıvırarak katlıyoruz.

 

 

 

 

 

origami gemi

 

 

 

Köşelerden tekrar katlıyoruz. Kat yerleri çoğaldıkça katlamalarımız zorlaşabilir fakat dikkatli yaparsak önemli bu bir sorun değil.

 

 

 

 

origami gemi

 

 

 

Bu aşamayı tamamladığımızda baklava dilimi şekli elde ediyoruz.

 

 

 

 

 

origami gemi

 

 

 

Şimdi de yanlardan uçlar ortada birleşecek şekilde katlıyoruz.

 

 

 

 

 

origami gemi

 

 

Katlamalarımızı tamamladık. Bu kısım biraz beceri ve pratik istiyor. Gemiyi açarak iç kısmı alttan yukarıya doğru itiyoruz.

 

 

 

 

 

origami gemi

 

 

 

Gemiyi tamamlamak için bu kısmı doğru bir şekilde yapmamız şart. Eğer yapamazsanız tekrar deneyin. Biraz deneyim kazandıktan sonra yapması daha kolay olacaktır.

 

 

 

 

kağıttan gemi

 

 

 

 

 

 

 

 

tarafından

Kibrit Çöplerinden Maket Ev Yapımı

Kibrit Çöplerinden Maket Ev Yapımı

 

kibrit çöplerinden ev

Kibrit çöplerinden maket ev yapacağımız bu çalışmada videoyu izleyerek maket evin yapılışını öğrenebilirsiniz. İhtiyacımız olan malzemeler:

– Kibrit çöpü
– Karton
– Kalem
– Makas
– Yapıştırıcı

Yapım aşamaları ve video için devam edelim.

Yapılışı:

– Karton üzerine evin planını çiziyoruz.
– Kesip katlama işlemlerini yaparak evimizin şeklini oluşturuyoruz.
– Kibrit çöplerini karton evin üzerine yapıştırarak evi tamamlıyoruz.

tarafından

Maket Uçak Yapımı

Maket Uçak Yapımı

 

maket uçak

Bu projede tahta ve tellerden maket uçak yapımını öğreneceğiz. İhtiyacımız olan malzemeler:

– Tahta
– Tel
– Lastik
– Pense
– Yapıştırıcı
– Kağıt

basit proje örnekleri

Öncelikle iskelet için teller ve tahta çubuklar hazırlayacağız. Hazırlayacağımız tahta çubukların adetleri ve ölçüleri:

2 x 2,5 cm
2 x 4 cm
1x 6 cm
3 x 9 cm
1 x 11 cm
2x 12 cm

Teller:

1 x 6 cm
2 x 5 cm
1 x 3 cm

basit proje örnekleri

 

 

Kestiğimiz 3 tane 9 cm’lik çubukları resimdeki gibi üçgen yaparak yapıştırıyoruz.

 

 

 

 

 

 

basit proje örnekleri

 

 

Tellerimizi resimde gösterildiği gibi büküyoruz.

 

 

 

 

 

 

maket örnekleri

 

 

 

Tellerimizi iskelet üstüne monte ediyoruz.

 

 

 

 

 

maket örnekleri

 

 

 

Büktüğümüz 3 cmlik teli daha önce oluşturduğumuz üçgenin üzerine yapıştırarak kuyruk kısmını yapıyoruz.

 

 

 

 

maket örnekleri

 

 

 

12 cmlik parçalarımızı alıyoruz. Telleri bu parçaların üzerine yapıştırıyoruz. Kanatları da oluşturduk.

 

 

 

 

ev yapımı projeler

 

 

Ana iskelet, kanatlar ve kuyruk kısmını tamamladık. Bunları birleştirip elimizdeki 4 cmlik çubukları da ön tarafa monte ediyoruz.

 

 

 

 

 

ev yapımı projeler

 

 

Son olarak kanatların uzunluğuna göre kağıt kesip bunları da uçağa ekliyoruz.

 

 

 

 

 

 

maket uçak

 

 

 

 

 

 

 

 

 

tarafından

Polikarbonat Su Damacanasından Kuş Yemliği Yapımı

Polikarbonat Su Damacanasından Kuş Yemliği Yapımı

 

damacana yemlik

Evinizdeki bayat ekmekleri çöpe atacağınıza, o ekmeklerle sokağınızda yaşayan kuşları besleyebileceğinizi biliyor muydunuz? Düşünsenize pencerenin kenarına günün her saati gelen kuşlar ve onların cıvıl cıvıl ötüşmeleri… Ne güzel olur o pencerenin kenarına oturup o cıvıltıları dinlemesi…

Eğer sizde bizim gibi düşünüyorsanız ve pencerelerinizde hırsızlık olaylarına karşı önlem almak amaçlı yapılan korkuluklar varsa, şimdi kolları sıvama zamanı! Hemen ihtiyacımız olan malzemelere geçelim:

Polikarbonat Su Damacanasından Kuş Yemliği Yapımında Kullanılacak Malzemeler:
1)19 litrelik polikarbonat su şişesi
2)Maket Bıçağı

Evet gördüğünüz gibi listemiz oldukça az sayıda malzemeden meydana geliyor. Üstelik ikisi de hemen hemen her evde bulunan gereçler.

Yemliğimizin yapımına geçmeden evvel malzeme tedariki konusunda birkaç hususa değinelim. Polikarbonat şişeler belli bir zaman sonra aşınmadan dolayı çatlayacağı için su satan firmalar bu ürünlerin bir kısmını hurdaya çıkarırlar. Tek kuruş para vermeden ( ya da cüzi bir miktar ödeme yaparak ) tek tarafı çatlak bir polikarbonat şişe edinebilir veya evimizde bir kaza sonucu yara almış bir şişe varsa onu kullanabiliriz. Maket bıçağını da tahmin ettiğiniz üzere herhangi bir kırtasiyeden edinebiliriz.

Malzeme temini gerçekleştirdikten sonra, evvela polikarbonat su şişemizi sert bir zemine yatırıyoruz. Maket bıçağı ile çalışacağımız için mutlaka kaymaz bir zemin olması gerekiyor.

Ardından maket bıçağı ile varsa çatlak kısmı atılacak şekilde polikarbonat şişenin toplam boyutunun üçte biri kadar kısmını enine kesip çıkartıyoruz.

basit proje örnekleri

Son olarak her iki tabanına korkuluklarımızın borusu geçecek şekilde karşılıklı iki delik açıyoruz.

Belki bugüne kadar yapımını anlattığımız en basit gereç olacak ama yemliğimizin hazır olduğunu söyleyebiliriz :)

Uygun bir şekilde penceremizin dış kısmına monte ettiğimiz yemliğimize artık bayat ekmeklerimizi koyabiliriz.
Küçük bir tavsiyede bulunm

ak gerekirse, bayat ekmeklerinizi hafif nemlendirerek yemliğinize koymanızı öneririz. Bu şekilde hem kuşların su ihtiyacı da giderecek hem de koyduğunuz ekmeği daha kolay yemelerini sağlayacaksınız.
Şimdi ise sırada kuşların o ruh dinlendirici ötüşlerini dinlemek var. Keyfini çıkarmaktan kendinizi alıkoymayın.

tarafından

Play-Doh Kapaklarından Duvar Saati Yapımı

Play-Doh Kapaklarından Duvar Saati Yapımı

 

playdoh1

Boş play-doh oyun hamuru kutularının kapakları kullanılarak yapılan rengarenk bir duvar saati. İhtiyacımız olan malzemeler: play-doh kapakları, mukavva karton, kalem,pergel, iletki, tutkal, cetvel.

Yapılışı:
– Mukavva karton daire şeklinde kesiliyor.
– Kesilen parçanın üzerine kapaklar yerleştiriliyor.
– Parçaların üzerine numaralar yazılıyor.
– Yelkovan ve akrep ekleniyor.
Resimleri görmek için devam edelim.

 

 

 

 

 

 

tarafından

Photoshopta Yazıya Kalp Ritim Efekti Verme

Photoshopta Yazıya Kalp Ritim Efekti Verme

 

kalp ritmi efektli yazı

Photoshop’ta yazılarınıza kalp atış ritmi efekti vererek değişik bir görünüm kazandırabilirsiniz. Yapıma başlıyalım. Önce 700 x 700 pixel boyutlarında yeni bir döküman oluşturuyoruz ve arkaplanını siyah (#000000) olarak ayarlıyoruz. Diğer aşamalara geçmek için devam edelim.

 

 

 

kalp ritmi efektli yazı

 

 

Layer > Layer Style > Gradient Overlay kısmına girelim ve ayarlamaları resimdeki gibi yapalım.

 

 

 

 

 

 

kalp ritmi efektli yazı

 

 

 

Yeni bir katman oluşturuyoruz. Ctrl+Shift+E yaparak iki katmanı birleştiriyoruz. Ardından Filter > Brush Strokes > Sprayed Strokes girerek ayarlamaları gösterildiği gibi yapıyoruz.

 

 

 

 

kalp ritmi efektli yazı

 

 

 

Horizantal Type Tool’u açalım ve buraya bir yazı yazalım. Örnekteki gibi BEAT yazabilirsiniz ya da kendi belirleyeceğiniz herhangi birşeyi yazabilirsiniz. Yazı rengi beyaz olmalı. Yazı tipi Swis721 BdOul BT Bold, boyutu 120px ve smooth olarak ayarlıyoruz. Line tool yardımıyla resideki gibi çizgiler çiziyoruz (weighth: 3px)

 

 

 

 

 

 

kalp ritmi efektli yazı

 

 

 

 

Çizgi katmanlarının hepsini bir katmanda birleştiriyoruz ve gösterilen yerleri eraser tool ile siliyoruz.

 

 

 

 

 

 

kalp ritmi efektli yazı

 

 

 

 

Edit > Transform > Rotate 90 CCW yaparak resmimizi döndürüyoruz.

 

 

 

 

 

 

kalp ritmi efektli yazı

 

 

 

 

Filter > Stylize > Wind girerek ayarları yapıp OK diyoruz. Ctrl + F yaparak aynı filtreyi tekrar uyguluyoruz.

 

 

 

 

 

 

kalp ritmi efektli yazı

 

 

 

 

Filter > Stylize > Wind tekrar giriyoruz bu defa direction değerini from the right yapıp OK diyoruz ve Ctrl + F ile aynı filtreyi bir kat daha uyguluyoruz. Bu işlemleri bitirdikten sonra Edit > Transform > Rotate 90 CW girerek resmimizi eski haline döndürebiliriz.

 

 

 

 

 

kalp ritimli yazı efekti

 

 

 

 

Filtreleri uyguladık ve resmi eski haline döndürdük. Şimdi Layer > Layer Style kısmına girelim Outer Glow ve Color Overlay ayarlamalarını buradaki gibi yapalım.

 

 

 

 

kalp ritimli yazı efekti

 

 

 

 

Bunları da yaptıktan sonra OK diyoruz ve çalışmamızı tamamlıyoruz.

 

 

 

 

kalp ritmi efektli yazı

Diğer Yazılar

tarafından

Photoshopta Sis Efekti Yapımı

Photoshopta Sis Efekti Yapımı

 

photoshopta sis efekti

Bu yazıda Photoshop’ta resimlere sis efekti vermeyi öğreneceğiz. Çalışamızda resmimize sis efekti verdik ve bir de figür ekledik. Siz de buradakini kullanabileceğiniz gibi dilediğiniz başka bir figür kullanabilirsiniz.

Figür

Diğer aşamalara geçmek için devam edelim.

photoshopta sis efekti

 

 

 

Sis efekti vereceğimiz fotoğrafı açıyoruz.

 

 

 

 

photoshopta sis efekti

 

Efektimizi birkaç katman kullanarak oluşturacağız. Önce yeni bir katman oluşturalım ve bunu beyaz renk ile dolduralım ve opacity değerini %95 yapalım. Ardından bu katman için mask oluşturmamız gerekiyor. Select > Load Selection ile katmanımızı seçelim ve Layer > Layer Mask > Reveal All ile katmanımız için maske oluşturalım. Bunları yaptıktan sonra Ctrl + D ile seçimimizi iptal ediyoruz. Gradient Tool’u açalım ve katmanı linear black and white gradient ile dolduralım. Bu görüntüyü elde ettik.

 

 

 

photoshopta sis efekti

 

 

Eraser tool’u seçiyoruz (Soft Brush, Size: 100px, Opacity: 20%) ve gösterilen kısımları boyuyoruz.

 

 

 

 

 

photoshopta sis efekti

 

 

Şimdi sıra efektimize gerçekçi hava vermeye geldi. D’ye basarak foreground ve background renklerini siyah ve beyaz olarak ayarlıyoruz. Yeni bir katman oluşturup Filter > Render > Clouds diyoruz. Filtreyi uyguladıktan sonra layer mode: screen ve opacity değerini %40 yapıyoruz.

 

 

 

photoshopta sis efekti

 

 

 

Figürümüzü resme ekliyoruz. Edit > Free Transform ile resmin büyüklüğünü resmin içine sığacak şekilde ayarlayalım.

 

 

 

 

photoshopta sis efekti

 

 

Layer > Duplicate Layer ile figürümüzün olduğu katmanı çoğaltıyoruz. Alt katmandaki figürün sol tarafındaki göze tıklayarak yok ediyoruz. Tekrar üstteki çoğalttığımız katmana geliyoruz. Bu katmanın blending mode’unu screen yapıyoruz. Select > Load Selection ile katmanı seçiyoruz. Layer > Layer Mask > Reveal All yaparak katman için maske oluşturuyoruz. Ctrl + D ile seçimi iptal ediyoruz. Brush tool’u seçiyoruz (opacity: %45) ve arkaplanı siyah ile boyuyoruz.

 

 

photoshopta sis efekti

 

 

Biraz önce yok ettiğimiz katmanın sol tarafındaki göze tıklayarak görünmezliğini kaldırıyoruz. Ardından bu katmanı Select > Load Selection ile seçiyoruz. Layer > Layer Mask > Reveal All yaparak bu katman için maske oluşturuyoruz. Ctrl + D ile seçimi iptal ediyoruz. Brush tool’u seçiyoruz (opacity: %61)ve arkaplanı tekrar siyah ile boyuyoruz. Son olarak katmanın opacity değerini %34 yapıyoruz.

tarafından

Photoshopta Göz Rengi Değiştirme

Photoshopta Göz Rengi Değiştirme

 

photoshopta göz rengi

Bu derste photoshopta göz renginin nasıl değiştirildiğini anlatacağız. Böylelikle göz rengini istediğiniz herhangi bir renkle değiştirebileceksiniz. Öncelikle bu uygulamanın Photoshop CS5′te yapıldığını belirtelim, büyük ihtimalle önceki sürümlerde de yapılabilir. Evet, hazırsak başlıyoruz. Devam edelim >>

photoshopta göz rengi

 

 

Göz resmini açıyoruz, resim kaliteli ve büyük olursa bizim için daha iyi olur. Rahat çalışırsınız. Daha iyi sonuç almak için mavi veya yeşil renklerde çalışın, iris renginde detaylar fazla olmalı.

 

 

 

photoshopta göz rengi

 

Pen tool yardımıyla gözün renkli kısmını seçiyoruz. Seçimi bitirdikten sonra sağ tıklayıp “choose selection” seçeneğini işaretleyip OK diyoruz. Yaptığımız seçim kayan noktalar ile gösterilecektir. Sonra Ctrl + J veya duplicate layer yapıyoruz. Ardından Ctrl + D ile deselect yapıyoruz. Bu işlem sonrasında kayan noktalar kaybolacaktır.

 

 

 

photoshopta göz rengi

 

Menülerden layer > New Adjustment Layer > Hue/Saturation giriyoruz. Renk seçimi kısmında çubuğu kaydırarak değiştirmek istediğimiz rengi belirliyoruz. Diğer kısımların da rengi değişecek fakat bunu birazdan düzelteceğiz. Görüntü istediğimiz gibi “renkli” değil biraz daha renklendirmek için saturation değerini arttırıyoruz.

 

 

 

photoshopta göz rengi

 

İstediğimiz rengi elde ettik artık bunu kaydedebiliriz. Sadece seçimimize yaptığımız renk değişikliğini kaydedeceğiz. Bunun için Ctrl+E yapıyoruz. Bu, katmanları birleştirecek ve renk değişikliği sadece göze uygulanacaktır.

 

 

 

 

photoshopta göz rengi

 

 

Ve sonuç. İstenmeyen noktalar varsa clone tool yardımıyla bunları giderebilirsiniz.

tarafından

Photoshopta Pen Tool Kullanımı

Photoshopta Pen Tool Kullanımı

 

photoshopta pen tool

Pen tool (kalem aracı) özellikle photoshop kullanmaya yeni başlayanların sıkıntı çektikleri araçlardan biridir. Bu derste yapacaklarımız ile pen tool aracını kullanmayı öğrenebilirsiniz. Buradaki pengueni pen tool kullanarak çizeceğiz. Pengueni buradan indirebilirsiniz. Çalışmaya başlamadan önce resmi istediğiniz büyüklüğe ayarlayın, resmi yeni bir katmana kopyalayın,opacity değerini %50 yapın çünkü çizimimizi bu resim üzerinde yapacağımız için kalem aracının yolunu daha rahat görebiliriz. Altta kalan resmi silin. Bunları yaptıktan sonra diğer adımlara geçebiliriz.

photoshopta pen tool

 

 

 

 

Öncelikle resmin üzerinde yeni bir katman oluşturuyoruz. Pen tool’u seçiyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

photoshopta pen tool

 

Paths kısmının seçili olduğundan emin olalım.

 

photoshopta pen tool

 

 

Çizime tepeden başlıyoruz. Penguenin üstüne tıklayın. Küçük bir kare belirecektir.

 

 

 

 

 

photoshopta pen tool

 

 

 

 

Resimde gösterilen yere tıklayın. Bunu yaptığınızda bir çizgi oluşacaktır.

 

 

 

 

 

 

photoshopta pen tool

 

 

 

 

Şeklin eğimine göre çizgimizi bükeceğiz. Eğer sonuç istediğiniz gibi olmazsa Delete tuşu ile son yaptığınız noktayı silebiliyorsunuz. Böylelikle bir önceki yaptığınız noktaya dönmüş olursunuz. Buradan yeni noktanızı belirleyip çizginizi ona göre tekrar bükebilirsiniz.

 

 

 

 

 

photoshopta pen tool

 

 

 

Eğimi vermek için Alt tuşuna basılı durumdayken yön çizgisinin üzerine geliyoruz. Mause’u sürükleyerek çizgiye istediğimiz eğimi veriyoruz. İşimizi bitirdikten sonra çizime devam edebilmemiz için yön çizgisini kısaltmamız gerekiyor. Bunun için yön çizgisinin alt ucuna geliyoruz. Alt tuşuna basılı tutarak tıklayıp yukarıya doğru sürüklüyoruz. Çizginin kısaldığını göreceksiniz.

 

 

 

 

 

 

photoshopta pen tool

 

 

 

 

Buradaki kavisleri verirken yukarıda anlatılanları yapıyoruz. Bilmemiz gereken birşey var uzun kavisler için noktalar arasındaki aralıkları uzun bırakıyoruz, kısa kavisler için kısa aralıklar bırakıyoruz.

 

 

 

 

 

photoshopta pen tool

 

 

 

 

 

 

Penguenin hatlarını çizip başladığımız noktaya döndüğümüzde böyle bir sonuç elde ediyoruz. Şimdi foreground rengini siyah yapalım. Çizimin üstüne sağ tıklayıp fill path diyoruz. Çizimin içini siyah renkle dolduruyoruz.

 

 

 

photoshopta pen tool

 

 

 

 

 

Artık Delete tuşuna basarak çizgilerden kurtulmanın zamanı geldi.

 

 

 

 

 

photoshopta pen tool

 

 

 

 

Yeni bir katman oluşturalım, bu katmanda penguenin iç kısmını çiziyoruz. Çizdikten sonra yukarıda anlatılan şekilde içini bu defa beyaz ile dolduruyoruz.

 

 

 

 

 

 

photoshopta pen tool

 

 

 

 

 

Yeni bir katman daha oluşturalım. Bu katmanda elipse tool yardımıyla gözleri çizelim.

 

 

 

 

 

photoshopta pen tool

 

 

 

 

Pen tool yardımıyla burunu da çizerek penguenimizi bitiriyoruz.

 

 

 

photoshopta pen tool

Diğer Yazılar

tarafından

webcam ile ev alarmı oluşturma

Bilgisayarınızın webcamini kullanarak ek donanıma ihtiyaç duymadan eviniz için basit kullanışlı bir alarm sistemi oluşturabilirsiniz. Burada WebCam Looker programını kullanacağız. Kurduktan sonra program webcamde herhangi bir hareketlilik olduğunda çektiği fotoğrafı e-posta adresinize gönderiyor. Uygulamamız gereken adımlar şöyle:

 

 

webcam alarm

 

 

WebCam Looker programını yüklüyoruz. Buradan son versiyonunu indirebilirsiniz. Web kameramızın driverlarının yüklenip yüklenmediğini kontrol ediyoruz. Web kameramızı taktıktan sonra programı açtığımızda web kamerasının izlediği ortamı görüyoruz.

 

 

 

 

 

webcam alarm

 

 

 

Settings kısmına girelim. Buradan çekilen resimlerin hangi klasöre kaydedileceğini seçtikten sonra resimlerin e-posta olarak gönderilmesi için Use Motion Detector seçeneğini işaretliyoruz.

 

 

 

 

 

webcam alarm

 

 

 

Detector Settings’e tıklıyoruz. Buradan Destinations’u seçiyoruz. e-mail, web, ftp ve local network seçenekleri mevcut. Add New Destination diyoruz.

 

 

 

 

 

webcam alarm

 

 

Listeden Send e-mail seçeneğini seçiyoruz. Buradaki ayarları e-posta sunucusunun SMTP ayarlarına göre yapıyoruz. Ayarları kaydettikten sonra işlemimizi tamamlıyoruz. Evimiz için kurduğumuz güvenlik sistemi hazır. Artık evden çıkarken yapmanız gereken tek şey bilgisayarınızı açık bırakmak ve dışarda e-postanızı kontrol etmek.

tarafından

Pro Tools Kullanımı

Pro Tools Kullanımı

 

pro tools

Bilgisayar ortamında kayıt yapabileceğiniz programlardan biri olan Pro Tools yazılımı ilk etapta karmaşık arayüzüyle kafanızı karıştırabilir. Ancak bazı temel özelliklerini öğrendikten sonra kullanımına rahatlıkla alışabilir ve kayıtlarınızı yapabilirsiniz. Bu yazıda Pro tools’ta vokal kaydı, gitar kaydı ve midi klavyeden kayıt alma gibi temel özellikleri öğrenebilirsiniz. Burada anlatılanlar basit düzeyde bilgiler olmasına rağmen pro tools programını kullanmaya yeni başlayan biriyseniz oldukça işinize yarayacak ve sizi zaman kaybından kurtaracaktır.

Pro Tools’ta Vokal Kaydı Almak

pro tools

1) Açılışta karşımıza çıkan seçeneklerden create blank session diyoruz.  Menülerden track – new tıklıyoruz, ardından audio track seçeneğini işaretliyoruz.
2) Mix penceresini açıyoruz. Input seçeneği In 1 (Mono) olmalıdır.
3) Sol tarafta audio track’in record düğmesine basıyoruz. Bastığınızda record ışığı yanıp sönecektir.
4) Vokal kanalı kayda hazır. Tek yapmanız gereken yukarıdaki record butonuna basmak.

Pro Tools’ta Gitar Kaydı Almak

1) Yukarıdaki aşamalardan 1.sini yapıyoruz.
2) Mix penceresini açıyoruz. Input seçeneği In 2 (Mono) olmalıdır.
3) Diğer aşamaları yine yukarıdaki gibi yapıyoruz.

Mikrofonun sesini kontrol edin. Ses gelmiyorsa mikrofonun, ses kartının bağlantılarını, sesin açık olup olmadığını, condenser mikrofon kullanıyorsanız (+48V) phantom power’ın açık olduğunu kontrol edin.

Fark ettiğiniz gibi gitar ve vokal kaydı alma aşamaları birbirine çok benziyor. Birkaç deneme sonrasında kolaylıkla yapabileceğiniz şeylerdir. Gitar ve vokali aynı anda kayıt almak istiyorsanız -yani çalıp söyleyecekseniz- ikisi için ayrı audio kanalları açıp bu kanalların record butonlarını aktif hale getirmeniz gerekiyor.

Burada akustik kayıtlarla ilgili küçük bir şeyi belirtelim. Akustik kayıtların kalitesini arttırmak ve yankı vb. istenmeyen sesleri engellemek için akustik düzenleme gereklidir. Bununla ilgili olarak bass trap yapımı yazımıza bakabilirsiniz.

Pro Tools’ta Midi Klavye Kullanımı

Pro tools’ta Midi klavye kullanarak kayıt almak da çok basittir.  Yapmanız gerekenler;

structure essential

1) Track – New – instrument track seçeneğini işaretleyip create diyoruz.
2) Mix penceresini açıyoruz. Inserts A-C tıklayıp plugin – instrument – Structure essential (mono) tıklıyoruz. Karşımıza structure essential plugini çıkacak. Buradan istediğimiz bir enstrümanı seçiyoruz ve klavyeden sesin çıkıp çıkmadığını kontrol ediyoruz. Ses alamıyorsanız klavyenin usb bağlantısını ve driverlarının doğru yüklenip yüklenmediğini kontrol edin.
3) Enstrümanımızı seçtik sıra kayıt aşamasına geldi. Sol taraftan instrument track’in record tuşunu basıyoruz. Klavyemiz kayıt için hazır, üstteki record tuşuna basarak kaydı başlatabilirsiniz.

tarafından

Kibrit Çöplerinden F1 Arabası

Kibrit Çöplerinden F1 Arabası

 

kibrit çöplerinden araba

Resimdeki araba oldukça fazla zaman ve emek harcanarak ortaya çıkan çalışmaların örneklerinden biri. Michael Arndt isimli formula tutkununun kibrit çöplerini kullanarak yaptığı bu araba 6 yıllık sabrın ve emeğin bir sonucu. Arabanın yapımında 956,000 kibrit çöpü ve 1686 kutu yapıştırıcı kullanılmış.

 

 

 

tarafından

IOS 6 Güncelleme Nasıl Yapılır

IOS 6 Güncelleme Nasıl Yapılır

 

ios6

Apple’ın bir süredir beklenen işletim sistemi iOS’un son versiyonu iOS 6 çıktı. Bu yeni işletim sistemiyle bir çok yenilik ve sürpriz apple kullanıcılarını bekliyor. Apple iOS 6′yı ilk defa WWDC 2012 konferansında tanıtmış ardından ardından Iphone 5 etkinliğinde bahsetmişti ve son olarak resmi duyurusunu yaptı. iOS 6 ile birlikte gelen yenilikleri keşfetmek ve kullanmak için siz de hemen cihazınızın işletim sistemini güncelleyin.

iOS 6 Güncelleme Nasıl Yapılacak?

 

Güncelleme işlemi oldukça basit.

iOS 6 uyumlu cihazlar
iPhone 3GS
iPhone 4
iPhone 4S
iPad 2
iPad 3
iPod Touch (4.nesil)

cihazlarına sahip olanlar ve iOS 5 işletim sistemini kullananlar Ayarlar – Genel – Yazılım güncelleme kısmından güncellemeyi kolaylıkla yapabilirler.

iOS 5′ten önceki versiyonları kullananlar yeni versiyonu iTunes üzerinden indirebilirler.

tarafından

Iguazú Şelalesi

 

Iguazú Şelalesi

Iguazú Şelalesi (Portekizce: Cataratas do Iguaçu [kata’ɾatɐs du igwa’su]; İspanyolca: Cataratas del Iguazú [kata’ɾatas del iɣwa’su]), 1.320 km uzunluğunda Güney Amerika‘da bir nehir. İsmi Yguazu kelimesinden (Guarani dilinde Büyük su) gelir.

İki farklı nehrin (Irai ve Atuba) Curitiba şehri yakınlarında birleşmesinden oluşur. Parana nehrine dökülmeden önceki son kilometrelerinde Arjantin (Misiones eyaleti) 80% ile Brezilya (Parana eyaleti) 20% arasında sınır oluşturur.

Parana Nehri‘ne döküldüğü yerin yakınlarında, Brezilya tarafında Foz do Iguaçu, Arjantin tarafında ise Puerto Iguazú şehirleri bulunur. İki şehir de nehri geçen bir köprü ile birbirlerine bağlıdır.

Iguazú Şelalesinin’nun en ünlü özelliği, nehrin döküldüğü yerin birkaç kilometre öncesindeki şelaleleridir. Şelaleler de aynı şekilde tam sınırda bulunur. Büyük kısmı, görkemli “Şeytan Gırtlağı“‘na geçiş imkânının da bulunduğu Arjantin kısmındadır. Ama insan, şelalelerin etkisini Brezilya tarafından daha iyi hisseder. Toplam genişliği 2700 m olan Igaçu Şelaleleri’nde, ortalama 1.700 m³/s, uzun yağışlardan sonra ise 7.000 m³/s su, iki basamak halinde 75 metreden dökülür.

Bu doğa güzelliğini, Álvar Núñez Cabeza de Vaca 1542 yılında keşfetmiştir. Eleanor Roosevelt bu nefes kesici doğa mucizesine baktığında, ağzından şu iki kelime dökülmüş: “Poor Niagara” (zavallı Niagara)

Her iki tarafı da kapsayan milli park 1984 yılında UNESCO tarafından “Dünya mirası” listesine alınmıştır. Turizm sebebi ile lokal anlamda çok önemli bir ekonomik rol oynar.

Iguazú Şelalesi Dünyanın 7 Doğa Harikası geçici(kesin olmayan) listesine girdi. Merkezi Cenevre’de bulunan İsviçreli vakıf New7Wonders tarafından düzenlenen dünya çapındaki anket sonucunda ilk 7′de yer aldı.[1]

Iguazu Décembre 2007 - Panorama 7.jpg

tarafından

Niagara Şelalesi

Niagara Şelalesi

 

Niagara Şelalesi
3Falls Niagara.jpg
American, Bridal Veil ve Horseshoe şelalerinden bir görüntü
Yer Niagara Şelalesi
Ontario, Kanada &
New York, A.B.D
Koordinatlar 43.080°N 79.071°WKoordinatlar: 43.080°N 79.071°W (Harita)
Tipi Çağlayan
Toplam yükseklik 167 ft (51 m)

Niagara Şelaleleri Kuzey Amerika‘nın doğusunda, ABD ile Kanada sınırı arasında, Niagara Nehri‘nin üzerinde bulunur. 3 büyük şelaleden oluşur. Horseshoe (Atnalı Şelalesi) bunların en büyükleridir. American Falls ve Bridal Veils Fall diğer iki küçük şelalelerdir.

Niagara Şelalesi’nden yarım dakikada 168.000 m³ su akar.[1] Kuzey Amerika’nin en büyük şelalesi olan Niagara, 10.000 yıl önce Kuzey Kutbu’ndan gelen buz kütlelerinin yol açtığı çöküntülerdir. Şelalenin çevresi Niagara Şelaleleri Parkıdır ve kardeş şehirler olan Niagara FallsOntario ve Niagara FallsNew York tarafından doğal koruma altındadır. Niagara isminin yerli dilindeki “Onguiaahra” (düz) kelimesinden geldiği sanılmaktadır.

Nehir çevresindeki Nikola Tesla tarafından yapılan birkaç hidroelektrik santrali hem ABD hem Kanada için elektrik üretmektedir. Şelale çevresinde yapilabilecek aktiviteler, Niagara Parkından büyük şelaleyi ve havaya uçan suların oluşturduğu gökkuşağını izlemek, şelalenin altına kadar ilerleyen bot gezilerine katılmak, ortası sınır kabul edilen Rainbow köprüsünden diğer ülkeye geçmek veya gümrüksüz mağazalardan alışveriş yapmaktır. Niagara Şelalesi 1932 yılında tamamen donarak buz olmuştur.

Niagara şelalesi dünyada tek ters akan şelaledir [kaynak belirtilmeli]. Şelalenin suyu taşlara çarparak geri gelir.

Bu da dünyada eşi benzeri görülmemiş bir durumdur. Şelalenin Kanada tarafı Amerika tarafına nazaran daha gelişmiştir. Şelale bot turlarıyla ünlüdür.

Güzel sanatlar

  • Louis Rémy Mignot – NiagaraBrooklyn Müzesi

  • Arthur Parton – Niagara ŞelaleleriBrooklyn Müzesi

  • Thomas Cole – Niagara Şelalelerinin uzaktan görünümü, 1830Şikago Sanat Enstitüsü

  • Alvan Fisher – Niagara Şelalesine genel bir bakış , 1820 – Smithsonian Enstitüsü

tarafından

Victoria Şelalesi

Victoria Şelalesi

 

Victoria Şelaleleri

Victoria Şelaleleri veya Mosi-oa-Tunya dünyanın en görkemli şelalelerindendir. Zambezi Nehrinin üzerinde, Zambiya ve Zimbabve sınırları arasında, bulunur. Şelaleler yaklaşık olarak 1,7 km genişliğinde ve 128 m yüksekliğindedirler.

İskoç kâşif David Livingstone şelaleleri 1855‘te ziyaret etmiş ve Kraliçe Victoria‘nın anısına Victoria Şelaleleri ismini vermiştir. Bununla birlikte şelale zaten yöresel olarak Mosi-oa-Tunya yani “gürleyen duman” diye anılmaktaydı. Şelaleler iki milli parkın parçasıdırlar, Zambiya‘daki Mosi-oa-Tunya Milli Parkı ve Zimbabve‘deki Victoria Şelaleleri Milli Parkı. Şelaleler Güney Afrika‘nın en önemli turist çeken noktalarından biridir. Aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası Alanıdır.Dünyanın yedi harikasından biridir.

Kuzey Amerika’daki Niagara Şelaleleri‘nden daha geniş olan Victoria Şelaleleri sadece Güney Amerika’nın Iguaçu Şelaleleri ile karşılaştırılabilir. Iguaçu 270′den fazla (görece) ‘küçük’ şelaleye bölünmüşken Victoria dünyadaki en büyük, 100 metreden yüksek ve 1,5 km’den geniş, tek su yatağından, dökülmektedir.

Victoria Şelalesi’nin üzerinde ise hiç kaybolmayan 1 gökkuşağı vardır.

Görsel

  • Şeytan Çavlanı, şelalenin en batı ucu

  • Kuru sezon sonuna doğru, Eylül 2003.

  • Batı yakasının sonundaki kanyon

tarafından

Zanzibar

Zanzibar

 

Zangibar
Zanzibar
Bulunduğu Ülke  Tanzanya
Zangibar
bayrak
Zangibar Ana Ada Haritası

Zangibar Ana Ada Haritası

Başkent Zanzibar City
Yönetim
 – Devlet Başkanı Amani Abeid Karume
Yüz ölçümü
 – Toplam 2.643 km2 (1.020,5 mi2)
Nüfus
 – Toplam 1,070,000

Zanzibar veya Zangibar, Afrika kıtasının doğusunda Tanzanya‘ya bağlı iki adadan oluşan özerk yönetilen bölge.

Ana ada Zangibar ve Pemba Adası adası olmak üzere iki adadan oluşan yönetsel bölgenin başkenti Stone Town‘dır. Ekonomi, baharat üretimi ve turizme dayalıdır. Zanzibar asıl adı Farrokh Bulsara olan Queen grubunun solisti Freddie Mercury‘nin doğum yeri olması ile de ünlüdür. Mercury , başkent Stone Town‘da doğmuştur.

Zangibar dünyanın önde gelen baharat üreticilerindendir.

Konu başlıkları

Tarih

Zangibar, Şiraz‘dan gelen İranlı göçmenler tarafından kurulmuştur. Adı “zencilerin sahili” anlamındaki Farsça “zangi bar”‘dan gelir. 1503 – 1698 yılları arasında Portekiz hakimiyetinde kalan ada, 1698 yılında ada Umman Sultanlığı denetimine geçmiştir.

1840 yılında, Umman Sultanı Seyid Said bin Sultan El-Busaid sultanlığının başkentini Umman‘daki Muskat‘dan, adadaki Stone Town şehrine taşımıştır. 1856 yılında ölümünden sonra oğulları iktidar kavgasında düşmüşler ve 6 Nisan 1861′de sultanlık , Zangibar ve Umman olarak ikiye bölünmüştür. 6. oğul seyid Mecit bin Said El-Busaid (1834-1870) Zangibar Sultanı, 3. oğul Seyid Tuvaini bin Said El-Said ise Umman Sultanı olmuştur.

Ada sultanlığı, 1890 – 1963 yılları arasında Birleşik Krallık tarafından atanan vezirler ve valiler tarafından yönetilerek yarı sömürgeleşmiştir. 19 Aralık 1963 tarihinde bağımsızlık verilen ada, sultan yönetiminde anayasal krallık haline gelmiştir. Kısa süren bu dönemden sonra 12 Ocak 1964′de yönetim devrilmiş, 26 Nisan 1964 tarihinde ise bugün özerk bölge olarak bir parçası olduğu Tanzanya‘ya bağlanmıştır.

Siyasal Yapı

Zangibar Özerk Bölgesi’nin 50 sandalyeli, her beş yılda yapılan seçimler ile yenilenen bir meclisi vardır. 30 Ekim 2005 tarihinde seçilen Başkan Amani Abeid Karume halen bu görevi sürdürmektedir.

Zangibar Sultanları

  1. Mecit bin Said (1856-1870)
  2. Barghaş bin Said (1870-1888)
  3. Halife bin Said (1888-1890)
  4. Ali bin Said (1890-1893)
  5. Hamad bin Tuvaini (1893-1896)
  6. Halid bin Barghaş (1896)
  7. Hamud bin Muhammed (1896-1902)
  8. Ali bin Hamud (1902-1911) (Devrik)
  9. Halife bin Harub (1911-1960)
  10. Abdullah bin Halife (1960-1963)
  11. Cemşit bin Abdullah (1963-1964)

Vezirler

  1. Sir Lloyd William Matthews (1890-1901)
  2. A.S. Rogers (1901-1906)
  3. Arthue Raikes (1906-1908)
  4. Francis Barton (1906-1913)

Valiler

  1. Francis Pearce (1913-1922)
  2. John Sinclair (1922-1923)
  3. Alfred Hollis (1923-1929)
  4. Richard Rankine (1929-1937)
  5. John Hall (1937-1940)
  6. Henry Pilling (1940-1946)
  7. Vincent Glenday 1946-1951)
  8. John Rankine (1952-1954)
  9. Henry Potter (1954-1959)
  10. Arthur Mooring (1959-1963)
tarafından

Serengeti Milli Parkı

Serengeti Milli Parkı

 

Serengeti Milli Parkı*
UNESCO Dünya Miras Listesi

Serengeti.JPG

Ülke  Tanzanya
Tür Doğal
Kriter vii, x
Referans 156
Bölge** Afrika
Tescil bilgisi
Tescil 1981  (5. Oturum)
* Dünya Mirası resmi listesi.
** UNESCO resmi sınıflandırması.

Serengeti Millî Parkı, Tanzanya‘da bulunan bir millî parktır.

Serengeti Millî Parkı, 14,763 km²’lik bir savan alanını kapsar. Bu bölgeye insanlar zebra ve gnuların göç yolları üzerinde yer alır. 1 milyondan fazla gnu her yıl parkın kuzeyi ve güneyi arasında gidip gelir. Parkın ekvator üzerinde yer alması, bu bölgede kurak ve yağışlı mevsimlerin bir arada yaşanmasını sağlar.
Gnuların yanı sıra parkta “Afrika’nın beş büyükleri” olarak da bilinen aslan, fil, leopar, gergedan ve mandanın hepsi görülebilir. Bununla birlikte zürafa, çita ve ceylan gibi bazı hayvanları da parkta görmek mümkündür.

  • Göç eden zebra ve gnular

  • Serengeti’de günbatımı

tarafından

Djoudj Kuş Barınağı

Djoudj Kuş Barınağı

 

Djoudj Ulusal Kuş Barınağı*
UNESCO Dünya Miras Listesi

CormoransDjoudj.JPG

Ülke Senegal Senegal
Tür Doğal
Kriter vii, x
Referans 25
Bölge** Afrika
Tescil bilgisi
Tescil 1981  (5. Oturum)
Tehlike 1984-1988; 2000-2006
* Dünya Mirası resmi listesi.
** UNESCO resmi sınıflandırması.

Djoudj Ulusal Kuş Barınağı veya Djoudj Kuş Barınağı (Fransızca:Parc national des oiseaux du Djoudj), Senegal‘de, Senegal Nehri‘nin güneydoğusunda, St-Louis‘in kuzeydoğusunda yer alan bir kuş barınağıdır. Kuşlar için çok verimli bir üreme alanı oluşturan bir dizi sulak alana sahiptir. Başta pelikanlar ve flamingolar olmak üzere yaklaşık 400 kuş türü barındırır.

tarafından

Niokolo-Koba Ulusal Parkı

Niokolo-Koba Ulusal Parkı

 

Niokolo-Koba Ulusal Parkı*
UNESCO Dünya Miras Listesi

River gambia Niokolokoba National Park.gif

Ülke Senegal Senegal
Tür Doğal
Kriter x
Referans 153
Bölge** Batı Afrika
Koordinatlar 13°4′0.012″N, 12°43′0.012″W
Tescil bilgisi
Tescil 1981  (Unknown Oturum)
* Dünya Mirası resmi listesi.
** UNESCO resmi sınıflandırması.

Niokolo-Koba Ulusal Parkı, (Fransızca: Parc National du Niokolo Koba) Dünya Miras Listesi‘nde yer alan bir ulusal parktır. Park, Senegal‘de, Gambiya Nehri‘nin üzerindeki geniş ormanlık alanda bulunmaktadır. 1 Ocak 1954 tarihinde Senegal’in ulusal parkları arasında yer alan park, 1969′da genişletildi ve 1981′de UNESCO Dünya Miras Listesi‘ne alındı. Son olarak park, 2007′de Tehlike Altında Olan Alanlar listesine dahil edildi.

Park hakkında

Gambiya Nehri‘nin geçtiği bölgede uzanan alan, Gine‘nin kuzeydoğusuna kadar uzanır. Tüm park 913.000 hektarın üzerinde bir alanı kapsar. Parkın hemen hemen tüm toprakları ormanlık savanlarla ve yarı kurak Sudan ormanları ile kaplıdır. 1500 farklı canlı çeşidinin yaşadığı parkta, tüm Senegal’in bitki türlerinin %78′i bu alandadır. Doğal hayatıyla tanınan park, birçok çeşit canlının ev sahipliğini yapmaktadır.

tarafından

Gorée Adası

Gorée Adası

 

?
Gorée Adası
(Gorée Island)
Coğrafya
Bölge: Afrika
Koordinatları: 14°40′0″N 17°24′0″W
Denizi: [[Atlantik Okyanusu]]
Yüz ölçümü: 0.182 km2
Siyasi
Adanın Ülkesi: Senegal Senegal
Demografi
Nüfusu: 1056

Gorée Adası – Renkli Gravür Hollanda 17. Yüzyıl

Adanın Denizden Görünümü

Gorée

Gorée’de Kölelik Anıtı

Gorée Adası (Fransızca: Île de Gorée, İngilizce: Gorée Island), Senegal‘in Dakar şehrinin 19 idari bölgesinden birisidir. Ada 0.182 km2 lik yüzölçümüyle Dakar ana limanının yaklaşık 2 km batısında bulunmaktadır.

31 Ocak 2005 resmi tahminleri itibariyle nüfusu 1056 kişidir. Gorée Dakar’daki 19 idari bölgedeki en az nüfus yoğunluğuna sahip bölgedir.

 

Tarih ve Köle Ticareti

Gorée Adası köle ticaretinde çok önemli bir yere sahipti çünkü Afrika‘nın içlerine kadar uzanan yolların ve nehirlerin kesişim noktasında yer alıyordu. Köleler adadaki mahzenlerde tutulur ve gelen gemilerle gönderilirlerdi. Ada günümüzde köle ticaretinin dehşetinin gözler önüne serilmesi için, turizme açılmış ve kölelerin saklandığı mahsenler, yemek yedikleri kaplar, bileklerine takılan pırangalar gibi şeyler sergilenmektedir.

Gorée’de Cap-Vert yarımadasına bakan küçük bir liman vardır. Uzunluğu 900 metre genişliği ise 350 metredir. Neredeyse içme suyundan yoksun olan Gorée’de avrupalılar gelmeden önce yerleşim yoktu, Portekizliler 1450 yılında küçük bir taş kilise (St Charls Kilisesi) inşa etmiş ve ada mezarlık olarak kullanılmaya başlanmış.

1780-1784 yılları arasında Afro-Fransız bir ailenin inşa ettiği bilinen Kölelerin Evi (İngilizce: Gouse of Slaves) adanın en ünlü yapısıdır. Bu bina bir turizm merkezi olarak köle ticaretinin ayrıntılarını göstermektedir.

Fransa 1677 yılında adadaki kontrolü kazandı, Fransa-İngiltere savaşları sırasındaki kısa süreli İngiliz işgalleri hariç ada 1960 yılına kadar sürekli Fransa’da kaldı.

Gorée’de ticaret idari olarak başkent St. Louis ve Senegal Kolonisine bağlıydı. Adada köle ticareti hariç balmumu, deri ve tahıl takas edilirdi. Adanın nüfusu birkaç özgür Afikalı, 1500 civarında köle ve bazende birkaç Avrupalı olurdu. Gorée Fransızlar için Afrika kıyılarının giriş noktası oldu. 1848 yılında Fransa’da köleliğin kalkmasının ardınan ada köle ticaretindeki rolünü kaybederek deniz güvenliği için ileri bir karakol olarak kullanılmaya başlandı.

 

 

 

  • Adanın haritası

  • Adanın tarihi bir haritası

tarafından

Mozambik Adası

Mozambik Adası

 

Mozambik Adası*
UNESCO Dünya Miras Listesi

Fort Sao Sebastiao.gif

Ülke  Mozambik
Tür Kültürel
Kriter iv, vi
Referans 599
Bölge** Afrika
Tescil bilgisi
Tescil 1991  (15. Oturum)
* Dünya Mirası resmi listesi.
** UNESCO resmi sınıflandırması.

Mozambik Adası Mozambik‘in kuzeyinde, Mozambik Kanalı ve Mossuril Koyu‘nun arasında bulunan ada. Yaklaşık olarak 14.000 nüfusu vardır.

Tarihçe

Vasco de Gama‘nın 1498 yılında adaya gelmesinden önce burası bir Arap limanı idi. Ada, adını Musa Al Big adında, Arap bir tüccardan almıştır. Bu isim sonradan Mozambik’e dönüşmüştür.

tarafından

Malavi Gölü

Malavi Gölü

 

Malavi Gölü

Mwaya Plajı

Göl kıyısındaki oyma kayıklar

Malavi Gölü’nde yetişen bir balık

Malavi Gölü (eski tabir Nyassa Gölü), 560 km uzunluğu, 80 km’ye varan genişliği (ortalama 50 km) ve 704 m’ye kadar olan derinliği ile Büyük Rift Vadisi‘nin en büyük göllerinden biridir. Yüzölçümü 29.604 km2‘dir. Gölde dünyanın başka hiçbir sulak alanında bulunmayan canlılar yaşamaktadır [1].

Konu başlıkları

Coğrafya

Malavi Gölü, büyüklük bakımndan Doğu Afrika‘da sadece Tanganika ve Victoria Gölü‘ne geçilir ve Yeryüzü’nün dokuzuncu büyük gölüdür. Gölden kaynaklanan akarsu, Shire Nehri’dir. Malavi Gölü’ne kıyısı olan ülkeler Tanzanya, Malavi ve Mozambik‘tir.

Gölün güney kısımları, geniş ve güzel plajlarıyla oldukça sevilir. Kuzeye doğru kıyılar dikleşir. Tamamen kuzeydeki Tanzanya kısmında Livingstone Dağları’nın 2.500 m yüksekliğe ulaşan dik duvarları gölün hemen yanından yükselir. Burada çok şiddetli rüzgarlar ve yüksek, tehlikeli dalgalar meydana gelir. Karşı tarafta bulunan Malavi kısmındaki Karonga ve Chilumba arası çok daha az sarpken Chilumba ve Nkhata Bay arası yeterince diktir.

Göl ekonomisi ve ulaşım

Malavi Gölü, balık türlerinin zenginliği ile (yaklaşık 1.500 tür) aquaristik (akvaryumculuk) alanda çok ünlüdür. Renk bakımından çok görkemli olan birçok tür, aquaristik alanda çok yaygındır. Bu balıklar, yumurtalarını ve yavrularını koruma amaçlı ağzında taşıyan Cichlidae familyasına (Cichlidler) aittir. İlginç olan ise, bu familyadan Tilapia cinsinin besin amaçlı ihracatta işe yaramasıdır. Bu balıklar ekonomik amaçlı sadece Malavi Gölü’nün en güney kısmında avlanırlar. Balıkçılar oyma kayıklarla da bu balıkları olta ile avlasalar da bunların miktarı ticareti yapılabilecek düzeyde asla değildir. Hemen kıyıdan ağ sallama ile balıkçılık çok daha yaygındır ancak balıkların büyük olanları burada bulunmaz.

Malavi Gölü’nde yolcu ve yük taşımacılığı motorlu gemiyle (MS Ilala) yapılır. Güneyden kuzeye limanlar, Monkey Bay, Chipoka, Makanjila, Nkhotakota, Nkhata Bay, Mphand Port, Ruarwe, Charo, Mlowe, Chilumba ve Karonga şehrindeki Kambwe ‘dir. Monkey Bay-Karonga arasında gidiş-dönüş yolculuk 5 gün sürer. Nkhata Bay’den haftada iki kez Chizumulu ve Likoma adalarına sefer vardır.

Göl hayvanları

Göl suyu cam gibi berraktır. Rüzgarsız zamanlarda birçok metre derinlikte zemin görülebilir [kaynak belirtilmeli]. En başta dikkat çeken bir unsur da suda da karadaki gibi çok hareketli ve hızlı olan su aygırlarıdır. Hantal cüsseleri aldatıcıdır. Bu hayvanlar bitki yiyicidir ancak açık suya kaçış yollarını kestiklerinde insanlara saldırırlar. Su aygırları her yıl, balık bakımından zengin olan gölde yeterli besini bulan timsahlardan daha fazla sayıda insanı öldürmektedir. Üzerinde yerleşim olmayan küçük adalarda piton yılanı ve varan (kertenkele cinsi) gibi vahşi hayvanlar bulunur. Karşılaştırıldığında, gölün yerleşim olan yerleri daha tehlikesizdir. Gölde cichlid olarak tabir edilen balık türleri bulunmaktadır. Bu balıklar akvaryumculuk hobisi ile uğraşanların büyük ilgisini çekmektedir. Ülkemizde ve dünyada bu balıklar gittikçe önemli bir hale gelektedir. Malawi cichlidleri ülkemizde artık bolca bulunan akvaryum balığı türlerindendir. [kaynak belirtilmeli].

Milli park

1980 yılında 88 km2 büyüklüğünde Lake Malawi National Park Monkey Bay‘in güneyinde kurulmuştur. Park, gölün bir kısmını, Khumba Yarımadası ‘nı oniki küçük adayı kapsar. Milli Park, 1984 yılından beri UNESCO‘nun Dünya Doğa Mirası listesindedir.

tarafından

Askia

Askia

 

Koordinatlar: 16°17′23″N 0°02′40″W (Harita)

Askia Türbesi*
UNESCO Dünya Miras Listesi

Tomb of Askia

Tür Kültürel
Kriter ii, iii, iv
Referans 1139
Bölge** Afrika
Tescil bilgisi
Tescil 2004  (28. Oturum)
Uzatma 28th
* Dünya Mirası resmi listesi.
** UNESCO resmi sınıflandırması.

Askia Türbesi, Mali‘nin Gao bölgesinde yer almaktadır. Mezar yerinin bu bölgede olduğuna inanılan Askia Mohammed, Songhay İmparatorluğu‘nun en üretken imparatorlarından biridir.

UNESCO, Askia Türbesi’ni Batı Afrika‘da anıtsal kerpiç yapı kültürünün en iyi örneklerinden biri olarak tanımlamaktadır. Bölge iki adet piramit şeklinde türbe, iki adet cami ve bir adet toplantı salonu tarzı bir yer vardır. Bölgedeki sömürü öncesi en büyük mimari yapı özelliği taşımaktadır. Türbenin bulunduğu piramidin uzunluğu 17 metre yüksekliğindedir. İslami mimari tarzının ilklerinden olan bu yapıt daha sonra bölgeye yayılmıştır.

1960 ve 1970′li yılların ortalarında bölgeye nispeten yapılan değişiklik, camilerin genişletilmesi olmuştur. 1999 yılında da mekanın etrafına bir duvar inşa edilmiştir. 2000 yıllarında başında havalandırma, ışıklandırma ve ses düzeni sağlamak için elektrik bağlantısı yapıldı.

Askia, hem cami hem de Gai bölgesine ait bir kültür merkezi olarak kullanılmaya devam etmektedir. Aynı zamanda tampon bölge olarak ulusal ve yerel kanunlarla korunmaktadır.

tarafından

Timbuktu

Timbuktu

 

Djinguereber Camisi

Timbuktu (Arkaik İngilizce: Timbuctoo; Koyra Chiini dili: Tumbutu; Fransızca: Tombouctou) de jure olarak Timbuktu bölgesi, Mali‘de, de facto olarak ise Azavad‘da bulunan eski bir şehir. Kur’an üzerine çalışmalar yapan prestijli Sankore Üniversitesi ve diğer medreseleriyle ünlüdür. 15 ve 16. yüzyıllarda İslam‘ın Afrika‘da yayılmasında önemli bir entelektüel ve ruhsal merkez olmuştur. Üç büyük camisi, Djingareyber, Sankore ve Sidi Yahya, Timbuktu’nun altın çağından kalmadır. Sürekli restore edilmelerine rağmen bu camiler çöl tarafından yıkılma riski altındadır.[1]

tarafından

Kilimanjaro Dağı

Kilimanjaro Dağı

 

Kilimanjaro
Kibo summit of Mt Kilimanjaro 001.JPG
Kilimanjaro’nun Kibo zirvesi.
Diğer adlar Kaiser Wilhelm Spitze
Konum Doğu Afrika, Tanzanya
Koordinatlar 3° 04′ G, 37° 21′ D
Sıradağ
Yükseklik Kibo; 5.895 m
Çıkıntı
Tür Stratovolkan
Son patlama
Jeolojik yaş
İlk çıkış 6 Ekim 1889 Dr. Hans Meyer ve Ludwig Purtscheller
Oksijensiz ilk çıkış {{{Oksijensiz ilk çıkış}}}
En kolay rota Marangu Rotası

Kilimanjaro Dağı genelde sadece Kilimanjaro (1902′den 1918′e kadar Kaiser-Wilhelm-Spitze olarak adlandırılır), deniz seviyesinden 5.895 metre yüksekte Afrika‘nın masif bir dağı. Kilimanjaro sönmüş bir stratovolkandır.

Tanzanya‘nın kuzeydoğusunda bulunan Kilimanjaro, üzerindeki Kibo zirvesiyle, Afrika kıtasının en yüksek dağıdır. 1987 yılında, kendine özgü tabiatı, UNESCO tarafından Dünya Doğa Mirası olarak ilan edilmiştir.

Ekvator‘un yaklaşık 340 km güneyinde bulunan Kilimanjaro, Tanzanya’nın kuzeydoğusunda, Dar es Salaam şehrinin yaklaşık 500 km kuzeybatısında ve Victoria Gölü merkezinin yaklaşık 560 km güneydoğusundadır. Kenya sınırına sadece birkaç kilometre mesafedeki Kilimanjaro, bu ülkenin başkenti Nairobi‘nin yaklaşık 200 km güneydoğusunda kalır.

Elephants Kili 2.jpg

Kibo (5.895 metre)’nun havadan görünümü. Kilimanjaro’nun diğer iki zirveleri ise Mawenzi (5.149 metre) ve Shira (3.962 metre)’dır. (1 Aralık 2009).

Dış bağlantı

tarafından

Kenya Dağı

Kenya Dağı

 

Kenya Dağı Milli parkı*
UNESCO Dünya Miras Listesi

Pt Thomson Batian Nelion Mt Kenya.JPG

Ülke  Kenya
Tür Doğal
Kriter vii, ix
Referans 800
Bölge** Afrika
Tescil bilgisi
Tescil 1997  (21. Oturum)
* Dünya Mirası resmi listesi.
** UNESCO resmi sınıflandırması.

Kenya Dağı, 5.199 m ile Kilimanjaro Dağı‘ndan sonra Afrika‘nın en yüksek dağıdır. Dağ, Kenya‘nın iç bölgelerinde, ekvatorun az güneyinde yer alır.

Kenya Dağı, sönmüş bir yanardağ olup, Büyük Rift Vadisi‘nin yakınlarında yer alır. Dağın tepesinde 11 küçük buzul ve bir sürü vadi yer alır. Kenya Dağı, tatlı su kaynakları açısından çok önemli bir yere sahip olup Tana ve Ewaso Ng’iso nehirlerinin doğduğu bölgedir. Bulutsuz havalarda dağ Nairobi‘den görülebilir.
Dağın çevresinde çok çeşitli ormanlar bulunur. Yüksek nem oranı nedeni ile çevresindeki oramndaki tüm ağaçların üzeri liken ile kaplıdır. Dağda yaşayan canlıların bir kısmı o bölgeye endemiktir. Bu bölgede Senecio, Lobelia ve Carduus cinsinden bitkilere rastlanabilir. n çok bulunan hayvanlar ise damanlar ve duikerlerdir. Ayrıca bu bölgede maymun, fil ve Afrika mandası gibi nadir bulunan hayvanlara rastlanabilir. Dağın çevresindeki bölge milli park ilan edilmiştir.

  • Kenya Dağı’nın bir görünümü

  • Dağın çevresindeki bir şelale

  • Dağın çevresindeki orman

  • Dağın başka bir görünümü

  • Dağın çevresinden bir görünüm

  • Kenya Dağı ve çevresinin haritası

  • Dağın çevresindeki buzullardan biri

  • Damanlar dağın çevresinde çok bulunur

tarafından

Turkana Gölü

Turkana Gölü

 

Turkana Gölü
Turkana Gölü - Turkana Gölü'nün uydu görüntüsü

Turkana Gölü’nün uydu görüntüsü

Konum Doğu Afrika
Göl türü Tatlı su
Kaynakları Omo Nehri
Havza ülkeleri Kenya
Uzunluk 257 km
Genişlik 31 km
Yüzölçümü 6,405 km²
Ortalama derinlik 30.2 m
En büyük derinlik 109 m
Su hacmi 203.6 km³
Kıyı uzunluğu km
Yüzey rakımı 360.4 m
Yerleşimler Lodwar, Kenya
Loyangalani, Kenya

Turkana Gölü ya da eski adıyla Rudolf Gölü, Afrika‘nın doğusunda Büyük Rift Vadisinin üzerinde yeralan irili ufaklı birçok gölden birisidir. Kenya‘nın kuzeybatısına düşer ve dünyanın en büyük kalıcı çöl gölü ile yine dünyanın en büyük alkalin gölüdür.

tarafından

Ümit Burnu

Ümit Burnu

Ümit Burnu

Ümit Burnu (Afrikaans: Kaap die Goeie Hoop, Felemenkçe: Kaap de Goede Hoop, Portekizce: Cabo da Boa Esperança), Güney Afrika‘daki Cape Yarımadası’nın güneydeki uç noktasıdır.

Denize doğru uzanan kayalık bir burun olan Ümit Burnu denizden yaklaşık 245 metre yüksektedir. Afrika’nın en güneydeki noktası olduğu yaygın kanı olmakla birlikte,kıtanın gerçek güney ucu Ümit Burnu’nun 160 km güneydoğusundakii Agulhas Burnu‘dur (Cape Agulhas). Ümit Burnu 34° 21’26″ S, 18°28 25″ E Koordinatları üzerindedir.

Ümit Burnu’nu 1488‘de Portekizli kaşif Bartolomeu Dias keşfetti ve buraya Fırtınalar Burnu (Cabo das Tormentas) adını verdi. Portekizli Dias Kral II. Joao’nun emriyle doğuya ve oradaki baharatlara ulaşılabilecek bir suyolu bulabilmek için yola çıkmıştı. O zamanlarda ticaret yollarının sadece bir bölümü denizden geçiyordu ve bu yüzden doğuya giden tüccarlar Ortadoğu ülkelerini boydan boya geçmek zorundaydı. Tarihçilerin yazdığına göre Dias, burnu keşfettiğini haber verince Kral bu keşfin doğuya ulaşan suyolunun yakında açılmasını sağlayacağını düşünmüş, bu nedenle burnun adını Ümit Burnu olarak değiştirmiş. Ama bazı kaynaklar ise Fırtınalar Burnu isminin, gemicilerin moralini bozabileceği düşüncesi ile daha sonra Ümit Burnu olarak değiştirildiğini belirtir.

14971498 yılları arasında başka bir Portekizli kaşif olan Vasco da Gama Afrika‘yı dolaşarak Hindistan‘a kadar uzanan bir deniz yolculuğu yaptı. Bu deniz yolu Süveyş Kanalı’nın açıldığı 1869‘a kadar Avrupa ile doğu ülkeleri arasındaki tek deniz yolu olarak kalmıştır.Ve Akdeniz önemini yeniden kazanmıştır.Vergi paraları artmış ve Osmanlı Devleti vergi almaya başlamıştır.

Doğal Özellikleri

Protea Ümüt Burnu’nda bulunan bir çiçek türüdür.

Ümit Burnu, çok zengin bir doğal yaşama sahiptir. Burada Akdeniz İklimi‘ni andıran bir iklim oluşmuştur. Ümit Burnu, Güney Afrika’nın kalanından farklı olarak çiçekli bitkilerle kaplı ağaçsız bir bölgedir.
Bu bölgeye Afrikanca‘da “sık çalı” anlamına gelen “fynbos” denilir. Özellikle protea (Protea cynaroides), funda çeşitleri (Erica cinsi) ve Elytropappus rhinocerotis gibi bir çok endemik bitki türü bulunur.
Ümit Burnu, hayvan türleri bakımından da zengindir. Babun, kaya tavşanı, Kap susamuru ve antilop çeşitleri bu bölgede bulunan memeli hayvanlar arasındadır. Güneşkuşu ve balcıkuşu bu bölgede çok görülen kuş türleri arasındadır. Karada çeşitli kertenkele, yılan ve kaplumbağalara rastlanılabilir.
Ümit Burnu’nun batısındaki False Koyu ise deniz yaşamı bakımından çok zengindir. Penguen ve kürklü fok sahil şeridinde yaşayan başlıca canlılardır. Bu bölgede kambur balina, katil balina ve çeşitli yunus türleri görülebilir. False Koyu özellikle beyaz köpekbalığı için önemli bir yaşam alanıdır.

tarafından

James Adası

James Adası

 

James Adası*
UNESCO Dünya Miras Listesi

River gambia galleryfull.jpg

Ülke Gambiya Bayrağı Gambiya
Tür Kültürel
Kriter iii, vi
Referans [[2] 761]
Bölge** Afrika
Koordinatlar 13°18′58″N, 16°21′21″W
Tescil bilgisi
Tescil 2003  (27. Oturum)
* Dünya Mirası resmi listesi.
** UNESCO resmi sınıflandırması.

James Adası, Gambiya‘da Gambiya Nehri‘nin okyanusa döküldüğü açıklıkta bulunan tarihi bir adadır. Ada, James Kalesi olarak da bilinen bir kale içerir.

Konu başlıkları

Tarih

Bölgedeki ilk Avrupalı yerleşimciler, Baltık Almanlarından olan Kurlandiya ve Semigalya Dükalığı‘ydı. Bölgedeki bu yerleşimciler, adayı St. Andrews Adası olarak adlandırdı. İngilizlerin yöreye gelişiyle beraber yerleşimciler Kurlandiya dükü Jacob Kettler‘ın adına Jacob adında bir kale inşa ettiler ve burayı bir ticaret merkezi olarak kullandılar. 1659 yılında adayı Hollanda aldı. İki yıl sonra 1661′de de burayı İngiltere aldı. 1664′te ise tüm bölge İngiltere’nin oldu.

1755′te ada krokisi

İngilizler, adanın ismini “James Adası” olarak değiştirdi ve York Dükü James adına kaleyi “James Kalesi” olarak değiştirdi. Aynı dük sonrasında II. James olarak İngiltere kralı oldu. Bu kale fildişi ve altın ticaretinde önemli bir yer elde etti. Sonrasında ise bölge köle ticaretinde kullanıldı. 1684′te Kraliyet Afrika Birliği bölgede egemen oldu.

1695 yılında ise Fransızlar burayı kuşattı. İngilizlerle yapılan savaşların ardından yenilen Fransa, geri döndü ve 1697′de dönen ordular, 1702′de bölgeyi tekrar kuşattı. Bu dönemde kale yıkıldı ve tekrar tekrar inşa edildi. 13 Haziran 1750‘de Afrika’da ticaretle uğraşan tüccarlar Gambiya’nın yönetimini ele geçirdi. 25 Mayıs 1765 – 11 Şubat 1779 döneminde Gambiya, İngiliz Senegambiyası‘nın parçası oldu.

Miras

Önemli bir tarihi bölge olan James Adası, Amerika’ya giden köle ticareti yollarında kullanılan köleleri barındırmaktaydı. Ada, günümüzde çevresiyle beraber UNESCO‘nun Dünya Miras Listesi‘ndedir. Ancak ada günümüzde erozyona maruz kalmaktadır. Bu nedenle eski büyüklüğünün altıda biri kadardır. Adada yıkıntıların yanında sadece bir dalgakıran ve birkaç baobab ağacı bulunmaktadır.[1] Yine Kunta Kinte adlı ünlü köle karakter, bu adadan alıkonmuştur.

tarafından

Aksum

Aksum

 

Aksum’da bulunan Kral Ezana’nın Dikilitaşı

Aksum, batı Etiyopya‘da bulunan bir şehir. Tigray‘ın Mehakelegnaw Bölgesi‘nde, Adwa dağlarının yamaçlarında bulunan şehrin enlemi ve boylamı 14°07′N, 38°44′E‘dir. İsa‘nın doğumundan sonra ortaya çıkan ve 7. yüzyıldan sonra bilinmeyen sebeplerden dolayı, büyük bir olasılıkla Etiyopya İmparatorluğu’nun iktidarı ülke merkezine taşımasından sonra, çöküş gösteren Aksum Krallığı‘nın merkezi olmuştur.[1]

Merkezi İstatistik Teşkilatı‘nın verdiği rakamlara göre, 2005 yılında Aksum’un nüfusu yaklaşık 47,320′dir (20,774′ü erkek ve 21,898′i kadındır).[2] Şehirde yaşayanların yüzde yetmişbeşi Etiyopya Ortodoks Kilisesi‘nin üyesidir. Nüfusun geri kalanı Sünni Müslümanlar ve P’ent’aylardan (Protestan ve diğer Ortodoks olmayan Hristiyanlardan) oluşur.

Aksum’a hizmet eden bir havaalanı vardır.

Şehrin tarihsel değer taşıyan arkeolojik kısımları 1980 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültürel Miras Listesine alınmıştır.

Konu başlıkları

Aksum Krallığı ve Etiyopya Kilisesi

Siyon’lu Meryem Ana Kilisesi – Yerlilerin inançlarına göre Musa‘ya Tanrı tarafından verilen ve üzerinde On Emir‘in yazıldığı iki taş tablete ev sahipliği yapmaktadır

Aksum Krallığının kendine özgü yazılı dili (Ge’ez) ve dev dikili taşlardan oluşan farklı bir mimarisi vardı. Bu taşların en eskisi (ufak olmasına rağmen) MÖ 5,000 ve 2,000 yılları arasında inşa edilmiştir.[3] Krallığın yükselişi Kral Ezana‘nın hükümdarlığı sırasında gerçekleşmiştir. Kral Ezana 4. yüzyılda vaftiz edildikten sonra Abreha ismini almıştır ve Hristiyanlığı Krallığın resmi dini ilan etmiştir.[4]

Etiyopya Ortodoks Kilisesinin inançlarına göre Aksum’da bulunan Siyon’lu Meryem Ana Kilisesi, Musa‘ya Tanrı tarafından verilen ve üzerinde On Emir‘in yazıldığı iki taş tablete ev sahipliği yapmaktadır.[5] Etiyopya kralları yüzlerce sene bu kilisede taçlarını alıp tahta oturdular. Fasilides‘in hükümdarlığında kaldırılan bu gelenek IV. Yohannes döneminde tekrar uygulandı ve imparatorluğun sonuna kadar sürdürüldü. Etiyopya’nın en kutsal şehri sayılan Aksum hac yolculuğuna çıkanların uğradığı önemli bir yerdir.[5] Önemli dini festivalleri 7 Ocak‘ta kutlanan T’imk’et Festivali (batı Hristiyanlığında Epifani olarak bilinir) ve Kasım aylarının sonunda kutlanan Meryem Siyon Festivali‘dir.

24 metre uzunluğunda olan 1700 senelik Aksum Dikilitaşı, 1937 yılında İtalyan askerler tarafından üç parçaya bölünüp Roma‘ya gemi yoluyla gönderildi. Bu dikilitaş Aksum Krallığı’nın en yüksek döneminde gelişen mühendisliğin en güzel örneği sayılır. Senelerce iki ülke arasında gerginlik yaratan dikilitaş, Nisan 2005‘te Etiyopya’ya geri gönderdi. 2006 yılında yeniden inşa edilmesi planlanıyor ve devlet bu konuda UNESCO’dan maddi destek alacaktır.[6]

Aksum ve İslam

Aksum’un İslam‘la olan bağları çok eski zamanlara dayanır. İbn Hişam‘ın anlatımlarına göre, Muhammed Kureyş aşiretinden çektiği zulmün karşısında, aralarında kızı Rukiye ve eşi Osman bin Affan‘ın da bulunduğu ufak bir topluluğu Aksum’a yolladı. Aksum kralı Aşama ibn Abjar topluluğa sığınak verdi ve Kuraiş aşretinin topluluğu Arabistan’a geri gönderme taleplerini reddetti. Topluluğun bir kısmı Hicret‘in altıncı yılına kadar Arabistan’a geri dönmedi ve bunlardan bazıları Etiyopya’nın Negaş bölgesine yerleşti.

Gezilecek yerler

Kuzey Dikilitaş Parkı – Ortada Kral Ezana’nın Dikilitaşı ve yerde serilen kırık Büyük Dikilitaş

Kardeş şehirler

tarafından

Simen Dağları

Simen Dağları

 

Simen Dağları Milli Parkı*
UNESCO Dünya Miras Listesi

Semien Mountains 02.jpg

Ülke  Etiyopya
Tür Doğal
Kriter vii, x
Referans 9
Bölge** Afrika
Tescil bilgisi
Tescil 1978  (2. Oturum)
* Dünya Mirası resmi listesi.
** UNESCO resmi sınıflandırması.

Simen Dağları, Etiyopya‘nın kuzeyinde bulunan dağlardır. Bu bölgedeki milli park, UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer alır.

Bölgenin dağlık bir yapısı vardır. Dağların arasında vadiler ve dik uçurumlar çok bulunur. Simen, Amharca kuzey anlamına gelir. Simen Dağları, Afrika‘da kar yağışının gözlemlenebildiği nadir yerlerden biridir.
Bu bölgenin çok zengin bir doğal yaşamı vardır. Gelada, Habeş kurdu ve Habeş keçisi gibi hayvanlar sadece bu bölgede yaşar.
Dağlık yapısına rağmen bu bölgede birçok küçük köy bulunur. Hatta bölge bir dönem Etiyopya Yahudilerinin yaşadığı tek yer olmuştur.

  • Simen Dağları’ndan bir görünüm

  • Bölgenin kuşbakışı bir görünümü

  • Gelada maymunu

tarafından

Özgürlük Heykeli

Özgürlük Heykeli

Özgürlük Anıtı*
UNESCO Dünya Miras Listesi

Statue of Liberty frontal 2.jpg

Ülke Flag of the United States.svg ABD
Tür Kültürel
Kriter i, vi
Referans 307
Bölge** Avrupa ve Kuzey Amerika
Koordinatlar 40°41′21″N, 74°2′40″W
Tescil bilgisi
Tescil 1984  (8. Oturum)
* Dünya Mirası resmi listesi.
** UNESCO resmi sınıflandırması.

Özgürlük Heykeli (İngilizce: Statue of Liberty), ABD‘nin New York şehrindeki Liberty (Özgürlük) adası üzerinde, inşa edildiği 1886 yılından bu yana Amerika’nın simgesi olan anıtsal heykeli ve gözlem kulesidir. Dünyanın en tanınan abidelerinden biridir.

Bakırdan yapılan Özgürlük Heykeli, Fransa tarafından kuruluşunun 100. yılı nedeniyle ABD‘ye hediye edilmiştir,18841886 yılları arasında inşa edilmiştir.ABD’nin New York şehrindeki Özgürlük Adası’nda yer alır.

Heykel, sağ elinde bir meşale, sol elinde ise bir tablet tutar. Tabletin üstünde 4 Temmuz 1776 tarihi (Bağımsızlık Bildirgesi’nin tarihi) yazılıdır. Heykelin başındaki taç’ın 7 sivri ucu 7 kıtayı veya 7 denizi simgeler. Heykelin yüksekliği 46 m, kaidesi ile beraber 93 m’dir. Ziyaretçiler heykelin içinden meşaleye kadar 168 basamaklı bir merdivenden çıkabilirler. Heykelin meşale tutan sağ elinin yüksekliği 13 metredir. Meşalenin etrafındaki dehlizde 15 kişi bir arada dolaşabilir. Heykelin başının genişliği 2 metre, yüksekliği ise tacı ile birlikte 5 metredir.

Yontu dikilmeden 1 yıl önce (1885′te) yayımlanan renkli taş baskı

93 metre yüksekliğindeki Özgürlük Anıtı ilk olarak 1860’larda, ilk olarak Osmanlı İmparatorluğu yönetimindeki Mısır’ın Hıdiv‘i Said Paşa’nın Süveyş Kanalı inşası için imzaladığı antlaşmanın gereği olarak Süveyş Kanalı’ndaki Port Said Limanı’nın girişine konulmak üzere planlanmıştır[kaynak belirtilmeli]. Ancak dönemin Osmanlı Sultanı Abdülaziz tarafından peşinatı ödendiği halde dikilen heykelden ötürü yerel huzursuzluk çıkacağı endişesiyle, Kavalalı soyundan Hidiv İsmail Paşa planlanan yere inşasını istememiştir.

Fransız bir heykeltraş olan Frederic Auguste Bartholdi‘ye ısmarlanan bu heykel, bakır ve çelikten yapılarak tamamlanmış, fakat daha sonra Mısır’a dikilmesinden vazgeçilmesiyle Paris’te bir depoya kaldırılmıştır. Tasarlanan bu ilk heykel Kızıldeniz ile Akdeniz’in birleştiği yere koyulacak firavunlar zamanının giysilerine bürünmüş bir kadın şeklindeymiş ve elinde ‘Asya’nın ışığının Mısır’dan geldiğini’ sembolize eden bir meşale tutuyormuş. Bu olaydan 20 yıl sonra 1885’te Fransa hükümeti ABD ile olan iyi ilişkilerinin bir göstergesi olarak büyük bir heykel yaptırmak istediğinde yine aynı heykeltraşın kapısı çalınmış. Hazır durumda olan heykel depodan çıkarılmış, heykeltraş Bartholdi ve Gustave Eiffel (Eyfel kulesinin mühendisi) birlikte çalışarak bazı değişikliklerle heykeli yenilemişler ve heykeli böylece New York sahilinde Liberty Adasına yerleştirilmiştir.

Özgürlük Heykeli, ziyaretçilere açıktır. Ziyaret etmek isteyenler adaya bir feribotla ulaşırlar, merdivenleri tırmanarak meşaleye çıkabilir ve New York limanını seyredebilirler.

Heykele Singer dikiş makinelerinin kurucusu Isaac Singer‘ın dul eşi Isabelle Eugenie Boyer modellik etmiştir. Özgürlük Heykeli 1884 yılında Fransa’da tamamlandıktan 1 yıl sonra 350 parçaya bölünüp 214 sandık içinde New York limanına ulaştırılmıştır. Parçalar, 4 ay içinde kaidenin üzerinde yeniden birleştirilmiş ve 28 Ekim 1886 tarihinde binlerce izleyicinin önünde açılışı gerçekleşmiştir.

Özgürlük Heykeli, 1984‘ten beri UNESCO‘nun Dünya Kültür Mirası Listesi‘nde yer almaktadır.

Heykelin daha küçük boyutlarda bir kopyası Paris‘tedir ve Atlas Okyanusu‘na doğru bakar. Dünyanın başka çeşitli yerlerinde de (Osaka, Priştine, Pekin, Nevada, Güney Dakota, Bordeaux, Poitiers gibi) küçük kopyaları bulunmaktadır.

tarafından

Gustave Eiffel

Gustave Eiffel

 

Gustave Eiffel

Alexandre Gustave Eiffel (15 Aralık 1832; Dijon – 27 Aralık 1923; Paris), Fransız mühendis, mimar ve metal yapılar uzmanıydı. 1887-1889 yılları arasında yapılan ve Fransa‘nın sembolü olan Paris’deki Eyfel Kulesi‘ni tasarlamış, Amerika Birleşik Devletleri‘nin simgesi olan New York‘taki Özgürlük Anıtı‘nın armatürünü yapmıştır.

Konu başlıkları

İlk yılları

Eiffel’in büstü

Eiffel, Fransa’nın Dijon şehrinde doğdu. Eiffel soyadı ise, Alman kökenli akrabaları tarafından 18′inci yüzyılın başlarında alınmıştı. İsmi ise doğduğu Eiffel’de bulunan Margamen’den almıştı, lakin Fransızlar asıl ismi Bönickhausen’i söylemekte güçlük çekiyordu. Annesinin kömür işi oğlunun Paris’de bulunan École Centrale des Arts et Manufactures‘de okumasını sağladı. Mezun olmasıyla, Eiffel amcasının lastik fabrikasını yönetmeye başladı. Ancak lastiğin kalitesi üzerine bir aile tartışması sonrasında bu görevden alındı. Eiffel bundan sonra giriş seviyesinde tren yolu köprüleri tasarlayan bir şirkette çalışmaya başladı.

Charles Nepveu Eiffel’e ilk işini tren yolu köprüleri tasarlayan birçok proje müdüründen biri olarak verdi. Ancak, inşaat sırasında birçok mühendis bu projelerden ayrılıyordu ve sonunda Eiffel bütün projeden sorumlu oldu. Nepveu Eiffel’in çalışmasını gördükten sonra O’na başka köprü ve bina tasarımlarında da şans tanıdı. Bu projeler sırasında Eiffel mühendislerle iç içeydi ve birçok işi aynı anda yürütebiliyordu. Nepveu’nun bu desteği olmasaydı, Eiffel gelecekte olduğu kadar başarılı olmayabilirdi.

Kariyeri

Gustave Eiffel’in Eyfel kulesinin tepesinde bulunan heykeli

Eiffel’İn Eiffel et Cie isimli danışmanlık ve inşaat şirketi, Belçikalı mühendis Théophile Seyrig‘in de desteğiyle; uluslararası bir ihalede Porto ve Vila Nova de Gaia arasındaki 160 metrelik bir tren yolu köprüsü inşaatına başvurdu. Teklifi bu ihaleyi kazandı çünkü oldukça güzel, içi gözükebilir, ucuz ve güç yöntemleri kullanılarak yapılmıştı. Bu teknik 1864′te Maxwell tarafından tasarlanmıştı. Maria Pia Köprüsü (Ponte Maria Pia) çift kolonlu ve tek bir tren yolunu desteklemekteydi, ve inşaası iki yıldan az sürdü (5 Ocak 1876′dan 4 Kasım 1877′ye kadar). Köprünün ismi ise Kral Luis ve Kraliçe Maria Pia‘dan almaktadır. Köprü 1991′e kadar kullanılmış (114 yıl), daha sonra da Ponte de São João yerini almıştır. Massif Central‘da yaptığı köprüler ise hala günümüzde kullanılmaktadır.

Gustave Eiffel ayrıca Paris’deki La Ruche‘u tasarlamıştır. Burası, tıpkı Eyfel Kulesi gibi şehirin sembollerinden biri olmuştur. Bunun yanı sıra Garabit Viyadüğünü ve Amerika’daki ilk binası da Puerto Rico‘daki Mona Adası‘ndaki deniz feneridir. Bu deniz feneri ABD tarafından 1900 yılında, İspanya-Amerika savaşı sonrasında Puerto Rico’nun ABD’nin eline geçmesiyle yapılmıştır.

Eiffel Kulesi

1887′de Eiffel Fransa’nın Panama Kanalı‘nı inşaatıyla ilgilenmiştir. Fransız Panama Kanalı şirketi, Ferdinand de Lesseps‘in önderliğinde su seviyesinde bir kanal yapmaya çalışmış ama kullanışlı olmayacağının farkına varmıştır. Yükseltilmiş ve açılıp kapanan bir kanal tasarım olarak kabul edilmiş ve Eiffel de bunu tasarlaması için önerilmişti. Ancak, kanal projesi kötü bir yöneticilik ile iflas etti. Eiffel’in şöhreti Lesseps’in ve mühendislerinin sağladığı bu finansal skandal ile anıldı; ancak Eiffel’in finansal işlerle bir alakası yoktu ve suçl bulunmadı. Kendi tasarımı kullanılmasa da, ABD yeniden bu kanalı kurmaya çalıştı. Son yıllarında aerodinamik ile ilgilendi.

27 Aralık 1923′de Paris’de Rue Rabelais‘deki malikanesinde öldü. Cenazesi ise Levallois-Perret mezarlığına gömüldü.

Etkisi

Tasarladığı köprüler dünyanın dört bir yanında inşa edildi. Bu köprüler daha rahat ve daha hızlı gezi ve ticareti sağladı. Eiffel’in birçok köprüsü uzman çalışanlar gerektirmiyordu, bu vesile ile de daha ucuza yapılabiliyordu.

Eyfel Kulesi’nin Fransa’da etkisi çok büyük oldu. Kule 1889′de uluslararası bir sunum ile milyonları Paris’e getirdi. Sadece 1889 yılında 2 milyon kişi Eyfel Kulesi’ni ziyaret etti. Kule kısa bir zamanda turistler için ilgi mekanı oldu ve Fransa ekonomisine büyük katkı sağladı. İlk önce gösteriş amaçlı düşenilse de (aslında tasarımı kolayca yıkılabilir şekilde hazırlanmıştı), kule hızlıca Fransa’nın ulusal sembolü oldu ve Fransızlar için onur kaynağı haline geldi.

Özgürlük Anıtı Fransa’nın ABD’ye bir hediyesiydi. Eiffel’in anıtın armatürünü tasarlaması bu düşün gerçekleşmesini sağladı. Heykel Fransa ve ABD arasındaki dostluk ve saygıyı temsil etti. Özgürlük Anıtı hızlıca ABD’de de ulusal bir sembol oldu ve özgürlüğün simgesi haline geldi. Bu heykel de turistlerin oldukça ilgisini çekti ve birçok kişiyi New York’a getirdi ve ekonomiye katkı sağladı. Fransa’da yaşayan ABD vatandaşları da bu hediyenin karşılığı olarak Eyfel Kulesi’nin 2 kilometre kuzeyine ¼ boyutunda bronz bir heykelini dikti.

Diğer çalışmaları

tarafından

Eyfel Kulesi

Eyfel Kulesi


Eyfel Kulesi
Tour eiffel at sunrise from the trocadero.jpg
Temel veriler
Yer: Paris
Önemi: Sembol
Yapımı: 18871889
Mimar: Stephen Sauvestre
Tasarımcı: Gustave Eiffel
Yapı tarzı: Yüksek endüstri
Coğrafi konum: 48° 51′ 29″ N, 2° 17′ 40″ O
Teknik veriler
Yükseklik: 300,51 m (324,8 m antenle birlikte)
Genişlik: 124,9 m
Derinlik: 124,9 m
Katlar: 3 Manzara katı
İnşaat malzemesi: Demir
Ağırlık: Çelik konstrüksiyon: 7.300 Ton
Toplam ağırlık: 10.100 Ton civarı
Basamak: 1665 (Resmi siteye göre)

Eyfel Kulesi (Fransızca: La tour Eiffel [la tuʀ ɛˈfɛl]), Paris‘deki demir kule. Kule, aynı zamanda tüm dünyada Fransa‘nın sembolü halini almıştır. İsmini, inşa ettiren firma olan Gustave Eiffel‘den alır. En büyük turizm cazibelerinden biri olan Eyfel Kulesi, yılda 6 milyon turist çeker. 2002 yılında toplam ziyaretçi sayısı 200 milyona ulaşmıştır.

Eyfel Kulesi 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi‘nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiştir. Aslında kulenin mimarı Gustave Eiffel değil, İsviçreli Maurice Koechlin ‘in siparişi üzerine tasarlayan Stephen Sauvestre’dir. Meslektaşı Emile Nouguier ile beraber ilk tasarımları yapmıştır. Kulenin, 7.739.401 Frank 31 Sent tutan inşaat masrafları, Gustave Eiffel’in tahminlerinin 1 milyon frank üstündedir. 1889 yılındaki açılış tarihden önceki 5 ayda 1,9 milyon kişi ziyaret edince, yıl sonuna kadar toplam masrafın 3/4′ü çıkartılmıştır. Böylelikle Eyfel Kulesi, daha başından, kazanç sağlayan bir şirket görünümüne bürünmüştü.

3.000 işçi 26 ay boyunca 18.038 adet demir parçayı 2,5 milyon perçinle bir araya getirdi. Hiç ölüm vakası yaşanmamış olması, o günün şartlarında şaşırtıcı bir durumdur.

Ancak kule, onu bir utanç lekesi olarak gören Paris halkının tepkisini de çekmiştir. Bazı sanatçılar devasa bir sokak lambasına benzetirken, bir fabrika bacası gibi Paris’in görsel itibarını zedeleyeceğini ileri sürmüşlerdir. Böylelikle devrin sanatçı ve edebiyatçı çevresinde bir kampanya başlatılmış, bu kampanya süresince ünlü sanatçıların imzaladığı bildiriler dağıtılmıştır. Bugün ise Eyfel Kulesi, Dünya‘nın en güzel mimari yapılarından biri olarak kabul edilir. Parisliler onu Demir Bayan olarak adlandırırlar. İlk başlarda Eiffel, Kule’ye sadece 20 yıl için müsaade almıştı. Dolayısıyla, 1909 yılında kulenin sökülmesi gerekiyordu. Ancak kule, iletişim için çok uygun yüksekliğe ulaştığından ve yeni yüzyılda Atlantik ötesi haberleşmeye imkân tanıdığından, kalmasına izin verildi.

Konu başlıkları

Teknik özellikler

Taşıyıcı konstrüksiyon

Eyfel Kulesi’nin tepesindeki dünya şehirlerin yönünü ve kuleye uzaklığını gösteren tabelada İstanbul‘un bulunduğu kısım.

Eyfel Kulesi 300 m yüksekliktedir. Zirvesindeki televizyon vericileri 27 m daha yükseklik kazandırır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan çelik yerine demirden inşa edilmiş, özel teknikler sayesinde günümüze kadar sağlam olarak gelmiştir.

200.000 metrekare alanda bulunan Eyfel Kulesi her 7 yılda bir, 60 ton boya ile boyanır. Bu çalışmada 25 boyacı görev yaparken, çalışma 15 ay sürer. Bu işlem sırasında 1.500 fırça, 5.000 zımpara kağıdı ve 1.500 iş tulumu tüketilir. Ayrıca güvenlik maksadıyla toplam 50 km güvenlik halatı, 20.000 metrekare koruyucu ağ kullanılır. Boyama maliyeti yaklaşık 3 milyon avro tutar. Zaman içinde kulenin rengi kırmızımsı kahveden, sarımsı kahveye, daha sonra kestane kahvesinden bugünkü bronz tonuna dönüşmüştür. Kule 3 renk tonunda boyanır. En açık renk zirvede kullanılırken, en koyusu zeminde kullanılır.

Kulede intihar olayları da yaşanmaktadır. Şu ana kadar 400 kişi bunu gerçekleştirmiştir. Zamanla, intiharların önüne geçmek maksadıyla platformların çıkış noktalarına demir parmaklıklar yerleştirilmiştir.

22 Temmuz 2003 tarihinde, kısa devre sonucu, kulenin zirvesinde, hemen en üst ziyaretçi platformunun üstünde yangın çıkmıştır. Yangın bir saat gibi bir sürede kimse yaralanmadan söndürülmüştür.

Manzara platformları

Manzara platformu

Kamuya açık platformlar 57 m, 115 m ve 276 m yükseklikte bulunur.

Ziyaretçiler, üç asansörle kuzey, batı ve doğu kanatlarından ilk iki platforma ulaşır. İlk ve ikinci katlarda lokantalar mevcuttur. Ayrıca ilk katta, Eyfel Kulesinin tarihinin anlatıldığı bir sergi bulunur. En üst platforma ulaşmak isteyen bir ziyaretçi, ikinci katta aktarma yapar ve başka bir asansöre geçer. En üst platform hem çatılı hem de üstü açık bir alana sahiptir.

Kulenin açılışından sonra, ilk platforma kadar 50 yolcu taşıyan iki hidrolik asansör kullanıma girmişti. Bunlar için gerekli hidrolik presler 16 sütuna monte edilmişti. Kuzey kanadından başka bir asansörle ikinci kata ulaşılıyordu. 2. Dünya savaşı sırasında, işletim sistemindeki hasarlar sebebiyle bunlar devre dışı kalınca, Adolf Hitler kuleye yaya olarak çıkmak zorunda kalmıştı.

Londra’da benzer proje

Eyfel Kulesi

Champ de Mars‘dan Eyfel Kulesi.

Eyfel kulesinin kurulmasından sonra, Londra‘da da benzer bir yapı kurmak için bir proje başlatıldı. Watkins Tower adı verilen bu yapının inşasına 1891 yılında başlanmış olmasına rağmen çalışma başarılı olamamış ve 1907 yılında yıkılmıştır.

Tokyo’da benzer proje

Japonlar tarafından benzer bir kulede 1958 yılında Tokyo’da inşaa edilmiştir. Tokyo Kulesi Japonya’nın Tokyo şehrinde, Minato-ku’daki Shiba Parkındadır. 333 metre yüksekliği ile dünyanın en yüksek kendinden destekli çelik kulesi ve Japonya’nın en uzun insan ürünü yapısıdır. 4000 ton ağırlığındadır.

Kulenin tasarımı Paris’deki Eiffel Kulesi baz alınarak yapılmıştır

Resim galerisi

  • France Paris Eiffel-Alley 2006.jpg
  • Eiffel Tower

  • Pariseiffel.JPG
  • Details of the structure from the stairs

  • Eiffeltornet i Paris.JPG
  • Eyfel Kulesi hatırası

  • Eyfel Kulesi’nin ölçüleri

tarafından

Zeplin

Zeplin

LZ1′in Bodensee üzerindeki ilk kalkışı, 1900

Başlığın diğer anlamları için Zeppelin (anlam ayrımı) sayfasına bakınız.

Zeplin[1], bir tür hava gemisi olup, ulaşım aracı olarak kullanılan itme kuvvetiyle yol almalarını sağlayan motorları ve havada yönlenmesini sağlayan dümenleri olan puro biçiminde ve altında yolcu kabini bulunan güdümlü balonların genel adıdır. Omurgalı güdümlü balonların en başarılı yapımcısı olan Kont Ferdinand von Zeppelin adlı Alman güdümlü balonların isim babasıdır. İlk zamanlar hidrojen ile dolu olmasına karşın 1937‘de Hindenburg faciası üzerine içine hidrojen yerine helyum kullanılmaya başlanmıştır.

Konu başlıkları

İlk uçuş

Zeplinden Manhattan manzarası

Başarılı olmuş ilk uçuş Fransız mühendis Henri Giffard tarafından 24 Kasım 1852 yılında gerçekleştirilmiştir. Giffard 160 kg ağırlığındaki ve 3 BG’ndeki buhar makinasını 43 metre uzunluğunda ve 12 metre çapındaki, hidrojenle dolu bir torbanın altına takarak Paris’ten havalanıp 30 km uzaklıktaki Trappes’e uçarak gerçekleştirilmiştir.

İlk zeplin 128 metre uzunluğunda ve 11 metre çapındaydı. Alüminyumdan oluşan iskeleti, pamuklu bir bezle kaplıydı. İskeletin içinde hidrojen taşıyan gaz baloncukları vardı. 2 Temmuz 1900’de havalandırılan zeplin, 400 metre yükseklikten uçarak 6 kilometrelik bir yolu 17 dakika 30 saniyede aldı.

Bu ilk zeplinin başarısı üzerine yenileri de üretildi. Özellikle Alman Savaş Bakanlığı zeplin üretimini destekledi. I. Dünya Savaşı sırasında Paris ve Londra zeplinlerle bombalandı.

Atlas aşırı uçuşlara başlayan zeplinler, 52.000 kişiyi Atlas Okyanusu’nun iki kıyısı arasında taşıdıktan sonra, yeni yolcu uçaklarının geliştirilmesi ve büyük kazalar nedeniyle 1950’lere gelmeden üretimden kaldırıldı. Günümüzde sadece ABD’de reklam amaçlı olarak kısıtlı sayıda üretilmektedirler.

Zeplin 1931 yılında Piramitlerin üzerinde

Yapılan güdümlü balonlar

Zeplin adı Ülke Yapıldığı tarih Açıklama
R-33 (en) Birleşik Krallık 1916
R-34 Birleşik Krallık 1916 1919 yılında Atlas Okyanusu’nu aşarak New York’a ulaştı ve geri döndü
R-38 (en) Birleşik Krallık ABD’nin şiparişi ile yapılan gemi havada ikiye bölündü ve 44 kişinin ölmesine sebep oldu
Shenandoah ABD 1923 Eylül 1925 tarihinde Ohio üzerinde bir kasırgada parçalandı
Graf Zeppelin Almanya 1926 1929 yılında dünya çevresini 20 günde dolandı. Avrupa ile ABD arasında yük ve yolcu taşımacılığında kullanıldı
Akron ABD 1928 1933’te bir fırtına sırasında taşıdığı 70’den fazla insanla denizde kayboldu
R-100 (en) Birleşik Krallık 1929 Temmuz 1930 yılında Kanada’ya uçtu ve ertesi ay geri döndü
R-101 (en) Birleşik Krallık 1929 5 Ocak 1930 tarihinde Hindistan‘a gitmek için yola çıktı. Fransa’da Beauvais yakınlarında düşüp parçalandı.
Macon ABD 1933 Şubat 1935 tarihinde Büyük Okyanus‘a düşüp parçalandı
LZ 129 Hindenburg Almanya 1935 1936 yılında Atlas Okyanusu‘nun iki yakası arasında 10 kez yolcu getirip götürmüştür. 1937 yılında New Jersey‘e ilk uçuşunda ateş alarak 2 dakika içinde yanarak yok olmuştur
Dubai’nin Ruhu Dubai 2006 Palm Dubai‘nin reklamı için yapılmış dünyanın en büyük zeplini

Reklam amaçlı zeplin kullanımı

Bugün dünyada en yaygın zeplin kullanım amacıdır. Dünyanın birçok ülkesinde zeplinler alternatif etkin bir reklâm mecrası olarak kullanılır. Bu konuda Good Year dünyada öncüdür. Goodyear II. Dünya Savaşında kendi zeplinleri üretmekteydi. Fakat bir süre sonra Goodyear kendi zeplin üretimini durdurdu. Bugün Kuzey Amerika da ise 3 Goodyear Zeplin birden uçurmaktadır. Zeplinlerin Goodyear`ın bir dünya markası olmasında önemli rol oynadığı söylenir.

Dünyanın birçok büyük (Fortune 500 dâhil) Firmaları bugün bile Zeplin Reklâm kullanmaktadır. Bunlardan biri olan BMW, 2004 senesinde BMW 1 serisinin tanıtımı amaçlı Avrupa turunda (Transeuropean Tour) 1 haftalığına İstanbul’a da gelmiştir. Türkiye zeplinle ilk 1929 yılında Graf Zeppelin, yani D- LZ 127 Türkiye üzerinden geçerek Orta Doğu’ya gitmesi ile tanışmıştır[2]. 1998 yılında Koç Zeplin kullanmaya başlamıştır. Koç Zeplin Amerikan menşeli imalatçı firma American Blimp Corporation (ABC) tarafından imal edilmişti. Modeli A-150 modeliydi, 50m uzunluğundaydı ve Ekim 1998`de Koç`a teslim edilmişti.

Zeplin Reklâmların daha yaygın kullanılmamalarının tek sebebi ise yüksek yatırım maliyeti ve aylık operasyon giderleridir. Zeplinler hangar gerektirir. Helyum ise pahalı bir gazdır. Ayrıca büyük zeplinler için 12-13 kişilik dev yer ekibi gerekmektedir.

tarafından

Rulo Kağıtlardan Duvar Motifleri Yapımı

Rulo Kağıtlardan Duvar Motifleri Yapımı

 

duvar motifleri

Atık malzemelerin değerlendirilmesiyle ilgili bu yeni çalışmamızda tuvalet kağıdı rulolarından duvar motifleri hazırlayacağız. Yapması oldukça basit olan bu çalışmada duvarınız için dekoratif süslemeler yapabilirsiniz.

 

 

 

atık malzemeleri değerlendirme

 

 

Malzemeler:

– Tuvalet kağıdı rulosu (ya da herhangi bir rulo kağıt)
– Yapıştırıcı
– Mandal
– Makas

 

 

 

 

 

 

atık malzemeleri değerlendirme

 

 

 

Rulo kağıdımızı gösterilen şekilde büküyoruz.

 

 

 

 

atık malzemeleri değerlendirme

 

 

 

Makasla parçalara ayırıyoruz.

 

 

 

 

ev yapımı projeler

 

 

 

 

Bir hayli sayıda parçamız oldu.

 

 

 

 

 

 

ev yapımı projeler

 

 

 

 

Parçaları bir araya getirerek desenler elde ediyoruz. Siz farklı desenler de oluşturabilirsiniz. Bu kısım tamamıyla hayal gücünüze kalmış.

 

 

 

basit proje örnekleri

 

 

 

 

Bir araya getirdiğimiz parçaları yapıştırıyoruz.

 

 

 

basit proje örnekleri

 

 

 

Mandalla tutturarak kurumalarını bekliyoruz.

 

 

 

 

duvar süslemeleri

 

 

 

 

 

 

 

 

 

tarafından

Elektromıknatıs Yapımı

Elektromıknatıs Yapımı

 

elektromıknatıs

Bu çalışmada kendimize basit bir elektromıknatıs yapacağız. Yapıma geçmek için devam edelim.

 

 

 

 

elektromıknatıs yapımı

 

Malzemeler:

– Çivi
– Kablo
– Pil
– Elektrik bandı

 

 

 

 

fen projeleri

 

 

Kablomuzu çivinin çevresine uçları ortada birleşecek şekilde sıkıca sarıyoruz. Ne kadar sıkı sararsanız elektromıknatısın çekim gücü de o kadar iyi olacaktır.

 

 

 

 

 

elektromıknatıs

 

 

Kablomuzu sardıktan sonra pili yerleştiriyoruz ve kablonun uçlarını pile bağlıyoruz. Böylelikle elektromıknatısı tamamlıyoruz. Nasıl çalıştığını görmek için aşağıdaki videosunu izleyebilirsiniz.

ÖNEMLİ: Pil uzun süre takılı kalırsa elektromıknatıs fazla ısınacağından böyle durumlarda dikkatli olun.

 

tarafından

Porselen Tabaklardan Mozaik Sehpa Yapımı

Porselen Tabaklardan Mozaik Sehpa Yapımı

 

sehpa yenileme

Evinizde kırk ya da artık kullanmadığınız porselen tabaklarınız varsa bunları değerlendirebileceğiniz güzel bir dekorasyon fikrini sizlerle paylaşıyoruz. Bu çalışmada kırık porselen tabağı parçaları sehpanın üzerine yapıştırılarak mozaik desenli sehpa elde ediliyor. Fazla zorluğu olmamasına karşın maliyetli olması düşündürücü olmakla birlikte tabakları kırarken dikkat etmek gerekiyor. Yapılışı için devam edelim.

 

 

porselen seramik tabaklardan mozaik sehpa yapımı
porselen seramik tabaklardan mozaik sehpa yapımı

 

sehpa yenileme (

 

sehpa yenileme (

 

sehpa yenileme (

 

sehpa yenileme (
tarafından

Eski Laptoptan Projeksiyon Yapımı

Eski Laptoptan Projeksiyon Yapımı

 

laptoptan projeksiyon

Bu çalışmada eskimiş laptop ve bir adet tepegöz kullanarak projeksiyon yapacağız. Böylelikle eskimiş cihazları değerlendirebilir ve projeksiyonu oldukça uygun bir fiyata getirebiliriz.

Malzemeler:
– Laptop
– Tepegöz
– Tornavida

 

ev yapımı projeler

 

Yapılışı:

– Laptop ekranını gövdeden ayırıyoruz. Ancak kablo bağlantılarına dokunmuyoruz.
– LCD ekranı çıkarıyoruz.
– LCD ekranı tepegöze yerleştiriyoruz.

 

 

 

basit proje örnekleri

 

 

Burada yaptığımız şey lcd ekranı asetat olarak kullanıp laptop ekranının görüntüsünü duvara yansıtmak. Yapılış aşamalarını görmek için projenin videosunu izleyiniz.

 

 

tarafından

T-shirt Üzerine Yazı Yazma

T-shirt Üzerine Yazı Yazma

 

tshirtbaski1

Daha önce burada t-shirt baskıyla ilgili bir örnek paylaşmıştık. Orada hazır bir resmin t-shirt üzerine nasıl basılacağı anlatılıyor. Peki kendi çizdiğiniz bir tasarımı t-shirt üzerine basmak ister misiniz? Buradaki adımları takip ederek yazdığınız yazıyı veya çizdiğiniz bir resmi t-shirt üzerine basabilirsiniz. Yapılış aşamaları için devam edelim.

 

 

T-shirt üzerine basacağımız materyali hazırlıyoruz.

 

Maket bıçağı yardımıyla harflerin iç kısımlarını keserek şablon hazırlıyoruz.

Şablonu t-shirt’ün üzerine yerleştirerek ütülüyoruz.

 

Kumaş boyasıyla şablonun üzerini boyuyoruz.

 

Ve şablonu kaldırıyoruz.

tarafından

Eski Televizyondan Kitaplık Yapımı

Eski Televizyondan Kitaplık Yapımı

 

televizyondan kitaplık

LCD ve Led televizyonların yaygınlaşmasıyla bir dönemin tüplü televizyonları eski teknoloji oldular. Yine de bu televizyonlardan günümüzde birçok evde bulunmaktadır. Sizin de evinizde artık kullanmayıp bir köşeye attığınız veya bozuk tüplü televizyonunuz varsa bunu kitaplık olarak değerlendirebileceğiniz bu çalışmamızı inceleyin.

 

 

eski eşyaları değerlendirme

 

 

İhtiyacımız olan sadece bir televizyon, fazla zorlanmadan yapabileceğiniz bir çalışmadır.

 

 

 

 

 

eski eşyaları değerlendirme

 

 

 

Televizyonun ekranı dahil iç kısmını boşaltıyoruz. Bize gerekli olan dış kısmı.

 

 

 

 

 

eski eşyalardan yeni tasarımlar

 

 

Evet, hepsi bu kadar. Kitaplarınızı yerleştirebilirsiniz.

 

 

 

tarafından

Eski Disketlerden Çanta Yapımı

Eski Disketlerden Çanta Yapımı

 

disketlerden çanta

Eski disketleri değerlendirebileceğiniz bir başka çalışma örneğini sizlerle paylaşıyoruz. İhtiyacımız olan malzemeler: disket, elektrik bandı, eski kumaş, dikiş makinesi. Yapılışı için devam edelim.

 

 

Yapılışı:
– Disketleri kare halinde bir araya getirip bantla yapıştırıyoruz.
– Kumaşla beraber dikiş makinesinde dikiyoruz.
– Çanta parçalarını birleştiriyoruz.
– Sap kısmını da eklediğimizde çantamız tamamlanıyor.

tarafından

Eski Kasetlerden Kalemlik Yapımı

Eski Kasetlerden Kalemlik Yapımı

 

kaset1

Kaset bantlarından yapılan cüzdanla ilgili çalışmamızın ardından eski kasetlerin kullanıldığı başka bir çalışma örneğini sizlerle paylaşıyoruz. Silikon tabancası ya da tutkal yardımıyla birbirine yapıştırdığınız kasetlerden nostaljik bir kalemlik yapmak hem kolay hem de ilginç bir fikir. Yapılışını yazımızın devamında bulabilirsiniz.

 

 

 

 

tarafından

Sis Makinası Yapımı

Sis Makinası Yapımı

 

ev yapımı sis makinası

Evde bulabileceğiniz malzemelerle yapabileceğiniz bu sis makinasının yapılış aşamaları ve malzemeleri için yazının devamına bakınız.

 

 

 

 

Malzemeler:

– Ütü
– 2 adet alüminyum kap
– Makas
– Alüminyum folyo
– Tutkal
– Çakıl taşı
– Pet şişe
– İğne
– Kalem
– Bilgisayar fanı
– 12V pil
– Elektrik bandı

ev yapımı projeler

 

 

– Ütüyü alüminyum kabın içine yerleştiriyoruz.
– Çakıl taşlarını kabın içine dolduruyoruz.

 

 

 

fen projeleri

 

 

– Şişeyi ortadan kesiyoruz. Altını iğneyle deliyoruz.

– Diğer alüminyum kabımızı ters çeviriyoruz ve üzerinde delik açıyoruz. Şişenin altındaki delikle hizalayacak şekilde şişeyi yerleştiriyoruz.

 

 

fen projeleri

 

 

– Kabın yan tarafında fanı yerleştireceğimiz yeri kesip fanı yerleştiriyoruz ve yapıştırıyoruz.

 

 

 

basit proje örnekleri

 

– Fanın kablolarının uçlarını kesiyoruz. Siyah kabloyu 12Voltluk pilin (-) kutbuna, kırmızı kabloyu (+) kutbuna bağlıyoruz.

– Diğer kabı üstüne kapatıyoruz.

Yapılış aşamalarını ve çalıştırılmasını görmek için projenin videosunu izleyiniz.

ÖNEMLİ: Sis makinasını dışarıda çalıştırmayınız.

tarafından

Pet Şişelerden Çöp Kutusu Yapımı

Pet Şişelerden Çöp Kutusu Yapımı

 

çevre projeleri

Pet şişe atıklarından çöp kutusu yaptığımız bu proje sayesinde pet şişe atıklarını değerlendirebilir ve onların geri dönüşümünü sağlayabiliriz. Yapması fazla zahmetli olmayan bu projede çok sayıda pet şişeye ihtiyacımız var. Bunların aynı boylarda olması işimizi kolaylaştırır. İhtiyacımız olan diğer malzemeler matkap ve tel. Yapıma başlıyoruz.

 

 

 

ev yapımı projeler

 

 

 

Şişelerin kapaklarını ayırıyoruz.

 

 

 

 

 

ev yapımı projeler

 

 

 

Şişeleri ikişerli olarak birleştireceğiz. Bunun için şişenin altının kesiyoruz. Başka bir şişeyi bunun altına yerleştiriyoruz ve kesmediğimiz şişeyi deliyoruz.

 

 

 

 

basit proje örnekleri

 

 

 

Teli birleştirdiğimiz şişelerin içinden geçiriyoruz. İkişerli birleştirdiğimiz şişeleri görüldüğü gibi yerleştiriyoruz.

 

 

 

 

basit proje örnekleri

 

 

 

Çöp kutusunun alt kısmı için mukavva kartonlar kullanabilirsiniz.

 

 

tarafından

Eski Monitörden Çöp Kutusu Yapımı

Eski Monitörden Çöp Kutusu Yapımı

 

monitörden çöp kutusu

Bir dönemin meşhur crt monitörleri lcd ve led ekranların çıkmasıyla eski ve hantal yığınlar haline geldi. Yapması kolay bu çalışmamızda eskimiş bozuk monitörlerinizi çöp kutusu olarak değerlendirebilirsiniz. İhtiyacımız olan malzemeler bir adet eski monitör ve tornavida.

 

 

 

ev yapımı çalışmalar

 

 

 

 

Ekranın içini boşaltıyoruz.

 

 

 

 

ev yapımı çalışmalar

 

 

 

 

Alt kısımını tornavidayla söküyoruz.

 

 

 

 

 

 

ilginç tasarımlar

 

 

 

 

 

Ve bu kadar. Artık nostalji olarak kullanabileceğiniz bir çöp kutunuz var.

 

 

 

 

tarafından

Eski Gazetelerden Dolap Yapımı

Eski Gazetelerden Dolap Yapımı

 

eski gazetelerden dolap

Evdeki okunmuş gazetelerinizi değerlendirebileceğiniz bu çalışma ile okunmuş gazetelerden kendinize bunun gibi bir dolap yapabilirsiniz. İhtiyacımız olan malzemeler bol miktarda gazete ile tutkal (ya da silikon tabancası). Yapım aşamalarını görmek için yazının devamına bakınız.

 

 

Yapılışı:

– Gazete kağıtlarımızı kıvırarak rulolar haline getiririyoruz.
– Elde ettiğimiz ruloları yanyana getirerek dolabımızın parçalarını oluşturuyoruz.
– Bu parçaları birleştirerek dolabımızı tamamlıyoruz. Parçaları birleştirmek için tel kullanabilirsiniz.

tarafından

Kalemlerden Cep Telefonu Standı Yapımı

Kalemlerden Cep Telefonu Standı Yapımı

 

cepstand3

Kalemlerden yapılan bu kolay çalışma ile kendinize basit ama kullanışlı bir cep telefonu standı yapabilirsiniz. Bununla Iphone ya da herhangi bir cep telefonunu kullanabilirsiniz. Paket lastikleriyle kurşun kalemleri resimlerdeki gibi birbirlerine bağlıyoruz ve hepsi bu kadar, cep telefonu standımız hazır.

 

 

 

tarafından

MANDALDAN DÜĞÜN SÜSÜ YAPIMI

Mandaldan Düğün Süsü Yapımı

 

mandaldan düğün süsü

Mandaldan yapılmış değişik bir düğün süsü örneği. Basit ama oldukça ilginç ve eğlenceli bir çalışma olmuş. Yapımını görmek için devam edelim.

 

 

 

İhtiyacımız olan malzemeler mandal,kalem ve akrilik boya. Bu süsümüzün yapımı çok basit. Boyayacağımız alanı kurşun kalemle çizip belirliyoruz ardından dikkatli bir şekilde boyuyoruz. Gelin ve damat süsümüz hazır.

ALINTIDIR…

tarafından

Pet Bardaklardan Lamba Yapımı

Pet Bardaklardan Lamba Yapımı

pet bardaklardan lamba

Plastik bardaklardan yapabileceğimiz basit bir çalışma örneği. Ampul ve pet bardakları kullanarak bunun gibi bir lamba yapacağız. Diğer aşamalara geçmek için devam edelim.

pet bardaklardan lamba

Malzemeler:

– Ampul
– Tutkal
– Pet bardak
– Makas

ÖNEMLİ: Burada dikkat etmemiz gereken şey ampulün ısınmasından dolayı bardakların yanmaması için düşük wattlı bir ampul kullanmamız gerekiyor.

ev yapımı projeler

Bardakların altını makasla kesiyoruz.

ev yapımı projeler

Kesme işleminden sonra birbirlerine yapıştırmak için çevrelerine tutkal sürüyoruz.

pet bardak çalışmaları

Lambanın dış kısmını oluşturduk. Ortasına ampulü yerleştirerek lambamızı tamamlıyoruz.

pet bardak tasarımları

ALINTIDIR…